Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hepimiz?

delinin biri

Kayıtlı Üye
Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hepimiz?

Olduk değil mi? ama bulamadık.

Daha önce tanıdığımız arkadaşlarımızdan kaçıyla görüşüyoruz; bir kaçıyla görüşüyoruz belki, belki de hiçbiriyle görüşmeyenlerimiz çoğunlukta. Bazılarımız bu durumu anlamadığını ve düşünmeyi bıraktığını söylüyor belki de. Birçoğumuz için fark eden bir şey yok aslında. Bazılarımız ise sırf değişmedi desinler diye haberleşmeye devam ediyor. Bir de birçoğumuzda olan şu düşünce; beni aramayanı bende aramıyorum.

Zaman değişti değil mi? artık herkes böyle. Bir zamanlar çocukluğumuzu paylaştığımız, aynı sınıfı paylaştığımız, aynı mahallede oturduğumuz, aynı yerde çalıştığımız. Kısacası tanıdığımız herkes. Acısıyla-tatlısıyla kimisiyle beş gün, kimisiyle beş ay, kimisiyle beş sene, kimisiyle de daha uzun bir süre beraber olduğumuz. Tanıdıklarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız.

Aslında değişen zaman değil bunun farkında mıyız acaba? Değişen insanlar, biziz! Hiç kimsenin bizi anlamadığını düşünüyoruz, bizi anlamadıklarını düşündüklerimizi de anlamaya çalışmayı bırakın; muhatap olmaya bile tenezzül etmiyoruz değil mi? ne oluyor peki sonuçta? Herkes kendi içinde yaşıyor bir şeyleri, çok küçük şeyler bile olsa yeri geldiğinde taşınamaz hale geliyor. Çağımızın en büyük sorunu iletişimsizlik. Ve bunun getirisi her zaman kendini yalnız hissetme.

Zaman değişti. Şimdi bulunduğumuz ortamlardaki arkadaşlarımız, tanıdıklarımız, muhatap olduklarımızda bir süre sonra eskiyecek o zaman; bulunduğumuz ortamlardan ayrıldığımızda. Onlarla paylaştıklarımızın da, şuan ki arkadaşlarımızın da, tanıdıklarımızın da bir anlamı olmayacak. Onlarda unutulacak. Sonuç ne olacak peki? Yalnızlığımız devam edecek. Hani bir de şu kimse anlamadı, zaten anlayamaz düşüncesi var ya. Bu her şeyi açıklar değil mi sizce?

Nerde olursak olalım, kimle ne yaparsak yapalım; zaman geçince bir anlamı olmuyor değil mi hiç birimiz için. Olmayacakta böyle devam ettikçe.

Aman boş ver diyenlerimizde olabilir içimizden, her şeye boş vere boş vere nereye kadar gidebiliriz? Böyle iyi, ben yalnızlığımla mutluyum diye teselli edip duracağız değil mi kendimizi. Kimse anlamadı, anlamaz, anlayamaz, anlamasını da beklemiyorum deyip duracağız değil mi?

Hiç birimizin kendini yalnızlığa mahkûm etmeye hakkı yok!

Arkadaşlarınızın, tanıdıklarınızın değerini bilin. Ne görüşte, ne fikirde, ne halde, ne kadar uzakta olursa olsun; hepimizi yaratan tek!

Teknoloji ne kadar gelişti değil mi? Şu da bir gerçek ki; teknoloji ne kadar gelişirse; insanlar birbirinden o kadar uzaklaşıyor. Herkes kendini yalnızlığa, birçok şeyi kendi içinde yaşamaya başlıyor. Ve böyle devam ediyor. Ve dur denilmediği sürece yalnızlıklar devam edecek. Daha da kötü olacak, daha da dayanılmaz olacak. Ama buna dur demek çok kolay. Çözümü de çok basit, ama ya göremiyoruz, ya göz ardı etmek işimize geliyor/ya da görmek istemiyoruz.

Şu zamanda kızlar ilk bakışta erkek olarak değerlendiriyor karşındakini. Erkeklerde ilk bakışta kız olarak değerlendiriyor. Kimsenin insan gözüyle değerlendirdiği yok kimseyi.

Bugüne kadar ömrü hayatımız boyunca tek bir kişiye kızmadık mı aslında; kendimize. Birine bağırmamız bile aslında kendimize bağırmamız olmadı mı? Neden mi? Çünkü kendimizi ifade edemediğimizden. Kendimizi ifade edebilmiş olsak karşımızdaki anlar.

Kendi kendimize düşünüp kızmadık mı hep? Hiç kimseye anlatmak istediklerini anlatamıyorsun. İfade etmen gerekenleri ifade edemiyorsun, niye düşünmüyorsun diye!

Ailesiyle sorun yaşamayan kimse nerdeyse kalmadı bu zamanda. Zaman değişti değil mi? Birçoğumuz çocukluğunda sorun yaşadı, çevreden, ortamdan, aileden. İlgi göremedi ailesinden. Anlatmak istediklerini, ifade edemediklerini hep yuttu. Ne oldu? Yalnız kaldık hepimiz değil mi? “beni benden başka anlayan yok” diyenler kervanına katıldık hep. Peki, beni benden başka anlayan yok diyenlerimize soruyorum? Kendinizi anlayabiliyor musunuz? “Ben anlarım kendimi” diyenlerimiz. Nasıl anladığınızı anlatsanıza bana? -unutarak, farklı olduğunu düşünüp, bir süre sonra öyle yapmışçasına hatırlayarak mı? Yada aman! Boş ver! Diyerek mi?

Kendimizi gerçekten anlayabiliyor muyuz? Ben vereyim cevabını. Kendi içimizde tuttuklarımızla, kendi içimizde yaşadıklarımızla. Herkese belli ölçüler doğrultusunda yaklaşmakla. Sorunlarımızı içimize atarak, bir süre sonra boş ver diyerek; kendi kendine üzülerek değil mi?
Ama zaman değişti değil mi? artık herkes böyle. Kimse kimseyi anlamıyor bu zamanda! Peki, hiç birbirinizi anlamayı denediniz mi? çok denediniz değil mi? yok ne desen boş. Olmuyor. Herkes böyle. Herkes kendini kurtarmaya çalışıyor. Herkes bir yol tutturmuş gidiyor ama nereye gittiğini biliyor mu acaba? Nereye gittiğimizi bilen varsa bana da söylesin? Yâda durun ben söyleyeyim: yalnızlığa! Ve her geçen zamanda daha da büyüyor yalnızlığımız.

Çocukluğumuzu yaşayamadık belki birçoğumuz. Bazı sebeplerden dolayı ailemizden ilgi göremedik belki de. İş, güç, koşuşturma. Ailevi problemlerden dolayı. Ama her birimiz kendi çocuklarına göremediği ilgiyi gösterecek değil mi? onlar seviyorsunuz? Peki, mutlu bir çocuk gördüğünüzde içiniz burkulmuyor mu? Yalnızlığınız aklınıza gelmiyor mu? Kendi çocukluğumuz geliyor aklımıza. Bizim çocuklarımız böyle olmayacak diyoruz. Çocukları severim diyoruz kendimize ve herkese. Hangi çocuğa gösteriyoruz sevgimizi? Kendi çocuğumuza gösteririz, bırak bu ağızları demeyin şimdi; her şeyin zamanı var değil mi? zamana bıraktığınız şeyleri, hayallerinizi, mutluluklarınızı gerçekleştirebiliyor musunuz? Çocukluğumuzda ilgi göremedik diye; hiç bir çocuğa gösteremediğimiz ilgiyi kendi çocuklarımıza gösterebilecek miyiz?

Peki, kardeşleri olanlar bu ilgiyi gösterebiliyor mu? Olmuyor değil mi? kendi çocukluğumuz geliyor aklımıza.

Yapmak isteyip de, içimizde kalanları yapamadık diye, yeri geldiğinde kendimize bile ifade edemediğimiz kıskançlıklarımız olmuyor mu çocuklara karşı? Sen büyü de gör dünyanın kaç bucak olduğunu diye geçirdiğimiz olmuyor mu içimizden? Bunun yerine onlarla vakit geçirsek. Önce insan oldukları için, yaratılanı hoş görsek, yaratandan ötürü!

Ama olmuyor değil mi? her şeyimizi kendi içimizde yaşıyoruz. Beni benden başka anlayan yok! Anlayan olmadı! Olamaz. Anlamasını da beklemiyorum zaten.

Aman kim ne derse, ne düşünürse düşünsün bizim hakkımızda umurumuzda bile değil, değil mi?

Peki, içimizde kalanlar olsun. Yapmak istediklerimiz olsun. Neden yapamıyoruz?

Hem, kim ne düşünürse düşünsün benim hakkımda deyip duruyoruz ama kimse hakkımızda bir şey düşünmesin diye hep kabuğumuza çekiliyoruz. Çekildikçe çekiliyoruz kabuğumuza, yalnızlığa itiyoruz kendimizi, yalnızlığa mahkûm ediyoruz.

Ailemizle yaşadığımız sorunlar yüzünden ailemizle aramızda kopukluklar oldu değil mi zaman zaman? Peki, onlar büyük, onlar göremiyorsa ben hiç görmem, onlar görsün. Şöyle. Böyle. Falan. Filan.

Bu düşünceleri bir tarafa bırakıp yıkıcı taraf değil de, yapıcı taraf olmaya niye çalışmıyoruz?

Olmuyor değil mi? beni kıranlarla olmuyor, ne yapsam ne etsem olmuyor!

Peki, bizi kıranları ne kadar tanıyoruz? Kırıldığımız insanların yaşadıklarının ne kadarını biliyoruz? Yeri geldiğinde yaşadıklarımız yüzünden kırmış olduklarımızın bizi anlamasını bekliyoruz da; neden bizi kıranların niye böyle yaptığını düşünmeye çalışmıyoruz?

Zaman değişti değil mi?
İşteler.
Aman! Boş ver demeler..

İyi değişsin bakalım.

İçimizde evlilikten korkmayan var mı? Hatta ben evlenmeyeceğim diyenlerimiz? Evlilik dediğin nedir ki? Alt tarafı bir imza değil mi? peki ya sonrası? Mutlu olup olamama. Zaman değişti değil mi? sevmek yok bu dünyada! İnsani ihtiyaçlar için bir kurum sadece evlilik. İki taraf içinde.

Televizyonlar bangır bangır bağırıyor değil mi? sevip de evlenenler bile boşanıyor diye? Artık ya nasip ya kısmet diyoruz. En büyük isyanı böyle yapıyoruz yaratana biliyor musunuz? Tepkisiz kalarak. Önümüze ne gelirse onu yapıyoruz. İyi mi kötü mü ne sonuçlar doğuracak diye düşünmüyoruz.

Peki, liseyi bitirme, üniversiteye girme, bir an önce iş hayatına atılıp hayatını kurmaya çalışma. Vb. bunların sebepleri arasında sadece okuma, çalışma hevesi mi var? Yoksa hayatınızı kurtarma, kendinizi garantiye alma, çevrenizdekiler başaramadı demesinler diye. Evlenip de anlaşamazsanız eğer, tabi evlenmeyi düşünüyorsak; ben kendime yeteyim düşüncesi mi? hepimiz için geçerli bu! Hepimiz maddeye yönelmişiz. Başka her şeyi silmişiz. Önce okumak/önce çalışmak/önce evlenmek ama değil mi? bunları halledince gerisini hallederiz. Peki, her şey istediğiniz gibi gidiyor mu? Sıkıntı ve stres. Tek nedeni yalnızlık. Bir konuşabilsek öyle rahatlayacağız ki aslında; ama farkında bile değiliz.
Ama kendi içimizde yaşamamız gerekenler var değil mi? peki kendi içimizde yaşayabiliyor muyuz? Yaşayamıyoruz değil mi? ama boş ver diyoruz kendi kendimize. Elbet bir gün düzelir. Peki, o gün neden hiç gelmiyor? Yada hiç gelmeyecek mi? alıştık değil mi artık her şeye.

Zaman değişti.

Şu dünyada sevmekten daha değerli, daha anlamlı bir duygu var mı? Var değil mi maddiyat! Peki, şu gerçeği göz önünde bulunduruyor muyuz? Maneviyat maddiyatı kabul ediyor da; maddiyat maneviyatı neden kabul etmiyor? İkisi bir arada olmuyor değil mi? eskiden nasıl oluyordu peki? Zaman değişti ama değil mi; masallarda o zamanlar.

Ortam olarak her girdiğimiz ortamda arkadaşlarımız var mı? Ya da her gittiğimiz yerde bir ortamımız var mı? Diyebiliyor muyuz? Kimi zaman diyoruz değil mi? ama bir süre sonra o da olmuyor.

Olmuyor.

Benim ömrü hayatım boyunca en büyük sorunum ne oldu biliyor musunuz? İnsanların geceleri bile çıkartmadıkları, şeytanın gözlerine takmış oldukları güneş gözlükleri.

Hepimiz huzur aramıyor muyuz? Sadece huzur arıyoruz değil mi? bir de bulabilsek aslında.

Yönelmiş olduğunuz maddiyattan, maddeden; başınızı kaldırıp maneviyatınızı, sevginizi görün artık. Mutsuzluklarınız, yalnızlıklarınız bitmez yoksa! Maneviyatınıza yöneldiğinizde; sıkıntı stres içinde bir türlü halledemediğiniz, istediğiniz gibi olmayan madde bile o kadar kolay olacak ki.

Her şeyin başı sevgi!

En büyük hayalimiz huzur değil mi?

Hepimiz her birimizden zekiyiz, hepimizin birbirinden güzel, farklı özellikleri, meziyetleri var. Hepiniz farklı yerlerde; farklı meslekler yapacaksınız belki, ama mutlu olabilecek misiniz? Hep zamana bıraktığınız mutluluğu, bulabilecek misiniz? Şu an mutlu olamadığınızdan, o zaman gelince mutlu olabilecek miyim düşüncesini çoktan bıraktınız mı yoksa?

Bazı şeyleri kabullenmek zor mu geliyor? İşteler değil mi hep? Zaman değiştiler. Zaman değişmez bilmiyor musunuz? Bundan bin yıl önceki zamanda aynı değil miydi? Ama o zaman başka aletlerle belirleniyordu değil mi zaman ;) zaman değişmez! Zaman insanlara uyar.
İnsanlar değişir. Ve yalnızlıkların, mutsuzlukların hüküm süreceği bir hayata doğru sürükleniyoruz hepimiz. Buna dur demek elimizde; sadece iletişimle. Konuşarak. Birbirimizi anlayarak. Ama ilk önce sevgi! İnsan olduğumuz için. Önce insanları sevmeliyiz.

Hepinizi güneş gözlüklerinizi çıkartmaya davet ediyorum! Tabi ben mutsuzluğumla, yalnızlığımla, kendi içime attıklarımla mutluyum diyebiliyorsanız o başka.

İnsan olduğunuz için sevin birbirinizi. İnsanları sevin. Ve muhabbet edin. Ne konuda olursa olsun. Bir süre sonra birçok şeyin değiştiğini göreceksiniz. Ve içinize atıp da zamanın unutturduklarını bile hatırlayıp, bütün sorunlarınızdan kurtulacaksınız.

Mutsuz olmak istemiyorsanız tabi ki!

Tabi psikologa falan gitmeyi düşünmüyorsanız? Ama deli derler değil mi psikologa gittik mi? uyuşturucu ilaçlar haricinde yapabildikleri hiç bir şey yok. Aslında her şeyin çözümü o kadar basit ki; sadece sevgi, saygı ve iletişim. Muhabbet. Başka bir şey değil.

Ama zaman değişti demeler, işte demeler, aman! Boş ver demeler!

O kadar kör etmiş ki gözlerimizi, en aydınlık anda bile önümüzü göremiyoruz.
İsteyenler zaman değişti demelere, işte demelere, boş ver demelere devam etsinler. Bu dünya mutlu olmak için kısa, mutsuz olmak içinse çok ama çok uzun.

Her şeyi zaman diye kestirip atmak yerine, bazı şeyleri de biz yapmaya çalışalım; kendi hayatımız ve sevdiklerimiz için.

Çağa uyacaksın ama değil mi? bu çağı bu hale getirenler insanlar değil mi?

Ben istesem dünyayı devirir, dağı taşı yerinden oynatırım ama işte deyip duruyoruz değil mi? istedikten sonra yapabileceklerimizin farkında değiliz ama?

Yeri geldiğinde bildiğimiz bir konuda bile hata yapabiliyoruz değil mi? çok basit bir konuda bile hata yapabiliyoruz. Mesela bildiğimiz bir soruyu yanlış yapabiliyoruz, cevabı öğrendikten sonra; biliyordum nasıl yapamadım diye kızıyoruz değil mi kendimize?

Ailemiz bize güvenmiyor değil mi? ama biz kendimize yeteriz. Herkese karşı kendimizi kanıtlamaya çalışıyoruz/ çalıştık bir süre olmayınca bıraktık belki; ilk önce kendimize kanıtlasak her şey çözülecek aslında biliyor muyuz? Ama olmuyorlar, işteler, zaman değiştiler, artık herkes böyleler.

Ailemizden ilgi göremedik belki; sorunlar yaşadık, istesek aslında bütün sorunları anında çözebiliriz değil mi? ama olmuyor! Ne yapsak, ne etsek olmuyor! Yaptığımız her yanlışta biraz daha kabuğumuza çekiliyoruz. Ama her zaman ben kendime yeterim; beni benden başka anlayan yok, anlamadı; anlamasını da beklemiyorum zaten deyip duruyoruz değil mi? ama kendimizi çevremize karşı, ailemize karşı göstermeye çalışıyoruz. Ne yapsak olmuyorlar, işteler, şöyleler, böyleler. Bütün sorunlarımızı çözebileceğimizin farkındayız aslında ama olmuyor değil mi? ne yapsak ne etsek olmuyor? Her yeni kırgınlık biraz daha kabuğumuza çekilmemize sebep oluyor. Hep demiyor muyuz: -zamanı var; gün gelecek her şey düzelecek.

Hep tek bir şeye yönleniyoruz değil mi? onu başardım mı her şeyi yaparım diyoruz. Kimini yapıyoruz, kimini yapamıyoruz; peki mutlu olabiliyor muyuz? Yetmiyor değil mi? ne yapsak ne etsek olmuyor. Hep bir yanımızda eksiklik oluyor. Düşünmemek için uyukluyoruz belki, başka uğraşlar buluyoruz kendimize. Ben güçlüyüm deyip alıştım deyip, unutuyoruz sorunlarımızı. Ama ne yapsak ne etsek olmuyor.

Kendimize haykırarak bir şeyleri anlatmak istediğimizde bile susuyoruz, hep zamanı var bekle diyoruz. Gün gelecek. Şunu yapacağım, bunu yapacağım; her şey yoluna girecek diyoruz. Ama o gün geldiğinde de olmuyor değil mi? bir şeyler düzelmiyor. Daha da kötü oluyor. Yalnızlığımız, hayata küskünlüğümüz, mutsuzluğumuz daha da artıyor, daha da acı verici oluyor değil mi? hem kimsenin anlamasını istemiyorum diyoruz, hem herkes anlasın diyoruz. Hiçbir şey yapmıyoruz kimse anlamasın diye. Üzgün zamanlarımızda biri bizimle ilgilendiği zaman bize acıdığını düşünüyoruz belki, kendi kendimize acıyoruz sonra, kendi kendimize kızıyoruz. Başkalarının üzüldüğünü gördüğümüzde kendi üzüntülerimiz geliyor aklımıza, ilgileniyoruz, sonra ona acıdığımızı düşündüğünü zannediyoruz. Bazen de güçlü olduğumuzu gösterebilmek için kayıtsız kalmaya çalışıyoruz. Ama hep ben yapardım, yapabilirdim, niye yapmadım, ben var ya ben diyip duruyoruz.

Her geçen gün kabuğumuza biraz daha çekiliyoruz.

Belki de birçoğumuz bunları bile düşünmeden vazgeçti değil mi? bunları düşünmeyi bile bıraktı. Ben kendime yeterim, beni benden başka anlayan yok. Kimse anlamadı. Anlayamaz zaten beni. Biri anlamaya çalışsa; kim anladı ki beni sen anlayacaksın diyoruz. Çekildikçe çekiliyoruz kabuğumuza. Yalnızlığımız artıyor gün geçtikçe. Ama ben güçlüyüm, yıkılmadım. Yıkamaz beni hiç bir şey diyoruz değil mi? en ufak bir şeyde bile yıkılmıyor muyuz? İçimizdekiler kat kat acı vermiyor mu?

Bizi gerçekten tanıyan insanlar; gülen gözlerimizin altından süzülen gözyaşlarımızı görebilenlerdir değil mi aslında? Peki, gözyaşlarımızı gizlemek için de her şeyi yapıyoruz değil mi? bir taraftan da herkesin bizi anlamasını istiyoruz. Bir taraftan da beni benden başka anlayan kimse yok. Anlamasın deyip duruyoruz.

Ailemiz büyüdüğümüzü göremiyor değil mi? Ne kadar uğraşsak da bize güvenmiyorlar! Ama onlar da biliyorlar aslında bir gün güvenebileceklerini.

Bizi anlamıyorlar değil mi? Peki, biz onları ne kadar anlayabiliyoruz? Bir yanlışlık yaptıklarında, isteseydim müdahale ederdim; düzeltirdim, dağı taşı yerinden oynatırdım diyoruz ama yine müdahale edemiyoruz!

Herkesi silmişiz hayatımızda ama kaybetmemek için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz değil mi? ne yapsak ne etsek olmuyor değil mi? bizi bizden başka anlayan yok. Ne istediğimizi bilen yok. Peki, biz kendimizi anlayabiliyor muyuz? Ne istediğimizi bilebiliyor muyuz? Anlayamıyoruz değil mi? beni kimse anlamadı ki, ben nasıl anlayayım diyoruz. Bir anım bir anıma uymuyor ki, yanar-dönerim diyoruz. Ama bir gün ne istediğimi bileceğim ve yapacağım diyoruz değil mi? o gün geldiğinde neden mutlu olamıyoruz? Neden ben yaptım, mutluyum diyemiyoruz? Kendi kendimizi avutuyoruz aslında; yaptım, başardım, ben böyle mutluyum. Böyle geldi, böyle gider diyoruz. Ama hep bir yanımız eksik kalıyor değil mi? kırgınlığımız, yalnızlığımız artıyor gün geçtikçe. Biri bir şey dese; mabedimize dokunmaya kalksa hemen susturmaya çalışıyoruz değil mi? haykırmak isteyip de içimizde tuttuklarımızı, sır dediklerimizi; aman kimse duymasın hakkımda ne düşünürler, bir taraftan hem herkesin anlamasını bekleyerek, hem de hiç kimse anlamasın diye her şeyi yaparak.

Peki, ne olursa olsun, değişmeyen bir tek şey var değil mi hepimiz için; ben ve yalnızlığım; mutsuzluğum. Ne yaparsak yapalım bir türlü üstesinden gelemiyoruz değil mi? Ama bir gün geleceğiz? Çok yakında? Az kaldı değil mi? Ama bir türlü gelmiyor değil mi o gün? Ne yaparsak yapalım gelmiyor. Olmuyor bir türlü.

Ailemize bir şeyler yapabileceğimizi göstermek için her şeyi yaparız değil mi? ama hiç bir şeyi yapamıyoruz. Bize güvenmelerini bekliyoruz ama büyüdüğümüzü kanıtlayamıyoruz. Büyüdüğümüzü görmüyorlar, görmek istemiyorlar değil mi? peki büyüdüğümüzü kendimize ispatlayabiliyor muyuz? Ben büyüdüm diyebiliyor muyuz? Ben büyüdüm diyoruz, ama neden böyle yapıyorsun diyoruz değil mi? neden çocuk gibi davranıyorsun deyip kızıyoruz kendimize. Bir taraftan herkesin anlamasını bekliyoruz, bir taraftan kimse anlamasın diye elimizden geleni yapıyoruz.
Her geçen zaman yalnızlığımız artıyor değil mi? mutsuzluğumuz artıyor. Ufacık bir şeyde hata yapabiliyoruz. Nasıl yaptım ben bu hatayı deyip, daha da çekiliyoruz kabuğumuza. Hayattan soyutluyoruz kendimizi. Ama kimse anlamasın diye sahte gülücükler savuruyoruz etrafımıza, bir taraftan herkesin anlamasını istiyoruz, bir taraftan kimse anlamasın diyoruz. Anlamaması için de her şeyi yapıyoruz değil mi?

Hep büyüdüğümüzü göstermek için büyükler gibi davranmaya çalışıyoruz değil mi? ama büyüdüğümüzü kanıtlayamıyoruz bir türlü. Ama bir gün gelecek, her şey yoluna girecek. O gün neden hiç gelmiyor diye isyan ediyoruz kaderimize. Sonra kendi kendimize kızıyoruz neden böyle yapıyorsun diye. Zaman değişti. Artık herkes böyle deyip duruyoruz değil mi? avutuyoruz kendimizi. Olmuyorlar!

Yalnızlığımız gün geçtikçe artıyor. Aslında büyük işler yapabilecekken, küçücük hatalara takılıp kabuğumuza çekiliyoruz ve bunu neden yapamadın, sen hiç bir şeyi yapamıyorsun, yapamazsın deyip duruyoruz kendi kendimize; kızıyoruz. Bir taraftan herkesin anlamasını bekliyoruz. Bir taraftan da hiç kimse anlamasın diyoruz. Peki, kendimizi kendimize ispatlayabiliyor muyuz?
Büyüklerimize “bana güvenin, ben büyüdüm” dercesine bakıyoruz ama büyüdüğümüzü kabullenemiyorlar değil mi? ne yapsak, ne etsek büyüdüğümüzü kanıtlayamıyoruz. Peki, herkesin bize güvenmesini bekliyoruz ama biz kendimize güvenebiliyor muyuz? Güveniyoruz aslında değil mi? ben var ya! Ben istesem dağları taşları yerinden oynatırdım diyerek. İşteler, öylelerle, böylelerle, zaman değiştiler.

Bir yanlışlık gördüğümüzde ben bunu yapmam diye önyargıyla yaklaşıyoruz önce. Bir süre sonra aynı yanlışın daha büyüğünü kendimiz yapıyoruz. Sen böyle yapmazdın, sen böyle değildin! Sen bu olamazsın deyip kızıyoruz kendimize. Ben normal değilim diyoruz değil mi kendi kendimize. Herkes anormal zaten, ben nasıl normal olabilirim ki, zaman değiştiler. Şöyleler, böyleler.

Her şeyimiz büyüdü ama kimse büyüdüğümüzü görmek istemiyor değil mi? yaşımız büyüdü, bedenimiz büyüdü. Her yönden geliştirdik kendimizi; istesek dağları deviririz aslında ama şöyleler, böyleler yüzünden yapamıyoruz. Herkesten kaçmaya çalışıyoruz. Bizi güçsüz zannederler, bizi anlamazlar diyerek, bir taraftan da herkesin anlamasını bekleyerek. Ama her geçen gün kabuğumuza daha da çekilerek. Hayatımız çelişkilerle geçti değil mi hep? Kimse içimizdekileri görmesin diye soyutladık kendimizi.

Ama büyüdük kimse kabullenmiyor; neden kabullenmiyor diyerek. İşteler, şöyleler diyerek.

Her şey büyüdü de; bir içimizdeki çocuk büyümedi değil mi? içimizdeki çocuğu büyütemedik. Artık kendimiz için, yalnızlığımızdan kurtulmak için, mutlu olmak için, bir şeyler yapma zamanı gelmedi mi? yoksa şöyleler, böyleler diyerek, yalnızlığımızla, mutsuzluğumuzla, ben kendi kendime yeterim deyip, yetemeyerek; mutsuzluğumuza mutsuzluk, yalnızlığımıza yalnızlık katarak devam etmek mi istiyoruz.

Bazılarımız belki de bunları bile düşünmeden bıraktı değil mi her şeyi? Bazılarımız da düşünmekten vazgeçti.

Yaptığımız her şey boş. Ne yapsak, ne etsek olmuyor. Farkına varmak mı istemiyoruz hala? Bilmediğimiz halde arayıp da bulamadığımızı aramaktan vazgeçebiliyor muyuz?

Aslında bu işin aslı yok. Bu zamandaki hiç bir şeyin aslı yok. Zaman değiştiler, şöyleler; böyleler diyerek avutuyoruz kendimizi. Böyle devam etmek istiyor muyuz?

Saçmalık bunlar değil mi?

Bir yanınız anlıyor; bir yanınız anlamak istemiyor değil mi?

Kimi zaman büyüklerimizin üzüntüleriyle, kimi zaman sorunlarıyla, kimi zaman tartışmalarıyla, kimi zaman onlarla sorunlar yaşayarak, kimi zamanda onların yokluğuyla geldik değil mi bu günlere? Ben onlar gibi olmayacağım dedik kimi zaman çocukça, gerekirse evlenmeyeceğim, evlenirsem mutlu olacağım, çocuklarımı üzmeyeceğim, kimseyi üzmeyeceğim. Herkes neden mutsuz, kimse mutsuz olmasın, herkesi mutlu edeceğim. Bu nasıl dünya herkes mutsuz; eskiden böylemiydi diyerek; kimi zamanda müdahale etmeyi düşünerek geçmedi mi çocukluğumuz? Belki çok istedik müdahale etmeyi ama korktuk, çekindik; üzüldük, ağladık gizli saklı köşelerde. Çocukluk işte değil mi? ama büyüdük şimdi. Çocuktuk o zamanlar. Çocuktuk. Büyüdük artık. Peki, büyüdük de, niye hala kimse görmüyor büyüdüğümüzü? Neden kimse kabullenmiyor. Zaman değiştiler, şöyleler, böyleler, aman boş ver diyerek geçiştiriyoruz değil mi?

Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı? Ne istediğimizi bilemedik, düşündük kimi zaman bulamadık.

Bazılarımız bunları bile düşünmeden bıraktı belki. Kader utansın dedi, kaderim böyleymiş dedi. Bunları bile düşünmeden; her şeye boş ver diyerek, kimi zaman ağlayarak, kimi zaman gülerek geçiştirdi değil mi?

Başka uğraşlarla geçiştirdik bu düşüncelerimizi, başka uğraşlar aradık hep, başka insanlarla tanışıp konuşmak istedik; ama esas derdimizi: bilmediğimiz, çözemediğimiz halde arayıp ta bulamadığımızı buluruz ümidiyle davranmadık mı hep? Davrandık değil mi? ama bir süre sonra olmuyorlar, zaman değiştiler, şöyleler, böyleler. Engellerine takılmadık mı hep?

Şunu yaparsam, başarırsam olacak, her şey yoluna girecek demedik mi?

Kendi sorunlarımızı, ailemizdeki sorunları, çevremizdeki sorunları, bazen de bütün insanların sorunlarını çözebileceğimizi düşünerek başarmaya çalışmadık mı? Başarabildiklerimiz bir süre oyaladı belki bizi, ama beş gün, ama bir yıl, ama bir dakika, ama beş yıl.

Ama her zaman olduğu gibi bir yanımız yarım kaldı değil mi? ne yaparsak yapalım, bilmediğimiz halde aradığımız; başka uğraşlarla bulmaya çalıştığımızın ne olduğunu bulamadık değil mi?
Her başarımızın sonu hüsran olunca, her yeni insanla tanışıp bu sefer bilemediğimiz, çözemediğimiz halde arayıp ta bulamadığımızı buluruz ümidiyle bakmadık mı her şeye? Hayatımızdaki her şey bir süre oyaladı belki bizi, ama hep bir yanımız yarım kalmadı mı?

Her yıkımdan sonra biraz daha çekilmedik mi kabuğumuza? Kendi kendimize sözler vermedik mi bir daha böyle yapmayacağız diye? Ama ne olursa olsun bilmediğimiz halde arayıp ta bulamadığımızı buluruz ümidiyle yaklaşmadık mı her yeni olaya, gözümüzü diktiğimiz her başarıya, her yeni tanıştığımız insana. Bazılarımız bunları bile düşünmeden bıraktı değil mi düşünmeyi. Kader dedik. Rabbim böyle uygun görmüş dedik. Hem beni benden başka anlayan yok dedik. Kimi zamanda beni Rabbimden başka anlayan yok dedik. Kimi zamanda isyan etmek istemiyorum ama neden hep böyle oluyor? Neden her şey beni buluyor dedik değil mi? içten içe isyan etmedik mi gerçekte? Ama ben Müslümanım, inançlıyım, Rabbim beni sen biliyorsun. Beni senden başka anlayan yok dedik kimi zaman. Kimi zamanda beni, benden başka anlayan yoklarla geçiştirdik hep, arayıp ta bulamadığımızı.

Ne aradığımızı bulabildik mi peki? Bulamadık değil mi? çünkü ne aradığımızı bilemedik. Ama her yeni uğraşta, ufkumuza diktiğimiz; bunu başarırsam her şey yoluna girecek diyerek, başarabilirsek bir süre sonra bir yanımızın yarım olduğunu görerek, mutsuz olmadık mı? O zamanlarda mutlu olmak için ben ne yaptım ki bugüne kadar rabbim bana mutluluk versin dedik belki kimi zaman? Mutluluk bana haram dedik belki. Hayattan küstük. Ama bilmediğimiz, çözemediğimiz halde artık her şey bitti diyerek, hiçbir şey yapmayacağım diyerek, kendi kendimize söz verdiğimiz halde, her yeni uğraş; tanıdığımız her yeni insan bizim için yeni bir başlangıç olmadı mı?

Oldu değil mi? hayatımızda ki her şey yeni bir başlangıç oldu çoğumuz için. Belki birçoğumuz bunları bile düşünmeden, isyan etmek istemiyorum ama neden hep ben diyerek, içten içe isyan ederek, kaderim böyleymiş diyerek, düşünmeyi bile bıraktı belki değil mi?

Yanlış gördüğümüz bir olayı, hata dediğimiz bir davranışı; bu böyle olmamalıydı demedik mi kimi zaman. Ben böyle yapmayacağım diyerek söz vermedik mi kendimize. Nefret ettiğimiz şeyleri bile daha fazla hata yaparak, kendimize kızarak geçiştirmedik mi? kendimize verdiğimiz sözleri bile tutamadık değil mi kimi zaman? Kendimize güvenemedik. Kendimizden nefret ettik kimi zaman ne istediğini bilmiyorsun diye. Neden ben dedik kimi zaman. Olmadı ama değil mi? ne yapsak, ne desek, bir şeyi başarsak; başaramasak da ne olduğunu bilemediğimiz, arayıp ta bulamadığımız, hep bir yanımızı eksik bırakan ama aramaktan asla vazgeçemediğimizi aramaktan vazgeçmedik değil mi?
Bazılarımız bunları bile düşünmeden kader dedik, mutlu olmayı hak etmemişim dedik, ben mutlu olmak için ne yapmışım ki mutlu olayım, ben mutlu olmak için bir şey yapmadım, isyan etmek istemiyorum ama neden hep ben diyerek içimize gömdük değil mi isyanımızı? Zaman değişti dedik. İşteler, şöyleler dedik. Hep çelişkilerle geçirdik hayatımızı. Ama her yeni umut bizim için yeni bir başlangıç oldu değil mi yine? Her başarımızda, başarısızlığımızda neden ben dedik hep. Bilmeden aradığımızı, farkına varamadığımızı aramayı bıraktık belki kimi zaman. Ama her yeni umutta yeni bir başlangıç yaptık her zaman. Çelişki üzerine çelişki yaptık hep.

Güçlü birini gördüğümüzde ona imrendik önce, ben neden bu kadar güçlü değilim diye. Ona benzemeye çalıştık, Sonra ben ondan daha güçlüyüm dedik.

Daha güçlüsünü bulduğumuzda ona imrendik; eskisine baktık, ben bunu mu örnek almışım kendime demedik mi? ben bunları mı yapmışım demedik mi? dedik değil mi?
ben kendime yeterim diyerek, beni benden başka anlayan yoklarla, zaman değiştiler, şöyleler, böyleler diyerek, ben onlar gibi olmayacağım demelerle, mutlu olacağım demelerle, mutlu olmayı hak etmemişim kilerle, bu zamanda kim mutlu olmayı hak etmiş ki ben hak edeyim kilerle. İçten içe haykırmak isteyip de haykıramadıklarımızla, kimsenin anlamasını beklemiyorum demelerle, herkesin anlamasını isteyerek; bir taraftan da kimse anlamasın diye hata üstüne hata yaparak, bilmediğimiz; farkına varamayıp ta aramaktan asla vazgeçmediğimizi aramaya devam ederek, isyanımızı içimize gömerek, her geçen gün kabuğumuza biraz daha çekilmedik mi?

Aman beni şöyle bilmesinler, benim hakkımda şöyle düşünmesinler demedik mi içten içe. Bir taraftan kimse beni anlamadı, anlamasını beklemiyorum ama gün gelecek mutlaka biri anlayacak diyerek. Kendini sen bile anlayamıyorsun ki, başkası nasıl anlasınlar la, başkalarının bizim için düşünmediklerini, söylemediklerini, kimi zaman içten içe daha ağır hakaretler, daha ağır laflar etmedik mi?

Ama ben farklıyım dedik değil mi hep? Farkımızın ne olduğunun farkına kendimiz bile varamadık. Ne yapsak, ne etsek olmadı ama. Zaman değişti demelerle, şöyle demelerle, böyle demelerle, artık herkes böyle demelerle, beni benden başka anlayan yok demelerle, ya rabbim beni sen biliyorsun demelerle, beni herkes günü geldiğinde anlayacak demelerle, bir taraftan kimsenin anlamamasını isteyerek, bir taraftan herkesin anlamasını bekleyerek, ben kendime yeterim demelerle, ben kendime yetemiyor muyum demelerle. Çelişki üzerine çelişki kurarak geçirmedik mi hayatımızı?

Geçirdik değil mi? ama hep bir yanımız eksik kalmadı mı? Ne istediğimizden, ne aradığımızdan emin olamadık hiçbir zaman, bulamadığımız için başka uğraşlarla uğraştık belki buluruz ümidiyle. Ama olmuyor demelerle, ne yapsak, ne etsek beceremedik demelerle, yapamıyoruz demelerle; içten içe haykırmak istediklerimizi bile içimize gömdük. İsyanımızı içimize gömdük hep.

Ama ne aradığımızı bulamadık hiçbir zaman. Gün gelecek bulacağız ama değil mi? belki buluruz bir gün. Belki mutlu olurum. Belki huzur bulurum. Yok, yok ben mutlu olmak için bir şey yapmadım. Mutlu olmayı hak etmedim. Mutlu olmayı hak etseydim böyle doğmazdım. Şuyum şöyle olmazdı, buyum böyle olmazdı. Demedik mi?

Dedik değil mi?

Ne aradığımızın farkına varabildik mi peki? Bilemeyip de neyi aradığımızın farkına varamadık değil mi? ama gün gelecek belki buluruz dedik. Ama o gün hiç gelmedi değil mi? her yeni başlangıca yeni bir umutla bakmadık mı, belki buluruz bu sefer umuduyla. Bulamadığımızı düşündüğümüzde eskileri aramadık mı? Sen böyle değildin demelerle! Mutsuzsun demelerle. Mutsuz olmaya mahkûmsun sen demelerle! Nerde yanlış yaptın diyerek! İsyan etmek istemiyorum ama neden hep benlerle, neden her şey beni buluyor demedik mi hep?

Bizden zayıf, bizden güçsüz birini gördüğümüzde küçümseyerek baktık hep! Ezmeye çalıştık, güçlü olduğumuzu hissettik kimi zaman, öyle de olmadı değil mi? güçsüzlüğümüz, kırgınlığımız hiç bitmedi. Bitmeyecekte. Ama bir gün biterlerle; nereye kadar böyle gidebiliriz kilerle.

İçten içe nefret ettik kendimizden, ne aradığımızı, ne istediğimizi, bir türlü farkına varamayıp ta aramaktan vazgeçemediğimizi aramaya devam edip durduk değil mi hep?

Şöyleler, böyleler deyip durduk hep. Zaman değiştiler. Artık herkesler böyleler.

Ama bunları birine anlatsak bize çocuk derlerle! Bize deli derlerle! Sen kendine yetemiyor musunlar la, susarak her geçen gün kabuğumuza biraz daha fazla çekilerek geçirmedik mi ömrümüzü.

İçimizdeki çocuğu susturmaya devam mı edeceğiz? Her ne kadar susturmaya çalışsak ta susturamadığımız, içimizdeki sesler konuşmaya devam edecek!

Kimi zaman susarak, kimi zaman bakışlarımızla, kimi zaman ağlayarak, kimi zamanda bağırarak, kimimizde sürekli susup içine atarak her şeyi; ailemize, büyüklerimize, çevremize karşı isyanımızı gösterdik değil mi? ben buyum dedik kimi zaman! Ben böyleyim, beni böyle kabullenin dedik. Ama hayatımızdaki herkesin istediğimiz gibi olmasını istedik. Bizim istediğimiz şekilde olmasını istedik hayatımızdaki her şeyin. Hep yapmak istediklerimiz ama yapamadıklarımız oldu değil mi? bunun için yapmamız gerekenleri yapmadık bazen. Kimi zamanda yapmaya kalktık ama yapamadık. Niye yapamadık diye düşündük kimi zaman, kimi zamanda boş ver dedik. Zaman değişti dedik. Şöyleler, böyleler diyerek geçirdik her şeyi değil mi?

Her yeni üzüntünün ardından yeni bir amaca diktik gözümüzü. Bu yeni bir başlangıç dedik hep. Bunu yaparsam olacak dedik her zaman. Her şey yoluna girecek dedik. Kimini yaptık, kimini yapamadık. Ama hep bir yanımız yarım kaldı değil mi bir süre sonra? Ne yapsak ne etsek olmadı. Kimimiz dışa vurdu isyanını, kimimizde içten içe isyan etti.

Hep terk etti sevdiklerim paramparça dünyam benim, tanrım beni baştan yarat’larla, aşkım baksana bana’larla, sevdim seni bir kere başkasının sevemem’lerle, ağladıkça’larla, sen ağlama dayanamam’larla, ALLAH belanı versin ALLAH seni kahretsin’lerle, git hadi git’lerle, çabuk olalım aşkım’larla, ALLAH ALLAH ALLAH ALLAH bu nasıl sevmek’lerle, dertlerin kalkınca şaha bir sitem yolla ALLAH’alarla…

Falanlarla, filanlarla geçirdik kimi zaman ömrümüzü.
Şarkı söylemek günah dedik kimi zaman. Ama bir süre sonra zaman değişti dedik. Şöyle dedik. Eğer değişmeseydi böyle olmazdı dedik. Doğru olan bu dedik. Peki, neyin doğru olduğundan emin olabildik mi bugüne kadar? Bir süre olduk değil mi? ben buyum dedik! Ben yaptım oldu dedik. Hayatımda hiç pişman olmadım dedik. Bugüne kadar her şeyimi tek başıma yaptım dedik kimi zaman. Ama ayağımız taşa takılsa, tutunacak bir dal aradık, ama bulamadık. Beni anlamayanı ben anlamam dedik. Kimseyi anlamaya çalışmadık bu yüzden. Ortam yok dedik. Gruplaşmalar var dedik. Yalnızız dedik. Zaman değişti. Ben farklıyım dedik kimi zaman. Rabbim sen biliyorsun beni dedik. Kimi zamanda kader utansın dedik. Kaderim böyleymiş dedik. Kızlar şöyle, erkekler böyle dedik. Büyükler şöyle, küçükler şöyle dedik, yaşlılar şöyle bebekler böyle dedik, hemşireler şöyle doktorlar böyle dedik. Polisler şöyle memurlar böyle dedik. Dedik de dedik. Herkesi sınıflandırdık değil mi? hiç kimseye insan gözüyle bakmadık ama. İnsan gözüyle değerlendirmedik. Zaman değişti dedik; artık herkes böyle dedik. Ama ben farklıyım dedik bir taraftan; peki herkes böyle, zaman değişti diyerek nasıl bir farkımız oldu? Daha doğrusu; kimi zaman kızarak, kimi zaman küçükseyerek; baktığımız insanlar gibi davrandığımız için mi farklıyız? Nerde farkımız peki?

Büyükler bizim vebalimizi aldılar değil mi? büyüklerimiz suçluydu kimimiz için kimi zaman, bizi dünyaya getirdikleri için. Her başımız sıkıştığında onların yanına koştuğumuz halde, hayatımızda güzel giden bir şeyler olduğunda soyutladık kendimizi onlardan, uzaklaştık onlardan. Onları da bizden uzaklaştırdık. Beni benden başka anlayan yok dedik; beni anlayan yoksa ben niye başkasını anlayayım dedik! Beni anlayan biri olmadan ben kimseyi anlamam dedik kimi zaman. Her zaman haklının yanındayım, hep hak olanı savundum dedik. Ama zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyle demelere yenik düştük değil mi? farklıyız dedik, ortamlara uyduk kimi zaman. Onlar ne yapıyorsa biz de onu yaptık. Olmadı ama değil mi? ne yapsak ne etsek olmadı. Bir süre sonra eksik kalan yanımız daha da eksik olarak acıttı içimizi. Ne yapsak ne etsek olmadı. Başarsak da başaramasak da ufkumuza diktiklerimiz gözümüzdeki perdenin –güneş gözlüğünün- sayesinde bir süre oyalayabildi bizleri.

Büyüyünce düzelecek dedik kimi zaman. Okul bitince düzelecek dedik kimi zaman. Üniversiteye gidersem düzelecek dedik. İşe girersem düzelecek dedik. Ama zaman değişti dedik, beni benden başka anlayan yok dedik. Şöyle, böyle diyerek geçirdik ömrümüzü. hiç bir şeyi düzeltmeye çalışmadık değil mi? ama lafta her istediğimizi yaptık! Peki, hep yarım kalan yanımızın ne olduğunu bulabildik mi?

Büyümek de aradık kimi zaman. Okulu bitirmekte aradık kimi zaman. Askerlikte aradık kimi zaman. Üniversite dedik. İş dedik. Evlilik dedik. Hep bir süre oyaladı bunlar bizi değil mi? bazılarını yapabildik, bazılarını yapamadık. Ama bir süre sonra yine yarım kalan yanımız içimizi acıttı değil mi?

Rabbim her yerde, hepimizi görüyor dedik. Ben kendime yeterim, ben istediğimi yaparım diyerek; kimi zaman isyan ettik, kimi zaman yasak şeyleri yaptık. Kimimizde yapmadığı halde düşündü değil mi? kimimizde bunları bile düşünmeden zaman değişti dedik. Boş ver dedik. Artık herkes böyle dedik. Nasip kısmet dedik.

Böyle olması gerekmeseydi, Rabbim uygun görmeseydi; böyle olmazdı dedik kimimiz kimi zaman. Müslümanların kaderi buymuş dedik. Eskileri öğrendik. İmrendik kimi zaman değil mi? şimdi niye böyleleri yok dedik. Hep birilerinin hayatımıza müdahale etmesiyle ya da ufkumuza diktiğimiz her yeni umutta, hayatımızdaki her şeyin hiç bir şey yapmadan düzeleceğine inandık. Sadece bunu başarayım her şey düzelecek dedik kimi zaman. İsyan ettik kimimiz dışa vurarak, kimimiz de içten. Niye böyle oluyor hep diye. Neden her şey beni buluyor dedik. Oysa ben farklıydım dedik. Ama zaman değişti dedik. Şöyle dedik, böyle dedik. Bizde boş ver dedik. Kim kurtarmış ki bu dünyayı ben kurtarayım dedik. Hep kendimizi düşündük. Beni kıranlarla olmuyor dedik. Beni benden başka anlayan yok dedik. Hayatımızdaki herkesi kırdık bilerek veya bilmeyerek beni anlarlar düşüncesiyle. Peki, anlamaya bile çalışmadığımız insanlar; içimizdekileri görüp de deli derler diye, hem herkesin anlamasını bekleyerek, hem de hiç kimse anlamasın diye kabuğumuza çekilerek; yaptıklarımızdan sonra anlayabildiler mi bizleri?

Bulamadık değil mi aradığımızı? Ama bir gün bulacağız ümidiyle avuttuk kendimizi. Kimi zamanda çileli doğmuşum zaten ezelden dedik. Nasip böyle dedik. Zaman değişti dedik. Şöyle dedik. Böyle dedik. Kimi zaman dışardan, kimi zamanda içten içe isyan ettik hayata karşı.

Bizden sonraki kuşaklar, bizden daha kötü ortamlarda ve daha büyük hayal kırıklıklarıyla, daha büyük mutsuzluklarla büyüyecek biliyor musunuz? Ama "bana ne" değil mi? ben mutlu olamıyorsam başkası niye mutlu olsun kiler. Önce ben dedik. Başkası ne yaparsa yapsın dedik değil mi?

Bizden doğanlar, hatta torunlarımız, torunlarımızın çocukları; tabi o zamana kadar ilahi takdir gerçekleşmezse; daha da kötü olacaklar biliyor musunuz? Ama bizim çocuklarımız bize benzeyecekler değil mi? göremediğimiz ilgiyi göstereceğiz onlara. Onlar bize isyan etmeyecekler değil mi? ne dersek yapacaklar! Sayacaklar bizi. Peki, hangimiz büyüklerimize benziyoruz?

Zaman değiştiler, şöyleler, böyleler. Ama bizim çocuklarımız öyle olmayacaklar.

Kimimiz evliyiz, kimimiz evlenecek. Kimimizde evlenme düşüncesini bile bıraktı belki bir süreliğine zaman değiştiler, şöyleler, böyleler diyerek. Ne ekersek onu biçeceğiz biliyoruz değil mi? sesli isyan ettiysek çocuklarımız daha sesli isyan edecek bize. İçten içe isyan ettiysek sesli isyan edecek çocuklarımız bizlere. Ailemizin yapmayın dediklerini; gizli saklı yaptıklarımızı; bizim çocuklarımız ayan beyan ortada yapacak; gözümüzün önünde yapacak kimisi.

Ama ben farklıyım demeler, benim çocuklarım öyle olmayacaklar. Peki, farkımız ne? Ne farkımız var? Yaşadıklarımız mı? Zaman, yer, kişiler ve olaylar farklı sadece hayatlarımızda; Gerisi aynı tiyatro. Hep bir yanımız eksik.

Bizden doğanlar daha sesli isyan edecekler hayata. Bize isyan edecekler yeri geldiğinde. Sen benim çocuğum olamazsın dercesine bakacağız yüzüne. Böyle olmaman gerekiyordu diyeceğiz. Ben farklıydım seninde farklı olman gerekiyordu. Peki, bugüne kadar farkını bulabilenimiz oldu mu? Bir gün buluruz ümidi değil mi?

aha aha ahalarla, anladın sen onularla, heyttt savulun adiler tırsın alçaklarla, beni benden alırsan seni sana bırakmamlarla mı farklıyız. yoksa ikimiz bir fidanın güller açan dalıyızlarla mı?

“Senin gibi çocuğum olacağına taş olaydı” diyeceğiz, “seni doğurduğum güne/doğduğun güne lanet olsun” diyeceğiz. “ALLAH belanı versin” diyeceğiz kimi zaman yüzüne bağırarak, kimi zamanda bu anları gözlerimizle ifade ederek, kimi zamanda içimizden diyeceğiz bunları.
Bunlar senin hüsnü kuruntun diyenlerimiz;) zaman değiştiler, şöyleler, böyleler demeye devam ettikçe; düzelen hiçbir şey olmadığı gibi, her şey daha da güç olacak, anlaşılması daha da zorlaşacak. 30 yaş bunalımı diye geçiştireceğiz kimi zaman. 40 yaş bunalımı diyeceğiz kimi zamanda. Olmuyor diyeceğiz. Zaman değişti diyeceğiz. Kaderimse mutsuzluk nasip kısmet diyeceğiz. Mutlu olmayı hak etmemişim ki diyeceğiz. Diyeceğiz de diyeceğiz işte.

Her yer karanlık. Nerde insanlık. Tüh kahretsin. Yine güneş gözlüklerimi gözümde unutmuşum!

Ey cemaati müslimin!
Bu gelen var ya bu gelen! Ne Avrupa yakasının psikopat gaffurunun ayak sesleri!
Ne de süvarileri ayak sesleri.
Bu gelen var ya bu gelen;

KIYAMETİN AYAK SESLERİ!:.


Zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyle demelere, aman boş ver demelere devam ettikçe hep sorunlu olacağız. Her yeni başlangıç, her yeni umut bizi bir süre oyalayacak belki gözümüzdeki güneş gözlükleri olduğu müddetçe; ama mutlu olamayacağız!

Rabbim hepimizin cezasını da belasını da verecek! Vermeye de devam edecek!

Yarım kalan yanımızın ne olduğunu bulmazsak böyle sürüp gidecek her şey!

Herkes istediğini yapmakta serbest değil mi? peki hangimiz yapıyoruz istediklerimizi? Düşünerek mi?

Arası bozuk olup ta sevgilisi aramayınca dışarıda bir yerdeyiz;

Ya hala aramadı bu ya. Neden aramıyor. Yoksa beni sevmiyor mu? Of ya. Kaç saat oldu hala aramadı. Son beş dakika veriyorum aramazsa bu iş bitmiştir. Aradı, aradı; yoksa yüzüne bile bakmam. Çok arar beni.
Beş dakika sonra;
Of ALLAH’ım ya. Hala aramadı. Buda odun çıktı. Ya Rabbim benim yüzüm erkeklerden yana hiç gülmeyecek mi? yok ya! Yok! hepsi odun bunların. Odun. Hepsi aynı. Beni anlayan, seven biri yok. Buda aynı. Diğerlerinden hiçbir farkı yok. Beni anlamıyor. Bide benim onu anlamadığımı söylüyor. O beni anlamadan ben onu niye anlayayım. Ben kızım. Önce o anlayacak! İşime gelirse ben anlayacağım. İlk sevgilim nasıldı ya her istediğimde arıyordu, bir dediğimi iki etmiyordu. Değerini bilememişim. Ne diyorum ben ya. Ben bu çocukla evlenmeyi düşünüyordum. Yok! Yok! Evde kalacağım ben. Bu da olmayacak. Baksana hala aramadı. Aman aramazsa aramasın ya o kaybeder. Bana erkek mi yok. Gencim güzelim. Benim gibisini zor bulur o. mumla arasa bulamaz. Ben bulurum ama. Bulacağım bir gün. Beni anlayan, beni ben olduğum için seven. Onu sevmesem bile beni seven. Ben beni seveni severim de işte. Bu salağı da seviyor zannetmiştim ama yanılmışım. Hala aramadı ya. Yok. Ya rabbim evde mi kalacağım ben ya. Of! Of! Hep böyle hödükler buluyor beni. Beni anlamıyor hiç biri. Oysa biraz ilgi; biraz sevgi yeter de artar bana. Ama yok. Olmuyor. Bulduğumu zannediyorum ama bulamıyorum. Bu geri zekâlı niye aramadı hala ya. Telefonu kırmak istiyorum. Ben en başında demedim mi bundan adam olmaz diye. Erkek değil mi hepsi aynı bunların. Ya Rabbim bu dünyada erkekler olmasa ne kadar güzel olurdu. Bu erkek milletini niye yarattın. Niye böyle yarattın. Hiçbiri beni anlamıyor. Anlamıyor. Bu ***** niye hala aramıyor beni? Niye aramıyor! Yoksa buda mı kandırdı beni. Buda mı sevmiyor. Of ya buda olmazsa yok. Başkası olmayacak. Konuşma bile konuşmayacağım. Nefret ediyorum bütün erkeklerden. Topunun ALLAH belasını versin.
Benim neyim eksik ya. Herkesin sevgilisi var, seviyorlar, seviliyorlar. Ben niye beni seveni bulamıyorum. Yok. Yok. Bitti artık. Arasa da konuşmayacağım. Ne konuşması ya; telefonu bile açmayacağım. Bitti artık bitti. Erkekleri sildim hayatımdan. Ben kendime yeterim. Zaten bugüne kadar tek başıma geldim. Ne yaptıysam kendim yaptım. Beni seven, anlayan olmasa da olmasın. Ne yapayım, kader utansın!
Of! Ya hala neden aramadı bu *****! Buda odun işte buda odun. Oysa hayallerimiz vardı. Mutluyduk. Bu ***** beni ne zaman mutlu etti ya. Hayatımda beni onun kadar üzen kimse olmadı ki! Bütün mutsuzluğum onun yüzünden! ALLAH belanı versin! Neden aramıyorsun hala! Ara! Bir çağrı bile yapmıyorsun ya! Of deli edeceksin illaki beni. Nerdesin şimdi. Kimlesin; ne yapıyorsun? Yoksa başka biri mi var? Aldatıyor mu beni? Yok, yok yapmaz öyle şey o. nasıl yapmaz ya. Bütün erkekler aynı. Topunun var ya! Nefret ediyorum erkeklerden. Bitti tamam. Bitti arasa da. Yalvarsa da. Dizlerimin önünde diz de çökse yok! Bitti artık! Erkekleri sildim hayatımdan. Ben bana yeterim.

Şu karşıdan gelen çocuk ne kadar yakışıklı ya; pişt kız, bana bakıyor. Harbi bana bakıyor. Ne diyorum ben ya. Benim sevgilim var. Sevenim var. Seviyorum, seviliyorum. Nasıl seviliyorum ya? Ben seviyorum da, o beni seviyor mu bakayım? Seviyor tabi ya kaç kere söyledi. Of! Of! Bu ***** madem beni seviyor niye aramıyor. Yok! Yok! Sevmiyor beni. Sevse arardı şimdiye kadar. Sevdiğini üzmezdi. Sevseydi üzmezdi tabi. Bu da sevmiyor ya. Of. Erkeklerden nefret ediyorum.

Valla bana göz kırptı çocuk. Anlayışlı sevecen birine benziyor. Yakışıklıda. O kadar kız var bir tek bana bakıyor. Bana bakacak tabi. Başka kime bakacak. Gencim güzelim. Güzele bakmak sevaptır. Madem ben güzelim bu ***** niye aramadı ya. Of ya gülmedi hiç yüzüm gülmeyecek. Avrupa yakası günü gelse de biraz gülsem bari. Başka türlü gülmek yok bana. Of ya. Bu ***** niye aramadı. Oğlum var ya sen bittin oğlum. Arasan da bittin aramasan da!

Aramıyor işte ya kaç saat oldu hala aramıyor. Nefret ediyorum bütün erkeklerden.

Aşkım arıyor. Ne yapıyorsun kızım ya. O kadar aramadı. Hemen yelkenleri indirme. Seni üzdü biraz yalvarsın. Kız evi naz evi demişler. Olacak. Kaderi bu. Beni seviyorsa nazımı çekecek. Hala çalıyor ya. Biraz daha çalsın dur az. Kapanmasına yakın açarım. Alo. Buyur. Nasılsın? Ne yapıyorsun? Nerdeydin? Kimleydin? Neden bu kadar geç aradın? Hmm. ben mi? ne yapacağım ya evde kös kös oturuyorum. İşin vardı demek. Tamam. (içinden yemedim ama yazıyorum bunu, ben sana sorarım). Hıı. Duyamadım. Seviyorsun demek. Bende tamam. Hadi görüşürüz.

Of ya boşu boşuna kuruntu yapmışım. İşi varmış işte. Bir saniye ya; hani dünyada benden daha önemli hiç bir şey yoktu onun için. *****sın kızım ya. Hemen de kanıyorsun. Kim bilir nerde kimle fink atıyordu. Sana işim var diyor. Yok ya yok. Buda adam değil. Ya Rabbim benim erkeklerden yana hiç yüzüm gülmeyecek mi? yok. Yok. Buda değil. Of!

Beş on dakika ağlama. Ne yapacağım ben ya. Hep yalnız mı geçecek. Sevenim olmayacak mı hiç? Beni ben olduğum için seven kimse olmayacak mı? Bütün erkeklerden nefret ediyorum ya. ALLAH bütün erkeklerin belasını versin! Bir daha niye aramıyor şimdi bu. İki kelimeyle affettirdiğini mi sanıyor bu geri zekâlı. Ben ona sorarım. Yüzümü göstermeyeyim de gebersin gitsin üzüntüden. Oğlum ben bulurum da sen benim gibisini zor bulursun. Hey gidi hey! sen farkında değilsin ama herkesin gözü bende. E güzelim olacak o kadar. Beni beğenen beğeniyor. Sen kendi haline yan. Aramadı tekrar. Ne yapsam ben mi arasam? Yok olmaz! Hemen şımarıyor. Naz yapayım biraz akıllansın. Üzmesin sevdiğini. Ya sevse üzmezdi ki beni! Ben sevdiğimi üzmem demez miydi hep! Sevmiyor bu ***** beni ya. Bütün erkeklerden nefret ediyorum. Hepsi aynı. Ya Rabbim neden hep böyleleri buluyor beni.

İki dakika sonra dayanamayarak arar kimisi.

Alo aşkım ne yapıyorsun?
Seni seviyorum ben ya çok özledim.
Hadi öptüm görüşürüz.
Pişt kızlar; bunları erkeklere göndermek lazım aslında; erkek arkadaşı olanlar bir zahmet msn adreslerini gönderiversinler; kız düşmanıydık ya bir zamanlar, hemcinslerime yazık olmasın;) ama dur ya esas size yazık ablalar;) gönderirsem evde kalırsınız;)

Ya bu kız hasta bana zaten. Aramasam ne olacak. Biraz aramayayım da özlesin. Hep ben niye arıyorum ya bir kere de o arasın. Hayat müşterek değil mi? hep ben mi yalvaracağım ya bir kere de o yalvarsın ya, yok aramayacağım. Ben onu seviyorsam oda beni seviyor. Acaba ben onu seviyor muyum? Ya oda beni sevmiyorsa? Yok, yok! Ben onu seviyorum. Ama bu zamane kızları da pek bir süsüne düşkün oluyor canım. Olmaz yapmaz bu öyle. Başkalarıyla konuşmaz. Bırak konuşmayı yürürken önüne bile bakmaz. Hadi be ***** nerde kaldı bu zamanda öyle kız! Kendini kandırma. Olsun ya bu kızda da gerçek aşkı bulamazsam başkasını bulurum. Bütün kızlar bizim değil mi zaten! Yok. Yok. Ne yapıyorum ben! Seviyorum lan. Seviliyorum. Kıymetini bil. Benim sevgimin kıymetini bilsin o. eh şimdi yalvartıyor ama ben ona sorarım. Hele bir evlenelim. Cicim ayları geçsin. Ben asarım kulaklarından onu. Yok ya olmaz. Ben sevdiğime kıyamam. Kıyarsın kıyarsın. Aman boş ver ya. Bu zamanda evlenecek kız mı kadı. Ama ben seviyorum ya. Bu farklı olmasa sevmezdim. Ama diğerlerinin de farklı olduğunu düşünmemiş miydim? Ama hepsi değişmedi mi? zamane kızları. Topunun köküne kibrit suyu! Bunları beş vakit döveceksin. Dayaktan öldüreceksin. Yok ya ben sevdiğime kıyamam. Elini sıcak sudan soğuk suya sokturmam. Aman ya onun ellerinden bana ne? Biz babadan böyle gördük. Astığım astık! Kestiğim kestik! Herkes böyle zaten; aradığımız kız nerde. Masallarda kaldı. heyt be şu yavruya bak be fıstık fıstık! Ne güzel. Güzele bakmak sevap derler, baksam kim görecek ki; kimse görmesin. Aman kim görürse görsün. Ne olacak ki. Beni seven affeder. Beni her halimle kabul eder. Ben değişmem. Erkek adam değişmez. Değiştirir. Ya ben sevmiyor muyum bu kızı ya? Seviyorum dimi? peki ama niye gözüm dışarıda? Hep dışarıdaydı aslında değil mi? yok bakmadım. Kimse görmedi. Bende görmedim aslında. *****mış zaten ya, yolda yürümeyi beceremiyor, giymiş 10 santim altından fare geçen topuklar. Kırılınca düştü. Yardım mı etsem. Aman boş ver. Yolda yürümeyi beceremeyen kızdan ne hayır gelir. Onun kendine hayrı yok ki; başkasına hayrı olsun. Ben ne yapıyorum ya. Benim sevgilim var. Onu arayayım da ne desem şimdi. Ne uydursam. Beyaz yalan canım. Ben yalan söylemem zaten. Ama o hep yalan söylemiyor mu? Söylüyor. Ben söylesem ne olacak? Hiçbir şey. Doğru desem de inanmıyor ki zaten. Aman beni beğenen bu halimle beğensin. Aşkım ben var ya ben, seni seviyorum aşkım…
Şuradayım ya yanımda filanca arkadaşım vardı. Pişt, uzaklaş bakayım az yengenle konuşacağım.
Falanlar filanlar. Bir zamanlar böyle ya da buna benzer düşünenlerimiz olmuştur belki;) çaktırmayın;)

Bir yanınız yazdıklarımı anlıyor değil mi? anlamak istiyor! Hatta konuşmak istiyor rahatlamak için. Diğer yanınız da anlamak istemiyor belki, delinin teki, deliler ne zaman doğru bir şey derki, ne zaman doğru bir şey yapar ki; saçmalıyor işte, dinleme diyor belki. Her şeye rağmen bir yanımızı eksik bırakan; içimizdeki bu vesvese veren kötü ses değil mi?

Biliyor muyuz? Hepimizin içinde bir iyi bir de kötü melek var.
Filmlerde, reklâmlarda, çizgi filmlerde çıkıyor ya melekle şeytan konuşuyor; her şey o kadar alaya alınmış ki masal gibi geliyor artık değil mi? eskiler eskide kaldı diyoruz.

Her insanın nefsi vardır! Nefs “insanda ve cinde şer, kötülük kuvveti” anlamına gelmektedir.
İçimizde konuşan ses kim? bunu biliyor muyuz? Kendi kendimize konuşuyoruz değil mi? aslında içimizde; kendi kendimize konuştuğumuzu zannediyoruz ama gerçeği öyle değil. Bir konuda iyi düşünmemiz için içimizdeki iyi melek konuşuyor, kötü yorumluyorsak içimizdeki kötü melek (şeytanın yoldaşları, şeytanın emri altında olan kötü cin) konuşuyor.

Hangimiz biliyor bunu? Belki de hiçbirimiz bilmiyor değil mi? bazılarımızda bende şeytan yok, olamaz diyor belki. Birçoğumuz içinden konuşmayı bile bıraktık değil mi belki? Zaman değiştiler, şöyleler, böyleler demeye o kadar alışmışız ki, ne olursa olsun diyoruz boş ver diyoruz.

Namaz kılanlarımız, ibadet edenlerimiz bilir belki. ‘’ALLAHU EKBER’’ deyip tekbir alırız. ‘’ALLAH’ım dünyevi her şeye sırtımı dönerek huzurundayım’’. Anlamına geldiğini biliyor muyuz? Ama namaz içinde, namaza durmadan önce; düşünmediğimiz konuları bile düşünebiliyoruz değil mi? bu içimizdeki kötü sesten kaynaklanıyor; bunu biliyor muyuz? Namazda iken dünyevi konular hakkında nasıl düşünebiliyoruz? İçimizdeki vesvese veren kötü ses sayesinde ibadetimiz ‘’iyi, güzel, faydalı amel’’ olmaktan çıkmıyor mu?

“ALLAH’IM dünyevi her şeye sırtımı dönerek huzurundayım.” Dediğimiz halde, namaz içinde dünyevi konuları düşündüğümüzde namazımız kabul olur mu?
Belki birçoğumuz namaz bile kılmadık, ya da belli bir süre kıldık; bıraktık, ya da hala kılıyoruz.

Peki, kılmayanlar neden kılmıyor? Zaman değişti, artık kimse kılmıyor, zaten ölümlü dünya; acı, eziyet çekmeye gelmişiz, ibadet etsek ne olur, etmesek ne olur. Kılanların halini de görüyoruz. Bugüne kadar kılmadım, bugünden sonra kılsam ne olur diye mi düşünüyoruz?

Belli bir süre kılıp, daha sonra zaman değişti diye düşünüp kılmayı bırakanlar, içindeki kötü sese kulak verip, kılanların halini de görüyoruz, içimiz huzur bulmuyor, ne yapsak olmuyor, hep bir yanımız yarım kalıyor diye mi düşünüyor?

Hala kılanlarımız; “Rabbim biliyor ben kılayım, kılarken düşünsem de kılayım, insanlığın fıtratında, insanlığın doğasında var” diye mi düşünüyor?


Peki, zaman değişti, zaman değişti deyip duruyoruz! Zaman değişti ne demek? Zaman değişir mi? bundan bin yıl önce de bir gün aynı zaman dilimi değil miydi? Ölçüm gereçleri farklıydı sadece o kadar. Zaman değişti diyerek ‘’Biz müslümanız ama Rabbim böyle uygun görmüş, böyle olmasını istemiş, farklı olmasını isteseydi böyle olmazdı; bize boyun eğmek düşer’’ demiş olmuyor muyuz?

Beni benden başka anlayan yok diyoruz, ben yalnızım diyoruz, herkes yalnız diyoruz. Ama Rabbimiz her yerde, her şeyi görüyor diyoruz. Bu nasıl oluyor. Rabbimiz her zaman yanımızda değil mi haşa? Her yaptığımızı, her söylediğimizi, her düşündüğümüzü görüp duymuyor mu haşa?

Peki, ben nereye gidiyorum, sonum ne olacak deyip duruyoruz belki kimi zaman. Aman boş ver diyoruz kimimiz belki. Battı balık yan gider diyoruz. Böyle gelmiş böyle gider diyoruz. Zaman değişti diyoruz, geçiştiriyoruz.

Ben soruyorum; biz nereye gidiyoruz? Biliyor musunuz? Herkesin ateşini kendinin götürdüğü cehennem çukuruna! Küfür ve şirk içindeyiz hepimiz. Küffarın yaptığı misyonerlik oyunlarına kandı belki büyüklerimiz. İçindeki şeytanın vesveselerine boyun eğip maddeye yöneldiler belki. Peki, biz niye aynı şeyi yapıyoruz. Hani başkalarının yaptığı hataları yapmayacaktık? Büyüklerimiz gibi olmayacaktık?

Zaman değişti diyoruz, şöyleydi, böyleydi, boş ver diyoruz. Ne olursa olsun diyoruz. Maddeye yöneliyoruz. Şunu başarırsam şöyle olacak diyoruz. Bunu başarırsam böyle olacak diyoruz. Bir engele takılsak Rabbimize dua ediyoruz. Yalvarıyoruz kimi zaman. İstediklerimizin birçoğunu gerçekleştirebiliyoruz belki. Şükrediyoruz önce. Bir süre sonra ben yaptım. Başardım, ben buyum. Mutlu olmayı hak ettim, ben başardım diyoruz kimimiz kimi zaman. Ama bir süre sonra bilmeyip de, farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimizi bulamadığımız için hep yarım kalan yanımız nüksediyor değil mi? bir yanımız hep eksik kalıyor. Ahir zaman alametleri gerçekleşti diyoruz kimimiz kimi zaman. Biz görmeyiz o günleri diyoruz belki. Peki, yarına çıkıp çıkamayacağımızı bilebiliyor muyuz? Bir dakika sonra ölecekmiş gibi Ahiret hayatı için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatı için çalışmamız, ibadet etmemiz gerekiyor! Ne kadarını yapabiliyoruz? Zaman değiştiler, şöyleler, böylelerle.
ALLAH cezamızı verecek!

Çok duyduk değil mi bu sözü? ibo abimiz sağolsun. ALLAH cezanı verecek alem sana gülecek. bana bu ettiklerini dünya alem bileceklerle.
biz ağlamayı ferdiden, titremeyi azerden, acı çekmeyi ibodan, yıkılmayı mahsundan öğrenmiş bir nesiliz değil mi?

Hiç birimizin yarına çıkmaya garantisi yok diyoruz, ölümlü dünya diyoruz ama ALLAH rızası için yaptıklarımızın bile içimizdeki kötü ses yüzünden ‘’halis amel’’ olmaktan çıktığını biliyor muyuz? Her şeyi biliyoruz değil mi?

Bilim çağındayız. İnsanların teknoloji bakımından en üst düzeyde olduğu zamandayız. Evet, aslında bilim çağındayız. Bilgi çağındayız. Her türlü pisliğin olduğu, her şeyin açıkça ortada olduğu, kimimizin içten, kimimizin de dışardan şirke gittiği çağdayız.

Peki, biz nereye gidiyoruz?

Bazen zaman hiç geçmiyor değil mi? saniyeler bile yıllar gibi geliyor? Dünyanın bin yıllık zaman süresi, Ahirette bir gün bunu biliyor muyuz peki. Kimimiz biliyor, kimimiz bilmiyor.

Hepimiz şeytanın köleleri, hepimiz şeytanın evlatlarıyız. Kimimiz içten, kimimiz dıştan şirke devam ediyoruz. Ahir zaman alametlerinden ‘’şeytanın köleleri ve evlatları artacak, halis ameller azalacak’’ alameti değil mi bu?!

Ama her şey o kadar kalıplaşmış ki, o kadar sindire sindire geçmiş ki zaman; zaman değiştiler, şöyleler, böyleler deyip; boyun eğiyoruz değil mi?

Sevsen ne olur kalsan ne olur sarsan ne olurdularla, sevdirmem sevdirmem hain yâre kendimi öptürmem öptürmem saçımın bir telinilerle, öpsene beni sen öpsene benilerle, zaman değişti demelerle hayatımız ne kadar güzel ve huzurlu geçiyor peki? Bir süre sonra yarım kalan yanımız huzur bulabiliyor mu?

Gözümüzdeki güneş gözlükleri açıklıyor aslında değil mi her şeyi? güneş gözlüğünü çıkardığımızda gözümüzü güneş mi alır, yoksa forsumuz mu bozulur? İki gözümüze takmış olduğumuz güneş gözlüğünden bahsetmiyorum! İnsanların geceleri bile çıkartmadıkları, şeytanın kalp gözümüze takmış olduğu güneş gözlüklerinden bahsediyorum!

Ey Âdemoğlu! Ey son peygamber Ahmedi Mahmudu Muhammedi Mustafa Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin ümmeti;

Hepimiz Müslümanız değil mi? peki Müslümanlığımızdan elimizde kalanlar ne? Zaman değiştiler, şöyleler, böyleler, böyleyken böyleler.
Hepimiz insanız değil mi? peki insanlığımızdan elimizde kalanlar ne? Şeytanın vesveselerine boyun eğip maddeye yönelmeler. Menfaat düşünmeler kimimiz için. Zaman değiştiler, böyleyken böyleler, şöyleyken şöyleler.

Kimimiz daha fazla, kimimiz daha az. Sonuçta hepimiz yapıyoruz bunları. Bizden sonra gelen nesiller bizden daha fazlasını yapacak; tabi o günler olursa.
Şeytandan ve iblise itaat eden yandaşlarının şerrinden yüce Rabbimizin rahmetine ve merhametine sığınırım!

<Subhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahu valla hu ekber, vela havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül aziym!>


Eskiden tanıdığımız birini gördüğümüzde ilk başta seviniyoruz değil mi? sonra suratımız asılıyor ve normal bir muhabbet ediyoruz belki. Eskiden olanlar geliyor belki aklımıza, o kişiyle konuştuklarımız, onun bize dedikleri, belki de bizim ona dediklerimiz. Ya da demediğimiz halde içimizden onun hakkında düşündüklerimiz geliyor aklımıza. Belki de yalnızlığımız geliyor aklımıza. Belkiler hep devam edip duruyor. Bunlar anlık oluyor değil mi? belki de birçoğumuz farkına bile varamıyoruz bu durumun.

Hepimizin istediği şeylerden biri değil mi iyi hatırlanmak; hatada yapsak, birilerine bağırsak da çağırsak da, herkesin anlamasını istemedik mi çoğu zaman? Bir taraftan da hiç kimsenin anlamamasını istemedik mi? bir anımız bir anımıza uymasın demedik mi? çelişki üzerine çelişki kurduk hep. Şöyleler, böyleler. Hep daha da kabuğuna çekilmeler. Hayattan beklentisi kalan kaç kişi kaldı aranızda. Bir gün elbet olurlar, zaman değiştiler, şöyleler, böyleler.

Bütün herkese karşı şartlanmışız aslında bu böyle yapar, şöyle yaparsa böyle olur, böyle yaparsa şöyle olur. Belki de kırıyoruz, kırılıyoruz sürekli ama belli bir süre ya da durumdan ötürü, bütün kırılmalara, oluşan soğukluğa rağmen devam ediyoruz değil mi muhatap olmaya. Herkes için böyle yapmıyor muyuz?

Kiminiz veryansın ediyor belki şuan; bu deli neler saçmalıyor diye. Herkes istediğini yapmakta, istediğini düşünmekte serbest;) bunu hepimiz düşünmüyor muyuz aslında; kimi zaman düşünüyoruz değil mi? kimi zaman da zaman değişti diyoruz boş ver deyip gülüp geçiyoruz.

Yapılması gerekenleri yapabilmeyi isteyeniniz olmadı mı hiç zaman zaman? Oldu değil mi? kimimiz ama biz kızız dedik; şöyle olması lazım, böyle olması lazım, şöyle davranılması lazım dedik. Kimimiz biz erkeğiz dedik. Ama zaman değişti dedik, artık herkesler böyle dedik, başkası yapmıyorsa ben niye yapayım dedik.

Kendimizi dünyanın merkezindeymiş gibi görüyoruz değil mi zaman zaman? İşimize nasıl gelirse! Yeri geldiğinde şöyle olması lazım, yeri geldiğinde kadın erkek, eşittir. Şöyledir, böyledir. Yani her konuyu yorumlamak istediğimiz gibi çelişki üzerine çelişki kurarak yorumluyoruz değil mi? Ama biz farklıyız değil mi? farkımız ne peki? Zaman değişti diyerek, zamanı değiştirenlere ayak uydurup, onlar gibi davranmak mı?

Ne yaparsak yapalım hep bir yanımız yarım kalıyor değil mi?

Hiç üstümüze vazife olmayan bir olaya bile, bizle alakalı olmayan bir duruma bile müdahale etmeyi istemedik mi zaman zaman? İsteyenlerimiz oldu belki değil mi? bana ne dedik kimi zaman, zaman değişti dedik, ben o durumda olsam bana kim yardım edecek dedik belki. Boş ver dedik, güldük geçtik.

Bir taraftan benim hakkımda kim ne düşünürse düşünsün deyip, bir taraftan da kimse benim hakkımda bir şey düşünmesin deyip, kimi zaman herkes beni iyi biliyorlar, iyi bilsinler, kimi zamanda herkes beni kötü biliyorlar, kötü bilsinler diye düşünenlerimiz olmadı mı aramızda? Oldu değil mi? beni Rabbim bilsin yeter diyoruz kimi zaman. Kimi zamanda beni benden başka anlayan yok diyoruz. Kimi zamanda sen kendini bile anlayamıyorsun ki, başkası seni nasıl anlasın diyoruz değil mi?

Çelişki üzerine çelişki kurarak geçiriyoruz hayatımızı, kimi zaman farkında olarak, kimi zamanda farkında olmadan.

Ne yapsak, ne etsek olmuyor ama değil mi? hep bir yanımız; bir süre susup bir zaman sonra eksik kalan yanımız nüksediyor değil mi? ne yapsak, ne etsek bulamıyoruz eksik kalan yanımızı. Başka bir amaca bağlıyoruz kendimizi. Başka şeylere yöneliyoruz hep. Ama bir süre sonra başarsak da, başaramasak da; hep yarım kalan yanımızın daha da yarım olduğunu görüyoruz değil mi?

Olmuyorlar, ne yapsak, ne etsek olmuyorlar.

Zaman değiştiler, şöyleler, böyleler.

Nereye kadar böyle gidebileceğiz peki? Bugüne kadar nereye kadar gidebildik? Hangi sorunumuzu çözebildik kendi kendimize, hani ben kendime yeterim diyorduk? Gerektiğinde yetemiyoruz ama değil mi? ne yapsak, ne etsek, ayağımız ufacık bir çakıl taşına takılıyor değil mi? ben var ya şeytana pabucunu ters giydiririm diyoruz; şeytan bize kıs kıs gülüyor biliyor musunuz? Zaten pabucumuzu ters giydirmiş bize biz boşu boşuna konuşuyoruz. Ayağımıza takılan ufacık çakıl taşı, aslında şeytan biliyor musunuz?
Bunlar masal gibi geliyor değil mi? bir yanınız anlıyor, bir yanınız anlamak istemiyor değil mi?

“Sen kimsin? Kim oluyorsun? Bunlar ALLAH’LA benim aramda olan bir şey” diyenlerimiz! Her şeyi yeri geldiğinde söylüyoruz değil mi? yeri geldiğinde de hepimizi yaratan bir diyoruz. Hem hepimizi yaratan bir diyoruz; hem de bunlar ALLAH’LA benim aramda olan bir şey kimse karışamaz diyoruz! Peki, bu nasıl oluyor? Bunlar ALLAH’LA benim aramda olan bir şey derken; hâşâ huzurda ‘’herkesi yaratan farklı, herkesin ALLAH’I başka’’ demiş olarak, en büyük günahlardan biri olan şirke gitmiyor muyuz?

Ya Rabbel Alemiyn. Yolundan şeytanın vesveseleri yüzünden sapmış olanlara, rahmetinle ve merhametinle muamele edip, bizleri; doğru yola, hak yola, senin yoluna eriştir! (âmin!)

Herkes eskileri geride bıraktılar? Sadece eskileri mi yoksa düne kadar olan her şeyi mi geride bırakmışız acaba? Dünde dâhil. Sadece bugün olanlar ilgilendiriyor bizi. Ve gelecek değil mi? ama gelecek kimi zaman karanlık gözükmüyor mu hepimiz için? Acabalar içimizi yiyip bitirmiyor mu? Gerektiğini düşündüğümüz ne var elimizde?
Zaman değiştiler, şöyleler, böyleler.
Kendi kendimize yetebilirimler;) ne güzel. Şuan veryansın ediyor bazılarınız; kalıplaşmış o kadar şey var ki hayatımızda; o kadar sindire sindire oluşmuş ki her şey, ben diyoruz hepimiz başka bir şey demiyoruz. Ben buyum! Ben var ya ben deyip duruyoruz hep!


Kimimiz az yaptık, kimimiz çok yaptık. Kimimiz hala yapıyoruz, kimimizde yapmıyoruz. Kimimizde düşündük. Bazılarımız bunları bile düşünmeden kader utansın dedik, kaderim böyleymiş, bize boyun eğmek düşer dedik. Zaman değişti dedik. Boş ver dedik.
Hepimiz bir zaman çocuktuk! Bir zaman bebektik. O zaman ne biliyorduk? Hiç bir şey!
Dünyaya şuan ki haliyle geldiğini söyleyebilecek olanımız var mı içimizde?
Kimi zaman görerek, kimi zaman gösterilerek, kimi zaman okuyarak, kimi zaman okutularak, kimi zaman duyarak, kimi zamanda sezerek, kimi zaman tartışarak, kimi zaman fikir alışverişinde bulunarak, kimi zaman araştırarak.. Kimi zaman ağlayarak, kimi zaman sızlayarak, kimi zaman gülerek, kimi zaman düşünerek; kimi zamanda gördüklerimizden, duyduklarımızdan, öğrendiklerimizden pay biçerek, bazılarını okulda, bazılarını hayatımızda, bazılarını büyüklerimizden, bazılarını çevremizden öğrenerek bugünlere gelmedik mi?

Ben! Ben! Ben! Ben var ya benler. Bu benler var ya bu benler! Zaman değiştiler. Şöyleler böyleler. Nereye kadar gidebildik bugüne kadar? Nereye kadar gidebileceğiz?

Zaman değişti değil mi? ********lere şerefli deniliyor; şerefini, insanı insan yapan değerleri kaybetmemeye çalışanlara ******** deniliyor bu zamanda!

Hayatta her şey istediğimiz şekilde gitmiyor değil mi? çünkü arayıp ta bulamadığımız, farkında olmadan aramaktan vazgeçemediğimiz, belli bir süre sonra hep bir yanımızı eksik bırakanın ne olduğunu bulamıyoruz! İşte o yüzden hep ayağımız bir çakıl taşına takılıyor. Kalp gözümüzdeki şeytanın takmış olduğu güneş gözlüğüne.
Bunlar kimimizin kimi zaman düşündüklerimiz ve şuan düşünmediklerimiz. Kimimizin de şuan bile düşündüğü şeyler. Kimimizin de zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyleyken böyle demelere, kaderimiz buymuşlara boyun eğip, yenik düşüp; bunları bile düşünme noktasına gelmeyenlerin ki.

Hepimizin kendimize göre amacı olduğunu düşünenlerimiz? Bugüne kadar kimisini gerçekleştirebildiğimiz, kimisini gerçekleştiremediğimiz, kimisini de hala gerçekleştirmeye çalıştığımız, hangi amacımız içimize huzur verdi? Bir süreliğine verdiği oldu ama sonunda yolumuzdan hiç eksik olmayan çakıl taşı ayağımıza takıldı değil mi?

Sen kimsin? Kim oluyorsun? Bunları ne hakla yazıyorsun? Ne vasıfla bunları yazma cüretine giriyorsun? Vb. diyenlerimiz.

Ben kim miyim? Kimine göre hayattan hiç bir beklentisi olmayan biri. Kimine göre hayata isyan eden biri. Kimine göre psikopatın biri. Kimine göre geri zekâlının biri. Kimine göre ruh hastasının biri. Biri de biri.
Gerçekte ben kim miyim?
Delinin biriyim işte!

Dikkat ederseniz bizli konuşuyorum. Hepimiz bir zamanlar yaptık diyorum. Kimimizde hala yapıyoruz diyorum. Kimimizde bıraktık diyorum. Hepimiz diyorum.
Birçoğumuz hiçbir şeyin değişebileceğine inanmıyoruz belki. Ben değişmedim diyoruz kimi zaman. Ama her geçen gün yavaş yavaş değişiyoruz hepimiz. Bunun farkında olalım.
Hepimiz!
Her birimiz hayatımızı çelişki üzerine çelişki kurarak nereye kadar götürebildik? Ya da nereye kadar götürebileceğiz?

Eski arkadaşlarımızla vakit buldukça toplanıyoruz değil mi? ama her görüşmemizde katılımlar azalıyor, ya da gereksiz muhabbet için toplanılıyor. Bazen düşünüyoruz niye böyle oluyoruz diye. Kimi zamanda zaman değişti diyoruz, herkesler böyle diyoruz. Biz böyle olmayacağız diyoruz geldiğimiz için. Ama bir süre sonra kimimiz eksik kalmamak için, ya da biz hala görüşüyoruz; vefalıyız diyebilmek için toplanıyoruz. Kimimizde gelmeyenler hakkında ileri geri konuşuluyor, ben gelmesem benim hakkımda da yorum yapıp konuşurlar diye geliyoruz belki de. Daha azımız iştirak ediyoruz, bir araya geliyoruz. Ve bazılarımızda gelenlerin, gelmedikleri zaman haklarında yapılan yorumlar yüzünden gelmiyor. Ya da birbiriyle haberleşmiyor. Her birimizin bütün olaylarda haklı olduğumuz noktalar var; ama bir taraftan da haksız olduğumuz noktalarda var! Bir olayda biz daha haklıysak; başka bir olayda daha az haklıyız. Ben var ya benler, zaman değiştiler, şöyleler, böyleler demeye devam ettikçe de böyle olacağız. Ve böyle olmaya da devam edeceğiz.
Her birimiz kendimizi farklı göstermeye çalışıyoruz ve kendimizi; yarım kalan yanımızı bir şekilde tamamlamaya çalışıyoruz. Ama olmuyor, ne yapsak ne etsek olmuyor! Hep bir yanımız eksik kalıyor!
Bunlar yeryüzündeki bütün insanlar için geçerli! Kimimiz az, kimimiz çok, kimimiz zaman zaman, kimimiz ara sıra; sonuçta hepimiz ya bir zamanlar yaptık, ya da hala yapıyoruz!
Ben var ya ben demelerle, işte demelerle, şöyle demelerle. Zaman değişti demelerle.

Hep kendi kendimize sözler verip duruyoruz değil mi bir daha böyle olmayacak, bir daha kırılmayacağım diye? Beni benden başka anlayan yoklarla, beni aramayanı ben niye arayayım demelerle, sürdürüp gidiyoruz hayatımızı; ama her yeni olay, ya da her yeni tanıdığımız insan, ya da çalıştığımız her yeni iş, her yeni uğraş bizim için yeni bir başlangıç oluyor değil mi?
Bir süre sonra ayağımız bir çakıl taşına takılıyor hep. Kimi uğraşımız kısa bir süre oyalıyor bizi, kimisi de uzun bir süre oyalıyor. Ama bir süre sonra yarım kalan yanımız yine nüksediyor!

Olmuyorlar, şöyleler, böyleler… Ben buyum, ben bugüne kadar böyle geldim, değişmedim, değişmeyeceğimler! Ama bir şekilde hepimiz, her birimiz değişiyoruz değil mi? hepimiz! Her birimiz! Kimimiz az, kimimiz çok. Kimimiz zaman zaman, kimimizde bazen. Kimimizde bir süreliğine, kimimizde kısa bir süreliğine. Hepimiz yapıyor bunları. Ya da bir zamanlar yaptık, ya da düşündük… Kimimizde bunları bile düşünmeden bıraktık her şeyi, boş ver dedik. Zaman değişti dedik. Çile çekmeye gelmişiz bu hayata dedik. Bir süre hiç bir şey düşünmeden geçiştirdik hayatımızı!

Ama uzun, ama kısa bir süre sonra; ayağımız bir çakıl taşına takıldı değil mi yine? Yarım kalan yanımızı; bilmeden arayıp da bulamadığımızın ne olduğunu aramaya çalıştık. Ama hep maddede aradık. Kimimiz yeni bir işte, kimimiz üniversitede, kimimiz farklı gördüğümüz bir insanda aradık. Ama yine olmadı bir süre sonra. Hep çakıl taşı takıldı ayağımıza her birimizin. Kimimizin çakıl taşı büyük, kimimizin ki küçük! Her birimiz içimize gömdük isyanımızı. Her birimiz. Kimimizde sesli isyan etti. Kimimizde içinden. Kimimizde kader utansın dedik, hiç bir şey düşünmeden battı balık yan gider dedik. Bu zamanda kim mutlu ki ben mutlu olayım dedik. Dedik, dedik.

Zaman değişti demelere; şöyle demelere, böylelere uymayacağız dedik. Ben değişmedim, değişmeyeceğim dedik kimi zaman! Baktık ne yapsak ne etsek olmuyorlar; zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyle demelere, değişmeyeceğim demelere boş verdik, zamana uyduk ve değiştik! Hepimiz. Her birimiz!

Hepimiz vefalıyız değil mi kendimize göre? Beni aramayanı bende aramıyorum demelerle. Aramayan aramasınlar la, ben kendi kendime yeterim diyerek geçiştirdik zamanımızı. Hep birileri tarafından hatırlanmayı, aranmayı ümit ettik kimi zaman; kimi zaman arandık, kimi zaman aranmadık, kimi zamanda beni aramayanı bende aramam dedik! Kimi zamanda hiç ummadığımız kişi arayınca önce sevindik hatırlıyor diye, sonra farklı düşüncelere daldık her birimiz. Bu niye aradı şimdi, işi düşmese aramazdı. Şöyleydi, böleydi dedik. Arayanlarımızı bile; bir süre sonra niye arıyor diye düşündük! Kimimizde bunları bile düşünmeden bıraktı değil mi? zaman değişti dedik, bu zaman böyle dedik. Ben kendime yeterim dedik. Böyleyken böyle dedik! Ama hep ayağımız çakıl taşına takıldı bir süre sonra. Kimi zaman uzun sürdü suskunluğumuz, kimi zamanda kısa sürdü.
Hepimiz sabırlıyız da değil mi kendimize göre? Bak şöyleydi, ben sabırlıyım demelerle; kızdırmalarla, ayağımız takılsa, ALLAH belanı versin demelerle. Canımız sıkılsa of demelerle. Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz zamanlarda bile kimi zaman düşüncelerle, kimi zaman şarkılarla, kimi zaman kendi kendimize mırıldanarak, kimi zamanda sesli söyleyerek. Kimi zamanda sadece düşünerek! İsyan ettik her şeye. Hayatımıza ve kaderimize değil mi?

Ama ben buyum dedik! Ya Rabbim sen beni biliyorsun dedik! İsyan etmek istemiyorum ama niye hep ben dedik kimi zamanda. İçten içe isyan ettik, kimi zamanda içimize gömdük isyanımızı. Ama her birimiz birbirimizden sabırlıyız değil mi?

Durum neyi gerektiriyorsa öyle davrandık, zaman değişti dedik; herkesler böyle dedik. Yeri geldiğinde vefalıyız dedik; yeri geldi, beni aramayanı bende aramam dedik! Sabırlıyız dedik! Canımız bir şeye sıkılsa bağırdık, çağırdık; beni benden başka anlayan yok ki, ben seni niye anlayayım dercesine bağırdık! Her şeyimiz o anda kaldı belki kimi zaman! Kimi zamanda hatırladık pişman olduk. Kimi zamanda ben hayatımda hiç bir yaptığımdan pişman olmadım dedik!

Bu konular o kadar derin konular ki; ben şuyum, ben böyleyim demek bile yanlış oluyor hepimiz için. Zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyleyken böylelere, çelişki üzerine çelişkilere; o kadar kaptırmışız ki kendimizi. Her şey o kadar sindire sindire, her şey o kadar yavaş yavaş oluşmuş ki geçmişimizde, her şeyimiz o kadar kalıplaşmış ki; her şeyimiz o kadar lafta kalmış ki!

“Ama ne yapsak ne etsek olmuyor, ben böyleyim” demeler. Böyleyken böyleyim demeler. Bir süre sonra zaman değişti demeler. Değişmedim, değişmeyeceğim demeler! Olmuyorlar. Olmuyorlar!

Ne yapsak, ne etsek bir süre sonra hep bir yanımız yarım kalıyor değil mi?
Ayağımıza takılan çakıl taşının kalp gözümüze çekmiş olduğu perde gerçek huzura erişmemizi engelliyor değil mi?
Bilemeyip de, farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz halde; hep başka şeylerde aramaya çalışıp da, hep bir süre sonra yarım kalan yanımızın nüksettiği ve bir türlü aramaktan vazgeçemediğimiz; hep bilemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı?

Kimi zamanda ben her istediğimi yaptım, istemediğim bir şeyi kimse bana yaptıramazlar! Ben istedim mi yaparımlar! Böyle geldim böyle giderimler! Hayatımda hiç pişman olmadım diye haykırmalar! Kimi zamanda yaptığımız her şeyden pişmanlık duymalar! Kimimiz içinde kimi zaman doğduğumuz güne lanet okumalar!

Olmuyorlar, şöyleler, böyleler, böyleyken böyleler.
Kimimizin zaman zaman düşündüğümüz, uyguladıklarımızı, kimi zamanda bilmeyerek yönlendiğimiz, daha sonra pişman olduğumuz şeyleri bize yaptıran şeytana boyun mu eğeceğiz hala? Hep bir yanımızı neyin yarım bıraktığını merak etmiyor muyuz? Etmiyor muyduk?

Kimi zamanda ben kimseye boyun eğmedim demeler, istemediğim bir şeyi bana kimse yaptıramazlar. İçimizde kaçımız biz diyor peki? Hepimiz şeytanın oyuncağı olmuşuz; kimimiz az, kimimiz çok, kimimiz de zaman zaman. Kimimizde boş vermişiz. Böyle gelmiş böyle gider demişiz. Kimimizde benim içimde şeytan yok, olamaz demişiz.

Ey cemaati müslimin! Ey insanoğlu! Kimimiz zaman zaman; kimimiz bazen, kimimizde hala yapıyor ya da düşünüyor bunları! Kimimizde zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyle demelere o kadar kaptırmışız ki kendimizi; boş ver demişiz bırakmışız her şeyimizi. Ama bir yanımız eksik kalıyor değil mi bir süre sonra. Ne yapsak ne etsek olmuyorlar.

Farklı olan hiçbirimiz yok aramızda; kimimiz az, kimimiz çok, kimimizde zaman zaman. Hepimiz yaptık bunları. Hiç birini yapmadım diyebilenimiz yok aramızda! Ben de dâhilim bu cemaate! Hepimiz, her birimiz! Şuan dünyada yaşayan herkes dâhil!

Hepimiz! Her birimiz için geçerli bunlar! Kimimizin az, kimimizin çok! Hiçbirimizin hiçbirimizden farkımız yok! Hepimiz insanız.

Zaman birlik ve beraberlik zamanı!

Ahir zamandayız!

Herkes anlamak isteyen yanıyla anlasın lütfen; anlamamak isteyen yanıyla değil!


Kimimiz az yapıyoruz, kimimiz çok yapıyoruz, kimimiz düşünüyoruz. Kimimiz düşünmeyi bile bıraktık bu noktalara gelmeden. Hepimiz farklı ortamlarda, farklı şartlarda, farklı koşullarda geldik belki bu günlerimize; ama bilmeden; farkında olmayıp ta her birimizin aramaktan vazgeçemediği aynı.

Kimimiz az. Kimimiz çok. Ama sonuçta yaptık. Kimimiz düşündü. Kimimiz bu noktalara bile gelmeden kader dedik. Boş ver dedik! Geçiştirdik hayatımızı.

Bu zaman zaman değil. Bu zaman ahir zaman!
İnsanlığımız için, her birimizin; birlik ve beraberlik içinde olması gereken zaman! Önce insan olduğumuz için, sevgili, saygılı ve hoşgörülü olma zamanı. Önce yaratandan ötürü, sonra insanlığımızdan ötürü!

Hala yapanlarımız, yapmayı düşünenlerimiz, ya da düşünecek olanlarımız, ya da bir zamanlar yapmış olup ta bırakanlarımız.
Kısacası yaşadıklarımız.
Her birimizin birçok yönü farklı olsa da; her birimiz önce yaratanımızdan ötürü kardeşiz. Bilemeyip de farkında olamadan aramaktan vazgeçemediğimiz de aynı…

Bütün söylediklerimizin, bütün söyleyebileceklerimizin, düşündüklerimizin, düşünebileceklerimizin arkasında olabiliyor muyuz her birimiz her zaman? Her birimiz! Hepimiz!

Ben diye bir şey yok hiçbirimiz için. Her birimiz için, düşünenlerimiz, düşünebilecek olanlarımız, yapanlarımız, yapacak olanlarımız; bunlar hepimizin içindekiler!

Hepiniz sıkıldınız değil mi? bu deliden mi sıkıldınız acaba? Yoksa bunların gerçekliğinden mi sıkıldık her birimiz? Yoksa içimizde ki mi sıkıyor her birimizi?
Kalıplaşmış olan, hayatımızda ki her şey! Değişmedim, değişmeyeceğim demeler! Düşüncelerimiz mi sıkıyor her birimizi. Yoksa kalp gözümüzde ki perde mi sıkıyor.

Birçoğumuz benlere devam ediyor!
Her birimiz kendi kendimizi her geçen gün biraz daha değiştiriyoruz. Değişmeyeceğim demelere rağmen! Olmuyorlar değil mi ama? Ne yapsak ne etsek olmuyorlar!

Kalp gözümüzdeki perde gerçekleri kabullenmek istemiyor değil mi? bir yanımız anlamak istiyor, bir yanımız anlamak istemiyor! Kimimizin başı ağrıyor belki, kimimiz de mayışmaya benzer bir şekilde uyukluyor. Kimimizin de kalbi sızlıyor, kalplerimiz sıkışıyor. Kimimizin de damarlarımızdan, iliklerimizden kanımız çekiliyor. Daha o kadar olay var ki; kalp gözümüzde ki, içimizdeki vesvese veren kötü sesin, her birimizin uyanıp gerçek huzura erememesi için; o kadar farklı acılar veriyor ki bedenimize. Olmuyorlar! Sıkıldıklar! Her birimiz için geçerli bu ve benzeri durumlar. Kimimiz için çok. Kimimiz için az. Kalp gözümüzdeki perdeye ne kadar uymuşsak o kadar çok oluyor her birimiz için. Az uymuşsak da az oluyor.
Her birimiz huzur istemiyor muyuz?
Esneyenlerimiz ağızlarımızı kapatalım; içimizde duramayan şeytanın, bedenimizi terk ettikten sonra tekrar içimize girmemesi için.

Her birimiz önce kendimizi anlamalıyız. Sonra birbirimizi anlamalıyız. Gerçek huzura erişebilmemiz için! Hiç birimiz bu dünyaya sebepsiz yere gelmedik!

İstedikten sonra öyle bir anlarız ki aslında. Kendi istediğimiz bir şey olsa, dağı taşı deviririz yine anlarız her birimiz. Hani istediğimiz her şeyi yapardık her birimiz. Ama bu sefer farklı değil mi? bu sefer bir yanımız anlamak istiyor; bir yanımız anlamak istemiyor! Kendimiz için anlamalıyız her birimiz! ALLAH rızası için anlamalıyız her birimiz. Zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyle demelere, boş ver demelere kulak asmamak için anlamalıyız her birimiz. Ve birlik beraberlik içinde yapmalıyız yapılması gerekenleri. Ne istediğini, ne aradığını, ne yapması gerektiğinin farkında olan bir ümmet olmalıyız artık.

Her birimizin istediklerinden önce; ilk önce rabbimizin, yaratanımızın ne istediği önemli biliyor musunuz?

Niye, ne için, ne maksatla, ne amaçla, ne yapmak için yaratıldığımız önemli. Dünyaya ne maksatla, ne yapmak için gönderildiğimiz ve üstümüze nelerin düştüğünü bilmemiz, üstümüze düşenleri ne kadar yapabildiğimiz önemli!

İçimizdeki; kötü sesin, vesvese veren şeytanın ve dünya malına, dünyalık şeylere tamah eden nefsimize uyarak maddede aradığımız, dünyalık şeylerde aradığımızı bulabildik mi bugüne kadar? Bulamadık değil mi hiçbirimiz?

Her yeni insan, her yeni olay, ufkumuza diktiğimiz her şey bizim için yeni bir başlangıç oldu değil mi? her birimiz için. Ama bunların her biri bir süre oyaladı bizi. Kimisi kısa bir süre, kimisi uzun bir süre.

Biz nereye gidiyoruz?
Her birimizin ateşini kendisinin götüreceği cehennem çukuruna; şu zamanda yaşayan
Her birimiz nasibimizi alacağız; ateşimizi kendimizin götüreceği cehennem çukurundan!

Hepimiz huzur arıyoruz ama nerde, nasıl arayacağımızı bilmiyoruz aslında değil mi? bedenimiz arıyor diyoruz kimi zaman, kimi zamanda yüreğimiz arıyor diyoruz. Her birimizin arayışı ne biliyor muyuz peki?

Dünyevi konularda arayıp ta bir türlü bulamadığımız, bizi belli bir süre oyalayan ve bir süre sonra eksik kalan yanımızı yarım bırakan ve aramaktan vazgeçemediğimiz arayışımız ne biliyor muyuz? Bulabildik mi? kimimizde az, kimimizde çok; hala eksik noktalar var değil mi zihinlerimizde?

Bedenimizin aradığı bir arayış içinde, dünyalık şeylerde; nefsimize tamah ederek aradık belki birçoğumuz. Ama bulamadık değil mi?

Biliyor musunuz? Aslında ruhumuz bir arayış içinde; ama her şey o kadar kalıplaşmış ki dünyada, şeytana o kadar kul, köle olmuşuz ki, kimimiz az, kimimiz çok. Ruhumuz daralıyor!

Her birimizin arayışı aynı;

Ruhlarımız;

—Nefesiyle hayat bulduğumuzu; bizi yaratandan ötürü, nefesiyle hayat bulduğumuzdan dolayı parçası olduğumuzu;

Rabbimizi arıyor!

Rabbimizi. Rabbimize olması gereken sevgimizi arıyoruz her birimiz!

Her birimiz cehennemden nasibimizi alacağız. Kimimiz az, kimimiz çok.

ALLAH cezamızı verecek!

Yaradılışımızın sebebinden başlayıp, devamında gelenlerin farkına varıp uygulayabilirsek; rabbimize olan/ olması gereken sevgimizin farkına varabilirsek; sadece bizim değil, bizden sonra gelecek olanlarımızın da vebalini biraz azaltabiliriz belki!

Bu zaman zaman değil! Bu zaman ahir zaman! Şeytanın köleleri olmaya, şeytanın kuklaları olmaya; ruhumuzun aradığını, nefsimize uyup dünya malında aramaya ne kadar devam edebiliriz? Bu bizi nereye götürebildi? Nereye götürecek? Nereye götürebilir?

Kimimiz az yaptık, kimimiz çok yaptık. Kimimiz de düşündük. Kimimizde düşünüp uygulamaya kalktık; uygulayamadık/ uygulamadık. Kimimizde bunları bile düşünmeden kader dedi. Zaman değişti demelere uyup bir yandan da farklı olduğumuzu düşündük! Peki, hangi konuda ne farkımız olması gerekiyor bilebiliyor muyuz?

Her birimiz başımız dik yürüyoruz değil mi genellikle; kimi zaman herkese güçlü olduğumuzu, farklı olduğumuzu gösterebilmek için, kimi zamanda yeni uğraşımızın eskileri geride bıraktığını düşünüp, ben buyum diyebilmek için. Kimi zamanda ben değişmedim, hiç bir şeye boyun eğmedim diyebilmek için başımız dik yürüyoruz değil mi?

Ama zaman zaman düşüncelere dalıp önümüze bakarak yürüyenimiz olmuyor mu? Olduğu zaman oldu değil mi birçoğumuzun? Olmadı diyebilenimiz var mı içimizden?
Dalıyoruz değil mi bazen eskilere; yanlışlık nerde diye düşünüyoruz kimi zaman? Eksik nokta nerde diyoruz belki bazılarımız; ama ne yapsak, ne etsek bulamıyoruz değil mi?
Olmuyor demeler, şöyle demeler, böyle demeler, ben buyum demelere, böyle gelmiş böyle gider demeler, zaman değişti demeler. Artık herkesler böyle demeler.

Ben diyenlerimizin olduğu; girdiğim her ortama baktığımda: ‘’biz diyorum, nerde hata yaptık, nerde yanlış yaptıkta böyle olduk, insanlarımız niye bu hale geldi, biz niye böyleyiz, eksik nokta ne?’’ diye geçiriyordum eskiden içimden.

Hiçbirimizin yalnız olmadığını bildiğim halde, Müslüman olduğumuz halde, eksik olan noktamızı bulamadığım ve bulamadığımız için; her birimizin ben dediği için; sığıntı gibi hissediyordum kendimi; bazen de sığıntı gibi duruyordum hiçbir şey düşünmeden. Biz diyordum. Niye böyle olduk!

Başım önümde, yere bakarak yürüyordum hiç bir şey düşünmeden.

Zaman zaman başı yerde gidenlerimize; birçok zaman başı dik yürümeye çalışanlarımıza soruyorum;

Arayışımızın ne olduğunu bulamayıp, şeytanın kalp gözümüze takmış olduğu perde yüzünden, dünya malına tamah eden nefsimize uyup dünya malında aradığımız halde bulamadığımız huzurumuza rağmen başı dik gezmeye çalışanlarımız!
Bilmeden arayıp ta bulamadığımızı dünya malında arayıp başı dik gezdiğimiz halde, ama uzun ama kısa bir süre sonra; düşüncelere dalıp, başımız eğik; yere bakarak yürüdüğümüz halde!
Sonra zaman değişti demelere uyup, ben farklıyım deyip dik durmaya çalışarak; kime göre neyi göstermeyi, neyi ispatlamayı; kendimizi herkese farklı göstermeye çalışarak ne yapmaya çalışıyoruz? Kime göre; neyi ispatlamaya çalışıyoruz?

Rabbimiz her zaman her yerde yanımızda ve daim her şeyimizi biliyor.

Bu zaman zaman değil! Bu zaman ahir zaman! Rabbimizin bildiği ‘’ilahi takdir’in’’ gerçekleşmesine az kalan zaman.

Bu zaman insanlarımızın, her birimizin; neden yaratıldığının, neyi aradığının, ne maksatla, ne yapmak için dünyaya gönderildiğinin, üstüne düşenlerin ne olduğunun, ne kadarını yapıp, ne kadarını yapmadığının, farkına varıp; birlik beraberlik içinde, içimizdeki şeytanı susturup yapmamız gerekenleri yapmamız gereken zaman!

Rabbimize sığınma zamanımız!

ALLAH cezamızı verecek!

Bu sanal dünyaya imtihan için gönderildik her birimiz. Ama kalp gözümüze şeytan tarafından takılan perdeye, dünya malına tamah eden nefsimize uyup, o kadar dünyalık şeylere kaptırmışız ki her birimiz kendimizi. En aydınlık olduğunu düşündüğümüz zamanda bile; ama uzun ama kısa bir süre sonra her şey karanlık oluyor birçoğumuz için!

Hepimiz, her şeyin farkına varsak da varamasak da; her birimizin ateşimizi kendimizin götürecek olduğumuz cehennemden nasibimizi alacağız. Cezamızı çekeceğiz! Ve uyanamazsak gaflet uykumuzdan daha da çok nasibimiz olacak, her birimizin ateşimizi kendimizin götüreceği cehennemden!
Rabbimizin bildirdiklerine rağmen; şeytanın kalp gözümüze takmış olduğu perde yüzünden, dünya malına tamah eden nefsimize uyup dünyalık şeylere, günü birlik şeylere yönelince uğratılacağımız cehennem azabından korkmalıyız!

Hesap günü geldiğinde her birimizin ne yapacağı, nasıl azap çekeceği korkutmuyor mu? Rabbimize yönelmeden yaptıklarımızın sonunda nasıl yanacağımızı biliyor musunuz?

İşlediğimiz günahlar yüzünden her birimiz cezalandırılacağız! Ve hesap gününde; dünyada olduğu gibi, şuan olduğu gibi; aman beni şöyle bilmesin demelerin, aman benim hakkımda yanlış bir şey düşünmesin demelerin arkasına saklanamayacağız. nasıl olsa sadece ben biliyorum; farklı anlatsam, gizlesem ne olacak ki dediklerimiz bile ortaya çıkacak.

Hesap gününde her şey ortaya çıkacak! Gerçekler ve olması gerekenler! Ve hepimizin, her birimizin; yaptığı, yapmadığı, yapması gerektiği halde yapmadığı her şey ortaya çıkacak. O zaman dünyada olduğu gibi bahanelerin, zaman değişti demelerin, şöyle demelerin, böyle demelerin, böyleyken böyle demelerin, ben var ya ben demelerin, arkasına saklanamayacağız.
Her birimiz yaptıklarımızın da, düşündüklerimizin de hesabını yaratana, Rabbimize vereceğiz! Hepimiz!

Her şeye rağmen hala başı dik yürümeye çalışanlarımıza soruyorum? Kime göre, neyi ispatlamaya çalışıyoruz? Hala başımız dik yürüyebiliyor muyuz? Ya da yürüyebilecek miyiz? Bunlardan öte; en önemlisi; Rabbimizin huzuruna çıktığımızda başımız dik olabilecek mi?

ALLAH cezamızı verecek!
Ve o zaman dönüşü olmayacak hiç bir şeyin!

Hepiniz susmamı istiyorsunuz değil mi? sus diyor kiminiz! Yeter artık neler saçmalıyorsun diyorsunuz belki de. Kiminiz bağırmak istiyor bu deliye, kiminizde gürlemek istiyor! Belki dövmek isteyenlerimiz de vardır aramızdan.

Bir taraftan da hayatta hiç istemediğiniz kadar konuşmak istiyorsunuz belki, haykırmak isteyip de içinizde bile sessiz bıraktığınız konuları bağıra bağıra konuşmak istiyorsunuz belki. Bu deliye akla hayale gelebilecek ne kadar hakaret varsa söylüyorsunuz belki içinizden.

Bir taraftan konuşmak istiyorsunuz, bir taraftan bu deli ne diyor diyorsunuz; bir taraftan da konuşmak istiyorsunuz, hiç susmadan konuşmak. Kiminizde delidir ne yapsa yeridir diyor belki de.

Diyorsunuz her şeyi, hayatınız da hep sustunuz belki birçok zaman, birçok şeyi konuşmak istiyorsunuz belki ama konuşamıyorsunuz değil mi?

Ben ne istediğimi her zaman bildim diyoruz, kimi zamanda ne istediğimi ben ne zaman bildim ki şimdi bileyim diyoruz. Bu deli ne anlatıyor diyoruz belki kimimiz.

Ama şimdi ne istediğimizi, ne düşünmemiz gerektiğini, ne yapmamız gerektiğini, bu deliden kurtulmak için ne yapılması gerektiğini..

Kafamız allak bullak belki de. Bütün düşüncelerimiz birbirine girdi değil mi?

!iyi!
Ben var ya benlere, istesem dağları taşları yerinden oynatırım demelere, biz böyle gördüklere, böyle gelmiş böyle gider demelere, zaman değişti demelere, şöyle demelere, böyle demelere, böyleyken böyle demelere! Artık çok geç kimse değişmez demelere, ben hiç değişmedim demelere, ben yalnızım demelere, yalnız geldim yalnız gideceğim demelere, beni benden başka anlayan yok demelere, yalan dünya demelere.

Devam etmek isteyenlerimiz devam etsinler. Her birimiz birçok şeyi düşünebilecek yaştayız. Kendi eksikliklerimizin de, kendi noksanlarımızın da farkında olabiliriz her birimiz.

Olurda bir gün ayağımız taşa takılırsa, tutunacak bir dal ararsak, neden böyle oldu diyecek olursak, biz nerde yanlış yaptık da böyle oldu dersek, her şey için geç kalındı diyecek olursak. Boş boş etrafımıza bakıp, kimi zamanda dalarsak derin düşüncelere.
Bunları hatırlayın size zahmet! Düşüncelerimizi hatırlayın size zahmet!

Olurda bir gün gerekir belki!

Olurda bir gün; bir deli vardı bir zamanlar; bir şeyler karalamıştı ulaştırabildiği herkese ulaştırmaya çalışmıştı. Konuşmamıştık, konuşmaya çalıştığında susturmuştuk, ya da bir araya gelmemiştik, bir araya gelmek istememiştik; deli deyip gülüp geçmiştik. Vb. diye düşüncelere dalarsak.

İnsanlığımız için, kendimiz için, çoluk çocuğumuz için, ailemiz için, büyüklerimiz için, belki de hiç tanıyamadığımız insanlar için; dünya ve Ahiret hayatındaki saadetimiz için;

En önemlisi ALLAH rızası için!

Hepimiz bir araya geliriz ve nerde yanlış yaptıkları değerlendirip; yapmamız gerektiği halde yapmak için geç kaldıklarımızı yapabiliriz belki.

Tabi o zamana kadar ilahi takdir tecelli etmezse!

**************************************************************


Kıyamet alametleri

Bismillahirrahmanirrahiym. Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar. İşte onun işaretleri gelmiştir. Sadakallahül-Azıym.
[Muhammed Suresi, 18. ayet]

Çoğu insan kıyamet saatinin gerçekleşeceğine ciddi anlamda ihtimal vermez.

Bismillahirrahmanirrahiym. Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. Sadakallahül-Azıym.
[Kehf suresi, 36. ayet]

Hadis ve ayetlerle kıyamet alametleri:

Kıyamet alametleri birbirini takiben meydana gelir. Bir dizideki boncukların art arda kopması gibi.
[Ramuz-el Ehadis, sayfa 277, Camiü's-Sağır]

Mağrib’de [batı’da] karışıklıklar, fitneler ve korku olacak. Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğince yayılacak. Fitneler çoğalacak.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 440]

Dünya herc-ü merc içinde kaldığında, fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazılarına hücum ettiğinde.
[Kıyamet ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 454]

Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.
[Suyuti, Cami’üs Sağır; Ahmed bin Hanbel; Müsned]

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Ölümler ve katliamlar yaygın hale gelecek.
[Camiü's-Sağır; Müsned]

Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi helak olur.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 38]

Kıyametten önce iki büyük hadise vardır. Ve sonra da zelzeleli yıllar.
[Ramuz-el Ehadis]

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Depremler çoğalacak.
[Ramuz-el Ehadis]

Fakirler çoğalacak.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 455]

Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğine yayılacak.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 440]

Fuhuş açık olmadan kıyamet kopmaz.
[Ramuz-el Ehadis]

Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.
[Buhari, Tecrid’i, Sayfa 16]

İmam Buhari, imam Müslim ve diğerlerinin Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayetlerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz;
“Gözlerin zinası mahremi olmayan kadınlara bakmaktır. Kulakların zinası; dinlenmesi yasak olan sözleri dinlemektir. Dilin zinası; konuşulması haram olan şeyleri konuşmaktır. Elin zinası; haram olan bir şeye dokunmaktır. Ayakların zinası da gidilmesi yasak olan yere gitmektir. Kalbin de zina temennisi ve arzusu vardır.” buyurmuşlardır.
Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsayan mahiyettedir. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde aşikârdır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve şemaili tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir.

Kıyamet yaklaşınca kadınla yolun ortasında cinsel münasebette bulunacak kadar hayâ ortadan kalkar. Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla yetindiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 97]

Erkekler kadınlara benzeyecek, kadınlar erkeklere benzeyecek.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 451]

Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!
[Hâkim]

Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir!
[i. Ahmed]

Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!
[imam Buhari]

Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere ALLAH lanet etsin!
[imam Taberani ]

Örtülü olan çıplaklara ve erkek gibi giyinen kadınlara ve kadın gibi giyinen, süslenen erkeklere lanet olsun!
[Tergib-üs-Salât ]

İnsanlara bir zaman gelir ki Kuran bir vadide, insanlar başka bir vadide olurlar. [Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 23]

İnsanlara bir zaman gelecektir ki Kuran’ın yalnız resmi, İslam’ın yalnız ismi olacaktır. Onlar İslam’dan en uzak insanlar oldukları halde İslami isimlerle isimlenecekler, mescitleri görünüşte mamur olduğu halde hidayet yönünden harap olacaktır.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 24]

Bundan sonra birtakım, Kuran okuyan fakat okudukları dillerinde kalan, kalplerine inmeyen [okuduklarını anlamayan] insanların türeyeceği bir zaman gelecektir.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 61]

Sizden önceki milletleri karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz, hatta onlar [Yahudi ve Hıristiyanlar] kertenkele deliğine girseler, sizde peşlerinden gireceksiniz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

Kıyamete yakın karanlık gecelerin parçaları gibi karışıklıklar olacaktır. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşamlayacak, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabahlayacaktır.
[Kuran ve Sünnette Kıyamet ve Ahiret, sayfa 155]

Haram olan şeylerin helal sayılması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 464]

Ahir zaman’da kurt okuyucular olacak. Kim o zamana yetişirse, şerlerinden ALLAH’a sığınsın. Onlar çok kokmuş insanlardır. Riyakârlık[ikiyüzlülük] hâkim olacak, riya[ikiyüzlülük] ve gösterişten utanılmayacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

Âlimler ilmi sırf para kazanmak için öğrendiğinde[ilim yani<okumakla veya görmek ve dinlemekle elde edilen malumat> para kazanmak için öğrenilip, para kazanmak için öğretildiğinde]. Dini dünyalık karşılığında sattıklarında. Hükmü sattıklarında. Kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Ahir zaman’da öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır.
[imam Tirmizi, Zühd, Sayfa 60]

Ümmetin son zamanlarında mescitlerini süsleyip kalplerini harap bırakan, elbisesini sakınıp koruduğu kadar dinini sakınıp korumayan, dünya işlerinin yolunda gitmesi uğrunda dinini vasıta yapmağa aldırış etmeyen birtakım insanlar türeyecektir.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 25]

İyilik terk edilip emredilmediğinde, kötülük işlenip alıkonulmadığında kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

[kıyametin bir alameti] mescitler içerisinde günahkârların seslerinin yükselmesi ve günahkârların dinin emrettiklerini yerine getiren samimi müminler üzerine galip gelip onlara zorbalık etmeleridir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

Kıyamet yaklaşır, hayırlı işler azalır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 264]

İnsanlara bir zaman gelir ki, camilerde toplanıp namaz kılarlar. Fakat aralarında mümin bulunmaz.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 17]

Bu gün sizin aranızda münafıkların gizli yaşadıkları gibi bir zaman gelir ki mümin olanlar da diğerlerinin arasında gizli olarak hayatlarını sürdürmeye çalışırlar.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 9]

Mescitler namaz kılınmayıp gelip geçilen bir yol haline geldiği bir zaman gelmedikçe kıyamet kopmaz.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 87]

Kim Kuran okursa [mükâfatını] ALLAH’tan istesin. Zira son zamanlarda Kuran okuyup [mükâfatını] insanlardan isteyen birtakım insanlar türeyecektir.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 9]

Kuran’ın şarkı söylercesine okunup haz duyulduğu, hatta kişi Âlim olmadığı halde bu okuyuşundan dolayı itibar gördüğü zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 31]

Ahir zamanda ümmetim hakkında en çok endişe duyduğum; yıldızlara[inanmak], kaderi yalanlamak.
[Ramuz-el Ehadis]

Kıyamet alametlerindendir, faizin aşikâr olması.
[Ramuz-el Ehadis]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, faiz yemeyen adam kalmaz. Onu yemese bile kendisine tozu isabet eder.
[Ramuz-el Ehadis]

İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki zenginler tenezzüh[seyahat] için, orta halliler ticaret için, onların âlimleri riya ve gösteriş için, fakirleri ise dilenmek için hac ederler.
[Ramuz-el Ehadis]

İnsanlar üzerine aldatıcı seneler gelecek. O senelerde haine itimat edilecek, doğru kişiler hain sayılacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 476]

Ahir zaman’da ümmetim içerisinde en az bulunacak şey helal para ve kendisine güvenilir arkadaştır.
[Suyuti, Camiü's-Sağır,]

Kıyametten hemen önce, yalancı şahitlik yaygınlaşır, hakka şahitlik ise gizlenir.
[Ramuz-el Ehadis]

İftiranın yaygınlaşması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

Zengine itibar edilip kendinden daha üstün kişiler ona ayağa kalktıklarında ve ona selam verdiklerinde kıyamet yaklaşmış demektir.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480–481]

Selam halka değil de özel insanlara verilinceye kadar kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş sayfa 470]

Kişinin yalnız tanıdıklarına selam vermesi kıyamet alametlerindendir.
[Ramuz-el Ehadis, 121/4]

Son zamanlarda türeyen, birbirleriyle karşılaştıklarında selamları lanetlemeden [küfürden] ibaret olan sarhoş ve asi bir nesil [ortaya çıkmadıkça] kıyamet kopmayacaktır.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 54]

Kişinin annesine isyan etmesi, babasına sıkıntı vermesi kıyamet alametlerindendir.
[Tirmizi, Fiten, 38]

Komşular arasında geçimsizliğin yaygın hale gelmesi kıyamet alametlerindendir.
[Ramuz-el Ehadis, 448/7]

Kıyametten hemen önce akraba ile ilişkiler kesilir.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 86]

Büyükler küçüklere merhamet etmediklerinde, küçükler de büyüklerine saygı göstermediklerinde. Çocuk öfkeli olduğunda kıyamet yaklaşmış olacaktır. [Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Boşanmaların çoğalması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 455]

Kıyamet yaklaştıkça gayri meşru çocuklar çoğalır.
[Ramuz-el Ehadis, 33/7]

İnsanlarda cimrilik ve hırs artacak.
[Müslim, imare, 176; ibn-i Mace, Fiten,24]

Kıyamet yaklaştı, hâlbuki insanlar dünyaya karşı ancak hırslarını arttırıyorlar, ALLAH’tan da uzaklaşıyorlar.
[Suyuti, Camiü's-Sağır, 2/57]

Dedikoducuların, gıybetçilerin ve alaycıların artması kıyamet alametlerindendir.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 93]

Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin eden bir takım insanlar ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz.
[imam-ı Ahmed; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 101]

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.
[imam Buhari, Fiten 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/313]

Kıyamet yaklaşınca ölçü ve tartılarda hile yapılır.
[Ramuz-el Ehadis, 33/7]

Rüşvetlerin alınması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 454]

Cinayetler artmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 468]

Yüksek yüksek binalar inşa edilmedikçe kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 468]

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Yüksek binalar yapmada insanlar birbirleriyle yarışacak.
[Buhari, Fiten 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned 2/313 ]

Kişiye kendi sesi konuşmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 471]

Semadan[gökyüzünden] bir ses ki herkes bunu kendi lisanında işitir.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 37]
Her toplumun kendi lisanlarında işitecekleri bir sesten bahsedilmektedir; bu şekilde radyo, televizyon, cep telefonu ve benzeri haberleşme araçlarına işaret edildiği açıktır.

Bıyıkları kesin, sakalı affedin. Yahudilere benzemeyin.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 19]

Kader hakkında konuşma ahir zamanda bu ümmetin şerlilerine bırakıldı. [Ancak şerli kimseler bu mevzuda ileri geri konuşur.]
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 20]

Ümmetim için korktuklarım arasında en ziyade korktuğum şeyler; kendisine itaat edilen cimrilik [zekâtı vermemek gibi], tabi olunan nefsin arzu ve istekleri ve heves ve her rey sahibinin kendi fikrini beğenmesi.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 21]

Bu ümmet şarabı üzüm suyu, faizi alış veriş, rüşveti hediye gibi kabul eder ve zekâtı [öşrü] ticaret vesilesi yaparsa, işte bu, günahı artırdıklarından dolayı helaklerine sebep olur.
[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 29]

Kadınlar kadınlarla, erkekler de erkeklerle yetinirlerse, onlara doğu tarafından çıkacak kızıl bir rüzgârı haber ver. O rüzgâr, onların bir kısmının suretlerini değiştirir, bir kısmını da yere batırır. "Bu ise onların isyanları ve aşırı gitmeleri sebebiyledir."
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 29]

Şeytan sabaha eriştiğinde askerlerini etrafa gönderirken onlara şöyle der: "Kim bir Müslüman’ı haktan saptırırsa, ona taç giydiririm." Sonra askerlerinden biri ona gelir ve şöyle der: "Ben, birisinin karısını boşayıncaya kadar yanından ayrılmadan çalıştım." Bunun üzerine şeytan: "Mümkündür ki, o tekrar evlensin." Diğer biri gelir ve şöyle der: "Bu gün birisini ana ve babasına isyan ettirinceye kadar başından ayrılmadan uğraştım." Bunun üzerine şeytan: "Umulur ki, o kimse onlara iyilik yapsın da iyilerden olsun" der. Başka birisi gelir ve şöyle der: "Ben, bir insanı Allah'a şirk koşuncaya kadar saptırmaya devam ettim." Bunun üzerine şeytan: " İşte aradığım sensin, sen" der ve tacı ona giydirir.
[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 31]

Bir beldede zina ve riba [haram kazanç, faiz] meydan alırsa, onlar [o belde halkı] Allah'ın azabına hak kazanmış olurlar.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54]

Şu beş şey zuhur ederse helak ümmetim üzerine hak olur: Birbirleriyle lanetleşme, içki içme, ipekli giyme, çalgılar ve erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla iktifa etmeleri[ilişkiye girmeleri].
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54]

Kıyamet günü olduğunda "Valiyi getirin" diye emir olunur. Ve o Cehennem köprüsü üzerinde durdurulur. Allah, köprüye emreder ve köprü şiddetle sarsılır. Öyle ki, o valinin her kemiği yerinden ayrılır. Sonra Allah o kemiklere emreder de onlar da yerlerine gelir. Sonra da Allah valiyi sorguya çeker. Eğer o Allah'a itaatli bir kimse idiyse onu geçirir ve onun ecrini iki misline çıkarır. Şayet asi bir kimse idiyse köprü yarılır ve o Cehennemin içine yetmiş yıl düşer.
[Ravi: Hz. Asım İbni Sufyan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 58]

Kıyamet günü olduğunda, bir münadi nida eder ki: "Allah’tan gayrisi için kim bir amel işlemiş ise, onun sevabını kendisi için amel işlenen kimseden talep etsin."
[Ravi: Hz. Useyd İbni Ebu Fadale Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 59]

Kıyamet günü olduğunda, kâfire ameli bildirilir. Lakin o inkâr edip mücadeleye girişir. Ona denilir ki: "İşte şunlar senin komşularındır. Aleyhinde şahitlik ediyorlar." O der ki: "Yalan söylüyorlar". O zaman denir ki: "Ailen ve kavmin de böyle söylüyor." O der ki: "Onlar da yalan söylüyorlar." Kendisine: "Peki öyleyse yemin et." denilir. O da yemin eder. Sonra Allah, o kâfirleri susturur. O zaman kâfirlerin kendi dilleri kendisi aleyhinde şahitlik eder. Bunun üzerine Allah onları cehenneme atar.
[Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 60]

Kıyamet gününde en şiddetli azap görecekler [canlıların] resmini yapanlardır.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 71]

Kıyamet gününde en şiddetli azap görecek olanlar, zalim hükümdarlardır [yöneticilerdir]. [
Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 71]

Kıyamet gününde en şiddetli azap görecek olanlar, ilminin kendisine menfaati olmayan âlimlerdir.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 71]

Kıyamet yaklaştıkça insanların ancak dünyaya tamahları ve Allah'tan uzaklaşmaları artar.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 78]

Arz günde yetmiş defa nida eder: "İstediğinizi yiyin, Vallahi sizin etlerinizi de, derilerinizi de yiyeceğim."
[Ravi: Hz. Sevban Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 95]

Arzlar, her arz ile onu takip eden arz arası, 500 senelik mesafedir. Birincisi bir balık üzerindedir. Öyle bir balık ki, iki ucu gökte, balık kaya üzerinde, kayayı da bir melek tutuyor. İkinci arz tabakası ise havayı hapseden tabakadır. Allah Ad kavmini helak edeceği zaman onun melaikesine emretti: "Bir delik aç" O da: "Bir **** burnu kadar açayım mı?" dedi. Allah: "Hayır, o bütün insanları helake yeter. Sen bir yüzük kadar aç." O rüzgâr öyle bir rüzgârdır ki, Allah kitabında onun hakkında şu mealde buyurmuştu: "O rüzgâr, uğradığı şeyi, çiğnenmiş ot parçası gibi yaptı." Üçüncü tabakada cehennem taşları vardır. Dördüncü tabakada cehennem kibritleri vardır. Dediler ki: "Cehennem için kibrit var mı?" Evet, var, dedi. Allah'a yemin ederim ki, o Cehennemde kibritten öyle bir vadi var ki, oraya dağlar gönderilse erirdi. Beşinci tabakayı Cehennem yılanları teşkil ediyor. Onların ağızları kâfirleri yalıyor, onda et bırakmıyor, sinir ve kemik kalıyor. Altıncı tabakada Cehennem akrepleri var. Onların en küçükleri katır kadardır. Kâfirlere tekme vurur. Onu sokması, Cehennem ateşini unutturur.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 95]

Şeytanlar, bayrakları ile çarşılara[alış-veriş merkezleri, pazarlar] giderler. İlk girenle girerler, son çıkanla çıkarlar.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 101]

Şeytan sizin her işinize burnunu sokar. Hatta yemeğinize bile. Sizden birinizin lokması düşünce çöpünü alsın ve yesin, şeytana bırakmasın. Yemekten sonra ellerini [parmaklarını] yalasın. Çünkü bilmezsiniz yemeğin sizin için mübarek kısmı neresidir.
[Ravi: Hz. Cabir Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 101]

Şeytan alı[kırmızıyı] sever. Onun için al[kırmızı] giymekten ve şöhretli elbise giymekten sakınınız.
[Ravi: Hz. Rafi İbni Yezid Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 101]

Şeytan Âdemoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır. [Bırakmaz peşini.]
[Ravi: Hz. Safiyye Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 102]

Şeytan hortumunu âdemoğlunun kalbinin üstüne koymuştur. O kimse Allah'ı anarsa, hortumu kalkar, unutursa, kalbi hortumunun içine düşer. [O zaman yürek sıkıntısı meydana gelir. Bunu zikir giderir.]
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 102]

Muhakkak ki şeytan, insanın kurdudur, koyunun kurdu gibi. Kurdun, sürüden ayrılan koyunu yakaladığı gibi, o da cemaatten ayrılanı kollar. Çokluk arasında bulunan Cemaate ve mescide devam edin. [Burnunuzun doğrusuna gitmeyin]
[Ravi: Hz. Muaz Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 102]

Büyük bir kaya cehennem kenarından bırakılır. Yetmiş yıl düşer, dibini bulamaz.
[Ravi: Hz. Ukbe İbni Ğazvan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 103]

Kıyamet gününde ter yerde yetmiş kulaç gider ve insanların ağızlarına, kulaklarına kadar gelir.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 105]

Adil kadı [hakim] kıyamet günü hesaba getirilir. Hesabın şiddeti ile karşılaşınca: "Keşke iki kişi arasında bir hurma için bile karar vermemiş olsaydım" der.
[Ravi: Hz. Ali Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 105]

Kadı [hakim], ayak kayacak noktalarda o kadar düşer ki, Medine ile Aden arası kadar Cehenneme düşer.
[Ravi: Hz. Muaz Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 105]

Kâfir Cehennemde büyür. O kadar ki, bir azı dişi Uhud dağı kadar olur. Onun cesedinin bu dişe göre büyüklüğü, sizden birinizin cesedinin azı dişine nispeti gibidir.
[Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 105]

Kâfirin dili kıyamette iki fersah [24.000 adım] arkadan gelir. Yani o kadar sarkar ki, herkes onu çiğner.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 105]

Şeytan, tahtını deniz üzerine kurar. Yanında hicaplar vardır. Allah'a benzemek için. Sonra askerini yayar ve der ki: "Filânı kim azdıracak?" Askerinden ikisi kalkar. Şeytan der ki: "Size bir sene müddet. O adamı azdırırsanız sizi bağışlarım. Aksi halde sizi asarım."
[Ravi: Hz. Ebu Beyhane Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 110]

Şeytan, su üzerinde tahtını kurar. Askerlerini etrafa gönderir. Onların fitnesi en fazla olanını kendisine yaklaştırır. Askerlerden biri gelir: "Birine şöyle, böyle yaptım" der. O da: "Sen bir şey yapmadın" diye çıkışır. Bir diğeri de: "Ben bir adamın hanımı ile arasını açtırasıya kadar onu terk etmedim." der. Şeytan onu yanına yaklaştırır: "İşte aradığım sensin" der.
[Ravi: Hz. Cabir Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 110]

Şeytan, yeryüzüne atıldıktan sonra, "Ya Rabbi bana ev ver" dedi. "Hamamlar senin evin olsun" buyruldu. "Meclis" istedi, "Çarşılar ve yol ağızları" verildi. "Yemek" istedi, "Besmelesiz yenen yemekler senin olsun" dendi. Müezzin istedi, "Çalgıcılar müezzinin olsun" buyruldu. "Kuran" istedi, "şiir" verildi. "Yazın dövme, hadisin yalan olsun, resulün de bakıcılar, falcılar olsun, öksen, tuzağın da kadınlar olsun" buyruldu.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 110]

Kıyamet günü günahı en çok olan kimse, manasız sözü çok olandır.
[Ravi: Hz. Abdullah İbni Ebi Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 117]

Ümmetim ahir zamanda şarabı, ismini değiştirerek içer.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 117]

Cehennem ehli ağlar. O derecede ki gözyaşlarında gemi bile yüzebilir. Ve kan ağlarlar.
[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 119]

Cehennem ehli cehennemde büyür. O derecede ki, kulak yumuşağı ile boyun kökü arası 700 yıllık olur. Derilerinin kalınlığı 40 arşın ve azı dişi de Uhud dağından büyük olur.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 119]

Kıyamet gününde kula ilk sorulacak nimet şudur; "Biz sana sıhhat vermemiş miydik ve soğuk suya kanmış değil miydin?"
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 120]

Kıyametin önü sıra yalancılar vardır. Onlardan sakının.
[Ravi: Hz. Cabir İbni Semure Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 121]

Kıyametin önü sıra tanıdık kimselere selâm vermek âdet olur. Ticaret meydan alır, o derecede ki, kadın erkeğine yardımcı olur. Akraba yoklamaları kalkar ve yalancı şahitler çıkar, gerçek şahitlik gizlenir, muharrirler ise çoğalır.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 121]

Her ümmetin bir fitnesi var. Benim ümmetimin ki maldır.
[Ravi: Hz. Kaab İbni İyaz Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 128]

Sizden evvelkileri helak eden günah şu idi ki, onlar, mevki sahibi birisi hırsızlık yaptığı zaman ceza vermezler, zayıf birisi hırsızlık yaptığında ona had ikame ederlerdi. Allah'a yemin ederim ki: Muhammed [Aleyhisselatu Vesselam]'ın kızı Fatıma hırsızlık yapacak olsaydı elbette onun elini de keserdim. [Hırsızlık yapan bir kadın için ashabın Usame İbni Zey'i ricacı göndermeleri üzerine varid olmuştur.]
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 138]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, faiz yemeyen adam kalmaz. Onu yemese bile kendisine tozu isabet eder.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 141]

Muhakkak ki, kıyametin önündeki alametlerden biri de şudur: Adam evinden çıkar ve kendisi evde yokken kadının yaptığını ayakkabısı ve kamçısı ona haber verir.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 143]

Agâh olunuz ki; sarhoşluk veren her şey haramdır. Her uyuşturucu haramdır. Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Kalbi perdeleyen şey de haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 169]

Hangi bir kadın ki, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir cemaatin yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı yüklenir.
[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 178]

İçki kötülüklerin anasıdır. Kim içki içerse Allah onun kırk gün namazını kabul etmez. Bir kimse karnında içki varken ölürse cahiliyet ölümü üzerine imansız gider.
[Ravi: Hz. İbni Amr Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

İçki bütün fuhuşları doğurur. Günahların en büyüğüdür. Onu içen kimse annesinin, teyzesinin halasının da üstüne düşmüş gibi olur.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

Hariciler, Cehennem ehlinin köpekleridir. [Kendi aklını beğenip ashabı hataya nispet edenler.]
[Ravi: Hz. Abdullah İbni Ebi Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

Name [Şarkı v.s] kalp de ikiyüzlülüğü yeşertir. Nasıl ki su otu yeşertiyorsa.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 206]

Yalan imana aykırıdır.
[Ravi: Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 228]

Zinada devam eden adam putperest gibidir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 236]

İkiyüzlülüğe devam eden adam puta tapan gibidir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 236]

Ne kötü evdir hamam. Orada sesler yükselir ve avretler açılır.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 242]

Güneş, kıyamet günü bir mile kadar yaklaşır ve harareti de çok ziyade artar. Ve bu sebeple beyinler, taşlar üzerindeki tencerelerin kaynadığı gibi kaynar. Bu hararetten, ehli mahşer, hatalarına göre terlerler. Ve ter onlardan bazısının ayak topuğuna, bazısının bacağına, bazısının karnına kadar çıkar. Bazısına ise ter, gem oluncaya kadar yükselir.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 249]

Kıyamet yaklaştığında yıldırımlar çok olur. Öyle ki, bir adam kavmine gelir de şöyle der: "Dün aranızda kime yıldırım isabet etti?" Cevap verirler: "Falan, falan ve filana yıldırım çarptı."
[Ravi: Hz Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 256]

Şu üç şey bir kimsede olursa halis münafıktır: Konuştuğunda yalan söyler, itimat edildiğinde, emanete hıyanet eder, vaat edince vaadinde durmaz. Bir adam dedi ki: "İkisi gider de biri kalırsa?" Buyurdu ki; Onlardan bir şey kalırsa, ona da nifaktan bir şube vardır.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 263]

Şu üç şey fitneye düşürücüdür: Güzel saç, güzel ses, güzel yüz.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 263]

Allah, üç sınıfa lanet eder: Ana-babaya asi olana, bir kadınla kocasının arasını bozmaya koşana ve sonra o kadını alana, birbirine darılsınlar ve hasetleşsinler diye, bazı sözlerle iki müminin arasını açmaya koşan adama.
[Ravi: Hz. Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Üç kişi cehenneme girer: Dünya için harbe giren, ilmi ile amel etmeyen, çocuğuna şöhret ve dünya da anılmak için bakan.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Üç kişiye Allah gazap eder: Tok iken yemek yiyen, uykusu yokken uyumaya yatan, sebepsiz yere gülen.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Üç kişi hürmeti kaybetmiştir: Allah'ın emirlerini terk ve ALLAH’a isyan edene ve doğru yoldan sapıp çıkana, hevasına uyan kimse ve zalim hükümdar.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Üç kişiye hürmet olmaz: Cenazede para ile ağlayan kadına hürmet yoktur. Onun kazancı da lanetlenmiştir. Şarkıcılara hürmet yoktur, malları bereketsizdir, kazançları da melundur. Bunları dost edinenler de [hoş gören de] lanetlenmiştir. Faiz yiyenin de hürmeti yoktur. Onun malında da bereket yoktur.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Şarkı söylemeyi, bir metni müzik eserini andırır biçimde okumayı sevmek kalp de nifakı besler, suyun taze otu bitirmesi gibi.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 273]

Altı şey haramdandır: Emir’in rüşvet alması ki, bu sayılanların hepsinin en fenasıdır. Köpek parası, kısrak aşım parası, zina yapanın aldığı para, kan alanın kazancı, kâhinin kazancı.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 297]

Altı şey amelleri mahveder: Halkın ayıbı ile meşgul olmak, kalp katılığı, dünya sevgisi, hayâ azlığı, uzun emel, zalimin zulmüne devam etmesi.
[Ravi: Hz. Adiyy Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 297]

Yakında, Benden sonra ümmetim içkiyi içecekler, içki ismi vermeksizin [içki saymaksızın] ve onu içmeye yardımcıları da emirleri[yöneticileri] olacak.
[Ravi: Hz. Ebu Eyyub Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 297]

Benden sonra birtakım yöneticiler gelecek ve dedikleri dedik olacak. İşte bunlar maymunun atılması gibi Cehenneme atılacaklar.
[Ravi: Hz. Muaviye Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 299]

Ahir zamanda, eğlencelerin ve dansözlerin, dansçıların meydan aldığı içkinin de helalmiş gibi gösterildiği zaman yere batma, taş yağma zuhur edecek ve insan kılığından çıkma olacaktır.
[Ravi: Hz. Sehl İbni Saad Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 302]

Yakında ümmetim içinde bazı kimseler olacak ki, çeşitli yemekler yiyecekler, çeşitli içecekler içecekler ve renk renk elbiseler giyecekler ve sözü de dilini döndürüp konuşacaklar. İşte bunlar ümmetimin şerlileridir.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 302]

Ümmetimin sonunda bir takım kadınlar ortaya çıkar ki, erkekler gibi giyinirler ve araçlara binerler ve mescidin kapısında inerler. Onlar giyinik çıplaklardır. Başlarını da zayıf devenin hörgücü gibi yaptırırlar. Onlara lanet edin. Zira onlar lanetlenmiştir. Eğer sizden sonra gelecek ümmet olsaydı, bunlar da o gelecek ümmete hizmetçi olurlardı. Nasıl ki, sizden önceki ümmetlerin kadınlarının sizlere hizmetçi oldukları gibi.
[Ravi: Hz. İbni Amr Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 303]

Benden sonra yakında, bazı yöneticiler gelecek, birbirini öldürecekler.[mevki makam için]
[Ravi: Hz. Ammar Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 303]

Ümmetimin sonunda bir takım kavimler olur ki, camilerini süsler, kalplerini ise harap ederler. Onlardan birisi dinine vermediği önemden fazlasını elbisesine verir. Bunlar, dünyaları selamet oldu mu, ahiret işini dikkate almazlar.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 304]

On şey vardır ki, Lut kavmi onları yapmış ve o yüzden helak edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar: Erkek erkeğe münasebet, fındık gibi topaç taşlarını sapanla atmak, güvercinle oynamak, tef çalmak, içki içmek, sakal kesmek, bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çarpmak, ipek gömlek giymek. Bir tane de ümmetim ilave eder ki, o da kadın kadına münasebette bulunmaktır.
[Ravi: Hz Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 315]

Şu on şey Lut kavminin ahlakındandır: Meclislerde fiske taşı atmak, erkeklerin sakız çiğnemesi, yol üstünde misvak kullanmak, ıslık çalmak, güvercinle oynamak, sapanla taş atmak, sarığın gerektiği şekilde takmamak, sekse oyunu [bir nevi kumar], erkeklerin parmaklarına kına yakması, giydiği kıyafetlerin göğsü açık olması ve çarşıda açık bacakla gezmek.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 316]

Şeytanın yere indirildiğinde yaptığını yaptın. O da elini başına koyarak feryat eyledi. Musibet sebebiyle başını tıraş eden, üstünü paralayan, sesli ağlayan bizden değildir.
[Ravi: Hz. Muharib İbni Disar Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 323]

Şeytan dedi ki: "Mal sahibi, şu üç şeyin birinden benden salim olmaz ve sabah akşam ona bunlar için vesvese vermeye çalışırım: Malı helal olmayan yerden edinmesine uğraşırım. Hak olmayan yere harcatmaya çalışırım. Mala karşı içine sevgi ve muhabbet veririm ki, onu yerine harcayamasın." [Allah'ın koruması oldu mu başka.]
[Ravi: Hz. Abdurrahman Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 332]

Şeytan Rabbine dedi ki: "Ya Rabbi, Adem [a.s.] Cennetten indirildi. Muhakkak ben biliyorum, kitap ve Peygamber olacak. Onların kitap ve Peygamberleri nedir?" Buyurdu ki: "Resulleri melaike ve kendilerinden olan Nebilerdir. Kitapları Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan’dır." Dedi ki: "Öyleyse benim kitabım nedir?" "Senin kitabın resimdir [dövmedir]. Kitabın şiir, elçilerin kâhinler, yemeğin; üzerine besmele çekilmeyen şeyler, içeceğin sarhoşluk veren her içki, sana başı olanlar yalancılar, evin hamam, tuzakların kadınlar, müezzinin çalgılar, mescitlerin de çarşılardır."
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 332]

Lut kavminin her âdeti kayboldu. Üçü müstesna: Kılıcını sürümek, tırnakları boyamak ve avreti açık gezmek [Kısa pantolonla gezmek.]
[Ravi: Hz. Zubeyr Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 341]

Allah günahlardan dilediğinin cezasını kıyamet gününe kadar geciktirir. Anaya-babaya isyan müstesna. Zira Allah onun cezasını sahibine, ölmeden evvel dünya hayatında, acele olarak verir.
[Ravi: Hz. Bekâr Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 342]

Ümmetimin hepsi Cennete girer, istemeyen müstesna. Dediler ki: "Kim istemez?" Buyurdu ki: "Bana itaat eden Cennete girer, Bana isyan eden istememiştir.”
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 342]

Hiç şüphe yok ki, İslamın usulleri [tutanakları] birer birer bozulacak. Birisi bozulduğunda halk ötekine hücum edecek. İlk evvela "hükmü" kaldıracaklar, en sonra da "namazı" bozacaklar.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 346]

Sizler, hiç şüphe yok, evvelkilerin yaptıklarını karış karış ve arşın arşın yapacaksınız. Hatta birisi kertenkele deliğine girse siz de gireceksiniz. Onlardan birisi yolda kadını ile münasebette bulunsa siz de yapacaksınız.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 346]

Ümmetimden bir grup, içkiyi kendi verdikleri isimle helal sayacaklar.
[Ravi: Hz. Ubâde Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 346]

Allah lanet etsin o kimselere ki, şairlerin şiire özendikleri gibi, hutbe söylemeye özenirler[şiir okur gibi vaaz edenlere.]
[Ravi: Hz. Muaviye Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah lanet etsin, cenaze peşinden para ile ağlayan kadına ve dinleyenlere, akraba ziyaretini kesene, musibet sırasında feryatçılık yapana ve dövme nakış yapan ve yaptırana.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah lanet etsin, halkanın ortasına oturana. [Yani güldürmek için sahneye çıkana.]
[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah lanet etsin, saçını ekleyen kadına ve eklettirene ve dövme yapana ve yaptırana.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah içkiye, içene de, sunana da, satana da, satın alana da, sıkana ve sıktırana da, taşıyana da, kendine götürülene de ve parasını yiyene de lanet etsin.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah lanet etsin, kadınlardan erkek kılığına, erkeklerin de kadın kıyafetine girene.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah, faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana ve zekâtı vermeyene de lanet etsin.
[Ravi: Hz. Ali Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah, süslenmek için yüzünü boyayıp yolana da, yoldurana da [yüzündeki tüyleri alana] lanet etsin.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah, Dinen örtülmesi gereken yerlere bakana da baktırana da lanet etsin.
[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah lanet etsin ashabıma sövene.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 348]

Allah Cenneti yarattığında Cebrail [a.s.]'a şöyle buyurdu: "Git ona bak." Cebrail de gitti, baktı, sonra geldi, dedi ki: "Ya Rabbi! İzzetin hakkı için bunu duyup da girmeyen kalmaz." Sonra Allah cennetin etrafını hoşa gitmeyen şeylerle çevirdi. Sonra buyurdu: "Ya Cebrail [a.s.] git ona bak." Cebrail de gitti, baktı, sonra geldi ve dedi ki: "Ya Rabbi! İzzetin hakkı için muhakkak ki ben cennete kimsenin girememesinden korkarım." Ne zaman ki Allah Cehennemi yarattı, şöyle buyurdu: "Ey Cebrail [a.s.] git ona bak." Cebrail de gitti, baktı, sonra geldi, şöyle dedi: "İzzetin hakkı için cehennemi duyup da giren hiç bir kimse olmaz." O zaman Allah, Cehennemin etrafını hoşa giden şeylerle çevirdi. Sonra buyurdu ki; "Ya Cebrail [a.s.] git ona bak." Cebrail de cehenneme baktı ve şöyle dedi: "Ya Rabbi! İzzetin hakkı için muhakkak ki cehenneme girmeyen hiç kimsenin kalmayacağından korkarım."
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 352]

Allah, Adem [a.s.]'in bedenini yaratıp bıraktıktan sonra şeytan dolaşıp Adem[a.s.]’a bakmaya başladı. Ne zaman ki Âdem’in[a.s.] içi boş gördü, "Bu kendine sahip olamaz, benim için kolay ele geçirilebilir bir yaratık" dedi.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 352]

Bu insanlar günahta kendilerini mazur görmedikçe asla helak olmazlar.
[Ravi: Sahabeden biri Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 354]

İçki içmedikçe, kul, dininde genişlik görmekte devam eder. İçki içerse, Allah ondan perdesini yırtar ve şeytan onun velisi, kulağı, gözü ve her şerre sevk eden ve her hayırdan geri bırakan ayağı olur.
[Ravi: Hz. Katade İbni Ayyaş Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 354]

Cehennemden bir kıvılcım yeryüzünün ortasına düşse, sıcaklığının şiddeti ve pis kokusu doğu ile batıyı kaplardı.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 355]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, adam malı nereden aldığına önem vermeyecek. Helal den mi haramdan mı olduğunu önemsemeyecek.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 360]

Kıyamet günü adam babasının elini tutacak, isteyecek ki Cennete götürsün. Ateş ellerini kesecek ve nida olacak ki: "Allah her müşrike Cenneti haram kılmıştır." Bunun üzerine o, yine diyecek ki: "Ya Rabbi babamdır. Ya Rabbi babamdır. Ya Rabbi babamdır." Onun üzerine babası çirkin bir suret ve kokmuş bir hale döndürülecek de artık o da babasına sahip olmayacak.
[Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 360]

Evinden çıkan bir kimse için kapıda bayrak durur. Meleğin elinde bir bayrak, şeytanın elinde bir bayrak. Eğer o adam Allah'ın hoşlanacağı bir iş için gidiyorsa, melek bayrağını açar ve onu takip eder ve o kimse evine dönünceye kadar meleğin bayrağı altında kalmakta devam eder. Eğer hoşlanmayacağı bir iş için çıkarsa, şeytan bayrağını açarak onu takip eder ve o da evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında kalmakta devam eder.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 381]

İçkiye idmanlı [devamlı] olan adam puta tapınan gibidir.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 392]

Kim gülerek günah yaparsa ağlayarak Cehenneme girer.
[Ravi: Hz İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 400]

Kim nüfuz sahibi bir kimseye dünyalık umarak mertebesinin altına girerse Allah ondan dünyada ve ahirette yüzünü çevirir.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 413]

Kim, Allah'tan başkası için, Allah'tan başkasını kast ederek bir ilim öğrenirse Cehennemdeki yerine hazırlansın.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 413]

Bir kimse dünya ve ahiret işinden kendisine kaygı veren şeyde kaygılarını bir kaygı ederse, Allah ona kâfi gelir. Kim de kaygılarını çoğaltırsa dünyanın hangi vadisinde helak olursa olsun, Allah ona sahip çıkmaz.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 416]

Bir kimse haram kana dilinin ucu ile ortak olmuş olsa, kıyamet günü alnında: "Bu adamın Allah'ın rahmetinden ümidi yoktur" diye yazılı olduğu halde gelir.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 425]

Bir kimse ümmetime hainlik ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Dediler ki: "Ya Resulallah hainlik nedir?" Buyurdu ki: "İnsanlara bidat icat etmek[dinde olmayan şeyleri dinde varmış gibi göstermek] ve onunla amel etmektir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 431]

Bir kimse yalanı, yalanla ameli ve cahilce amelleri bırakmazsa, Allah”ın onun yemeği ve içmeyi bırakmasına ihtiyacı yoktur. [Orucunun kıymeti yok.]
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 442]

Bir kimse bıyıklarını kesmezse bizden değildir.
[Ravi: Hz. Zeyd İbni Erkam Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 442]
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Bir kimse Lut kavminin amelini yapar halde [tövbe etmeden] vefat ederse, kabri onu onların arasında oluncaya kadar yanlarına götürür. [Veya onların amellerinin azabın mezarında görür olur.] Ve kıyamette de onlarla beraber diriltilir.
[Ravi: Hz. Vekî' Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 444]

Bir kimse saçını sakalını yolar ve siyaha boyarsa, Allah yanında onun nasibi yoktur.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 444]

Bina kıyamet alametindendir. Bir adamın camiden geçip de iki rekât kılmaması, tanıdığından başkasına selam vermemesi ve çocuğun yaşlı bir kimseyi işe koşturması da kıyamet alametlerindendir.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

Kıyamet alametidir, komşuluğun kötüleşmesi, akrabanın yoklanmaması, cihadın kalkması, dünyanın dini bozması.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

Kıyamet alametlerindendir; çocuğun öfkeli, yağmurun hararetli olması, kötülüklerin taşması, yalancının onaylanması, doğrunun yalanlanması, haine güvenilmesi, emine ihanet edilmesi, münafıkların kabileye yönetici olması, çarşıya münafıkların hükmetmesi, imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yerlerin süslenmesi, kalplerin harap edilmesi, erkeğin erkeklerle, kadınların kadınlarla ilişkiye girmesi, dünyanın eski imar edilmiş kısmının harap edilmesi, harap olan yerlerin yeniden yapılması, şüphenin açık olması ve açıkça faiz yenmesi, çalgının ve eğlence aletlerinin her yerde olması, içkinin içilmesi, güvenlik kuvvetlerinin, birisine iftira ederek zarar verenlerin ve birisi hakkında hoş olmayan şeyleri konuşanların çoğalması.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

Kıyametin yaklaşmasındandır; vaaz edilen yerlerin çoğalması, vaaz edenlerin çoğalması, âlimlerin süslere meyledip haramı helal, helali haram etmeleri ve insanların istediği gibi fetva vermeleri, altın ve gümüşlerinizi helal saymayı öğütlemeleri ve Kuran'ı ticaret eşyası gibi kullanmaları.
[Ravi: Hz. Ali Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

Kıyametin yaklaşmasındandır, yağmurun çok, ekinin az, okumuşun çok, İslam hukukçusunun az oluşu ve âlimin çok, güvenilir adamın az oluşu.
[Ravi: Hz. Abdurrahman İbni Amr Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 449]

99 kadından bir tanesi Cennette, kalanı Cehennemdedir.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 449]

Biz son ümmetiz ama kıyamet gününde ahirette ilk ümmetiz. Dünya malını çoğaltanlar alçakların ta kendileridir. Onlar ahirette kıyamet gününde aşağı makamlarda kalacaklardır. Meğerki malını şöyle şöyle taksim etmiş ola. Uhud dağı kadar altınım olsun hoşuma gitmezdi. Onu Allah yolunda kullanırdım.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 451]

Erkekler kadınlara itaat ettiklerinde mahvoldular.
[Ravi: Hz. Ebu Bekre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 455]

Beni Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, Benden sonra ümmetim fetret devri içinde olacak. O devirde herkes helali aramadan mal talebinde bulunacak, kanlar akıtılacak ve şiir Kuran’a bedel tutulacak.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 456//Deylemi; geleceğin tarihi, sayfa 50]
İslam dünyası, geçmişte tarihin en büyük ve ihtişamlı medeniyetlerinden birini inşa etmişti. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte, İslam dünyasının 20. yüzyıldaki konumu derinden etkilendi. İslam birliği dağıldı.

Emaneti korumayanın imanı ve sözünde durmayanın da dini yoktur.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 463]

Gerek yere batmak, suret değiştirmek ve gerekse taş yağmak zaruridir. Dediler ki; "Ya Resulallah bu ümmete mi?" Buyurdu ki “Evet, onlar şarkıcı cariyeler edindiklerinde, zinayı helal saydıklarında, faiz yediklerinde, Harem [Mekke]de avlanmayı ve ipek giymeyi helal saydıklarında ve erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde.”
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 464]

Şarkıcı cariye satmayın, onları satın da almayın. Onlara öğretmeyin. Bunların alış verişinde hayır yoktur. Parası da haramdır.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 466]

Ey kadınlar ancak nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba olan erkeklerle konuşun. Olmayanlarla konuşmayın.
[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 469]

İçinde resim ve heykel olan eve melek girmez.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 470]

Kendisinde, suret, köpek ve cünüp bulunan eve melek girmez.
[Ravi: Hz. Ali Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 470]

Kıyamet gününde şu beş şeyden hesap vermedikçe Âdemoğlunun ayakları Rabbinin huzurundan ayrılmaz: Ömrünü nerede tüketti. Gençliğini nasıl geçirdi. Malını nasıl kazandı. Malını nereye harcadı. İlmi ile nasıl amel etti.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 472]

Duvarlara süslü halılar örtmeyin. Kim ki izinsiz din kardeşinin mektubuna bakarsa ateşe bakmış gibi olur. Allah'a dua ederken ellerinizi göğe doğru açın, aşağı doğru çevirmeyin, bitince yüzünüze sürün.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 473]

Yahudilerin selam verdiği gibi selam vermeyin. Zira onlar elle, başla işaretle selam verirler.
[Ravi: Hz. Câbire Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 474]

Sığırların dilleri ile yemek yedikleri gibi, geçimlerini dilleri ile sağlayan bir kavim çıkmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ravi: Hz. Saad Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 477]

Kalpler birbirine yabancı olmadan, sözler birbirinden ayrılmadan ana-baba bir, kardeşler farklı dinlerden olmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 477]

Cennete, hileci, aceleci, adi adam, iyiliği başa kakan, hain ve kölesini fena kullanan kimse giremez. Cennetin kapısını çalacak olanların ilki erkek ve kadın kölelerdir. Öyle ise Allah’tan korkun, sizinle Allah arasında olan ve sizinle köleleriniz arasında olan işlerinizi güzel tutun.
[Ravi: Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 485]

Zina yapan kimse, zina ederken mümin değildir. Şarap için de içerken mümin değildir. Hırsızlık yapan da hırsızlık yaparken mümin değildir, yağmacılık yapan bir mevki sahibi kimse de yağmacılık yaparken mümin değildir. Öyle bir yağmacılık ki; o adamın cüretine hayretten dolayı insanların gözü ona dikilir. [Müslim’in Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayetinde "sizden hiç biriniz ganimetten bir şey çaldığında mümin değildir. Aman sakının! Sakının!" ibaresi ilavesi vardır.]
[Ravi: Hz. Abdullah İbni Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 488]

Ya Esma, kadın, kız ergenliğe girdi mi onun artık yüzü ile elinden başka yeri gözükmemesi gerekir.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 493]

Ey insanlar hayâ etmiyor musunuz? Yemeyeceğiniz şeyleri topluyor, oturmayacağınız binalar yapıyor, akıl erdiremeyeceğiniz emeller güdüyorsunuz. Bundan utanmıyor musunuz?
[Ravi: Hz. Ummi Velid binti Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 495]

Ey insanlar, Allah kitabını Peygamberlerin lisanı üzere indirdi. Helalini helal, haramını haram kıldı. Peygamberlerinin lisanı üzerine indirdiği kitabında helal kıldıkları kıyamete kadar helaldir. Peygamberinin lisanı üzerine indirdiği kitabındaki haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 495]

Ey insanlar, kadınlarınızı süslenerek giyinmekten ve mescitte gururlanarak, yürümekten men ediniz. Zira beni İsrail, kadınlarının süslü elbiseler giymesi ve mescitlerde gururlanarak yürümelerine kadar lanetlenmediler.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 495]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, adam malın kendisine nereden geldiğine, helalden mi, haramdan mı geldiğine aldırmayacak.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 502]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, adam bir topluluğun içinde oturacak ta, orda uygunsuz bir konu konuşulduğunda, kendisiyle alay edilecek diye kalkamayacak.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 504// Deylemi; geleceğin tarihi 1, sayfa 30]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şeytanlar onların evlatlarına ortak olacaklar. Denildi ki; "Bu da olacak mı ya Resulallah?" Buyurdu ki, evet. Dediler ki: "Bizim evlatlarımızı onların evladından nasıl ayırt edeceğiz?" Buyurdu ki: "Hayâ ve merhamet azlığından anlaşılacak.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 504]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, kaygıları kursakları, şerefleri malları, kıbleleri kadınları olacak. Dinleri de altın ve gümüşleri olacaktır. Bunlar halkın şerlileridir ve Allah yanında onların nasibi yoktur.
[Ravi: Hz. Ali Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 504//[Sülemi; geleceğin tarihi 1, sayfa 19]

Doğuda başı tıraşlı [saçları kısa] bir cemaat çıkar. Onlar Kuran'ı okurlar, hançerlerini geçmez. Onları öldürenlere ve onlar tarafından öldürülenlere ne mutlu.
[Ravi: Hz. Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 507]

Doğuda başları tıraşlı [saçları kısa] bir kavim çıkar. Kuran'ı dilleri ile okurlar lakin hançerelerini geçmez. Onlar dinden, okun yaydan çıktığı gibi çıkarlar.
[Ravi: Hz. Sehl İbni Hüneyf Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 508]

Sizden biri sırt üstü uyuduğu zaman şeytan üç düğüm atar. Her düğümü yerine sağlamlaştırmak için de "uzun gece boyunca uyu diyerek" eliyle vurur. Eğer o kimse uyanır da Allah'ı anarsa bir düğüm çözülür, abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Eğer namaz kılarsa bütün düğümleri çözülmüş olarak, o neşeli bir şekilde ve ferah bir gönülle sabahlar. Yoksa mahzun bir kalbe ve tembel olarak sabaha çıkar.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 512]


Bismillahirrahmanirrahiym. Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı. Sadakallahül-Azıym.
[Kamer Suresi, 1.ayet]
-Ayette kullanılan ‘yarmak’ fiilinin Arapça karşılığı şakka’dır. Bu kelimenin Arapça’da farklı anlamları bulunmaktadır. Bazı Kuran tefsirlerinde ’ikiye yarılmak’ manası tercih edilmektedir. Bununla birlikte ’şakka’ kelimesi Arapçada ‘toprağı sürme, toprağı kazma’ anlamlarında kullanılmaktadır.
Kamer Suresi’nde 14 yüzyıl öncesinden haber verilen ayet; 20 Temmuz 1969’da ay yüzeyinde yapılan çalışmalar ile gerçekleşmiştir. Amerikalı astronotların Ay’a ayak basarak, Ay toprağı üzerinde bilimsel araştırmalar yapmaları, taş ve toprak örnekleri toplamaları Ay’ın yarılması ayetindeki ifadelere tam olarak uymaktadır.

-Şevval ayında ayaklanma, zilkade’de harp konuşmaları, zilhicce de ise harp vakti olacak.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 166]
-İran-Irak[IraQ] savaşının gelişim aşamalarıyla aynı tarihe denk gelmektedir. İran Şahı’na karşı olan ilk ayaklanma bilindiği gibi hadiste belirtilen 5 şevval 1398 [8 Eylül 1976]’da olmuştur. Hicri 1400 Zilhicce [Ekim 1980] ayında İran-Irak[IraQ] savaşı tam anlamıyla başlamıştır.

Fırat ve Dicle arasında Zevra[Bağdat] denilen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak.
[Kenzul Ummal, Kitab-ul Kıyame Kısm-ul-Efal, 5.cilt, sayfa 38, El Muttaki]
-Hadiste geçen Fırat ve Dicle arasında ki bu büyük savaş ile yakın geçmişte yaşanan İran-Irak[IraQ] savaşına işaret edilmektedir.

Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 26]
-11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York ve Washington şehirlerinde meydana gelen, dünya tarihinin en büyük terör olayı olarak nitelendirilen saldırıya işaret edilmektedir. Bu patlamalar sonucunda büyük bir duman oluşmuş ve bu duman tüm şehirden ve hatta civar kentlerden görülebilecek kadar yükselmiş ve yayılmıştır. Çöken binalar ise, daha büyük bir toz bulutunun oluşmasına neden olmuş, hatta çevredeki insanların üzerleri tamamen bu tozla kaplanmıştır. Emperyalist amaçları uğruna kendi halkına bile saldırmakta tereddüt etmeyen ABD yönetimi, bu defa düzmece bir senaryo ile ikiz kuleleri yıkıp 3 bin insanını kendi elleriyle enkaza gömdü. Sistematik bir şekilde patlatılan binaların enkazları, Amerika da hiç yer yokmuş gibi ivedilikle Amerika dışındaki ülkelere gemilerle nakledilmiştir.

Talikan’a[Afganistan’a] yazık oldu. Şüphesiz ALLAH’ın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 59]
--11 Eylülü bahane eden ABD 2001 yılında dünyanın alakasız bir noktasındaki Afganistan’a saldırdı. Gerçek neden ise Afganistan’ın henüz işletilmeye başlanmamış olan sonsuz doğal gaz rezervlerinin Çine akışını önlemek ve Rusya'yı güneyden kuşatmaktır. Bu saldırılarda 100 bine yakın Afganlı öldürülmüş ve bu katliam halen devam etmektedir.

Fırat Nehri’nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 28]

Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar onun için harp edecek ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecek, onlardan her adam, keşke kurtulan ben olsaydım, diyecektir.
[Sahih-i Müslim, 11/320]

Ramazan ayında Ay ve Güneş tutulması kıyamet alametlerindendir.
[El-Kavlu-l Muhtasar fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 47]
--Bu tespitlere uygun olarak, 1981 yılında[hicri 1401’de] Ramazan ayının 15. günü Ay, 29.günü de güneş tutulmuştur. Yine ikinci olarak, 1982 yılında [hicri 1402’de] Ramazan ayının 14. günü ay, 28. günü güneş tutulmuştur. Üstelik benzer bir tutulma olayı; 2002 yılında[hicri 1423’de] ramazan ayının ortasında ay, sonunda güneş tutulması gerçekleşmiştir. Yine ikinci olarak, 2003 yılında [hicri 1424’de] ramazanın ortasında ay, sonunda güneş tutulması yaşanmıştır.

Her tarafı aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 200]
--1986 yılında [hicri 1406’da] yani 14.yüzyılın başlarında ’Halley Kuyruklu Yıldızı’ dünyanın yakınından geçmiştir. Bu kuyruklu yıldız parlak bir yıldızdır. Hareket yönü doğudan batıya doğrudur. 1982 ve 1983 yıllarında meydana gelen ay ve güneş tutulmaları olayından sonra ortaya çıkmıştır. Bu yıldızın doğuşunun da diğer alametler ile aynı zamanda gelmesi, Halley kuyruklu yıldızının hadiste işaret edilen yıldız olduğunu doğrular niteliktedir.
Tarih boyunca bu kuyruklu yıldızın geçtiği zamanlarda Müslümanlar açısından çok önemli, hatta dönüm noktası olan olaylar meydana gelmiştir. Bunlardan bir kısmı Aleyhisselatu Vesselam Efendimizden aktarılan rivayetlerde bildirilmiştir:
--Bu yıldız ilk çıktığında: Hz. Nuh kavmi yok edilmiştir. Hz. İbrahim ateşe atılmıştır. Hz. Musa ile mücadele eden Firavun ve kavmi yok edilmiştir. Hz. Yahya öldürüldüğünde de görülmüştür. Siz o yıldızı gördüğünüzde fitnenin şerrinden ALLAH’A sığınınız. [Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 32]

Bu yıldız geçtiğinde meydana geldiği rivayet edilen diğer olaylar şunlardır:
Hz. İsa doğmuştur. Aleyhisselatu Vesselam Efendimize ilk vahiy gelmeye başlamıştır. Osmanlı devleti tarih sahnesinde yer almaya başlamıştır. İstanbul Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiğinde de bu yıldız görülmüştür.

İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina’ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi gibi büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 35]
--1979[hicri 1400’de gerçekleşen Kâbe baskınının ardından 7 sene sonra hicri 1407 yılında, hac sırasında çok daha büyük, kanlı bir olay meydana gelmiştir. Bu olayda caddede gösteri yapan hacılara saldırılarak 402 kişi katledilmiş, çok fazla kan akıtılmıştır]

Doğudan üç veya yedi gün ardı ardına büyük bir ateş zuhur edecek, gökte karanlık görülecek, gökte alışılmış olan kırmızının aksine bambaşka bir kızıllık yayılacak. Yeryüzünün duyup anlayabileceği bir dille nida edilecek.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 166]
--Bilindiği gibi Temmuz 1991 yılında Irak’ın [IraQ], Kuveyt’i işgali sonrasında, Kuveyt'e ait petrol kuyularını ateşe vermesi sonucunda Kuveyt ve Basra Körfezi’ni büyük bir ateş sarmıştır. Bu ateşle ilgili o dönemdeki yazılı kaynaklarda yer verilen bir açıklama şöyledir:
<Kuveyt’te yanan petrol, insanlar ve hayvanlar arasında ölüme sebep oldu. Uzmanlara göre günde yarım milyon ton petrol duman olarak atmosfere karıştı. Her gün 10 tondan fazla is, kükürt, karbondioksit ve büyük miktarda, kanser yapıcı özelliği olan hidrokarbonlar bulut gibi körfez üzerinde asılı durdular. Yalnız körfez değil, onun şahsında tüm dünya yandı. [Kurtlar Sofrasında Ortadoğu, sayfa 175]

Sistemlerin değişmeleri

Yaygın katliamların vuku bulacağı büyük bir fitne görülecektir.
[El-Kavlu’l Muhtasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 37]
--Geçtiğimiz yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşanmış ve sırf bu savaşlarda 65 milyon insan hayatını kaybetmiştir.20. yüzyıl boyunca siyasi nedenlerle katledilen sivillerin sayısının 180 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Bu, daha önceki yüzyıllarla kıyaslandığında olağanüstü derece de yüksek bir rakamdır.

Önce Şam ve Mısır melikleri [hükümdar, yönetici, memleket sahibi] öldürülecektir.
[El-Kavlu’l Muhtasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 49]
--Mısır’ın yakın tarihi incelendiğinde hadiste de belirtildiği gibi bir yöneticinin öldürüldüğü görülmektedir: 1970 yılında Mısır’ın başına geçen ve 11 yıl iktidarda kalan Enver Sedat. Enver Sedat 1981 yılında bir resmigeçit sırasında muhalifleri tarafından düzenlenen bir suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Mısır tarihinde öldürülen yöneticilerden diğerleri de; 1910 yılında suikasta uğrayan Başbakan Butros Gali, 1945 yılında öldürülen Mısır Başbakanı Ahmed Maher Pafla ve 1948’de yine bir suikast sonucu öldürülen Mısır Başbakanı Mahmoud Nukrashy Pafla’dır. Şam kelimesi ise, yalnızca Suriye’deki Şam şehri için kullanılmaz. Şam, Arapça’da kelime anlamı olarak ‘sol’ anlamına gelir ve eskiden beri Hicaz bölgesinin sol tarafında kalan ülkeleri ifade eder. Şam bölgesi yöneticilerinden de suikasta uğrayan çok sayıda kişi olmuştur. Bunlardan birkaç örnek şöyledir:
--1920’de öldürülen Suriye’nin eski Cumhurbaşkanı Salah Al-Deen Beetar, 1921’de öldürülen Suriye Başbakanı Droubi Pafla, 1949’da suikasta uğrayan Suriye Başbakanı Muhsin Al-Barazi, 1951’de öldürülen Ürdün Kralı Abdullah, 1982’ de bombalı suikasta uğrayan Lübnan’da falanjist lideri Beflir Cemayel.

Şam ehli, Mısırlı kabileleri esir alacaklardır!
[El Kavl-ul Muhtasar fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 49]
—Bugün söz konusu bölgede yer alan devletler arasında İsrail de bulunmaktadır. Bu hadis’te 26 Ekim 1956 tarihinde İsrail'in mısıra saldırması ve Sina yarımadasını işgal etmesine işaret edilmektedir. 1967 yılındaki 6 gün savaşı ise İsrail-Mısır arasındaki başka bir savaştı. 5 Haziran’da İsrail hava kuvvetleri, Mısır’ın bazı hava üstlerine saldırılarda bulundu.

Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi helak olur.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 38]
--Hadislerde belirtilen büyük şehirlerin, imar edilmiş beldelerin helak oluşu ve harap edilmesi, savaşlar ve çeşitli doğal afetler sonucunda meydana gelen yıkımlardır.

Dünyanın harap olmuş yerlerinin yeniden inşa edilmesi, inşa edilmiş yerlerinin yıkılması kıyametin şart ve alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 138]
--Harap olan yerlerin inşa edilmesi de ahir zaman alametlerindendir. Berlin, Leningrad[ST. Petersburg], Dresden gibi 2. dünya savaşı sırasında tanınmayacak hale gelen büyük Avrupa şehirleri, savaş sonrasında yeniden inşa edilmiştir. Japonya’nın Kobe şehri 1995 yılının ocak ayında büyük bir deprem sonucu harap olmuştur. Japonlar bütün zararlara rağmen kısa bir süre içinde Kobe şehrini tekrar inşa ettiler.

Iraklıların [IraQ] elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak.
[Kenzul Ummal; Kitab-ul Kıyame Kısm-ul Efal, 5.cilt sayfa 45]
--Ahir zaman alametlerinden biri de Iraklıların [IraQ] parasının değer kaybetmesidir. İran-Irak[IraQ] ve Körfez Savaşı sonrasında Irak’ta[IraQ] yaşanan ekonomik çöküntü ve savaş sonrası devam eden ambargolar bilinmektedir.

Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir.
[Risalet-ül Huruc-ül Mehdi,3.cilt, sayfa 177]
--2003 Irak[IraQ] Savaşı’nda, savaşın ilk gününden itibaren Bağdat, en yoğun bombardımana tutulan şehirlerden biri olmuştur. Aşırı bombardıman, geceleri Bağdat’ın tıpkı hadiste haber verildiği gibi alev alev yanmasına neden olmuştur. ABD 2003 yılında bir dolu iğrenç yalan ile daha önce İran ve Kuveyt savaşlarında kullandığı işbirlikçi Saddam Hüseyin rejimini bahane ederek Irak’ı[IraQ] işgal etti. Oysa Saddam Hüseyin 1991 yılında Körfez Savaşı sonrası kayıtsız şartsız teslim olmuştu. ABD’nin niyeti gerçekten rejimi değiştirmek olsaydı o gün 24 saat içinde bu işi yapabilecek durumdaydı. Ama yapmadı. Mart 2003den Temmuz 2006 ya kadar yaşları 15–44 arası 650 bin Iraklı[IraQ] sivil öldürülmüştür.

—Irak’a [IraQ'a] saldırmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Iraktaki [IraQ] masum insanlar Şam’a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak’ta [IraQ] yeniden yapılanır.
[Kenzul Ummal; Kitab-ul Kıyame Kısm-ul Efal, 5.cilt, sayfa 254]
--Hadiste Irak'ın [IraQ] yeniden inşa edileceğine dikkat çekilmektedir. Önce İran-Irak[IraQ] Savaşı, daha sonra Körfez Savaşı, son olarak da 2003’teki Irak [IraQ] savaşlarının ardından, Irak’ta [IraQ] pek çok şehir yerle bir olmuştur. 2003 yılında Irak[IraQ] Savaşı başlamadan önce on binlerce Iraklının [IraQ], Suriye başta olmak üzere çeşitli ülkelere göç etme çabaları bu hadisteki olaya işaret etmektedir.

Öyle bela ve musibetler olacak ki, hiçbir kimse, sığınabileceği bir makam bulamayacaktır. Bu belalar Şam’ın etrafında dolanacak, Irak'ın [IraQ] üzerine çökecek. Arabistan yarımadasının elini ve ayağını bağlayacaktır. Onlar belayı bir taraftan defetmeye çalışırlarken, diğer taraftan o yine ortaya çıkacaktır.
[Kenzul Ummal; Kitab-ul Kıyame Kısm-ul Efal, 5.cilt, sayfa 38–39]

Irak[IraQ] halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz zaman kıyamete hazırlanın.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]
--Ahir zaman alametlerinden biri de Irak[IraQ] halkının üçe ayrılmasıdır.

Fırat nehri ile Dicle nehri arasında bir şehir kurulacak da orada Abbas oğullarının saltanatları kurulacaktır. Orası Zavra[yani Bağdat şehri] diye isimlendirmiştir. Ey müminlerin Emir’i, Resul-i Ekrem o”rasını niçin Zavra isimlendirmiştir?” Çünkü harp her tarafını sardığı ve ta kenar bucaklara kadar ulaştığı için Zavra diye isimlendirir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 426]

Müslümanlar Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmaz.
[Ebu Müslim; İmam Tirmizi]
20. yüzyılın başlarından itibaren Müslümanlarla Yahudiler arasındaki savaş ve çatışmalar sürmektedir. Birinci dünya savaşı ile Osmanlı hâkimiyetinden çıkan Filistin toprakları, bu dönemden sonra bir daha barış ve huzura kavuşamadı. 1940 yılından bugüne Filistin’de kanlı savaşlar yaşanmış ve dönem dönem yaşanmaktadır.

Muhammed ümmetinden masum bir çocuk öldürüldüğünde, gökten bir melek ‘hak onda ve onun yanında olandadır’ diye haykırır.
[Sabban İsafur Ragibin, sayfa 154]
--Ahir zamanın önemli alametlerinden biri de masum çocukların öldürülmesidir. Bu durumun örnekleri özellikle son yıllarda yaşanan savaş ve çatışmalarda yoğun olarak görülmektedir.

Bir fitne görülür, bunu diğer fitneler takip eder. Bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir. [
Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 26]
--günümüzde fuhuş, kumar, içki, rüşvet gibi birçok fiil, haram olmalarına rağmen dünyanın pek çok ülkesinde giderek artan bir oranda işlenmektedir.

ALLAH apaçık inkâr edilir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 27]
--ALLAH’I inkâr etme sapkınlığı olan ateizm, 19.yüzyılın sonundan itibaren yaygınlaşmıştır.

Lat-uzza’ya yeniden ALLAH’TAN başka ilah edinilerek tapılmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 281]
--ALLAH’tan başka ilah edinmek hiç şüphesiz çok büyük bir sapkınlık ve günahtır. Bazı insanlara putlara tapmaktan bahsedildiğinde, yalnızca geçmiş toplumların yaptığı gibi tahtadan veya taştan yontulmuş heykellere tapmaktan bahsedildiğini sanırlar. Oysa bu yanılgıdır. Şirk koşan bir insan, yalnızca insan yapımı putlara tapan insan demek değildir. ALLAH’ın Kuran’da bildirdiği gibi, şirk koşmadan iman etmek demek ‘’dini yalnızca ALLAH’a halis kılarak-yani yalnızca ALLAH’ın rızasını ve rahmetini umarak- iman etmek’ demektir. Ahir zamanda ise, şirk koşmadan samimi olarak iman eden insanların sayısı azalacak, gösteriş için ibadet eden, ALLAH’ın hak dininden uzaklaşarak kendilerine birtakım batıl inançlar edinen insanların sayısı artacaktır.

Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.
[İmam Suyuti, Cami’üs-Sağır, 3/211]
--Anarşi ve çatışma, geride bıraktığımız yüzyılın en belirgin özelliklerinden biridir. İç savaşlar, ihtilal ve ayaklanmalar binlerce insanın hayatına mal olmuş, güvenlik ve huzur insanların en büyük özlemlerinden biri haline gelmiştir.

Bütün kalplerin içine fesat düştüğü için bir kısım halk diğeriyle konuşarak barış ve ittifak gösterileri yaparlar. Fakat kalplerinde barış ile ittifaka muhalif bir durum olduğu bir devir gelmedikçe kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 382]
--Özellikle İsrail-Filistin arasında her türlü girişim ve çabaya rağmen bir türlü gerçekleşemeyen barış.

O sırada fitneler, karışıklıklar, ihtilaller çok olur da insanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 482; Kitabü’n-Nihaye, İbn-i Kesir]
--20 yüzyılın sonlarından itibaren başta Salvador, Nikaragua gibi orta ve güney Amerika ülkeleri başka olmak üzere dünyanın dört bir yanında ihtilaller, darbeler ve karşı darbeler yaşanmıştır.

Ey ALLAH’ın Resulü, ahlas nedir?
Kaçışmak-yani insanlar arasındaki aşırı düşmanlıklardan dolayı birbirlerine güvenemedikleri için kaçışmaları- ve insanların mallarının yağma edilmesidir, buyurdu.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 386]
--Yurtlarından göç etmek zorunda bırakılan insanlara işaret edilmektedir.


2 büyük İslam ordusu birbirleriyle harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 454]
--İran- Irak[IraQ] savaşı, Irak’ın [IraQ] 1990 yılında Kuveyt’i işgali.

Ahir zamanda ümmetimin başına yöneticilerinden şiddetli belalar gelir, öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 12]
--Müslüman ülkelerde, din ahlakından uzak, zalim ve acımasız karakterli kişilerin iktidarda olacaklarına işaret edilmektedir.

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulallah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, öldürülen de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”
[Ebu Müslim, Fiten, sayfa 56]
--Cinayetlerde ahir zaman alametlerinden biridir. Çok küçük bir tartışma nedeniyle veya karşısındaki kişinin tepkisinden hoşlanmadığını, dinlediği müzikten rahatsız olduğunu öne sürerek, çok az bir miktar para elde edeceğini düşünerek cinayet işleyenlere sıkça rastlamaktayız.

Fakirler çoğalacak.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 455]

Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğine yayılacak.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 440]
--Hiç şüphesiz tarih boyunca açlık ve sefalet hep var olmuştur. Ancak ahir zamanda fakirlik tüm dünya genelinde çok büyük bir artış göstermiştir. Bugün dünyanın dört bir yanında yiyecekten ve içecekten mahrum, sağlıksız koşullar altında yaşayan, barınacak bir yer bulamayan insanlar bulunmaktadır.

İnsanlar 95. seneye kadar malik olacak, yani işleri iyi gidecek, 97 veya 99. sene de mülkleri zayi olacak.
[El-Kavlu-l Muhtasar fi Alametil Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 54]
--Ahir zamanda nasıl bir ekonomik durum olacağına işaret edilmektedir.

Ticaret ve yollarının kesildiği ve fitnelerin çoğaldığı zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 52]

Milletler arasında ticaret yolları kesilecek, insanlar arasında fitneler çoğalacaktır.
[El-Kavlu’l Muhtasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 39]
--Günümüzde ülkeler arasında yapılan ticari ve ekonomik iş birliği anlaşmalarına rağmen, güvenlik endişesi kimi zaman ticari faaliyetlere engel olmaktadır.

Herkesin az kazançtan yakınması. Paraları için zenginlerin saygı görmesi.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 146]

Piyasaların durgun olması, kazançların azalması kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 146]

İşlerin kesat gitmesi kıyamet alametlerindendir. Herkes <satamıyorum, alamıyorum, kazanamıyorum!> diye yakınacak.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 152]

15 şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belaların gelmesi vacip olur!” buyurmuşlardır. [yanındakiler:] “Ey ALLAH’ın Resulü! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz saydı: “ganimet[yani milli servet, fakirlere uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında] dönen bir mal haline gelirse.” [imam Tirmizi, Fiten, sayfa 39]
--Bu durum günümüzde dünya genelinde yoğun olarak yaşanmaktadır. Bugün dünyanın en zengin insanları, dünyadaki zenginliklerin büyük kısmını kontrolleri altında tutarken, milyarlarca insan da fakirlik ve açlık içinde yaşamaktadır.

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Depremler çoğalacak.
[Ramuz-el Ehadis, 476/11]

Kıyametten önce iki büyük hadise vardır. Ve sonra da zelzeleli yıllar.
[Ramuz-el Ehadis,187/2]

Barınacak evler, sizi taşıyacak hayvanlar bulamayacağınız günler yaklaşmıştır. Çünkü evlerinizi depremler yıkacak.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 146]

Anlaşmazlıklar ve sık sık depremler meydana gelecek.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 166]
--Son birkaç yıl içinde meydana gelen büyük ve sürekli depremler, dünya kamuoyunun gündeminde devamlı olarak ilk sıralarda yer almaktadır. Amerikan Ulusal Deprem Enformasyon Merkezi verilerine göre sadece 1999 yılında, yeryüzünde küçük veya büyük şiddette 20.832 deprem meydana gelmiştir.

Kıyamet alametlerinin ilki yer çökmeleridir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 518]

Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceden gelip geçenlere –çeşitli itham ve bahanelerle hakaret ettiği zaman, artık kızıl rüzgârları, yere batışı veya suret değiştirmeyi veya gökten taş yağmasını bekleyin.
[Tirmizi, Fiten, sayfa 39/ Kutub-i Sitte, 14.cilt, sayfa 341]

“İnsanlara ölüm gelip evler mezar olduğu zaman halin nice olur?” buyurdu.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 392]

Kıyametten önce 10 alamet görmeden, kıyamet kopmayacaktır. Onuncusu, insanları denize atacak olan kasırga.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 288]
--Şehirlerin yok olmasına neden olan bir diğer sebep de doğal afetlerdir. Doğal afetlerin içinde bulunduğumuz çağda hem sayısal hem de büyüklük olarak arttığı istatistiksel bir gerçektir. Son 10 yılda baş gösteren iklim değişikliklerinin yol açtığı felaketler bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Sanayi, zararlı ve istenmeyen bir yan ürün olan küresel ısınmaya sebep olmakta, giderek ısınan dünya atmosferindeki dengeler bozulmakta ve böylece iklim değişiklikleri meydana gelmektedir.

Ev ve kulübe bırakmayan şiddetli bir yağmur yağıncaya kadar kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 253]

Yağmurun çoğalması, otların azalması kıyametin yaklaşmasındandır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 137]

Gökten şiddetli yağmur yağıp, taş binalar hariç bütün kerpiç evler yıkılmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ahmed b. Hanbel, Müsned 13/291]
--Şiddetli yağmurlar sonucunda oluşan sel baskınları, insanların hayatlarını ve mallarını kaybetmelerine neden olan büyük doğal felaketler arasındadır. Özellikle son dönemlerde sel baskınları, dünyanın çeşitli bölgelerinde önemli oranda can ve mal kaybına neden olmuştur.

Kıyametin yaklaştığı sırada yıldırımlar o kadar çoğalacak ki, insanlar birbirlerine şöyle diyecekler: “Dün kime yıldırım isabet etti?” Onlarda şöyle cevap verecekler: “Dün falan ve filan kimseleri yıldırım çarptı.”
[El-Hakim, Müstedrek, 4/444]

Evlerinizi depremler yıkacak, hayvanlarınızı yıldırımlar yakıp kömüre çevirecektir.
[Naim bin Hammad; Geleceğin Tarihi 4.cilt, sayfa 69]
--Yıldırımların artması kıyamet alametlerinden birisidir. Yıldırım düşmesi nedeniyle can ve mal kaybının artması son yıllarda sıkça rastlanan bir durum olmuştur.1998 yılında Kongo’da futbol sahasına düşen yıldırım neticesinde, sahadaki 11 futbolcunun ölümü bu örneklerden biridir. 2001 yılında Meksika’da futbol sahasına düşen yıldırım nedeniyle de 6 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlar dışında da yıldırım düşmeleri pek çok insanın hayatını kaybetmesine ve hayvanların telef olmasına neden olmaktadır.

İnsanlara bir zaman gelecektir ki; Kuran’ın yalnız resmi, İslam’ın yalnız ismi kalacaktır. Onlar İslam’dan en uzak insanlar oldukları halde, İslami isimlerle isimlenecekler, mescitleri görünüşte imar edilmiş olduğu halde hidayet yönünden harap olacaktır.
[Hâkim; Deylemi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 27]

İnsanlara bir zaman gelir ki Kuran bir vadide, insanlar başka bir vadide olurlar.
[Hâkim; Tirmizi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 25]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, onların yüzleri insan yüzü, kalpleri şeytan kalbidir. Kan dökücüdürler, çirkin hareketlerden kaçmazlar. Eğer sen onlara tabi olursan seni gözetirler. Eğer onlara güvenirsen, sana ihanet ederler. Onların çocukları ahlaksız, gençleri arsız olur. Yaşlıları ise iyiliği emretmez, kötülüğü sakındırmaz olur.
[Hatib; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 23]

İnsanların -bidatçilerin- dinden olmayan şeyleri dindenmiş gibi gösterip kabul ettirmeye çalışanların görüşlerini benimseyip farkında olmadan şirk koştukları, ilmi geçim için tahsil ettikleri, dinlerini dünyalıklarına alet ettikleri bir zaman gelecektir.
[Deylemi; Son Zamanlarla İlgili hadisler, sayfa 68]
--Din ahlakının görünüşte uygulandığı, fakat gerçekte ALLAH’ın emrettiği Kuran ahlakının neredeyse tamamen terk edildiğine işaret edilmektedir. Apaçık olan Kuran ayetlerinin görmezlikten gelindiği, ALLAH adına hükümler öne sürüldüğü, dinde ayrılığa düşüldüğü, ibadetlerin gösteriş amaçlı yapıldığı, dinin çıkar ve menfaat sağlamak için araç olarak kullanıldığı; imanın taklitçiliğe dayalı olması da ahir zamanın alametlerindendir. Bu devirde sözde Müslümanlar çoğunlukta, hakiki âlimler ve samimi Müslümanlar ise azınlıktadır.

Kuran okuyan, fakat okudukları dillerinde kalan[okuduklarını anlamayan], kalplerinde inanmayan insanların türeyeceği bir zaman gelecektir.
[İmam Taberani; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 64]

Ahir zamanda sizden önceki milletleri karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz, hatta onlar[Yahudiler ve Hıristiyanlar] kertenkele deliğine girseler, siz de peşlerinden gireceksiniz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]
--Ahir zamanda Müslüman toplumların Müslüman olmayan toplumlara özeneceklerini, onlara benzemeye çalışacakları ifade edilmiştir. Bazı Müslüman toplumlar içinde din ahlakına uygun olmayan ideoloji ve akımların yaygınlaşmasına işaret edilmektedir.

Kıyamet önü sıra karanlık geceler gibi fitneler vardır.
[Ramuz-el Ehadis, 121/5]

Kıyamete yakın karanlık gecelerin parçaları gibi karışıklıklar olacaktır. Bu karışıklıklar için de kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlayacak, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabahlayacaktır.
[Kuran ve Sünnette Kıyamet ve Ahiret, sayfa 155]

O devir de halkı cehennem kapılarına çağıracak olan birtakım davetçiler [propagandacı, çığırtkanlar] olacaktır. Her kim o çığırtkanların davetine icabet ederse onu cehenneme atacaklar.’’ ‘Ya Resulallah, o davetçiler topluluğun özelliklerini bize bildirseniz?’ ‘’Peki, edeyim, onlar bizim milletimizden olup bizim dilimizle konuşan bir topluluktur.” buyurdu.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 382]

Yakın gelecekte kör, sağır ve dilsiz [yani insanları kör] edip doğruyu göstermeyen, sağır edip hak olanı duyurmayan ve dilsiz edip hak sözleri konuşturmayan bir takım fitneler olacaktır. Fitne çokluğunda dilin fitneye karışması ve propaganda yapması, kılıç darbesi gibi onun yayılmasını sağlar.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 390]
--Ahir zamanda dinsizlik ve ahlaksızlık propagandası yapan insanlar olacağı haber verilmiştir. Günümüzde ülkelerin bir kısmının ahlaki ve sosyal yapısına baktığımızda bu alametin gerçekleştiğini açıkça görmekteyiz.

Ahir zamanda kurt okuyucular olacak. Kim o zaman yetişirse, şerlerinden ALLAH’a sığınsın. Onlar çok kirli insanlardır. İkiyüzlülük hâkim olacak, ikiyüzlülük ve gösterişten utanılmayacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

Âlimler ilmi sırf para kazanmak için öğrendiğinde, dini dünyalık karşılığında sattıklarında, hükmü sattıklarında, kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Ahir zamanda öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır.
[İmam Tirmizi, Zühd, sayfa 60]

Mescitlerin içinde ALLAH’a isyan içinde olanların, günah işleyenlerin seslerinin yükselmesi, dinen yasak olan şeyleri işleyenlerin, dinin emrettiklerini yerine getiren samimi müminler üzerine galip olup onlara tahakküm etmeleridir, buyurdu.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

Nihayet cahil birtakım insanlar kalırda kendilerine dini meseleler sorulunca, onlar ilimleri olmadığı halde kendi fikirleri ile fetva verirler de hem kendileri sapıklığa düşerler hem de halkı saptırırlar.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 463]

Yazık ümmetime âlimlerden dolayı! Bunlar ilmi ticaret vasıtası edinirler. Zamanlarının emirlerine sokulmak suretiyle kendilerine kazanç temin ederler.
[Hatim; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 27]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur, ibadete çalışırlar ve ehli bidatle[dinde olmayan şeyleri dinde varmış gibi göstermekle] meşgul olurlar. Lakin bilmedikleri yönden ALLAH’a şirk koşarlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızk alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar, kör deccalın avenesi olacaklardır.
[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 27]

İslam dinine gereken saygıyı göstermeyen, dini, kendi menfaatleri doğrultusunda araç olarak kullanmaktan çekinmeyen insanların durumu şu şekilde anlatılmıştır: “ümmetimin son zamanlarında mescitlerini süsleyip, kalplerini harap bırakan, elbisesini sakınıp koruduğu kadar dinini sakınıp korumayan, dünya işlerinin yolunda gitmesi uğrunda dinini vasıta yapmaya aldırış etmeyen bir takım insanlar ortaya çıkacaktır.”
[Hâkim; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 27]

Ahir zamanda, zalim yöneticiler, ALLAH’ın emirlerine karşı gelen yöneticiler, hain kadılar [hakimler], yalancı hocalar olacaktır. Bunlara herhangi biri yetişirse onların yanında olmasın, yardımcı olmasın, yön veren olmasın.
[Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, sayfa 182]

Haberiniz olsun, şu muhakkak ki başlarınıza birtakım yöneticiler ve devlet başkanları gelecek de onlar, devlet hazinesinden; yardıma ihtiyacı olan sizlere vermediklerini; hakları olmadığı halde kendilerine verilmesini hükme bağlayacaklardır.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 380]

Yakında başınıza bazı yöneticiler gelecek. Rızklarınıza el koyacak, sizi yalanlarla avutacaklar. İş yapacaklar, lakin yaptıkları fena olacak. En fena tarafları da kötülüklerini siz güzel görmedikçe ve yalanlarını onaylamadıkça sizden razı olmayacaklar.
[Bagavi; İmam Taberani; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 43]

İslam’ın usulleri teker teker bozulacak ve halkı İslam yolundan saptıracak yöneticiler çıkacak.
[Hâkim; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 57]

İyilik terk edilip emredilmediğinde, kötülük işlenip alıkonulmadığında kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Kıyamet yaklaşır, hayırlı işler azalır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 264]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz; “İyiliği emretmediğinizde, kötülüğü yasaklamadığınızda haliniz ne olur?” diye sordu. Ashabı “Yani bu olacak mı?” diye sordu. “Evet, hatta daha beteri!” buyurdular. Ve sormaya devam ettiler: “Kötülüğü emredip, iyiliği yasakladığınız zaman haliniz ne olur?” [yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek]: “Ey ALLAH’ın Resulü! Mutlaka olacak mı?” dediler. “Evet, hatta daha da beteri!” buyurdular ve devam ettiler: “İyiliği kötülük, kötülüğü de iyilik saydığınız zaman haliniz ne olur?” [yanındaki ashabı]: “Ey ALLAH’ın Resulü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular. “Evet, olacak!” buyurdular.
[Ebu Ya’la, Müsned; İmam Taberani, El-Mu’cemu’l-Evsat; Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid]
-Günümüzde din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda doğru ile yanlış tamamen birbirine karıştırılmıştır. İnsanların doğru olan yaptıkları, güzel ahlak gösterdikleri ‘saf’ olarak değerlendirilmekte, kendi çıkarları uğruna başkalarının haklarını çiğneyenler ‘zeki ve becerikli’ insanlar olarak yorumlanmaktadırlar. Kuran ahlakına tamamen zıt olan bu durum günümüzde birçok toplumda kesin bir anlayış olarak yerleşmiştir.

Kişinin mahvolması ebeveyninin elinde, o yoksa karısının elinde, o da yoksa akrabasının elinde olacak. Şöyle; onu geçim sıkıntısı yüzünden ayıplayacaklar, gücünün yetmeyeceği işlere sürecekler, nihayet o dayanamayarak karanlık ve tehlikeli işleri yapacak ve mahvolup gidecek.
[Ebu Naim; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 29]

İnsanlara bir zaman gelir ki, camilerinde toplanıp namaz kılarlar. Fakat aralarında mümin bulunmaz.
[Hâkim; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 19]

Mescitler namaz kılınmayıp, gelip geçilen bir yol haline geldiği bir zaman gelmedikçe kıyamet kopmaz.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 87]

İnsanlar mescitler hususunda öğünmedikçe kıyamet kopmaz.
[Ahmed b.Hanbel; Ebu Davud; ibn-i Mace]

Kim Kuran okursa mükâfatını ALLAH’tan istesin. Zira son zamanlarda Kuran okuyup mükâfatını insanlardan isteyen bir takım insanlar türeyecektir.
[İmam Tirmizi; Son zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 12]

Âlimleriniz, altın ve gümüş paralarınızı almak için Kuran okudukları zaman, Kuran’ı ticaret için edindiğiniz zaman kıyamet yaklaşmış demektir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

Kuran’ın şarkı söylercesine okunup haz duyulduğu, hatta kişi âlim olmadığı halde bu okuyuşundan dolayı itibar gördüğü zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[İmam Taberani; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 33]

Ahir zamanda ümmetim hakkında en çok endişe duyduğum; yıldızlara inanmak, kaderi yalanlamak.
[Ramuz-el Ehadis, 1/1540]
--Astroloji ve fallar.

Kıyamet alametlerinden biri, nefsinin arzularına meyletmektir. İnsanlar namazı terk edecekler ve şehvetlerine tabi olacaklardır.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]

İnsanların ihtilaf ve sosyal sarsıntılar içinde bulundukları zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ramuz-el Ehadis, 7/7]
--Günümüzde insanların karşı karşıya oldukları önemli bir sorun, sosyal yapılardaki bozulmalardır. Toplumsal çöküş değişik şekillerde kendini göstermektedir. Dağılmış aileler, boşanmalardaki artış ve gayrı meşru çocuklar aile kurumundaki bozulmaların doğal sonucudur.

İnsanlar üzerine aldatıcı seneler gelecek. O senelerde haine itimat edilecek, doğru kişi hain sayılacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 476]

Kötülerin çoğaldıkça çoğalması, yalancıların doğru kabul edilmesi, kıyamet alametlerindendir.
[Beyhaki; ibn-i Neccar; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 107]

Dünyada alçak oğlu alçak kimseler insanların en mutlusu oluncaya kadar kıyamet kopmayacaktır.
[İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 37]

Yalancının doğrulanması, doğrunun yalanlanması kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 137]

Yalancı doğru kabul edilecek ve doğru söyleyen ise, tekzip edilecektir. Haine güvenilecek ve güvenilir olana ise, hain muamelesi yapılacaktır. İşte o zaman yalan yaygınlaşacak.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]

Kıyametin önü sıra hilekâr seneler vardır. O zamanlarda emin adamlara töhmet, haine güvenilir ve emin susturulur. Yalancıya emin gözüyle bakılır.
[İbn-i Asakir; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 40]

Ehil olmayanın sahip olması, yaramayanın makama getirilmesi, yarayanın saf dışı edilmesi de kıyamet alametlerindendir.
[Naim bin Hammad; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 41]

Ahir zamanda ümmetim içerisinde en az bulunacak şey helal para ve kendisine güvenilir arkadaştır.
[Suyuti, Cami'üs-Sağır,2/71]

İyi insanlar birer birer gidecek, geriye arpa ve hurmanın yaramazı gibi yaramaz insanlar kalacaktır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 137]

Milli servet belirli kişilerin idaresinde olduğu, emanet kazanç sayıldığı, zekât ağır bir yük kabul edildiği zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 114]

Emanetin kazanç, zekâtın da altından zor kalkılacak bir borç olarak kabul edilmesi kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 139]

İnsanlar sözlerini ve vaatlerini bozduğu, emanetleri kazanç olarak gördükleri zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 378]

Zekât ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve ceza kabul ettikleri zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 39]

O zaman zekât ceza olarak ve vergi de, ganimet olarak zorla alınacaktır.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]

Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh’ın anlattığına göre, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ey Huzeyfe! O günde onlar dinden çıkmak üzere olacaklardır. Namaz da kılmayacaklardır.”
[Ukayli, En-Necmu’s-Sakıb fi Beyan-ı Enne’l Mehdi Min Evlad-ı Ali bin Ebi Talib Ale’t Temam Ve’l Kamal]

Kıyamet alametlerinden biri, namazın terk edilmesidir. İşte o zaman ya Selman! Dinsizliğin en fenası ve günahların en kötüsü meydana gelecektir. İnsanlar namazı terk edecekler ve şehvetlerine tabi olacaklar. Eğer siz onlara erişirseniz, namazlarınızı vaktinde kılınız.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]

İnsanlar öyle bir zamanla karşı karşıya kalacaklar ki, namaz terk edilecek, yapılar uzanacak, yemin ve lanetlemeler çok olacak, rüşvet ve zina alabildiğine yayılacak, ahiret dünyaya değişilecek.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 157]

Kıyametten hemen önce, yalancı şahitlik yaygınlaşır, hakka şahitlik ise gizlenir.
[Ramuz-el Ehadis, 1/121]

İftiranın yaygınlaşması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]
--Gerçek şahitliğin gizlenmesi, yalancı şahitlerin ve iftiranın ise yaygınlaşması önemli kıyamet alametlerindendir. Aslında bu durum, insanların din ahlakından uzaklaşmalarının neticelerindendir. Din ahlakı insanların koşullar ne olursa olsun dürüst olmalarını, kendi aleyhlerinde bile olsa adil davranmalarını gerektirmektedir. Din ahlakından uzak, ahirette sorguya çekileceğinin bilincinde olmayan insanlar ise, menfaatleri gerektirdiğinde kolayca yalan söyleyebilir. Bir başkası hakkında yalancı şahitlikte bulunabilirler.

İş ehil olmayana verilince, artık kıyameti bekle!
[Zebidi, Tecridi Sarih,12/201]

Zengine itibar edilip kendinden daha üstün kişiler ona ayağa kalktıklarında ve ona selam verdiklerinde kıyamet yaklaşmış demektir!
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480–481]

Kıyamet alametlerinden biri, mal sahibine malından dolayı hürmet etmektir.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]

Kalpler birbirine yabancı olmadan, sözler birbirinden ayrılmadan, ana baba bir, kardeşler farklı dinlerden olmadan kıyamet kopmaz.
[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 32]

Selam halka değil de özel insanlara verilinceye kadar kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 470]

Akraba ile bağları kesmek ve kötü komşuluk kıyamet alametlerindendir.
[Ahmed b. Hanbel, Müsned,11/90]

Kıyamet yaklaşınca kişi köpek yavrusu yetiştirecek. Bu iş ona, kendi öz çocuğunu yetiştirmekten daha iyi gelecek.
[İmam Taberani; Hâkim]

Kişilerin annesine isyan etmesi, babasına sıkıntı vermesi kıyamet alametlerindendir.
[İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 38]

Kıyametten hemen önce, akraba ile ilişkiler kesilir.
[Ramuz-el Ehadis, 448/7]

Büyükler küçüklere merhamet etmediklerinde, küçüklerde büyüklerine saygı göstermediklerinde, çocuk öfkeli olduğunda, kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Büyüğe saygı, küçüğe sevgi kalkacak.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 140]
--Gençlerin sinirli olmaları, çocuklar ile yetişkinler arasındaki sevgi ve saygının kalmaması.

Kıyamet yaklaşınca gayri meşru çocuklar çoğalır.
[Ramuz-el Ehadis, 33/7]

İnsanlarda cimrilik ve hırs artacak.
[Müslim, İmare, sayfa 176]

Kıyamet yaklaştı, hâlbuki insanlar dünyaya karşı ancak hırslarını artırıyorlar, ALLAH’tan da uzaklaşıyorlar.
[Suyuti, Cami'üs-Sağır,2/57]
--Materyalist felsefe ve dünya görüşlerinin etkisiyle insanların ahireti unutmaları; dünyaya büyük bir hırsla bağlanmaları ahir zaman alametlerindendir.

İkiyüzlülük hâkim olacak, ikiyüzlülük ve gösterişten utanılmayacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

Son zamanlarda türeyen, birbirleriyle karşılaştıkları zaman selamları lanetlemeden, küfürden ibaret olan sarhoş bir neslin ortaya çıkması kıyamet alametlerindendir.
[Ahmed bin Hanbel; Hâkim; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 54]

“Şu 3 şeyle karşılaşılmadıkça ümmet güzel bir yol üzere olacaktır. İyilik kalkmadıkça, ahlaksız çocuklar çoğalmadıkça, aralarında Essekkarun ortaya çıkmadıkça.” Dediler ki; “Essekkarun nedir?”
Cevap verdiler: “Ahir zaman’da gelecek bir nesildir ki, aralarındaki selamları birbirlerine sövüp saymak olacaktır.”
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141–142]

Kıyamet yaklaşınca ölçü ve tartılarda hile yapılır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 139]

Kıyamet yaklaşınca o devrin en itibarlıları yaltaklık ve dalkavukluk yapanlardır.
[İmam Taberani; Deylemi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler]

Söz taşıyanların, arkadan çekiştirenlerin, dedikodu yapanların ve alaycıların artması kıyamet alametlerindendir.
[Beyhaki; İbn-i Neccar; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 11]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler, bir kavim başka [bir kavimle] alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlarda kadınlarla [alay etmesin], belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın[arkasından çekiştirmesin.] sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? işte, bundan tiksindiniz. ALLAH’TAN korkup-sakının. Sadakallahül-Azıym.
[Hucurat suresi,11. ve 12.ayet]

Hz. Ali Kerremullahü Vechehü anlatıyor: ‘Resulallah Aleyhisselatu Vesselam [bir gün]: “Gençlerinizin haktan saptığı, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” diye sormuştu.
[Kutub-i Sitte; Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid]
--Gençlerin din ahlakından uzaklaşmaları ahir zaman özelliklerindendir. Fikir aşılamaya ve yönlendirmeye daha açık olan genç insanlar, kolaylıkla din ahlakına uygun olmayan akımlarının etkisine girebilmekte ve son derece yozlaşmış bir hayata yönelebilmektedir. Bunun temelinde gerçek din ahlakının insanlara gereği gibi öğretilmemesi vardır.

Fuhuş açık olmadan kıyamet kopmaz.
[Ramuz-el Ehadis, 91/7]
--Günümüzde eşcinsellik, fuhuş ticareti, evlilik dışı cinsellik, cinsel suçlar, tecavüz vakaları ve cinsel hastalıklar ahlaki çöküşün artan özelliklerindendir.

Erkekler kadınlara benzeyecek, kadınlar erkeklere benzeyecek.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 451]

Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ramuz-el Ehadis,448/8; Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]
--Eşcinselliğin normal bir yaşam biçimi olarak kabul edilmesi ahir zaman alametlerindendir.

“Ey Malik oğlu Avf! Kıyamet öncesi altı [alamet] sayayım mı?” Dedim ki: “Onlar nelerdir ya Resulallah?” Resulullah da şöyle buyurdu: “Sizin aranızda kolera ve şarbon gibi ölümcül iki hastalık yaygınlaşacaktır.”
[Sahih-i Buhari]

Kıyametten evvel altı [şey] say: “Ölümüm, Beyt-i Makdis’in fethi, sonra koyunun kuası [göğüste beliren öldürücü sancı] gibi sayısız ölüm hadiseleri.”
[Kıyamet Alametleri, sayfa 123]

Ani ölümler de kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 147]
--Günümüzde ani ölümlere sebep olan hastalıkların sayısında artış vardır. Özellikle çeşitli beslenme ve yaşam şekli bozuklukları nedeniyle kalp krizi oranlarının yükselmesi.

Cinayetler artmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 468]

Liderlerinizi öldürmedikçe, dünyanızda kötüleriniz varis olmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

Fitneler, korkulu durumlar ve cinayetlerin görülmesi kıyamet alametlerindendir.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, sayfa 39]

Kan dökülmesi kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 142]

İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar.
[Kitabü’n-Nihaye, İbn-i Kesir]
--Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre dünya genelinde her 40 saniyede bir kişi intihar etmektedir.
Bismillahirrahmanirrahiym. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. SadakallahülAzıym.
[Nisa suresi 29.] ayetiyle intihar açıkça haram kılınmıştır.

Şu muhakkak ki, yakın gelecekte insanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şeyler, ayrılıklar ve anlaşmazlıklar ve birtakım insanlar olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 376]

Kişi, kendi kardeşini öldürmedikçe kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

Kalpler birbirinden nefret etmedikçe, fikirler ayrılmadıkça, öz kardeşler dinde ayrılığa düşmedikçe kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri sayfa 142–143]
--Zaire’de Hutu ve Tutsi kabileleri arasında yaşanan iç savaş, 20.yüzyılda yaşanan iç savaşlara çok önemli bir örnektir.

Kıyametin yaklaşmasına doğru; okur-yazar çoğalır.
[Müslim; Ahmed bin Hanbel; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 98, Ramuz-el Ehadis]
—UNESCO’nun 2003 yılında yayınlanan raporuna göre, dünya nüfusunun %84’ü okur-yazar konumundadır.

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.
[Buhari, Fiten, sayfa 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/313]

Bineğine binmiş olan kimse, Irak [IraQ] ile Mekke arasında yolu şaşırma kaygısından başka hiçbir korku taşımadan seyahat etmedikçe kıyamet kopmaz.
[Müntehab-ı Kenzu’l-Ummal,2/370–371]

Kıyametin yaklaşmasına doğru develere gerek kalmaz.
[Geleceğin Tarihi, sayfa 183]

Ey Enes! İnsanlar şehirleşecekler, o şehirlere ‘Basra ve Kusayre’ denilecek.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, İmam Şarani, sayfa 490]

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Yüksek binalar yapmada insanlar birbirleriyle yarışacak.
[Buhari, Fiten sayfa 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned 2/313]

Binaların gökdelenler haline gelmesi kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 146]
CNN Tower[kanada] 555 metre yüksekliğinde,
Oriental Pearl TV Tower[Çin] 467 metre yüksekliğinde.
Petronas Tower 1 ve 2 [Malezya] 449 metre yüksekliğindedir.

Çarşılar yakınlaşmadıkça, kıyamet kopmaz.
[Mecmeu’z-Zevaid, 7/327]
Günümüzde alışveriş imkânları geçmiştekine kıyas olmayacak kadar gelişmiştir.

Kişiye kamçısının ucu konuşmadıkça, kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 471]
Kamçı bilindiği gibi, eski çağlarda özellikle at, deve gibi binek hayvanlarını sürerken yaygın olarak kullanılmış bir araçtır. Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin bu hadisinde benzetme yaptığı açıktır. Günümüzde kamçının şekline benzetebileceğimiz; antenleri ile dikkat çeken telsiz, cep telefonu ve benzeri iletişim araçları örnek verilebilir.

Her biri ALLAH’ın Resulü olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı gönderilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.
[Tirmizi, Fiten sayfa 43; Ebu Davud, Melahim, sayfa 16]

Her birisi kendinin tek ilah olan ALLAH’dan Resul olarak gönderildiğini iddia eden 60 yalancının çıkması.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 36]
--Uzmanlar sözde Mesih akımlarının 1970’li yıllarda ortaya çıkmaya başladığını, o tarihten bu yana da hızlı bir artış içinde olduklarını ifade etmektedir.

Kuran’ı reyi ile tefsir eden cehennemdeki yerine hazırlansın.
[Tirmizi, İbn Abbas; İhyau Ulumid-d'in, İmam Gazali]

Hz. Ali Kerremullahi Vechehü’nün rivayet ettiği hadiste, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz:
“Beni hak peygamber olarak gönderen ALLAH’A yemin ederim ki, benim ümmetim bağlı oldukları asıl din ve cemaatten ayrılarak yetmiş iki fırkaya bölünecektir. Bunların hepsi sapık ve insanları cehenneme davet ile sapıtacaklardır. Bu zamana tesadüf ederseniz, ALLAH’ın kitabına sarılın. Zira sizden evvelkilerin haberi, sizden sonra geleceklerin haberi ve aranızda ne şekil hükmedeceğiniz orada mevcuttur. Kuran’a muhalefet eden zalimlerin belini, ALLAH kırar.[Kuran’ı bırakıp ta] ilmi başka taraflarda arayanları ALLAH sapıtır. Kuran ALLAH’ın sağlam ipi, açık nuru ve [insanlar için] yararlı olan şifasıdır. Kuran’a sarılanlar için koruyucu ve Kuran’a uyanlar için kurtarıcıdır. Şaşmaz ki düzeltilsin, eğrilmez ki doğrultulsun, incelikleri ve fevkaladelikleri tükenmez, tekrar tekrar okumak Kuran’ı eskitmez” buyurmuştur.
[ibn Mace; Tirmizi]

Faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazan, bu senede şahit olan, dövmeyi de yapan ve yaptırana, sadakayı geciktirene, hicretten sonra İslam camiasından çıkıp gidenlerin hepsine birden, kıyamet gününde Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dilinden lanet edilmiştir.
[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

“Ahir zaman geldiğinde, ümmetimin erkeklerine, peştamalla bile olsa hamama girmeleri haram olur.” dediler: “Ya Resulallah, bu nedendir?” buyurdu ki: “zira onlar çıplak insanların üzerine girerler veya onların üzerine çıplak insanlar girer. Haberiniz olsun, ALLAH bakana da kendisine baktırana da lanet etmiştir.”
[Ravi: Hz. Zahri Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

İlmin kaldırılması, cehlin artması, zinanın alenileşmesi, içkilerin meydan alması, erkeklerin gidip kadınların kalması, hatta 50 kadına bakan bir erkek kalıncaya kadar erkeklerin azalması, kıyamet alametlerindendir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Benden sonra hamamlar olacak. bunlarda kadınlar için hayır yoktur, örtüsü ile girse bile.hiç bir kadın yoktur ki, evinden başka yerde başını açsın da, ALLAH arasındaki kerameti kaybolmasın.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Hangi bir kadın ki, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir cemaatin[topluluğun] yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zani günahı[zina] yüklenir.
[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Esnemek şeytandandır. Biriniz esnemek isterse, elinden geldiği kadar tutsun. ”haa” derse, şeytan güler.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Kuvvetli esnemek ve kuvvetli aksırmak şeytandandır.
[Ravi: Hz. Ümmü Seleme Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Dünyanın hepsi ahiret günü ile yedi günden ibarettir. Bu ALLAH’ın şu sözünde açıktır. “ALLAH indinde bir gün, sizin saydığınız sene ile bin sene gibidir.”
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Sizden birine, halktan korkması, işittiği veya gördüğü bir hakikati söylemeye mani olmasın.
[Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî]

Ebu Sadi Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘Resulallah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Ruhumu kudret elinde tutan ALLAH’a yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendinden sonra ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe kıyamet kopmaz.”
[İmam Tirmizi//Kutub-i Sitte]

Bir diğer rivayette İbnu Mesud şöyle demiştir: “Resulallah Aleyhisselatu Vesselam vaaz etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Sizler [kıyamet günü] ALLAH’IN huzurunda yanına yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. [sonra şu ayeti okudu:] Bismillahirrahmanirrahiym. İlke, yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaat olarak yine onu iade edeceğiz. Sadakallahül-Azıym. [Enbiya Suresi, 104.ayet] Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben:
—‘Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!’ derim. Bana:
—‘Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar.’ denilir. Ben İsa Aleyhisselam’ın dediği gibi diyeceğim:
—Bismillahirrahmanirrahiym. Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. fakat ne zaman ki sen beni [içlerinden] aldın, üstlerinde gözetici sen oldun. [zaten] Sen [her zaman] her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer kendilerine azap edersen şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Eğer onları affedersen mutlak galip ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten Sensin, Sen. Sadakallahül-Azıym.’ [Maide Suresi, 117–118. ayetler]
Resulallah Aleyhisselatu Vesselam devamla dedi ki:
“Bunun üzerine bana: ‘Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç ara vermediler!’ denilecek”
Bir rivayette şu ziyade var: “Ben: ‘Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!’ derim.”
[imam Tirmizi//Kutub-i Sitte]

Ebu Said ve Ebu Hureyre Radıyallahu Anhüma anlatıyorlar:
“Resulallah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Kıyamet günü kul [hesap vermek üzere huzur-u ilahiye] getirilir. ALLAH[c.c.];
‘Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanlara bakmanı ve toprağı ekmeyi emretmedim mi? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü?’ diye soracak. Kul da: ‘Hayır’ diyecek. ALLAH [c.c.]: ‘Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin [dünyada] beni unuttuğun gibi!’ buyuracak.”
[İmam Tirmizi//Kutub-i Sitte]



Şeytanın evlatları, deccalın hizmetkârları!

Şeytanın Hileleri

Âlemlerin Rabbı olan ALLAH’A hamd olsun. Salât ve selam, (Aleyhisselatu Vesselam) Efendimiz emin peygamber Muhammed’e.

Sonra, onun pak âline. Ve ashabının tümüne olsun.

İbn-i Abbas Radıyallahu Anh Hz.’inden naklen anlatıyor.

“Bir gün Resulullah (Aleyhisselatu Vesselam) ile beraberdik. Ansarlardan birinin evinde toplanmıştık. Tam bir cemaat olmuştuk, sohbete dalmıştık. Bu arada dışarıdan bir ses geldi:”

“Ev sahibi, içerdekiler. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.”

Bunun üzerine, herkes Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in yüzüne bakmaya başladı, orada ve her zaman büyük oydu. İzin O’ndan çıkacaktı.
Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz duruma vakıf oldu ve:
“Bu seslenen kimdir bilir misiniz?” buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:
“En iyi bilen ALLAH ve Resulüdür.”
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz:
“O, lâin iblistir. Şeytandır. ALLAH’IN laneti üzerine olsun.” buyurunca; hemen Hz. Ömer;
“Ya Resulullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.” dedi, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz buna izin vermedi ve şöyle buyurdu:
“Dur ya Ömer, biliyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak.” Sonra şöyle buyurdu:
“Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz.”

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi’den. Şöyle anlattı:

Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekil şu: bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinin altında 6-7 kadar kıl sallanıyordu. At kılı gibi.
Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.

Sonra, şöyle bir selam verdi:
“Selam sana ya Muhammed; selam size ey cemaat-ı Müslimin.”
“Selam Allah’ındır ya lâin.” Sonra ona şöyle buyurdu:
“Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?” Şeytan şöyle anlattı:
“Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz sordu:

Şeytan anlattı:

“İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki: ‘ALLAH-ü Taala sana bir emir veriyor: Muhammed’e gideceksin. Ama düşük ve zavallı bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra O; sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin.’ Sonra ALLAH-ü Taala buyurdu ki: ‘Söylediklerine yalan katarsan, doğruyu söylemezsen. Seni kül ederim; rüzgâr savurur. Düşmanların önünde, seni rüsva ederim.’ İşte. Böyle ya Muhammed, o emri üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesinden daha zor bir şey yoktur.”

Bundan sonra Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle sordu:

“Madem sözlerinde doğru olacaksın o halde anlat: halk arasında en çok sevmediğin kimdir?”

Şeytan şu cevabı verdi:
“Sensin ya Muhammed. ALLAH’IN yarattıkları arasında senden çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?
Şeytan anlattı:
“Muttaki bir genç ki, varlığını ALLAH yoluna vermiştir.”
Bundan sonra, soru cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz sordu; şeytan anlattı:

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Sonra kimi sevmezsin?”
Şeytan anlattı:
“Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Sonra?”
Şeytan anlattı:
“Temizlik işinde. Yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı devam eden kimseyi.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Sonra?”
Şeytan anlattı:
“Sabırlı olan fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz. Halinden şikâyet etmez.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?”
Şeytan anlattı:
“Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, ALLAH onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hâsılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikâyet etmeyişinden anlarım.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Sonra kim?”
Şeytan anlattı:
“Şükreden zengin.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?”
Şeytan anlattı:
“Onu görürsem ki, aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki; o şükreden zengindir.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
“Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?”
Şeytan anlattı:
“Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Neden böyle olursun; ya lâin?”
Şeytan anlattı:
“Çünkü bir kul, ALLAH için secde edince bir derece yükselir.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, oruç tuttukları zaman nasıl olursun?”
Şeytan anlattı:
“O zaman da bağlanırım, onlar iftar edinceye kadar.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, hac yaptıkları zaman nasıl olursun?”
Şeytan anlattı:
“O zamanda çıldırırım.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?”
Şeytan anlattı:
“O zaman da eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?”
Şeytan anlattı:
“Ha, işte. O zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline beni ikiye böler.”
Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sebebini sordu:
“Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya ebamürre?”
Bunun üzerine iblis:
“Onu da anlatayım.” Dedikten sonra anlatmaya başladı:
“Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:
1--ALLAH-ü Taala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.
2—o, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3—ALLAH-ü Taala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasına perde yapar.
4—ALLAH-ü Taala, belayı, sıkıntıları ve ahları onlardan defeder.”

Bundan sonra Aleyhisselatu Vesselam efendimiz ashabı hakkında bazı sorular sordu:
“Ebu Bekir için ne dersin?”
Şeytan anlattı:
“O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. İslam’a girdikten sonra bana nasıl itaat eder?”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, Ömer bin Hattab için ne dersin?”

İblis buna şu cevabı verdi:
“ALLAH’A yemin ederim ki; her gördüğüm yerde O’ndan kaçtım.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, Osman bin Affan için ne dersin?”
Şeytan anlattı:
“O’ndan utanırım. Hem de çok. Nasıl ki, Rahman’ın melekleri de ondan utanırlar.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, Ali bin Ebu Talib için ne dersin?”

İblis onun için de şöyle dedi:
“Ah, O’nun elinden bir kurtulsam. O, kendi başına kalsa; bende kendi başıma kalsam. O, beni bıraksa, bende O’nu bıraksam. Ben O'nu bırakırım; ama O beni bırakmaz.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplarda kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
“Ümmetime saadet ihsan eden; seni de, belli bir vakte kadar şekil kılan ALLAH’a hamd olsun.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin o cümlesini duyan lâin iblis şöyle dedi:
“Heyhat, heyhat. Ümmetin saadeti nerde? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Ben, onların mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren ALLAH’A yemin ederim ki; onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini. Ümmilerini ve okumuşlarını. Fecirlerini ve abidlerini(Çok ibadet edenlerini). Hâsılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat, ALLAH’ın halis kullarını; evet, bunları azdıramam.”

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?”
Bu soruya iblis şu cevabı verdi:
“Bilmez misin? Ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever. O ALLAH için bir ihlâs sahibi değildir. Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki o: ihlâs sahibidir. Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyük günahları arasındadır.”

İblis anlatmaya devam etti:
“Ya Muhammed, bilmez misin? Benim 70 bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra. O her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da meşayine saldım. Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince. Onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahitlerin. Onlar, bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne. Hep dolaşıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye. işte. Böylece, onlardan ihlâsı alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayrı. Ama bu hallerinin farkında olamazlar.”

İblis bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi:
“Bilmez misin? Ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam 70 yıl ihlâs ile ALLAH’A ibadet etti. Bu ibadetin sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmiş ki: her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifa buluyordu. Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; ALLAH aziz kitabında, ona şöyle anlatır:

—şeytanın hali gibidir ki; o insana:
—kâfir ol.
Dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi:
<ben, senden uzağım. Ben, âlemlerin Rabbı olan ALLAH’TAN korkarım.> (59/16)

İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerine durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı:

Yalan:
“Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse, o benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem’e ve Havva’ya yalan yere ALLAH’A ant içtim.
-<muhakkak, ben size nasihat ediyorum.>(7/16) dedim. Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.”

Gıybet-koğuculuk:
“Gıybet ve koğuculuğa gelince. Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.”

Nikâh üzerine yemin etmek:
“Her kim, talak[boşanma] üzerine yemin ederse. Günahkâr olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun. Her kim talak[boşanma] ağzına alırsa, hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.”

Namaz:
“Ya Muhammed, namazı an be an tehir eden gelince. Onu da anlatayım. O, her zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.
Derim ki:
‘Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.’ Böylece o: vaktinin dışında namazını kılar. Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse, beni mağlup ederse. Ona insan şeytanlardan birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O, bunda da beni mağlup ederse. Bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken: ‘Sağa bak. Sola bak.’ derim. O da bakar. O ki böyle yaptı, yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona: ‘Sen, edebi yaramaz bir iş yaptın.’ derim ve onun huzurunu bozarım. Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda, sağa ve sola çokça bakarsa, ALLAH onun namazını kabul etmez. Bunda da mağlup olursam, yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona, çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi. Bu işi, ona yaptırmakta da başarı kazanamazsam; bu sefer cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada onun başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeye ve rükûdan kaldırırım. İmamdan evvel de, secde ve rükû yaptırırım. İşte… O böyle yaptığı için, kıyamet günü, ALLAH onun başını eşekbaşına çevirir. O kimse, bunda da beni yenerse, bu defa ona namazda parmaklarının çıtlatmasını emrederim. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam. Bunda da, oma mağlup olursam, bu sefer ona tekrar girerim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa. Onun içine küçük bir şeytan girer, dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte. Bundan sonra o kimse hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.”

Şeytan bundan sonra konuşmaya devam etti:
“Sen, ümmetinin hangi saadetinden ferah duyarsın ki? Ben onlara, ne tuzaklar kurarım. Ne tuzaklar. Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki: ‘Namaz size göre değil. O, ALLAH’IN afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.’
Sonrada hastalara giderim:
‘Namaz kılmayı bırak.’ derim. Çünkü ALLAH-ü Taala:
-<hastalara zorluk yok.> (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfrede girebilir. Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse. ALLAH’IN huzurunda çıkarken, ALLAH-ü Taala’yı öfkeli bulur.”

Sonra şöyle dedi:
“Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun. Sonra. Eğer yalan varsa. Allah’tan dile; beni kül eylesin.”

İblis bundan sonra, konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi:
“Ya Muhammed, sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun? Hâlbuki ben onların altıda birini dininden çıkardım.”

Bundan sonra… Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ona, yani iblise aşağıdaki şekilde kısa kısa sorular sordu. O da bunlara cevap verdi.

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Ya lâin, senin oturma arkadaşın kimdir?”
Şeytan anlattı:
“Faiz yiyen.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Dostun kim?”
Şeytan anlattı:
“Zina eden.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Yatak arkadaşın kim?”
Şeytan anlattı:
“Sarhoş.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Misafirin kim?”
Şeytan anlattı:
“Hırsız.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Elçin kim?”
Şeytan anlattı:
“Sihirbazlar.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Gözünün nuru nedir?”
Şeytan anlattı:
“Karı boşamak.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Sevgilin kim?”
Şeytan anlattı:
“Cuma namazını bırakanlar.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:
“Ya lâin, senin kalbini ne kırar?”
Şeytan anlattı:
“ALLAH yolunda cihada koşan atların kişnemesi.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, senin cismini ne eritir?”
Şeytan anlattı:
“Tövbe edenlerin tövbesi.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?”
Şeytan anlattı:
“Gece ve gündüz, ALLAH’A yapılan istiğfar.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, yüzünü ne buruşturur?”
Şeytan anlattı:
“Gizli sadaka.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, gözlerini kör eden nedir?”
Şeytan anlattı:
“Gece namazı.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Peki, başını eğdiren nedir?”
Şeytan anlattı:
“Çokça kılınan cemaatle namaz.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis cevap verdi.

“Rabbinden neler talep ettin?”
Şeytan anlattı:
“10 şey talep ettim.”
Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:
“Nedir onlar, ya lâin?”
Şeytan anlattı:
“Şunlardır:
1-ALLAH’TAN diledim ki, beni âdemoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi ki bu:
-<onlara ortak ol. Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaat et. Hâlbuki şeytan onlara en çok gurur vaat eder.>(17/64) Ayet-i celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim, faiz ve haram karışan yemekten de yerim. Şeytandan ALLAH’A sığınılmayan malın da ortağıyım. Cinsi münasebet anında; ALLAH’A şeytandan sığınılmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o birleşmeden hâsıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla binerim. Yol ve binek arkadaşı olurum. Bu da ayet-i kerime ile sabittir. ALLAH-ü Taala bana şu emri verdi: -<onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart.> (17/64)

2-ALLAH-ü Taala’dan diledim ki: bana bir ev vere. Bu dileğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi.

3-Diledim ki; bana bir mescit vere. Pazaryerlerini bana birer mescit yaptı.

4-Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.

5-İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları (ahenkli bir şekilde okunan kasideleri, ilahileri) verdi.

6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere. Sarhoşları verdi.

7-Diledim ki; bana yardımcılar vere. Bunun içinde kaderiye mensuplarını (‘’kul fiilin yaratıcısıdır’’ diyenleri) verdi.

8-İstedim ki; bana kardeşler vere. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de isyan ve günah yoluna para harcayanları. Bunlar da şu ayet-i kerime ile sabittir:
—o kimseler ki; mallarını boş yere harcarlar. Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır.>(17/27)”

Bir ara Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz şöyle buyurdu:
“Eğer söylediklerini, ALLAH’IN kitabındaki ayetlerle ispat etmeseydin, seni tasdik etmezdim.”

Bundan sonra iblis devam etti.

“9- Ya Muhammed, ALLAH’TAN diledim ki, Âdemoğullarını ben göreyim; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi.

10- Diledim ki; âdemoğullarının kan mecralarını bana yol yapa. Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim, gezerim. Hem nasıl istersem. Bütün istediklerimi verdi. Hepsi bana verildi. Ve ben bu hallerime iftihar ederim. Sonra. Şunu da ekleyeyim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte. Böylece kıyamete kadar, Âdemoğullarının ekserisi benimle olurlar.”

Bundan sonra iblis şöyle anlattı:
“Benim bir oğlum vardır. Adı: Ateme’dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa; gider; onun kulağına bevleder(idrarını yapar). Eğer böyle olmasaydı; imkânı yok, insanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı. Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da Mütekazi’dir. Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela: bir kul, gizli bir taat(ibadet) işlerse. Ve bu yaptığını gizlemeye çalışırsa; Mütekazi onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya Muvaffak olur. Böylece: ALLAH-u Taala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder. Biri kalır. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir. Sonra. benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da Kühayl’ dır. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar.”

Bundan sonra iblis şöyle anlattı:
“Hangi kadın olursa olsun onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra. Her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve ona, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir.
Mesela: ‘Elini kolunu dışarı çıkart; göster. Der, o da, bu emri tutar. Elini, kolunu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının hayâ perdesini tırnakları ile yırtar.“

İblis, bundan sonra; Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e kendi durumunu anlatmaya başladı:
“Ya Muhammed, bir kimseyi dalalete sürüklemek için elimde bir imkân yoktur. Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer dalalete sürüklemek elimde olsaydı, yeryüzünde ‘Eşhedü en la ilahe iLLALLAH ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah’ diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde, hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak ALLAH’ın Resulüsün ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzünde tek kâfir bırakmazdın. Sen, ALLAH’IN halkı üzerinde bir hücdetsin. Ben de, kendisi için ezelde şekavet yazılan kimselere bir sebebim. Said(Saadetli) olan kimse, ana karnında iken saiddir(Saadetlidir). Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan ALLAH. Şekavet ehli kılan da ALLAH!”

Bundan sonra. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şu iki ayet-i kerimeyi okudu:

“Bismillahirrahmanirrahiym. Bunlar, sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek. Ancak Rabbin esirgedikleri hariç. Sadakallahül-Azıym.”
[Hud Suresi, 118,119. ayetler]

“Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH’IN emri behemehal yerini bulan bir kaderdir. Sadakallahül-Azıym.”
[Ahzab Suresi, 38. ayet]

Bundan sonra, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, iblise şöyle buyurdu:
“Ya ebamürre, acaba senin bir tövbe etmen ve ALLAH’A dönmen mümkün değil mi? cennete girmene kefil olurum. Söz veririm.”

Bunun üzerine iblis şöyle dedi:
“Ya Resulullah, iş verilen hükme göre oldu. Kararı yazan kalem de kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen ALLAH’tır. Ve o: bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.”

Ve iblis, cümlelerini şöyle tamamladı:
“İşte. Bu söylediklerim, sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi doğru söyledim.”

Evvel, ahir, zahir, batın, âlemlerin Rabbı olan ALLAH’A hamd olsun. Efendimiz Muhammed nebiye ALLAH salât eylesin. Keza onun âline de. Ashabına da. Âmin! Bütün peygambere selam. Âlemlerin Rabbı olan ALLAH’a da-tekrar- hamd olsun.
[Muhyiddin-i Arabi/Seceret’ül Kevn]


Her insanın iki şeytanı vardır. Bu şeytanlar, en büyük şeytan iblise bağlıdır. İblisin emir komutasında, kişiyi şerre sevk eden bu şeytanlar, kişinin nefsi ve ahlakına göre şekillenmişlerdir. Bunlar kişinin damarlarında dolaşarak, kişiyi kendilerine bağlarlar. Şuuru bunların elinde olan kişi, faydalı, nurlu ve sevaplı amelleri kötülük, kötülüğü de faydalı, nurlu ve sevaplı amel olarak görmeye başlar. Bu şeytanlar şayet iman etmişlerse, kişiyi faydalı, nurlu ve sevaplı amellere sevk ederler. Şeytanın emir komutasından çıkanlar, iblisin bir yalancı, sahte, aciz olduğunu söylerler.

Hainler korkak olur. Bütün korkaklar hain ve yalancıdır. Şeytanın adımlarına uyan, şeytana dost olan, Muhammedi ahlaktan uzak bir hayatı yaşayanlara dikkat edin ki, korkaktırlar. Dikkat edin ki haindirler, gürültüyü, karışıklığı, gösterişi severler. Mertlik yoktur onlarda. Hiçbir şeyi insanın yüzüne konuşamazlar. Kalabalıklarda, tenhalarda dedikodu ve çekiştirme yollu konuşurlar. Şeytan ve dostlarının en büyük silahı, dedikodu ve çekiştirmedir. Ve onlar gerçekleri belirsiz ve kinayeli konuşurlar.

Şeytan insana nasıl musallat olup korku ve ümit verir?

Şeytan gaflet –uyku, duyu organlarının her şeyden kayıtsız kalması hali- anında veya nefsin bir günaha yönelmesi halinde insan bedenine girer. Girmesi, ısının vücuda yayılıp, kana karışmasından daha kolaydır. Şeytan, ateşten yaratıldığına göre hararetin kalbe yayılması çok basit ve bilinen şeydir. Kalbe yayıldıktan sonra, kalp de oluşturduğu yoğunlukla duyu organlarını harekete geçirir. Herhangi bir şeye karşı onu korkutmaya, kan basıncını hızlandırmaya başlar. Kişi, kalbindeki bu korkunun farkına varıp, korkunun asılsız bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu korkunun ALLAH’a karşı duyulan korkuyu bastırmaya çalıştığını anlayınca, hemen gafletten uyanırlar.

Gaflet anında musallat olan şeytan, şuur ehline yaklaşamaz. Ondandır ki, peygamber ve varislerinde gaflet hali oluşmaz. Onların uykusunun dahi ibadet olması bundandır. Çünkü onlar göz ve beyin olarak uyusalar da, kalpleri ALLAH’a açıktır. Gaflet, duyu organlarının eşya ve olaylardan kayıtsız kalma halidir. Bu hal, kişide olduğu sürece, kişi yürüyor, konuşuyor olsa da o kişi uykudadır. Kişi bazı zorunlu ihtiyaçlarını temin etse de, bu ihtiyaç denkleminde hareket etse de, gafildir. Gafiller, ihanet ve yalandan ve dolayısıyla korkudan uzak kalmazlar.

Şeytanın musallat olduğu kişiye bakılırsa şu haller görülecektir. Sürekli dalgınlık, unutkanlık ve yorgunluk hali. Kalpleri şeytanın tohumlarıyla o kadar çok çırpınmıştır ki, halleri gafletin resmi olmuştur. Bu insanlara ALLAH’ın ne ayet-i kerimesi tesir edebilir, ne başka bir şey. Bu insanlar namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olabilirler. Fakat bu ibadetleriyle dahi gaflet içindedirler. Bunların beş duyu organı iptal olmuştur. Bunları gafletten uyandıracak şey, direkt gönül, Hak sözüdür. Bunlar Hak sözü duymaya başlayınca, başlangıçta kulaklarında bir uğuldama, sonrasında ise bir esneme oluşur. Kulaklarındaki uğuldama, şeytanın verdiği son ayartma, vesvese son tohumdur. İşte bu esnada gafil, saldırgan olur. Mekkeli müşriklerin tepkisi bundandır. İkinci halde ise, gafil, esner ve esneyişle şeytan dışarı çıkar. Bu aşamadan sonra gafil, gevşer ve rahatlar. Şeytanın baskısı kalp üzerinden kalkınca, kalp yumuşar ve Hak sözü içine alır.

Şeytan ümit ve korkuyu pekiştirir, sağlamlaştırır. Ümit korkunun zıddı bir hal değildir. Korkulan şeyden beklentiye girme halidir. Ümit, korkulan şeyin vaadine tam inanıp, o vaadin gerçekleşmesini bekleme durumudur. Bu bekleyiş onu tembelliğe, gevşekliğe ve durgunluğa sevk eder, ibadetten uzaklaştırır. Böylelikle kişi, korkudan uzaklaşarak gafletin pençesine düşer.

Zevk, şekil ve desen, giyimi belirleyen üç unsurdur. Burada renk zevki, desen zarafeti, şekil karakteri, kişiliği gösterir. Bu üç unsur bir araya geldiğinde, giyim ortaya çıkar. Dikkat edilirse bu üç unsur da nefs ile insanların kendi iç âlemleriyle ilgilidir. Yani kişiye göre değişebilen şeyler. Bunların taklidi olamaz. Şu şahıs şunu giyiyor ve ona yakışıyor diye aynısını diğer şahıs giyerse, ona yakışmayabilir. Aynı renk, desen ve şekilde giyinmek benzerliği doğurur. Ayniyetse [benzerlikse], insan fıtratına(yaratılışına) aykırıdır. İmtihanın hikmeti, ayrılığı gerektirmektedir. Zira zevk, nefs”e [istek duygusuna] hitap etmektedir. Mubah(haram edilmeyen şeyler) dâhilinde olduğu sürece, nefsi tatmin etmek gerekir. Zira nefsin de bir hakkı vardır ve ona zulüm edilmemelidir. Şayet nefs, mubah –serbest- çerçevesinde tatmin edilmezse isyan eder. Tatmin etmeme hali de ifrattır( aşırılıktır) ki, şeytan’ın işini kolaylaştırır. Zira o, insana ancak ifrat ve tefrit anlarında (aşırılık ve normalin altında) yaklaşabilmektedir. Bugün Hıristiyanların tefrit ve ifrattaki hali de bunu göstermektedir. Emin olmadığı halde onların ruhbanlığı onları saptırmıştır. Çünkü ruhbanlık, nefs”e zulüm ve fıtrata aykırıdır. Rahip ve rahibelerin giyim kuşamı, cinsi lezzetten uzaklaşmaları. Hep ifrat ve tefritin sonucudur.

Renk zevke, zevk de nefs”e hitap eder. Nefsin aynı renkten zevk alması, nefsin ayrılıkçı olmasına aykırıdır. O sebeple, ne herkes siyah renge, ne gri renge, vs. giymeye zorlanamaz. Zaten asr-ı saadet’te de böyle bir şey yoktu. Yani herkesin aynı rengi tercihi. Bunlar sonradan çıkmadır –bidattir- ve bu bidatler zevki dondurmuştur. Her rengin ayrı zevki vardır. Bu ayrı renkler, nefs”e ait bir açıklamada bulunur. Misal: kırmızı renk şehvet ve gazabı, mavi ve tonları olan renkler hoşgörüyü, sarı renk hayal ve isteği, pembe renk hafifliği, ifade eder. Tüm renklerin bir nefsî açıklaması vardır. Burada kastımız; renkler üzerine derinlemesine açıklama değil, insanların tek renk giymeye zorlanamayacağıdır.

Giyim kuşamda ikinci unsur olan şekil, karaktere hitap eder. Karakter de akla bağlı bir cevherdir [esastır]. Şekil; giyim kuşamda tüm beşeri münasebetlere yansıyan bir şeydir. Akıl, fıtratı gereği daima düzen ve şekil meselelerini bilendir. Düzen ve şekil aklın, akıllı olmanın bir gereğidir. Mecnunların, meczupların (kendini bir şeye kaptırmış olanların), filozof ve dervişlerin –ki bunlar ya aklını yitirmiştir, ya aklı, akıllı yaşamayı kaile almıyorlardır- dağınık giyimleri sözümüze açıklık getiriyor. İnsanların akli seviyeleri, sosyal mevkileri aynı olmadığı için, aynı şekilde elbise giymek de doğru değildir. Tüm insanların pantolon gömlek giyip kasket taktıklarını hayal edersek, ortaya çıkan manzaranın hazmedilecek bir şey olmadığı görülür. Yine tüm insanların beyaz sarık takıp beyaz cübbe giydiğini hayal edelim. Ortaya çıkan manzara aynıdır.

Giyimde üçüncü unsur olan desen, zarafeti temsil edip ruha hitap eder. Kişinin hassasiyeti, inceliği giyimindeki desenlerde belli olur. Kaba saba giysiler kötü, pis ruhlu; narin, zarif giysiler, temiz ruhlu insanlarındır. Desenlerdeki geometrik, simetrik, kübik, tabii şekiller, hep ruhun arzu, şevk ve isteklerinin ifadesidir.

Giyimdeki -tesettürdeki- bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde temizlik yoluna gireriz. Zaten örtünmeden maksadın necaseti setretmek, yani pisliği örtüp gizlemek ve bu sebeple temizliği gösterme olduğu bilinmektedir. Yani; necaset[pislik] örtünmeye, nezahet[temizlik] de açığa çıkarılmaya muhtaçtır. Aksine, örtünme değil, başka bir şey olur.

Ruh, zarafeti; akıl nezaketi; nefs, zafiyeti davet eder. Tesettürün maksadı da pisliği gizlemektir. Tüm bu sebepler birbirine o kadar bağlıdır ki, birini ihmal, diğerini durduruyor. Tesettür hayâya, hayâ imana delalet eder yani delil olur, yol gösterir. Aksi de, küfür ve en büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmeye delalet eder.

Zaman öyle hale şahit oluyor ki, belki şimdiye dek hiç bu kadar kötüsünü görmemiştir. Lut kavmini helak eden lutiliği[erkek erkeğe cinsel ilişki], bu ümmet de yapıyor, bir de lezbiyenliği ekliyor. Her yönden her yandan pislik yağıyor. Pislikten lezzet alma gibi bir gariplik meşru ve akla uygun görülüyor. Mümin, her zamanda olduğu gibi garip, mahzun.

İslam hukukunun sınırları belli. Erkeğin ve kadının mahrem ölçüleri de belli. Bize düşen, bu belirli çerçeve içinde giyinmek. Erkeğin giyimi, erkeği hafifletmeyecek, tiksindirtmeyecek şekilde olmalı. Vakarlı, edepli. Kadının giyim kuşamı da aynı şekilde. Şekli, rengi, deseni belirleyen, insanın kendisidir. Erkeğin giyim şeklini benzeteceği bir insan varsa, o da âlemlere rahmet olarak gönderilen Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’dir. Ne şu hoca, ne şu şeyh, ne bu adam, … Giyim kuşamımız, hayâmızı muhafaza etsin de nasıl olursa olsun.

Giyim ve kuşam, insanın cemiyet içerisinde rahatça yaşaması için zaruridir. Zira insan, cami’ bir varlık olmakla cemiyet kurmuştur. İnsana hediye edilen büyük bir lütuf olan akıl, beraberinde hayâyı -imanı- getirmiştir. Hayâ, insanı hayvandan ayıran tek unsurdur. Hayâ, tüm çirkinlikleri, pislikleri def’ eden bir nur ışıltısıdır.

Her şey zıddıyla mevcuttur. Hayâyı daha iyi idrak etmek için zıddı olan necasete başvurmak, yani anlamak lazım. Necaset, pislik olarak kabul edilip tanınmayınca, hayâ anlaşılmaz. Hayâ madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, bir mübarek hadisinde hayâ hakkında şöyle haber vermekte: ‘’iman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘la ilahe illallah’ sözü, en düşüğü yolda birine eziyet veren bir engeli kaldırmadır. Hayâ da imandandır’’ yani hayâ, bir sebep değil, sebeplerin sebebi olan ALLAH’a varmada, ALLAH’a ulaşmada bir gayedir. İman nurdur, zıttı ise zulümattır. Nurdan bir parça olan hayânın zıddı ise pislik, necasettir. Dikkat edilirse insanın en pis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir. Bu lezzet, ancak arzu şehvet anında oluşur. Şayet isteksiz, şehvetsiz bir şekilde o pis yerler görülse yahut hayal edilse, insanda bir tiksinti uyandırır. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmemiz gerekiyor. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet organını görmemeli. Zira organların pislik kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet organlarıyla zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere yönelince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor. Günümüzde hususiyle bu meselede haddi aşmalar olmuştur. Evliler buna çok dikkat etmelidirler. Bakın, hayâ ve iffet madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, pak validemizi kastederek diyorlar ki: ‘’ne gördüm, ne gördü’’ gelen haber bu. Bu meselenin söylenmesinde dahi kullanılan belirsiz kelimelere dikkat edin. Zira ‘’söz insanın aynıdır’’ atasözü meşhurdur.

Hayâ ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan Âdem Aleyhisselam’ın Cennet’teki kıssasına başvurmak lazım. Malum olduğu üzere Âdem ile Havva atamız, cennet’te sevinç ve neşe içinde yaşarlardı. İmtihanın hikmeti gereği, kendilerine bir meyve yasaklanmıştı. Batılı Hıristiyan kaynaklarına göre bu, ‘’bilgi ağacıdır’’ yani levh-i mahfuz’da yazılı olan bilgi, diğer adıyla, kader. Aksine, irfan ehlince bu ‘’fena ağacı’’dır. Mayası dünya ile aynı. Cennet’te her şey, dünyadakine zıt, karşı ve aykırıdır. Bu ağaç buğday ağacıdır. Buğday, bütün meyvelerin, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir. işte, şeytan’ın vesvese ve baştan çıkarmasıyla yenilen buğday, Havva validemizde bir ağırlık yapmıştı. Bu ağırlık pisliğin ağırlığıydı. Necaset, kendini hissettirince nur son bulmuş, son bulan nurla birlikte şaşma hissi doğmuştur. O an Havva validemiz ve Âdem babamız edep yerlerinin farkına varmışlardır. Edep yerleri, yani pis yerler. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edep yerlerini kapatmışlardır. Bu ağaç da, incir ağacıdır. ALLAH Kuran’da Bismillahirrahmanirrahiym: Ey âdemoğulları! Şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın. Sadakallahül-Azıym. [Araf Suresi, 27. ayet] buyurmuştur.

Hayâ, pislik ve çirkinliğin zıddıdır. Dünya ve cevheri olan ‘’fena’’, insan bünyesinde mevcuttur. İlahi hikmet gereği, nur ve zulümat insanda barınabilmektedir. Nurun yatağı kalp, zulümatın yatağı ise kalbin aşağısında bulunan mide ve mideye bağlı organlardır. Nefsin isteği, şeytanın baştan çıkarmasıyla dünya, yani mide, kalbe baskın gelebilmektedir. Mide kalbe baskın gelirse, kalp zulümat yatağı olur. Bunun açık örneği, dünyevi herhangi bir istek kalbe yerleştiği zaman –ki dünyevi şeylerin tümü fenadır- nur gider. Şayet atalarımız fena meyvesini yememiş olsalardı, zulümat insana hiç sirayet etmeyecek, insan necaseti tanımayacaktı. İlahi sırrın daha nice hikmeti vardır ki, bunu bizim kıt aklımız idrak edemez. Bu meselede edep haddini aşmamak lazım. Bilmemiz gereken, dünyada örtünmenin çok gerekli olduğudur. Zira insanda mevcut hayâ bunu gerektirmektedir. Necaset örtünmeye, örtünme hayâya işarettir. Ne Firdevs’te, ne cehennem’de örtü vardır. Zira orası tüm perdelerin açıldığı yerdir.

İnsanın yaradılışında var olan hayâ, temizliği, temizlik de örtünmeyi, gizlenmeyi şart kılmıştır. Örtü, bu yönüyle anlaşılınca bir mana ifade eder. Aksine, yine bir kışkırtma ve fitne sebebi olmaktan öteye geçmez. Bu örtünme, hem erkekte, hem kadında aynıdır. Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsar. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde açıktır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve vücut hatları tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir. Örtünmede esas, fitneye düşmemek ve düşürmemek. Nefs, cesede hâkim olunca, edep yerlerini açığa çıkarmak ister. Parmakla gösterilsin yahut kendisine iltifat edilsin diye.

İlahi her ölçüde bin bir hikmet fışkırmakta ve akıl bunu idrak, ceset hissedince aciz kalmakta. Bu acizlik, ALLAH’ın emirlerine itaat etmeye ve ibadete de yansıyor. ALLAH’ı şahit tutarak söylüyorum ki, hepimiz şaşkın şaşkın dolaşmakta, irademizle bir şey yapamamakta; aklı, hikmetin insanı aciz bırakan benzerini yapmaya kendini kaptırmış, cesedi felçli vaziyetteyiz.

Bu örtünme konusunda maksat anlaşılınca ALLAH’ın emirlerine itaat etme, yani kulluk doğacaktır. Şayet maksat anlaşılmazsa, sebebin karışık ve dolambaçlı yollarına takılıp kalınırsa, yapılan kulluk; azgınlığa, sapkınlığa, imansızlığa, yoldan sapan ve saptıranlara dönüşür. Sebep yumağı olan dünya hayatındaki bütün münasebetler bu tarz, gidiş üzerinedir.

Günümüzde bazen soytarıca, komik, bazen ürkütücü giyim kuşam halleri mevcut. Giyim kuşamda dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri orta halliliktir. Yani ne kışkırtacak kadar şık, ne hor görülecek kadar dağınık olmamak lazım. Bu, hem kadın için hem erkek için geçerlidir. Zaten kadının zorunlu haller dışında sokağa çıkması, boy-pos göstermesi sakıncalıdır.

Tütün otunun kurutulup kâğıda sarılmasıyla elde edilen sigara, yakılarak, ağızdan nefes yoluyla çekilen bir içecektir. İçilen, sigaranın dumanıdır. Duman, önce ciğerlere, oradan kan yoluyla vücudun her tarafına, ayak parmaklarından kafatasına kadar sirayet eder. Kanın ulaşabildiği her yere duman ulaşır. Kalp ve beyne giden damarlar –atar ve toplardamarlar- ana damar olduğundan, bunların içinden geçen duman daha fazladır. Dolayısıyla etkisini en çok kalp ve beyine gösterir. Tıbben hafif tesirli uyuşturucu olduğu tespit edilen dumanın, kalp ve beyin hücrelerini uyuşturduğu kesindir. Bütün yiyecek ve içeceklerde olduğu gibi mide, nikotinin depolandığı yerdir. Depolanan nikotinin fazlalığı, bağırsaklar yoluyla dışarıya atılır.

Nikotinin yakıcılık özelliği hücrelerde oluşan yağı eritir. Hücreler, yağdan meydana geldiğinden ölürler. Sanıldığı gibi alışkanlık nikotinden kaynaklanmaz. Alışkanlık, sigaranın içiş şeklinden kaynaklanır. Bu şekil ve hevesten olup, değişebilir. Alışkanlıkların tümü hevestendir. Hevesler –nefs”ten kaynaklanan istekler- zamanla değişebilir.

İnsan kalbi, şuurun merkezi olması bakımından nur ve karanlığa[zulümata] açıktır. Nur ve karanlık[zulümat], kalbe damla damla geldiği için, aynı nispette de çıkar. Nur, aydınlığı temsil ederken, karanlık [zulümat] karanlığı temsil eder. Nura boğulmuş bir kalp, ALLAH’ın lütuf ve ikramına sahip olur. Karanlıkta [zulümatta] ise şeytanın kölesi, kulu olur. Nikotin zehri, nuru damla damla yakar. Geriye yalnızca karanlık [zulümat] kalır. insan, kalp ve bedeniyle şeytanın bir emir kulu olur.

Nurun sinmediği bir kalp, mutlaka zıddı olan karanlık [zulümat] ile doludur. Böyle bir kalp de şeytan ve yardımcıları taht kurar. Şeytanın gıdası, malum ve meşhur habere göre; hayvan pisliği, insan artığı, kemik, kül ve pis olan her şeydir. İnsan vücuduna giren temiz yiyeceklerden şeytan ve yardımcıları nefret eder. Onların sevdiği, pis ve zararlı şeylerdir. Nikotin, şeytanın en sevdiği gıdalardan birisidir. Bu gıda, midede olduğu sürece şeytan ve yardımcıları insan vücudundan dışarı çıkmaz.

Sigara dumanı ve zehri ile beslenen şeytan, midede ikamet ederek insanı yönlendirir. Tiryaki, sigaraya devam ettiği sürece bu şeytan -cin- vücutta kalır. Dünyevi ve Batınî birçok hastalıklara sebebiyet veren bu cin, ilim, iman ve amele musallat olur.

Sigara dumanı, içerdiği nikotin zehri ile beynin ilme yoğunlaşmasına mani olur. Sigara içenlerin ‘’efkâr dağıttım, efkâr dağıtalım.’’ dedikleri, gerçek bir açıklamadır. Efkâr fikir demektir. Fikir, asaletli olur gerçekte merdiveni temsil eder. Fikir olmayınca ilim olmaz. Fikir, akıl yürütme kuvveti olup, hak ile batılı birbirinden ayıran bir hâkimdir. Bu kuvvet olmayınca hak ile batıl birbirine karışır ve ‘’ En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etme’’ oluşur.

İnsan vücudunda sürekli kalan şeytanın, kalpteki fikir ve ilhamı bozarak vesvese vermesi en büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmenin başlangıcıdır. Vesveseli bir kalp, başkasından korkmaya, başkasından ümit etmeye, başkasını büyük tanımaya başlar. Vesvese, imanı bozan şeytani tohumlardır. Paranoya, şizofren, fobi, halisünasyon ve ilizyon gibi psikolojik klişeli birçok hastalık, şeytani vesveselerin doğurduğu bozukluklardır. Şeytan efkârı dağıtan, ilhamı kaldıran, imanı bozup kuruntuları, yersiz korkuları bir numaraya oturtandır. Bu şeytan, midede sabitlenip kalp de kurulurken eûzu billâh’tan korkup kaçmaz. Çünkü eûzu billahi ayet-i kerimesi dıştan gelen şeytana karşı bir sığınaktır. Kalenin içinde, kumanda köşkünde oturan şeytan bununla dışarı çıkmaz. Bunun çıkışı ancak vücuttan şeytanı kovmaktır. Eğer bu devam ettirilmezse kendisi kaçar, devam ettirilen bir bedene sığınır. Bu şeytan kalp de, bedenin kumanda köşkünde olduğu sürece bedenin bütün organları bunu över; bunu büyük bilir. Çünkü onun vereceği sahte korkuları beden büyültür, tembelliğe, gevşekliğe ve lezzete de dil şükreder.

Sigara müptelası olan en büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmekten uzak değildir. Bedeni, kalbi ve dili pistir. İman temizdir, pisliği kabul etmez. Pis olan bir kalp ile dua etse, duasına cevap verilmez. Çünkü ALLAH temizdir. Temiz olan, pisin çağrısına cevap vermez.

İman ile gafletin kalbe damla damla girip damla damla çıktığı malumdur. Gaflet girdiği an, iman çıkar ve insan günaha girip mutlaka bir günah işler. Arkasından tövbe edip, gaflet gider ve iman nuru girer. Gaflet ateşten olduğu için, yani ateşin simsiyah dumanı şeklinde olduğu için giriş ve çıkışı süratlidir. İman ise nurdan olduğu, nurun ise serin olduğu malumdur. Serinliğinden dolayı imanın giriş çıkışı yavaştır.

Sigara dumanının damarlarda dolaştığı an, nefs bunun lezzetine kulak verdiği an, pislik haline girer. Bu andan itibaren nefs ile birlikte şeytanın baştan çıkarmaları, azdırmaları, vesveseleri başlar. Sigaranın etkisi bittiği an, iman tekrar kalbe girmeye başlar. Her sigara tanesinin bitiminde, izmaritin atılıp ayaklar altına alındığı andan itibaren bütün tiryakilerde oluşan pişmanlık hali malumdur. İşte bu pişmanlık hali imandan olup nuru davet eder. Nur ile gafletin değişimi, her sigara tanesinin yakılmasıyla devam eder. Nefs nikotini arzularken şeytan, karnını doyurur. Karnı doyunca kalbe korku ve ümide ait birçok tohum eker. Her sigara tanesi şeytanı damarlarda yaşatmaya devam eder.

Sigaranın içinde 5000 civarı zehirli madde bulunmaktadır. Genelde sigaranın içinde bulunan nikotin maddesinin bağımlılık yaptığı bilinir. Aslında sigarada bağımlılık yapan bir madde bulunmamaktadır. Ne komik değil mi? o zaman neden kimse bırakamıyor? Sigaranın içinde bulunan ‘’akineton’’ adlı madde sinir damarlarını yıpratarak, hissizlik uyandırır ve tahribata sebep olur. Sinirlendiği zaman sigara içmek isteyenler sigarayla sakinleştiğini zanneder. Ama daha fazla içer. Bunun sebebi içinde bulunan ‘’akineton’’ maddesinin sinir damarlarına uyarı göndererek gerilmesine ve yıpranmasına neden olmasıdır. Böylece daha da sinirli hale geliriz. akineton maddesinin etkisinden kurtulmak için tıbbı olarak birçok ilaç piyasaya sürülmüş günümüzde. Aslında bunların hiçbirine gerek yok. Sigaradan kurtulmak için sinir damarlarını yenilemek ve yumuşatmak için vitaminler kullanılabilir. Sigara müptelası olduğunu düşünenler b1+b6 vitamini (+b12 vitamini de olursa daha faydalı olur) kullanarak bu beladan kurtulabilir. Öyle yüksek bir miktar ödemek zorunda da değilsiniz bu vitamin için. Bir paket sigara fiyatına 30 tabletlik b1+b6 vitamini bütün eczanelerde satılıyor. Yan etkisi olup olmadığını eczanelerden öğrenebilirsiniz. Yalnız sigarayı bıraktıran ilaç diye soracak olursanız, bilmedikleri için ya da bu konuda bir açıklama olmadığı için öyle bir etkisi olmadığı söyleyeceklerdir. Günde bir tablet/tok karnına. Sinir damarlarınızın yıpranmasına ve vücudunuzun direncine göre etki etme zamanı değişebilmektedir.

Ama zaten sağlam bir iradesi ve sağlam bir imanı olanlar için bu konuda tıbba ihtiyaç duymamamız gerekir hepimizin. Hepimizin.

İnsan bedeninde iki organ bulunmaktadır ki, biri dünyayı, diğeri Ahireti temsil etmektedir. Bunlardan biri bozulunca, diğerinde aşırı derecede bağlılık bulunur. Biri bozulunca diğeri etkilenir. Bu etki, basit olmayıp aksine büyüktür. Bu organlar kalp ve midedir. Mideye giden herhangi bir gıda parçası bedenin kumandanı olan kalbi etkiler. Asıl olan kalptir, diğer tüm organlar kalbe oranla, tafsildir, yani kalbi açıklayan ve beyan edendir.

Şarkı-türkü, asıl itibarıyla haramdır. İmam-ı Rabbani Faruk Serhendi ‘’şarkı söylemek haramdır. Şarkı-türküden zevk duymak haramdır. Müzik yapanı, şarkı, türkü söyleyeni beğenmek, sevmek küfürdür’’ diye buyurmuşlardır.

Alenen haram olan mesele, günümüzde o kadar basite alınmış ki; neredeyse helal seviyesine indirilmiştir. Şarkı, türkü gibi tüm müzikler, içeriği ne olursa olsun, yapısındaki ses gereği, haramdır! Bazı kıt akıllıların zannettiği gibi sözlerindeki çağrışımdan değil, kendiliğinden sesteki tınıdan dolayı haramdır. Şiirle kıyas yaparak şiirin içeriğini haram-mubah ölçüsünü dikkate alarak şarkı-türkü gibi ezgiyle söylenen sözleri de aynı ölçüye koyanlar olmuştur. Yanlış ki yanlış. Müzikte ezgidir asıl olan. Bu ezgidir ki, kulakta direkt olarak kalbe yayılıp bozuyor. Müzikte şiirden başka bir söyleniş vardır ki kalbi şiirden daha çok etki altına alıyor. Etkiden kastın, güçsüzlük olduğu bilinmelidir. Evet, müzik kalbi güçsüzleştirip, süratle istenilen yöne çekiyor. İçeriğindeki kadın, gurbet, ayrılık, ölüm, aşk, vuslat, hasret, ortaya çıkan ne olursa olsun, ezgisindeki ağırlıktan, etkiden dolayı hemen kalbi o yöne çekiyor.

Kulak, göz ve diğer tüm duyu organları dâhil, hepsinden daha etkilidir. Sebebi, kulağın beyin ve kalbe giden damarları daha faal ve yakın oluşudur. Bundan dolayı şahadet kelimesi göze ve diğer organlara hitap etmez, ama kulağa hitap eder.

Müzikten lezzet alan bir kalp, Kuran’dan lezzet alamaz. Müzik dinleyen bir kulağa Kuran tesir etmez. Müziğe âşık olan bir kalp, Kuran’ın müjdelerini ve uyarılarını anlayamaz.

Herhangi bir şarkıcının, herhangi bir kasetini satın alan insan, bilsin ki ALLAH’ın şu ayetine muhatap oluyor:
Bismillahirrahmanirrahiym. Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilmeyerek ALLAH yolundan saptırmak ve onu alaya almak için laf eğlencesi satın alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Lokman suresi, 6. ayet]

Hiçbir tefsire gerek olmaksızın bu ayetin müziğe ait olduğu apaçık bellidir. Keşif ve araştırma âlimlerinin ortak görüşleri doğrultusunda verdikleri haberdir. Ayrıca müziğin, bütün semavi dinlerce haram olduğu kesin bir gerçektir.

Ey müzikten lezzet almaya alışmış kulak ve müziğin ezgisine tutkun kalp, bilmelisin ki sam yeli nasıl yaprakları kurutur ve döker, müzik de aynı şekilde sizi öldürmektedir. Müzik, şehvet, isyan, keder ve gam duygularını körüklemekten başka bir işe yaramaz. Müzik, şeytana dostluktur.

Mideyi azdıran, bozan şey, kola ve gazlı içeceklerdir. Midenin, kumandanı olan kalbe bağlılığı malumdur. Gazlı içecekler de, içeriğinde olan etil alkol veya kafein gibi değil sonucundaki çirkinlikten ötürü caiz değildir. Midenin tıka basa doldurulması zaten israftır. Bu içeceklerin kullanılması da tıka basa olan midenin hazmını kolaylaştırması içindir. Ayrıca, içeceklerden çıkan gaz, ağızda geğirmelere sebep olmaktadır. Gıdanın bereketi zaten gazdadır. Bunun, aşağıdan yahut yukarıdan içecekler vasıtasıyla geğirerek veya yellenerek çıkması, hangi akla ve dine hoş gelir? Şu yahut bu marka içecek değil, işlevi tiksindirici olduğu için mekruhtur. Herkes tecrübeyle tasdik etmiştir bu hakikatleri. Geğirmeye sebep olması dahi onun tiksindirici olduğunu gösterir. Geğirme de bütün dinlerce yasaklanmış, özellikle İslam dininde ALLAH’tan af dilemeye sebep olmuştur.

Şimdi günümüzde kullanılan gazlı içeceklerden kola ve diyet içecekler hakkında bazı bilgileri paylaşalım:

Diyet kola

Kola kutularının üzerindeki "soğuk içiniz" yazısı lezzet için yazılmamış. Aşağıda diyet kola hakkında bir yazı var. Olay ABD’de geçiyor. Ancak bildiğiniz gibi Türkiye’de de birçok kişi diyet Pepsi ve diyet Coca Cola içiyor. Siz de içiyorsanız okuduktan sonra fikrinizi değiştireceğinizden eminim.

2001 yılı ekim ayında kız kardeşim çok hastalandı. Mide spazmları vardı, dolaşmakta zorlanıyordu, yürümek ise başlı başına bir sorundu. Sadece yataktan kalkması bile onu tüketiyordu, o kadar çok ağrısı vardı.

2002 yılı mart ayında biyopsiler alındı ve 24 değişik ilaç almaya başladı. Doktorlar kendisinde ne olduğunu bulamıyorlardı. O kadar çok ağrısı vardı ve o kadar hastaydı ki, ölmekte olduğunu biliyordu. Hazırlığa başladı. Evini, banka hesaplarını, yaşam sigortasını ve diğer şeylerini en büyük kızının adına kaydettirdi ve küçük çocuklarının en büyük kızı ile birlikte olmalarını sağladı. Son bir keyif yaşamak istiyordu, böylece 22 Mart günü (tekerlekli iskemlede olmak kaydıyla) Florida’ya gitmeyi planladı. 19 Mart günü testlerinin nasıl geçtiğini öğrenmek için kendisini aradım. Testlerde bir şey bulunamadığını, ama kendisinde MS(multiple skleroz)olduğunu düşündüklerini, söyledi. Çok şaşırdım, sonra bir arkadaşımın bana e-mail olarak gönderdiği bir yazıyı hatırladım ve ona sordum:
"diyet içecekler içiyor musun?" "evet" dedi, o anda da bir tanesini açıp içmek üzere olduğunu söyledi, açmamasını ve diyet meşrubat içmemesini söyledim, bahsettiğim yazıyı e-mail ile kendisine gönderdim. Telefon konuşmamızdan 32 saat sonra beni aradı, diyet meşrubat içmeyi bıraktığını ve yürüyebildiğini, merdiven çıkabildiğini ve adale spazmlarının kaybolduğunu söyledi. İyileşmemişti, ama kendisini kesinlikle çok daha iyi hissediyordu. Makaleyi doktorlarına göstereceğini ve eve dönünce beni arayacağını söyledi. Beni aradı, doktoru çok etkilenmişti ve diğer MS hastalarını arayarak suni tatlandırıcı (aspartam) kullanıp kullanmadıklarını soracağını söylemişti. Bir kabuğun içinde diyet meşrubat içindeki 'aspartam' maddesiyle zehirleniyordu ve yavaş yavaş ölüyordu.
22 Mart ta Florida’ya giderken tek bir hap almıştı -bu da zehirlenmeye karşı olan haptı- iyileşme yolundaydı ve yürüyebiliyordu!
Tekerlekli iskemle olmaksızın!
Bu makale hayatını kurtarmıştı.
Hayat kurtaran makale:
Etikette "şekersiz" yazıyorsa asla kullanmayı düşünmeyin bile! nutra sweet', 'equal' ve 'spoonful' markaları ile pazarlanan ‘’aspartam" hakkında dünya çevre konferansı'nda birkaç gün konuşma yaptım. EPA'ya yönelik bir yazıda 2001 yılında Birleşik Amerika’da multiple sclerosis ve sistemik lupus salgını olduğu, hangi zehrin bunun yaygın hale gelmesine neden olduğunun anlaşılamadığı belirtilmişti. Ben ayağa kalktım ve tam bu konuda bilgi vermek istediğimi söyledim. aspartamın neden bu kadar tehlikeli olduğunu açıklayayım:
bu suni tatlandırıcının ısısı 86ºf(30ºc. 1fahrenheit 1.8 cantigrad derece. 32ºf 0ºc) seviyesine ulaşınca, içindeki metil alkol, formaldehite, sonra da formik aside dönüşüyor, bu da metabolik asidosise yol açıyor. metanol zehirlemesi diğer koşulları açısından multiple sklerosise benziyor. Doktorlar insanlara yanlışlıkla multiple sclerosis teşhisi koyuyor. MS ölüme yol açmazken metanol zehirlemesi öldürücü oluyor!
(şişelerde, kutularda "soğuk içiniz" yazılıdır. Devamı şöyle olmalıydı: "soğuk içmezseniz zehirlenirsiniz.") sistemik lupus da neredeyse en az multiple sklerosis kadar yaygın hale geldi, özellikle diyet Coke (Coke, Coca Cola'nın tescil edilmiş ikinci adıdır) ve diyet pepsi içenler arasında! Kurban genellikle suçlunun aspartam olduğunu bilmiyor. Kullanmaya devam ediyor, lupus da artık yaşamı tehdit edecek düzeye ulaşıyor. Diyet içecekleri bıraktıktan sonra sistemik lupus hastalarının asistematik hale geldiklerini gördük. multiple sclerosis teşhisi konan hastalarda (aslında bunlar metanol zehirlenmesi hastaları idi) semptomları çoğu kayboldu. Görüş yeteneğinin geri kazanıldığı ve işitme duyusunun önemli ölçüde iyileştiğini gördük. bu Tinnitus vakalarında da geçerli idi. bir konuşmamda "aspartam kullanıyorsanız (nutrasweet, equal, spoonful vs.) ve fibromalji, spazmlar, ani ağrılar, bacaklarınızda uyuşma, kramp, vertigo, bulantı, bas ağrıları, tinnitus, eklem ağrısı, depresyon, endişe atakları, bozulan konuşma, bulanık görüş veya hafıza kaybı semptomlarından şikayetçiyseniz muhtemelen aspartam hastasısınızdır. Konuşma sırasında ayağa kalkan kişiler "bu semptomlardan bazıları bende de var. Bundan kurtulmak mümkün mü?" diye sordular. Evet! Diyet meşrubat içmezseniz ve gıda etiketlerinde yazılı aspartam kelimesine dikkat ederseniz, evet! Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bir yabancı Bay Espisto'ya (konuşmacılarımdan biri) ve bana geldi ve "neden bu kadar çok insanın MS derdi olduğunu bana söyleyebilir misiniz?" dedi. Bir hastaneye yaptığımız ziyaret esnasında bir hemşire ağır diyet Coke bağımlısı olan altı arkadaşının tümünde MS sorunu olduğunu söylemişti. Bu tesadüfün ötesinde bir durumdu! Diyet Coke ve diyet Pepsi vs.

Diyet kola bir diyet ürünü değildir! Kongre raporuna göre karbonhidrat birikimine neden oluyor ve sizi şişmanlatıyor. Formaldehit yağ hücrelerinde depolanıyor, özellikle kalça ve basenlerde birikiyor. Dr. Roberts, bir kez bu ürünleri bırakınca ekstra spor vs yapmaksızın deneme süresi içinde 19 kilo kaybeden hastası olduğunu belirtiyor. Aspartam özellikle şeker hastaları için tehlikeli. Hastalarında retinopati olduğunu düşünen hekimlerle konuştuk, aslında hastalarındaki semptomların nedeni aspartamdı. aspartam kan şekerinin kontrolden çıkmasına yol açıyor. Bu nedenle şeker hastası proteinde bulunan diğer amino grup asitler olmadan aspartic asit ve fenilalanin maddelerinin nörotoksik hale gelmesi nedeniyle hafıza kaybından şikâyet ediyor. aspartic asit ve fenilalanin kan beyin bariyerini aşıyor ve beyin nötronlarını harap ediyor, şeker hastalarında (şeker hastası olmayan hastalarda da) çeşitli tipte beyin hasarı, nöbet hali, depresyon, manik depresyon, panik ataklar, öfke ve şiddete neden oluyor. (körfez savaşında savaşan kadın ve erkeklerin tükettikleri binlerce diyet coke ve diyet pepsi içinde bulunan aspartam iyi bilinen körfez savaşı sendromu'nun nedeni olabilir)

(bu birinci IraQ savaşı) Dr. Roberts doğum arızalarına yani gebe kalma ve ilk gebelik döneminde tüketilmesi halinde zekâ geriliğine neden olabildiği konusunda uyarıyor. Çocuklar özellikle nörolojik bozukluklar açısından büyük risk taşıyorlar ve nutrasweet (yapay tatlandırıcı) kullanmamaları gerekiyor. nutrasweet'e bağlı olarak çocuklarda görülen nöbet hali ve diğer bozukluklara ilişkin çeşitli hasta bildirebilirim. Maalesef anneleri çocuklarındaki bozukluğun aspartama bağlı olduğu konusunda ikna etmek her zaman kolay olmuyor. Ancak deneme-yanılma metodu ile diğer anneleri çocuklarının sağlığını ellerinde tuttukları konusunda uyarabiliyor. Şeker metabolizmasına (ki şeker hastaları için ideal) yardımcı olan ve suni tatlandırıcı olmayan tatlı bir bitki olan stevia FDA tarafından onaylanan bir diyet ürünüdür. MONSANTO'ya bağlı olduklarından FDA yıllarca bu tatlı gıdayı göz ardı etti.

Bu konuda mevcut literatür:
excitotoxins: the taste that kills [öldüren tat] Dr. Russell Blayblock (health press) ve Defence Against Alzheimer's Disease [Alzheimer hastalığına karşı savunma] Dr. H. J. Roberts. Dr. Roberts aynı zamanda bir diyabet uzmanıdır. Bu iki hekim aspartamın öldürücü etkisini gösteren hastaların yer aldığı bir çalışmayı internette yayınlayacaklar. American College Of Physicians Konferansı'na göre "bu ölümcül zehrin neden olduğu nörolojik hastalıklar salgınından bahsediyoruz." sorun bu: Aspartamın 100 farklı üründe bulunduğuna dair kongre tezleri mevcut. İlk tezden sonra peş peşe iki tez sunuldu, ama bir faydası olmadı. Hiçbir şey yapılmadı. İlaç ve kimyasal madde lobilerinin cepleri çok dolu. Bu madde halen beş binden fazla üründe bulunuyor ve hastalar tükeniyor! aspartamın üreticisi olan Monsanto'nun bunun ne kadar öldürücü olduğunu bildiğinden eminim. Birçok kuruluşun yanı sıra Amerikan Diyabet Derneği, Amerikan Diyetetik Derneği, Amerikan Tıp Fakültesi Konferansı'na fon sağlıyorlar. Bu New York Times gazetesinde yayınlandı, ama bir faydası olmadı. Bu dernekler herhangi bir katkı maddesini tenkit edemiyorlar veya Monsanto ile bağlantılarını açıklayamıyorlar çünkü gıda sanayinden para alıyorlar ve ürünlerini desteklemek zorundalar.

Senatör Howard Hetzenbaum tüm bebek, hamileler ve çocukları aspartamın tehlikeleri hakkında uyaran bir yazı yazdı. Bu yazıda toplumda mevcut sorunlar (nöbet halı, beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler, nörolojik ve davranış bozuklukları; semptomlar) hakkında yapılan bağımsız çalışmalar da yer alıyordu. Bu yazı güçlü ilaç ve kimya lobileri tarafından yok edildi, böylece herhangi bir şüphe taşımayan insanlar hastalık ve ölüm karşısında çaresiz kaldılar.

Coca Cola'nın son oyunu:
—Turkuaz/Damla Gerçeği-
Dün gece eve dönerken su almak üzere markete uğradım.
"Görevliye şöyle sordum: 1,5 litre su var mı? Ama Turkuaz/Damla dışında lütfen"

Turkuaz/Damla çıktığından beri bu şekilde su alıyordum artık. Para verip kötü su içmeye hiç niyetim yok. Marketteki adamın dediklerini aynen aktarıyorum:

‘’Ben o sudan satmıyorum. inan ki gelen müşteriden onda dokuzu senin söylediğin şeyi söylüyor" peki neden halen daha satıyorlar diye sordum. Turkuaz/Damla suyu, marketlere bedava veriliyor. Satarsan kâra geçiyorsun, satmazsan öylece duruyor. Ama ben satmıyorum, çünkü alan yok".

Uzun söze gerek yok; hiç kimse almazsa, hiç kimseye satamazlar.
Lütfen okuyun, okutun! Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiye’de bazı şişeli içme suları doğal kaynak suyu değil. Doğal kaynak sularında devlete para ödemeniz gerekiyor, + bu tesislerin yatırım maliyeti çok yüksek. Dolayısıyla, mesela Coca Cola ne yaptı? Uludağ’dan kaynak suyu araştırmalarında maliyetleri yüksek bulduğu için Bursa/Kestel deki Coca Cola fabrikasında, derin kuyu pompalarıyla ovanın suyunu çekerek bunu da tersosmos'dan geçirip filtre ederek hem Coca Cola meşrubatını hem de Turkuaz/Damla'yı şişelemeye başladı. Turkuaz/Damla’nın etiketinin üst ve altındaki kahverengi şeritlere dikkat edin. Sofra içeceği yazar. Devlet, Coca Cola'nın uyanıklığını kanuna uydurmak ve uyanıklığa yapılacak itirazları bertaraf etmek için böyle bir kural çıkardı. Binlerce dönümlük tarım arazisinin bulunduğu ve Coca Cola hariç hiç bir işletmeye derin kuyu pompası çakma izni verilmeyen Kestel ovasında, yeraltından çekilen su, filtre edilip daha sonra içine bazı mineraller katıldıktan sonra Türkiye’nin en ücra kasabalarında bile satılıyor ve içiliyor. Bazı yazlık kasaba ve köylerde neredeyse Turkuaz/Damla harici içme suyu bulamazsınız. Çünkü dağıtım ağı çok güçlü. Bayilere baskı bile olduğu yolunda duyumlar aldım. Turkuaz/Damla içmeye devam edecekseniz, unutmayın. Yapay bir su içiyorsunuz. Duyarlı bir vatandaş olarak konuya dikkatinizi çekerim. Her tarafı doğal kaynak sularıyla dolu memlekette, millete kuyu suyunu zorla ve de üstüne para alarak içiriyorlar.
[Yardımcı Doçent Doktor Cemalettin CAMCI, Fırat Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı]

Not: Bursa gibi sanayileşmenin ve tarımın yoğun olduğu bir bölgede Coca Cola’nın kuyu pompaları ile çektiği taban suyuna başta tarım ilaçları olmak üzere ne tür kimyevi ve kanserojen maddenin karıştığını ve tersosmos yöntemi ile bu maddelerin ne oranda arıtıldığını lütfen iyi düşünün.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse onlardandır. Şüphesiz ki ALLAH zalimler güruhunu hidayete erdirmez. Sadakallahül-Azıym
[Maide Suresi, 51. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 120. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH katında din İslam’dır. Sadakallahül-Azıym.
[Al-i İmran Suresi, 19. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Benim düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Sadakallahül-Azıym.
[Mümtehine Suresi, 1. ayet]

Coca Cola’nın değişik Yahudi bölgelerindeki reklâmı…
Coca Cola iç, İsrail’e destek ol!

Biliyor muydunuz?

Firma karının tamamının İsrail ordusuna aktarıldığını.

Dünyada en çok Coca Cola sevenlerin Müslümanlar olduğunu.

Belçika da Sağlık Bakanı Luc Van Den Bossche'nin Coca Cola 'nın şişe veya kutulardaki tüm ürünlerinin piyasadan çekilmesini emrettiğini. Ve bakanlığın, Coca Cola ürünlerini içen kişilerde ciddi zehirlenmeler görüldüğünü belirterek, Coca Cola' nın içinde kandaki alyuvarların erimesine neden olan ve kansızlığa yol açan 'hemolyse' maddesinin bulunduğunu açıkladığını.

Coca Cola ambleminin tersinden Arapça okunuşu! “La Mohammed la Mecca!” Muhammed yok! Mekke yok!

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 101. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 217. ayet]

Coca Cola’nın diğer kolalardan farkı olan bir tadı olduğu ve bu yüzden birçok kişi tarafından tercih edildiği gerçeğini biliyoruz.

COCA COLA SIRRINI AÇIKLADI!

Az sonra okuyacağınız bilgiler insanın kanını donduracak cinsten. Yıllardır nasıl uyutulduğumuza ve sağlığımızla nasıl açıktan açığa vicdansızca oynandığına şahit olacaksınız. Sıkı durun, yorumu tamamen size bırakıyorum.

Türkiye’de, hatta dünyada ilk kez 15 Eylül 2006 günü Coca Cola’ya karşı, içeriğini açıklaması için Antalya Tüketici Mahkemesi’nde dava açıldı.

Açılan davada, merkezi Atlanta’da olan ve 1886 yılında Eczacı Dr. John S. Pemberton tarafından faaliyete geçen, daha sonraları da Amerikan-Yahudi dostluğunun güzel bir örneği olan Coca Cola, 120 yıllık geçmişi ile “dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye açıklamam” dediği sırrını açıklayacak mıydı? 19 Mart 2007 tarihinde açılan davanın 3. duruşması yapıldı.

Sıkı durun şimdi. Bu, “dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye açıklamam” denilen gizli sır açıklandı ama Türkiye’deki ve dünyadaki çoğu basın-yayın organları çok fazla ciddiye almadı. “O büyük bir kuruluş, uğraşılmaz” anlayışı, davanın nedenlerinin mercek altına alınmasına engel oldu. Ayrıca düşünsenize o TV kanalları 20-30 saniyelik kısacık reklamlar için milyon dolarları ceplerine indirirken ve onca insan bu pastadan nemalanırken, neden bir belgesel veya bir haber programında size kolanın insana verdiği bu tiksinilecek zararları anlatsınlar ki?

Evet. Ne de olsa Coca Cola’nın büyük oranda reklam bütçesi var. Hadi uğraş bakalım uğraşabilirsen. Ama unutmayın ki o şirketleri bu noktaya getirenler gene biz tüketicileriz. Bir kerecik kola almakla ne olur ki demeyin, hayatınıza bir daha kolayı sokmayın ve bunu da çocuklarınıza anlatın bakalım o zaman da bu şirketler hala büyümeye devam edebilecekler mi?

İstedikleri her türden “değerler” ile oyun oynayacaklar. Ayıbı kendileri yapacak, fakat siz yalnızca tüketici olacaksınız. Sesinizi çıkartmayacaksınız. Soru sormayacaksınız. Kısacası aptal yerine konulacaksınız! Ne kadar vahim bir durum değil mi? Oysa bu sahtekârları göklere çıkarmak da, yerin dibine sokmak da aslında hep biz insanların elinde. Bunlar neden mi sahtekâr? Neden mi bu kadar ağır konuşuyoruz? Az sonra bunların neden sahtekâr olduğunu ve cicili bicili gözüken kolanın aslında ne olduğunu çok iyi anlayacaksınız!

Sıkı durun, gözlerinizi dört açın ve lütfen artık aptal yerine konulmayın! İşte Coca Cola’nın gizli sırrı:
Coca Cola özütü diye gizli tutulan formül aslında bir böcek çeşidinin [Cochineal] ezilmesi ile elde edilen sıvıdır.

Cochineal; Kanarya adalarında ve Meksika’da yaşayan bir böcektir. Doğal ortamında çoğaldığı gibi kültürel olarak da yetiştirilmektedir.

Kaktüs bitkisine kene gibi yapışarak hayatını sürdürür.

Bu böcekler ve larvaları, Meksikalı köylüler tarafından toplanır. Bu böceğin dişilerinden veya yumurtalarından çıkartılan bir boya pigmentine “Karmin” denir. Cochineal böceğinin kurutulmuş hali kuru üzüm gibidir, böcek kurusu! Köylüler tarafından kurutulur, ve dövülür. Köylüler; kendi ihtiyaçları için Aztekler’den kalma klasik yöntemlerle, böceğin özütünden dünyanın en güzel renklerinden biri olan, “Carmine”i üretirler.
Aztekler ve Latinler, böcekten elde edilen bu boyayı, ip boyamada kullandılar(!)

Ezilerek suyu çıkarılır. Öyle güzel bir renge ve farklı bir tada sahiptir ki, insanlar bu pisliği içtiklerinde içlerinde büyük bir rahatlama hissi bile duyarlar. Daha da kötüsü bu madde, fazla miktarda alındığı takdirde tıpkı uyuşturucu gibi yüksek oranda bağımlılık yapmakta ve insanı uzun vadede içten içe çürütmektedir. İçinizden hala inanmak gelmiyorsa çok kısa bir deneyle anında ikna olabilirsiniz. Hemen kasaptan birazcık kırmızı et alın ve üzerine kolayı dökün. Fazla değil, 5-10 saniye sonra etin nasıl kömürleştiğini hayretle izleyeceksiniz. İkna olmayanlardan ise isteğimiz şudur ki: Siz kola içmekte tabiî ki serbestiniz fakat en azından çocuklarınızın o körpe midelerinin buna dayanamayacağını iyi bilin ve hiç olmazsa onların kola içmesine engel olun!

Bütün kolaların özütü bu maddedir! Hangi marka Kola olduğu önemli mi?

Önce Hindistan Yüksek Mahkemesi, kolanın sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle yasaklanması yönünde bir adım attı. Arkasından Letonya’da ilköğretim okullarında Coca Cola ve Pepsi yasaklandı. İngiltere ve Ukrayna’da bazı okullarda yasaklandı.

Ülkemizde de özel olarak İstanbul Gösteri Sanatları Merkezi’nde de yasaklandı.

Şimdi bahsedeceğimiz konu da en az Cochineal böceği kadar iğrenç bir durum. 23 yıl kola fabrikasında çalışan birisinin naklettiği bu çok ciddi açıklamalar gerçekten insanın zihnini ve midesini alt üst ediyor.
“Malumunuz kola denilen içeceğin en temel hammaddesi meyan köküdür ve meyan kökü ile beslenen canlılar arasında farelerde bulunmaktadır. Büyük şirketler tonlarca üretim yaptıkları için meyan köklerini kepçelerle toplamaktadırlar. Tonlarca topladıkları için de fareleri ayıklamak gibi bir zahmete ise kesinlikle girmemektedirler. Bu yüzden de meyan kökleri, içindeki farelerle beraber preslenmekte,(ezilmekte) sadece kalan deri, ayak, bacak parçaları elekten geçirilerek ayıklanmaktadır. Meyan köklerinin suyunun yanında farenin kanı, mide özsuyu vs. gibi sıvılar da karışmakta, fare kanı da siyah renge yakın bir renkte olduğu için estetik açıdan bir sorun olmamaktadır. Kola üretimi yapan şirketler, koladaki bu pislikleri kimyasal yöntemlerle sağlığa zararsız hale getirmeye çalışırken bu sefer de kullandıkları çok çeşitli kimyasal maddelerle insanları uzun vadede resmen zehirlemektedirler.”

Bu olayı anlatan kişi, çalıştığı 23 yıl boyunca bir bardak bile kola içmemiş. Ayrıca kendisi içmediği gibi ailesi başta olmak üzere tüm sevdiklerine de bu pisliği içirmemiş. Sonraları ise insanları zehirleyen bu şirkete yıllarca hizmet ettiği için tıpkı uyuşturucu satıcılığı yapmış gibi pişman olmuş.

Cochineal böceğinin suyu yani Karmin, Musevilerden “Kosher Sertifikası” alamadığı için ticari olarak önemli bir engelle karşı karşıya bulunmaktadır. Müslümanlarda da Hanefi fıkıh âlimlerince haram olarak değerlendirilmektedir. Buna mukabil Coca Cola’nın satışlarının en iyi olduğu ülkeler, Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerdir. Diğer gelişmiş Ülkerlerde ise kola tüketimi buradakinin yarısı bile değildir. Ne kadar ilginç değil mi?

İnternette tr.wikipedia.org adresinden de “Cochineal” yazarak arattınız mı aynı bilgilere ulaşabiliyorsunuz.

Hala içmek isteyenler varsa, bu çok ciddi bilgileri kulak arkası yapabilirler. Ama hiç değilse söz dinleyecek yaştaki çocuklarımıza içirmeyelim! Kolasız günlere!

Bundan sonra; su iç, soda iç, ayran-limonata iç. Ya da, ne yapalım. Kola da iç, milyonlarca insan yanılmış olamaz. Milyonlarca böceğin yanılmadığı gibi.

Bu da demektir ki kendi paramızla kendi elimizle, böcek suyu ve fare kanı içiyoruz.

Ey Âdemoğlu, Ey Ahmedi Mahmudu Muhammedi Mustafa Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin ümmeti.

Ahir zamandayız.

İçtiğimiz her yudumda, yuttuğumuz her lokmada haram var. Kan var. Şuan tüketmekte olduğumuz ürünler arasında tamamen israf içindeyiz. Dünya üzerindeki birçok insanın en önemlisi Müslüman kardeşlerimizin yiyecek bir lokma ekmeğe bile muhtaç oldukları ve tamamen sömürüldüğü bu zamanda; Aleyhisselatu Vesselam efendimizin buyurduğu üzere:‘’Müslüman Müslüman’ın din kardeşidir’’ hadisini bilmiyor muyuz ki; dünya üzerindeki Müslüman kardeşlerimizin hal ve eziyetlerini bildiğimiz halde hiç bir şey yapmadan bekliyoruz ve üstelik hala utanmadan ben müslümanım diyebiliyoruz. Bu nasıl Müslümanlıktır ki; din kardeşlerimize eziyet eden, onları sömüren, onların yurtlarını işgal eden, deccalın hizmetkârlarını bizler besliyoruz.

Bir saniye yaptığımız bir şey var unutmadan söyleyeyim.

Bu durumu kınıyoruz değil mi? sadece kınıyoruz!

Hepimiz şeytanın evlatları, hepimiz deccalın hizmetkârlarına boyun eğdiğimiz için, onlarla birlik olduğumuz için hepimiz deccalın hizmetkârlarıyız.

Sadece İstanbul’da günde 1 buçuk milyon adet ekmeğin çöpe gittiğini biliyor musunuz? Türkiye de günde 12 milyon ekmek çöpe gidiyor. Sadece Türkiye de günde 12 milyon ekmek çöpe gidiyorsa, dünya da bir günde kaç milyon ekmek çöpe gidiyor siz düşünün. Ama parasını herkes kendisi veriyor değil mi? vay bizim halimize! Rabbimizin bize verdiği nimetleri kendimizin edindiğini düşünüyoruz.

Bizim atalarımız 7 düvele nam salmış; İslam’ı, Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin bizlere Rabbimizden tebliğ ettiği dinimizi 3 kıtaya yaymış, atalarımız İslam adına nice şehitler vermiş ama bizler gibi zındıklığa düşmemişler.

Vay bizim halimize! Vay bizim Müslümanlığımıza ki; kendi kardeşlerimizin kanlarının dökülmesine vesile olduğumuz için; bazılarımız bilmediği halde bazılarımızın da bilmesine rağmen deccalın hizmetkârlarına köpeklik ediyoruz.

Bugün dünya üzerinde dökülen bir damla Müslüman kanında hepimizin suçu ve vebali var.
Hepimiz her gün Müslüman kardeşlerimizin kanlarını içiyoruz. Hepimiz.
Dinine sahip çıkamadığı halde, hala daha “ben Müslümanım” diyebilen ve düşmanlarıyla birlik olup din kardeşlerinin ölümüne vesile olan ve utanmadan hala “ben müslümanım” diyenlere yazıklar olsun.

ALLAH[c.c.] tövbe edildiğinde bütün günahlarımızın affedilebileceğini yalnız kul hakkıyla huzuruna gelmememiz gerektiğini bildirmedi mi?
Vay bizim halimize ki; dünya üzerinde gelmiş geçmiş bütün ümmetlerin yapmış oldukları sapıklıkların hepsini ahir zamanda yaşamakta olan bizler, bu ümmet yapıyor. Biz ki gelmiş geçmiş kavimlerden, helak olmuş ümmetlerden daha büyük bir azapla cezalandırılacağız.

DUDAKLARIMIZ KAN KIRMIZI!

ALLAH CEZAMIZI VERECEK!
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Dünya bir çarşıdır, bir pazaryeridir. Yakında kapanır, dağılır.

Sakın yaptığın işlerde kendi gücünü görmeyesin.
Bu hal kişiyi azdırır ve Yaratan’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık.

İslam gömleğin yırtık, iman elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu.
Gönlün İslamiyete açık değil. iç âlemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya!

Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte.
Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyor musun? Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu? Kapı önünde ‘’tevhit’, içeriye girince ‘’şirk’’. Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir; içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Kalbin daima itiraz halinde.
Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini. Gece elini uzattığında neyi alacağını kestiremeyen odun toplayan gibi dünyalık toplamaya çalışıyorsun.

ALLAH’la çekişme, nefsin için o’nu kötüleme, malın azaldı diye o’nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye o’nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, en büyük hüküm, senin mi, yoksa ALLAH’ın mı? Sen mi fazla biliyorsun yoksa ALLAH mı? Merhametin ALLAH’ınkinden fazla mı?

Sen ve bütün yaratıklar ALLAH’ın kuludur. Her şeyde yalnız ALLAH’ın hükmü geçer.

Böbürlenip duruyorsun; ALLAH’a karşı büyüklük satmakta neymiş?
Kullara da kibirli davranıyorsun. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su. Sonrası ne olacak malum. Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık.

Ey ALLAH’tan başka bir şeyden korkmam diyen, hani ağlaman?
ALLAH’ın korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? Nefsini hak tarafına çağırman nerede?
Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin para, mal-mülk, yemek-içmek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap.
Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni övsünler oldu.

Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak.
Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor, onları seviyor ve senin sanıyorsun.

Yaratan hayatı sana emanet olarak verdi, ALLAH’ın rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin.
Ey evlat, ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkiine, bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler. ALLAH’tan başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır.

ALLAH’ın dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri Kuran diğeri sünnet-i Resulullah. Bunlar seni ALLAH’a ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar!

Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarından çok pişman olacaksın ama çok geç.
Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalp yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.

Ey ALLAH yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları hak varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan, kendine bin defa ağla.

Öyle yatağında, yorganının altında ve kapalı kapılar ardında miskin miskin durma.

ALLAH’ın rahmeti üzerine olsun, Hasan Basri hazretleri böyle der: ‘’eğer siz ALLAH dostlarını görmüş olsaydınız, onların deli olduklarına hükmederdiniz. Onlar da sizi görmüş olsalardı, bir an bile ALLAH’a inanmamış olduğunuza hükmederlerdi.’’

Ey oğul! Sen hiçbir şey üzerinde değilsin. Senin Müslümanlığın da sıhhatli değil.
Senin şahadet getirmen de tam olmamış, eksik. Zira dilinle la ilahe illallah: “ALLAH’tan başka ilah yoktur” diyorsun; fakat kalbinle bunu yalanlıyorsun. Kalbinde, içinde birçok ilahlar var. Senin, devlet büyüklerinden ve mahalli idarecilerden korkman, içinde birer ilahtır. Kendi çalışmana, kendi kazancına, kendi gücüne kuvvetine, kendi kulağına, kendi gözüne, kendi zorbalığına güvenmen, içinde birer ilahtır. Zararı, faydayı, bir nimete nail olmayı, bir nimetten yoksun kalmayı insanlardan bilmen, içinde birer ilahtır. İnsanların çoğu, kalpleriyle, işte bu saydıklarımıza güvenirler, dayanırlar. Fakat kendilerine sorarsan, ALLAH’a dayanıp güvendiklerini söylerler.

La ilahe: ‘’hiçbir ilah yoktur,’’ dediğin zaman, bununla toptan bir reddi(nefyi) onaylıyorsun. İllallah: ‘’ancak ALLAH vardır,’’ dediğin zaman ise, yine ALLAH için toptan bir kabulü (ispatı) onaylamış oluyorsun.
Bu durumda, her ne zaman kalbin, ALLAH’tan gayrı bir şeye dayanır, güvenirse; o zaman yukarıdaki külli ispatında yalancı durumuna düşmüş, yani kendi kendini yalanlamış oluyorsun. Kendisine dayanıp güvendiğin o şey de, senin ilahın oluyor. Gerçek ve fiili durum budur.

Kalbinde birçok ilah varken, sen nasıl la ilahe illallah: ‘’ALLAH’tan başka ilah yoktur,’’ diyebilirsin? ALLAH’tan başka güvenip dayandığın her şey senin putundur. Kalbinde şirk, yani ortak koşma bulunduğu müddetçe, dilinde kelime-i tevhidi söylemen sana fayda vermez. Kalp pis oldukça, bedenin temiz olması sana yarar sağlamaz.

Tevhit ehli, şeytanını ezer. Şirk ehlini ise şeytanları ezer. İhlâs, sözlerin, amel ve fiillerin özüdür. Zira gerek sözler, gerekse fiil ve ameller ihlâstan, içtenlikten yoksun bulundukları an, özü olmayan birer kabuk, birer posa haline gelirler. Kabuk ve posa ise ancak ateşte yanmaya yarar; ateşte yandıktan sonra iş görecek hale gelir.

Ey ahali! Nefisleriniz, ilah olma iddiasında. Fakat sizin bundan haberiniz yok. Zira nefisleriniz, ALLAH’a karşı büyükleniyorlar, kibirleniyorlar. Onlar, ALLAH’ın muradının gayrını istiyorlar. Onlar ALLAH’ı sevmiyorlar. Bilakis, ALLAH’ın düşmanı lanetlik şeytanı seviyorlar. ALLAH’ın ezelde takdir ettiği kaderleri gelmeye ve vuku bulmaya başladığı zaman, onlara boyun eğmiyorlar, teslim olmuyorlar, sabredip tahammül göstermiyorlar. Bilakis itiraz ediyorlar, kaderle çekişiyorlar. İslam’ın hakikatinden onların haberi bile yok!

Senin kendisine güvenip ümit bağladığın her şey, senin ilahındır, mabudundur. Kendisinden korktuğun veya kendisine ümit bağladığın her şey senin ilahındır, mabudundur. Esas sebep olan ALLAH’ı tamamen unutarak, zararın da, faydanın da kendisinden kabul ettiğin her şey, senin ilahındır, mabudundur. Fakat kısa bir süre sonra görürsün sen. ALLAH, kendisini bırakıp da güvendiğin ve bağlandığın ne varsa hepsini alır.

Şu hususu iyi bil ki, bütün eşya, sadece ALLAH’ın hareket ettirmesiyle hareket eder, durdurmasıyla durur. ALLAH’ın iradesi ve kuvveti olmadan, ne duran bir şey harekete geçebilir, ne de hareket etmekte olan bir şey durabilir. Kişi bu husus böylece bilip kabul ettiği zaman, artık insanları ve diğer varlıkları ALLAH’A ortak tanıma yükünden ve suçundan kurtulur. ALLAH’A şirk koşmaz.

Melekler içinde resim, suret bulunan eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlar bulunan senin kalbine ALLAH nasıl girer? ALLAH’tan gayrı her şey bir puttur.

Ey dünyaya kulluk edenler! Ey ahirete kulluk edenler! Siz, ALLAH’ı da, dünyayı da, ahireti de bilmiyorsunuz. Kiminizin putu dünya. Kiminizinki ahiret. Kiminizinki insanlar. Kiminizinki zevkler, nefsanî arzular. Kiminizinki övülme, halktan tasvip görme, alkış toplama.

ALLAH dışında her şey, bir puttur. Kişi ALLAH’tan gayrı neye bağlandı ve neye gönül verdiyse, o onun putudur.

Senin bütün umudun insanlar. Her şeyi onlardan bekliyor, onlardan umuyorsun. Korkun da onlardan. Hep onlardan korkuyorsun. Bu hal, ALLAH’a şirk koşmaktır, ortak tanımaktır.
Bu zaman, ahir zamandır. Bu zamanda çoğu insanların mabudu, paradan ibarettir. Bu zaman insanlarının çoğu, Musa Aleyhisselam’ın kavmine benzedi. Yahudilere benzedi. Onlar, altın buzağıyı kendilerine mabut edinmişlerdi. Bu zamanın insanının altın buzağısı da paradır. Parayı kendine mabut edinmişsin, ilah edinmişsin. Paraya tapıyorsun. Senin taptığın para!

Hükümdarlar, devlet büyükleri ve ikbal sahipleri, halktan birçoğunun nazarında birer ilahtır. Dünyevi imkânlar, zenginlikler, sıhhat, afiyet, kuvvet ve kudret, birçok insanların nazarında birer ilahtır. İnsanların birçoğu, bunlara ve benzeri şeylere taparlar.

Dünya zorbalarına, zenginlerine, firavunlarına ve hükümdarlarına saygı gösterip ALLAH’ı unuttuğun ve o’na saygı göstermediğin takdirde, senin hakkındaki hüküm de, putlara tapanlar hakkındaki hüküm gibidir. Sen de putuna saygı gösterenlerden olursun.

Sen, namazda iken bile yalan söylüyorsun.
Mesela namaza dururken ve gene namaz sırasında, ‘’ALLAHU EKBER’’ (ALLAH her şeyden büyüktür) diyorsun. Böylece yalan söylemiş oluyorsun. Çünkü senin kalbinde, ALLAH’tan başka bir ilah vardır. Kendine güvenip bağlandığın her şey senin ilahındır, mabudundur. Kendisinden korktuğun ve kendisine ümit beslediğin her şey, senin ilahındır, taptığındır.

İçinde ALLAH’tan başka bir şey bulunduğu müddetçe, senin kalbin için kurtuluş yoktur. Eğer sen, ALLAH’a bin yıl secde etsen, değil mi ki kalbinle ALLAH’tan başkasına yöneliyorsun, sana bu secdeler hiçbir fayda vermez. Mevlasından başkasını sever oldukça, o kalp için iyi bir akıbet yoktur.

Ya İslam’ın bütün şartlarını hakkıyla yerine getir, ya da aksi halde, ‘’ben Müslümanım’’ deme.
Sen nefsinle beraber olmaya devam ettiğin müddetçe, bu makama erişemezsin. Sen, nefsinin heveslerini, arzularını ve zevklerini kendisine vermeye devam ettiğin müddetçe onun kaydındasın, onun ipine bağlısın. Nefsinin hakkını ver, fakat heveslerine, arzularına ve zevklerine engel ol. Onun bekası, kendisine haklarının verilmesiyledir. Helaki ve mahvolması da, hazlarının, heveslerinin ve arzularının verilmesiyledir. Nefsin hakları, ihtiyaç miktarınca yiyecek, içecek, giyecek ve meskendir.

Nefsinle beraber olmaya devam ettiğin müddetçe, insanları ve diğer varlıkları tanıyamazsın. İnsanlarla beraber olmaya devam ettiğin müddetçe de, izzet ve celal sahibi ALLAH’ı tanıyamazsın.

Nefs ile hak, bir arada bulunmaz.
Dünya ile ahiret bir arada bulunmaz. Kim ki nefsi ile birlikte ise, o, ALLAH’la beraberliği kaçırmıştır.

Sen, manaya, muhtevaya ve öze değil; şekle rağbet ettin, şekilciliğe ilgi gösterdin. Senin tevhidin nasıl doğru olabilir? Sen Resulullah’ın bu sözünü hiç duymadın mı ki: ‘’dünya sevgisi, her hatanın başıdır.’’ çıkarını sağlama ve zararları defetme evinden çıkmadıkça, senin konuşmaya hakkın yok.

Sizin hiç biriniz, ‘’kıyamet ne zaman kopacak?’’ diye bir soru sormasın. Kıyametin kopmayacağı zannına kapılmasın. Zira unutmasın ki, kendisi öldüğü an, kıyameti kopmuş demektir. Kim ki ölürse, onun kıyameti kopmuştur.

Senin nefsin, sevgilindir. Sen, nefsine âşıksın. Hâlbuki o senin düşmanın ve katilindir.
Kaderi bahane etmek, tembelliğin dayanağıdır. Tembeller, ‘’ne yapalım, kader böyle imiş,’’ derler ve daha çok güzel amel işlemekten kendi kendilerini yoksun bırakırlar.

Kaza ve kadere razı olmadığın, belalara sabretmediğin ve nimetlere de şükretmediğin zaman, senin için ilah yoktur. Kendine ALLAH’tan başka bir ilah ara. Hâlbuki ALLAH’ntan gayrı ilah ta yok.

Sana isabet edecek olan mutlaka isabet eder. Sen sakınmakla ondan korunamaz ve kurtulamazsın. Sana isabet etmeyecek olansa isabet etmez. Sen kendi gayret ve çalışmanla onu kendine getiremezsin.

İslam, İstislam’dan türemedir. Bu, ‘’kayıtsız şartsız teslimiyet ve itaat’’ demektir. Kendisinde ihlâs, içtenlik bulunmayan her amel, içi boş bir cevizdir, özü bulunmayan bir kabuktur, kurumuş bir ağaçtır, ruhsuz bir cesettir, mana’sız bir surettir. Bu, münafıkların amelidir.
Birçoğunuz Müslümanlık iddiasında. Fakat yanlarında, İslam’ın hakikatinden eser bile yok!

Vah sizlere! Üzerinizde İslam’ın yalnızca ismi var, bu isim Müslümanlığı size fayda vermez.
İslam’ın şartlarını zahirî yönüyle işliyorsunuz, zahirî yönüyle yapıyorsunuz. Batîn yönüne ise hiç girmiyorsunuz. Amelleriniz hiçbir şeye denk değildir.

Birçoğunuz, ihlâslı birer mümin olduğunu iddia eder. Hâlbuki gerçekte birer münafıksınız.

Bu dünya, hüzün yeridir. Şimşek, bir parlayıştan ibarettir. Çoğu kez, peşinden hemen yağmur gelir.

Bu iş, gündüz oruç tutup gece namaz kılmakla olmaz. Nefs, heva, kötü tabiat, cehalet ve kalpte ALLAH’tan gayrı şeylerin sevgisi var oldukça. Bunlarla hiçbir şey olmaz.

Siz, amellerinizle ALLAH’a karşı adeta övünüyorsunuz. Hâlbuki ALLAH’ın nazarında sizin o amellerinizin bir sinek kanadı kadar değeri yoktur.

Her insan, seni gene kendisi için, kendi menfaati için arar, ister. İzzet ve celal sahibi ALLAH ise seni bizzat senin için murat eder, senin için talep eder.

Kimin ki umudu korkusuna galip ise, o dinsiz olur. Kimin de korkusu umuduna galip ise, o da ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmiş duruma (kâfirliğe) düşer. Yani mümin, aynı derecede hem ALLAH’tan korkmalı, hem de onun rahmetine umut bağlamalıdır.
[Fethü’r Rabbani//Abdülkadir Geylani]


İnsan, başına bir iş gelirse; önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır. Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeye koyulur.

Devlet yöneticilerine gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar. Hâl sahiplerine gider; dua ister, himmet ister. Eğer hasta ise doktora gider, şifa arar. Bununla da kurtulamayacağını anlayınca, ALLAH’a döner.

Eğer kendi işini yapabilseydi, halka dönmeyecekti. İşini halkta bitirebilseydi, ALLAH’a dönmezdi. Burada da arzusu biraz geç kalmaya başlar; fakat gidecek başka yeri kalmamıştır. Durur yalvarmaya başlar. Dua eder; sena eder. İhtiyaçlarını teker teker sayar, yalvarır. Bunları yaparken bir yandan da reddolunmaktan korkar; bir yandan da, isteği yerine geleceğini ümit ederek sevinir.

Sonra, bu halden de usanır; yaptığı dua ve niyazın işe yaramadığını zanneder. Dua da dâhil her şeyi bırakır.

Kendinden hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Sen ana karnında bilinmez bir nesne iken, ALLAH seni besledi ve bu âleme getirdi. Ve yine sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken esirgeyen ALLAH oldu. İşte o eski hallerini düşün. Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, ALLAH seninle olmaz.

Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sende böylesin, hem hayırlısın, hem de şerli.

İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi ALLAH’ın yarattıklarıdır.

Şirk, yalnız putlara tapmak değildir.
Kendi şahsi arzu ve isteklerinden tesir görerek, uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun.

ALLAH’ın kudretini küçük görme! Takdir ve tedbirde, onu itham etme. ALLAH’ın vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme. Aleyhisselatu Vesselam Efendimizi kendine örnek al. O büyük insana inen ve Mushaflara yazılan, dillerde okunan bazı ayetler kaldırıldı. Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi. Biraz önce haber verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür yönünü, ancak, ALLAH ile kendi arasında bir iş olarak kabul ederiz.

Bu kadar külfetler içerisinde, varlığını gösteren yalnız ALLAH’tır. Bundan sonra nefsin gelir. Muhatap olarak da meydan da sen varsın.

Kulların çalışmasını da inkâr etme. Sonra cebriye mezhebine girmiş olursun. Her ikisini birleştirirsen cebriye mezhebinden kurtulursun. ALLAH’ın yardımı olmadan onların işi tamam olmayacağını iyi bil. ALLAH’ı unutarak onlara tapma. Bunların yaptığı, ALLAH’ın işinden ayrıdır, deme. ALLAH’ı inkâr etmiş olursun, kaderiyye mezhebine girmiş olursun,( yani kul fiilin yaratıcısıdır diyenlerden; o şunu yaptı, ben bunu yaptım, o onu yaptı diyenlerden olursun). ALLAH, gücü kuvveti verir, kullar da yapar, de.

ALLAH sana mal verir; sen de ALLAH’ı unutur malla uğraşırsın, o malı sana kara bir perde yapar. Dünyayı, ahireti göremez olursun. Yalnız malı bilirsin. Çok kere de malı alır, seni değiştirir. Fakir eder, zelil eder. Çünkü sen, asıl nimeti vereni unuttun, nimetle meşgul oldun.

İyiliğin gelmesini kötülüğün gitmesini istiyorsun.
Eğer kısmetinde sana gelecek bir nimet varsa, istesen de gelir, istemesen de. Bela da aynı! Eğer sana gelecek bir bela varsa, kaçsan da gelir, dursan da. İstersen o belanın kalkması için duaya sarıl. İstersen sabret. İstersen ALLAH için kendini bir yere attır; elbette gelecek olan gelir.

Sana lazım olan bunların hepsinde ALLAH’a teslim olmak olduğu halde aksini yapıyorsun. Nimet geldiğinde şükretmiyorsun! Bela geldiğinde isyan ediyorsun. Belayı hoş görmüyorsun. Onu da bir nevi nimet bilmiyorsun. Onu her yerde anlatmaktan sakınman gerekirken samimi olduğun herkese anlatıyorsun. Öyle bir yoldasın ki, ALLAH’a ibadetle ve her şeyi hoş görmekle emir olunmuşsun. Ama sen isyan yolunu seçiyorsun.

“Niçin ibadetten geri kaldım?” de ve sebebini araştır.
Belki de buna sebep senin bazı lüzumsuz şeyler istemen olmuştur. Belki de bazı edebe uymayan hareketler yapmışsındır. İhtimal ki, ibadette gevşek davrandın, gücüne kuvvetine güvendin. Ve nihayet bilgine güvendin, nefsi ve halkı, ALLAH’a karşı ortak yaptın. Netice, bunların hepsi senin helakine sebep oldu. ALLAH ta sana bu yüzden rahmet kapılarını kapadı. İbadetinden azletti. Hizmetinden kovdu. Yardımını kesti. İyilik yüzünü senden çevirdi. Ve nihayet sana kızdı, darıldı. Dünyayı, nefsi, şahsi arzuları senin başına bela etti.

Seni ALLAH’ın fazlından ve her işe, ALLAH’ın nimetini görerek başlamaktan ne alıkoydu? Ancak seni bu hale koyan, yaratanı bırakıp mahlûka güvenmen olmuştur. Yaratanı unuttun; yaptığın kâra güvendin, ALLAH seni nimetlerini görmekten mahrum etti.

Halk seni, peygamberin çalıştığı gibi çalışıp helal yemekten alıkoyuyor. Sen bu halle kaldıkça, onlardan iyilik bekledikçe, kapılarına gidip ihsan ümit dilendikçe, müşrik sayılırsın.

Yaptığın işlere güvenme, ALLAH’ın fazlını gör. ALLAH’ın sana verdiği ihsanı unutma. ALLAH’ın ihsanını unutursan yine şirk yolunu tutmuş olursun. İlki kadar büyük olmaz, ama yine de şirktir. Bir gün büyür. Hafif iken, açık ve büyük şirk olur.

Dünya, anlattığımız o büyük ırmaktır. O her gün taşmakta olan su ise, insanoğlunun şehveti ve lezzetidir. İnsanlara çarpan, kötü mahlûklar da dalgalardır. Kader-i ilahinin cereyan eden bela ve mihnetleri ise, o oklar ve silahlardır.

Evet, insanoğlunun başına bu dünyada en çok gelen şey, bela ve mihnettir. İyilik ara sıra gelir, fakat zahmetler, incitici şeyler o ara sıra gelen iyiliği unutturur. Ara sıra gelen hoşluklar olsa bile, yine onda çeşitli felaketler gizlidir. Eğer insan, ibret nazarı ile bakacak olsa, hayatı ve iyi geçimin yalnız öbür âleme mahsus olduğunu anlayacaktır. iyi inanmış olan bunu bilir.

Hikmeti icabı sende yapacağı ve tecrübe için vereceği bazı belalardan dolayı ALLAH’ı ithama kalkışıyorsun. Afiyette bulunduğun halde ALLAH’ı şikâyete kalkışıyorsun. Yanında ALLAH’ın bol nimeti olduğu halde fazlasını istiyorsun. Sana verdiği nimeti görmez olup inkâr yoluna sapıyorsun. ALLAH seni inceden inceye hesaba çeker. Dünyada belanı arttırır, ahirette ise seni azarlar. Cehenneme atar.

ALLAH, merhametlilerin en merhametlisi olduğu halde, nasıl ALLAH’tan şikâyet edilir? Hâkim, habir; kullarına en çok acıyan ve lütfünü esirgemeyen ALLAH olduğu halde, nasıl ALLAH’tan dert yanılır? ALLAH, kullarına zulmetmez. Kuvvetli, işinden iyi anlayan bir doktora kızılır mı? Evladına acıyan bir ana cinayetle itham edilir mi?

Aleyhisselatu Vesselam efendimiz şöyle buyuruyor:
“ALLAH kuluna çok merhamet eder; bir ananın evladını o kadar esirgemesi imkânsızdır.”

Ey zavallı, ALLAH’a karşı edep tavrını takın. Zorla, gelen belaya sabret. Dilini şikâyetten sakla.

Bela geldikten sonra günaha, kötülüğe yaklaşma. Kerim olan ALLAH’ın huzuruna günahla giremezsin. Oraya ancak iyiler girerler. ALLAH, kapısına ancak temizleri sokar. Kapısına ancak bütün manevi hastalıklardan beri olanları alır. Nasıl ki, bir padişahın huzuruna, bütün koku ve kirlerden temiz olanların girmesi icap eder. ALLAH’ın kapısından da ancak saf, temiz olanlar gider.

Beladan korkma. Onlar günahlara kefaret olur. Nasıl ki; Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bu hali işaret ederek:
“Bir günlük sıtma, bir yıllık günaha kefaret sayılır.” buyurmuştur.

Senin isteyeceğin ne dünyaya ne de ahirete ait olmalı; sebepleri yaratan, yeri seren, semayı yükselten ALLAH olmalı. Hâlbuki sen, ne buranın, ne de öteki âlemin nimetini beklemeden az bir dünyalığa razı oluyorsun.

ALLAH, kulunu imanı nispetinde dener. Bela imtihan için gelir.

Nefs, kötülüklerden her hangi birine hoşlanarak giderse, şehvet yolunda harekete geçtiği zaman da, kalp ona yersiz olarak uyarsa, ALLAH’tan gafil olur. Bu gafletin bir neticesi olarak, ALLAH hem nefse, hem de kalbe felaketli işleri verir, âleme rüsva eder. Çeşitli felaketlere uğratır. Halkı başına musallat eder. Aç bırakır. Hasta eder. Böylece hem kalp, hem de nefis bulacaklarını bulurlar.

ALLAH’ın her yaptığı işte adalet vardır. Ne yerde, ne de gökte ALLAH’tan saklanan bir şey olmaz. Hiçbir zalimin kötülüğü yanına kalmaz. İnsanın kendi mevhum varlığını ortaya atması da bir zulümdür. ALLAH’ı bırakıp mahlûka güvenmek de şirk olur. Şirkin büyük zulüm olduğunu ALLAH, şu ayeti kerimelerle bize haber verir:

Bismillahirrahmanirrahiym. Şirk koşma, şirk büyük zulümdür. Sadakallahül-Azıym.
[Lokman Suresi, 13. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH şirki bağışlamaz, ondan gayrı her türlü günahı isterse affeder. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 116. ayet]

Kul ve elindeki bütün mal mülk efendisinindir, hiçbirine karşı hak iddiasında bulunamazsın. Ne geç olacak erken olur, ne de erken gelecek sonraya kalır. Zamanı gelince nasibin gelir. İstesen de istemesen de hakkını alırsın.

ALLAH şöyle buyurdu:
Bismillahirrahmanirrahiym. Gözlerini, dünya adamlarına verdiğimiz nimetlere uzatma. Onlar geçici şeylerdir. Dünya süsüdür. Biz onları tecrübe ediyoruz. ALLAH’ın sana verdiği, hem devamlı, hem de sonsuzdur. Sadakallahül-Azıym.
[Zuhruf Suresi, 35. ayet]

Bu ayet-i kerime’nin hükmüne göre, ALLAH’tan gayrı şeylere bakman yasaktır. Ne olursa olsun, dünya için sana yetecek kadar rızk verilmiştir. Belki dünyalık işlerin bol olsa imanın elden gider, helak olursun.

Dünyalık nimetlerin çoğalmasına ne hacet var. Elinde az da olsa seni geçindirecek kadar dünyalığın mevcuttur. Bu arada sana gereken en önemli iş kanaat sahibi olmaktır.

Ey dünyalıktan mahrum kimse, zamana ve insanlara hoş görünmeyen ve onların bir yanda bıraktığı zavallı insan!

Ey büyükler, ileri gelenler yanında hatırlanmayan ve dünya erbabı meclisinde ismi geçmeyen çaresiz adam!

Ey aç, cesedi çıplak, ciğeri susuzluktan yanmış bitkin!

Ey bütün ihtiyaçlarla sıkışan, kalbi darda kalan, gönlü kırılan, hiçbir maksadını yerine getiremeyen insan!

Senin bu anlattığım hallerde:
“ALLAH beni fakir etti, dünyayı elimden aldı. Beni perişan etti, terk etti, sevmedi. İşlerimi dağıttı. Hiçbir işimi yerine getirmedi. Bana ihanet etti. Dünyalık olarak yeter derecede mal vermedi. Şerefimi söndürdü. Büyükler ve ileri gelenler katında, arkadaşlarım arasında beni yükseltmedi. Hâlbuki başkalarına bol nimetler verdi. Günleri geceleri o nimetler içinde geçer oldu. Hâlbuki hepimiz de müslümanız. Babamız Âdem, anamız Havva. Ben böyle olayım da onlar niçin böyle olsun?”

Gibi sözler sakın senin ağzından çıkmasın!

Dünyalık hevesler, arzular belki bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder, hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin. Manevi teneffüs cihazını berbat eder. Yapacağı felaketler saymakla bitmez.

Rahat istiyor musun?
Sürur, emniyet, sükûn, selamet arzu ediyor musun? Ehli dil olmak, sevgi, muhabbet içinde kalmayı arzu ediyor musun? Bu hallerden çok uzaksın. Bunları yalnız dil ile arzu ediyorsun. Şayet tam manası ile istemiş olsaydın; sende adi şeylere karşı meyil kalmayacaktı. Nefsin ölecek, dünya bir yana olacak, ahiret sevgisine meylin olmayacak ve nihayet bunların yerini ALLAH ve peygamber sevgisi alacaktı. Hâlbuki sen bunlardan uzaksın. Çünkü sende şehevi sevgiler ve nefsanî arzular var.

ALLAH rızası dışında olan şeylere kalbinde bir nohut miktarı meyil olsa, dünyanın manevi pisliklerinden temizlenmiş ve uzak olamazsın. Böyle devam ettikçe dünya sevgisi seni sarar. Nefsini şehevi arzuların peşinden kurtaramazsın.

Zaman olur, hikmet icabı bir imtihan belirince derhal sızlanmaya başlar, ağlar, feryat ederse bu hal onun tam bir iman sahibi olmadığını gösterir. O kimse bilmez ki, kader-i ilahi ağlamakla, sızlamakla şekil değiştirmez. O zavallının bu acıklı hali, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in:
“Fakirlik zaman olur ki küfre yaklaşır.” Hadis-i şerifinin manasına girer.

İlahi imtihanlar iki yönden tecelli eder. Biri; iman sahibinin imanını arttırmak, diğeri ise; zayıf imanlının maneviyatını bozmak!

ALLAH bütün kullarına birçok yönden bela verir. Bu belalar çoğunun felaketine sebep olur. Kul, o devrelerde ALLAH’a tam bağlanmaz, durmadan itiraz eder; ALLAH’ı (hâşâ) töhmet altına sokmak ister, söver, sayarsa… Bu onun ebedi küfrüne sebep olur ve böylece dünyası ve ahireti berbatlaşır. ALLAH’a kavuştuğu zaman ilahi rahmetten herkesin nasibi olur; ama onun olmaz. Çünkü ALLAH ona darılmıştır. İşte Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bu hale işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde en nasipsiz olan, dünyada fakir, ahirette cehennem azabına duçar olandır.”

Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:
“kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.”

Mala, evlada ve insanlara sevgi çoğalınca, ALLAH sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden ceza görür. Çünkü ALLAH’a bir nevi şirk koşmuştur.

ALLAH’a çok darılıyorsun; o senin ilahın olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. ALLAH’ın her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. ALLAH’a bağlılığın yolu zulüm ile oluyor.

Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, sen bela gelmesini istiyorsun.

ALLAH kapısından başka kapı yoktur. ALLAH’tan kaçmanın mümkün olmadığına inan ve hak işlerden intikam almanın imkânsız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir. ALLAH’a yapacağın taarruz, yalnız seni karartır.

Nefsine dizgin vuramayıp, her şeyde kolaylık yollarını tutunca, şahsi arzular seni kaplar, heva, nefsin seni sarar. Bilmeden haram yersin. Dinden çıkar, şeytanlar zümresine dâhil olursun. Hâlbuki şeytan ALLAH’ın düşmanıdır. Şeytan ALLAH yolundan şaşırmıştır. Bu halde ölürsen helak olursun.

Senin için maksat dünya olmuş.
Sadece para, yemek, içmek, eğlence peşindesin. Namaz kılmıyorsun. Gece leş gibi yatıp, sabahları tembel olarak kalkıyorsun. Nefsin seni peşinden sürüklüyor, heva seni takip ediyor. Şeytan artık sana hâkimdir. Böylece ahiretini dünyaya satmış olursun. Sen bu durumda nefsin kulu ve onun uşağı olmuşsun. Nefsinin sözlerini kabul etmekle zulüm ettin. Nefsini kendi başına bıraktın, netice lezzete, zevke, sefaya daldı ve şeytana uydu. Sen de ona uydun. Daha sonra hem dünyan battı, hem de ahiretin.

Yarın kıyamet günü iflas halinde meydana çıkarsın. Orada ne din bakımından, ne dünya bakımından hiç kârın olmaz. Ne kazandın nefsine uymakla?

İnsanlar iki kısımdır. Biri dünyayı arar, diğeri ahireti. Bunlar kıyamet günü de böyle olacak. Bir kısmı cennet ehli, diğer kısmı da cehennem!

ALLAH’ın emrine karşı gelmek felakettir. Bu hataların hepsi yarın senin önüne çıkar. Hata işleme, hata ettikçe batarsın. Kitap ve peygamberlerin emirlerinde bulun, yoksa ne iyilik, ne kötülük kaybolur.

Boş işle nefsini aldatıyorsun!

Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Çevrendekilere hasetli bir haldesin. Onların yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi güzünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O ALLAH’ın nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor.

Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zayıflığından ileri geliyor. Bu hal seni ALLAH’ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz Kutsi hadisi ile hasedi şöyle anlatmıştır:
“Haset eden nimetimin düşmanıdır.”

Ayrıca Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bir hadis-i şerifinde:
“Haset, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.” buyuruyor.

Zavallı! Neye haset ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, ALLAH verdi. ALLAH’ın verdiği nimete nasıl haset edersin. ALLAH:
Bismillahirrahmanirrahiym. Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık. Sadakalalhül-Azıym.
[Zuhruf Suresi, 32. ayet] diye haber vermiştir.

Bu halinle öyle akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, cimri ve cahil görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi imkânsız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez.’’hâşâ’’ ALLAH’a kin mi tutuyorsun? Hâlbuki ALLAH:
Bismillahirrahmanirrahiym. Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulüm etmem. Sadakallahül-Azıym.
[Kaf Suresi, 29. ayet] buyuruyor. ALLAH sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksine düşünmen, cahillik etmektir.

Bir insan koca bir sultanı; askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün bir saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini her an seyrediyor. Buna haset etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O yabancı köpeğin ölmesini, yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.

Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle düşünen bir adam için, züht, inanç diye bir şey olmadığı gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.

Zavallı, eğer kıyamet gününde o haset ettiğin insanların başlarına gelecekleri bir bilsen, hiç haset etmezsin.
Eğer, onlar ALLAH’ın emrine uymuyorlarsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa onların başına gelecekleri yalnız ALLAH bilir. ALLAH, nimetleri kendi yoluna sarf edilsin diye verir, aksi halde nimet felaket olur.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep, zavallı kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları sevabı görüp, imrenmeleridir.”

O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü, buraya nispetle elli bin senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir.

İbrahim Aleyhisselam:
“Bana bütün âlemlerin Rabbi olan ALLAH’tan başka hepsi düşmandır.” buyurdu. İbrahim Aleyhisselam putlara:
“Düşman!” diyordu. Şimdi senin için put zahirde yoktur, ama gizlide çoktur. ALLAH’tan başkalarıyla meşgul eden her şey sana düşmandır, sana puttur.

Eğer Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin yaptıklarının birini terk edersen şeytana oyuncak olduğunu bil. Hangi iş; ALLAH ve peygamberin emrine uymazsa, o iş sapıklıktır.

Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri afiyet!

İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır, ALLAH’ı şikâyet eder. ALLAH’a darılır. Her şeye itiraz eder. ALLAH’ı töhmet altına almak ister. Ne sabır bilir, ne de bir nasihatçiye uyar. Yalnız kendi aklına göre ALLAH’a (hâşâ) eş bulma yoluna girer, bir uygunsuz hareket yolu bulur; öylece gider.

Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler, oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiç biriyle yetinmez. Biri eskiyince yenisini aramaya koyulur. Yemek beğenmez. İçkilerin her çeşidini sofrada bulundurur. Evinde hanımını da hemen savar, onun da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır. Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl erdiremeyen iyi şeylerin peşine düşer.

İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığı var rahat etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.

Bundan sonra öbür âlemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli bir iş tutmamıştır. Bazıları şöyle der:
“Öbür âlemin ve buranın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin peşinden koşanlardır.”

Bir insan düşünelim: bir zamanlar her türlü maddi sıkıntı onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu halinde yalnız belanın gitmesini ister. Yalnız bunun için ALLAH’a yalvarır. Bir gün duası kabul olur, her çeşit darlık yok olur gider. Genişlik başlar. Bundan sonra o zat, evvelce çektiği bütün sıkıntıyı unutur. ALLAH’ı da unutur, kulluk etmez. Her çeşit günah yollarını seçer. Bu adamın hali nasıl olur? Elbette ki ‘’iyi olur’’ denemez.

Tam tahmin edildiği gibi olur. Dünyada israfın yolunu tuttuğu için her şeyi az zamanda biter, yine darlığa düşer. Ve artık, eski halini de bulamaz, sürünerek ölür gider. Bununla bitse iyi, öbür âlemde bir de hesabını vermek vardır.

İbadet sadece kulluk etmektir. Ötesi yine teslim halidir. Yani kader ne ise onu gözetmekten ve ona uymaktan başka kurtuluş yoktur. Bundan sonrası kader bahsi ile ilgilidir ki, incelemek iyi olmaz. Çünkü o bir ilahi sırdır.

“Bu iş nasıl oluyor, neden ve ne zaman olacak?” Gibi sözler yerinde olmaz. Kaderin iç nizamını kurcalamak bir nevi şirke benzer ve ALLAH’ı töhmet gibi olur.

İnsan, kendisi gibi acizden bir şey isteyemez. Yalnız cahil olduğu için ister. İmanı zayıf olduğu için bu yolu tutar. Sabrı yok denecek kadar az olduğu için bu yola düşmüştür.
Eğer bir insanın duası her zaman makbul olsa, kendine gurur gelmesi muhtemeldir.

İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi bulamaz, fakat yine de dünyayı bırakmaz.

Her bela bir suçun cezasıdır ve her darlık işlenen bir suçun cezasıdır. Buna; bir deneme, bir tembih denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur.

Belanın gelişi iki sebebe bağlanır. Birincisi, sabırsızlığın ve kötü yolların tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, günahlardan temizlenmek için olur.

Gafletin çeşitli sebeplerinden biri de çok yemekten hâsıl olan uykudur. Daima uykuya dalmak ve her şeyi unutmak kötüdür.

Çok yiyen kimse, rahat ibadet yapamaz.
Çok yiyen kimse, oruca dayanamaz. Bilhassa haram yiyenler, tam bir gaflet içinde ve ölü gibidirler. Azda olsa haram yiyene az yedi, denemez. Haram şeyin azı da çok sayılır.

Haramın azı yoktur. Haram imanı örter, kalbi karartan odur. Alkollü içkilerin azı, aklı yıkmaya yettiği gibi haramın da azı imanın ışığını söndürür.

Geçici zevklerin ardına düşmüşsün. Ele geçmesi mümkün olmayanın ardında koşuyorsun. Eğer kısmetse gelir; değilse zaten gelmez. Kısmet olmayan bir şeyin ardına düşmek, bir ahmaklıktır. Akılsızlık ve bilgisizliktir. İşte dünyanın en büyük azabı budur. En büyük dert imkânsız şeylerle uğraşmaktır.

Kısmetinde yazılı şeyi istemek de ayrı bir görgüsüzlüktür. Daha doğrusu hırstır. İbadet ve kulluk tarafından incelenecek olursa şirk demek de yerinde olur.

Bu kadar istek neye?
Hem ALLAH’ı sevenin bu kadar lüzumsuz şeyleri istemesi yerinde olmaz. Yaratanını seven, ALLAH’ı ister. ALLAH ile beraber başka bir şey istemek, yerinde olmaz; sevgilinin gayrını istemek, sevgide yalancılık sayılır. Sevgili için yapılan işten ücret istemek, ayıp olur. İhlâsın yokluğunu açığa vurur. İhlâs sahibi, kulluk hakkını ödemeye bakar; ötesini efendisine havale eder.

İyi bilmelisin ki; sen ve yaptığın işler efendine aittir; bu durumda nasıl kendine mahsus olmak üzere birçok şeyler talep edebiliyorsun.

Görmüyor musun? Her kimin elinde nimet çoğalırsa neticesi iyi olmuyor. Bu, çok kere görülmüştür. Evvela iyidir; sonra ne olduğu görülür. Azar, ALLAH’a darılır; kadere kabahat bulur, nimeti beğenmez, derdi, gamı çoğalır. Kendinde olanı beğenmez, az görür. Başkasının malına göz diker.

İnsanlar neden ellerindekine razı olmazlar? Öyle zaman olur ki bu huysuzlukları sonunda ellerindeki de gider. Çünkü kendilerine has olan hiçbir şeyi beğenmezler.

Bir başkasının elindekine ermek için günlerce alnından ter boşanıyor. Netice olarak günah veya sevap kaygıların da yok olmuş; sadece günah sayfaların doluyor.

Bu arada en büyük suçları yapmaktan çekinmezsin.
Emri ilahi, hiç düşünmek istemediğin şey olmuş. İstediklerini de bulamıyorsun. Dünyadan giderken ellerin boş olacak. Ne başkasının malı fayda verir, ne de kendi mallarından bir kazanç temin edebilirsin. Başkasının malına göz dikmekle, başkaları gibi olmayı istemekle eline kısmetten fazla bir şey mi geçti?

İstediklerini bulamadın, aradıklarına eremedin. Yalnız ömrünü boşa geçirdin. Ahiretini de batırdın. Bu yaptıkların ile en akılsız bilgisizlerden oldun. Kısmetine razı olup ibadet ve itaat etmek ile meşgul olsaydın, yetecek kadar dünyalık gelirdi.

Bir kimsenin kalbinde yalnız maddi taraf varsa o Müslüman değildir. Ki bu maddi arzuları şöyle sıralamak mümkündür:
“Şehevi arzular, dünyanın geçici lezzetleri, dünya rahatı sayılan evlat, aile, yemek, içmek, giymek, binmek, gezmek, hoş olmak, gurura kapılmak, iyi konuşmaya heveslenmek ve daha akla gelen birçok dünyaca şöhret sayılan şeyler. <desin>ler için yapılan şeyler, hiç de Müslümanlık alameti değildir.”

Bilhassa bela geldi mi sızlanmak, az zarar görünce ağlamak, hafif bir menfaatin gidişi karşısında kızmak pek hoş değildir.

Bu sayılan şeylerin hemen hepsinin içinde nefsin isteği vardır. Bunlar insanı dünyaya bağlar. Bunların peşinde koşarak kendini dünyanın daimi kalacak bir varlığı sanıyorsun. Kendi kendine nasıl olsa ben ölmeyeceğim der gibi hal ve tavır takınmışsın.

Ey tabiat içinde kalan, ey nefs ve kötülüğün geçiş yollarında duran zavallı; bırak onları. Senin için bunlar bir yüktür. Bunlar senin için yük olmasın.

Bırak bu yükleri. Ufak bir hal görünce erdiğini sanma. Dünya varlığını kalbinden çıkar.
İman sahibi teftiş eder, sonra alır. İçi bozuk, münafık ise önüne geleni alır.

Her iyilik edene bağlanmak olmaz. Bir başkası sevilince ALLAH sevgisi kalpte azalır.

Başka şeyleri üzerinden bir yana at. Başkasını dilinden bırak. Onlara koşmaktan vazgeç, onların yaptığı iyiliği ALLAH’tan gör. Eğer kuldan görürsen kulu seversin. Çünkü Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurur:
“Kalp, iyilik edeni sever.”

ALLAH ve bir sürü maddi şeyler ve heva birbirine uyabilir mi? Birtakım maddî kıymetlerin içinde sayılan şeylerle ilahi kuvvetler bir olabilir mi?

Bu dargınlığın neden? Duan kabul olmadı diye ALLAH’a mı darılacaksın? Duanı kabul eder, ama biraz geç olabilir. Geç kalınca darılmak yerinde bir iş olur mu?
Bazen işitiliyor:
“Doğruyu istedim vermedi, istediğimi vermiyor,” hem de: “Duanın yapılması lazım.” diye emir veriyor.’ diyorsun:

“Bu sözün yerinde değil, hatalıdır.”

Bu sözlerinden ötürü sana sormak icap eder:
“Sen kendi başına buyruk musun? Yoksa bir sahibin ve bir efendin mi var?”

Eğer bu söze karşılık hür olduğunu, her istediğini yapmaya güçlü olduğunu iddiaya yeltenirsen sana ilk vurulacak damga:
“Sen kâfirsin. ALLAH’ı inkâr ediyorsun.” olur.

Aksi halde bir kul olduğunu ve bir sahibin, efendin olduğunu söylersen o zaman sana yine birçok sorular sorarlar:
“Duanın kabulü geç kaldığı için efendini töhmet altına mı alıyorsun? ALLAH’ın hikmetinden şüphe mi ediyorsun? Hâlbuki ALLAH, seni ve bütün yarattıklarını iyi bilir. Sana ve onlara ne gerekse güzellerini seçer.”

İthamlarına devam edersen yine sana verilecek hüküm şu olur:
“Sen kâfirsin, hakikati gizliyorsun.”

Çünkü ALLAH’a zulüm isnadında bulunmuş oluyorsun. Hâlbuki ALLAH, kullarına zulmetmez. Zulüm sözünü de kabul etmez. Bu sözün ALLAH için kullanılması imkânsızdır; kullanılamaz. Sebebine gelince, bütün mülk ALLAH’ındır. Zulüm ancak başkasının hakkına tecavüz meydana gelirse olur.

Senin ALLAH’a darılman, bazı işine gelmeyen hadiselerden ileri geliyor. Nefsin bazı şeylerden hoşlanmıyor. ALLAH’ın emrini yerine getirebilmek için işin güçleşiyor. Haliyle nefs darılıyor; sen de ona uyarak ALLAH’ı töhmet altında bırakıyorsun.

Hiçbir kötü işe karşı durmuyorsun, nefsine uyuyorsun; şeytanlara bağlanıyorsun. Küfür, şirk, her türlü kötülüğü işlemekten çekinmiyorsun. Neticede küfür üzerine ölüp gideceksin. Buna ceza olarak öbür âlemde azap çeşitleri hazırlandı. Cehennem zaten günahkârlar için hazırlanmıştır.

İman sahipleri, cennette sonuna kadar kalacakları gibi imansızlar da bu cehennemde sonuna kadar kalacaklardır. Orada, dünyada yaptıkları kötülükler yüzünden en çetin azaplara uğrayacaklardır.

Dünyada yaptıklarının cezasını göreceksin. Her an çekinmeden dünyanın kötülüğünü yapıyorsun. Nefsine, şeytanlara kapılarak yapmadığın rezalet kalmıyor. Cehennemin azabını göreceksin.

İnsanların bir kısmı sokağa çıkar; yalnız şehevi şeylere bakar. Kötü şeylere bağlanır. Onların geçici zevkleri kalbini bozar. Devam ederse helak olur; dinini bırakır. Ahlakı bozulur. Tabiatın verdiği adi zevkleri yapar, bütün fazilet duygularını söndürür.

Sadece iki şey vardır. Yaratan ve yaratılan! Yaratanı kabul edersen geri kalanlara söyle:

“Âlemlerin sahibinden başkası benim düşmanımdır!”
[Futuhu’l-Gayb//Abdülkadir Geylani]



Elbette sizin kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır.


Bismillahirrahmanirrahiym. De ki: ‘Elbette sizin kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen ALLAH’a döndürüleceksiniz; o da size yaptıklarınızı haber verecektir.’ Sadakallahül-Azıym.
[Cum’a Suresi, 8. ayet]

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki:
“ALLAH [c.c.] Cenneti yarattığı zaman Cebrail Aleyhisselam’a: ‘Git ona bir bak!’ buyurdular. O da gidip cennete baktı ve ‘Ey Rabbim! İzzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!’ dedi. ALLAH [c.c.] Cennetin etrafını mekruhlarla ( yani haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği amellerle) çevirdi. Sonra: ‘Hele git ona bir daha bak!’ buyurdu. Cebrail ona gidip bir daha baktı. Sonra da:
‘korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!’ dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail’e:
‘Git, bir de, şuna bak!’ buyurdu. O da gidip baktı ve: ‘İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!’ dedi. ALLAH [c.c.] de onun etrafını şehvetlerle ( nefsin arzularıyla, isteklerle –yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir) kuşattı. Sonra da:
‘Git ona bir kere daha bak!’ dedi. O da gidip baktı. Döndüğü zaman: ‘İzzetine yemin olsun, tek bir kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!’ dedi.”
[Ebu Davud, Sünnet,4744. hadis/ İmam Tirmizi, Cennet, 2563. hadis/ Kutub-i Sitte]

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Benim misalimle sizin misaliniz, şu temsile benzer: bir adam var (gece) ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, kelebekler ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onlara mani olmaya çalışır. Ancak hayvanlar çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmemeniz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe, ateşe koşuyorsunuz.”
[Buhari, Rikak/ Müslim, Fezail 2284.hadis/ İmam Tirmizi, Emsal 2877. hadis/ Kutub-i Sitte]

Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki:
“Kıyamet günü ilk çağırılacak olan, Hz. Âdem’dir. ALLAH [c.c.] :
‘Ey Âdem’ buyurur. Hz. Âdem:
‘Buyur Ey Rabbim, emrindeyim!’ der. ALLAH [c.c.] :
“Zürriyetinden cehenneme gidecekleri ayır!’ diye emreder. Âdem:
‘Ey Rabbim ne miktarını ayırayım?” diye sorar. ALLAH [c.c.] :
“Her yüzden doksan dokuzunu!’ ferman buyurur.”
Ashap o esnada atılıp: “Ey ALLAH’ın Resulü! Bizden geriye ne kaldı?” derler. Aleyhisselatu Vesselam:
“Benim ümmetim, diğer ümmetler yanında siyah ****ün başındaki beyaz tüy gibi azdır.” buyurdular.
[Buhari, Rikak / Kutub-i Sitte]

Hz. Enes Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam güldüler ve:
“Neye güldüğümü biliyor musunuz?” buyurdular. Biz:
“ALLAH ve Resulü daha iyi bilir!” dedik.
“Kulun Rabbine olan hitabından!” buyurdular ve şöyle devam ettiler:
“Kul şöyle der: ‘Ey Rabbim, sen beni zulümden korumadın mı?’ ALLAH [c.c.] :
‘Evet, korudum.’ buyurur. Kul da: ‘Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahit olmasını asla istemiyorum’ der. ALLAH [c.c.] :
‘Bugün sana tek şahit olarak nefsin, çok şahit olarak da Kiramen Kâtibin kâfidir’ buyurur.” Resulullah Aleyhisselatu Vesselam devamla dedi ki:
“Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına ‘konuş!’ denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: ‘yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim’ der.
[Müslim, Zühd, 2969. hadis; Kutub-i Sitte]

Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.
[Ebu Davud, Sünnet 1, (4597); Tirmizî, İman 18, (2643); Câmiü’s-Sağîr, 3/3292; Kutub-i Sitte]

Sahiheyn ve İmam Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den kaydettikleri bir rivayet şöyledir: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Ben kıyamet günü Ademoğlunun efendisiyim. [bütün peygamberler benim sancağım altında toplanacaklar] Kıyamet günü, öncekiler ve sonrakiler tek bir düzlükte toplanır. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların dayanamayacakları ve güç yetiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
“İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?” demeye başlarlar. Birbirlerine:
“Babamız Adem var!” derler ve Hz. Adem Aleyhisselam’a gelerek: “Ey Adem! Sen insanların babasısın. ALLAH seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Bütün isimleri sana öğretti. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?” derler. Adem Aleyhisselam da:
“Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Cennette iken beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben bu yasağa asi oldum. Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter! Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh Aleyhisselam’a gidin!” diyecek. İnsanlar Nuh Aleyhisselam’a gelecekler: “Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen Resullerin ilkisin. ALLAH seni çok şükreden bir kul [abden şekura] diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefatte bulunmaz mısın?” diyecekler. Nuh Aleyhisselam da şöyle diyecek: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine beddua olarak yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim Aleyhisselam’a gidin!” diyecek. İnsanlar İbrahim Aleyhisselam’a gelecekler: “Ey İbrahim! Sen ALLAH’ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne halilisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?” diyecekler. İbrahim Aleyhisselam onlara: “Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce hiç bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. Şefaat etmeye kendimde yüz bulamıyorum. Çünkü ben, üç kere yalan söyledim!” deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: “Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa Aleyhisselam’a gidin!” İnsanlar Musa Aleyhisselam’a gelecekler ve: “Ey Musa! Sen ALLAH’ın peygamberisin. ALLAH seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize ALLAH nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?” diyecekler. Musa Aleyhisselam da: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! İsa Aleyhisselam’a gidin” diyecek. İnsanlar İsa Aleyhisselam’a gelecekler ve: “Ey İsa, sen ALLAH’ın peygamberisin ve Meryem’e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlarla konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?” diyecekler! İsa Aleyhisselam da: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek! Beni, ALLAH’tan ayrı bir ilah edindiler. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter. Benden başkasına gidin. Muhammed Aleyhisselatu Vesselama gidin.” diyecek. İnsanlar bana gelirler ve: “Ey Muhammed! Sen ALLAH’ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. ALLAH seni geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?” diyecekler. Bunun üzerine ben Arş’ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken ALLAH, benden önce hiç kimseye açmadığı medhu senaları benim için açacak [ben onlarla Rabbime medhu senalarda bulunacağım] sonra: “Ey Muhammed başını kaldır ve iste! İstediğin sana verilecek. Şefaat talep et. Şefaatin yerine getirilecek.” denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: “Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!” diyeceğim. Bunun üzerine: “Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al. Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!” denilecek.
[Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizî, Kıyamet 11, (2436); Kutub-i Sitte]

Bir diğer rivayette İbnu Mesud Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Resulullah Aleyhisselatu Vesselam vaaz etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki: “Ey insanlar! Sizler kıyamet günü ALLAH’ın yanına yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. [sonra şu ayeti okudu:] Bismillahirrahmanirrahiym. İlke, yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaat olarak yine onu iade edeceğiz. Sadakallahül-Azıym. [Enbiya Suresi, 104.ayet] Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben: “Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!” derim. Bana: “Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar.” denilir. Ben İsa Aleyhisselam’ın dediği gibi diyeceğim: “Bismillahirrahmanirrahiym. Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat sen beni içlerinden aldın, üstlerinde gözetici sen oldun. Zaten sen her zaman her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer kendilerine azap edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen mutlak galip ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin, sen! Sadakallahül-Azıym. [Maide Suresi, 117,118. ayetler]
Resulullah Aleyhissalatu Vesselam devamla dedi ki: “Bunun üzerine bana: ‘onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç ara vermediler!’ denilecek!” Bir rivayette şu ziyade var: “Ben: ‘Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!’ derim”.
[Buhârî, Rikak 45, Enbiya 8, 44, Tefsir, Maide 14, 15, Tefsir, Enbiya 2; Müslim, Cennet 57, (2860); Tirmizî, Kıyamet 4, (3329); Nesâî, Cenaiz 118, (4, 114); Kutub-i Sitte]

Enes Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki:
“ALLAH [c.c.] azabı en hafif olan cehennemliğe:
‘Eğer dünyada her şey senin elinde olsaydı, şu azaptan kurtulmaya bedel, fidye olarak verir miydin?’ diye soracak. Adam ‘Evet’ diyecek. ALLAH [c.c.] bunun üzerine:
‘Sen daha Hz. Âdem’in sulbünde iken ben senden bundan daha hafifini istemiş: <bana hiçbir şeyi ortak kılma da seni ateşe koymayayım, cennete koyayım> demiştim. Sen buna yanaşmadın, şirke girdin’ buyuracak.”
[Buhari, Rikak/ Müslim, Münafıkûn 2805. hadis; Kutub-i Sitte]

Ey oğul! Sen hiçbir şey üzerinde değilsin. Senin Müslümanlığın da sıhhatli değil. İslam, üzerine bina kurulan temelin ta kendisidir. Senin şahadet getirmen de tam olmamış, eksik. Zira dilinle “la ilahe illallah: ‘ALLAH’tan başka ilah yoktur’ diyorsun; fakat kalbinle bunu yalanlıyorsun. Kalbinde, içinde birçok ilahlar var. Senin, devlet büyüklerinden ve mahalli idarecilerden korkman, içinde birer ilahtır. Kendi çalışmana, kendi kazancına, kendi gücüne kuvvetine, kendi kulağına, kendi gözüne, kendi zorbalığına güvenmen, içinde birer ilahtır. Zararı, faydayı, bir nimete nail olmayı, bir nimetten yoksun kalmayı insanlardan bilmen, içinde birer ilahtır. İnsanların çoğu, kalpleriyle, işte bu saydıklarımıza güvenirler, dayanırlar. Fakat kendilerine sorarsan, ALLAH’A dayanıp güvendiklerini söylerler.

La ilahe: “Hiçbir ilah yoktur” dediğin zaman, bununla toptan bir reddi(nefyi) onaylıyorsun. İllallah: “Ancak ALLAH vardır” dediğin zaman ise, yine ALLAH için toptan bir kabulü (ispatı) onaylamış oluyorsun. Bu durumda, her ne zaman kalbin, Hakk’dan gayrı bir şeye dayanır, güvenirse; o zaman yukarıdaki külli ispatında yalancı durumuna düşmüş, yani kendi kendini yalanlamış oluyorsun. Kendisine dayanıp güvendiğin o şey de, senin ilahın oluyor. Gerçek ve fiili durum budur. Zahire itibar yoktur.

Kalbinde birçok ilah varken, sen nasıl “la ilahe illallah: ‘ALLAH’tan başka ilah yoktur” diyebilirsin? ALLAH’tan başka güvenip dayandığın her şey senin putundur. Kalbinde şirk, yani ortak koşma bulunduğu müddetçe, dilinde kelime-i tevhit’i söylemen sana fayda vermez. Kalp pis oldukça, bedenin temiz olması sana yarar sağlamaz.
[Abdulkadir Geylani/ Fethü’r Rabbani]

Bismillahirrahmanirrahiym. Nefislerini ilah tanıyanları görür müsün? Sadakallahül-Azıym.
[Casiye Suresi, 23. ayet]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bu gibiler hakkında; “Yeryüzünde tapılan tanrılardan, ALLAH’ın [c.c.] en çok azap vereceği zevklere, şehvetlere, heveslerine, boş ve geçici şeylere uyan nefistir.” buyurmuştur.
[İmam Taberani, Ebu Umame’den; İhya-u Ulumi’d-din, 1.cilt, Rub’ul-İbadat, İmam Gazali]

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphe yok ki, münafıklar cehennem’in en alt tabakasındadır. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 145. ayet]

Çünkü onlar bildikten sonra inkâr ediyorlar. Yine bu sebepten Yahudileri de Hıristiyanlardan fena tanıyor. Hâlbuki onların çoğu ALLAH’ın [c.c.] evladı var demediler. ALLAH [c.c.] üç’ün üçüncüsüdür demediler. Ancak onlar peygamberlerimizi bildikleri halde inkâr ettiler, O’na uymadılar.
[İhya-u Ulumi’d-din, 1.cilt, Rub’ul-İbadat, İmam Gazali]

Kuran’ın haram ettiği şeyleri helal tanıyan, Kuran’a iman etmemiştir.
[İmam Tirmizi, Suheyb’den; İhya-u Ulumi’d-din, 1.cilt, Rub’ul-İbadat, İmam Gazali]




Cehennem ateşi ve azabı

Cehennem ateşi, ALLAH’ın kâfirler, münafıklar ve bazı isyancı kimseler için hazırladığı azap ve cezalandırma yurdudur.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, ALLAH’IN kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Tahrim Suresi, 6. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o kâfirler için hazırlanmıştır. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 24.ayet]

Kıyamet gününde cehennem mahşer yerine yetmiş bin halatı çeken görevli yetmişer bin melek tarafından çekilip getirilecektir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Cehennem açık bir şekilde gösterildiği zaman. Sadakallahül-Azıym.
[Naziat Suresi, 36. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Cehennem ateşi uzak mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini[ müthiş kaynamasını] ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun [cehennemin] dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yok oluvermeyi isterler. Onlara şöyle denir: bugün yalnız bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin. Sadakallahül-Azıym.
[Furkan suresi, 12,13,14. ayetler]

Cehennem ateşi 7 tabakadan ibarettir. Her bir tabaka azabının şiddeti bakımından diğerinden oldukça farklıdır. Hiçbiri ötekisine uymaz. Her bir tabakanın da amellerine ve inkârlarına göre adamları vardır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Muhakkak cehennem, onların hepsine vaat edilen yerdir. Cehennemin 7 kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. Sadakallahül-Azıym.
[Hicr Suresi, 43,44. ayetler]

Cehennem tabakaların veya cehennem kapıların isimlerini sayalım. Şöyle ki: Cehennem, Leza, Hutame, Saiyr, Sakar, Cahiym, Haviye. Kuran bize bu tabakalara girecek olanların hangi amelleri yüzünden gireceklerini de açıklamıştır. Kuran bize, cehennem tabakasının kâfirler için hazırlanan bir yer olduğunu açıklamaktadır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık. Sadakallahül-Azıym.
[Kehf Suresi, 102. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. O küfredenler bölük halinde cehenneme sürülür. Sadakallahül-Azıym.
[Zümer Suresi, 71. ayet]

ALLAH’ın kendilerine verdiği ve umut var oldukları şeylerde şükretmeyenler, başlarına gelen felaket ve musibetlere sabretmeyenler Leza tabakasına gireceklerdir. Bu kimseler kendilerine farz kılınan mala ait hakkı da engelleyen ve haktan yüz çeviren kimselerdir. İşte bunlar için Leza tabakası hazırlanmıştır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o cehennem alevlenen bir ateştir. Derileri kavurup soyar. Yüz çevirip geri dönen, servet toplayıp yığan kimseyi kendine çağırır. Gerçekten insan, pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir. Sadakallahül-Azıym.
[Mearic suresi, 15,16,17,18,19,20,21,22. ayetler]

Hutame tabakasına girecek olanlar Nemmam olanlar ile gıybet ehli olanlardır. Nemmam demek, söz taşıyan, ona buna laf yetiştiren, kavgaları kızıştırıp tutuşturanlar, dedikoducular demektir. Gıybet ise kişinin aleyhinde konuşup dedikodu yapan demektir. Bir de mal biriktirip kasalarını dolduran ve fakat bu mallara ait olan zekât haklarını vermeyenlerdir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve sonu sayıp durmuştu. O, malının kendisini ebedi kılacağını zanneder. Hayır, ant olsun ki o, Hutame’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu bilir misin? ALLAH’IN tutuşturulmuş, yandıkça tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşidir. Onlar bu ateşin içinde uzatılmış sütunlara bağlanmışlar ve o vaziyette o ateş üzerlerine kapatılmıştır. Sadakallahül-Azıym.
[Hümeze Suresi, 1,2,3,4,5,6,7,8,9. ayetler]

Saiyr tabakası öldükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr edenler içindir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar üstelik kıyameti yalan saydılar. Biz ise, kıyameti inkâr edenler için Saiyr’i[alevli bir ateş] hazırladık. Sadakallahül-Azıym.
[Furkan Suresi, 11. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ve onlara alevli ateş [Saiyr] azabını hazırladık. Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü dönüştür. Sadakallahül-Azıym.
[Mülk Suresi, 5,6. ayet]

Sakar tabakasına girecek olanların ne tür amel sahibi olduklarını Kuran bize anlatmaktadır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Günahkârlara: sizi sakar denilen şu yakıcı ateşe sokan nedir? Diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar da şöyle cevap verirler: biz namaz kılanlardan değildik yoksulu doyurmuyorduk, batıla dalanlarla birlikte dalıyorduk, ceza gününü de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm geldi, çattı. Artık şu şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor ki, adeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi hala öğütten yüz çeviriyorlar? Sadakallahül-Azıym.
[Müddesir Suresi, 41,42,43,44,45,46,47,48,49,50,51. ayetler]

Cahiym tabakasına girecek olanlar ise, dünyada iken kibir ve gurura kapılıp kendilerini herkesten üstün kabul edenler olacaktır.

Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH zebanilere emreder: tutun onu! Cahiym denen cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! Ve deyin ki: tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin! İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir. Sadakallahül-Azıym.
[Duhan Suresi, 47,48,49,50. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ama gerçekleri yalanlayıcı sapıklara ise, ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır! Ve onun sonu Cahiym’e [cehenneme] atılmaktır. Sadakallahül-Azıym.
[Vakıa Suresi, 92,93,94. ayetler]

Haviye tabakası, cehennemin en alt tabakasıdır. Münafıklar [yani ikiyüzlü, araya nifak sokanlar. Fitne karlar. Sözünde durmayan, yalan söyleyen, hıyanet edenler. Görünüşte Müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olanlar] burada azap göreceklerdir. ALLAH şöyle buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahiym. Ameli yeğni- hafif olana gelince, işte onun anası[yeri, yurdu] Haviye’dir. Nedir o Haviye bilir misin? Kızgın ateş! Sadakallahül-Azıym.
[Karia Suresi, 8,9,10,11. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 145. ayet]

Buraların sıcaklığına ve derinliğine gelince, harareti hiç dayanılamayacak ve tarif edilemeyecek manada şiddetlidir, anlatılamaz. Derinliğinin ise haddi yoktur. Hazreti Ömer Radıyallahu Anh’ın da dediği gibi buraların kamçıları da demirdendir.

Cehennemin ısısına gelince: Ahmed bin Hanbel ve sünen sahipleri Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyorlar. Hâkim de bunun sahih olduğunu belirtiyor. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh demiş ki, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“Sizin dünyada yakmakta olduğunuz şu ateşin ısısı, cehennem ateşinin hararetinin 70 derecesinden sadece bir derecesidir.” Orada bulunan sahabe: “Ey ALLAH’ın Resulü! Yemin ederiz ki, dünyadaki bu ateşin harareti bile yeterli gelir” deyince, Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Cehennem ateşi dünya ateşinden hararet ve ısı derecesi bakımından 99 defa güçlü bir derecede üstün kılınmıştır.”
[İmam Tirmizi, Sıfat-u Cehennem, 1.bab, 2589. hadis.)

İmam Malik ve İmam Tirmizi Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayet etmişlerdir. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh diyor ki; Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu: “Cehennem ateşi kızarana kadar, ateşi 1000 yıl daha yakıldı, daha sonra ateş beyazlanana, kor haline gelene dek 1000 yıl daha yakıldı, daha sonra tam kararana kadar bu ateş 1000 yıl daha yakıldı ve o şimdi tam bir zifiri karanlık ateş halindedir.”
[İmam Tirmizi, Sıfat-u Cehennem, 8. bab, 2591.ayet]

Buhari, Müslim ve Tirmizi Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyorlar, demiş ki Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Cehennem ateşi Rabbine şikâyette bulunarak dedi ki: ‘Rabbim! Benim ateşim için için kendi kendini yiyip tüketmektedir.’ Bunun üzerine Rabbi ona, biri kışın ve diğeri de yazın olmak üzere iki defa nefes alıp vermesine izin verdi. Dünyada sizi yaz mevsiminde aşırı sıcaklıktan bunaltan sıcaktan çok daha şiddetli bir sıcaktır, kışın da o dondurucu soğuktan sizin buz kesilmesine sebep olacak soğuktan da daha soğuk bir nefestir.”

Bismillahirrahmanirrahiym. De ki: cehennem ateşi daha sıcaktır. Sadakallahül-Azıym.
[Tevbe Suresi, 81. ayet]

İmam Tirmizi, Uteybe bin Gazvan’dan rivayet ediyor. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“Şüphesiz büyük bir kaya parçası cehennemin kenarından içeriye atıldı, tam 70 yıldır taş dibe doğru inmekte ve halen şu anda yerine ulaşmış değildir.”
[Tirmizi, Sıfat-u Cehennem, 2575.hadis.]

Müslim Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’daen rivayet ediyor. Demiş ki; “Biz ALLAH Resulü’nün yanında oturuyorduk. Derken bu sırada bir ses işitildi. Bunun üzerine Aleyhisselatu Vesselam efendimiz: ‘Bu ses nedir? Biliyor musunuz?’ diye sordu. Biz de, ‘En iyisini ALLAH ve Resulü bilir’ dedik. Buyurdu ki: ‘İşittiğiniz bu gürültü sesi, cehennemin içine atılan bir taş olup, tam 70 yıldan beri dibe doğru inmekteydi, işte tam şu anda ateşin içine düştü, cehennemin dibine ulaştı, siz de onun gürültü sesini duydunuz.’
[Müslim, Cennet, 2844. hadis.)

Yine İmam Tirmizi Ebu Said Hudri Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyor. Ebu Said Hudri Radıyallahu Anh demiş ki; Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:

“Veyl, cehennemde bir vadinin adıdır. Kâfir olan bir kimse buraya atılır ama 40 yılda onun dibine ulaşamaz.”
[İmam Tirmizi, Tefsir-ul Kur’an, 3164. hadis.)



Cehennem ehli ve azabı

Cehennem ehli olanların üzerine mahşer yerinde cehennem ateşi onlar üzerine yuvarlanıp gelir ve onları yakalayıp cehenneme sürükler. Bu sürüklenenlerden kimisi zincirlere vurularak, bukağılarla zebaniler kendilerini cehenneme sürükleyip götürürler.

Bismillahirrahmanirrahiym. O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Sadakallahül-Azıym.
[Zümer Suresi, 71. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Boyunlarına demir halkalar ve zincirler olduğu halde, sıcak suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklardır. Sadakallahül-Azıym.
[Mümin Suresi, 71,72. ayetler]

Cehenneme kimisi guruplar halinde ve kimisi de ikişerli olarak sevk olunacaklardır.
Bismillahirrahmanirrahiym. O gün günahkârların zincire vurulmuş olduğunu görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir. Sadakallahül-Azıym.
[İbrahim Suresi, 49,50. ayetler]

Kimileri de teker teker alınıp cehennem ateşine atılacaklardır.
Bismillahirrahmanirrahiym. Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar. Sadakallahül-Azıym.
[Rahman Suresi, 41. ayet]

Sert ve katı tavırlı acımasız melekler onları böylece perçemlerinden, ayaklarından yakalayıp, onları dürerler, sonra da cehennem ateşinin içine atarlar.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onu yakalayın da, ellerini boynuna bağlayın; sonra alevli ateşe atın onu. Sadakallahül-Azıym.
[Hakka Suresi, 30,31. ayetler]

Rivayete göre, cehennemliklerin boynuna takılan o ateşten halkalardan sadece bir tanesi dünyaya düşse, dünyayı ve içindekileri birlikte yakıverir.

Cehennem ateşinde görevli olan meleklerin kalplerinde ALLAH, zerre ağırlığınca acıma hissi yaratmamıştır. Bu bakımdan onlar oldukça acımasızdırlar. ALLAH onları yarattığı günden bu yana yüzleri ve suratları hep asıktır, asla gülme nedir bilmezler.

Bismillahirrahmanirrahiym. O cehennemin başında, acımasız, güçlü, ALLAH’IN kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Tahrim Suresi, 6. ayet]

Ellerinde demirden sopalar ve kamçılar vardır. Bununla cehennem ateşine atılanları döverler. Yani cehennemlikler ateşe atıldıktan sonra oradan çıkma girişiminde bulunacaklardır. Çünkü ateş alevleri öylesine yükselecek ki, neredeyse oradan çıkacak konuma gelirler ve bu durumda her çıkma girişimlerinde melekler ellerindeki kamçılarla onları döverek tekrar ateşe sokarlar. Bu durum yıllarca böyle devam eder, ta ki onlar cehennemin dibine düşene dek sürer ve bu azap da böyle devam eder.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir! Bununla, karınlarının içindeki organlar ve derileri eritilecektir! Bir de onlar için demirden kamçılar vardır! Sadakallahül-Azıym.
[Hac Suresi, 19,20,21. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Yoldan çıkanlar ise, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler ve kendilerine: “yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın!” denir. Sadakallahül-Azıym.
[Secde Suresi, 20. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Izdıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri döndürülürler ve ‘tadın azabı!’ denilir. Sadakallahül-Azıym.
[Hac Suresi, 22. ayet]

Onların cehennemdeki durumu budur. Onların yiyecekleri, içecekleri ve giysileri ise hepsi azaptır. işte onların da açıklamaları şöyledir. Önce giysileri nelerden ibaret olacak, onu bir görelim. Aslında cehennemliklerin cehennemde giyecekleri elbiseler, cehennem ateşinde kızdırılmış bakır levhalardan oluşacaktır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Şu iki gurup, rableri hakkında çekişen iki hasımdır: imdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir. Bununla, karınlarının içindeki organlar ve derileri eritilecektir. Bir de onlar için demir kamçılar vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Hac Suresi, 19,20,21.ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir. Sadakallahül-Azıym.
[İbrahim Suresi, 50. ayet]

Cehennem ehlinin yiyeceklerine gelince, onların cehennemdeki yiyecekleri zakkumdur, deve dikenidir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz zakkum ağacı günahkârların yemeğidir. O, karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar. Sadakallahül-Azıym.
[Duhan Suresi, 43,44,45,46. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Şimdi, ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu[zakkumu] zalimler için bir fitne[imtihan] kıldık. Zira o, cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaçtır. Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. Cehennemdekiler ondan yerler. Sadakallahül-Azıym.
[Saffat Suresi, 62,63,64,65,66. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Sonra siz ey sapıklar, yalancılar! Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarını ondan dolduracaksınız. Sadakallahül-Azıym.
[Vakıa Suresi, 51,52,53. ayetler]

İmam Tirmizi İbn-i Abbas Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyor. Demiş ki; Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu: “Eğer, zakkumdan sadece bir tek damla dünyaya düşseydi, dünya ehlinin tüm yiyeceklerini, hayatını bozar zehir ederdi. Bir de gıdası, yiyeceği sadece zakkumdan ibaret olanların halini düşünün, acaba nasıl olabilecek ki!”

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur, o ise ne besler ne de açlığı giderir. Sadakallahül-Azıym.
[Ğaşiye Suresi, 6,7. ayetler]

Cehennem ehlinin içecekleri ise, kaynar su ve irindir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar cehennem ile kaynar su arasında dolaşır dururlar. Sadakallahül-Azıym.
[Rahman Suresi, 44. ayet]

İrin olayına gelince bu, cehennem ateşinde yananların bedenlerinden akan kan ile karışık maddedir ki, irin demektir. Cehennemliklerin vücudundan akıp giden bu pis ve murdar olan şeyler bir yerde birikir ve cehennemlikler de gelip buradan içerler. Çünkü onlar açlıkla azap olundukları gibi bununla da azap görürler. Açlıkları öyle bir noktaya gelecek ki, yiyecek diye imdat isteyeceklerdir. Onların imdat çığlıklarına zakkum ve deve dikeniyle karşılık verilecektir. O kadar acıkmışlardır ki, yiyecek bir başka şey olmadığından bu şeyleri yemek zorunda bırakılacaklardır. Bunları yerlerken lokmalar boğazlarında düğümlenecek ve kolay bir şekilde boğazlarından geçmeyecektir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Hiç şüphesiz bizim nezdimizde onlar için hazırlanmış boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verecek bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Müzzemmil Suresi, 12,13. ayetler]

Bu şeyleri yiyince bu defa susuzluk hissedecekler ve su isteyeceklerdir. Boğazlarından geçmeyen lokmanın geçebilmesi için dünyada iken nasıl bunun üzerine su içiyorlar idiyse, orada bunu deneyeceklerdir. Onların bu isteğine kaynar su verilerek veya irin getirilerek karşılık verilecektir. İçmek için sunulan şeyi, aşırı susuzluktan ötürü ağızlarına götürdüklerinde güya bununla susuzluklarını giderecekler veya düğümlenen boğazlarının açılmasını sağlayacaklar ama ne çare. Çünkü ağza yaklaştırılan ve yüze yakın gelen bu kaynar su veya irin aşırı kaynar oluşundan ötürü o kişinin yüzünün derisinden parçaların kopup o suyun içerisine düştüğünü göreceklerdir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Biz zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Susuzluktan imdat diyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri. Sadakallahül-Azıym.
[Kehf Suresi, 29. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ardından da o inatçı zorbaya cehennem vardır, kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir ki azaptan kurtulsun. Bundan ötede şiddetli bir azap da vardır. Sadakallahül-Azıym.
[İbrahim Suresi, 16,17. ayetler]

Cehennemlik olan kişi cehennemde kaynar sudan veya irinden içince, boğazından aşağıya inmeye başladığı zaman tüm iç organlarını, bağırsaklarını paramparça kılacaktır, yakıp kavuracaktır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Hiç bu ateşte baki kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu? Sadakallahül-Azıym.
[Muhammed Suresi, 15. ayet]

İşte onların içeceği budur. Üzerlerine dökülünce onları paramparça hale getirecek bir su.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir. Bununla, karınlarının içindeki organlar ve derileri eritilecektir. Bir de onlar için demir kamçılar vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Hac Suresi, 19,20,21. ayetler]

Tirmizi Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyor. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh demiş ki, ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:
“Şüphesiz başlarının üzerinden kaynar su dökülecektir. Böylece kaynar su ta iç organlarına işleyerek karın-mide boşluğuna ulaşacak, ne gibi iç organları varsa tamamını silip götürerek ta ayaklarından dışarı çıkacaktır. İşte Sahr yani eritme denen olay budur. Sonra organlar yine eski haline döndürülecektir.”

Kâfirler cehenneme girdiklerinde, gördükleri azaba dayanabilmeleri için bedenleri öylesine irileştirilip büyütülecektir ki, iki omuzu arasındaki mesafe üç günlük bir yol mesafesi kadar olacaktır. Azı dişi ise adeta dağ büyüklüğünde olacak, derisi ise kalınlığı da yetmiş zira kalınlığında olacaktır. Nitekim yine imam Tirmizi ve Ebu Müslim rivayet ediyorlar. Rivayete göre Ebu Hureyre Radıyallahu Anh demiş ki; ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurmuştur:

“Kâfirin azı dişi Uhud Dağı gibidir. Derisinin kalınlığı ise üç günlük yol mesafesindedir. Ne zaman ki derileri iyice eriyip yok olur, ALLAH onun yerine başka bir deri getirir.”

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz ayetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! ALLAH daima üstün ve hâkimdir. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 56. ayet]

Cehennem ateş cehennemlikleri çepeçevre; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından, üstlerinden ve altlarından tümüyle kuşatacaktır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ateş üzerlerine kapatılmıştır. Sadakallahül-Azıym.
[Hümeze Suresi, 8. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Biz zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Sadakallahül-Azıym.
[Kehf Suresi, 29. ayet]

Tirmizi Ebu Said Hudri Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyor. Ebu Said Hudri Radıyallahu Anh diyor ki; Resulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:
“Cehennem ateşinin çiti 4 duvar kalınlığındadır. Her duvarın kalınlığı da 40 yıllık yoldur.”

Bismillahirrahmanirrahiym. O günde azap, onları hem üstlerinden ve hem ayaklarının altından saracak ve ALLAH onlara: ‘yaptıklarınızın cezasını tadın’ diyecektir. Sadakallahül-Azıym.
[Ankebut Suresi, 55. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da öyle tabakalar var. İşte ALLAH kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Yalnızca benden korkun. Sadakallahül-Azıym.
[Zümer Suresi, 16. ayet]

Nitekim rivayet olunduğuna göre cehennemde öyle yılanlar ve akrepler var ki her biri develer ve katırlar büyüklüğündedir. Bunlar orada cehennemlikleri soktuklarında, acısı tam kırk yıl hissedilir. Bir de bu cezanın yanında cehennem ehlinin öyle bir haykırışları, bağrışları, çığlıkları ve hatta ulumaya benzer sesleri var ki dayanılmaz durumdadır. Hepsi de birbirleriyle mücadele edip dururlar. Her biri diğer arkadaşını suçlar, onun yüzünden başlarına bunun geldiğini söyler. Hatta biri diğerine, beni bu hallere düşüren sensin, derken kimileri de birbirlerine bedduada bulunurlar.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar orada: rabbimiz! Bizi çıkar, önce yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! Diye feryat ederler. Sadakallahül-Azıym.
[Fatır Suresi, 37. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Orada onlara inim inim inlemek düşer. Yine onlar orada hiçbir iyi haber duymazlar. Sadakallahül-Azıym.
[Enbiya Suresi, 100. ayet]

Bir de cehennemde bunların birbirlerini kötülemeleri vardır.

Bismillahirrahmanirrahiym. İnkârcıların liderlerine: ‘işte bu sizinle beraber cehenneme girecek topluluktur’ denildiğinde, liderler: ‘onlar rahat yüzü görmesin’ derler. Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir. Liderlere uyanlar ise: ‘hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu bize siz sundunuz! Ne kötü bir yerdir!’ derler. Yine onlar: ‘Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateşteki azabını iki kat artır!’ derler. Sadakallahül-Azıym.
[Sad Suresi, 59,60,61. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. İşte bu cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir. Sadakallahül-Azıym.
[Sad Suresi, 64. ayet]

Bunun sebebi, insanların birçoğunun efendilerine, beylerine ve liderlerine uymaları, büyüklerinin peşinden gitmelerindendir. Oysaki bunların çoğu hem sapıktırlar ve hem başkalarını da saptırmaktadırlar. Bu bakımdan lider ve büyük konumunda bulunanlara genel olarak onlara tabi olanlar tarafından hep kınama gelecektir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: ‘eyvah bize! Keşke ALLAH’A itaat etseydik, peygamber’e de itaat etseydik!’ derler. ‘Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar’ derler. ‘Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.’ Sadakallahül-Azıym.
[Ahzab Suresi, 66,67,68.ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Kâfirler ateşin içinde birbirleriyle çekişirken zayıf olanlar, o büyüklük taslayanlara: ‘biz size uymuştuk. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz?’ derler. O büyüklük taslayanlar ise: ‘doğrusu hepimiz bunun içindeyiz. Şüphesiz ALLAH kulları arasında vereceği hükmü verdi’ derler. Sadakallahül-Azıym.
[Mümin Suresi, 47,48. ayetler]

Cehennemliklerin sürekli azap görmeleri ve bir an olsun bu azaba ara verilmemesi sebebiyle, cehennemdeki görevli meleklere seslenecekler ve onlardan kendi ölümlerini isteyecekler ama ölüm nerede, bu hiç mümkün mü?

Bismillahirrahmanirrahiym. İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. Sadakallahül-Azıym.
[Ahzab Suresi, 36. ayet]

Cehennemdeki görevli melekler yani hazinler, onların ölüm, isteğine ancak 1000 yıl sonra cevap verirler. Onlara cehennemdeki sorumlu melek malik şu cevabı verir: “Siz burada kalıcısınız!”

Bismillahirrahmanirrahiym. ‘Ey malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!’ diye seslenirler. Malik de: ‘siz böyle kalacaksınız der. Ant olsun biz size hakkı getirdik, fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.’ Sadakallahül-Azıym.
[Zuhruf Suresi, 77,78. ayetler]

Artık cehennemde ölmenin söz konusu olmadığını öğrenip ölmekten umutlarını kestikten sonra, kesin olarak ölüm denen olayın bundan böyle olmayacağına kani olurlar. Bu defa, hiç olmazsa bir gün de olsa azabımızı hafifletin, diye seslenecekler ama azapları da hafifletilmeyecektir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine; ‘Rabbinize dua edin, bir gün olsun azabı hafifletsin!’ diyecekler. Bekçiler de: ‘size peygamberleriniz açık deliller getirmediler mi?’ derler. Onlar da: ‘getirdiler’ cevabını verirler. Bekçiler ise: ‘o halde kendiniz yalvarın’ derler. Hâlbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır. Sadakallahül-Azıym.
[Mümin Suresi, 49,50. ayetler]

Sonra cehennem ehli, umutları kesilince dönüp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulunurlar ve “Sabredin, çünkü dünyada bir şeye sabredilince, sonunda bir ferahlık kapısı açılıyordu, burada da belki öyle olur” derler. Oysa onlara orada sabretmeleri ile sonunda onlara bir ferahlık yoktur ve sabırları bir yarar da sağlamayacaktır ve nitekim şöyle diyecekler:

Bismillahirrahmanirrahiym. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur. Sadakallahül-Azıym.
[İbrahim Suresi, 21. ayet]

Daha sonra cehennemlikler birbirlerine şöyle derler: “Doğrusu şu cehennem bekçileri var ya, aslında onların ellerinden bir şey gelemez. Dolayısıyla bize de acımazlar. Gelin biz Rabbimize dua edelim de belki Rabbimiz bize merhamet eder.” Sonra hep birlikte yakarırlar:

Bismillahirrahmanirrahiym. Derler ki: ‘Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz bir sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha ettiklerimize dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.’ Buyurur ki: ‘alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!’ Sadakallahül-Azıym.
[Müminun Suresi, 106,107,108. ayetler]

Artık bundan böyle umutsuzdurlar. Zaman uzadıkça azapları da artar, ateşin ısısı giderek şiddetlenir. Çünkü ateş onlar ve onların taptıkları put ve sistemlerle veya kibrit taşlarıyla tutuşturulur.

Bismillahirrahmanirrahiym. Siz ve ALLAH’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Sadakallahül-Azıym.
[Enbiya Suresi, 98. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. İnkâr edip de insanları ALLAH yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız. Sadakallahül-Azıym.
[Nahl Suresi, 88. ayet]

İşte görüldüğü gibi onlar cehennemde ebedi olarak kalacaklardır. Onların azapları bir an olsun hafifletilmeyeceği gibi, ara da verilmeyecektir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar, azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir. Sadakallahül-Azıym.
[Zuhruf Suresi, 74,75. ayetler]

Onlar için cehennemde; tarif edilemeyecek derecede bir nefes alış verişleri var ki adeta anırmaya benzeyen bir hırıltı ile nefes alıp verirler. Dilleri ise 10 km.den daha fazla uzayıp sarkmıştır, insanlar üzerine basa basa geçip giderler.

Bismillahirrahmanirrahiym. Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların öyle feci nefes alıp vermeleri vardır ki. Rabbinin dilediği hariç, onlar gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır. Sadakallahül-Azıym.
[Hud Suresi, 106,107. ayetler]

İmam Tirmizi rivayet etmiştir. İbn-i Ömer Radıyallahu Anh’dan yapılan bu rivayete göre, demiş ki; ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz cehennem ateşi içerisinde kâfir, dilini bir ve iki fersah kadar yerden sürüyüp çekecek ve insanlar da üzerine basıp geçerler.”

İmam Buhari, Ebu Müslim ve İmam Tirmizi Numan bin Beşir Radıyallahu Anh’dan rivayet ediyorlar, demiş ki; ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Cehennem ehli içerisinde azabı en hafif olan kimse, ateşten bir çift takunya ve bu takunyalara bağlı bir çift kemeri bulunan kişidir. İşte ateşten bu ayakkabı ve kemerinin etkisiyle adeta ateş üzerinde tencerenin fokur fokur kaynaması gibi, beyni öylesine kaynar. Bu kimse, kendisi dışında başka bir kimsenin onun kadar azap çektiğini kabul etmez. Oysaki kendisi cehennemlikler arasında azabı en hafif olan kimsedir.”

Bu azap, ALLAH’ın kâfirler ile münafıklar için Hazırladığı bir azaptır. Ancak bu ümmetin isyankâr olanlarına gelince, bunlardan her biri, dünyada işledikleri suçları oranında azap göreceklerdir. Bunlardan kimisi daha sırat üzerinden geçerken azap görecekler –ki bunlar asi olanlar arasında sayıları en çok olan kimselerdir-. Bir de büyük günah işleyenler ile farz ibadetleri terk edenler vardır. Bunlar bu halde ölüp giden kimselerdir. Dünyada iken yaptıklarına pişmanlık duyup da tövbe de etmemişlerdir. işte bu kimseler de cehennem ateşi içerisinde oldukça uzun bir müddet azap çekecekler, bu, onların binlerce senesine mal olacaktır.

Kâfirlerle münafıklar bir de cehennemden çıkmamak kaydıyla sonu gelmemek surette hep cehennemde ebedi olarak kalacaklardır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Sadakallahül-Azıym.
[Yunus Suresi, 27. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Birbirlerine gösterilirler, fakat herkes kendi derdindedir. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtuluş için, oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın. Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o cehennem alevlenen bir ateştir. Sadakallahül-Azıym.
[Mearic Suresi, 11,12,13,14,15. ayetler]

[Ahiret Günü//Abdulkadir Mutlakurrahbavi]





Bismillahirrahmanirrahiym. Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür! Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar? Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar: ‘Allah'ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar: ‘Ant olsun, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimsenin ölümünü ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Sadakallahül-Azıym.
[Münafikun Suresi]


BU DüNYA, BU NESiL HER YÖNDEN, HER CİHETTEN KIYAMET ALAMETi!

Bismillahirrahmanirrahiym. Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar. İşte onun işaretleri gelmiştir. Sadakallahül-Aziym.
[Muhammed suresi, 18. ayet]

Şeytan devamlı vesvese vermekle kalpler de bulunan inkâr kuvvetini arttırır. İnsanların inkârları o dereceye varır ki, cehennem hakkında anlatılanları yalnız korkutmak için, cennet hakkında söylenenleri ise, asılsız teşvikler zannederler. Arzu ve şehvetlerine uyarlar. Şeriata uyanlara ahmak ve hakir gözüyle bakarlar ve bunlara; aldatılmışlar, tuzağına düşmüş derler.
[Kimya-yı Saadet, İmam Gazali, sayfa 84]

Çoğu insan kıyametin kopacağına ciddi anlamda ihtimal vermez.

Bismillahirrahmanirrahiym. Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. Sadakallahül-Azıym.
[Kehf Suresi, 36. ayet]

Kıyamet alametleri birbirini takiben meydana gelir. Bir dizideki boncukların art arda kopması gibi.
[Ramuz El E-hadis, sayfa 277, Camiü’s-Sağır]

Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.
[Buhari, Tecrid’i, sayfa 16]

İmam Buhari, İmam Müslim ve diğerlerinin Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayetlerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz;
“Gözlerin zinası mahremi olmayan kadınlara bakmaktır. Kulakların zinası; dinlenmesi yasak olan sözleri dinlemektir. Dilin zinası; konuşulması haram olan şeyleri konuşmaktır. Elin zinası; haram olan bir şeye dokunmaktır. Ayakların zinası da gidilmesi yasak olan yere gitmektir. Kalbin de zina temennisi ve arzusu vardır” buyurmuşlardır.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsayan mahiyettedir. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde açıktır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve vücut hatları belli olmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir.

Ya Esma, kadın, kız ergenliğe girdi mi onun artık yüzü ile elinden başka yeri gözükmemesi gerekir.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 493]

Ey kadınlar! Ancak nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba olan erkeklerle konuşun. Olmayanlarla konuşmayın.
[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 469]

Erkekler kadınlara benzeyecek, kadınlar erkeklere benzeyecek.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 451]

Erkekler kadınlar gibi süsleniyor, giyiniyor bu zamanda; bakımlı olmak düşüncesiyle. Kadınlarda erkekler gibi pantolon, takım elbise giyiyor, saçlarını kısacık kestiriyor.

Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!
[Hakim]
Sanat adı altında sanatçılık yapanlar her türlü kılığa giriyor bu zamanda. Erkekler kadın kılığına, kadınlar erkek kılığına giriyor.

Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir!
[İ. Ahmed]
Kadınların birçoğu erkekler gibi davranmaya çalışıyor; kendilerini güçlü gösterebilmek, kendilerini kanıtlayabilmek için. “Ben buyum, ben de güçlüyüm, ben farklıyım” diyebilmek için. Erkeklerden de kadınlara benzemeye çalışanlar var değil mi? Herkesin hayatı kendine, herkesin kararlarını ve yaşayış şeklini seçme hakkı var bu zamanda.

Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!
[İmam Buhari]

Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere ALLAH lanet etsin!
[İmam Taberani]

Erkekler kadınlara benzeyecek, kadınlar erkeklere benzeyecek.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 451]

Erkekler bile makyaj yapıyor; özellikle sanatçılar, modernliği savunanlar. Her türlü bakımı yaptıranlar bile var. Kadınlar da saçlarını kestiriyor erkekler gibi. Hz. Eyyub Aleyhisselam zamanında kadınların saçları tek bir sebeple kesilirdi. Sadece zina eden, kocalarını aldatan kadınların saçları kesilirdi. Bu zamanda herkes kendi saçını kendisi kestiriyor değil mi? Kadınların el ve yüz hariç tüm vücudu mahrem olduğu halde herkes başını açıyor göz zinasına sebep oluyor; üstüne birde saçını kestiriyor, boyatıyor. Modern çağda yaşıyoruz ama hepimiz, modernlik böyle oluyor artık, herkes böyle giyiniyor değil mi?

Hz. Esma Radıyallahu Anha anlatıyor: ‘’Bir kadın Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e gelerek: ‘’Kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim, peruk takayım mı?” diye sordu. Aleyhisselatu Vesselam:
‘’ALLAH takana da taktırana da lanet etmiştir!’’ diye cevap verdi.
[Buhari, Libas, 83,85; Müslim, Libas, 115, 2122. Hadis; Nesai, Zinet 71; Kutub-i Sitte]

Peruk takıyorlar değil mi bir de? Hem erkekler hem de kadınlar peruk takıyor.

İbn-u Abbas Radıyallahu Anh dedi ki: ‘’Peruk takan, taktıran; kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.’’
[Ebu Davud, Tereccül 5, 4170. Hadis, Kutub-i Sitte]

Allah, süslenmek için yüzünü boyayıp yolana da, yoldurana da [makyaj yapıp, yüzündeki tüyleri alana] lanet etsin.
[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Moda ve güzellik için, hoş görünmek için, modern olabilmek için; erkeklerin bile kaşlarını incelttirmemesi gerekirken, hem kadınlar hem de erkekler kaşlarını inceltiyorlar değil mi? Modern çağdayız! Bilgi çağındayız!

Hangi bir kadın ki, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir cemaatin yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı yüklenir.
[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 178]

Sokağa çıktığımızda hangi bayanın yanından geçsek parfüm sürmüş oluyor ve parfüm kokusunu duyuyoruz. Hem kokuyu sürene hem de kokusunu duyana zina günahı yükleniyor. Erkeklere sorarsanız ezberlemişler şu cümleyi; “erkeklerin günahı kadınlardan sorulacak”, umurlarında bile değil gerisi. Kadınlara sorarsan istediklerini yapmakta serbestler.

Zina da devam eden adam putperest gibidir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 236]

Bir beldede zina ve faiz meydan alırsa, o belde halkı Allah'ın azabına hak kazanmış olurlar.
[Ravi: Hz. İbn-i Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54]

Gerek yere batmak, suret değiştirmek ve gerekse taş yağmak zaruridir. Dediler ki; "Ya Resulallah bu ümmete mi?" Buyurdu ki: “Evet, onlar şarkıcı cariyeler edindiklerinde, zinayı helal saydıklarında, faiz yediklerinde, Harem [Mekke]de avlanmayı ve ipek giymeyi helal saydıklarında ve erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde.”
[Ravi: Hz. İbn-i Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 464]

Zina yapan kimse, zina ederken mümin değildir. Şarap içen de içerken mümin değildir. Hırsızlık yapan da hırsızlık yaparken mümin değildir, yağmacılık yapan bir mevki sahibi kimse de yağmacılık yaparken mümin değildir. Öyle bir yağmacılık ki; o adamın cüretine hayretten dolayı insanların gözü ona dikilir. [Müslim’in Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayetinde "Sizden biriniz ganimetten bir şey çaldığında mümin değildir. Aman sakının! Sakının!" ilavesi vardır.]
[Ravi: Hz. Abdullah İbn-i Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 488]

Zina yapan kimse, zina ederken mümin değildir. Bu hükme göre, sürekli başı açık olan, göz zinası işleyen kadınlar kâfirdir! Sürekli zina işlerler çünkü! Dille ne kadar Müslümanlık iddia etseler de gırtlaklarından öteye geçmez Müslümanlıkları, sadece lafta kalır.

Allah, dinen örtülmesi gereken yerlere bakana da baktırana da lanet etsin.
[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Allah Resulü aynen şöyle buyuruyor: “Cehennem ehlinden olan bir grup var ki, bunlar bir takım kadınlardır.”
“Nasıl kadınlar Ya Resulallah?”
“Üzerlerine bir elbise giymişler ama [üzerlerinde bir elbise var, anadan doğma çıkmamışlar, tamam], açık giyinmişler, örtünmüş, giyinmiş ama tıpkı çıplak bir kadınmış gibi herkesin gözünü üstüne çekiyor. Tıpkı çıplakmış gibi erkeklerin bakışlarını çekiyor bu kadın. Mesela daracık bir pantolonu bacağına geçirmiş, vücudunu alçıdan bir kalıba koymuş gibi, önden ve arkadan apış arasının kalıbını bütün gözlere ve kaldırımlara dökmüş bu kadın. Hatta pantolon giymese bile, ne giyerse giysin, ne kadar elbise giyerse giysin; vücudunun kalıbı, endamı önden veya arkadan vücut hatları meydana çıkıyorsa ALLAH bu kadına örtünmüş demiyor, çıplaktır hükmünü veriyor! Bu haliyle ne oluyor? Meylediyorlar bu kadınlar? Kime? Kendileri çıplak olarak dolaştıkları için, başka erkekler bize baksın diye meylediyorlar! Bu kıyafette çıkan kadın, ‘Bakalım herkes bana bakıyor mu?’ diye, o kadın da başkasına bakıyor. Hep göz görüyor musunuz? Gözlerden fırlayan küfür, etrafı kasıp kavurmaktadır bugün! Bu haliyle bir kadın; kıyafetini, elbisesini onun bunun dikkatini çeksin diye giyinen bir kadın, sırtına kadar soyunan bir kadın, ince elbiseler ve şile bezlerinden gömlekler yapıp giyen bir kadın,… Çıplak dolaşmış hükmü doğan bu kadının, bu kıyafetiyle, bu tavrıyla, bu edasıyla ALLAH’a isyan için açılan bir isyan bayrağından farkı yoktur! ALLAH kapatın, örtünün, gizleyin dediği halde kadın açılıyor, dökülüyor, dekolte oluyor. Bu haliyle ne diyor? “Ey ALLAH, sen istediğin kadar örtünün deyin, ben seni ALLAH kabul etmiyorum, soyunup çıkıyorum, kendi kıyafetimi sana isyan bayrağı olarak kullanıyorum” diyor! Böyle bir hale Müslüman nasıl razı olabilir? Kendisi durmadan meylediyor! Ona, buna bakıyor, erkekleri kendisine meylettiriyor! Bakmaya mecbur bırakıyor! Dikkatini çekiyor! Şehvetini çekiyor! Bu kadınların başları, saçları, kafaları aynen devenin hörgücü gibi şekil şekil alır. [kuaför salonlarında kimisi saçlarını kabartıyor, kimisi taratıyor, kimisi döküyor, kimisi şişiriyor, her çeşit…] aynen tarif etmiş Resulullah. Arkasından hükmünü belirtiyor. Bu gidişlerinden, kıyafetlerinden, günahlarından tövbe etmedikçe, vallahi bu kadınlar cennete giremeyecekler! Cennetin kokusunu ALLAH onlara göstermeyecek, baktırmayacak, duyurmayacak! Bakışlar ne kadar korkunç görüyor musunuz? Bakışlar ne kadar müthiş! Bakışlar ne kadar öldürücü! Bu hükümlerin hepsi göz üzerinde meydana geliyor görüyor musunuz? Göz üzerinde meydana geliyor!

Üniversiteyi bitirmişler. Neyi halleder ki üniversite? ALLAH’ın hükümlerine itaat etmedikçe 100 tane üniversiteyi bitirse hiçbir değer ifade etmez! Bakınız bizim değer hükmümüz budur! Müslüman böyle inanmak zorundadır! Çırılçıplak dolaşan yahut bacağına giydiği kot pantolonla apış arasına kadar vücudunun kalıbını ortaya koyarak; onun bunun şehvet nazarını çeken bir kıza sordum! Bir münasebetle sordum! Dedim ki ‘Kardeşim, vücudunuzda bütün mahrem noktaları gösteriyorsunuz. Hatta apış aranıza kadar ortaya koymuşsunuz. Her şeyinizle meydandasınız. Niçin böyle yapıyorsunuz? Siz kimin emrindesiniz? Seni yaratan ALLAH’ın emrinde misin? Yoksa senin düşmanın Avrupalı modacıların emrinde misin?’ Sustu. Avrupalı moda evleri emir veriyor! Onların emirlerine göre bunlar elbise alıyorlar. Avrupalı modacılar emrediyor, ne diyorlar? “Üstünüzdeki elbiseyi çıkaracaksınız, o elbisenin yerine şu model de bir elbise giyeceksiniz” diyorlar. Bizimkilerde hemen itaat ediyorlar. Aradan 4 ay geçiyor, bir emir daha çıkıyor, “Üzerinizdeki elbiselerin modası değişti, demode oldu. O elbiseleri atacaksınız, şu tipte bir elbise giyeceksiniz” diyorlar, hemen onlara itaat ediyorlar. Niye bizim kadınlarımız, kızlarımız Avrupalı kâfirlerin, Avrupalı modacıların birer hamalımıdır? Hamal gibi yüklen indir, yüklen indir; onlara hamal mı olacaklar? Onlar emredecek, kadınlarımız, kızlarımız giyecekler, onlar çıkarın diyecek; kadınlarımız kızlarımız giydiklerini çıkaracaklar, böyle şey olamaz! Biz ALLAH’ın emrine boyun eğmek zorundayız! Avrupalı emrediyor, “Üstünüzdeki elbiseyi çıkarın. Modası geçti bunun, mini etek giyeceksiniz, midi etek giyeceksiniz, maxi etek giyeceksiniz, bluz giyeceksiniz, … Şunu giyeceksiniz, bunu giyeceksiniz.” diyor. Emir Avrupa’dan geliyor, kızlarımız, eşlerimiz yüzünü bile göremediği o kâfir, o müşrik, o münkir, o edepsiz, utanmadan yoksun Avrupalıların emrine körü körüne itaat ediyor. Buna nasıl razı olabiliyorsunuz? Yüzünü bile görmediğiniz bir Avrupalı modacının emrine mi uyacaksınız? ALLAH’ın; sizi yoktan yaratan ALLAH’ın emrine mi uyacaksınız? Niçin düşünmüyorsunuz? Hollywood’dan emir gelecek, Broadway’den emir gelecek, Paris’ten emir gelecek, Londra’dan emir gelecek ve ondan sonra kostüm değişecek, etek değişecek, elbise değişecek. Niye? Senin amirin onlar mı? Senin ALLAH’ın onlar mı? Senin yaratıcın onlar mıdır? Onun için o kıza dedim ki; o genç kıza dedim ki, “%100 ALLAH’a yemin ederek söyleyebilirim ki, siz istediğiniz için şu elbiseyi giymiyorsunuz, Avrupalı modacılar istediği için giyiyorsunuz!” “Efendim günü modası böyle, ister isteyeyim, ister istemeyeyim mecburum giymeye.” diyor. Kimdir seni mecbur eden? Bir kanun maddesi mi var? Ceza kanunlarında, Avrupa”nın moda sahnesine koyduğu elbiseyi giymeyenler hapse atılacak diye bir ceza kanunu var mı? Kot pantolonu giymeyen kadınlar hapse atılacak diye bir kanun var mı? Kim? Kim? Kim? Kim zorluyor sizi? İşte ey çıplak dolaşan kadınlar, ey çıplak dolaşan genç kızlar! Üzerinizde ki bu çıplak elbiseyi, istediğiniz için değil; Avrupalı modacı patronlar emrettiği için giyiyorsunuz! Siz onların emrindesiniz! Size taşıyın dediler, taşıyorsunuz! Çıkarın dediler, çıkarıyorsunuz! Siz Avrupalıların hamalısınız! Hamalısınız! Hamalısınız! Avrupa hamalları! Yüklen diyorlar, yükleniyor! Boşalt diyorlar, boşaltıyor! Hamal mısın sen? Seni yaratanın emrine niçin uymuyorsun? Tepeden tırnağa örtün diyor ALLAH[c.c.]! Namaz da bile emir veriyor! İslam hukukuna göre; namaz da bile bir kadın, mutlaka ayrı bir tavırla gelecek! Bir Müslüman kadın namaz kılacak! Namaz kılmayan kadın olabilir mi? Hz. Mevlana feryat ediyor! Bir Müslümanın karısı eğer namaz kılmıyorsa; o namaz kılmayan kadınların pişirdikleri yemeklerin içinde vallahi ALLAH’ın rahmet ve bereketi yoktur! O yemek şifa değildir! O yemek deva değildir! Namaz kılmayan kadınların pişirdiği yemekler; insanın ruhunu zedeleyen birer zehirdir! Müslümanın karısı namaz kılacak! Seni namazdan geri koyan nedir? Seni ibadet etmekten geri koyan nedir? Namaz kılacaksın! Namaz kılarken de ilahi emirlere uyacaksın! Hepiniz biliyorsunuz, bir Müslüman kadın namaza dururken erkekler gibi durabilir mi? Erkekler iftitah tekbirini alırken, namaza başlama tekbirini alırken; erkekler ellerini kulaklarına kadar kaldırıp “ALLAHU EKBER” derler. Kadınlar böyle yapamaz! Kadınlar namaza dururken, tekbir alırken ellerini göğüslerinin hizasına getirip öyle tekbir alacaklar ve göğüslerinin üzerine kapatacaklar! Ne demektir bu? ALLAH ferman ediyor, emir buyuruyor! “Ey Müslüman kadın! Benim huzurum da bile, benim huzurum da dahi, erkekler gibi ellerini kulağına kaldırıp koltuk altını gösterme! Seni cehennemde odun gibi yakarım” diyor ALLAH[c.c.]! Koltuk altını göstermeyeceksin! Kadın kolları koltuk altına yapışık bulunarak, göğsü hizasında tekbir alacak ve göğsünün üstüne kapatacak! “Ey kadın! Sen benim huzurum da bile örtünmek zorundasın! Göğüslerini açık bırakma! Dimdik göğüslerini dikip namaza durmayasın; elini aşağıya değil, göğsünün üzerine bağla! Göğüslerini açık tutarsan seni cehennemde göğüslerinden yakar, azap ederim” diyor ALLAH[c.c.]! Ya şimdi sokakların hali nedir? Müslümanın karısı, ALLAH’ın, yaratıcısının huzurunda bile göğsünü açamaz! Koltuk altını gösteremez! Ya sokaklar da nasıl? Sokaklar da! Şaka mı zannediyorsunuz meseleyi? Bunun içindir ki, örtünme konusunda Osmanlı İslam devri zamanındaki âlimlerimiz; Müslüman kadınlara nasıl bir elbise giydirelim ki, koltuk altı bile görünmesin demişler. Nasıl bir elbise? Sokağa çıkarken nasıl bir elbise giydirelim ki, kollarını kaldırmak zorunda olduğu zaman, Müslüman kadının koltuk altı görünmesin! Nasıl elbise yapalım diye düşünmüşler. En sonunda en uygununu, en mükemmelini çarşaf olarak ilan etmişlerdir. Koltuk altı bile görünmeyecek!

Peki, bugün hâlimiz nedir? Kızlarımız, sahipsizdir, yalnızlık korkusuyla hastadır. Erkekler ise azgınlığın sınırlarını zorlamaktadır. Şimdi, çıktık açık alınla, 10 günde 15 kızla!
İslam’da kadının yeri, evinin en saklı yeridir. Günümüzde kadının yeri, hosteslik, sekreterlik ve genel evlerdir. Kızlar, çıplak kadın gazeteleri ve magazin programları yoluyla pazarlanır. Çağdaşlık makinesinin zevk verici bir parçası olur. Örtünüp kendilerini saklamaları yasaklanır. Kızlar cilve yapar, erkeklerde sellektör yapar! Saçlarını kırmızıya boyarlar! Çorabından tokasına kadar giydiği her şey cırtlak renklerdedir. Baş açık! Kollar açık! Bacaklar açık! Vücudunun en mahrem yerlerini bile, dar kıyafetlerle örtmek suretiyle açmıştır! İnsanda hayvanî bir şehvet uyandırmaktan başka hiçbir cezbeye sahip değildir. Sesi, karşı köydeki çobana bağırır gibi yüksek perdedendir. Kahkaha atarken, boğazından çıkardığı müthiş sesler, civardaki tüm erkeklerin dikkatini çekmektedir. Yanındaki erkeklerle konuşur, dövüşür, çekişir. Kaba bir ses, donuk bakışlar, zarafetini kaybedip kabalaşmış el hareketleri vardır. Kendisini güzelleştirmek çabasıyla, dışarıdan dikkat çekebilecek tüm organlarını açmış, içerden ise kendini erkeklerin gözlerine peşkeş çekmek suretiyle, ruhunu öldürmüştür.

Eşyanız sizi kurtaramayacak! Malınız sizi kurtaramayacak! Hiçbir şey sizi kurtaramayacaktır! Kim geçici malına aldanıyorsa bilsin ki, hiçbir kıymeti kalmayacaktır! “O gün çok olacaksınız! Fakat Müslümanlar; sanki bir sel geliyor da; yağmurlar yağdıktan sonra seller akmaz mı? O akan selin sürükleyip götürdüğü çöpler gibi, çöplük gibi vallahi kıymetsiz olacaksınız” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam! O selin önüne katıp götürdüğü çöpler gibi, çöplük gibi olacaksınız! Şahsiyetiniz olmayacak! Kâfirler sizden korkmayacak! Çünkü onların seline kapıldınız! Çünkü hayatınız kâfirlerin hayatına benzedi! Çünkü kızınız, karınız onlara benzedi! Çünkü eğitim sisteminiz onlara benzedi! Çünkü kaldırımınız, caddeniz, sokağınız hepsi onlara benzedi! Bugün bizim caddelerimizden kâfirlerin selleri akıyor! Sokaklarımızda abdestsiz kimse dolaşmazken; bugün sokakta dolaşan gençlerin %90’ı cünüp dolaşıyor! Cünüp dolaşıyor Ya Rabbi! Yıkıldı memleket! Ecdadımızın kan vererek aldığı topraklar! Şehitlerimizin can vererek aldığı topraklar da sırtına kadar soyunup dolaşan, satılık mı nedir? Binlerce, yüz binlerce kadın sokak sokak şehvet panayırına, kadın pazarına çevirdiler sokakları! Sel önüne düşmüş giden çöplük gibiyiz sanki! Olaylar bizi sürükleyip götürüyor! Kimse dur demiyor! Kimse ne oluyor demiyor! Nesillerimiz sürükleniyor! İnsanımız sürükleniyor! Kadınlarımız, kızlarımız bir kasırga gibi sürüklenip gitmektedir! İslam ahkâmına göre; bir Müslümanın kızı sırtını, karnını, göbeğini, diz kapağından yukarı da kalan apış aralarını, baldırını vallahi öz babasına gösteremez! Öz babasına hiçbir müslümanın kızı sırtını gösteremez! Bir baba kızının çıplak sırtına bakarsa, kızının baldırına bakarsa vallahi zina etmiş gibidir! İslam budur! Ama sokaklarda görmüyor muyuz? Sırtına kadar soyunmuş binlerce kadın, hayvani bir iştahla sokak sokak sürünüp dolaşıyor! Bu ümmeti bu hale getirenler hesap verecek! Bu ümmetin namusunu kaldırımlara dökenler, namusumuzu ve utanma duygumuzu sanki bombardıman edip yok edenler, bu ümmetin neslini utanmadan yoksun ve namussuz, vahşi bir iştah ile sokaklarda müşteri haline getirenler, Bu ümmeti bu hale getirenler hesap verecek! Sokaklarda sırtına kadar soyunup dolaşanlar acaba sokakları ne zannediyorlar? Bir Müslüman kadın sırtını, karnını ancak ve ancak nikâhlısına gösterebilir. Sadece kocasına gösterebilir! Sadece helaline gösterebilir! Bir Müslüman kadın sırtını, göğsünü, diz kapağından yukarısını vallahi babasına gösteremez! Ne demek oluyor bu? Demektir ki bu sırtına kadar soyunan kadınlar sokaklarda ki bütün erkekleri kendi kocaları zannediyorlar! Böyle şey olmaz! ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam böyle buyuruyor! “Sanki sellerin önüne katılıp götürdüğü çöpler gibi olacaksınız. Çöplük gibi olacaksınız! Kâfirler burnunu silip, çöp tenekesi gibi size atacak” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam.

Örtülü olan çıplaklara ve erkek gibi giyinen kadınlara ve kadın gibi giyinen, süslenen erkeklere lanet olsun!
[Tergib-üs-Salat ]

Örtülü olan çıplaklara:
Örtülü olan çıplaklar kimlerdir? Sanatçılar, mankenler, şarkıcılar, artistler değil mi? Bu saydıklarımızın örtüleri paradır. Onların örtüsü yoktur aslında! Ne kadar çok para alırlarsa o kadar çok soyunurlar. Onların dini imanı paradır. Şan, şöhret ve alkış toplamaktır. Onlara sorarsan sanat için yaptıklarını söylerler. İnsanlara göstermeye çalıştıklarına göre sanat için, gerçekte para, şan, şöhret ve övülme için soyunurlar. Bir de derler ya biz halka mâl olmuş insanlarız diye. Mâl ve mal oldukları doğrudur aslında. Şeytana mâl olmuşlardır. Şeytanın malıdırlar. Örtülü çıplaklar kimlerdir? Birçok kimsenin bildiği halde uygulamadığı dini hükümlerin öngördüğü şekilde bedenlerinin örtünmesi gereken yerlerini örtmeyenlerdir. Erkeklerde diz ve göbek dâhil mahrem olan diz ve göbek arası örtülü olmayanlar örtülü çıplaktır. Kadınlarda el ve yüz hariç tüm vücudu örtülü olmayanlar örtülü çıplaktır. Sadece saçı açık olanlar bile örtülü çıplaktır.
Yobazım değil mi? Hangi devir de yaşıyorum. Modern çağ da, bilgi çağında böyle düşünülür mü? Günümüz insanlarının düşüncelerine göre modern çağ da yaşıyoruz, gerçekte ahir zamanda yaşıyoruz. Cehennemliklerin sayılamayacak kadar çok, cennetliklerin ise; cehennemliklerin yanında parmakla sayılacak kadar az olduğu zamanda yaşıyoruz.
Saçının bir tutamının bile açık olması göz zinasına girdiğinden; saçı açık olan kadını gören her erkek göz zinası işlemiş oluyor. Saçı açık olan kadın da onu gören erkeklerin sayısı kadar zina günahı yüklenmiş oluyor. Daha ilkokul sıralarından itibaren, kız kardeşlerimiz, ablalarımız, kızlarımız başları açık olarak okula alınıyor değil mi?

Müslüman olduğunu iddia eden devletler, kâfir devletler dini hükümleri hiçe sayarak hükmediyorlar. Kız öğrencilerin başları kapalı olursa fitne çıkarmış. Büyüdükleri zaman ahlaksızlık çıkıyor ama kimsenin umurunda değil ki! Sonra diyorlar bir de bu nesil neden bozuldu.

Saçı başı açık olması yetmiyormuş gibi, bir de güzellik adına makyaj yapıyorlar ya. Süsleniyorlar, iltifat duymak, güzel görünmek, aynı ortamda bulunduğu diğer kadınlar arasında farklı olabilmek için. Yapmayan çok az kaldı değil mi? Çok nadir. Bazıları da modernlik adına, kendini kanıtlayabilmek, kendine güvendiğini gösterebilmek adına yapıyor. Makyaj yapmayan birini gördüklerinde küçümseyerek bakanlarda var tabi, ‘hangi çağda yaşıyorsun, bakımsız kadın olur mu’ diye. Herkes yapıyor, yapmayan da bir süre sonra yapmaya başlıyor bu zamanda.

Domuz eti yiyen dinden çıkar, kâfir olur. Peki, domuz neden haramdır? Neden bu derece de yasaktır? Domuz, kendi pisliğini yiyen tek hayvandır yeryüzünde ve eşini de kıskanmayan tek hayvandır. Makyaj malzemelerinin içinde domuz yağı bulunur, domuz yağı katkılı maddeler bulunur. Ne bulunursa bulunsun değil mi? Zorunlu haller dışında evden bile çıkmamaları gerekirken kadınlar için güzellik, beğenilme her şeyden önce gelir.

Kadının Cihadı Evde Durmaktır! Bu konuda varid olan hadisler şu şekildedir;

İbn-i Ömer Radıyallahu Anh, Ümmü Seleme Radıyallahu Anha ve Aişe Radıyallahu Anha’dan rivayet edilen hadiste buyrulur ki;
"Kadınların cihadı evde oturmaktır."
[hasendir. İbni Ömer'den: Ebu Ya'la; İbni Hacer, Metalibu Aliye(1591); Ümmü Seleme'den: Taberani, Evsat(6/198); Ebu Ya'la; İbni Hacer, Metalibu Aliye(1590); Aişe'den: Ahmed(6/68); İbni Kesir(4/1953); İbni Kayyım, İ'lamul Muvakkiin(4/221); Ebu Vakıd el-Leysi'den: Ahmed(5/218); İbnül Cevzi, el-Hadaik(2/336)]

Enes Radıyallahu Anh'dan; Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam kadınlara buyurdu ki;
"Sizin evlerinizdeki zahmetiniz, Mücahitlerin Allah yolundaki ameline ulaştırır." [hasendir. İbni Hacer,Metalib(1595); Ebu Ya'la(6/140); Bezzar; İbni Ebi Şeybe, Mecma(4/304); Maksadu Ali(770); Dürrü Mensur(2/153); Busayri,İthaf(3919); Kenz(45146); İlelül Mütenahiye(2/631); Taberani,Evsat(3/163); Mizanul İtidal(3/91); İbni Adiy(3/143); Mecruhin(1/299);Beyhaki, Şuab(8742-3); Lisanul Mizan(2/468);Camiüs Sağir(9162); isnadındaki Ruh Bin el-Müseyyeb hakkında İbni Main ve Bezzar güvenilir dediler. Esma Binti Yezid ra'dan benzer bir rivayet için bakınız; İbni Abdilberr,el-İstiab(4/1788);İbni Hacer,el-İsabe(4/229); İbni Sa’d(8/319); İbnül Esir,Üsdül Gabe(7/19);Halebi, İnsanul Uyun(1/149); Heytemi,ez-Zevacir(2/121);Tergib(3/53); sahih kaydıyla: Hakim, Taberani, Bezzar, İbnül Cevzi,Ahkamun Nisa(65); İbnül Cevzi,Telkihu Fuhum(s158)]

İbni Ömer Radıyallahu Anh'dan;
"Kadınların zaruret dışında sokağa çıkmaktan nasipleri yoktur. Onların kenarlar hariç yollardan da nasipleri yoktur."
[Taberani, Kenz(45062); Camius Sagir(7657); Mecmauz Zevaid(2/200); İbni Adiy(3/454)]

Ebu Amr Bin Hamas Radıyallahu Anh ve Ebu Hureyre Radıyallahu Anh'dan;
"Yolun ortası kadınlar için değildir."
[Hasendir. İbni Hibban(1969); Deylemi(5255); İbni Adiy(1/192); Beyhaki, Şuab(7821-23); İbni Ebi Hatim, Cerh veTa'dil(1/2/73); Heysem Bin Küleyb, Müsned(1/190); Elbani, Sahiha(856); Sahihul Cami(5425); Feyzul Kadir(7658); Busiri, İthaf(2670); Metalibu Aliye(2685); Taberani(3/158); Semerkandi, Bustan(854); Nevafihul Atire(1630)]

"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden bir kadının, bir gün bir gecelik yolu yanında mahremi bir erkek olmadan gitmesi helal olmaz."
[Buhari(Mescidu Mekke, 6); Müslim(hac, 423); Darimi(2681); Ebu Davud(1724); Tirmizi(1170); İbni Mace(menasık, 7); Ahmed(3/7); Malik(1884); İbni Hibban(2714); Beyhaki(3/138); İbni Huzeyme(2523); Tahavi, Müşkil(2/113); Tayalisi(2317); Kayravani, Cami(256); İbni Hacer, Rahmetül Gaysiyye(s142); Leys Bin Sa'd, Erbaun(36)]

Buraya kadar kadınların ancak zaruret halinde kocalarının izniyle dışarı çıkabilecekleri, çıktıklarında yolun kenarından gitmeleri, sefer mesafesini ise yalnız gitmemeleri gerektiği anlatıldı.

İmam Şerahsi, İmam Muhammed'in Kitab-ul Kesb'ini açıklarken der ki;
"Erkeklerin kadınlara su taşımaları için bazı kaplar temin etmeleri gerekir. Çünkü kadın abdest almak ve su içmek için suya muhtaçtır. Abdest yerine teyemmüm etse bile su içmeden edemez. Nehirlerden, kuyulardan ve havuzlardan su almak için çıkması mümkün olmaz. Bismillahirrahmanirrahiym. Hem namusunuzu korumak için evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor. Sadakallahül-Azıym. [Ahzab Suresi 33.ayeti] ile kadınlar evde oturmakla emir olunmuşlardır. Bunları getirmek erkeğin vazifesidir. Şeriat nafaka teminini erkeğe yüklemiştir."
[Şerahsi, Şerh-u Kitab-ul Kesb, sayfa 89]

İfadeye dikkat edilirse; içme suyu bulunan kadının abdest için evden dışarı çıkamayacağı belirtiliyor. Artık kadınlar, şehir şebekesinin de bulunduğu günümüzde ne gibi sebeplerle dışarı çıkmalarını gerektireceğini hesap etsinler.

Kadının evinin balkonundan bir şey almak için dahi dış elbise [çarşaf veya pardösü] giymeden çıkması haramdır.
[Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvalar(1/82)]

"Gençlik delilikten bir şube ve kadınlar da şeytanın tuzaklarıdır"
[sahihtir. İbn-i Ebi Şeybe(8/162); Ebu Nuaym, Hilye(1/138); Heytemi, Zevacir(2/450); Zübeydi, İthaf(7/280); Dürrü Mensur(2/225); Keşful Hafa(1528); Münavi, Camiül Ezher(2/334); Mekasıdu Hasene(586); Temyiz(92); Deylemi(3665); Camiül Kebir(10985); Feyzül Kadir ve Camius Sağir(4928); Darekutni(4/247); Fethul Vehhab(38); Lalkai, Sünne(1058); Beyhaki, Medhal(786); Kudai(56); Tergib(4/298); el-Amiri; sahih dedi, Suyuti ve İbnül Gırs hasen dediler] buyrulmuştur.

Zamanın ucubelerindendir; belden daraltmalı, rengarenk, hatta yarım pardösüler, süslü, çiçekli, yaldızlı eşarplar dış elbisesi olarak giyilmekte, pantolon giyen, makyaj yapan, elini yüzünü açtığı yetmezmiş gibi dış elbise de giymeyen, yırtmaçlı etek giyen, peruk takarak çalışan ve kendilerinin bütün bunlarla örtülü olduğunu zanneden bayanlar var. Vallahi bunların hepsi Kuran'daki ve hadislerdeki örtülü emrine aykırıdır! Namaz kılanların namazı bile kabul olmaz! Kendi tercihiniz ile şeytanın tuzağı haline gelmeyiniz!

Ebu Şakra Radıyallahu Anh'dan;
"Başlarını deve hörgücü gibi yapan kadınları gördüğünüzde onlara hiçbir namazlarının kabul olmayacağını bildiriniz"
[Ahmed(2/223); Taberani(22/370); İbni Hacer, el-İsabe(7/206); Camius Sagir(644); Mecmauz Zevaid(5/137); Berika (5/346); Dümeyri, Hayatül Hayevan(s133); isnadında bulunan Mahled Bin Ukbe hakkında bkz: Buhari,Tarih(7/437); Cerh ve Ta'dil(8/348); İbni Hibban, Sükat(9/185); İbni Hacer, Lisan(6/9)]

Zorunlu haller dışında evden bile çıkmamaları gerekirken onlar için güzellik, beğenilme her şeyin önünde gelir. Yedikleri, içtikleri her şeye; dudaklarına sürdükleri rujlarda bulunan domuz yağı karışır, domuz yağı midelerine gider. Dinden çıkarlar. Kâfir olurlar. Hâlbuki saçının bir tutamının görülmesi bile zina olduğu halde, saçlarını açarlar, kestirirler, boyarlar; üstüne makyaj yaparlar. Ama kullandıkları makyaj malzemelerinde domuz katkısı olduğunu önemsemezler. Girdiği ortamlarda güzel kokabilmek adına parfüm kullanırlar. O ortamdaki erkeklerin hepsine zina günahı yüklenir onun yüzünden ve o ortamdaki erkeklerin sayısınca zina günahı yüklenir kendisi. Ama güzellik, modernlik her şeyin başında gelir kadınlar için.

Hangi bir kadın ki, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir cemaatin yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı yüklenir.
[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 178]

Takılar takınıp süslenirler üstelik!

Sevban Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın yanına Fatıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler olduğu halde gelmişti. Aleyhisselatu Vesselam, kadının ellerine vurmaya başladı. Fatıma da hemen [oradan sıvışıp] Resulullah’ın kızı Fatımatu’z-Zehra’nın yanına girdi. O’na Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın kendisine olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hazreti Fatıma Radıyallahu Anha boynundaki altın zinciri çıkarıp: ‘’Bunu bana Hasan’ın babası Ali hediye etti’’ dedi. Zincir daha elindeyken Resulullah Aleyhisselatu Vesselam yanlarına girdi ve şunu söyledi. “Ey Fatıma! Halkın: ‘’Resulullah’ın kızının elinde ateşten bir zincir var!’’ demesi seni memnun eder mi?’’ dedi ve böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fatıma Radıyallahu Anha zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve onu azat etti. Bu olanlar Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a anlatılınca: ‘’Fatıma’yı ateşten kurtaran ALLAH’a hamdolsun!’’ buyurdular.
[Nesai, Zinet 39, [8,158]; Kutub-i Sitte, 2105. hadis]

Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Bir kadın Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a gelerek sordu:
“2 altın bilezik hakkında ne dersiniz, [takayım mı?]”
“Ateşten iki bileziktir, [takmayın!]” buyurdular. Kadın devamla:
“Peki, altın gerdanlığa [ne dersiniz?]’’ diye sordu. Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan yine:
“Ateşten bir gerdanlık!” cevabını aldı. Kadın yine sordu:
“1 çift altın küpeye ne dersiniz?”
“Ateşten 1 çift küpe!”
….
[Nesai, Zinet 39, [8,159]; Kutub-i Sitte, 2104. hadis ]

Süslenip dururlar, kıyafetlerine aksesuar olarak takılar takarlar değil mi? En çok altın takmayı severler ama! Modaymış.

Bir de tırnak uzatıp boyarlar ya.


Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz tekrar başka mevzua geçti ve [şeytana] şöyle sordu:

“Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?”
“İnsanların tırnakları arasında [gölgelendiririm]”

[Muhyiddin-i Arabi, Seceret’ül Kevn]

Şeytanların gölgelenmesi için uzattıkları ve üstüne boya sürdükleri tırnaklar. Bir de yemek yerler o uzun tırnaklı elleriyle, üstüne yemek de yaparlar. Modaymış. İlericilikmiş, Medeniyetmiş.

Leş parçalamış akbabalar gibi kıpkırmızı dudaklarla gezerler. Görenlerin içleri gider ya bir de. Bön bön bakarlar. Gerçekten de leş parçalıyorlar aslında, bilmezler ve kabullenmezler ama. Marka takıntısı vardır bazılarında, ille de yabancı markalar olacak onlar için, dünya modası. Moda diye gezerler ya. Yabancı ürünler aldıklarında dünyada ki Müslümanlara harp eden, Müslümanları öldüren ve öldürülmesine vesile olan kâfirlerin ekonomisine katkıda bulunurlar. Ne olursa olsun güzellikten vazgeçmezler. Son moda olan makyaj malzemeleri de gerçek Müslümanlara zulmeden kâfirlerin ürettikleridir.
Kapalı olanlara gerici gözüyle ve aşağılayıcı bir şekilde bakarlar ya, kendi aşağılıklarını, işledikleri günahları bilmezler. Açık-saçık giyinip vücutlarını sergilerler.

Modern çağ da yaşıyoruz değil mi? Modern çağ. Eskiden kâfir, müşrik, dinsiz, putperest kadınlar bile bırakın bedenlerini sergilemeyi saçlarını bile açmazlardı. “Hadi ya o kadar film var eskilere dair, nasıl olur?” Filmlerin senaryoları düzmecedir. Tarihi bir film olsa bile kıyafetleri, konuşmaları senaristler kendi kafalarına göre yazarlar. Birçok senaryo da sadece tema, ana konu ve karakterlerin isimleri doğrudur. Gerisi hep düzmecedir.

Bu zamanda başı açık olanlar, bedenlerini her türlü sergilemekten kaçınmayanlar arasında bile Müslümanlık iddiasında bulunanlar var değil mi? Müslümanlık ne dille, ne de kimliklere Müslüman yazmakla olur. Müslümanlık özle, kalpte olur. Kalpte.

Başı açık olan, bedenlerini sergileyecek şekilde ve vücut hatlarını gösterecek şekilde giyinenler; sürekli göz zinası işlediklerinden dolayı fahişedir. Bu şekilde giyinmelerine izin veren, ses çıkarmayan; aile büyükleri, ağabeyleri, kardeşleri, eşleri birer ********tir! Ama bu yönetim sistemleri, yöneticiler bu şekilde olmasını istiyor, bu şekilde olması için kanunlar koyuyorlar değil mi? ********ler dünyamız...

Hakikatte gerçekten Müslüman olan ve ALLAH’a inanan bir erkek; bırakın açık-saçık giyinen kadını, sadece başı açık olan bir kadınla bile evlenmez. Tabi sözde değil, özde Müslümansa! Çünkü işlediği günahlardan ve kapaması, gizlemesi gerektiği halde, mahrem olduğu halde saçları açık olarak; her girdiği ortamda zina günahı yüklendiği için; başı açık olan kadın bile kâfirdir!

Hz. Ali Kerremullahu Vechehü anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam “Gençlerinizin haktan saptığı, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” diye sormuştu.
[Kutub-i sitte; Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid]

Gençlerin haktan sapması: gençlerin nereye gittiğini; gençlerin kendileri bile bilmiyor ki büyükler nasıl bilsin. Sadece heveslerini tatmin etmeye çalışıyorlar. Günü birlik yaşıyorlar. Önlerine ne gelirse, akıllarına ne eserse onu yapmak istiyorlar. Akıllarına eseni, etrafında gördüklerini yapıyorlar.

Kadınlar almış başını gidiyor; herkes kendi isteklerine göre hareket ediyor. Herkesin kendine göre doğruları var değil mi? Herkes kendi doğrusuyla, kendi bildiği doğruyla yaşamaya çalışıyor. Gerçek doğrular ise göz ardı ediliyor ve gericilik olarak adlandırılıyor. Herkes arayışını bulmaya çalışıyor ama neyi aradığını ve nerde araması gerektiğini bilmiyor. Herkes özgür değil mi? Bu zamanda özgürlük var. Herkes istediğini yapmakta serbest! Ama kimse ne istediğini ne yapmak istediğini tam olarak bilmiyor. Bir şeye takılıp gidiyor, onu yaptıktan sonra başka şeylere yönlendiriyor kendini. Çünkü yarım kalan yanı bir türlü tamamlanmıyor. Neyi aradığını bilmediği için, gerçekte aradığını bulamıyor çünkü.

“Ben var ya ben!”. Bu “ben” var ya. Herkes “ben” diyor değil mi? Herkes kendine göre yalnız. Herkes kendi doğrularını bulmaya ve kendi nefsinin istediği şekilde kurallar koyarak, kendi aklınca, kendi hevesince yaşamak istiyor, yaşamaya çalışıyor hayatını. Ve kendi istediği şekilde kurallar koyarak yaşadığı hayatına İslami hükümleri de eklemeye çalışıyor kendi aklınca! Ve ne yapmış oluyor? Kendine özel yeni bir din ortaya koymuş oluyor! Ben özgürüm. Sadece özgürüm demeler.

Hür olduğunu, özgür olduğunu; her istediğini yapmaya güçlü olduğunu iddiaya yeltenirsen sana ilk vurulacak damga: “Sen kâfirsin. ALLAH’ı inkâr ediyorsun!”
[Abdülkadir Geylani, Futuhul-Gayb]

Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ramuz-el E-hadis,448/8; Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Erkek erkeğe ilişkiye girenler, gaylar, homoseksüeller, Türkçe de ipne’ler. Kadın kadına ilişkiye girenler; lezbiyenler. Hayvanlarla ilişkiye girenler! Bu yaşadığımız çağda, bizlerin modern çağ ve bilim çağı olarak adlandırdığı çağ da; gerçekte ahir zaman olan çağ da, yaptığımız sapıklıklardan sadece bir tanesini yaptığı için helak edilen kavimler var bilir misiniz? Nerden bilelim, bunlardan bahsedilmiyor ki! Bahsedildiğinde de dinlemek istemiyoruz.

Âlimler ilmi sırf para kazanmak için öğrendiğinde [ilim yani<okumak ile veya görmek ile ve dinlemek ile elde edilen bilgi> para kazanmak için öğrenilip, para kazanmak için öğretildiğinde]. Dini dünyalık karşılığında sattıklarında, hükmü sattıklarında kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Âlimler yani bizim deyimimizle öğretmenler. Para karşılığında eğitim veriyorlar. ALLAH onlara akıl vermiş onlarda akıllarını kullanıp bundan faydalanıyorlar. ALLAH’ın hükmünü hiçe sayıp, maaşlarını aldıkları devletin öngördüğü bilgileri öğretiyorlar. Eski âlimler, eğiticiler, öğrencilerinden bırakın para almayı, onlara eğitim verebilmek için onların bütün ihtiyaçlarını karşılarlardı. Öğrencilerinin geçimlerini temin ederlerdi. “Bu kadar öğrenci var nasıl olabilir ki bu zamanda?” değil mi? Bu zaman da ki ilimlerin hepsi boş ilimler. Hepsi akılları karıştırmak, kurcalamak, boş yere beyinleri yormak ve birçoğu da sadece öğretmen olmak isteyen öğrencinin öğrenmesi ve öğretmenlerden başka kimsenin işine yaramayan bilgiler. Dünyanın bütün incelikleri için her türlü konu da ilim var bu zamanda. Ama din bakımından, gerçekler bakımından doğru dürüst bir eğitim sistemi yok! İlkokul 4. sınıflardan itibaren yabancı dil, İngilizce eğitimi verilir mesela Türkiye’de! Neymiş efendim? İngilizce dünya diliymiş. Ama üniversiteye gelinceye kadar; üniversitelerde de Arapça bölümü seçilmezse Arapça öğretmezler değil mi? Kutsal kitabımız, Kuran’ın dilini öğretmezler. Ama lafa gelince Müslüman bir ülkedir Türkiye. Bir de iddia ederler ya; en gelişmiş Müslüman ülke Türkiye diye! Kâfirlere gelince, onlarda dinlere saygı deyip dururlar, görünüşte öyledirler, gerçekte dine İslamiyete savaş açmışlardır.

Ahir zamanda kurt okuyucular olacak! Kim o zamana yetişirse, onların kötülüklerinden ALLAH’a sığınsın. Onlar çok kirli insanlardır. İnsanlar ikiyüzlü olacak, ikiyüzlülük ve gösterişten utanılmayacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

İkiyüzlülüğe devam eden adam puta tapan gibidir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 236]

İmam dediklerimiz, âlim dediklerimiz bile okudukları, dini bilgileri oldukları halde; her türlü günahı işliyor. Sürekli haberleri çıkıyor. İkiyüzlü davranıyorlar. Halka iyiliği söylüyor gibi görünüp, kötülüğü emredenleri olduğu gibi, birçoğu da gizli günah işlemek bir yana açık açık herkesin gözü önünde işliyor. Onlar bile yapıyorsa normaldir ama diğer insanların da yapmaları.

Ahir zaman da öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır.
[İmam Tirmizi, Zühd, sayfa 60]

Âlimler din eğitimi için ücret alıyorlar, fetva vermek için. Televizyonlar da görüyoruz ya; onlara göre İslam’ı anlatmak için ekrana çıkıyorlar ve bunun karşılığında ücret alıyorlar. Kendi menfaatleri için dini kullanıyorlar.

Camilerin içinde ALLAH’a isyan içinde olanların, günah işleyenlerin seslerinin yükselmesi, dinen yasak olan şeyleri işleyenlerin, dinin emrettiklerini yerine getiren samimi müminler üzerine galip olup onlara zorla hükmetmeleri kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

Günahkâr olanlar ileri gelenler oldukları için, halk içinde mertebe ve rütbe sahibi oldukları için mescitlerde, camilerde istedikleri gibi konuşup duruyorlar, yönlendiriyorlar herkesi. Birçoğu da gelmiyor, ama bir şekilde karışıyor!

İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki zenginler seyahat için, orta halliler ticaret için, onların âlimleri ikiyüzlülük ve gösteriş için, fakirleri ise dilenmek için hac ederler.
[Ramuz-el E-hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

“Hacı” desinler diye hacca gidenler, milletin gözüne dindar görünebilmek için hacca giden yöneticiler. Sırf reklam yapmak için dini istismar etmekten kaçınmayan şarkıcılardan, sanatçılardan, aktörlerden bile hacca, umreye gidenler var.

Ahir zaman’da ümmetim içerisinde en az bulunacak şey helal para ve kendisine güvenilir arkadaştır.
[Suyuti, Camiü’s-Sağır]

Çalışıyoruz ama neye çalıştığımızı bilmiyoruz. Kundakta ki bebek nasıl olur bilirsiniz! Emziği verirsin ağzına, ağlayıp sızlayınca yedirip içirirsin. Koca koca bebekleriz hepimiz gerçekte. Sadece devletin izin verdiği şekil de ve devletin öngördüğü ücretlerde çalışıyoruz. Devlet izin verirse ya da ekonomiyi düzeltebilirse yiyoruz, içiyoruz. Kundakta ki bebekler gibiyiz hepimiz. Ağlayan bebekleri ağlamasın diye pış pışlarlar ya. Bizi de öyle pış pışlıyorlar. Para gelsin de nasıl gelirse gelsin diyoruz. Alın teri döküyoruz ama ne için alın teri döktüğümüzü bile bilmeden, sırf alın teri döktüğümüz için aldığımızda helal olduğunu düşündüğümüz ücretler karşılığında her türlü işte çalışıyoruz. Ürettiklerimizin ya da çalışmamızın neye gittiğini, ne için çalıştığımızı bilmiyoruz. Sadece para için çalışıyoruz. Helali aramadan. Sadece para gelsin diyoruz. Yeter ki gelsin.

Bu zaman, ahir zamandır. Bu zamanda çoğu insanların mabudu[ilahı], paradan ibarettir. Bu zaman insanlarının çoğu, Musa Aleyhisselam’ın kavmine benzedi. Yahudilere benzedi. Onlar, altın buzağıyı kendilerine mabut[ilah] edinmişlerdi. Bu zamanın insanının altın buzağısı da paradır. Parayı kendine mabut edinmişsin, ilah edinmişsin. Paraya tapıyorsun! Senin taptığın para!
[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

Parasız hiç bir şey olmuyor ama değil mi? Bu dünya parayla dönüyor, parayla işliyor. Attığımız adım, içtiğimiz su bile parayla! Satılması haram olan şeylerden birisi sudur. Her yerde satılıyor ama! Parasız su bile vermiyorlar değil mi? Aldığımız nefes bile parayla! Para, olmazsa olmazlarımızın en birincisi olmuş!

Bu zamanda bırakın başka bir insanı; kendi ana-babamıza, kardeşimize; hatta kendimize bile güvenemiyoruz ki; güvenilir bir arkadaş nerede bulalım. Bir süre güvendiklerimizde bizim istediğimiz şekilde davranmıyor değil mi? Her şeyin ve herkesin kendi istediğimiz şekilde olmasını istiyoruz.

“Ben” diyoruz başka bir şey demiyoruz. Bu “ben” var ya; bizim içimizde taptığımız nefsimizdir.

Kıyametin önü sıra tanıdık kimselere selâm vermek âdet olur. Ticaret meydan alır, o derecede ki, kadın erkeğine yardımcı olur. Akraba yoklamaları kalkar ve yalancı şahitler çıkar, gerçek şahitlik gizlenir, yazarlar ise çoğalır.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 121]

Kıyametten hemen önce yalancı şahitlik yaygınlaşır, hakka şahitlik ise gizlenir.
[Ramuz-el E-hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Yakın arkadaşımız bir hata yaptığında ya da kusur işlediğinde “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” oluyor ya da yaptığı halde yapmadı diyoruz. Onu savunuyoruz, yalan yere. Arkadaşlığımız, samimiyetimiz bozulmasın diye. Kendi içimizde, benliğimizde sürekli yalnız olduğumuzu düşündüğümüz halde, değer verdiğimiz insanların yaptıklarını; yapmamış olarak gösteriyoruz. Bir de tanımadıklarımızın yaptıkları var. Görüp, şahit olduğumuz halde gizliyoruz, lafını bile etmiyoruz. “Aman ne işimiz var, var yoluna git. Dertsiz başına bela mı arıyorsun?” demeler. Gölgemizden bile korkuyoruz kimi zaman. Gerçekleri söylemekten kaçıyoruz. Her şeyi çevremizdeki insanlara ve kendi doğrularımıza göre yorumluyoruz. Yararı dost bildiklerimizden, zararı düşman bellediklerimizden biliyoruz.

Senin kendisine güvenip ümit bağladığın her şey, senin ilahındır, mabudundur. Kendisinden korktuğun veya kendisine ümit bağladığın her şey senin ilahındır, mabudundur. Esas sebep olan ALLAH’ı tamamen unutarak, zararın da, faydanın da kendisinden kabul ettiğin her şey, senin ilahındır, mabudundur.
[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

İftiranın yaygınlaşması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

En basit olarak; bir ortamda bir suç ya da kabahat olduğunda bile ilk aklımıza o ortamda sevmediğimiz ve istediğimiz şekilde davranmayan kişiye yükleniyoruz değil mi? İlk onu itham ediyoruz. Onu suçluyoruz! Araştırmadan, düşünmeden ilk onu yargılıyoruz. İftira etmiş oluyoruz.

Selam halka değil de özel insanlara verilinceye kadar kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

Kişinin yalnız tanıdıklarına selam vermesi kıyamet alametlerindendir.
[Ramuz-el E-Hadis, 121/4, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Hangi birisine selam verelim, sokağa çıktığımızda insan kaynıyor. Hem selam versek garip garip bakarlar “Tanışıyor muyuz?” diye. Her önüne gelene selam versek gideceğimiz yere yetişemeyiz. Adım atsak selam vermemiz lazım.

Aramızın bozuk olduğu ya da dargın olduğumuz, konuşmadığımız insanlara bile selam vermiyoruz. Selamı kesiyoruz. “Benden uzak olsun da, kime yakın olursa olsun” diyoruz!

Yahudilerin selam verdiği gibi selam vermeyin. Zira onlar elle, başla işaretle selam verirler.
[Ravi: Hz. Câbire Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 474]

Bizler el işaretleriyle, araba kornalarıyla selam veriyoruz değil mi?

İkiyüzlülük hâkim olacak, ikiyüzlülük ve gösterişten utanılmayacak.
[Ölüm- kıyamet ve diriliş, sayfa 470]
En sağlam bildiğimiz, en güvenilir bildiğimiz bile bizi sırtımızdan vuruyor. Herkes ikiyüzlü davranıyor. Kendimiz bile yapıyoruz ikiyüzlülük ama farkında olamıyoruz ya da olmak istemiyoruz. İşimize gelmiyor!

Şu 3 şeyle karşılaşılmadıkça ümmet güzel bir yol üzere olacaktır. İyilik kalkmadıkça, ahlaksız çocuklar çoğalmadıkça, aralarında “Essekkarun” ortaya çıkamadıkça. Dediler ki; “Essekkarun nedir?”
Cevap verdiler: “Ahir zaman’da gelecek bir nesildir ki, aralarındaki selamları birbirlerine sövüp saymak olacaktır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141-142]

Son zamanlarda türeyen, birbirleriyle karşılaştıkları zaman selamları lanetlemeden, küfürden ibaret olan sarhoş bir nesil ortaya çıkmadan kıyamet kopmayacaktır.
[Ahmed bin Hanbel// Hakim, Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 54]

Gençler arasında argo[küfürlü] konuşmak hat safhada bu zamanda; ahir zamanda. Deyyus, dürzü, ipne, ******, fahişe, … demeler. Hatta ağza alınmayacak küfürler, sövmeler.

Benden sonra ümmetim içinde fetret devri olacak. O devirde herkes helali aramadan mal talebinde bulunacak, kanlar akıtılacak ve şiir Kuran’a bedel tutulacak.
[Deylemi; Geleceğin Tarihi; Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 456]

Şiir Kuran’a bedel tutulacak. Şiirler ve şiirlerin müzikli hali şarkılar, türküler.


Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. Şeytan cevap verdi.

“Rabbından neler talep ettin?”
“10 şey talep ettim.”
“Nedir onlar, ya lain?”
“Şunlardır:

4-benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.
5-istedim ki; benim için bir ezan vere; ahenkli bir şekilde okunan kasideleri, ilahileri verdi.”

[Muhyiddin-i Arabi//Seceret’ül Kevn]

Şeytan, yeryüzüne atıldıktan sonra, "Ya Rabbi bana ev ver" dedi. "Hamamlar senin evin olsun" buyruldu. "Meclis" istedi, "Çarşılar ve yol ağızları" verildi. "Yemek" istedi, "Besmelesiz yenen yemekler senin olsun" dendi. Müezzin istedi, "Çalgıcılar müezzinin olsun" buyruldu. "Kuran" istedi, "şiir" verildi. "Yazın dövme, hadisin yalan olsun, resulün de bakıcılar, falcılar olsun, öksen, tuzağın da kadınlar olsun" buyruldu.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 110]

İslam âlimleri buyuruyor ki!

İbn-i Hibban’ın bildirdiği hadis-i şerifte, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam, develerin boyunlarındaki çanları çıkarmıştır. Hâlbuki çan şehveti tahrik etmez. Çan bulunan yere rahmet melekleri girmiyor. Artık çalgıyı, çalgı aletlerini siz düşünün.

Şeyh-ul-İslâm Ahmed İbn-i Kemal Efendi Hazretleri 40 Hadis kitabında buyuruyor ki:
“Bütün çalgı aletlerini kırmak ve domuzları öldürmek için gönderildim” Bu hadis-i şerif, her çeşit çalgıyı ve domuz eti yemeyi yasak etmektedir.

Hazret-i Ebu Bekir, iki küçük cariyenin def çalıp şarkı söylediklerini gördü ve onları azarlayarak “Şeytanın çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi.
[Buhari]

İbn-i Ömer hazretleri, ihramlı bir toplulukta şarkı söyleyen birine, “Allah senin ibadetini kabul etmesin” dedi.
[İbn-i Ebid-Dünya]

Ashabı Kiram’dan Enes bin Malik hazretleri “En pis kazanç, şarkı ve çalgı aletleriyle kazanılandır” dedi.
[İbn-i Ebid-Dünya]

İbn-i Abbas Hazretleri, “Çalgı aletleri haramdır” dedi.
[Beyheki]

Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, “Yazıklar olsun sana. Bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı” dedi ve onu çıkardılar.
[Buhari]

Fudayl bin İyad Hazretleri, “Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir” dedi.
[İbni Ebid-Dünya]
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Şeyhül İslam Ahmed İbn-i Kemal Paşazade, Risale-i Münire’de buyuruyor ki:
Cevâhir-i Fetâvâ kitabında “Raks [oyun], şarkı ve çalgı haramdır!” diyor. İstihsân kitabında çalgı dinlemenin haram olduğu bildiriliyor. Hidâye kitabının sahibi, “Şarkı söyleyenin şahitliği kabul edilmez” diyor. Tefsir âlimlerinin büyüklerinden İmam-ı Kurtubi, şarkı söylemek, ney çalmak ve raks etmek icma ile haramdır diyor. Abdülkadir-i Geylani’nin “Raksa[dansa, şarkı söylemeye] helal diyen kâfir olur!” fetvası vardır.
[Vesiletü'n Necat kitabı]

Şeyh Muhammed Rebhami Hazretleri buyuruyor ki:
Saz, tambur, tef, ney ve diğer çalgı aletlerini çalmak, ALLAH’ın emrini tutmamak olur.
[Riyad-ün-Nasıhin]

İmam-ı Şarani Hazretleri buyuruyor ki:
“Hakim-i Tirmizi’nin Nevadiru’l Usul adındaki kitapta rivayet ettiği hadis-i şerifte Resul-i Ekrem Efendimiz, “Her kim şarkı sesine kulak verirse, onun ruhanileri dinlemesine izin verilmez!” buyurdu. Oradakilerden biri tarafından, “Ya Resulallah, ruhaniler kimlerdir?” diye soruldu. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam da, “Cennet ehlinin okuyucularıdır” buyurdu.
[Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi]

İmam-ı Birgivi Hazretleri buyuruyor ki:
Saz dinlemekten kulaklarını korumalıdır.
[Risale-i Birgivi]

“Şarkı ve müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir”
[Mecmu-ul Fetava]

Şarkı, Kitap ve Sünnetle yasaklanmıştır.
[İmam-ı Kurtubi]

Şarkı ve müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır.
[İbn-i Salâh]

İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Şami, Mültekıt kitabında “Hiçbir âlim, ahenkli bir şekilde okunan ilahiye, kasideye, şarkıya, … günah değildir demedi.” buyurdu.
[Mektubat-ı Rabbani, 266]

Kuran’ı şarkı söylercesine okumak haramdır.
[Fetava-i Bezzâziyye]

Çalgı çalmanın haram olduğu icma ile bildirildi.
[Makamat-ı Mazheriyye]

Çalgı çalarak veya oyun arasında Kuran okuyan kâfir olur.
[Tergib-üs-salât]

Dümbelek, ney, saz çalmak haramdır.
[Tahtavi şerhi]

Kuran’ı makam ile okuyan bir imamın arkasında kılınan namazın tekrar kılınması gerekir.
[Halebi]

Kuran’ı, Arap şivesine uygun, tecvit ile ve güzel ses ile okumalıdır. Ebu Davud’daki hadis-i şerifte, “Kuran’ı güzel sesle okuyun!” buyuruldu. Yani "ALLAH’tan korkarak okuyun" demektir. Bu da, tecvit ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa harfleri, kelimeleri değiştirerek, manayı, nazmı bozarak makam ile okumak haramdır.
[Berika]

Makamlı okumak, şarkı söylemek, çalgı aletleri haramdır.
[Tıbb-ün-nebevi]

Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okumak ve dinlemek haramdır. Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki:
Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okuyan hafıza, ne güzel okudun diyen kimsenin imanı gider. Tekrar kelime-i şehadet getirerek Müslüman olması gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır.
[Dürr-ül-Müntekâ]

Makamlı şarkı söylemek ve dinlemek haramdır. Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. Şimdi, dinden haberi olmayan münafıklar, böyle tarikatçılık yapıyorlar.
[Fetava-yı Hindiyye 5/352]

Allame Zahirüddin bin Cafer diyor ki:
Mevlitte çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur!
[Mektubat]

Kitab-ül-Kırare’deki hadis-i şerifte, kıyamet alametleri sayılırken, Kuran çalgılardan okunur, [şarkı söylercesine, makamlı okunur] buyuruluyor.
[Tergib-üs-Salât]

Ney de, diğer çalgılar gibi asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks etmek caiz değildir.
[Redd-ül Muhtar]

ALLAH aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalp ile sessiz olacağını Mesnevi’de bildirmektedir.
[Saadet-i Ebediye]

Şarkı, çalgı ile başkalarını eğlendiren şahit olamaz, şahitlik yapamaz!
[Mecelle m. 1705]

Her çalgı haramdır.
[Ahlak-ı Alaiyye]

Tef, tambur ve her çeşit çalgıyı evinde, dükkânında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediye etmek, kiraya vermek haramdır.
[Berika]

Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.
[Dürr-ül Mearif]

Harama helal diyen ve haramı ibadete karıştıran kâfir olur.
[Saadet-i Ebediye]

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır.
[Fetava-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı Alaiyye]

Müzik bütün dinlerde büyük günahtır.
[Dürr-ül-Münteka]

İncilin yasakladığı müziği, sonradan papazlar Hıristiyanlığa soktu.
[Mevahib-i Ledünniyye Şerh-i Zerkani]

Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, (Vestefziz... bi savtike [Sesinle oynat]) demenin çalgı ile oynat demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir.
[Şeyhzade]

Lokman suresinin 6. âyetindeki “lehv-el hadis” ifadesini âlimler şarkı, çalgı aleti olarak bildirmiştir. İbn-i Mesud Hazretleri yemin ederek “lehv-el hadis”ten kasıt, çalgı aleti ve şarkı olduğunu söylemiştir.
[Tefsir-i İbn-i Kesir, Tefsir-i Medarik//İbni Mesud gibi büyük bir zata inanmayan cahillere ne denir ki?]

İlk makamlı okuyan, şarkı söyleyen şeytandır.
[Taberani]

Sesini şarkı söyleyerek yükseltene şeytan musallat olur.
[Deylemi]

Rahmet melekleri çan, zil, çıngırak bulunan yere girmez.
[Nesai]

Melekler köpek ve çan bulunan topluluğa yaklaşmaz.
[Müslim; Ebu Davud; Tirmizi]

Çan şeytanın çalgı aletidir.
[Müslim; Ebu Davud; Nesai]

Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır.
[Taberani]

ALLAH [c.c.] Zurna, gırnata, ut, tef gibi bütün çalgı aletlerini, cahiliyet döneminde tapınılan putları kaldırmamı emretti.
[İbn-i Ahmed]

Bir zaman gelecek, zina, içki ve çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır.
[Buhari]

Şarkı kalp de nifak meydana getirir.
[Beyheki]

Suyun otu büyüttüğü gibi, şarkı, oyun ve eğlence kalp de nifakı büyütür.
[Deylemi]

Rabbim içkiyi, kumarı, darbukayı ve şarkıcı kadınları haram kıldı.
[İbn-i Ahmed]

İçkilere başka isim verilerek içilir. Çalgılarla eğlenirler. ALLAH onları yere batırır, domuz ve maymun haline getirir.
[İbni Mace]

Şunlar zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Lanetleşmeler, içkiler, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla ilişkiye girmesi.
[Deylemi, Hâkim]

Çalgı aletlerini, putları yok etmek için gönderildim.
[İbn-i Ahmed; Ebu Nuaym; İbn-i Neccar]

Şeytana “Çalgılar müezzinin, yazıların dövme, elçin kâhinler ve falcılardır” denildi.
[İbn-i Ebid-Dünya; İbn-i Cerir; Taberani]

İki ses lanetlidir: Nimete kavuşunca çalgı, musibete maruz kalınca feryat.
[Bezzar]

Nimete kavuşunca çalgı çalmak ilahi gazaba sebep olur.
[Deylemi]

Şarkılar, içkiler yayılınca, yere batmalar görülür.
[Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace]

Kuran çalgı aletleriyle okunmadan önce hayırlı amel işlemekte acele edin.
[Taberani]

Kuran çalgı aletleriyle okunduğu zaman ölebilirsen öl.
[Taberani]

Kuran’ı çalgı aletlerinden okuyanlara ALLAH lanet eder.
[Müsamere]

Belaya maruz bırakan 15 kötü âdetten biri çalgıların yayılmasıdır.
[Tirmizi]

Gözün zinası [harama] bakmak, kulağın zinası [haram şeyleri] dinlemektir.
[Müslim]

Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.
[Begavi]

Tabiinin büyüklerinden Nafi anlatır: Abdullah ibn-i Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. “Ney sesi daha işitiliyor mu?” dedi. “Hayır, işitilmiyor” dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. “Resulullah da böyle yapmıştı” dedi. Nafi, sonra dedi ki, ben o zaman çocuk idim. Bundan anlaşılıyor ki, Nafi’ye kulaklarını kapamasını emretmemesi, çocuk olduğu için idi. Çünkü çocuk isteyerek dinlese de ona günah olmaz. Yoksa Abdullah takvası sebebi ile kulaklarını kapattı demek doğru değildir. Nafi, böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi.
[Eşiat-ül-Lemeat]

Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur. Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.
[Dürr-ül Mearif]

Arkadan çekiştirmek veya devamlı ipek giymek yahut devamlı çalgı dinlemek gibi günahlara devam etmek kalbin kararmasına yol açar.
[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 580)

İçki içmek ve çalgı dinlemek gibi, kul hakkı ile ilgili olmayan günahların hepsine tövbe etmek gerekir.
[İhya-u Ulumiddin, İmam Gazali 4/65]

Herkes dünyadaki işine göre diriltilir. İçki içenler, sarhoş olarak, çalgıcı, çalgı çalarak diriltilir.
[Dürre-tül Fâhire fî-Keşf-i Ulûm-il-Âhıre – Kıyamet ve Ahiret, sayfa 36]

Çalgı dinleyenin veya ipek giyenin şahitliği kabul edilmez.
[İhya-u Ulumiddin, İmam Gazali 4/41]

Davet edildiği yerde günah bir şey varsa, mesela duvarda canlı resimleri varsa yahut çalgı çalınıyorsa, kadın erkek karışık ise böyle bir davete gidilmez.
[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 207)

Ut ve saz çalmak haramdır.
[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 231]

Çalgı aletlerinin üretiminden kaçınmak, zulümden kaçınmak olur.
[İhya-u Ulumiddin, İmam Gazali, 2/218]


Mevlana Celaleddin Rumi ve Musiki

Sual: Mesnevi’de, [Dinle neyden…] deniyor. Buradaki ney’den maksat çalgı mıdır, yoksa bir benzetme mi yapılmıştır?
CEVAP
Ney çalgıdır; fakat buradaki ney çalgı değildir. Çalgının her çeşidi haramdır. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri buyuruyor ki:

Mesnevinin birinci beytinde, [Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor] deniyor. Burada neyden maksat, İslam dininde yetişen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her an, ALLAH’ın rızasını aramaktadır. Ney, Farsça’da, “yok” demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden meydana gelmektedir. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, ALLAH’ın ahlakı, sıfatları ve kemalatı ortaya çıkmaktadır. Ney’in üçüncü manası, kamış, kalem demektir ki, bundan da, kâmil insan kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep ALLAH’ın ilhamı iledir.
[Mesnevi Şerhi]

KISACA CELALEDDİN MUHAMMED RUMİ: Evliyanın büyüklerindendir. Mekatibi Şerife’nin 107. mektubunda diyor ki, Mevlana Celaleddin Rumi, Ehl-i sünnet Evliyası’nın büyüklerindendir. 1207 de Belh şehrinde doğup, 1273 de Konya’da vefat etti. Babası Sultan-ül-Ulema Muhammed Behaeddini Veled büyük âlim ve Veli idi. Daha çocuk iken babasının kalbindeki ilimlere kavuştu. Nefehat da diyor ki, Beş yaşında iken Kiramen Katibin meleklerini, Evliyanın ruhlarını ve sokakta dolaşan cinleri görürdü. Babası, oğlu ile Hicaz’a, sonra Şam’a ve Konya’ya geldi. Babası ölünce, oğlu ders verirdi. Önce Babasının halifesi olan Seyyid Bürhaneddin Tirmüzi’den 9 sene ilim öğrendi. Seyyid Bürhaneddin Kayseri’de defnedilmiştir. Bundan sonra, Şemseddini Tebrizi gelip irşat eyledi. Ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen cahiller uydurdu. Divan-ı Kebir den 30 bin, Mesnevi de 47 bin beyt vardır. Farisidirler. Türkce şerhleri çoktur. Nakşibendi tarikatının büyüklerinden Abdullah-i Dehlevi hazretleri, “3 kitabın eşi yoktur. Bunlar Kuran, Buhari Şerif ve Celaleddini Rumi’nin Mesnevi’sidir” buyurdu. Yani, Evliyalık yolunun faziletlerini bildiren kitapların en üstünü Mesnevi’dir. Evliyalık ve nübüvvet yollarının faziletlerini ve inceliklerini bildirmekte ise, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubâtı’nın eşi yoktur. Görülüyor ki, tasavvuf büyükleri, birbirlerini sever ve överlerdi. Abdullah-ı Dehlevi Hazretleri, 107. mektupta buyuruyor ki: “O, Evliyanın büyüklerinden ve Ehl-i sünnet ve cemaat âlimlerinden idi.”

Şimdi Sünnet Seniyye Hadis'i Şerif ve Kuran’a ve Ehl-i Sünnete bu kadar bağlı olan bir büyük zatın diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere, hadislere ve Kuran’a aykırı olarak müziğe helal dedi demek çok büyük bir iftira ve cahilliktir. Bunu yapanların bilmesi gerekir ki Mesnevi'deki ney'den kasıt Kendini ALLAH [c.c.] da yok eden “Kâmil İnsan” demektir. Ney, Farsça’da, yok demektir.

Bu kadar açık ve net olan Ney kelimesini tutup Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri müziğe helal dedi diye anlamak apaçık cahillikten başka bir şey değildir. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerine ait olmayan bir sözü Mevlana Celaleddin Rumi söylemiş gibi göstermek, iftira atmak düpedüz Ehl-i sünnete ve Peygamber Efendimiz’e ve ALLAH’a iftira atmak olur. Çünkü Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri yukarıda da Müziğin haram olduğunu beyan eden yüzlerce hadis, yüzlerce Ehl-i sünnet âlimi ve Kuran’a aykırı davranmaz, her sözü diğer âlimler gibi bu yola uygundur.

ALLAH’ın rızası, haram ettiği, yasak ettiği şeylerde olmaz, yani haramları işleyerek Allah’ın rızası kazanılmaz. Aksine, bu haramları terk ederek kazanılır.
[Tam İlmihal / Dinimiz İslam]

10 şey vardır ki, Lut kavmi onları yapmış ve o yüzden helak edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar: erkek erkeğe ilişkiye girmek, fındık gibi topaç taşlarını sapanla atmak, güvercinle oynamak, tef çalmak, içki içmek, sakal kesmek, bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak [alkışlamak], ipek gömlek giymek. Bir tane de ümmetim ilave eder ki, o da kadın kadına ilişkiye girmektir.
[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El-Ehadis, sayfa 315, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi]

Sadece tef çalmak bile şeytanın ezanı. Tef çalmak bile. Şarkılar, kasideler, fasıllar, ilahiler şeytanın ezanlarıdır. Ama ilahiler dini içerikli, huzur veriyor değil mi? Gaflet uykumuzdan uyanmamamız için şeytan böyle oyalıyor değil mi bizleri? Şeytanın ezanı olan ilahiler. Şiirler şeytanın okuma kitabıdır. Her yerde şiirler var değil mi? ilahiler; ALLAH’ın adının, peygamberlerin adının, islami konuların işlendiği ilahiler. Laf eğlencesi yapıyorlar. 7 gün 24 saat, televizyonlarda, radyolarda, sokaklarda, arabalarda, hatta cep telefonlarında bile şeytanın ezanlarını dinliyoruz. Nefsimize, kulağımıza hoş geliyor çünkü. Bu nesil şeytanın ezanları olan şarkıları, ilahileri, kasideleri dinleyen kulaklarıyla şeytana tapıyor. Şeytanın okuma kitabı olan şiirleri okuyan dilleriyle, şeytana tapıyor. Kalbine galip gelmesiyle de kalbiyle şeytana tapıyor. ALLAH’ın kitabı Kuran’ı okumuyoruz, ama şeytanın ezanlarını 7 gün 24 saat okuyup dinliyoruz. Müslüman olmayanlarsa zaten Kuran’dan habersiz!

Bismillahirrahmanirrahıym. Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilmeyerek ALLAH yolundan saptırmak ve onu alaya almak için laf eğlencesi satın alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Lokman suresi, 6. ayet]

Davet edildiği yerde günah bir şey varsa, mesela duvarda canlı resimleri varsa yahut çalgı çalınıyorsa, kadın erkek karışık ise böyle bir davete gidilmez.
[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 207]

Hangi davette günah işlenmiyor ki bu zamanda? Düğünlerde kadın erkek bir arada dans ediyor, karşılıklı oynuyor. İçki içiyor. Kutlamalarda yapılmayan rezillik kalmıyor. Ailemiz, arkadaşlarımız olduğu için gidiyoruz değil mi ama? Bakalım cehennemden bizi kurtarabilecekler mi o kıramadığımız insanlar? Beraber odun niyetine yanarız cehennemde ne güzel:)

Kuran okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız ağlar gibi yapın.
[Sa’d Bin Ebi Vakkas’Tan, ibn-i Mace//İhyau Ulumi’d-din, 1.cilt, Rub’ul- İbadat, İmam Gazali]

Kuran okurken, dinlerken ağlamak sevaptır. Anlamıyoruz ama değil mi? Ama falan şarkıcının, falan sanatçının ağır ve duygulu şarkıları seslendiren sanatçıların şarkılarını dinlerken ağlarız, duygulanırız. Kutsal kitabımız Kuran’ı anlayamıyoruz ama şiirler, şarkılar direkt kalbimize hitap ediyor. Hislerimize tercüman oluyor. Bir de hareketli şarkılar eşliğinde oynayanlar, dans edenler var. Eskiden köleler, cariyeler efendilerine dans edip şarkı türkü söylerdi. Şimdi herkes nefsinin kölesi, cariyesi; şeytanın kölesi, cariyesi olmuş kendi kendine söyleyip dans ediyor. 7 gün 24 dört saat her yerde çalıyor. ‘Madem yasak, haram, madem şeytanın ezanları; niye her yerde çalıyorlar? Günah olsaydı çalmazlardı değil mi?’ Söyleyenlerde, çalanlarda şeytanın kulları, köleleridir. Onların taptıkları paradır. Para gelsin de nasıl gelirse gelsin umurlarında mı onların! Kuran’ı anlamayız, okumayız ama şiirler, şarkılar kalbimize ve kulağımıza hoş gelir. Ama Müslüman olduğunu iddia edenlere göre hepimiz Müslümanız. Sözde Müslüman özde şeytana tapan, şeytana kulluk eden putperestler dünyam. Kâfirler zaten kendi nefsine, dünya zevklerine tapıyor.

Kıyamet yaklaşınca o devrin en itibarlıları yaltaklık ve dalkavukluk yapanlardır.
[İmam Taberani; Deylemi, Son Zamanlarla İlgili Hadisler]

Bu zamanda bir yere geleceksen, bir makama yükseleceksen; ya torpilin olacak ya da yalakalık yapacaksın üstlerine, amirlerine. Doğruluktan kazanan olmuyor nasıl olsa. Doğrular kaybetmeye mahkûm. Yanlış olanlar, dalkavukluk, yalakalık yapanlar iyi işlerde çalışıyor, iyi yaşıyor.

İspiyoncuların, arkadan çekiştirenlerin ve alaycıların artması kıyamet alametlerindendir.
[Beyhaki, İbn-i Neccar; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 11]

Arkadan konuşanlar, arkadaşlarının hatalarıyla alay edenler, taklitçilik yapanlar. Taklitçiliğe hal ve hareket girmez sadece. Falan sanatçı şu şekilde saç yaptırıyor, falan şekilde giyiniyor. En sevdiğimiz sanatçı da o! Ona benzemeye çalışıyoruz. Onun gibi giyinmeye, onun gibi olmaya çalışıyoruz. Sanatçılar her şeyle alay ediyorlar değil mi? İslami değerlerle, boşu boşuna laf eğlencesi yapıyorlar; sırf para alabilmek için. Para için! Taptıkları para için, alkış, şan, şöhret için!

Gerçekte, filmler, diziler de taklittir. İnsan davranışlarının ve olaylar karşısında verdikleri tepkilerin taklit edilerek canlandırılmasıdır. Her türlü olayın canlandırılmasıdır.

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır. Sadakallahül-Azıym.
[Kehf Suresi, 56. ayet]

Kim gülerek günah işlerse, ağlayarak Cehenneme girer.
[Ravi: Hz İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 400]

Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin eden bir takım insanlar ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz.
[İmam-ı Ahmed; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 15]

“Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi”
Bunlar ilk başta şarkıcılar, sanatçılar, aktörler, aktrislerdir. Para için, şan için ağızlarında geveleyip durular. Şanları, şöhretleri biraz daha artsın, cepleri biraz daha dolsun diye. ALLAH güzellik vermiş kimisine, kimisine de ses vermiş. Mesleklerinin ismi “sanat’dır.” Aktörler, aktrisler her şekle giriyor. Laf olsun diye yemin edenler, yalan konuşanlar, her türlü yalanı konuşanlar. Ama onlar mesleğini yapıyor değil mi? Böyle bir meslek yok ki gerçekte! Onlara sorarsan önemli şahsiyetlerdir. Ama gerçekte kukladırlar! Parayı verirsin, “şunu söyle” dersin, söylerler, “şöyle giyin” dersin, giyinirler, “şu şekilde davran” dersin, davranırlar. “Açıl” dersin, açılırlar, “soyun” dersin, soyunurlar. “Yatağa yat” dersin, yatarlar, “Aç” dersin, açarlar. “Küfret” dersin, küfrederler. “Yemin et” dersin, yemin bile ederler. Sanatlarını yapıyorlar ama kendilerine göre. Kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan, kimin kiminle düşüp kalktığı belli olmayan sanatçılar. Para için, şan için, şöhret için dinlerini imanlarını bırakıp, paraya, şana, şöhrete, makama taptıklarını gizleyen sanatçılar. Bir de halkımız kendi dinine, kitabına, ALLAH’ına, peygamberine, din kurallarına sahip çıkmaz, ama sanatçılara, aktörlere, şarkıcılara sahip çıkarlar değil mi? Onları savunurlar. Çünkü onları seviyoruz.

Allah lanet etsin, halkanın ortasına oturana. [Yani güldürmek için, eğlendirmek için sahneye çıkana.]
[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

ALLAH dışında her şey, bir puttur. Kişi ALLAH’tan başka neye bağlandı ve neye gönül verdiyse, kimi sevdiyse o onun putudur.
[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

Kişi sevdiği ile beraberdir! Cehennem de sevdiğimiz sanatçılarla beraber odun olarak cehennem ateşini alevlendririz o zaman!

Süveyd İbn-u Gafle Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Ali Kerremullahü Vechehü dedi ki: ‘’Ben size Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan bir hadis söyleyince, ALLAH’a yemin olsun Aleyhisselatu Vesselam’ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten [yere] atılmayı tercih ederim. Ancak benimle sizin aranızda meydana gelen şeyler hakkında konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zira ben Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın şöyle söylediğini işittim:
‘’Ahir zaman’da akılca kıt bir takım imamlar çıkacak. Yaratılmışların en hayırlısının sözünü söylerler, Kuran okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları gebertin[öldürün]! Zira onları öldürene, kıyamet günü ALLAH’ın vereceği sevap var.’’
[Buhari, Fezailu’l-Kur’an 36, Menakıb 25, İstitabe 6; Müslim, Zekat 154, 1066. hadis; Ebu Davud, Sünnet 31, 4767.hadis; Nesai, Tahrim 26, <7,119>; Kutub-i Sitte 4780. hadis.]

Bu hükme göre söyledikleri gibi amel etmeyen, fetvalarına uymayan imamları öldürmemiz gerekiyor. Sadece dini kötüye kullanan, kendi menfaati için kullanan imamlara ölüm hükmü varsa; para için dinini satan, üstüne dinini kullanan, üstüne üstelik İslam’ın neslini bozan sanatçıların, aktörlerin, artistlerin, şarkıcıların görüldükleri yerde kellesinin vurulması gerekir! Ama insan hakları var değil mi? İnsan öldürmek günah! Hangi çağ da yaşıyoruz. ALLAH’ın ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in emirlerinden daha çok biliyorlar değil mi bu sistemleri oluşturanlar? ALLAH’tan daha merhametliler o zaman. ALLAH’ın hükmünün uygulanmadığı yerde Müslümanlık olmaz! Öldürsek içeri alırlar değil mi? İşkence yaparlar! Hapse atarlar! Ahiret de bizi cehenneme atacaklar ama bu dünyada, fani dediğimiz bu hayatta, dini hükümlerin uygulanmamasına itiraz etmiyoruz. Masumlar öldürülünce kimse kılını bile kıpırdatmıyor. Ama lafa gelince Müslüman olduğunu iddia edenler için; “hepimiz Müslümanız” demeler. Şuan Afganistan’da, Irak[IraQ]’da, Filistin’de ve Ortadoğu çevresinde öldürülen gerçek Müslümanlar insan değil mi? Hani insan öldürmek çok büyük günahtı? Sebepsiz yere ülkeleri işgal edilip sebepsiz yere öldürülüyorlar kimse ağzını açmıyor, ama İslam’ın neslini bozanlara sıra gelince insan hakları ve özgürlük var! Bütün Müslümanlar kardeştir! Bu zamanda kişinin kendi öz kardeşinin yaptığını düşmanı yapmıyor ama değil mi? Müslüman olunsaydı yapmazdı! Ne yapabiliriz? Kanunlar, kurallar var!

Yarın huzuru mahşerde bize ne buyuracaklar biliyor musunuz? “ALLAH, yarattığı kullarının, aralarında hükmetmeleri için koyduğu kanunları bilememiş mi ki; siz başka kanunlar koyarak, başka kanunlarla hükmettiniz?”

Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerinin temin eden bir takım insanlar ortaya çıkmadıkça,.
Şairler, yazarlar, gazeteciler, amirler, memurlar, öğretmenler, … Daha doğrusu geçimlerini sadece konuşarak ve yazarak kazananlar var ya. İşte bunlar sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin ederler. Güç kullanmadan, sadece konuşarak ve yazarak geçimlerini sağlarlar.

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, adam bir topluluğun içinde oturacak ta kendisini dile alacaklar korkusuyla kalkamayacak.
[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 30; Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 504]]

Girdiğimiz ortamlarda yanlış bir konu konuşulduğunda, kalkmak istesek de kalkamıyoruz değil mi bazen? Doğru olmayan bir konuda açıklama yapmıyoruz, gerçeği söylemiyoruz, karışmak istemiyoruz, herkes istediğini yapmak ta, istediğini söylemekte özgür nasıl olsa! Hele bir de arkadaşlarımız söylüyorsa o yanlışları, bizde onaylıyoruz. Yorum yapmaktan da kaçıyoruz bazen. Susup dinliyoruz! Susarak da söylenenleri kabullenmiş ve onaylamış oluyoruz. İçimizden farklı düşünüyoruz ama. Doğrusunu bildiğimiz halde susuyoruz. Konuşmayacaksak terk etmemiz gereken o ortamı bile terk etmiyoruz.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler, bir kavim başka [bir kavimle] alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlarda kadınlarla [alay etmesin], belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Sadakallahül-Azıym.
[Hucurat Suresi,11.ayet]

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!

Dünya üzerindeki İslam ülkeleri arasında en medeni olan ülke Türkiye gösteriliyor. Her türlü özgürlük var nasıl olsa! Kimin kiminle ne yaptığına bakılmadığı için moderniz, medeniyiz. Yaptığımız işlerin “helal mi? haram mı?” olduğuna önem vermeden; yeter ki para gelsin de, nasıl gelirse gelsin deyip, her türlü yoldan para kazanmaya çalıştığımız için moderniz. 7 gün 24 saat her yerde şeytanın ezanları okunup söylendiği için moderniz. Okullarda bile şeytanın okuma kitabı olan şiirlerin bulunduğu kitaplarla moderniz. Dinen yasak olan her şeyi, haram olan her şeyi helal saydığımız için moderniz. Dünya üzerinde İslamiyet en güzel Türkiye de yaşanıyor ama değil mi?

Vah sizlere! Üzerinizde İslam’ın yalnızca ismi var, bu isim Müslümanlığı size fayda vermez.
[Abdülkadir Geylani- Fethur Rabbani]

İran da, Afganistan da, kadınlar çarşafla geziyorlarmış. Ne gericilik değil mi? Modern çağda her şey serbest. Daha doğrusu modern çağ dediğimiz ahir zaman da, bütün haramlar, haram olan ne varsa serbest! Haram olan ne varsa yapıldığı için, hepsinin yapılmasına izin verildiği, göz yumulduğu için gelişmişiz. Ama diğer İslam ülkeleri geri kalmış. Şeriat ile yönetilenler zaten fi tarihinde yaşıyor değil mi? Medeniyet diye dilendiğimiz şey İslam’dan, dinden, imandan vazgeçmekten başka bir şey değil!

Bismillahirrahmanirrahiym. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın [arkasından çekiştirmesin.] Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. ALLAH’tan korkup-sakının. Sadakallahül-azıym.
[Hucurat Suresi,12. ayet]

Hepimiz herkesin kendi istekleri doğrultusunda olmasını, o şekilde davranmasını istiyoruz ya; kendi doğrularımızın aksi bir hareketi yapan kim olursa olsun, isterse eskiden çok yakın arkadaşımız olsun; yine onun hakkında konuşup, anlatıyoruz. Onun arkasından konuştuğumuz yetmiyormuş gibi, kendimizde eklemeler yapıyoruz. Gıybetin anlamını bile bilmiyoruz ki. Yapıyoruz ama! Gıybet kişi hakkında söylenen; duyduğunda ya da duymuş olsa, hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemektir. Bizim sözlüğümüzde öyle bir kelime yok ama değil mi? Ya da bizim sözlüğümüzde o kelimenin anlamı o şekilde değil!

”Sizin aranızda kolera ve şarbon gibi ölümcül hastalıklar yaygınlaşacaktır.”
[Sahih-i Buhari]

Ölümcül hastalıklar, salgınlar.
Mektuplarla şarbon virüsü gönderildi bir ara. Çin de ‘’SARS’’ virüsü ortaya çıktı. Bir de “kuş gribi” tabi. Türkiye’nin Ağrı ilinde dezenfekte kıyafetler giyen kâfirler, tavuklara enjektörlerle kuş gribi diye adlandırılan dizanteri mikrobunu aşıladılar. Uçaklarla havadan dizanteri mikropları bırakıldı Türkiye’nin üzerine. Milletvekillerinden biyolojik savaş diye açıklama bile yapıldı, ama kimse kurcalamadı. Her zaman olduğu gibi üstün körü konusu geçti. Üstü kapandı. Ama özgür bir ülkeyiz değil mi? Hayvancılığı da bitirdiler artık.

Gelelim “domuz gribine”.

Şimdiye kadar üç firma üretim yapmış:

GlaxoSmithKilne firmasının Pandemrix, adlı aşısı.

Baxter International’ ın H1N1aşısı.

Her ikisinin de henüz lisansı yok. Avrupa ilaçlar kuruluşu tarafından onaylanmamış.

Novartis tarafından üretilen Influenza A (H1N1) 2009 Monovalent.

Amerika’nın bazı eyaletlerinde zorunlu aşılamaya karşı tepkiler artıyor. Aşılardan ölümler meydana gelmekte. İngiltere ülkesinde kesinlikle böyle bir uygulama yapmayacağını söylüyor. Diğer ülkelerde de durum farklı değil.

Bu aşılar yapıldığı takdirde:

-Guillain-Barre sendromu

-Vaskülit

-Felç

-Anafilaktik şok

-Ve ölüme neden olabileceği duyuruluyor.

Ayrıca Novartis firmasının geliştirdiği ilacın yan etkilerini Novartisin kendi laboratuvar sonuçlarından okuyabilirsiniz.

1-Domuz gribi aşısının içinde domuz kanı var.
2-Bu aşının içinde kısırlık meydana getiren yan etki var.
3-Bu aşının içinde insanın genetik yapısını bozan maddeler var.
4-Bu aşının içinde dünya da bir numaralı kansorojen madde özelliği taşıyan formaldehit bulunuyor. Yani Amerika yasaklı, Avrupa da yasaklı olan bir madde!
[Amerika’da bu aşı vurulan bir vatandaş devlete dava açtı]

Şimdi işin sosyolojik boyutu!

1-Almanya’ da hükümet yetkilileri bürokrasi kesimi civasız aşıyı kullanırken, halka civalı aşı kullandılar. Bu haber Almanya’da duyulunca halk ayaklandı. Türkiye’ye gelen ilk parti aşı [500 bin aşı] civalı idi!

2-Kuş gribi hastalığının ilacı olan Tamifulu ilacının firma sahibi Donald Rumsfeld [Amerika’nın 3. etkili adamı] idi ve 2 milyar dolar kazandı. Domuz gribi hastalığının ilacını üreten firmaların hepsi Yahudi firmasıdır!

3-Türkiye de ciddi olmamasına rağmen sözde birkaç ilde eskilerin ajan Lawrence’leri gibi Türkiye’ye sokulan sözde sanal hastalık ile halkı kandıran ülke yöneticileri, haberlerde yapılan domuz gribi haberleri ile halkı psikolojik baskı altına alıp kendilerince alınacak 43 milyon aşının, yani 1 milyar dolarlık aşının bahanesini oluşturdular!

4-Hiçbir ülke de, hatta ölümlerin yaşandığı ülkelerde bile, ülke halinde bu kadar aşı talebi olmazken, neden Türkiye kobay ülke olarak denendi?

5-Domuz gribi hastalığını kendi kendine oluşabilecek bir evresi olmayan bir hastalıktır! Yani özel labaratuvar da özel hazırlanması gereken bir hastalıktır!

Şimdi asıl düşünülmesi gereken şey!

1-Tevrat’ta İsrail’in “Armegeddon Savaşı” yapacağı ve dünya da sadece 144 bin kişinin kalacağı yazıyor! Bu savaşın sadece silahla olacak bir savaş olmadığını düşündüğümüzde, bu salgın hastalıkların hepsi labaratuvar da hazırlanan hastalık olduğunu düşündüğümüzde ve ilaç firmalarının hepsinin Yahudi kuruluş olduğunu düşündüğümüzde, … Sizce sonuç ne çıkıyor?

2-Hacca gideceklere aşı vuruldu. Şimdi hacı adaylarına, Diyanet İşleri Başkanlığı’na soralım. “Haramla tedavi olunmaz!” hadisi varken ve domuz gribi aşısının içinde domuz kanı varken, bu aşıyı alan hacı adaylarının haccının kabulü ve sağlıkları nasıl hiçe atılabilir?

Domuz gribi denilen safsata çıkmadan önce ilacı üretilmişti. Bu ilacı satmak için bir hastalık icat edilmeliydi ve domuz gribi adında bir virüsü [mikrobu] halka bulaştırdılar. Domuz gribinin adı bile yokken Türkiye’ye geliyor diye haberleri gelmişti. Bu haberlerin ne amaçla verildiğini belliydi. Kasten yapılan uygulamalı hastalıklardan biride bu şimdi.

Hatırlarsınız zehirli kenelerde bu şekilde Türkiye’ye sokulmuştu, köy evlerinde olan keneler yüz yıllardır kimseyi öldürmemişti. Yine gündemi meşgul etmek için, halkı başka yöne çekmek için bir müddet kenelerle oyalanıldı. Tüm medyalarda zehirli kene vardı. Kavanozlarla getirip piknik yerlerine dökmüşlerdi. Şimdide domuz gribini insanlara bulaştırıp panzehiri olan aşıyı sattılar. Sağlık ocaklarında bebeklere yapılan aşıların gerçek içeriğinin ne olduğunu ne kadar biliyoruz? Onlarca aşı türü var, hangisi gerçek sağlık amaçlı, hangisi DNA’yı değiştirmek için yapılmıştır? İşte bunlar muamma!

Yurt dışından gelen 3 öğrenci getirmiş ve okul karantinaya alınmış, hatta velilere de geçmiş. Kılıf hazır! Yazık! Çok yazık ki insanlarımız kobay olarak kullanıldı!
İnternet kullananlar iyi bilir, anti virüs programı [mikrobu engelleyen program] satmak için önce virüs icat edilir, bunu tüm internet âleminde yayarlar. Böylece ya format atarsınız bilgisayarınıza veya o virüsten kurtulmak için anti virüs programını satın alırsınız. İşte bunun aynısı insanlar üzerinde de uygulanıyor.

Doktorlar, "Sakın aşı olmayın" diyor!
Biz, 27 Eylül 2009 tarihli Yeniçağ’da, “Domuz gribi aşısı neden ilk olarak Türkiye’de?” diye sorarken Türk halkının kobay olarak kullanıldığını belirtmiştik. İki hafta sonra eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş, aynı zamanda bir tıp doktoru olarak, testleri yapılmayan aşının Türkiye’de denenmesini kınamış ve grip salgını karşısında bağışıklık sistemini güçlendirecek tedbirler alacağını ama ailece aşı olmayacaklarını söylemişti.

Sağlık Bakanlığı ise hâlâ ısrar ediyor. Bu arada Ankara’daki salgının, grip aşısının geldiği günlere denk gelmesi de anlamlıydı! TRT halkı paniğe sevk edecek yayınlar yaptı!

***
Sistem içinde bulunan doktorlar alenen aşıya karşı çıkamadı! Fakat el altından bütün doktorlar, “aşı olmayın, tehlikeli yan etkileri var” diye yakınlarını uyardı!

Osman Durmuş, Sağlık Bakanlığı’nın aldığı aşılardaki alüminyum ve skualen maddelerinin öldürücü ve felç edici etkileri bulunduğunu açıklamıştı.

Bir aşının testinin yapılmış sayılması için üç milyon kişi üzerinde denenmiş olması gerekiyor. Bazıları, ABD’de aşılama kampanyasının başladığını iddia ediyor ama durum hiç de öyle değil. New York’ta aşı yaptırmaları zorunlu kılınan sağlık görevlileri, aşıların yeterince test edilmediğini belirterek aşı kampanyasını durdurmak için dava açtı.

Washington’daki Federal mahkemede açılan davanın dilekçesinde, “Bir domuz gribi salgınını önlemeyi bırakın, zayıflatılmış canlı virüs içeren burun aşıları bir H1N1 salgınını tetikleyebilir” denildi.
Turner, şikâyetlerinin kabul edilmesi halinde aşının ülke genelinde dağıtımının durdurulacağını kaydetti.

ABD’de zayıflatılmış canlı H1N1 virüsü içeren 2.4 milyon doz burun spreyi şeklindeki domuz gribi aşısı eyalet ve yerel sağlık idarelerine dağıtılmıştı.

Avustralya’da ise domuz gribi aşısının uygulanmasına başlandı. İlk etapta, en riskli gruplar olan sağlık çalışanları, hamile kadınlar ve kronik hastalar aşılandı. 10 yaşın altındaki çocukların ise aşının denemelerinin devam etmesi sebebiyle henüz aşılanmayacağı kaydedildi.

Görüldüğü gibi durum tartışmalı!

***

Peki, bir hükümet, nasıl olur da kendi halkının, ilaç şirketleri tarafından kobay olarak kullanılmasına razı olur?
Görüldüğü üzere İktidar Partisi’nin beyin takımının, sadece Türkiye ile değil, Müslümanlık ile de bir sorunu var! Ermenistan ile barışacağım diye Azerbaycan bayrağını yasaklamaya kalkışabilen bir iktidarın, Türkiye’deki insanların kobay olarak kullanılmasından rahatsızlığı da olmaz! Nitekim sonunda Bakü’deki Türk şehitliğinden Türk bayraklarının indirilmesi sonucunu elde ettiler!

***

SİYASET - SON DAKİKA
Eski Sağlık Bakanı'ndan domuz gribiyle ilgili şok açıklama!

MHP Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş, kendisini ve ailesini domuz gribi salgınından korumak için koruyucu tedbirlere başvuracağını, ancak, aşı olmayacağını söyledi.

Durmuş, MHP Afyon Milletvekili Abdülkadir Akcan ve MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy ile birlikte domuz gribi salgını ve alınacak aşıyla ilgili basın toplantısı düzenledi.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın "Şubat, mart aylarında eğer grip aşısı yapılmazsa 21 milyon kişi hastalanacak, 5 bin 300 kişi ölecek" şeklinde kehanette bulunduğunu ifade eden Durmuş, kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla toplantı yapma ihtiyacı duyduğunu belirtti.

Domuz gribi pandeminin laboratuarlarda üretilen bir virüs olduğuna dair resmi beyanların BM Genel Kurulunda ifade edildiğine dikkati çeken Durmuş, dünyada 60’ı aşkın grip salgını yapan virüs bulunduğunu kaydetti.

Her yıl mevsimsel grip salgınlarından dünyada 250-500 bin, Türkiye’de ise 17 bin kişin hayatını kaybettiğini vurgulayan Durmuş, domuz gribi nedeniyle 1 yılda ölen hasta sayısının tüm dünyada sadece bin 500 kişi olduğunu söyledi.

Osman Durmuş, "Domuz gribi daha hızlı yayıldığı halde mevsimsel gripler kadar korkutucu ve öldürücü değildir. Peki, niçin toplum paniğe sevk edilmekte? ’aman elinizi çabuk tutun ve hemen aşı olun’ denilmekte? Küresel krizin faturası gelişmekte olan ülkelere bu şekilde ödettiriliyor" dedi.

-"İNSANIMIZ DENEK OLARAK KULLANILACAK"

Körfez Savaşı sırasında Amerikalı askerlere yapılan şarbon aşılarına katılan skualen ismi verilen doymamış yağ asidi ilave edildiğini, bunun sonucunda askerlerin yüzde 95’inde vücudu tahrip eden hastalık ortaya çıktığını bildiren Durmuş, Sağlık Bakanlığı’nın aldığı Smith Klein, Pastör ve Novartis aşılarında alüminyum ve skualen maddesinin bulunduğunu kaydetti. Durmuş, aşının gerekliliği, etkinliği ve hem de öldürücü ve felç edici etkilerinin, bilim çevrelerinde isteksizliğe yol açtığını vurguladı.

Osman Durmuş, medeni ülkelerde ilaç veya aşı üretildikten sonra laboratuarda etkinliğini, yan etkileri, biyolojik olarak hayvan deneyleriyle güvenilirliği test edildikten sonra insan üzerinde Faz-1 [üçüncü dünya ülkelerinde gönüllülere ve özendirme] ile Faz-2 [geri kalmış ülke insanları üzerinde denenmesi] uygulamalarına gidildiğini anlattı.

Türkiye’ye alınan aşıların henüz Faz-1 ve Faz-2 sonuçlarının bulunmadığına dikkati çeken Durmuş, "Yani insanımız denek olarak kullanılacak!” dedi!

Sayın Bakan, firma yetkililerinin aşıyı Sağlık Bakanlığı’na vermeyeceklerini, kendi personelleri menfaatiyle Türkiye’de aşılama yapacaklarını’ ifade etmiştir.

Eğer bu bilgi doğru ise bunun anlamı ’biz 40 milyon denek üzerinde Faz-1 uygulaması yapacağız’ demektir. Türkiye’deki insanların üçüncü dünya ülkesi vatandaşı gibi kobay olarak kullandırmak, bu Sağlık Bakanı’na ne gibi bir itibar kazandıracaktır" diye konuştu.

-"AŞI OLMAYACAĞIM"-

New Jersey’de 1976 yılında askeri personel arasında çıkan domuz gribi salgınında 1 kişinin öldüğünü, bunun üzerine herkesin aşılanması gerektiğinin söylendiğini belirten Durmuş, 40 milyon Amerikalının aşılandığını, bu aşıya bağlı olarak ise 25 kişinin öldüğü ve 532 kişide sinir felcine yol açan Guillian-Barre sendromu görüldüğünü anlattı. Bunun üzerine aşılamanın durdurulduğunu belirten Durmuş, "Dürüst bir devlet adamı olan dönemin ABD Başkanı Gerald Ford, aşılamayı durdurmuş, ihracını yasaklamış ve her ülkenin kendi ulusal aşı programını başlatmasını istemiştir. Ben de Başkan Ford’u ciddiye alıyorum. Kendimi ve ailemi grip salgınından korumak için koruyucu tedbirlere başvuracağım, ancak aşı olmayacağım" diye konuştu.

Durmuş, Sağlık Bakanlığının 43 milyon doz aşı sipariş verdiğini, bunun için 500 milyon TL ayrıldığını bildirdi.

Selçuk Üniversitesinde veteriner Prof. Dr. Osman Erganiş’in "50 milyon TL’ye Türkiye’nin 10 yıllık aşısının üretilebileceğini" ifade ettiğini belirten Durmuş, "Yani yıllık ihtiyaç 5 milyon TL ile karşılanabilecek iken, 500 milyon TL veriyoruz. Bunun yorumunu vatandaşlarıma bırakıyorum" dedi.

Durmuş, 1977’deki "Rus Gribi" olarak anılan H1N1 virüsüyle 32 yaşın üzerindeki bazı insanların karşılaştığını, bunun için direnç kazandıklarını belirterek, 2009 yılı itibariyle Türkiye’de domuz gribinden ölen olmadığını anımsattı.

Bilkent’te laboratuar okulunda 4 vakayla ilgili "salgın başladı" gibi paniğe gerek olmadığını söyleyen Durmuş, okullara, laboratuarlara sıvı sabunlukların yerleştirilmesi, el yıkama, ağız ve gözün korunmasıyla ilgili hijyenik bilgilerin basın, yayın yolu ve okullardaki eğitimle öğrencilere verilebileceğini belirtti.

Durmuş, "Milli Eğitim Bakanı, orta öğretim müfredatına ilk yardım ve sağlık bilgileri dersi koymalıdır. Böylece Bakan tarafından yaratılan krizin bir rant fırsatına dönüştürülmesinin yerine, halkımıza da doğru ve faydalı bilgi verilir" dedi.

Hastalığa ayrılan 500 milyon lirayla 250 yataklı 25 yüksek ihtisas hastanesi yapılabileceğini veya yeni kurulan 20 üniversitenin tüm derslikleri, laboratuarları ve idari binaların yaptırılabileceğini kaydeden Durmuş, 50 bin TL’ye 10 yıllık güvenli aşı üretilmesi mümkün iken, bunun neden yapılmadığını sordu.

Osman Durmuş, "500 milyon lirayı bu kadar kolay harcayan Sağlık Bakanı, Tarım Bakanı gibi firma mı kayırıyor? 3 ayrı firmaya da aşı siparişi verilerek firmaların susturulması mı amaçlanmıştır? Piyasa araştırması yapılmış mıdır? 500 milyon liralık aşıyı pazarlıkla ve farklı fiyatlarla alan Bakan için savcılar işlem yapabilecek midir? Savcıların içinde sürülme tehdidi var mıdır? Sağlık Bakanlığı bu vesileyle grip aşısını rutin aşı programına mı almış oluyor. Sağlık Bakanlığı personeline hibe edilen grip aşısı neden kullanılmamıştır. Bir bakan halk sağlığını korumak yerine, toplumu salgınla korkutup virüsten ve zararı faydasından çok, pahalı aşıyla, ithalatçısından yana tavır koyar mı?" sorularının cevaplandırılmasını istedi.

-"Üretilmeyecek aşı varsa hesabını benden sorun! "-

MHP Afyon Milletvekili Abdülkadir Akcan, salgınlara karşı tedbir alabilecek, aşı üretimi yapabilecek enstitü ve araştırma merkezlerinin 58. Hükümet tarafından kapatıldığını belirterek, "Bu tesisler kapatılıp, her şeyi özel sektör marifetiyle yapma anlayışıyla hareket ediliyor. 10 milyon liraya 10 yıllık aşınızı üretecek potansiyelimiz var. Eğer ülkemizde üretilemeyecek aşı varsa gelin hesabını benden sorun. Tüccar zihniyetiyle ülke yönetmekle, insan sağlığı kurban edilmektedir" dedi.

Akcan, domuz gribi aşısının 6 ayda bir yenilenmesi gerektiğini belirterek, her yıl 35 milyon liralık aşının ithal edilebileceğini söyledi.

MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy ise 2 yıl önce kene vakalarının gündemde olduğunu ve o dönemde de yolsuzluk olduğunu ileri sürdüklerini belirterek, "Müfettişlerin hazırladığı haksız kazanç sağlandığına ilişkin raporlar kabul edilmedi. Başka firmalara haksız kazanç sağlanmaktadır" dedi.


SiYONiZM TEHLiKESi

Tüketiciler Birliği’nin boykot karar aldığı bazı firmalar hakkında kısa bilgileri paylaşalım!

STARBUCKS

Starbucks Kafe zincirinin dünya çapında 4.709 şubesi vardır.

Howard Shultz, Starbucks'ın genel müdürü aktif bir siyonisttir. 1998'de Aish HaTorah'ın Jerusalem Fonu "ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde oynamış olduğu anahtar rol"den dolayı kendisini "İsrail'in 50.yılı Siyon Dostları Övgü Ödülü" ile onurlandırmıştır. Aish HaTorah'ın Jerusalem Fonu, Cenin kasabı General Shaul Mofaz’ın başkanlığını yaptığı İsrail ordusu fuarını ve Siyonist propaganda web sitesi olan honestreporting.com 'u finanse ediyor.

Shultz'un çalışmaları, İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından İsrail'in uzun dönem başarıları için anahtar rol oynadığı belirtildi.

İsrail ordusu Filistinlileri, Cenin, Bethelem ve Nabulus'ta katlederken, Shultz Filistinlileri terörist olmakla suçladı ve Intifada'nın Anti-Semistism' in bir göstergesi olduğunu ve buna karşı insanların İsrail'in arkasında olması gerektiğini söyledi.

Diğer büyük şirketleri İsrail ekonomisinin kötüleşmesi üzerine ülkeden çekilirken, Starbucks İsrail'de kalıp sallanan ekonomiye yardım etme kararı aldı. Bu yanlış işletme kararından sonra Starbucks ağır bir zarar aldı ve 2003'te İsrail'deki 6 şubesini kapatmak zorunda kaldı.

Starbucks hala İsrail'e olan para yardımlarını sürdürmektedir. Aynı zamanda Amerikan yönetiminin Afganistan ve Irak[IraQ]'ta sürdürdüğü işgal politikasını da desteklemektedir. Buna destek olabilmek için Afganistan'daki işgal güçlerine destek ve hizmet etmek üzere şubelerini açmıştır.

Coca Cola

Coca Cola 1966'dan bu yana İsrail'in sadık bir savunucusudur.

1997'de, İsrail hükümeti ekonomi kurulu bu şirketi İsrail Ticaret yemeğinde İsrail'e olan 30 yıllık desteğinden ve Arap Birliği’nin boykot kararını reddettiği için onurlandırıldı.

2001 yılında, Coca Cola merkez bürosu, Amerika-İsrail Ticaret Odası ödülleri galasına ev sahipliği yaptı ve en büyük sponsoruydu.

Coca Cola Şirketi çalışanlarına İsrail-Arap çatışması konusu da dâhil değişik konularda eğitim programları düzenlemektedir. Bu eğitim programlarının içeriği İsrail Ajansı ve İsrail Hükümeti tarafından oluşturulmaktadır.

Şubat 2002'de, "İsrail Dostları" adlı bir grup oluşturdu ve Minnesota Üniversitesi'nde ünlü Siyonist Linda Gradstein'a bir seminer verdirdi.

Temmuz 2002'de, Coca Cola milyonlarca dolarla Filistin'in çalınmış toprakları üzerinde yeni bir fabrika inşa edeceğini ilan etti.

Ekim 2005, Tavor Winey’in %51 hissesini alarak İsrail'deki yatırımlarını da arttırmış oldu.


Nestle

Bir İsviçre şirketi olan Nestle, İsrail gıda firması Osem'in %50.1'ine sahiptir. Aralık 2000'inde Nestle, İsrail'de milyonlarca dolarlık global bir Ar-Ge merkezi kuracağını duyurdu.

Nestle Siderot'ta fast-food üretim fabrikaları kurdu. Nestle'nin birçok ürünü bu fabrikalarda üretiliyor.

1998 yılında, Nestle İsrail Başbakanı Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en büyük ödülü "Jubilee Award"ı aldı. Bu ödül, İsrail ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayan kişi ve şirketlere devlet adına veriliyor.


Danone

1998 yılında, Franc Riboud Danone adına İsrail Başbakanu Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en büyük ödülü "Jubilee Award"ı aldı. Bu ödül, İsrail ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayan kişi ve şirketlere devlet adına veriliyor.

Danone Enstitusune ait bir Ar-ge 1998'te İsrail'de kuruldu.


NOKIA

Nokia yoğun bir şekilde İsrail'de yatırım yapıyor.

Nokia genel müdürü Lars Wolf The Jerusalem, Post ile yaptığı bir konuşma da [4 Mart 2001] "Biz İsrail konusuna bütün yönleriyle önem veriyoruz. Çünkü bizim İsrail Projesi olarak adlandırdığımız dâhil bir projemiz var. Bu projeyle İsrail'e bir network perspektifinden, 'Nokia Venture Organizasyonu' ve Nokia Araştırma Merkezi perspektifinden bakıyoruz"

Nokia Venture Organizasyonu, Aralık 2000'de yeni bir 500 milyon dolarlık fon kurdu ve bunun bir kısmının İsrail şirketlerine gönderdi. Nokia Araştırma Merkezi de İsrail ile yeni çalışmaları başlatmak da görevli bir nokta.

Nokia Networks, bir yıl önce Rosh Ha'ayin'de mağaza açtı. Nokia genel müdürü Lars Wolf “Çalışanların sayısını sıfırdan kırka çıkardığını, alt yapı tamamlandığında bu sayının katlanarak 3 ile 4 ay içinde 80 ile 100 sayısına ulaşacağını” söyledi.

Wolf ayrıca amaçlarının İsrail'i Internet Protokol hareketinde, radyo ve net erişiminde lider haline getirmek olduğunu söyledi.

Johnson&Johnson

Şirket, İsrail firması Biosense için 400 milyon$ ödedi. Biosense, Hayfa merkezli bir tıbbi malzeme şirketi.

Johnson & Johnson, Shfayim yakınlarında ofisini açtı.

1998 yılında, Roger S. Fineon Johnson& Johnson adına İsrail Başbakanı Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en büyük ödülü "Jubilee Award"ı aldı. Bu ödül, İsrail ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayan kişi ve şirketlere devlet adına veriliyor.

Yakın bir zamana kadar, DNA, içine girilmez bir alandı. Ama bugün çok net biliyoruz ki, genetik sarmallar rahat açılabiliyor ve istenildiği gibi kromozom dizilişine eklemeler, çıkarmalar yapılabiliyor.

Genetik yapısıyla oynanmış gıdalar, doğrudan genetik yapıyla ilintilenen aşılar, tıpkı bilgisayarımıza şu veya bu şekilde giren virüs programları gibi, kendini sistemle entegre eden programlarla pekala insan genini değiştirebiliyor, yapısını bozabiliyor ve hatta yavaş yavaş ölümüne yol açabiliyor

Dolayısıyla, bugün pratikte yapılmasa da, kanatlı atların, insan formunda hayvanların, domuzlaştırılmış varlıkların, yarı maymun yarı insan yaratıkların ortaya çıkması an meselesidir. Çünkü bunun mümkün olabileceği artık biliniyor. Yapılmıyorsa sebebi; İsrail’deki din adamlarının gücü, Hıristiyan ruhanilerinin ahlaki istinat duvarlarıdır!

Yakında, insan beden malzemelerinin üretildiği laboratuarlardan söz edilirse şaşmayın. Bunların dini ve hukuki boyutları yıllardır tartışılıyor. Hızla o yöne doğru gidiyoruz Bunun için şeytan da elinden gelini yapıyor. Dünyadaki sürgün hayatı bir an önce bitsin diye, saklı ve gizli vesveselerle insanlığı yıkıma sürüklüyor. Siyasi tabirle insanları kışkırtarak, “ALLAH’ı kıyamete zorluyor”

İşte domuzlaştırma operasyonu da bu çalışmalardaki son aşamadır. Bu kadar açıklamanın özüne değinirsek;

Biliyorsunuz son olarak Domuz Gribi diye bir hastalık gündeme geldi. Ve tabii domuz gribi aşısına da Dünyada haysiyet sahibi bilim adamlarından ciddi tepkiler oldu. ‘Bu aşı, bir hastalığı yok etmek için üretilmedi, aksine insanlığa yeni bir hastalık taşımak için üretildi.’ dediler.

Hayır, sizi temin ederim bu aşı sadece hastalık getirmiyor, transgenetik ‘terminatör genler’ de içeriyor. İnsan tabiatını yavaş yavaş silecek ve onu başka bir varlığa dönüştürecek genler.

Şaşırtıcı ve kahredici durum ise, Türkiye’nin, Sağlık Bakanı’nın eliyle bu belaya sürüklenmesi oldu. Bu belayı insanlığın başına Türkiye sarmış gibi, aşı uygulamasında pilot bölge [kobay ülke] yapıldı Türkiye. Bilmem kaç milyon insan risk altındaymış da aşı yapılmazsa bilmem kaç bin insan ölecekmiş de! İnsaf be, insaf! ALLAH’tan korkun. Bu işlere hangi mantık ve vicdan ile bakıyorsunuz?

Birilerinin zenginleştirilmesi için Türk milleti kobay yapıldı! Pekala, herhangi bir grip gibi savuşturulacak bir hastalığı bu kadar büyük bir panikle anlatmak hakikaten akıllarda soru yaratıyor!

Bu nasıl bir panik böyle? Yoksa birileri Türkiye’ye girip virüsü serpti de kimsenin haberimi mi yok?

Bu kadar açık ikaz ve uyarılara rağmen aşı dayatıldı! Bu millete ihanet edildi! Florası, genetiği temiz, hala insan varlıkların yaşadığı Anadolu’ya işgalden beter bir darbe indirdi! Düşünün bu toprakları, tohumları, damızlıkları. Tahıl öldü, çeltik öldü, meyve öldü, hayvan öldü. Arı öldü, bal öldü. Karpuz öldü, kavun öldü, buğday öldü, …

Bir zamanlar da nüfus planlaması adı altında bu milleti kısırlaştıracak aşılar yaptılar. Ve bugün biliyoruz ki, Türkiye’de kısırlık son 10 yılda yüzde 27 oranında artmış durumda.

Aşılarla, genlerin nasıl tahrip edilebileceği konusunda insanları aydınlatacaklarına çoğu Siyonist baronlara ait olan ilaç fabrikalarını zengin edeceğiz diye, milletin kanıyla, geniyle oynadılar!

Sen-Sevdiklerin-Ülken-İnsanlık yok ediliyor! Uyanın artık! Bozulmuş Tevrat’ta öyle yazıyor çünkü!

Yahudilerin inancı, İsrail’in en büyük inancı, imanı budur! Uyanın artık!

Kıyametten evvel 6 [şey] say: Ölümüm, Beyt-i Makdis’in fethi, sonra koyunun kuası [göğüste beliren öldürücü sancı] gibi, sayısız ölüm hadiseleri.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 123]

Ani ölümler de kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 147]

Kalp krizlerini duyuyoruz her zaman, genç yaşta bile kalp krizinden ölenler var. Trafik kazaları da ani ölümlerdir. Her geçen gün, sayısız trafik kazası olmakta, sayısız insan ölmektedir.

Kişinin annesine isyan etmesi, babasına sıkıntı vermesi kıyamet alametlerindendir.
[Tirmizi, Fiten, 38]

Anne-babamıza karşı soğuk davranıyoruz. İstediğimiz koşulları sağlayamadıkları için, yapmak istediklerimize izin vermedikleri için, bizimle yeteri kadar ilgilenmedikleri için. Bizi anlamadıkları için. Bizi dünyaya getirdikleri için! Hatta sevdiğiyle evlenmesine izin vermediği için annesini öldüren gençler bile var, haberlerde anlatıyorlar ya.

Komşular arasında geçimsizliğin yaygın hale gelmesi kıyamet alametlerindendir.
[Ramuz-El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, 448/7]

Anne-babamızla, öz kardeşlerimizle anlaşamıyorken, komşularla, çevremizle nasıl anlaşabiliriz? Çevremizdekilerden anlaşabildiklerimiz oluyor bazen, ama belli bir süre sonra, bazı olaylardan sonra onları da siliyoruz hayatımızdan! “ben” diyoruz; yalnızlığa mahkûmum deyip duruyoruz!

Bu “ben’’ demeler var ya; herkesin içinde taptığı ilahıdır. Herkes bu “ben’e, yani nefsine tapıyor.

Büyükler küçüklere merhamet etmediklerinde, küçükler de büyüklerine saygı göstermediklerinde, çocuk öfkeli olduğunda kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]
Büyükler küçüklere hep bağırıyor, çağırıyor, dövüyor azarlıyor. Merhametten bir nebze bile eser olmayan büyükler var. Artık küçükler daha çok karşı çıkıyor büyüklerine ama! Büyüklerini tehdit edenler, hatta yolunu kesip çeşitli sebeplerden dolayı dövenler, sövenler. Küçücük çocuklar bile öfkeleniyor, sinirli oluyor!

Boşanmaların çoğalması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 455]
Boşanma sayılarının haddi hesabı yok. Her geçen gün, sosyal yaşantıların bozuk olması, zinalar çevre etkenleri ve herkesin kendine göre olan sebepleri yüzünden yıkılan yuvaların sayısı bile belli değil.

İnsanlarda cimrilik ve hırs artacak.
[Müslim, İmare,176; İbn-i Mace, Fiten, 24]

Kıyamet yaklaştı; hâlbuki insanlar dünyaya karşı ancak hırslarını arttırıyorlar, ALLAH’tan da uzaklaşıyorlar.
[Suyuti, Camiü’s-Sağır, 2/57]

Her şeyi, kendimizi sadece insanlara göre ayarlıyoruz. Çevremizde gördüklerimizin bizim olmasını istiyoruz. Dünya ve madde diyoruz, para diyoruz da başka bir şey demiyoruz. Hırs bürümüş gözümüzü ama bir taraftan da biz farklıyız. Başkalarının yaptığı en ufak bir hatada bile dağlar yıkılmış gibi tepki veriyoruz; pireyi deve yapıyoruz ama kendimize gelince, çok büyük yanlışlar bile yapsak herkesin anlayışla karşılamasını bekliyoruz.

Bitmeyen istek
Kalp hastalıklarının onuncusu Tul-u emel yani “bitmeyen istek’tir.”. Zevk ve sefa sürmek için çok yaşamayı isteyip duruyoruz. Tul-u emel [bitmeyen istek] sahipleri, ibadetleri vaktinde yapmazlar, tövbe etmeyi terk ederler. Kalpleri katı olur, ölümü hatırlamazlar. Hiçbir şeyden ibret almazlar. Hep dünya malına ve makamlarına kavuşmak için ömrünü harcarlar. Ahireti unuturlar. Yalnız zevk ve sefasını düşünürler. Bitmeyen isteklerin sebepleri, Yahudilerde, Hıristiyanlarda ve münafıklarda olduğu gibi dünya zevklerine düşkün olmak ve ölümü unutmak, sağlığına, gençliğine aldanmaktır.

Dedikoducuların, arkadan çekiştirenlerin ve alaycıların artması kıyamet alametlerindendir.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 93]

Hareketleri ya da söyledikleri hoşumuza gitmeyen bir arkadaşımızın hakkında bile ileri geri, konuşmaktan, dedikodusunu yapmaktan çekinmiyoruz. “Vay efendim şunu yaptı, vay efendim bunu yaptı. Ya o mu, filan zaman böyle yapmıştı, bundan sonra doğru yapsa ne olur.” Arkadaşlarımızın bile yanlış söylediği sözleri alay konusu yapıyoruz, onları taklit ediyoruz.

Hele birde sanatçılardan, televizyonlardan, dizilerden gördüklerimizi marifet sayarak taklit ediyoruz. Aslında bu işi meslek edinenler bile var. Stand-up’çılar. Herkesin, her şeyin taklidi yapılıyor artık.

Kıyamet yaklaşınca o devrin en itibarlıları yaltaklık ve dalkavukluk yapanlardır.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 97]

Bu zamanda ya torpilin olacak ya da yalakalık yapacaksın bir yere gelmek istiyorsan. Yalakalık ve dalkavukluk yapanlar işlerinde %90 daha hızlı yükseliyorlar nasıl olsa.

Kim herhangi bir canlının resim ve heykelini yaparsa, o kıyamette bu yaptığına can ver diye teklif olunarak azap olunur. Hâlbuki ona can vermesi mümkün değildir.
[Buhari, Ta’bir, 45]

İbn-i Ömer Radıyallahu Anh rivayetine göre Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Bu resim ve heykelleri yapanlar kıyamet günü bu yaptıklarınıza can verin bakalım diye azap edileceklerdir.”
[Buhari, Büyü, 40; Müslim, Libas, 96]

Kıyamet günü azabı en şiddetli olanlar resim ve heykelleri yapanlardır.
[Buhari, Libas, 89]

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, ben Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı şöyle buyururken işittim:
‘ALLAH: benim yarattığım gibi resim ve heykel yapmak suretiyle yaşatmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır? Haydi, bir zerre kadar karıncayı yahut bir hububat tanesini veya bir arpa tanesini yoktan var etsinler bakalım. Ne mümkün! Buyurdu!
[Buhari, Libas, 90; Müslim, Libas, 101]

Daha ilkokula başlar başlamaz resim yaptırıyorlar. Çocuk yaşta resim yaptırıyorlar. Hayvanların, insanların resimlerini yaptırıyorlar. Büyüyünce, okulu bitirince ressamlığı seçenler bile var. Sürekli resim yapanlar var.

Bir taraftan da teknoloji sağ olsun, fotoğraf makineleri varken resim yapmakla kim uğraşır? Her şeyi renkli, renksiz, olduğu şekliyle dondurup resmedebiliyoruz artık. Teknoloji sağ olsun. Teknolojiyle ilgili yeni bir şey olduğunda din elden gidiyor diyenler var değil mi? Sebebini söylemiyorlar! Söyletmiyorlar ama! Dinde birçok kısıtlama var değil mi? Yasak var! Neden yasak olduğunu merak eder miyiz? Merak etsek araştırırız! Ama bize gerekli olduğunu düşündüğümüz bilgileri bize zaten öğretiyorlar nasıl olsa. Aslında öğrettikleri boş ve lüzumsuz şeyler. Beynimizi işgal edecek şeyler! Dini hükümlerde haram olan bir şey her yönden haramdır! Yapana! Yaptırana! Saklayana! Bakana! Kısacası ondan her şekilde faydalanana haramdır! Fotoğraf çekene, çektirene! Eski günleri hatırlamak için, anı, hatıra olarak çektirdiğimiz fotoğrafları sakladığımız fotoğraf albümleri bile var. Hatıra ama! Hatıra! Şeytan hatıraları hatırlatarak kalbimizi, maneviyatımızı bozuyor hiç durmadan! Ama biz umursamıyoruz! Eskileri hatırlayıp durmak hoşumuza gidiyor.

Üstüne üstelik birde insanların, hayvanların hareketli suretlerini gösteren kameralar ve televizyonlar var. Teknoloji daha da gelişti. Neredeyse herkesin evinde var. Olmayan yok! Sürekli televizyona bakıp duruyoruz! Cep telefonlarıyla bile çekebiliyoruz fotoğrafları artık! Üzerimizde ki kıyafetlerde resimler, hayali ya da gerçek hayvan resimleri var! Çocuklarımızın kıyafetlerinin neredeyse hepsinde var resimler! Kullandığımız paralarda, artık teknoloji sayesinde kıyafetlerde canlı suretler, resimler var.

Okullarda öğretilen her kitapta; resimler, suretler var. Öğretmenlerin, öğrencilerin sürekli kullandıkları kitaplar.

“Dinde her şey yasak, yaşamayalım o zaman! İslam’dan soğutuyorlar böyle yaparak! İslam dini hoş görü dinidir.” İslam dini hoş görü dinidir, ama haramların helal sayılmasıyla değil! Zaten Müslüman olan, gerçekten imanı olan bir Müslüman, İslam’dan soğutuyorlar cümlesini bile kullanmaz! Müslüman olan dininden soğumaz, Müslüman olmayan çekimser kalır, soğur!

Said Bin Ebi’l-Hasen’den rivayet edilmiştir:
“Bir adam, Abdullah İbn Abbas’a gelip ona:
“Ben şu suretleri[resim] yaparak geçimimi ondan sağlayan bir adamım. Onlar ve sanatım hakkında bana bir fetva ver!’’ dedi. Abdullah İbn Abbas, o adam: ‘’ Bana yaklaş dedi!’’ dedi. O adam da, Abdullah İbn Abbas’a yaklaştı. Sonra yine ona:
‘’Bana yaklaş!” dedi. O adam da yaklaştı. Sonunda elini o adamın başının üzerine koyup:
‘’Sana Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan dinlediğim bir hadis-i haber vereceğim. Ben, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı:
“Her ressam cehennemdedir. ALLAH, ressamın yaptığı her surete kıyamet gününde hayat verecek ve o canlı suret[resim] de cehennemde kendini yapan sahibine azap edecektir.’’ buyururken işittim’’ dedi.
[Sahih-i Müslim. 1938. hadis.]

Fotoğraflar artık nüfus cüzdanlarında bile var. Suretler, resimler her yerde var.

Bir de süs eşyası olarak biblolar var. Tarihi eserler, heykeller. Artık o kadar kolay şekilde satın alınabiliniyor ki bunlar. Bazen de düşünüyoruz; “ya insanlar eskiden bunlara nasıl tapıyormuş?” diye.

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazedeydi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir mezar, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik mezar, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:
“Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”
[Ahmed Bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilene küfretmek, yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek. ALLAH’ın kitabına küfretmek. Kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek.
Biz gördüğümüz fotoğrafları bozmak yerine, yırtıp atmak yerine, seyrederek, bakmakla geçiriyoruz vaktimizi! Fotoğraf çektirmekle, çekmekle geçiriyoruz zamanımızı! Bozmayı bırakın, bozulan, yıpranan resimleri bile eskisinden daha güzel hale getirebiliyoruz artık teknoloji sayesinde! Göze hitap ediyor ama! Güzel görünüyor! Kuran’a küfretmek pahasına yapıyoruz bunları! Dini konularda şu yasak bu yasak diyen âlimleri de yobaz diye isimlendiriyoruz ama.

Bir taraftan da o kadar âlim, imam var, hatta bunları yapanlar, çektirenler, gazetelerde boy gösterenler var.

Ahir zaman da öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır.
[İmam Tirmizi, Zühd, sayfa 60]

Melekler, içinde köpek, resim ve heykel olan eve girmezler.
[Buhari, Libas, 94]
Gazeteler, dergiler, afişler. Bu dünyanın her yerinde fotoğraflar var. Bu dünyanın her yerinde suretler var. Artık resim olmayan kitapları almak bile istemiyor birçoğu! Ders kitaplarının hepsinde resimler, suretler var! Camilere namaz kılmak için gidenlerin kıyafetlerinde suret resimleri, cep telefonlarında, şeytanın ezanı olan müzikler, kıyamet gününde can verin denilecek olan suretler, fotoğraflar var! Cüzdanlarında taşıdıkları kimliklerinde; paralarda bile resimler var! Bu dünya meleklerden mahrum! Bu dünyayı meleklerden mahrum edense yine bizleriz! Camilere giderek namaz kılarken bile taşıyoruz bu resimleri! “Kapalı olduğunda, görünmediğinde bir şey olmaz ama değil mi?” Üstünü kapattık mı mesele yok! Her şeye bir kılıf uyduruluyor değil mi? Kimse helali istemiyor ama! Haram bir şey olduğunda minareyi çalan kılıfını hazırlıyor! Neden? Herkes böyle nasıl olsa! Nefsimize hoş geliyor! Şeytan dürtüyor! Kuran’a küfretmek pahasına her yeri resimlerle, fotoğraflarla süslüyoruz, üstüne Müslüman olduğumuzu iddia edip, ibadet etmeye çalışıyoruz. Şeriatla yönetilen Müslüman ülkelere de, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Masonlar demokrasi adı altında götürüyor bunları.

Ahir zaman geldiğinde, ümmetimin erkeklerine, peştamalla bile olsa hamama girmeleri haram olur, dediler: ‘’Ya Resulullah, bu nedendir?” Buyurdu ki: “Zira onlar çıplak insanların üzerine girerler veya onların üzerine çıplak insanlar girer. Emin olunuz ki, ALLAH bakana da kendisine baktırana da lanet etmiştir.
[Ravi: Hz.Zahri Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

“Ahir zaman geldiğinde, ümmetin erkeklerine peştemalla bile olsa hamama girmeleri haram olur.” Bu hamamlar nelerdir? İlk olarak televizyondur! Televizyon öyle bir hamamdır ki, suretlerin hareketli halleri gösterilir. Fotoğraftan daha ağırdır hükmü! Her türlü zina işlenir, göz zinası, kalp zinası! Saçı başı açık kadınları bırakın, anadan doğma soyunanları bile var! Kendi evlerimizi bile hamam haline getirmişiz! Kendi evimize girerken bile hamama giriyoruz. Evimize girerken zina yuvasına giriyoruz! Kulaklarımız ve gözlerimiz her türlü zinayı işliyor! Bir de açık saçık sahneler daha çok ilgi çeker ya, o yüzden sanatçılar açık saçık giyinir! Ama dini programlar yapanlarda var değil mi? Bırakın saçının bir tutamının açık olduğu kadınları, ahlaksız sahnelerin olduğu programlardan, filmlerden sonra dini programlar yapıyorlar! Peştemalla bile olsa girmeleri haram olur! Her türlü girilmesi, boy gösterilmesi suret, resim olduğu için haramdır, daha da önemlisi, gözler ve kulaklar zina işler! Şeytanın ezanlarını sürekli çalan kanalları bırakın, dini programlarda bile müzik çalınıyor değil mi? Fon müzikleri, ney’ler. Ama o kadar bilginler, âlimler, imamlar bunları nasıl bilmiyorlar? Hem dinimizi öğreniyoruz!

Günümüzün en büyük âlimleri diye nitelendirdiklerimiz bile yaptıkları programlardan ücret alıyor. Dini öğretmeleri karşılığında! Eski âlimlerin bırakmış olduğu kitaplardan edindikleri, derme çatma bilgilerle, birçok hükmü hiçe sayarak dinlerini dünya karşılında yiyerek! Ama ilimleri var değil mi? Akılları var, ilimlerine bedel ücret almaları onların da hakkı! Dini konuları öğrendikleri eski âlimler, onlardan daha fazla ilmi olmalarına rağmen, ücret talep etmeyi bırakın; dini, İslam’ı; öğrencilerine öğretebilmek için, İslam’a hizmet için, bütün öğrencilerinin geçimlerini sağlıyorlardı. Eski âlimlerden öğrendikleri kıt bilgileri halka öğretme süsüyle ücret alan bizim âlim dediğimiz sahtekârlar!

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur, ibadete çalışırlar ve dinde olmayan şeyleri dinde varmış gibi göstermekle meşgul olurlar. Fakat bilmedikleri yönden kâfir olurlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızk alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar kör deccalın avenesi olacaklardır.
[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddün Gümüşhanevi]

Bizler hepimiz kör deccalın avenesiyiz!

Birde çizgi filmler, animasyon filmler var; çocukların vazgeçilmezi! Resim ve suretlerin hareketli hali, üstüne hayvanların bile seslendirildiği çizgi filmler var!

Ebu Sadi Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: ‘’Ruhumu kudret elinde tutan ALLAH’a yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kutub-i Sitte]

Kıyamet alametlerinden biri de, hayvanların insanlarla konuşmasıdır. Vahşi hayvanlar, yani evcil olmayan hayvanlar. Sadece bunlarda konuşmuyor ama hayali yaratıklarda konuşturuluyor.

Sihir, lügatte gizli, üstü kapalı şey demek olup, aldatmak, göz bağcılık ve göz boyacılığı yapmak suretiyle insanları aldatmak demektir. Çok güzel konuşarak aldatmaya da sihir denilir. [Buhari, Tıb,51]de, ‘’Nice sözler vardır ki, sihir gibi etkilidir’’ buyurulur.
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi]

Olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermek, yani var olmayan bir şeyi, canlı olmayan bir şeyi canlıymış gibi hareketlendirip seslendirmek de sihirdir. Suret, resim oldukları için can verin denilecek çizgi filmler, sihir olduğu için dinde haram olması! Ama birçok filmlerde montaj bile yapılıyor artık. Montaj yapılmayan filmlere film demeyenler bile var. “Canlı gibi hareket edip, canlı gibi konuşuyorlar, daha nasıl canlandırılabilir ki?” Nefes almıyorlar ama yemek yiyip, içmiyorlar. Gerçekte yoklar! Elle tutulmuyorlar, CD’lerde tutuluyor ama değil mi? İslami isimlerle, İslami kelimelerle alay edilen, dinin istismar edildiği filmler programlar! İnek Şaban’lar. Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok affeden manasında ki ALLAH’ın isimlerinden olan Gaffur. Psikopat Gafur”lar! Dini film olmadığı halde, dini bozmak için İslami değerleri farklı gösteren filmler! Tabi dini çizgi filmler, dini filmler bile var! İslam’a hizmet için yapılıyorlar yapanlara göre; karşılığında para alıyorlar ama! “Ya televizyonu izliyoruz, elektrik faturasından da para alacak değiller ya?” Reklâmlar da gösterilen ürünleri alırken verdiğiniz paranın %50inden fazlası reklâm gideri olarak ürünleri kullananlara ödettiriliyor. “Hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu biliyoruz ama bu şekilde?” Laf! Hangi malın reklâmı daha çok yapılıyorsa onu seçiyoruz. Reklâmı yapıldığına göre iyidir diyoruz! Parayı veren reklamı yaptırıyor ama!

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“İnsanı helake sürükleyen 7 şeyden sakınınız.” Sahabeler:
“Ya Resulullah! Bu 7 şey nedir?” diye sordular. Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “ALLAH’a ortak koşmak, sihir ve büyü yapmak, ALLAH’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup hiçbir şeyden haberi olmayan namusuna düşkün Müslüman kadınları zinayla suçlamak.”
[Buhari, Vasaya 23, Tıbb 48, Hudud 44; Müslim, İman 145. Ebu Davud, Vasaya 10; Nesai, Vasaya 12; Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi.]

Kıyamet gününde ALLAH’ın yarattığı gibi resim ve heykel yapmak suretiyle yaşatmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır diye buyurulacak olan resimlerin, fotoğrafların, görüntülerin olduğu televizyonlar.

ALLAH’ın haram kıldığı şeyleri başka sebepler öne sürerek, yani Kuran’ın ve Aleyhisselatu Vesselam’ın sünnetine zıt düşen şeylerin yapıldığı için ALLAH’a ortak koşulan ve üstelik sihir yaparak cansızların hareketlendirilip, seslendirildiği çizgi filmler, animasyonların olduğu, canlıların da suretlerinin, resimlerinin ve seslerinin bulunduğu filmlerin olduğu televizyonlar! Üstüne bir de her evde televizyon olmasına, ALLAH’a ortak koşmaya, sihre, zinaya, dini istismara, dini kullanarak menfaat elde etmeye, maddi kazanç sağlamaya sebep olan televizyonların bulunduğu evlerde namaz kılıp, ibadet etmeye çalışanlar! Hem ALLAH’a ortak koşma [şirk], hem küfür hem de ibadet!

Abdurrahman İbnu Sa’d İbnu Zürare’nin anlattığına göre, kendisine, Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın zevcelerinden Hz. Hafsa Radıyallahu Anha’ın öldüğü zaman azat olacak olan bir cariyesi, kendisine sihir yaptığı için, sihri sebebiyle öldürtmüştür.
[Muvatta, Ukûl 14,[2,871] Kutub-i Sitte 4900. hadis.]

Bu hükme göre sihri yapanları öldürmemiz gerekirken, hoşumuza gidip, vaktimizi çaldığı için, bize cehenneme sürüklediği için sevdiğimiz, vazgeçemediğimiz televizyonlar ve bu televizyonlara çıkıp program yapanları izleyerek geçiriyoruz zamanımızı.

Bir de futbol sevdalıları var. Futbol nasıl ortaya çıkmıştır?
İlk olarak Hz. Hüseyin Kerbela’da şehit edildiğinde, mübarek başı kesilmiş ve Emevi sarayına getirilirken münafıklar, Hz. Hüseyin’in kesik başını tekme atarak birbirine göndermişler!
İngilizler Müslümanların başını kestikten sonra, karşılıklı durarak; kestikleri Müslümanların başlarını tekmeleyerek birbirlerine atarlarmış. 3 sayı yapınca Hat-Trick derlermiş. İşte biz, Müslümanların aşağılanarak ortaya çıkartılan bir oyunla, futbolla geçiriyoruz günlerimizi. Futboldan başka bir şey konuşmayanlar geziyor ortalarda! Herkesin tuttuğu takım en büyük. Kiminin en büyüğü Fenerbahçe, kiminin en büyüğü Galatasaray, kiminin en büyüğü Beşiktaş! Kiminin en büyüğü Barcelona, kiminin en büyüğü Real Madrid, kiminin en büyüğü Manchester United. En büyük yalnızca ALLAH’tır bilir misiniz?! “Ya En büyük ALLAH’tır biliyoruz, bunlar takımlar arasındaki en büyükler.” Doğru ya bizim için her şey ayrı! Din ayrı, spor ayrı, sanat ayrı, yaşayış ayrı! İslam her yönüyle bütündür ama! İslam bütün şartları uygulanarak yaşanır. Müslümanlık İslam’daki kurallar uygulanarak yaşanır.

Ya İslam’ın bütün şartlarını hakkıyla yerine getir, ya da aksi halde, ‘’Ben Müslümanım,’’ deme.
[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

“Kim uyguluyor ki biz uygulayalım?” Her şeyimizi çevremizdekilere göre ayarlıyoruz! Herkes yapıyorsa normaldir! Normal olmasa kimse yapmazdı!

“Bir taraftan da susuz hamam olur mu?” Televizyonların suları nelerdir? Ağzımızdan akan salyalardır, bağırıp çağırırken, kahkahalarla gülerken ağzımızdan saçılan tükürüklerdir. Duygusal konularda ağlayanların gözyaşlarıdır.

“Hamamsa ne güzel işte yıkanıyoruz sürekli?” Doğru yıkanıyoruz! Amel defterlerimizde ki; günahlarımızın yanında sayılamayacak kadar az olan sevaplarımızdan yıkanıyoruz. Sevaplarımızdan arınıyoruz! Günah üstüne günah işleyerek; cehenneme doğru, cehennemliklerin en şiddetli azaba uğrayanları arasında yerimizi almaya hazırlanıyoruz. Cehennem ateşinde yanabilmek için her şeyi yapıyoruz!

Normal resimlerin, her türlü açık saçık, ahlaksız resimlerin olduğu, gazeteler, dergiler. Bir sayfasında dini bir hükmün, bir sayfasında hayattan bir konunun, başka bir sayfasında fallardan bahsedilen; yaptıkları dolayısıyla insanlıktan nasibini almamış; hayvanlardan daha aşağılık durumda olduğu halde; biz münafıkların baş tacı ettiği sanatçıların, mankenlerin, zenginlerin hakkında yazılar bulunan hamamlar.

Bu dünyanın; sadece saçının açık olması bile zina olduğu halde, üstüne bedenlerini teşhir eden kıyafetleri giyen, vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetleri giyen kadınların bulunduğu sokakları, televizyon bulunan evleri, daha ilk okul sırasında saçının bir tutamının bile mahrem olduğu halde, saçı açık okula getirttirilen ve saçı açık okula gönderilen kız çocuklarının erkeklerle aynı sınıflarda okutulduğu okulları, bütün vücudunu sergilemek pahasına, sadece iki parça bez parçasıyla, bütün vücudunu teşhir eden kadınların bulunduğu, havuzlar, deniz kenarları, bu dünyanın her yeri hamam!

Örtüleri, dinleri, imanları para olan, bir de üstüne üstelik kimisinin Müslüman olduğunu, kimisinin de inançlı olduğunu iddia ettiği, hiçbir hükmü, uygulamadıkları gibi; dini hiç bir hükmü bilmemelerine rağmen, para için, şan için, şöhret için, kiminle düşüp kalktığı belli olmayanların bedenlerinin her yerini teşhir ettikleri, filmlerin bulundukları sinemalar, afiş bulunan caddeler, … Bu dünyanın her yeri hamam! Sözde inanan, özde kâfir, müşrik dünyamız! Kendi elimizle her yerini hamama çevirdiğimiz dünyamız. Öldürülmeleri gerektiği halde; öldürmediğimiz, üstüne her dalda ayrı ayrı bir hayranımızın bulunduğu sanat adı altında, önüne gelenle ilişkiye giren, kiminle düşüp kalktığı belli olmayan, bedenlerinin her yerini teşhir etmekten sakınmayan kadınların, şeytanın ezanı olan; kasideleri, ilahileri, şarkıları, türküleri söyleyen şarkıcıların, şeytanın okuma kitabı olan şiirleri seslendirenlerin, okutturanların, yazanların olduğu her yer hamam! Üstüne biz gafillerde bunları dinleriz, seyrederiz! Bazıları içinse birbirlerini öldürenler bile var! Bizim sanat dünyası dediğimiz ortamlardaki modern fahişeler!

O devir de halkı cehennem kapılarına çağıracak olan birtakım davetçiler olacaktır. Her kim o insanların davetine uyarsa onu cehenneme atacaklar.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 382]

Cehennem bizi bekliyor! Cehennem! Biz ki bu dünya da yapılan; gelmiş, geçmiş sapıklıkların hepsini bir arada yapıyoruz! Üstüne yenilerini ekliyoruz. Bizler cehennemlik bir nesiliz! Cehennem ateşini harlamak için kütük lazım millet! Bizi kütük niyetine ateşe atacaklar! Cız-bız çevirecekler! Etlerimiz ateşin içinde cızır cızır edecek! Susadığımız zaman; başımızdan aşağı dökülen kaynar suyun eritmiş olduğu organlarımızın irin haline getirilmiş halini içirecekler bize! Mis gibi!

Gelelim kainâtta gelmiş geçmiş en büyük Deccale!

Hiç şüphe yok, deccal çıkacaktır. Onun sol gözü kördür… Gözsüzleri ve abraşı iyi eder. Ölüleri diriltir… Kim onu onaylarsa deccal fitnesine kapıldı…
[Ravi: Hz. Sumre [Radıyallahu Anh Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 97]

Deccalın bir gözü kördür.
[Buharî; Müslim; Ebu Davud; Ebu Nuaym]

Deccal, bir kimseyi öldürüp diriltecektir.
[Buhari; Müslim]

“Hiç şüphe yok, deccal çıkacaktır. Onun sol gözü kördür!” Evet! Televizyonun gözü kördür! Gözü görmez! Ne gösterilirse onu gösterir! Ne söylettirilirse onu duyurur!

“Gözsüzleri ve abraşı iyi eder.” Filmlerde, reklamlarda, oyuncuları kör yapıyorlar sonra gözlerini açıyorlar ya. Hasta olanlar birden bire iyileşiyor, 10 sene, 20 sene, yüzyıllar bile saniyeler içinde anlatılıyor ya! İşte bu kadar basit bir şeyi, bu kadar kolay bir şeyi göremeyecek kadar körüz! Kör! Kör! Kör!

“Ölüleri diriltir…” çizgi filmlerde, ateş ediliyor, dağlardan düşüyorlar, bir türlü ölmüyorlar ya. Filmler de oyuncular vuruluyor sahte mermilerle, öldü gösteriliyor, bir süre sonra ölmemiş gibi tekrar filme sokuluyor ya! Hem öldürmüş oluyor! Hem diriltmiş oluyor! Tamamen yalan yani! Tamamen yalan!

Bismillahirrahmanirrahiym. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış olana, [imanı fayda vermez.] Sadakallahül-Azıym. En’am Suresi’nin 158. âyetini açıklayan Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz buyurdu ki: “Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır görmemiş olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet’ül-arz.”
[Müslim; Tirmizî; Beyheki]

Deccal’ın çocuğu olmaz.
[Ahmed]
Cansız olan televizyon, yemek yemez, içmez, nefes almaz. Doğurganlık özelliği yoktur!

Hz. Âdem Aleyhisselamm’dan, Kıyamete kadar Deccaldan büyük fitne yoktur.
[Müslim]

Aptal kutusu değil mi televizyon? Saatlerce başına tutuyor insanları! Vaktimizi çalıyor! Televizyon izlemekten başka bir şey yapmayanlar bile var değil mi? Televizyon kadar insana zarar veren ne var? Ahlakını bozan! Namusunu bozan! Utanma duygusunu kaldıran! Var mı? YOK!

Her peygamber, ümmetini Deccal ile korkuttu.
[Buhari, Müslim]

Verdiği zararlar düşünülüne televizyon kadar lanet bir şey yok yeryüzünde! Korkulmayacak bir şey değil ki!

Yedi şeyden önce amelde acele edin. Amel için neyi bekliyorsunuz, azdırıcı fakirliği ve zenginliği mi, ifsat edici hastalığı mı, aklınızı alacak ihtiyarlığı mı, âni ölümü mü, Deccalı mı, yoksa kıyameti mi bekliyorsunuz? Kıyamet ise hepsinden kötüdür.
[Tirmizi, Nesâî]


On alâmet çıkmadan Kıyâmet kopmaz. Biri Deccaldır.
[Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; İbn-i Mâce]


3. (5011)- Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:
"Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir… "
[Buhârî, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebu Davud, Melahim 14, (4315); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/296.]

“Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir.”
Televizyonda istedikleri konuyu istedikleri şekilde anlatıyorlar değil mi bizlere? Yanlış bir şeyi doğruymuş gibi anlatıyorlar bizlere! Neden? Herkesin evinde var çünkü! Herkes izliyor! Herkes seyrediyor! Yanlış gösterdikleri birçok şeyde gerçek doğrular aslında! Resmin hükmü düşünüldüğünde, televizyonla yaptıkları değerlendirildiğinde; dünyada bu zamana kadar, televizyondan daha büyük bir deccal ortaya çıkmamıştır!

Kıyamet yaklaşınca kadınla yolun ortasında cinsel münasebette bulunacak kadar utanma ortadan kalkar. Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 97]

“Kadınla yolun ortasında cinsel münasebette bulunacak kadar utanma ortadan kalkar.” Bırakın sokakları, evlerimizde bile başkalarının öpüşmelerini, sevişmelerini yayınlayan televizyonlar var! Yolun ortasını bırakın, televizyon olan evlerimizde bile var! Dizilerde filmlerde, ayrı aktörlerle oynayan aktrislerin öpüştükleri, her biriyle ilişkiye girdikleri, ne yaptıkları belli olmayan, lafa gelince halka mâl olduklarını söyleyen; gerçekte şeytana mâl olmuş kadınların, her önüne gelenle yatağa giren, öpüşen, sevişen kadınların olduğu filmler var!

“Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır!” Ahlaksız sahnelerin olduğu sahneleri bırakın; tamamen çıplak olup, birbirleriyle ilişkiye girenlerin bulunduğu, insanların cinselliğinin her yönden göz önüne serildiği ***** filmler! Erkek erkeğe ilişkiye giren gayler, homosekksüeller, Türkçe’de ipneler. Kadın kadına ilişkiye giren lezbiyenler, kadın kadına öpüşenler! Bizim üzerimize her yönden, her yandan necaset, pislik yağıyor millet. Cehennem bizi çağırıyor millet! Cehennem bizi çağırıyor! Şehvetlerine yenik düşen şehvetperetsler dünyamız. Kâfirler, putperetsler, kadınların teşhir edildiği, cinselliğin teşhir edildiği, ahlaksız sahnelerin bulunduğu filmleri yayınlayan televizyonlar ve bu televizyondaki programlara bakıp zamanını geçiren, şevke gelen ********ler dünyamız!

Benden sonra hamamlar olacak! Bunlarda kadınlar için hayır yoktur, örtüsü ile girse bile. Hiç bir kadın yoktur ki, evinden başka yerde başını açsın da, ALLAH arasındaki bağı kaybolmasın.
[Ravi: Hz. Aişe Raduyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Bebeklerin bile saçları kapatılmıyor! Okullarda her kızın saçları açtırılıyor! Büyüyünce zaten hiçbiri kapanma taraftarı değil! Neden? Kapanma gericilerin işi. Onların vücutlarını sergilemeye hakları var! Onlara güzellik verilmiş! İstediklerini yapmakta serbestler çünkü. Çünkü modernler, medeniler! Bizim medeniyet dediğimiz, kâfirlikten, müşriklikten, dinsizlikten, zina işlemekten, şehvetperestlikten, kalp gözümüzü kör edip, gerçek gözümüze perde çeken şeytana tapmaktan geçiyor!
Şeytanperestler dünyamız! Haramı helali bilmeyen, neye inandığını bilmeyen insanlarımızın olduğu, üstüne bir de bazılarının Müslüman olduğunu iddia ettiği; kâfirler, cehennemlikler dünyamız!

İlmin kaldırılması, cahilliğin artması, zinanın açık olarak yapılması, içkilerin meydan alması, erkeklerin gidip kadınların kalması, hatta 50 kadına bakan bir erkek kalıncaya kadar erkeklerin azalması kıyamet alametlerindendir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Gerçek ilimler yerine, sadece dünyevi ilimleri öğreniyoruz okullarda, eğitim yerlerinde! Dini öğretilerde de bir kaç kuru bilgi veriliyor, onların da birçoğu değiştirilmiş, masal gibi anlatılıyor. Dünyevi ilimlere dair her şeyi duyuyoruz, biliyoruz ama cahilliği gideren, cahilliği kaldırıp, kalp gözünü açan, imana susamış gönülleri nurla dolduran, insanların imanlarını arttıran dini ilimleri öğretmiyorlar bizlere! Onlar ne istiyorlarsa onu öğretiyorlar! Bizde araştırmıyoruz! Gerekseydi öğretirlerdi diyoruz! Demek ki gerek yokmuş diyoruz! Hayata atılmak için acele ediyoruz ama neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile bilmeden, herkesin kendine göre doğruları olduğu bir toplum haline gelerek, kâfirliğe, müşrikliğe doğru yol alıp; bir kibrit çöpünün alevine dayanamadığımız halde, dünya ateşinden 69 kat üstün kılınan cehennem ateşine doğru koşuyoruz!

Şarap içen içerken Müslüman değildir.
[Ravi: Hz. Abdullah İbni Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 488]

Şu beş şey zuhur ederse helak ümmetim üzerine hak olur: Birbirleriyle lanetleşme, içki içme, ipekli giyme, çalgılar ve erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla ilişkiye girmeleri.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54]

Bu ümmet şarabı üzüm suyu, faizi alış veriş, rüşveti hediye gibi kabul eder ve zekâtı [öşrü] ticaret vesilesi yaparsa, işte bu, günahı artırdıklarından dolayı helaklerine sebep olur.
[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 29]

Ümmetim ahir zamanda şarabı, ismini değiştirerek içer.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 117]

Emin olunuz ki; sarhoşluk veren her şey haramdır. Her uyuşturucu haramdır. Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Kalbi perdeleyen şey de haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 169]

İçki kötülüklerin anasıdır. Kim içki içerse Allah onun 40 gün namazını kabul etmez. Bir kimse karnında içki varken ölürse cahiliyet ölümü üzerine imansız gider.
[Ravi: Hz. İbni Amr Radıyallahu Anhüma, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

İçki bütün fuhuşları doğurur. Günahların en büyüğüdür. Onu içen kimse annesinin, teyzesinin, halasının üstüne düşmüş gibi olur.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

Yakında, Benden sonra ümmetim içkiyi içki saymadan içecekler ve onu içmeye yardımcıları da[içkiyi satanlar da] yöneticileri olacak.
[Ravi: Hz. Ebu Eyyub Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 297]

Ahir zamanda, eğlencelerin ve dansözlerin, dansçıların meydan aldığı içkinin de helalmiş gibi gösterildiği zaman yere batma, taş yağma zuhur edecek ve insan kılığından çıkma olacaktır.
[Ravi: Hz. Sehl İbni Saad Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 302]

Ümmetimden bir grup, içkiyi kendi verdikleri isimle helal sayacaklar.
[Ravi: Hz. Ubâde Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 346]

Allah içkiye, içene de, sunana da, satana da, satın alana da, sıkana ve sıktırana da, taşıyana da, kendine götürülene de ve parasını yiyene de lanet etsin.
[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

İçki içmedikçe, kul, dininde genişlik görmekte devam eder. İçki içerse, Allah ondan perdesini yırtar ve şeytan onun velisi, kulağı, gözü ve her kötülüğe sevk eden ve her hayırdan geri bırakan ayağı olur.
[Ravi: Hz. Katade İbni Ayyaş Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 354]

İçki içmeye devam eden adam puta tapınan gibidir.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 392]

Ebu Musa radiyallahü anh rivayet ediyor: Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdu: ''Benim için ha içki içmişim, ha şu yelken direğine tapmışım hiç fark etmez.''
[Nesâi, Rudanî no: 5619]

Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdu: “Kim şarap içmeye devam ederken ölürse, Allah ona Ğuta nehrinden içirir.” ‘Ğuta nehri nedir' diye sorulduğunda şu cevabı verdi: ''Fahişelerin ferclerinden akan nehirdir ki, ferclerinin kokusu cehennem ehlini fevkalade rahatsız eder.''
[Ahmed ibni Hanbel, Ebu Ya'la ve Teberani; Rudanî no: 5656]

İçkilerin meydan alması, sokaklarda, büfelerde, marketlerde, bakkallarda bile satılıyor içkiler, haram olmalarına rağmen! Para gelsin de, nasıl gelirse gelsin! Önemli olan para! İnsanların taptığı, bizim taptığımız para, üzerinde resim bulunan ve bir kâğıt parçasından ibaret olan; biz kâfirlerin, ilah edindiği; onu kazanmak için her yolu denediği, gelsin de nasıl gelirse gelsin dediği para!

Enes Radıyallahu Anh rivayet ediyor: Resulallah Aleyhisselatu Vesselam “Şarabın üzümünü sıkana, sıktırana, içene, içtirene, taşıyana, taşıttırana, satana, satın alana, bağışlayana, parasını yiyene lanet etmiştir.”
[Tirmizi; Rudanî no:5618]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz kimlere lanet ediyor?

1- Üzümü sıkana. [Fabrika işçileri]
2- Sıktırana. [Fabrika şefleri]
3- İçene. [Marketlerden alıp içene]
4- İçirene. [Ben içmem ama kimseye de karışmam diyene]
5- Taşıyana. [Şoförlük zor iş!]
6- Taşıttırana. [Lojistik bölüm genel müdürlerine]
7- Satana. [Köşedeki bakkala]
8- Satın alana. [alıp içenlere]
9- Bağışlayana. [falan yerde biralar benden, içsin gençler diyenlere]
10-Parasını yiyene.

Lanet nedir?

Bakın, birgün seferde iken, bir kadın devesine lanet eder. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, 'O deveyi sal gitsin. Aramızda lanetli bir deve olmasını istemem.' diyor. Koskoca deveyi feda ediyorlar.
Bugünün mercedesinin lanetli diye feda edildiğini düşünün.

Erkekler kadınlara itaat ettiklerinde mahvoldular.
[Ravi: Hz. Ebu Bekre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 455]

Artık kadınlar hükmediyor değil mi erkeklere! Boşanma korkusuyla istediğini yaptırıyor kimisi! Güvensizlikle! Kocasını aldatmayı, boynuzlamayı sezdirerek, kimi zamanda timsah gözyaşları dökerek yapıyorlar bunları! Kadınlar her yerde söz sahibi artık!

İmam Buhari, İmam Müslim ve diğerlerinin Ebu Hureyre Radıyallahu Anhum’dan rivayetlerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz;
“Gözlerin zinası mahremi olmayan kadınlara bakmaktır.” buyurmuşlardır.

Sokaklarda geçerken açık giyinen bir kız gördüklerinde aval aval bakanlar, laf atanlar, iç geçirenler var! Bırakın 50 kadını-kızı günde binlerce açık saçık kadınlar, kızlar görüyoruz. Okullarda, sokaklarda, televizyonlarda! Biz var ya kör deccalın en büyük aveneleriyiz!

Kişiye kendi sesi konuşmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 471]

Ses kayıt cihazları artık her şekilde elde edilebiliyor. Cep telefonu dediğimiz aletlerle bile ses kaydı, hatta görüntülü ses kaydı yapabiliyoruz.

Ebu Sadi Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: ‘’Ruhumu kudret elinde tutan ALLAH’a yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendinden sonra ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe kıyamet kopmaz.
[Kutub-i Sitte]

Vahşi hayvanlar, çizgi filmlerde, normal montajlı filmlerde, artık reklâmlarda bile konuşuyor bizlerle? Aaaaaa diyoruz, teknoloji ne kadar gelişmiş. Mal mal bakıp sırıtıyoruz kimi zaman! Gülüyoruz!

Artık teknolojiyi öyle bir hale getirmişler ki, her yere dinleme cihazı ya da mikrofon koyup, sinyalizasyon sistemiyle antenler vasıtasıyla konuşabiliyor. Görüntülü telefonlar. Her hangi bir ev eşyasına yerleştirilebilen mikrofonlar, kameralar var.

Bir de eskilerle alay ediyoruz. “Eskiler yaşamıyormuş” diyoruz kimi zaman. İnsanların hayatını kolaylaştıran -bizim hayatımızı kolaylaştırdığını sandığımız- ve her şeyi bildiğimizi zannettiğimiz, ama aslında hiç bir şeyin doğrusunu bilmediğimiz halde, modern çağ diye böbürlenip durduğumuz zaman! Eskiler yaşamıyormuş, biz yaşıyoruz! Bir bakıma doğru aslında! Eskiler dünyada cennet için cehennemi, şimdiki bizler ise, cehennem için dünyayı yaşıyoruz!

Gökyüzünden bir ses ki herkes bunu kendi lisanında işitir.
[Kitabül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 37]

Her toplumun kendi lisanlarında işitecekleri bir ses! Radyo, televizyon, cep telefonu ve benzeri haberleşme araçları.

Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek.
[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 26]

11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’nın New York ve Washington şehirlerinde meydana gelen saldırı.
Bu patlamalar sonucunda büyük bir duman oluşmuş ve bu duman tüm şehirden ve hatta civar kentlerden görülebilecek kadar yükselmiş ve yayılmıştır. Çöken binalar ise, daha büyük bir toz bulutunun oluşmasına neden olmuş, hatta çevredeki insanların üzerleri tamamen bu tozla kaplanmıştır. Emperyalist amaçları uğruna kendi halkına bile saldırmakta tereddüt etmeyen Amerikan yönetimi, bu defa düzmece bir senaryo ile ikiz kuleleri yıkıp 3 bin insanını kendi elleriyle enkaza gömdü. Sistematik bir şekilde patlatılan binaların enkazları, Amerika da hiç yer yokmuş gibi acele bir şekilde Amerika dışındaki ülkelere gemilerle nakledilmiştir.

Afganistan’a yazık oldu! Şüphesiz ALLAH’ın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır.
[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 59]

11 Eylül’ü bahane eden Amerika, 2001 yılında dünyanın alakasız bir noktasındaki Afganistan’a saldırdı. Gerçek neden ise Afganistan’ın henüz işletilmeye başlanmamış olan sonsuz doğal gaz rezervlerinin Çin’e akışını önlemek ve Rusya’yı güneyden kuşatmaktır. Bu saldırılarda 100 bine yakın Afganlı öldürülmüş ve bu katliam halen devam etmektedir.

Bazılarımız Müslüman olduğunu iddia ediyor değil mi?
Müslümanların hepsi din kardeşidir. Biz Müslüman olduğumuz için Müslümanlara saldıran kâfirlere yardım edip, lojistik destek sağlıyoruz ve ülkelerimizin, topraklarımızın kullanımına izin veriyoruz. Gerçekte Müslüman olunsaydı, bırakın, Müslümanlara saldıranlara yardım etmeyi; Müslümanlara zulmedenlere karşı çıkar, din kardeşlerimizin yanında olurduk! Ama biz sözde Müslüman olduğumuz için, menfaatler uğruna kâfirlerle iş birliği yapıyoruz, bütün kaynaklarımızı kâfirlere kullandırıyoruz; Müslümanları öldürüp, ülkelerindeki zenginlikleri kâfirler, Yahudiler, Masonlar kullanabilsin diye! Ama Amerika gittiği yere demokrasi götürüyor değil mi? Afganistan şeriat ile yani gericilik diye anlattığımız sistemle yönetiliyor. Şeriat yani kelime anlamında doğru yol, hak; din yolu, nur, aydınlık, ışık, Kuran ve Aleyhisselatu Vesselam’ın tarif ettiği ve bildirdiği yol. ALLAH tarafından Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz vasıtasıyla vaaz ve tebliğ olunan hükümleri içeren ilahi kanunların bütün inceliklerinin ve kısımlarının bulunduğu kanunlar! Şeriat aynı zamanda din manasında kullanılmış ki, asıl hükümler, esas kanunlar denen, dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak, yani İslam hukuku demektir. Biz şeriat karşıtıyız değil mi? ALLAH’ın kanunlarına karşıyız yani! Bu yüzden şeriat ile yönetilen ülkelere sözde demokrasi götürdüğünü iddia eden, gerçekte Müslümanları öldürüp, bütün haklarına tecavüz eden kâfirlere yardım ediyoruz. Yarın bize ne buyuracaklar biliyor musunuz? “ALLAH’ın hükümlerini hiçe saydığınız yetmiyormuş gibi, bir de ALLAH’ın hükümlerine sarılıp, ALLAH’ın kanunlarıyla yönetilen Müslümanlara zulmedenlerle beraber olduğunuz halde Müslüman olduğunuzu iddia ediyordunuz. Müslümanlara zulmedenlerle işbirliği yapıyordunuz, Müslümanlara zulmedenlere yardım ederek, sizde zulmetmiş oldunuz.”
“Ama hükümet ve devlet izin veriyor, biz ne yapabiliriz ki?” demeler. Hükümeti, bu devleti yönetenleri bu halk seçmiyor mu? Kendi seçtiklerimizi başa getirmiyor muyuz?
Bir de İncirlik Üssü’nün vurulma ihtimaline karşı, atış menzilinden uzak bir noktayı, yani Türkiye’nin İzmir ilini kâfirlerin eline verdiler. Kâfirleri kendi elleriyle oraya yerleştirdiler sözde Müslüman olduğunu iddia edenler kâfirler!

“Tecavüz kurbanı Iraklı kadınların çığlığı: ALLAH için bizleri öldürün!”

Halkıma, Ramadi'nin, Halidiye'nin ve Felluce'nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara. Bu size, Amerikan-Siyonist hapishanesi Ebu Garib'ten kardeşiniz Nur'un mektubudur. İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum. Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalıların bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini
nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim? Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait. Yüreğim kan ağlayarak söyle diyorum: ALLAH’ım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları'na mı satmış? Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor. Ey kardeşlerim; Amerikalıların elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, ne acılar yaşadığımızı,… ALLAH aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim. Kardeşlerim; ALLAH'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan utanıyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalıların bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım. Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye
dövdüklerini ifade etmeme izin verin! Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler! Amerikalıların bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz? Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz! Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılara ve Siyonistlere mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz? ALLAH'ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz? Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze ne oldu? Amerikalılar, Ebu Garib'te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, ALLAH adına, Ebu Garib Hapishanesi'ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistlerin hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat. Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi! Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün! Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin! Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız! Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum! ALLAH için bizleri, Amerikalıları ve onların piçlerini öldürün! ALLAH rızası için! Size yalvarıyoruz!
[Ebu Garib Hapishanesi’nden Bacınız Nur, 10 Nisan 2004]

Ey Sözde Müslümanlar! Önce bir bedeninizi yoklayın! Gerçekten yüreğiniz var mı? Yani yürekleriniz yerinde mi? Sonra bu mektubu düşünün. Anlamazsanız tekrar tekrar okuyun. Daha sonra da aynı olaylar sizin başınıza gelse ne yapardınız onu düşünün. Zaten bu çığlıklara kulak vermezseniz, Irak’ta, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de, Bosna’da ve diğer İslam Toprakları’nda Müslümanların başına gelenler, yakında sizin de başınıza gelecek. Yakında size de işkence edecek, size de tecavüz edecekler! Sizlerin de analarınıza, bacılarınıza, eşlerinize ve kızlarınıza tecavüz edecekler! Bugün kapattığınız o kulaklarınız o gün haykırışlarınıza asla cevap alamayacaklar! Yine o gün hatalarınızı anlayacaksınız! Fakat son pişmanlığınız sizlere fayda vermeyecek! Ve o gün yapayalnız kalacaksınız! Bugün sessiz kalarak ortak olduğunuz zulüm, o gün sizi can evinizden vuracak!

Fırat Nehri’nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın.
[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 28]

“Fırat Nehri’nin suyunun çekilmesi”
Keban Barajı ve sonradan kurulan diğer barajlar, betondan dev birer dağı andırmaktadır, bu barajlardan altın değerinde servet dökülmektedir, yani elektrik.
Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın.
Hürriyet Gazetesi 4 Kasım 1973 günkü baskısında haziran ayından itibaren Türkiye’nin her yanına elektrik verilecek başlığıyla yazmış Keban Barajı’nı. Orada bulunduğunda o hazineden bir şey almamamız gerekirken, Türkiye de elektrik kullanılan her yerinde kullanılıyor. Zaten bu barajları yapanlarda bizleriz. Ama elektrik, medeniyet, cartlar, curtlar. Medeniyet dediğimiz kâfirleşme bizim için her şeyden önce geliyor nasıl olsa!

Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi yıkılır, harap olur.
[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 38]

Afetlerde yıkılan yerler. II. Dünya Savaşı’nda atom bombası atılarak yok edilen Hiroşima.

Dünyanın harap olmuş yerlerinin yeniden inşa edilmesi, inşa edilmiş yerlerin yıkılması kıyametin şart ve alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 138]

Eski yapılar, tarihi eser özelliği bulunduğu için, kazanç kaynağı olduğu için onarılıyor, depremlerle yıkılan yerler yeniden oluşturuluyor, günümüz ve yakın dönemde yapılan binalar, şehirler ise savaşlarla yok ediliyor.

Iraklıların [IraQ] elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak.
[Kenzul Ummal, Kitab-ul Kıyame Kısm-ul Efal, 5.cilt sayfa 45]

Irak [IraQ] işgal edilmeden önce Amerika’nın koymuş olduğu ambargoyu hatırlayın. Tek bir sakızı alabilmek için bile 5-6 deste para veriyorlardı.

Irak [IraQ] halkı üç bölüme ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz zaman kıyamete hazırlanın.
[Fera idu Fevaidi’l Fikr Fi’l imam El-Mehdi El-Muntazar]

Çapulculara katılanlar; çapulcular, yani Amerika ve İngilizlere katılan Barzani ve Talabani. Kaçanlar; savaşın başlamasına az bir zaman kala sınır ülkelere göç edenler. Savaşan ve öldürülenler, ellerinde çok az bir güç olmalarına rağmen, Amerikan ve İngiliz askerleriyle mahalle aralarında çarpışmaya çalışanlar. Arada ufak tefek haberler çıkar ya bizim satılmış medyamızda. Boşuna uğraşıyorlar ama değil mi bizce? Amerika’ya karşı koyamazlar. Amerika dünyanın süper gücü!

Muhammed ümmetinden masum bir çocuk öldürüldüğünde, gökten bir melek ‘hak onda ve onun yanında olandadır’ diye haykırır.
[Sabban İsafur Ragibin, sayfa 154]

Savaşlarda askerlerden daha çok masum siviller öldürülüyor. Kundaktaki bebekler, kadınlar, yaşlılar. Savaşla hiç bir alakaları olmayan siviller, askerlerle çatışmaya girmeyen siviller kitle imha silahlarıyla, bombalarla öldürülüyor. Hiç bir şeyden habersiz olan kundaktaki bebekler öldürülüyor.

Beni hak ile gönderen ALLAH’a yemin ederim ki, benden sonra ümmetimin içinde fetret devri olacak. O devir de herkes helali aramadan mal talebinde bulunacak, kanlar akıtılacak ve şiir Kuran’a bedel tutulacak.
[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 50; Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 456]

Helalin-haramın ne olduğunu bilmiyoruz ki, para gelsin yeter diyoruz. Para için kan akıtılıyor! Bir kâğıt parçası için, yollar kesiliyor, insanlar gasp ediliyor, gasp edildikten sonra gasp edilenler de öldürülüyor. Bu dünyada her zaman bu olaylar artıyor. Yönetici diye başa getirdiklerimiz halkın meşgul olması için, yönetim işleriyle fazla alakalı olmaması için, halk içinde karışıklık olması için bunlara göz yummayı bırakın, bu suçlara kendileri izin veriyor. Kapkaççılık yapılırken, çantasını vermekte direnenler öldürülüyor, ama suçlular 3-4 ay yatıp çıkıyor. İnsan hayatına bu kadar önem veren dünyamız.

Şiir Kuran’a bedel tutulacak. 7 gün 24 saat her yerde, televizyonlarda, radyolarda, filmlerde, sokaklarda, arabalarda, cep telefonlarında, şiirlerin müzikli halleri olan şarkıları dinliyoruz. Bunları dinlediğimiz kadar okumuyoruz Kuran’ı. ALLAH’ın kitabı Kuran okunmuyor bu kadar.

Kuran’ı kendi düşüncesine göre tefsir eden cehennemdeki yerine hazırlansın.
[Tirmizi, İbn Abbas; İhyau Ulumiddin, İmam Gazali]

Kuran’ı okurken anlamadığımız için, anlamak istediğimizde mealini okuyoruz ya. Kuran’ın anlayabilmek için, eski âlimlerin hazırladığı tefsirleri okuyoruz sadece. Her şey hazır geliyor, hazır bekliyoruz.

Hazret-i Ali Kerremullahü Vechehü’nün rivayet ettiği hadiste, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Beni hak peygamber olarak gönderen ALLAH’a yemin ederim ki, benim ümmetim bağlı oldukları asıl din ve cemaatten ayrılarak yetmiş iki fırkaya bölünecektir. Bunların hepsi sapık ve insanları cehenneme davet ile sapıtacaklardır. Bu zamana tesadüf ederseniz, ALLAH’ın kitabına sarılın. Zira sizden evvelkilerin haberi, sizden sonra geleceklerin haberi ve aranızda ne şekil hükmedeceğiniz orada mevcuttur. Kuran’a karşı gelen zalimlerin belini, ALLAH[c.c.] kırar. Kuran’ı bırakıp ta ilmi başka taraflarda arayanları ALLAH sapıtır. Kuran ALLAH’ın sağlam ipi, açık nuru ve insanlar için faydalı olan şifasıdır. Kuran’a sarılanlar için koruyucu ve Kuran’a uyanlar için kurtarıcıdır. Şaşmaz ki düzeltilsin, eğrilmez ki doğrultulsun, incelikleri ve fevkaladelikleri tükenmez, tekrar tekrar okumak Kuran’ı eskitmez’’ buyurmuştur.
[İbn-i Mace; Tirmizi]

“Asıl din ve cemaatten ayrılarak yetmiş iki fırkaya [yetmiş iki cemaate] bölünmek.”
Milliyetçilik olarak ayrılmışız! Amelde 4, itikatta 2 mezhep olarak ayrılmışız! Birde mezhep olarak ayrılanlarda mezhep imamlarının kitapları okunur sadece, diğer mezhep imamlarının kitaplarını okumazlar. Aslında İslam da mezhep yokken, İslam da mezhep bulunmuyorken, mezhep imamları olarak bildiğimiz müçtehit âlimlerin, imamların; konulardaki farklı görüşleri dolayısıyla her mezhep imamının öğrencilerinin imamlarının kitaplarına ve görüşlerine uyarak, ibadet etmesi dolayısıyla farklılıklar oluştuğu için mezhep adı verilerek bölünmeleridir! Cemaatlere ayrılmak! Dini bir konu hakkında konuşulduğunda artık hangi cemaattesin diye soruyoruz ya bir de? Nur cemaatinden misin? Hür cemaatinden misin? Süleymancı mısın? Fethullahçı mısın? … diye.

Farklı görüşler yüzünden İslam hükümlerinde değişikliğe sebep olanlar!

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Ölümler ve katliamlar yaygın hale gelecek.
[Camiü’s-Sağır; Müsned]

Ölüm her yerde! Savaş olan ülkelerde öldürülenlerin sayısı belli değil! İşkence yapılarak öldürülenlerin haddi hesabı yok! Sokaklarda bile adam kesiyorlar, öldürüyorlar! Artık gölgemizden bile korkar hale gelmişiz.

Cinayetler artmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 468]

Gasp edildikten sonra bir kâğıt parçası yüzünden, paraları alınanların öldürülmesi! Hoşuna gitmeyen bir söz söyledi diye öldürülenler! Dinlediği şarkının etkisiyle kendini öldürenler!
Her yerde kan kokuyor! Kan!

Doğmamış çocuklar bile öldürülüyor değil mi? Daha doğmamış çocuklar bile öldürülüyor! Düşük yaptıran ilaçlarla, kürtajlarla! Doğmamış çocuklar bile öldürülüyor.

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resullullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, öldürülen de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”
[Ebu Müslim, Fiten, sayfa 56]

Cinnet geçirenler kendi çocuklarını bile öldürüyor! Ailesini öldürüp ardından kendisini öldürenler! Sebepleri bilinmeyen, önce öldürüp sonra kendini öldürenlerin, öldürülenlerin, ölüm sebepleri bile tam olarak bilinmiyor! Varsayımlar üzerine yazıp çiziyor herkes.

95.seneye kadar insanların işleri iyi gidecek, 97 veya 99. senede malları ziyan olacak.
[El-Kavlu-l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 54]

Selçuk Demiralp, Merkez Bankası’nın Kambiyo Genel Müdürü olduğu 1993 yılında, Merkez Bankası’nın uyarı yazısına rağmen, Dışbank’ın Lapis Grubu’na [Aydın Doğan’a] satışına, 6 gün içinde fikir değiştirerek onay veren kişiydi.
Hiç bir bankanın kredi açmadığı Lapis Grubu’na Dışbank’ın satışı ve arkasından batışıyla, Türkiye’yi 1994 krizine sokan Selçuk Demiralp’in ağır sorumluluğu, koca ülkeyi ekonomik krize sokması, 1998 yılında başbakanlık teftiş kurulu tarafından soruşturulmuştu. Olayların durulmasını bekliyorlar yani! Halkın alışmasını, unutmasını! Ancak Selçuk Demiralp soruşturma sürerken, Aydın Doğan’ın kadim dostu Ahmet Mesut Yılmaz tarafından adeta ödüllendirilerek hazine müsteşarlığına atandı.

Selçuk Demiralp paraşütle indirildiği hazine müsteşarlığı görevi sırasında da, Türkiye’yi en büyük ekonomik krizlerden birinin içine soktu. Aydın Doğan, hakkındaki soruşturma nedeniyle açılan dava halen sürmekteyken, kendisine Dışbank’ı bağışlayan ve kriz nimetlerinden yararlandıran Selçuk Demiralp’i Dışbank yönetim kurulu üyeliğine atadı.

3’lü koalisyon döneminde, Bülent Ecevit’in başbakan olduğu dönemde Şubat 2001 yılında çıkan Türkiye’nin en büyük ekonomik krizinin iç yüzü.

PKK terör örgütü elebaşı Apdullah Öcalan’ın Suriye’de bulunduğu dönemde. Genel Kurmay Başkanı orduyla sınıra kadar giderek, ya Apdullah Öcalan’ı verin ya da biz gelip alalım deyince; Apdullah Öcalan, uçakla İtalya’ya gönderilmişti. İtalya, Apdullah Öcalan’ı vermeyince, İtalya’ya sınır bulunmadığı ve Avrupa ülkesi olduğu, kâfir memleketi olduğu için askeri yönden baskı yapılamadığı için, ekonomik ambargo uygulanmıştı. İtalya bu ambargoyu başta önemsememişti. 3 ay boyunca İtalya ile ithalat ve ihracat kesilince, İtalya durumun ciddiyetini anlamış ve Apdullah Öcalan’ı uçakla Kenya’ya göndermişti. Amerikan CIA ajanları da Apdullah Öcalan’ı kulağından tutup Türkiye’nin MİT elemanlarına teslim etmişti. Apdullah Öcalan, Mesut Yılmaz tarafından kurulan; Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu[TMSF]’nun iflas ettikten sonra mal varlığına el koyduğu Cavit Çağlar’ın hacizli, devlet tarafından el konulmuş olan eski özel uçağıyla getirildiği için, Cavit Çağlar’a bütün mal varlığı geri verildi.
Apdullah Öcalan yargılandı, 30 bin insanın öldürülmesine sebep olan kişi yargılandı. Ama kimse bir şey yapmadı. Sadece hapse atıldı. Her türlü konforu sağlandığı gibi; krallar, padişahlar gibi bakıldığı, gözetildiği halde, bu yetmiyormuş gibi, zehirlenme ihtimaline karşı; her yemeği 3 asker tarafından yenilerek kontrol ettiriliyor. Yani, Apdullah Öcalan, zehirlenmek istenirse, zehirlenemeyecek, onun yerine Türkiye’nin askeri ölecek. Türkiye’nin kendi askerinin canından daha önemli olan 30 bin insanın ölümüne sebep olan Apdullah Öcalan! Üstelik artık basına bile demeçler veriyor! Apdullah Öcalan’ın yakında serbest bırakılması için zemin hazırlanıyor.

Suriye’ye askeri gücünü gösteren Türkiye, tüm dünyaya askeri gücünü bir kere daha göstermiş oldu. İtalya gibi bir Avrupa ülkesine siyasi baskı yaparak, ekonomik ambargo uygulayarak, hem siyasi, hem de ekonomik yönden güçlü olduğunu gösterdi. Her zaman olduğu gibi Amerika ve Avrupa ülkelerinin, Yahudiler ve kâfirlerin oyunlarıyla, Şubat 2001 krizi çıkartıldı. Askeri, siyasi ve ekonomik güç gösterildikten sonra fırsat kollayan kâfirler, Şubat 2001 ayında harekete geçti ve Türkiye’yi krize sürüklediler.
Siyasi bir olay arayan kâfirler, Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’in başına Anayasa fırlattığı günün gecesinde, merkezleri Amerika’da ve İngiltere’de bulunan Citybank ve HSBC Bank’ın; Türkiye’de bulunan şubelerindeki kasalarından 50 milyar dolar parayı yurtdışına kaçırdılar. Bu kriz olayı sadece Bülent Ecevit’in üzerine yıkıldı ama kimse ardını kurcalamadı. Citybank ve HSBC Bank genel müdürleri hortumculuk yüzünden mahkemeye çıkartıldı, ama her zaman olduğu gibi konu örtbas edildi. Sadece basında ufak tefek haberler olarak geçti.

Şubat 2001 krizi sırasında devalüasyonu önceden haber alan işadamları, zenginler, bankalar dolar vurgunu yaparak bu ülkeyi krize soktu. Devalüasyonu önceden haber almak? Aslında haber almamışlardı. Amerika ve Avrupa kâfirlerinin fırsat kolladığını biliyorlardı.

Aydın Doğan Şubat 2001 yılında, sahibi olduğu Dışbank aracılığıyla Merkez Bankası’ndan 258.7 milyon dolar, kişisel TL hesabı bulunan Halk Bankası’ndan da 10 milyon dolarlık döviz çekerek hazineyi, yani Türk milletini trilyonlarca zarara uğrattı.

Aydın Doğan ile benzer işlemi gerçekleştiren Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ağır ceza mahkemesinde yargılanırken, Aydın Doğan’ın trilyonluk döviz vurgunuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan 2002/88946 no’lu soruşturma her zaman ki gibi ortadan kayboldu. Aydın Doğan! Doğan Medya Grubu’nun sahibi!

Aydın Doğan Şubat 2001 krizi sırasında devlete ait Halk Bankası’nın Mecidiyeköy Şubesi’ndeki 176483 no’lu hesabından 799.200 Türk lirasından 10 milyon dolar aldı. Aydın Doğan aldığı 10 milyon doları yine aynı şubedeki 185393 no’lu döviz hesabına yatırdı.

Aydın Doğan’ın doları 799.200 Türk lirasından aldığı 22 Şubat 2001 günü, dolar serbest piyasada 900.000 Türk lirasından, Merkez Bankası’nda ise 962.499 Türk lirasından işlem görüyordu.

Piyasa fiyatları ortadayken, Halk Bankası’nın Aydın Doğan’a ucuza döviz satışı yapmasıyla, Aydın Doğan trilyonluk kâr elde ederken, hazine de trilyonluk zarara uğradı. Hazine; yani Türk halkının parası!

Hemen ertesi gün yani 23 Şubat 2001 tarihinde Amerikan ve İngiliz bankalarının bu ülkede bulunan şubelerinden 50 milyar doların yurt dışına kaçırılmasıyla dolar; 1.078.988 Türk lirasına yükselince Aydın Doğan’ın trilyonluk kârı katlanmış oldu.

Aydın Doğan’ın bu vurgunundan elde ettiği gelir, 2001 yılı içinde doların her gün yükselmesiyle katlanarak arttı.

Şubat 2001 krizi sırasında Kamu Bankalarına hücum ederek ucuz döviz kapatanlarla ilgili olarak yapılan idari soruşturmanın Halk Bankası ile ilgili bölümünde, Halk Bankası Genel Müdürlüğü şubelerine gönderdiği bir yazıda kriz günleri olarak anılan 20 ve 21 Şubat 2001 tarihlerinde büyük meblağlarla döviz alımı yapanların listelerinin hazırlanmasını istedi.

Bu listelerde Halk Bankası’nın Mecidiyeköy Şubesi’ndeki büyük meblağlı hareketler dikkat çekiyor.

Listeye göre medya patronu Aydın Doğan, Doğan Medya Grubu’nun sahibi Aydın Doğan; krizin başladığı saatlerde elindeki Türk lirasını dolara çevirmişti. Ancak dikkati çeken nokta Aydın Doğan’a satılan doların fiyatının piyasa değerlerinin altında, yani ucuz olmasıydı.
Hazine müsteşarı Selçuk Demiralp!

Bu döviz alış listelerini ele geçiren milletvekili Emin Şirin, 9 Ekim 2002 tarihinde 1 yıl 8 ay sonra, kriz çıktıktan 20 ay sonra, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na bir mektup yazdı:

“Sayın Sabih Kanadoğlu,
Yargıtay Başsavcısı

Sayın Kanadoğlu,

İlişikte, 2001 Şubat krizi sırasında Halk Bankası nezdinde yapılan 7 adet döviz işlemi ile ilgili bilgi sunuyorum.
Tarafıma ulaştırılan bu bilgiler eğer doğru ise, Halk Bankası’nı zarara uğratacak nitelikte. Özellikle Aydın Doğan’a ait olduğu iddia edilen hesaplarda yapılmış olan döviz işlemi Halk Bankası’nı 1 trilyon Türk lirası zarara uğratmış olabilir.

İlişikte gönderdiğim bilgilerin doğruluğunun araştırılmasını ve eğer doğru ise gerekli kanuni işlemlerin yapılması için ilgili savcının görevlendirilmesini arz ederim.

Hürmetlerimle
Emin Şirin
Milletvekili.’’

Sadece bir trilyon TL zarara uğratmış olabilirmiş?

Bu mektup üzerine derhal harekete geçen Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, elindeki bilgileri içeren bir yazıyla konuyu Cumhuriyet Savcılığına intikal ettirdi.

Olayı soruşturmakla görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Fethi Şimşek, Halk Bankası’na bir yazı yazarak “2001 yılı Şubat ayında meydana gelen ekonomik kriz sırasında [21 Şubat 2001- 22 Şubat 2001 tarihlerinde] Aydın Doğan’a döviz satışı yapılıp yapılmadığını” sordu.

Banka tarafından verilen cevapta “22 Şubat 2001 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası işlemlerinde Amerikan Doları minimum 830.000 Türk Lirası, maksimum 1.020.000 Türk Lirasından satıldığı halde Aydın Doğan’a Mecidiyeköy Şubesi’nden 22 Şubat 2001 tarihinde 799.200 Türk Lirasından 10 milyon dolar satıldığı” bildirildi.

Sadece Aydın Doğan’a yapılan bu kıyak! Mesut Yılmaz’ın kadim dostu olan Aydın Doğan’a yapılan bu kıyak! Selçuk Demiralp’i Hazine Müsteşarlığı’na getiren Aydın Doğan’ın kadim dostu Mesut Yılmaz.

Cumhuriyet Savcısı Fethi Şimşek, Halk Bankası’ndan gelen cevap üzerine, “hizmet sebebiyle emniyeti suistimal” suçunun işlendiği yerin İstanbul olması nedeniyle verdiği yetkisizlik kararıyla, dosyayı; gereğinin yapılması için 31 Mart 2003 tarihinde Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi:

“Bankanın yapılan döviz satış miktarına göre büyük miktarda zarara uğradığı iddiasıyla ilgili olarak yapılan inceleme ve soruşturma sonunda, 22 Şubat 2001 tarihinde adı geçen kişilere yapılan döviz satışı Türkiye Halk Bankası Mecidiyeköy Şubesi’nden yapılmış olduğu tüm evrak kaps******* anlaşıldığından suç yeri itibariyle Başsavcılığımızın yetkisizliğine, gereği için hazırlık evrakının Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, CMUK.nun 8.maddesi uyarınca karar verildi.”
31 Mart 2003

Fethi Şimşek
Ankara Cumhuriyet Savcısı
EK: Hazine evrakı.’’

31 Mart 2003; yani krizden 2 yıl 1 ay sonra! Olan olup, biten bittikten sonra!

Ve dosyanın İstanbul’a gönderilmesiyle birlikte Aydın Doğan hakkındaki döviz vurgunu dosyası ortadan kayboldu! Ne basit! Ne kolay!

Aydın Doğan ile benzer işlemi gerçekleştiren Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanırken, Aydın Doğan’ın trilyonluk döviz vurgunuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan 2002/88946 no’lu soruşturma her zaman ki gibi ortadan kayboldu.

“Döviz kurunun 100 bin lira düşük uygulanmasından dolayı Aydın Doğan’ın Halk Bankası’na, dolayısıyla devlete [yani halkın parasına] zararı 1 trilyon lira oldu. [bu rakam sadece döviz kurunun düşük fiyattan alınmasıyla oluşan zarar, dolar fiyatının katlanmasıyla oluşan zararın haddi hesabı belli değil.] Aydın Doğan’ın bu haksız kazancıyla ilgili soruşturma açıldı. Banka fon yönetim müdürü Füsun Balamir için sadece aylıktan kesme cezası verilerek olay örtbas edildi. Hukukçular Balamir’in bu suçunun “görevi kötüye kullanmak” olduğunu, bu suça eş gelen cezayı alması gerektiğini belirtirken, olay sadece maaştan kesinti yapma cezası ile kapatıldı. Emri kimlerin verdiğinin üzerine gidilmedi, Aydın Doğan’ın elde ettiği haksız kazanç yanına kâr kaldı.’’
[Evrensel Gazetesi, 17 Temmuz 2002]

Bütün milletin zarara uğratıldığı bir davada varılan sonuç! Konunun daha da üstüne gidilmemesi için Halk Bankası kapatıldı! Daha sonra özelleştirilerek hizmet vermeye başladı!

Aydın Doğan’ın Şubat 2001 krizini fırsat bilip şahsi hesabını dolara çevirirken, sahibi olduğu Dışbank’ın da boş durmadığı belgelendi.

Belgelere göre Dışbank kriz günü Merkez Bankası’ndan 258.7 milyon dolar çekerek trilyonluk bir vurguna imzasını attı.

Şubat 2001 krizi sırasında, devalüasyon kokusunu alarak [köpekler 30 kilometre ötedeki kokuyu alabilirlermiş] Türkiye Merkez Bankası kasalarına saldıran ve milyarlarca dolar tutarında döviz çeken bankaları soruşturan bilirkişi Servet Taşdelen tarafından hazırlanan 4 Aralık 2001 tarihli ve “TBMM yolsuzlukların sebeplerinin, sosyal ve ekonomik boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi” amacıyla kurulan “Meclis Araştırma Komisyonu’na” sunulan raporda, dolar vurgunu ve vurguncuları tek tek listelendi.

Şubat krizi sırasında haksız kazanç sağlamak için devletin kasasını yağmalayanların yapmış oldukları resmi raporlara ‘’spekülatif saldırı’’ olarak yansıdı:

“Kasım 2000 krizinden yaklaşık 3 ay sonra, 19 Şubat 2001 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında meydana gelen tartışma dövize yönelik spekülatif bir saldırıyı tetiklemiş ve bu defa bir döviz krizi başlamıştır.

Kasım 2000 krizinde dövize saldırı yabancı yatırımcılarla sınırlı kaldığı halde, Şubat 2001 tarihlerinde 5.2 milyar dolarlık bir erime meydana gelmiştir. Dövize yönelik spekülatif saldırıların yoğunluğu kasım 2000 krizinde yara alan enflasyonu düşürme programının sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmıştır. [Dikkat ederseniz Citybank ve HSBC Bank’ın Türkiye’deki şubelerinin kasalarından bir gecede yurtdışına kaçırılan 50 milyar doların lafı bile edilmiyor]

Bu bilgilerden genel olarak yetkili kuruluşların krizin başladığı 19 Şubat 2001 tarihinde, ertesi gün valörü ile gerçekte satın alabilecekleri tutarın beş katı kadar döviz talebinde bulundukları anlaşılmaktadır.

Ayrıca; bu dönemde Merkez Bankası’nca döviz satış işlemlerinde, anlaşmadan doğan yükümlülükleri yerine getirmeyen kuruluşlara parasal yaptırım uygulanmamasının, ilgili kuruluşların çok yüksek tutarlarda döviz talebinde bulunmasına ve Merkez Bankası’nın bu durum karşısında bu taleplerine karşılık vermesine dikkat edin!

Yetkili kuruluşlarca Merkez Bankası’ndan 19 Şubat 2001 tarihinde ertesi gün valörü ile yapılan 7.6 milyar dolar tutarındaki döviz alımı dövize yönelik spekülatif bir saldırı niteliğindedir.

Kamu zararına sebebiyet veren somut olaya ilişkin sorumlulukların kesin olarak belirlenebilmesi için, bu olayın koşullarını hazırlayan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri öncesinde ve anılan krizler sırasında meydana gelen olayların ilgili kişi ve kurumların işlem ve eylemlerini de kapsayacak şekilde, bütün derinliğiyle, çok yönlü olarak ve nedensellik ilişkileri esas alınarak araştırılması ve incelenmesi gerekmektedir. Somut olayın kapsamlı bir şekilde araştırılması ve incelenmesi, bu olay sonucunda ortaya çıkan kamu zararında sorumluluğu bulunanlar hakkında gerekli işlemlerin yapılmasının yanı sıra, benzer olayların tekrarının önlenmesi için alınabilecek tedbirlere ve geliştirilebilecek politikalara ışık tutması bakımından da özel bir önem taşımaktadır. Somut olay ile ilgili olarak, emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından “Başbakanlık Makamı’na muhatap 11 Nisan 2001 ve 28 Haziran 2001 tarihli yazılar ile Merkez Bankası’nın Şubat 2001 krizi sırasındaki başkanı ve başkan yardımcıları hakkında 4483 sayılı kanun kapsamında ön inceleme yapılmasının ve soruşturma izni verilmesinin istenmesi” üzerine konu daha önce Başbakanlık Müfettişleri tarafından incelenmiş olmakla birlikte, bu incelemeler sonucunda düzenlenen raporlarda somut olayın kısmen irdelendiği ve bütün yönleriyle ortaya konulmadığı görülmektedir.

Bu nedenle; anılan hükümet üyelerinin ve Merkez Bankası yetkililerinin somut olayda ortaya çıkan kamu zararına ilişkin sorumluluklarının bütün açıklığıyla ve maddi delilleriyle birlikte ortaya konulabilmesini temin için, konunun Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun koordinatörlüğünde Başbakanlık Müfettişleri’nden, Merkez Bankası müfettişleri’nden ve Bankalar Yeminli Murakıpları’ndan oluşturulacak bir heyet tarafından çok yönlü olarak araştırılmasının, incelenmesinin ve sonucundan TBMM başkanlığına bilgi verilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir.”

Laf salatası! Her şeyi biliyorlar ama laf salatasından başka bir şey yapmıyorlar! Kundakta ki bebekler gibiyiz hepimiz. Ağlayan bebekleri ağlamasın diye pış pışlarlar ya! Bizi öyle pış pışlıyorlar.

T.C. Merkez Bankası’nca 19, 20 ve 21 Şubat 2001 tarihlerinde üç gün içinde toplam 84 kuruluşa net toplam 5 milyar 188 milyon dolar tutarında döviz satışı yapılmıştır. [Dikkat ederseniz Citybank ve HSBC Bank’ın kasalarından bir gece de yurtdışına kaçırılan 50 milyar doların lafı bile edilmiyor]

Belirtilen tarihlerde Merkez Bankası’ndan 25 milyon dolar ve daha fazla döviz satın almış olan yetkili katılımcılar ile satın aldıkları dövizlerin tutarları:

Yetkili katılımcı 3 günlük net alış:

1 no.lu banka Citybank 1.063.800.000 dolar
2 no.lu banka Deutsche Bank 764.000.000 dolar
3 no.lu banka Koçbank 426.000.000 dolar
4 no.lu banka TEB 411.000.000 dolar
5 no.lu banka Yapı Kredi Bankası 383.700.000 dolar
6 no.lu banka Chase&Manhattan 332.600.000 dolar
7 no.lu banka Osmanlı Bankası 269.000.000 dolar
8 no.lu banka Dışbank 258.700.000 dolar
9 no.lu banka HSBC Bank 254.900.000 dolar
10 no.lu banka WLB 227.200.000 dolar
11 no.lu banka Garanti Bankası 199.000.000 dolar
12 no.lu banka ABN Ambro 135.000.000 dolar
13 no.lu banka Finansbank 121.000.000 dolar
14 no.lu banka İş Bankası 95.000.000 dolar
15 no.lu banka Türkbank 90.900.000 dolar
16 no.lu banka İktisat Bankası 67.700.000 dolar
17 no.lu banka Tekstilbank 58.300.000 dolar
18 no.lu banka CSFB 50.000.000 dolar
19 no.lu banka İnterbank 42.300.000 dolar
20 no.lu banka Akbank 27.000.000 dolar
21 no.lu banka Taib Bank 25.000.000 dolar

Citybank, HSBC Bank’la birlikte, Türkiye’nin kasasından, Türk halkının rızkından 50 milyar doları yurt dışına kaçırdığı yetmiyormuş gibi üstüne, 1 milyar 63 milyon 800 bin dolar alıyor.

KoçBank 426milyon dolar. TEB 411 milyon dolar. Yapı Kredi Bankası 383 milyon 700 bin dolar, Osmanlı Bankası 269 milyon dolar.

Şubat 2001 krizi sırasında Merkez Bankası’na saldırarak kasasındaki 5 milyar doları yağmalayanlar listesinde yer alan 21 bankadan 8 no.lu banka koduyla anılan, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Dışbank’tı.

Belgelere göre Merkez Bankası’nda günde 68 milyon dolarlık işlem limitine sahip olan Dışbank, kriz günü kendisine tanınan kotanın 5 katı fazlası istemde bulunarak 375 milyon dolar talep etmiş ve bu talebin 258.7 milyon dolarlık bölümü karşılanabildiği için kendisine 258 milyon 700 bin dolarlık döviz satışı yapılmıştı.

Dışbank, kriz günü saldırdığı Merkez Bankası’ndan almış olduğu 258.7 milyon tutarındaki ucuz dolar ile trilyonluk bir vurguna imzasını atarken, bu halk bir gecede bütün fiyatların iki misline katlandığı bir krize mahkûm oldu.

Sonuçta bu işlemleri gerçekleştirenlerin bir kısmı Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kısmı da Yüce Divan’da yargılanırken Aydın Doğan her zaman ki gibi, bu soruşturmadan da sıyrılmayı bildi ve dolar vurguncusu Dışbank’ını, Belçikalı Fortis’e sattı.

31 Mart 2003; yani krizden 2 yıl 1 ay sonra. Olan olup, biten bittikten sonra!

Bu konuda Aydın Doğan hakkındaki dosyanın İstanbul’a gönderilmesiyle birlikte Aydın Doğan hakkındaki döviz vurgunu dosyası ortadan kayboldu! Ne basit! Ne kolay!

Şu an adı Fortis olarak değişen bankanın risk yönetimi ve kontrol sorumluluğunu üstlenen Selçuk Demiralp aynı zamanda trilyonlarca para kazandırdığı, halkın parasını hediye ettiği Aydın Doğan’ın finans operasyonlarından sorumlu sağ kolu olarak görev yapıyor.

Yayın ve basın organlarının tamamını ele geçirmeden doymaya niyetli olmayan Aydın Doğan’ın, 912 bin yeni Türk Lirasına satın aldığı Uzan Grubu’na ait kanalları aldığını da unutmayalım.

Aydın Doğan’ın sahibi olduğu kanallar, Doğan Medyaya bağlı yayın yapan kanallar ve diğer yayın kuruluşları:
Star TV, Euro Star, Kanal D, Euro D, D Yeşilçam, D Max, Movie Smart, Movie Smart 2, Cartoon Network, D Çocuk, CNN Türk, Haber Türk, Dream TV, Dream Türk, BJK TV, FB TV, GS TV, Fix TV, Powertürk TV, Passion TV, TNT, Discovery Channel, Animal Planet, Comedy Smart, Fashion TV, World TV, Science TV, Travel&Living TV, CNN İnternational, Eurosport, Movies 24, Movies 24 Erotik, Kral TV, Buket TV, Fx TV, Nike TV, World Fashion, D Max, D Plus, Kidsco, Luli, Z TV, Radyo D Haber, Emlak TV, D Hipodrom, D Spor, D Shopping, D Tay TV, Yaşam TV, Fantasy TV, D Smartpromo, Kral TV Avrupa, Loca Portal, Loca 1, Loca 2, Loca 3, ESPN Classic, Yaban TV, NASN Europe[high definition], CNN Türk Radyo, Radyo D, Slow Türk, Best FM, İstanbul FM, Fenomen, Radyo Moda, Smart Oldies, Smart Slow, Smart Jazz, Smart Rock, Smart Hits, İradyo Portal, Kral FM, bünyesinde toplam 24 dergi yayınlanan Doğan Burda [DB], Doğan Music Company, 50 yıldan uzun süredir yayınlanmakta olan Hürriyet, 1930’lu yıllardan 1990’lı yıllara kadar kadınları açabilmek adına her yıl güzellik yarışmaları düzenleyen; 1990’lı yıllarda, Genel Yayın Yönetmeni’ne; bu yarışmaların artık neden yapılmadığı sorulunca ’’artık gerek kalmadı, biz amacımıza ulaştık, kadınları açtık diyen’’ ve 1950’li yıllardan itibaren adı değiştirilen Milliyet, 1996 yılında kurulan Radikal, Posta, Fanatik, Fanatik Basket, finans gazetelerinden 1996 yılında kurulan Referans, Turkish Daily News.

Sadece hamam olan televizyonlarda yayınlanan tek bir kanalı olmuş olsa bile öldürülmesi gerekirken, baş tacı yapılan ve kanalları sürekli izlenen, bütün halkı mağdur etmesine rağmen hiçbir şey yapılmayan; şeytanın ezanlarını yayınlayan radyoların sahibi, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e indirilene, Kuran’a küfretmek için çekilen resimlerle dolu dergiler, gazeteler. Üstelik son zamanlarda Doğan Medyaya ait kanallarda İslam ile alay edilen programlara öncelik verilmesi.

Masonların emriyle son dönemde Aydın Doğan’a 3.8 milyar TL tutarında vergi/ceza verildi! Öldürülmesi gereken birine para cezası!

Bir de krizden sonra haksız kazanç elde etme suçundan yargılanan Ahmet Mesut Yılmaz’ın kardeşi var. Devalüasyon olacağı gece, yani Citybank ve HSBC Bank’ın Türkiye’deki şubelerinin kasalarından, Türk halkının 50 milyar dolarlık parasının kaçırıldığı gece, bütün servetini dolara yatırarak, bir gecede servetini 2’ye katlayan Türkiye’nin yöneticilerinden birinin kardeşi. Ve bu şahısların gerçekte ki hükümlerini bırakın, insanların koymuş olduğu kanunlarla bile cezalandırılmaması.

CityBank ile birlikte 50 milyar doları yurt dışına kaçıran HSBC Bank’ın aldığı miktar, 254 milyon 900 bin dolar. Garanti Bankası 199 milyon dolar. Finansbank 121 milyon dolar. İş Bankası 95 milyon dolar, TürkBank 90 milyon 900 bin dolar.

Krizden sonra IMF ve Amerika Türkiye’ye kredi verdi değil mi? Türkiye’nin kasasından halkın parasını çalıp, Türkiye’yi kendine borçlandıran Yahudiler ve kâfirler. Üstüne üstelik Türkiye de yaşayan iş adamları.

Faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana, bu senede şahit olana, dövmeyi de yapan ve yaptırana, sadakayı geciktirene, hicretten sonra İslam’dan çıkıp gidenlerin hepsine birden, kıyamet gününde Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dilinden lanet edilmiştir.
[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Raduyallahu Anh, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, faiz yemeyen adam kalmaz. Onu yemese bile kendisine tozu isabet eder.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 141]

Üç kişiye hürmet olmaz: Cenazede para ile ağlayan kadına hürmet yoktur. Onun kazancı da lanetlenmiştir. Şarkıcılara hürmet yoktur, malları bereketsizdir, kazançları da lanetlenmiştir. Bunları dost edinenler de [hoş gören de] lanetlenmiştir. Faiz yiyenin de hürmeti yoktur. Onun malında da bereket yoktur.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Allah, faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana ve zekâtı vermeyene de lanet etsin.
[Ravi: Hz. Ali Kerremullahü Vechehü, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Kıyamet alametlerindendir; şüphenin açık olması ve açıkça faiz yenmesi.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

705. (2273) (6692)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu karınların içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. Ben: "Ey Cebrail bunlar kimlerdir?"diye sordum. "Bunlar fâiz yiyenler!" dedi."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

706. (2274) (6693)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Faiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. En hafif faiz kişinin anasıyla zina yapması gibidir."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

Bankalarda hala işlem yaptırıyoruz, hala bu bankalara para kazandırıyoruz. Faiz haram olduğu halde faiz yiyoruz. Ama zaten bu dünyanın ekonomisi faiz üzerine kurulu değil mi? En küçük faiz yiyen öz annesiyle zina etmiş gibidir! Ve faiz yiyenlerin mideleri yılanlarla doldurulacaktır! Ne güzel değil mi? Faizin haram olmasına rağmen, ekonomisi faiz üzerine kurulu olan bir de üstüne, Müslüman olduğunu iddia edenlerin olduğu dünyamız!

Aydın Doğan, bu soruşturmadan da sıyrılmayı bildi ve dolar vurguncusu Dışbank’ını, Belçikalı Fortis’e sattı.
Fortis Dışbank. Belçika-Hollanda ortaklığı Fortis tarafından satın alınan Dışbank, müşterilerini FortisBank adıyla kabul etmeye başladı. FortisBank Yönetim Kurulu Başkanı Karel De Boeck, 2010 yılına kadar şube sayısının 183’ten 300’e çıkarılacağını açıkladı. Bu haber Türkiye’nin satılmış basın ve yayın organlarının hemen hemen tümünde yer aldı. Fakat hiç kimse, FortisBank’ın PKK terör örgütünün kullandığı mayınları üreten firmaya ortaklığından bahsetmedi. İşte gözden kaçan, O detay!

Dünya üzerindeki bankaların hareketlerini izleyen Netwerk Vlaanderen adlı kuruluş, aralarında FortisBank’ın da bulunduğu 5 bankanın, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından üretimi yasaklanan misket bombası, nükleer bomba, seyreltilmiş uranyum silahları ve mayın gibi mühimmat üreten silah şirketleriyle ortak olduğunu belgeledi. Netwerk Vlaanderen tarafından hazırlanan 52 sayfalık raporda, Belçika’nın önde gelen finans kuruluşlarından biri olan FortisBank’ın, dünyanın en büyük mayın üreticisi Singapore Technologies Engineering- yani STE’de 1 milyon 376 bin 600 adet hissesinin bulunduğu ortaya çıkarıldı. Raporda FortisBank’ın ortak olduğu Singapurlu mayın üreticisi STE’nin vs-50 ve vs-69 tipi mayınlar ürettiği belirtildi. Singapurlu STE firmasının ürettiği vs- 50 ve vs-69 tipi mayınlar, Türkiye’nin Güney Doğu Bölgesi’nde PKK tarafından sıklıkla kullanılıyor. Dünya mayın izleme komitesi 1999 tarihli raporunda Singapur’un tek mayın üreticisi STE’nin Valsella Valmara 69 ve Valsella vs-50 mayınlardan milyonlarca adet ürettiğini belgelemişti.

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir mezar, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, Ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik mezar, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”
[Ahmed Bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilene küfretmek! Yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek! ALLAH’ın kitabına küfretmek! Kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek! Biz Kuran’a küfretmek için resimlerin hareketli hallerini içeren televizyona bakıyoruz ve üstelik televizyonlarda hangi bankanın, hangi ürünün çok reklâmı yapılırsa ona koşuyoruz! Bunun yanında Güney Doğu’da kolları ayakları kopan, hayatlarını kaybeden gencecik bedenlere ağlıyoruz ama PKK’yı besleyenleri, destekleyenleri de bizler besliyoruz aslında. Biz PKK ile savaşıyoruz ama! Esas savaşmamız gerekenleri bırakmışız! Bırakın yılanın başını ezmeyi, kuyruğunu bile ezmiyoruz! Yılanın bokunu karıştırıyoruz! Yılanın bokunu karıştırıp temizlemeye çalışıyoruz! Bir tabir vardır; “deve dikeni, insan sikeni sever diye!”

“Halkın seçtiği hükümet var o kadar, askeriyesi var, neden kimse bir şey yapmıyor?” Türkiye’yi halkın gözüne güzel gösterilip seçtirilen, gerçekte kâfirlerin, Yahudilerin kuklası olan yöneticiler yönetiyor. Askeriye topu her zaman hükümete atıyor, bir şey yapmıyorlar diye. Ama Recep Tayyip Erdoğan birçok şeyi düzeltti değil mi? Hatırlar mısınız? Başbakan olmadan önce; daha doğrusu seçimlerden Ak Parti galip çıkıp şimdiki Cumhurbaşkanı [karısının kendi ülkesine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açtığı] Abdullah Gül’ün Başbakan olarak görev yaptığı ve yasa değişikliğinden sonra Recep Tayyip Erdoğan’a bıraktığı başbakanlık görevine başlamadan önce; George W. Bush tarafından Amerika’ya çağırıldığını ve George W. Buhs’un Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğünü? Amerikan köpekleri haline gelmiş olan medyanın propagandaları sayesinde, halka iyi gösterilen Recep Tayyip Erdoğan. Başbakan koltuğuna oturmadan önce dünya patronu dediğimiz Amerikan Başkanı’nın görüştüğü Recep Tayyip Erdoğan. Ne mutlu Türkiye’ye, Amerika Başbakan olmadan görüşüyor. Peki, George W. Bush’un dediklerini yapmadığı takdirde, Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün ailesinin ortadan kaldırılacağını söylendiğini biliyor musunuz? Recep Tayyip Erdoğan! Başbakan olduktan sonra Amerika’nın hazırlayıp Kemal Derviş’le gönderdiği ekonomik planı aynen uyguladı. Bülent Ecevit zamanında ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olduğu zaman getirdiği ekonomik planın uygulanması üzerine Ana Muhalefet Partisi Milletvekili, CHP Milletvekili olmasına rağmen ekonomi iyi gidiyor diye açıklamalarda bulunmuştu Kemal Derviş. Kızının başı kapalı olduğu ve bu ülkede baş örtülü okuma yasağı olduğu için Amerika’da okuttuğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan. Gerçekte Amerika’nın bir koz olarak çocuklarını Amerika içinde tuttuğu Recep Tayyip Erdoğan. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanlığı yaptığı dönemlerden itibaren sayısız yolsuzluğa karışan Recep Tayyip Erdoğan! Türk milletine en büyük kazığı atan Aydın Doğan’ın burslarıyla çocuklarını okutan Recep Tayyip Erdoğan! Basında çıkıyor ya hep! İyi haberler. Basının yarısı Aydın Doğan’ın elinde, geri kalanı da Recep Tayyip Erdoğan’ın. Aydın Doğan kime köpeklik ediyordu? Recep Tayyip Erdoğan’a. Biz ne görürsek televizyonlarda, gazetelerde onlara inanıyoruz. Altını kurcalamıyoruz. Gerekli olan bir şey olursa zaten satılmış basınımız bize her şeyi göstermek istediği şekilde, yalanlarla süsleyerek anlatıyor nasıl olsa.

Ama artık araları da bozuldu! Aydın Doğan hükümete sataşıyor, hükümet Aydın Doğan’a sataşıyor!
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

İnsanların 95.seneye kadar yani işleri iyi gidecek, 97 veya 99. senede mülklerini yitirecekler.
[El-Kavlu-l Muhtasar fi Alametil Mehdiyy-il Muntazar, Sayfa 54]
İşte size kıyamet alameti olan, Türkiye de gerçekleşen ekonomik krizler.

Recep Tayyip Erdoğan ekonomiyi düzeltti değil mi?
İşçileri işten çıkarttırarak!
EtiBank özelleştirildi ve Amerika aldı. Bor işletmeleri Etibank bünyesinde! Konulan fiyat 40 milyon dolar. Borla çalışan araba üretildi. Arabayı bor madeniyle çalıştıracak patentli 600 proje olduğu ortaya çıktı. Türkiye, dünya rezervinin yüzde 70’ine sahip ve Amerika bu kaynağı eline geçirdi. Geçenlerde Milletvekillerinden biri açıklama yapmış, bor madeninin Türkiye de olması bir şey ifade etmiyor. Türkiye de sanayisi yok ki! Türkler bu kadar ***** bir millet haline gelmiş işte! En son teknoloji olsun, sanayi olsun; ham madde olmadan hiç bir şey üretilemez! Ham madde Türkiye’de, Türklerin yönetici diye seçtikleri peşkeş çekiyor.

Neptünyum elementi. 93 atom numaralı Neptünyum, radyoaktif bir elementtir ve uranyum pillerinin üretiminde kullanılır.1940’da Californiya Üniversitesi Profesörlerinden Amerikalı McMillan ve Abelson tarafından keşfedilen bu radyoaktif element ile son yıllarda enerji üretiminde had safhada faydalanılıyor. Üstelik de alternatifleri içinde en ucuza mal edilen bir element. Peki, bilin bakalım bu Neptünyum dünyada en çok nerede bulunuyor? Türkiye’de. Tahmin edilen rezerv ne kadar? 127 bin ton! Sonra hangi ülke geliyor? Bulgaristan. Bulgaristan’ın rezervi ne kadar? 2 bin 500 ton. Peki, Türkiye’nin sahip olduğu Neptünyum elementinin değeri ne kadar? 9 trilyon dolar! 2010 bilgilerine göre Türkiye’nin iç borcu 220,5 milyar dolar! Dış borcu 273,5 milyar dolar! Toplam borcu 494 milyar dolar! Elindeki Neptünyumun değeri ise 9 trilyon dolar. Yani Türkiye’nin toplam borcunun 18 kat fazlası. Önce Bor, sonra Thoryum, şimdi de Neptünyum. Ama Neptünyumun da sanayisi yok diye peşkeş çektiler değil mi? Hem Türkiye’yi soyup soğana çevirip, halkın parasını çalıyorlar, üstelik kredi vererek borçlandırıyorlar, bu da yetmiyormuş gibi bütün kaynaklarını sömürüyorlar.

Batılı ülkeler tarafından Türkiye’ye sokulan mütareke basınının adamları ne diyor biliyor musunuz geçenlerde? “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir” [Cüneyt Ülsever kendi köşesinde, Mehmet Ali Birand’da Viyana’da bir seminerde bizzat gözümüzün içine bakarak söylediler.]
Kim işletecek bu madenleri? Amerika ve iş birlikçileri.

Şanlıurfa’da son dönemde faaliyete başlayan İtalyan temelli bir hastanenin varlığını ve bu hastaneye doğuma yakın vakitlerde İsrail’den hamile kadınların geldiğini ve çocuklarını Şanlıurfa’da doğurup ‘’T.C.’’ kimlik kartı alarak çifte vatandaş olup ülkelerine döndüklerini biliyor musunuz?
Ve yine Yahudilere, Güney Doğu Anadolu’da 100 bin futbol sahası büyüklüğünde toprak satıldığını biliyor musunuz? Bolu’da ve diğer stratejik bölgelerde, senetli olup babalarından, dedelerinden miras kalan yerleri tapusuz diye, hükümetin el koyduğunu ve Yahudilere sattığını biliyor musunuz? Türkiye’de yaşayan neslin ecdadının kanlarıyla sulanan topraklar satılıyor!

Rivayet edilir ki; Oğuz Kağan zamanında; Çin ile barış zamanında, Çin elçisi beyleriyle sohbet halinde iken Oğuz Kağan’ın huzuruna gelir ve Çin imparatorunun Oğuz Kağan’ın gümüş yayını istediğini, verilmezse savaşarak alınacağını söyler. Beylerin hepsi “haydi savaşa” diye ayaklanır. Gümüş yay! Dillere destan olan gümüş yay! Her attığını vuran gümüş yay! Silahlar arasında en kutsal sayılan gümüş yay! Oğuz Kağan beylerini sakinleştirip; “gümüş yay benimdir, verin gitsin” der. Gümüş yay elçiye verilir. Elçi Çin’e döner. Bir süre sonra elçi tekrar gelir bu sefer Oğuz Kağan’ın boz aygırını ister. Dillere destan boz aygır. Hüner de, hız da, çeviklikte eşi benzeri bulunmayan boz aygır. Beyler yine ayaklanırlar, “haydi savaşa” diye. Oğuz Kağan beylerini sakinleştirir ve “boz aygır benimdir, verin gitsin” der. Beyler üzüle üzüle boz aygırı elçiye teslim ederler ve elçi Çin’e döner. Çin elçisi bir süre sonra tekrar Oğuz Kağan’ın huzuruna gelir. Bu sefer Çin imparatoru’nun; Oğuz Kağan’ın eşi Bilge Hatunu Çin sarayına cariye olarak istediğini, verilmezse savaş çıkacağını söyler. Beyler bu sefer gürleyerek ayaklanırlar. Bilge Hatun. Güzelliği dillere destan olan Bilge Hatun! Bilgelikte kadınların en bilgesi! Oğuz Kağan nasıl beylerin, erkeklerin lideriyse, Bilge Hatun’da kadınların lideri! Oğuz Kağan; “Bilge Hatun benimdir, verin gitsin” der. Beyler karşı çıkar. Direnirler. Ama Oğuz Kağan’ın emriyle Bilge Hatun gönderilir Çin sarayına cariye olarak. Çin elçisi tekrar gelir, bu sefer iki ülkenin sınırında bulunan bizim atalarımıza ait olan arazi parçasının Çin’e verilmesini ister. İstediği arazi öyle diktir ki, öyle taşlıktır ki, bırakın atlarla geçmeyi, insan yaya bile yürüyemez. Bu sefer beyler “gümüş yayı verdik, boz aygırı verdik, Bilge Hatun’u verdik, dimdik, taşlık araziyi de verelim gitsin” der. Oğuz Kağan o zaman şöyle buyurur. “Kalkın beylerim savaşa! At benim, avrat benim, silah benim! Ama vatanın bir karış toprağını kimseye peşkeş çektirmeyiz!” Ve Çin orduları dağıtılır, Çin sarayı basılır, verilenler geri alınır.

Türkiye’de yaşayan neslin ecdadı, Türklerin ecdatlarının kanla, canla aldığı, kâfire teslim etmemek için aç susuz savaşarak kazandıkları topraklar. Şimdi ki yöneticiler para karşılığında satıyor bunları. Para karşılığında! Ama global bir dünyada yaşıyoruz değil mi? Dinimize küfrederek, atalarımıza ihanet ederek, imanla muhafaza edilen toprakları para karşılığında satarak.

Son seçimlerde Amerika Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olmasına şiddetle karşı çıktı ama? Amerika’nın politikası. Yapmak istediği her hangi bir şeye şiddetle karşı çıkar. Neden mi? Tüm dünya Amerika’ya düşman, Amerika tüm dünyaya düşman!

Bismillahirrahmanırrahiym. Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki ALLAH zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Sadakallahul-Azıym.
[Maide Suresi, 51. ayet]

“Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. Sadakallahul-Azıym.
[Nisa suresi, 101. ayet]

“Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Sadakallahul-Azıym.
[Mümtehine Suresi, 1. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve kâfirleri bulursun. Sadakallahul-Azıym.
[Maide Suresi, 82. ayet]

Amerika! İsrail Yahudilerinin yönettiği Amerika! Yaratılmışlara en şiddetli düşman olan Yahudilerin yönettiği Amerika! Amerika’nın karşı çıktığı her şeye diğer ülkeler 4 elle sarılıyor değil mi? 4 elle sarılıyoruz Amerika’nın karşı çıktığı bir konuya! Ama sadece yorum yapıyor Amerika! Kendisine düşman olunduğunu bildiği için, emellerine ulaşmak için yapmak istediğinin aksini savunuyor! Yahudiler! Bu dünyanın patronu Amerika, Amerika’yı yöneten İsrail. Yani bu dünyayı yöneten İsrail. Amerika da seçimler farklı yapılır bilir misiniz? Localar vardır. Zengin localar. Dünyanın en zenginleri Yahudilerin olduğu localar. Bu Yahudi locaları kime destek verirse o başkan olur ve başkan olan, başkan olabilmesi için destek veren locaların isteklerini yapmak zorundadır. Onların emellerine göre hareket etmek durumundadır. Amerika başkanlarının biri hariç hepsi Masondur/Siyonisttir/Satanisttir/İlluminatidir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanları arasında Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati olmayan bir tek John Fitzgerald Kennedy vardır! John Fitzgerald Kennedy 22 Kasım 1963’te Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati tarafından organize edilen bir suikast ile öldürülmüştür. Amerika Birleşik Devletleri Başkanları’ndan John Fitzgerald Kennedy hariç diğer bütün başkanlar Masondur/Siyonisttir/Satanisttir/İlluminatidir! Birçok kesimin Müslüman bildiği son seçimlerde başkan seçilen Barak Obama bile Masondur/Siyonisttir/Satanisttir/İlluminatidir!

“Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve kâfirleri bulursun. Sadakallahul-Azıym.
[Maide Suresi, 82. ayet]

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin Türkiye’deki faaliyetleri nelerdir?
Masonluk, Yahudilerin gizli faaliyet gösteren bir örgütüdür. Bütün rütbelerini, sembollerini değiştirilmiş Tevrat’tan almıştır. Giriş törenleri Tevrat doktrinine uygun olarak yapılır. Masonlar, Yahudilerle olan bağlarını sürekli inkâr etmekte ve onlarla hiçbir ilişkilerinin olmadığını iddia etmektedirler. Eğer Yahudilerle olan bağları anlaşılırsa toplum tarafından hoş karşılanmayacaklardır. Bunun yerine kendilerini bir hayır kurumu, bir kardeşlik, yardımlaşma cemiyeti olarak topluma göstermeye çalışmaktadırlar. Masonlar yalnız üyelerine mahsus olarak çıkarttıkları Mimar Sinan, Türk Mason Dergisi, Akasya, Büyük Şark gibi dergilerde, Yahudilerle olan bağlarını açıkça ifade etmektedirler. “Ritüellerimizde Tevrat’tan sayısız alıntılar mevcuttur’’
[Mimar Sinan Dergisi, sayı 47, sayfa 39]

Türk mason localarının 1923’te yayınladığı ‘’Meşrik-i Azam İçtimai Zabıtları’nda, bu sapkın felsefe şöyle ifade ediliyor:
“Biz artık ALLAH’ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık. O gaye ALLAH değil, beşeriyettir.”

Bir başka Masonik kaynakta ise şöyle denmektedir:
“Eski-ilkel cemiyetler, acizdiler, acizlikleri dolayısıyla etraflarındaki kuvvetleri ve hadiseleri ilahlaştırdılar. Masonizm ise insanı ilahlaştırdı.”

Masonluğun temelini oluşturan hümanizmin tanımı, bu felsefenin doğrudan din ahlakına karşı bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir. 20. yüzyıldaki hümanist felsefe akımının öncüsü olan Julian Huxley, Darwin’in Evrim teorisini rehber kabul ederek “Evrimsel Hümanizm” adı altında yeni bir batıl din kurmuş ve bu sapkın inanışın anlamını da şöyle ifade etmiştir:

“Ben <hümanist> kelimesini kullanırken, insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi, doğal bir varlık olduğunu kastediyorum. Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu, doğaüstü bir güç tarafından yaratılmamış, aksine evrim süreci sonunda oluşmuştur. Dolayısıyla insan, herhangi bir doğaüstü gücün kontrolü ya da yol göstericiliğine değil, sadece kendi varlığına ve kendi gücüne inanmalıdır.” Masonların amacı, hümanist felsefeye dayalı yeni bir dünya, yani tümüyle din ahlakından uzak bir dünya meydana getirmektir. Huxley’in yolunu izleyen John Dewey adlı Amerikalı filozof, 1933 yılında bir “Hümanist Manifesto” yayınlamıştır. 1973 yılında yayınlanan II. Hümanist Manifesto’da ise insanlığı tehdit eden sorunlar anlatıldıktan sonra bu felsefenin ALLAH’ı nasıl inkâr ettiği şöyle özetlenmiştir: “Bizi kurtaracak bir yaratıcı yoktur, kendimizi biz kurtarmalıyız.”

İşte masonik felsefenin özündeki, insanın temel alınması düşüncesinin özeti budur. Bu sapkın felsefenin öne sürdüğü iddialar aldatıcıdır.

Masonlar mason olmayanlara “Biz ALLAH inancı olmayanları aramıza almayız, hepimiz ALLAH’a inanırız” derler, ancak bunun sadece bir kamuflaj olduğu kendi yayınlarındaki bilgilerden açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim masonik kaynaklara bakıldığında ALLAH inancının, örgüt içinde aşamalı bir şekilde ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Türk masonların en büyük görevinin ne olduğu şöyle ifade edilmektedir: “Hepimize düşen en büyük insancıl ve masonik görev, olumlu bilim ve akıldan ayrılmamak, bunun evrimde en iyi ve tek yol olduğunu benimseyerek bu inancımızı insanlar arasında yaymak, halkı olumlu bilimlerle yetiştirmektir.” Ernest Rena’nın şu sözleri çok önemlidir: “Ancak halk olumlu bilim ve akıl ile eğitilirse, aydınlatılırsa, dinlerin boş inançları kendi kendine yıkılır.” Lessing’in şu sözleri de bu düşünceyi destekler: “İnsanların olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir gün dine gerek kalmayacaktır.”

Türkiye’de okullarda sadece dünyevi bilimlere ilgili dersler verilmektedir.

Masonların üyelerini seçerken aradıkları özellikler nelerdir?
1-İdealist olmak,
2- İyi isim ve şöhret sahibi olmak,
3- Maddi ve mali imkânların iyi durumda olması.
4- Haricilerin vaktinin müsait olması
[Mason Dergisi- 81/4, sayfa 32]

“Masonlukta hareketlerin rehberi akıl ve hikmettir. Masonluğa göre akıl, dini inançlardan, batıllardan, hurafe ve hayallerden kurtulmak ve konusu gerektiği gibi tanımaktır. Akıl ile dini inançlardan kurtulan kimse konusuna hâkim olduğu zaman hikmete ermiştir. Hakiki masonun en önemli vasfı da budur.”
[Din Açısından Mason Öğretisi, Akasya Tekamül Mahvili Yayınları, Doktor Selami Işındağ, Sayfa 11]

“Bugün yavaş da olsa, şuuru tam manasıyla tatmin edebilecek tek ve evrensel bir din meydana getirilmektedir. Bu evrensel dine paralel olarak, bir de dünya görüşü ölçüsünde ahlak kurulacaktır. Böyle bir din insanı kainâtla birleştirecektir. İşte bu masonizmdir. Bu din gönülden gönüle kurulacaktır. Kurulan bu dinin mabetleri insanlık mabetleri olacaktır. Bu tapınakta okunan ilahiler, belki de bir insanın ruhundan fışkıran müzik eserlerinin en soylusu olan Beethowen’ın 9. senfonisi olacaktır.”
[Mason Dergisi, Yıl: 29, Sayı 40-41, Sene 1981, Sayfa 105-107]

Masonluğun din-dışı hümanist ahlak teorisinin gerçek amacı, adı masonizm olan “ahlaklı bir dünya kurmak” değil, din-dışı bir dünya kurmaktır. Bir başka deyişle, masonlar, ahlaka çok önem verdikleri için değil, sadece topluma “din ahlakı gerekli değil” mesajını verebilmek için hümanist felsefeye sarılmaktadırlar.

Açıkça görüldüğü gibi, masonların amacı, hak dini ortadan kaldırarak hümanist felsefeye dayalı yeni bir dünya, yani tümüyle din ahlakından uzak bir dünya oluşturmaktır.

Tapınakçılar engizisyon mahkemelerine yakalanmamak için kendilerini gizlemiş bunun için çeşitli tarikatlara ve örgütlere sızmışlardır. Tarikat mensupları bu amaca en uygun yol olarak masonluğa sızmış, ele geçirmiş, kendi felsefe, inanç ve ritüellerini masonluğa kabul ettirmişlerdir.

Masonluk felsefesi üzerinde de Kabala’nın etkisi yoğun olara görülür. Bu konu masonik dergi ve kitaplarda üstü kapalı olarak anlatılır. Örneğin Amerikan masonluğunun yayın organı New Age dergisi, Kabala ile masonluk arasındaki bağlantıyı şöyle dile getiriyor:

“Kabala, bilinçaltının kapılarını açan ve ruhu saran manevi değerlerinin dışarı çıkmasını sağlayan anahtardır. Masonluk, onu insanın yaşamı anlaması için gerekli görür.”
[New Age, Sayfa 31]

“Masonlar ana düşüncelerini ve belirgin sembollerini Kabala’dan almışlardır. Amblemlerin pek çoğu da Kabala kaynaklıdır. Örneğin; Jakin ve Boaz sütunları Kabalist bir eser olan Cheare Ora’dan alınmıştır. Masonluğun, Kabala’nın felsefesiyle olan çok büyük benzerliği çok yerde belirtilmiştir.”
[La Kabbala, Henri Seronya]

Türk mason kaynakları da bu bağlantıyı aynı çarpıcılıkla işlerler:

“Görüyoruz ki, Kitab-ı Mukaddes’in haricinde Yahudiliğin gizli bir ananesi, bir geleneği [Tradition Orale-Kabbala] vardır. Ve yalnız buna vakıf olanlar, Kitab-ı Mukaddes’in hakiki manasını anlayabilirler. Biz de Kabala etrafında kurulan, yüksek felsefenin özünü anlamaya çalışıyoruz.”
[Selamet Mahfili, 4. Konferans, Sayfa 48]

Masonların kendi açıklamalarından da anlaşılacağı üzere masonluk din kabul etmediği için Yahudiliğe de karşıdır. Ancak öğreti olarak fanatik siyonist ideolojiyi kullanır.

İngiliz tarihçi Michael Howard, Okült Komplosu adlı kitabında, tapınakçı gelenekten gelen masonluk, gül-haç, ilüminati gibi gizli derneklerin, batı medeniyetini Hıristiyanlık öncesindeki putperest kültüre geri döndürmek için yürüttükleri uzun mücadeleyi anlatmaktadır. Kitabın girişinde konu şöyle açıklanır:

“Kendisi de gizli bir dernek olan masonluk, pek çok gizli dernek ve örgütlerle iç içe olmuş birçok entrika ve batıl işler yürütmüşlerdir. Örneğin, İtalya’da ortaya çıkan propaganda DUE[P2] locasının skandalı, masonların bu örgütlerle olan ilişkilerini su yüzüne çıkarmıştı.”

Masonların MOSSAD, MI5 ve CIA gibi gizli haber alma teşkilatlarıyla olan ilişkileri artık herkes tarafından biliniyor. GLADIO da bunlar gibidir, daha çok İtalya’daki siyasi cinayetleriyle adını duyurmuş bir gizli örgüttür. GLADIO’nun mason yöneticileri, bu örgütü de masonik amaçlar uğruna kullanmışlardır. GLADIO’nun masonlarla olan ilişkileri bağımsız gazete ve yayın organlarında açıklanmıştır.

Dünyanın şu anda en tehlikeli kurumu masonlardır. Her ülkede üst düzey yöneticileri, bürokratları, iş adamları, siyasetçileri bulunmaktadır.

Tesadüf o ki Türkiye’nin petrol rezervlerinin kontrolü genellikle masonların elinde olmuş. Yine benzer bir tesadüfle Türkiye de petrol arayan şirketlerin tamamı Yahudilere ait.

Son petrol yasası hakkında bilinmeyenler. Yabancıların Türkiye’de petrol aramasına izin veren kanunun kabul edilmesinden sonra, Türkiye de petrol arayan şirketlerin tamamı Yahudilere aittir.

Güneydoğu Anadolu’da arama yapanlar arasında en büyük iki petrol şirketi ‘’Mobil’’ ve ‘’Shell’’di. Shell petrol şirketi uluslar arası sahada Hollanda-İngiliz ortaklığı etiketi kullanır. Royal-Dutek Shell’e bağlıdır. Sahibi Markus Samuel isimli bir Yahudidir. Diğer petrol arayıcısı şirket ‘’Mobil’’ ise bilindiği gibi Yahudi trilyoner Rockefeller’ın birçok petrol şirketinden biridir.

Türkiye’de petrol aramaya başlandığı 1956 yılından 1968 yılına kadar Mobil’in Türkiye’deki genel müdürü Necdet Egeran’dı. Necdet Egeran 1954’te yabancı şirketlerin Türkiye’de petrol aramasına izin veren petrol kanunu’nun kabul edilmesinde en büyük çabayı sarf edenlerden birisi. Aynı zamanda Maden Tetkik Arama[MTA] ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün kurucularından. Daha sonra emekli olup 1956’da Mobil’in başına geçer. Mobil’in petrol bulduğu kuyuları beton dökerek toprak üzerine çıkmasını engellediği söylentilerinin yaygın olduğu tarihte Mobil’in tek söz sahibi idarecisiydi. Dönemin Etibank Genel Müdürü Burhan Ulutan da o tarihlerde çalkalanan rivayetleri doğruluyor. Kendisiyle görüşmemiz sırasında yaptığı açıklamada Ulutan şunları söyledi:

“1965’lerin başında Mobil Oil’in başında Egeran isimli birisi var. Bu arada petrol bulunan kuyular da kapatılmış.”

O dönemin en gündemdeki şahıslarından Necdet Egeran’ın başka büyük bir özelliği daha var. Bu özelliğini Türkiye’de masonların kendi aralarında yayınladıkları “Şakül Gibi” isimli mason dergisinden öğreniyoruz.

“Enver Necdet Egeran’ın kimliği. 24 Ekim tarihinde Doğuş Locası’nda tekris edildi. [42 yaşındayken]. Mayıs 1950 de kalfa, Ekim 1950 de üstat oldu. Necdet Egeran Bilgi Locası’nın 25 kurucu üyesi arasındadır. 1955 yılında da üstat-ı muhterem oldu. Egeran 1958 de Türkiye Büyük Locası’na genel sekreter seçildi. Locası tarafından İskoçya Büyük Locasına fahri büyük 2.nazırı unvanı verildi. 1964 yılında 1. Büyük Locasını temsil için New York Büyük Locası’nın toplantısına davet edildi. Necdet Egeran 2 Mayıs 1965 te pek sayın üstat seçildi. 58 yaşında 16. masonik yılında Türk masonluğunun en genç büyük üstadı oldu.”
[Şakül Gibi Dergisi]

Görüldüğü gibi Necdet Egeran, Amerika’dan ısmarlama gelen Cevat Eyüp Taşman gibi yabancı petrol şirketlerin türlü entrikalar çevirdiği bir dönemde Türkiye’nin en aktif masonu olma özelliğini de taşıyor. Aynı tarihlerde petrol çıkan kuyuları betonla kapatan Mobil’in genel müdürü olması da rastlantı değil.

Türkiye’nin yıllardır petrol yönünden dışarıya bağımlı kalması ve belki de Ortadoğu’nun sayılı petrol üreticisi ülkelerinden biri olma şansını kaybetmesi ile Türkiye’deki masonluk, siyonizm davasına pek önemli katkılarda bulunmuş ve neticede hipnozlu milletvekillerinin uyuduğu bir anda yeni petrol yasası Meclis’ten geçmiştir!

Bir dönem Türk petrol rezervlerini kontrol eden masonların listesi:
Selim Soydanbay; Mobil müdürü, Dev Locası. Kazım Akyel; Türkiye Petrolleri Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. İbrahim Enver Altınlı; MTA Enstitüsü Uzman, Kültür Locası. İhsan Ruhi Berent; MTA Genel Müdürü, Uyanış Locası. Osman Şevki Figen; Mobil Oil Marmara Bölgesi Müdürü, Musavvaf Locası. Mithat Güldü; Etibank Başkaotrolü, İdeal Locası. İhsan Mizanoğlu; Petrol Ofisi Müdürü, İnanış Locası. Rauf Rozental; Socani Vakum Petrol Şirketi Genel Müdürlüğü, Kültür Locası. Nahri Ergene; Mobil, Fazilet Locası. Besim Tan; Mobil Müdürü, Sevgi Locası. İbrahim Deriner; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Eski Müsteşarı, Bilgi Locası. İhsan Kayın; Petrol Ofisi Müdürü, İnanış Locası. Nimet Danabaş; Maden Kredi Bankası Müdürü, Kültür Locası. Süha Tuğrul Aksoy; Etibank Alım Satım Şube Müdürü, Ülkü Locası. Osman Bilen; TPAO Personel Müdürü, Uyanış Locası. Lütfi Ersin Üçer; Shell Co. Planlama Müdürü, Özlem Locası. Sabih Büyükarıkan; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müşaviri, Uyanış Locası. Turhan Kut; Etibank Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. Sabri Ceren; TPAO Pazarlama Muhasebe Müdürü, Uyanış Locası. Ziya Aytınbaş; Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. Abdülkadir Asna; MTA Enstitüsü TTL Şubesi Müdürü, Uyanış Locası. Rıfat Ayaydın; Türkiye Petrolleri Anonim Şirketi, Uyanış locası. Osman Ali Berkman; Mobil Müdürü, Ankara Uyanış Locası. Mehmet Rıza Akaslan; TPAO Mali İşler Grup Başkanı, Uyanış Locası. Atilla Aykol; Maden Jeoloji Mühendisi, Dev Locası. Ahmet Baray; Etibank Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. Zekai Boyer; TPAO Personel Müdürü, Ankara Uyanış Locası. Bergin Erkan; TPAO Genel Müdürü İkmal Grup Başkanı, Gökkuşağı Locası. Cengiz Erdal; Petrol Ofisi Anonim Şirketi Genel Müdür Yardımcısı, Gökkuşağı Locası. Yalçın İlter; Mobil Oil Bölge Müdürü. …

Bu isimlerden de anlaşıldığı gibi Türkiye’nin madenleri yıllarca siyonistlerin “çiftliklerimiz” dedikleri mason localarına kayıtlı kişilere bırakılmış. Üstelik bunların pek çoğu Türkiye’nin azami derecede milli duyarlılık göstermesi gereken Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı çalışanlarıdır! Gafiller memleketim!

RETOG Şirketinin hazırladığı Türkiye’deki petrol dosyaları:

“En zengin yataklar Türkiye Kürdistan’ında”

Türkiye sınırları içindeki petrole ilişkin oyunların yoğunluğu çoğu zaman kamuoyunda “Türkiye de petrol var ama ortaya çıkarılmıyor” tartışmalarına yol açıyor. Yıllardan beri bu konuda medya kuruluşlarında birçok haber dönem dönem yer alır. Ne hikmetse bulunan petrol sahalarını hiçbir gazeteci veya medya kurumu yerinde görmez, tespit etmez ve edemez. Bu konuyu ciddiyetle ele almış hiçbir haber programı veya gündem haber bulamazsınız. Teşebbüs eden birçok gazeteciyi de işinden ederler. Yapacakları çalışmayı hem kursaklarına gömerler, hem de yayınlayacak bir yer bulamazlar. Çünkü basın kuruluşları, medya satılmış! Diğer taraftan biz gafiller bu iri gazete ve televizyonlar da yayınlanan magazin programlarına ilgimizi her geçen gün arttırırız! Bu tarz konuların işlendiği programların neden gösterilmediğini sormayız!

27 Şubat 1992 tarihli Güneş Gazetesi’nin birinci sayfasında yayımlanan hayli ilginç rapora bakalım. “En verimli yatakların Türkiye Kürdistan’ında olduğunu ileri sürdüler.” “Amerikalı Ceyarlar Güneydoğu’da” başlıklı haber de bakın hangi cümleler yer alıyor:

“Güneydoğu Anadolu’yu ve Bitlis, Van, Adıyaman, Tunceli illerini Türkiye Kürdistan’ı olarak değerlendiren bir Amerika Birleşik Devletleri şirketi, Türkiye’nin yer altı zenginlikleri konusunda ilginç iddialarda bulundu. Amerikalı Petrol Şirketi Retog, Türkiye Suriye, Irak[IraQ] sınır bölgesinin petrol ve gaz rezervlerinin raporunu yayınladı. Rezerv açısından çok zengin olduğu bildirilen bu bölge, raporda Kürdistan olarak nitelendirildi.
[Hakan Yılmaz Çebi, 27 Şubat 1992, Güneş Gazetesi]

Kürdistan! Türklere milliyetçi duygular aşılandı, şimdi de Kürtlere milliyetçi duyguları aşılıyorlar. Ümmetçi olmamız gerekirken, milliyetçi takılıyoruz. Türkleri milliyetçilikle, Kürtleri Kürdistan’la oyalıyorlar, gerçekte iç savaş çıkartıp; ortalığı karıştırıp din kardeşini, din kardeşine öldürtmek istiyorlar. Sonra kurtarıcı rolüne bürünüp Türkiye’yi işgal edecekler.

“14900 Landmark Blyd. Sütte 370 Dallas, Texas 75240 USA adresindeki Retog şirketince hazırlanıp satışa sunulan raporda, Türkiye’nin çok şaşırtıcı bir coğrafi konumu olduğu kaydedildi. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin, Ortadoğu Petrol Bölgeleri’nin kuzeydeki uzantısı olduğu belirtilen raporda, şu anki faal petrol sahalarının az miktarda petrol rezervlerine sahip olduğu vurgulandı.

Raporda öne sürülen görüşlerin aşırı derece detaylı olması dikkat çekti. 4 ciltten oluşan rapor, bölgedeki 517 petrol kuyusunun tüm kayıtlarını kapsıyor. Ayrıca bölgenin tüm jeokimya ve termal özellikleri ve tarımsal etkinliklerini gösteren haritalar da raporda bulunuyor. Raporda yalnızca Ortadoğu’nun Güney bölgelerinin petrol bakımından zengin olduğu görüşünün aksine, içinde Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi topraklarının da bulunduğu kuzey bölgelerinin petrol bakımından zengin olduğu belirtildi. Ayrıca bu bölgede daha önce ayrıntılı bir araştırma yapılmadığı kaydedildi.

45 bin ABD doları fiyatla satışa çıkarılan raporda, Türkiye Kürdistan’ı olarak adlandırılan yöredeki, işlenmeyen petrol sahalarının rezervlerinin büyüklüğü övülüyor. Bakir bölge olarak adlandırılan işlenmeyen sahaların Irak[IraQ] ve Türkiye’de işlenen petrol sahalarından daha verimli olduğu iddia ediliyor.

RETOG şirketinin “yeraltı ve petrol araştırma fırsatları, Türkiye Kürdistan’ı” adlı raporunda, 500 bin ölçekli harita, kuyular, büyük petrol ve gaz sahaları, 52 ayrıntılı kuyu jurnali, 517 kuyu bilgi kayıtları, yerüstü coğrafi bilgiler, Bouger yerçekimi bilgileri, Türkiye-Suriye ve Irak[IraQ]’ın sismik derinlik haritaları ile bu ülkelerde çalışan petrol sahalarının ayrıntılı haritaları bulunuyor. Raporda ayrıca Türkiye’nin siyasi yapısıyla bunun komşu ülkelerle kıyaslamaları da detaylarıyla anlatılıyor.”

Yıl 1992: Türkiye Kürdistan’ı dilerde. RETOG şirketinin vermiş olduğu Türkiye için azami öneme sahip bilgilerin yanında özellikle bu raporda yer alan Türkiye Kürdistan’ı cümlesine dikkatlerinizi çekmek isterim. İsrail siyonizminin Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptırdığı Irak[IraQ] işgali sonucu bu niyet her geçen gün gerçekleşmek üzere. Oysa 1990 yılında çıkan masonluk ve kapitalizm adlı eserin ilk baskısının “özel bölümünde” bu konuya dikkat çekilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gerek zengin petrol yatakları, gerekse GAP projesi gibi dev bir projenin yer aldığı topraklarda kurulacak bir Kürt Devleti, İsrail için yutulmayacak bir lokma değildir. Kurulması tasarlanan bu devletin zayıf, askeri güçten yoksun, ekonomik açıdan himayeye muhtaç bir devlet olacağını tahmin etmek hiç de güç değil. Planın ikinci aşamasında, Ortadoğu’nun tek söz sahibi ülkesi haline gelecek İsrail için, bu Kürt devletini kontrol ve himayesine almak gayet kolay olacaktır. Kürdistan’ın İsrail’in bir eyaleti olmasıyla gelişecek bu aşama, İsrail’in Güneydoğu Anadolu sınırları içine alıp vaat edilmiş topraklara kavuşmasıyla sona erecektir.

Rapor şöyle devam ediyor;

“Olay bu yönden değerlendirildiğinde, Time Dergisi’nde çizilen Kürdistan haritasının Güneydoğu Anadolu’nun uzaydan çekilen petrol haritasıyla üst üste çakışmasının bir tesadüf olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dergi de yayınlanan Kürdistan haritasının sınırları Gaziantep’ten başlıyor. Kuzey Irak[IraQ]’tan Halepçe’ye kadar uzanıyor. Türkiye’nin zengin petrol yatakları Diyarbakır, Adıyaman, Nusaybin ve Batman arasında tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni içine alan bir yay çiziyor.”

Diğer taraftan uzaydan çekilen petrol yataklarının haritası üzerine Kürt sorununu bahane ederek Amerika’nın bölgeye yerleşmesi de çok dikkat çekici bir olay. Körfez Krizi ve şimdi de Irak[IraQ] savaşı derken bölgede “insani yardım ve güvenlik kampları” adı altında büyük bir oyun oynanıyor.

Amerika Voice Of America TV’de bir yayında spiker milletvekiline soruyor:
Soru: Amerika’ya yönelik terör saldırıları devam ederse ne gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz?
Cevap: Gerekirse en kutsal yerlerini bombalamaya kadar gidebiliriz.
Soru: En kutsal yerlerden kastınız Kâbe’mi?
Cevap: Evet Kâbe, gerekirse bombalarız.

Saldırıları yapanlar kendileri, Müslümanları suçlayıp saldıranlar kendileri ve kıblemiz, kutsal yerimiz, Kâbe’yi bombalamakla tehdit eden Yahudiler, Masonlar!

Avrupa Birliği’nden bir yetkili de “Türklere Sevr’i kabul etmekten başka çare kalmayacak” dedi ve yine kimseden ses çıkmadı.
Ama Türkiye Avrupa Birliği’ne girebilmek için yanıp tutuşuyor.

George W. Bush Vatikan’ı ziyarete gittiğinde Papa’yla konuşmasında: “Amerika’nın şu anda girişmiş olduğu iş, Müslümanlara karşı Haçlı seferidir” dedi ve tüm gazeteler de bunu yazdı. Türkiye’deki gazeteler hariç.

Yine bir Amerikalı üst düzey yetkili, “Dünya ve Ortadoğu’da yepyeni bir düzen kurulacak. Güzellikle olmazsa asker zoruyla gerçekleştirilecektir.” dedi ve kimse sesini çıkarmadı.

Peki, Türkiye’yi nasıl yıkacaklar? Türk ecdadının kanıyla sulanmış, gafil bir nesle miras kalmış Türkiye’yi nasıl yıkacaklar?

Önce tüm devlet kurumları özelleştirme adı altında yabancılara satılacak. İki Türk bankası Yunanistan’a satıldı. Türk Telekom özelleştirildi, yabancılara satıldı. İletişim ağı tamamen kâfirlerin elinde. Birçok stratejik kurumlar özelleştirme adı altında kâfirlere satıldı.

Bunlar kimin zamanında oldu? Recep Tayyib Erdoğan zamanında!

Ama son seçimlerde Amerika Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesine karşı çıktı değil mi? George W. Bush bir önceki dönemde medya sayesinde Başbakan seçtirdiği Recep Tayyip Erdoğan başbakan seçilmesine karşı çıktı değil mi? George W.Bush karşı çıkmadı, sadece açıklamalarda bulundu. Bazıları türban konusu gündeme geleceği için olduğunu düşünür. Saçının bir tutamının bile göz zinası olan kadınların başlarının açtırılması. Bu da bu ülkenin Müslüman olmadığını gösteriyor. Recep Tayyip Erdoğan ise olayı gittikçe körükledi. Üstüne gitti değil mi? Halkın sesi Recep Tayyip Erdoğan. Ne oldu peki? Eski tas eski hamam. Her şey aynı! İç savaş kapıda! İç savaş kapıda! İç savaş çıkartmaya çalışıyorlar! Gafilliğimizden yararlanıp, bizi birbirimize düşürüp, İslamiyeti yok edebilmeleri için, “Great İdea”, Büyük Ortadoğu Projesi[BOP]’ni gerçekleştirebilmeleri için iç savaş çıkarmaya çalışıyorlar millet. İç savaş çıkınca ne olacak, Amerika kurtarıcı rolünde Türkiye’ye girecek, zaten özelleştirme adı altında satın aldıkları devlet kurumlarının üstüne bu ülkenin yönetimini ele geçirecek.

Ama zaten bu halk yöneticisini kendisi seçiyor değil mi? Amerika kendi menfaatleri doğrultusunda seçtiklerini medya sayesinde halka güzel gösteriyor, halkta Kuran’a küfretmek pahasına baktığı televizyonlardan, gazetelerden izleyip, okuyup öğrendikleriyle Amerika köpeklerini, Amerika uşaklarını başa getiriyor. Ne üzerine olduğu bile bilmeyen Kâfiristan Memleketim!

Ama Recep Tayyip Erdoğan namaz da kılıyor değil mi? Halkın dini duygularını, Amerika’nın, insanlara en düşman olan Yahudilerin emellerini gerçekleştirebilmek için dini istismar ediyor! İslamı kullanıyor!

Amerikan başkanı bu ülkeye geliyor, olağanüstü güvenlik önlemleri alınıyor. Bırakın bu ülkeye gelmesini nerde olursa olsun onu bulup öldürmemiz gerekirken, biz dünya imparatorunu, dinimizi yıkmaya çalışanı baş tacı ediyoruz. “Ama öldürürsek savaş çıkar?” Adamlar zaten savaş çıkartacaklar. İslami değerlerimizi nasıl yok ettilerse, yakında bizleri de yok edecekler. “550 milletvekili var, neden bunlar bir şey yapamıyor?” Bir ara ailesiyle birlikte trafik kazası geçiren milletvekillerini hatırlayın. Hepsi de Amerikan karşıtı konuşma yaptıktan bir iki hafta sonra trafik kazası geçirip öldü. Daha doğrusu Amerika öldürttü. Askeriye bile dokunulmazlığı olduğu için darbe yapmadan yargılayamıyor, Apdullah Öcalan’ı bile öldüremediler, yargılasa ne yapacak ki. Ama Amerika karşıtı konuşan dokunulmazlığı olan milletvekilleri Amerika tarafından öldürülüyor, kısa haberlerle geçiliyor; bizde ALLAH rahmet eylesin diyoruz. Ama Askeriye var, Genel Kurmay Başkanlığı var? Türkiye’nin Genel Kurmay Başkanlığı, Askeriyesi Türkiye’yi korumuyor ki, kendi sevdiğini koruyor. Kendi sevdiği haricinde, halkla alakalı olan bir konuda “hükümet bir şey yapmadan biz bir şey yapamıyoruz” diyor. Askeriye artık darbe de yapamıyor, Avrupa Birliği uyum süreci uygulamaları adı altında yasa çıkardılar ya.


HEPSi Mi ECELi iLE ÖLDÜ?

Adnan Kahveci- Eski Maliye Bakanı. Dedi ki;

"Bizim bağımsız olmamız için Amerika ve IMF'den kurtulmamız lazım." 2 gün sonra trafik kazasında öldü!

Bedri İnce Tahtacı- Saadet Partisi Gaziantep Milletvekili,
Dedi ki;"Amerika en büyük engeldir bir ülkede; ABD istediğini Başbakan yapar, istediğini Cumhurbaşkanı ". 5 gün sonra Gaziantep'e giderken trafik kazasında öldü!

Turgut Özal –Cumhurbaşkanı, Dedi ki;

"Musul ve Kerkük bizimdir. Bunu dünya biliyor, Alacağız". 10 gün sonra öldü!

Eşref BİTLİS- Jandarma Genel Komutanı. Dedi ki;

"Amerika'nın İncirlik'ten kalkan uçakları PKK'ya yardım dağıtıyor" 4 gün sonra eksi -60 dereceye kadar dayanıklı olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ait uçak ile Siirt’e giderken kaza geçiren uçağı daha kalkış anında iken Ankara Yenimahalle Posta İşleme Merkezi’nin üzerine düştü ve öldü! Kaza nedeni uçak motorlarının buzlanması! Oysa Siirt'te o esnada hava soğukluğu -11 idi. Ankara’da ise -5 idi.

Recep YAZICIOĞLU- Denizli Valisi. Denizli'de kanun çıkardı; "Artık bundan sonra dükkânlara ve benzeri yerlerde İngilizce isim kullanılmayacak, yani ‘cafe’ değil kahve yazılacak" dedi ve 1 hafta sonra Ankara'ya giderken trafik kazasında öldü!

Bahtiyar AYDIN-Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı;

"Bu dış güçlerin büyük bir oyunu, sakın inanmayın, kanmayın kardeşi kardeşe vurduruyorlar, Lice'si ile Hani'si ile Eruh'u ve Edirne'si Muş'u ile aynı ırkın evlatlarıyız, bu ülke kolay kazanılmadı! Çanakkale’de dedelerimiz omuz omuza can vererek kazandılar! Biz de bize yakışır bir şekilde koruyacağız ve bu PKK bitecek bu ABD oyunu son bulacak" dedi ve 10 gün sonra Diyarbakır Lice'de ilkokul çocuklarına önlük, bot, ayakkabı ve kırtasiye malzemesi dağıtırken keskin nişancı silahı ile sırtından, çocukların gözü önünde vurularak öldü.

Binbaşı Cem Ersever: "Ben Ahmet Cem Ersever. PKK'yla yapılan mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine, Türkiye Cumhuriyeti'nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığına inandığım ve 1992 yılında Zavahir’i kurtarmak gerekçesiyle bilgisizce yapılan Kuzey Irak Harekatı'nın devleti bir açmaza soktuğunu, PKK'ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını beyan ederek, 1993 yılının Mart ayında Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum. 1984 yılından bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uydurmalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyorum ve Türk basınıyla kamuoyu önünde Celal Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, Köy Korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağım."
[Binbaşı Ersever, düşündüğü bu açıklamayı yapamadan öldürüldü.]

TBMM- 1 Mart tezkeresine ret oyu verdi.

3 gün sonra İstanbul’un göbeğinde bombalar patladı. Kaç kişi öldü?

Kancık köpekler olur bilir misiniz? Erkeğini görünce kuyruğunu bacaklarının arasına kıstıran ve erkeğine arkasını dönen kancık köpekler! Türkiye’yi yönettiklerini iddia eden, Türkiye’deki halkın verdiği oylarla seçtiğini düşündüğü Türkiye’yi yönetenler! Erkeğini görünce kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp erkeğine arkasını dönen kancık köpekler gibi vermişler arkalarını Amerika’ya, halkı pış pışlayarak uyutuyorlar. Biz gafilleri, biz müslüman bozması kâfirleri uyutuyorlar. Halk da aynı şekilde kancık köpekler gibi arkasını dönmüş yöneticilere eyvallah diyor!

Gelelim Türkiye’de ki diğer masonlara:
İŞ ADAMLARI
Sakıp Sabancı [ilk kuruculardan, sanayici, ülkenin en zenginlerindendi.], Erol Sabancı [Sanayici.], Rahmi Koç [Holding Patronu.], Nejat Eczacıbaşı [Holding Patronu, Bildenberg üyesi.], Bernard Nahum [Vehbi Koç'un Yahudi ortağı. Be-Ko Bernard-Koç demektir.], Vitali Hakko [Vakko'nun sahibi.], Jak Kamhi [Holding Patronu.], Arman Karabet [Türkiye Ermeni Cemaati sözcüsü.], Izak Halava [Yahudi, Haham.], İsmail İsmen [mühendis, Yahudi Dönmesi.], Tuncer Bezmen [gazeteci, yahudi dönmesi.], Fuat Bezmen [Santral Mensucat Sahibi, Yahudi dönmesi, döviz kaçakçısı olduğu ortaya çıkınca Amerika’ya kaçmıştı.], Ali Koçman [Armatör, TÜSİAD Başkanı idi.], Neşet Sırman [İthalatçı, Lions Klüpleri Genel direktörü idi.], David Kohen [Sigortacı, aynı zamanda bütün aile Lion'dur.], Lyonel Makzume [Vapur Acentası var, yahudi, ailece Rotaryen, kaçakçılıktan yargılandı, mahkum oldu.], Jacques Jeulin [Bankacı, Osmanlı Bankası, yabancı.], H. Von Tielman [Türk HOECHST genel müdürü.], Ferit Volkan [Sherton Genel Müdür Muavini], Edward Keiser [İsviçre Hava Yolları Temsilcisi, yabancı.], Bahir Uysaler [Oto-Koç Genel Müdür Yardımcısı.], Sefer Ulusoy [Otobüs Şirketi var.], Selçuk Yaşar [Holding Patronu.], Mehmet Yazar [Odalar Birliği Başkanı, bakan.], Niyazi Yılmazer [Yakamoz'un sahibi.], Arslan Sanır [HEMA Eski Genel Müdürü.], Dündar Soyer [İzmir Sanayi Odası Başkanı idi.], Ugur Paksoy [Paksoy Fabrikası Müdürü.], Cengiz Okaygün [THY ve YEM Sanayi Yönetim Kurulu üyesi idi.], Sahabettin Bilgisu [İzmir Ticaret ve Sanayı Odaları Başkanı.], Mete Tanrıkut [Banka Müdürü.], Teoman Terim [TUSAŞ Genel Müdürü.], Ali Tuzcuoglu [Nakliye Şirketi Sahibi.], Tuncay Sarızı [Nükleer Tıp Uzmanı.], Seyfettin Tokbey [Noter.], A. Kozanoğlu, Ali Balkaner, Alp Yalman, Armatör Sadıkoğlu Ailesi, Ateş Ünal Erzin, Boronkay, Bezmen’ler, Cem Boyner, Çiftçiler Holding, Çapa Ailesi [Çapamarka] Dinçkök, Demirağ Ailesi [Mehmet Nuri ve kardeşi Abdurrahman Naci], Dilberler Mağazaları, Eczacıbaşı, Erdoğan Demirören, Erol Aksoy, Esenpen [Esen Özgener], Erkut Yücaoğlu, Feyyaz Berker [Tekfen], Feyzi Akkaya [STFA], Gorbon, İbrahim Ethem Ulagay İlaç, İpar Ailesi, Kazım Taşkent [Yapı Kredi], Koç Holding, Kutman Ailesi [Doluca Şarapları], Mehmet Üstünkaya, Manisalı Elginkan Ailesi [ECA], Mustafa Taviloğlu, Ömür Yoğurtları, Öngüt’ler, Öner Akgerman [Çimentaş], Özgörkey Ailesi [İzmir Pepsi], Refik Baydur, Rumeli Holding [Uzanlar], Raşit Özsaruhan [Metaş, Betontaş], Selim Edes, Sohtorik, Şarık Tara- Şadi Gülçelik [ENKA], Uğur Mengenecioğlu [UM Denizcilik], Ulusoy Ailesi [Ulusoy Taşımacılık], Yaşar Holding, Zorlu Ailesi, …

MEDYA-HALKLA İLİŞKİLER-REKLAM
Dinç Bilgin [gazeteci, medya patronu holding sahibi], Erol Simavi [gazete sahibi], Orhan Tokatlı [gazeteci], Akkan Suver [Yeni Düşünce Gazetesi sahibi, milliyetçi bilinir.], Ziya Tansu [İKA Haber Ajansı], Ümit Atay [basın yayın programcısı], Ayber Saruhan [gazeteci], Hagop Ayvas [Gazeteci], Günay Şimsek [gazeteci], Necmettin Tanyolaç [spor yazarı], Kemal Aziz [gazeteci], Haluk San [gazeteci], Erdoğan Sungur [gazeteci], Mehmet Sadun Altuna [eski basın yayın genel müdürü], Erdogan Arıpınar [gazeteci], Turhan Tayan [gazeteci], Mete Atabek [gazeteci], Selahattin Atasoy [emekli albay], Bahaettin Tatış [eğitimci], Akif Tatlıcıoğlu [noter], Yılmaz Tunçhal [gazeteci], Vedat Nedim Tör [yazar], Suphi Türel [gazeteci], Yavuz Dolun [haber ajansı], Nehar Tüblek [karikatürist], Fuat Uygan [yayıncı], Turhan Dilligil [gazete patronu], Haluk Cansın [gazeteci], Bekir Çiftçi [gazeteci], Erol Dallı [gazeteci], Kenan Değer [TRT’ci, Antalya], Nurettin Demirkol [gazeteci], Emin Edis [gazeteci], Teoman Ertan [TRT’'ci], Mümin Çevik [editör], Güngör Mengi [gazeteci, TRT'de hükümet temsilcisi], Yekta Okur [gazeteci], Üstün Ünügür [gazeteci], Bahadır YanıkÖmeroğlu [gazeteci], Arslan T. Yazman [gazeteci], Ertuğrul Zorlutuna [gazeteci], Kahraman Bapçum [gazeteci], Tuğrul Ilıcak [Kemal Ilıcak'ın akrabası, gazeteci], Aykut Sözeri [aktör], Ali Kırca, Altan Öymen, A. Emin Yalman, Ali Sirmen, Ali Gevgili, Adnan Düvenci, Abdi İpekçi, Aydın Sevgel, Ali İhsan Göğüş, Alev Coşkun, Altan Erbulak, Ali Ulvi, Ali Baransel, Argun Berker, Ayla Selışık Tamar, Ayşe Arman, Aydın Boysan, Ali Canip Yöntem, Abdülkadir Yücelman, Ali Naci Karacan, Aladdin Baydar [Fenerbahçeli ilk milli futbolculardan, gazeteci], Bilgin Ailesi [Sabah, ATV], Bekir Coşkun, Bekir Kutmangil [Günaydın’ın öldürülen sahibi], Bedii Faik, Cengiz Çandar, Cüneyt Ülsever, Coşkun Kırca, Can Ataklı, Cenk Koray, Canan Arıtman, Cüneyt Arcayürek, Cihat Baban, Cüneyt Koryürek, Cehdi Şahingiray, Çetin Emeç, Defne Samyeli, Doğan Koloğlu, Erkan Göksel, Ecvet Güresin, Emil Galip Sandalcı, Ebuziyyad Ziya, Ekrem Uşaklıgil, Emine Uşaklıgil, Erdal Atabek, Eşfak Aykaç, Enis Tahsin Til, Ercan Arıklı, Emre Kongar, Engin Baydar [Nazikioğlu, soyadını kullanmıyor- Türk Basın Birliği Başkanı idi], Ertuğrul Soysal [Nail Keçili’nin üvey babası, eski İSO bşk,TİSK Kurucusu, Atlı Zincir'in sahibi], Fikret Bila, Ferai Tınç, Faik Akın, Füsun Özbilgen, Fikret Otyam, Fazıl Ahmet Aykaç, Gülgün Feyman, Güngör Mengi, Güneri Cıvaoğlu, Gündüz Vassaf, Gündüz Kılıç [GS’li Baba Gündüz-Kılıç Ali’nin oğlu, Altemur Kılıç’ın kardeşi], Gülçin Telci, Hüseyin Cahit, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Hamdi Nüzhet Çançar, Halit Deringör, Hakkı Tarık Us [gazeteci], Işıl Özgentürk, ismet Berkan, İsmet Solak, İsmail Hüsrev Tökin, İsmet Binark [yazar], Karacanlar, Kahraman Bapçum, Kamil Masaracı, Leyla Umar, M. A. Birand, Mehmet Ali Önel, Murat Sertoğlu, Murat Birsel, Mecbure Canan Barlas, Münir Berik, Mekki Sait Esen, Mahmut Ekrem Talu, Muvaffak Talu, Mükerrem Sarol, Mithat Perin, Murat Belge, Muammer Yaşar Bostancı, Mahmut Esat Bozkurt, Metin Yalman [A. N. Sezer’in Basın Danışmanı], Naim Tirali, Nuri Çolakoğlu, Necmettin Sadak, Nezih Demirkent, Nasuh Mahruki, Necati Zincirkıran, Nail Güreli, Necmi Tanyolaç, Orhan Koloğlu, Okay Gönensin, Osman Kavala [İletişim’in sahibi], Osman Kapani, Osman Saffet Arolat, Osman Ulagay, Oğuz Tongsir, Orhan Erinç, Oğuz Aral, Örsan Öymen, Özcan Ergüder, Ömer Madra, Piyale Madra, Pakize Suda, Reha Muhtar, Refik Erduran, Ruhat Biliktan Mengi, Recaizade Mahmut Ekrem, Rasih Nuri İleri, Rana Pirinççioğlu, Simaviler, Sedat Sertoğlu, Sedat Ergin, Seçkin Türesay, Suphi Nuri İleri, Sabiha Sertel, Selim Ragıp Emeç, Selçuk Erez, Semih Poroy, Semra Somersan, Semih Balcıoğlu, Şiar Yalçın, Tahsin Öztin, Talat Sait Halman, Talay Erker, Turhan Selçuk, Tekin Aral, Uzanlar, Uğur Dündar, Umur E. Talu, Vedat Nedim Tör, Yalçın Bayer, Yılmaz Çetiner, Yavuz Gökmen, Yalım Eralp, Zekeriya Sertel, Zeynep Göğüş,
Fazli Necip Bey [Yeni Asır Gazetesi’nin Kurucusu], Erol ve Sedat Simavi [Hürriyet Gazetesi’nin sahipleri], Ahmet Emin Yalman [Vatan Gazetesi’nin kurucusu], Abdi İpekçi [Milliyet Gazetesi’nin eski Genel Yayın Yönetmeni], Ferit Sahenk [NTV’nin Sahibi] …

TERAKKİ VAKFI OKULLARININ ÜNLÜ MEZUNLARI
Ömer Madra, Ümit Meriç, Billurdeniz Seval [mankenlik ajansı sahibi], Gülçin Telci [gazeteci], Ali Nasuh Mahruki, Sedat Üründül, Reşit Emre Kongar, Barış Manço [10. sınıfa kadar Galatasaray Lisesi'nde okuyan Barış Manço babasının vefatının ardından, kendisi de bir Selanik göçmeni olduğu için Şişli Terakki Lisesi'ne geçerek oradan mezun olur], Şarık Hamza Tara, Halit Refiğ, İshak Alaton, Orhan Pamuk, Mazhar Efe Özal [1967 Ankara, Turgut Özal'ın oğlu], Yıldız Sertel, Mustafa Taviloğlu, Bekir Kutmangil, Prof. Dr. Can Gökdoğan, Prof. Dr. Aksel Siva, Doç. Dr. Umur Çorgar, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Berna Yılmaz, Sevda Sabancı, Erkut Taşkın, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, Fatoş Aslı Ural [Selçuk Ural'ın kızı], Lütfi Emin Karaosmanoğlu, Mine Kantel Yıldız, Özlem Savaş [Tv sunucusu, oyuncu], İdris Kavala, Ogün Uluç, Çiğdem Subaşı, Candan Şimşek, Muzaffer Sürmeli, Fehmi Saltık, Cem İlhan, Ahmet Adil Tunca, Zahit Aydın Göğüş, İnci Selçuk, İrem Kalkavan, Yahya Murat Demirel [1967 Isparta], Murat Arman, Deniz Çupi [İslam Çupi'nin oğlu], Ahmet Zorlu, Alara Bezmen [Halil Bezmen'in kızı], Çiğdem Sabancı [Erol Sabancı'nın kızı], Esat Murat Serezli [Metin Serezli'nin oğlu], Hasan Nuri Tanla [Bülent Hasan Tanla'nın oğlu], Mehmet Yalçıntaş [Nevzat Yalçıntaş'ın oğlu], Abdullah Zaimoğlu [Rasim Zaimoğlu'nun oğlu], Salih Yavuz Uluğ, Sabetay Varol, Mehmet Erdem Yarsuvat, Fatma Necla Balkır, Halit Refik Refiğ, Hayri Erdoğan Alkin, Ahmet Bali, Emin Yalçın Öktem, Hülya Uğur [Tv’de hava durumu sundu].

BÜROKRASİ
Remzi Yelman [emekli korgeneral], Ertuğrul Ünlüer [eski Kocaeli vali ve belediye başkanı], Numan Urs [emekli albay], Engin Ural [çevre sorunları vakfı başkanı], Bülent Ulusu [eski başbakan], Hamit Yener [emniyet 1. şube müdürü idi.], Nüvit Yetkin [CHP milletvekili idi.], Halit Tokullugil [Bursa eski valisi], Zeki Yücetürk [Balıkesir eski milletvekili], Ali Berkol [NATO'da görevli], Suphi Baykam [CHP milletvekili idi], Fahir İlkel [eski enerji ve tabii kaynaklar bakanı], Sezai Orkunt [emekli amiral], Sezai Oymaklı [emekli subay], Hüseyin Öğütcen [İzmir valisi idi], Tahsin Önalp [eski bayındırlık bakanı], Enver Saatçigil [eski vali], Ahmet Gündüz Aktuğ [polis başmüfettişi], Bedrettin Dalan [İstanbul eski belediye başkanı], Şahap Kocatopçu [27 mayıs ve 12 eylül bakanlarından], Hakkı Kütük [emniyet müdür muavini], Şerif Tüten [eski Ankara valisi, Rotary şeref üyesi], Ülkü Söylemezoğlu [imar iskan bakanlığı müsteşar yardımcısı], Çetin Anuncan [deniz subayı], Muzaffer Ercis [emekli tuğgeneral], Yelman Gazimihal [SEKA genel müdürü idi], Feyyaz Gölcüklü [MDP milletvekili], Rüştü Güner [DSİ bölge müdürü], Saffet Gürtav [İETT genel müdürü], Muammer Durak [vali muavini], A.A.I.Hilbrand [yabancı, askeri ateşe], William Hudson [İstanbul İngiliz konsolosu], Herman Büneman [İzmir alman başkonsolosu], Akgün Kıcıman [dışişleri bakanlığı protokol müdürü], Ekkes Langer [Ankara Avusturya Ticaret Ateşesi], Gerard Sambrana [Fransız, idari ateşe], Erkki Tammiwori [Finlandiyalı, başkonsolos], Geoffrey Ogden [İstanbul ABD başkonsolos vekili], Hans Peter Schoni [İsveçli, idari müsteşar], Fritz Langer, Marshall Berg [ABD idari ateşe], Wolfgang Ziebel [Alman, başkonsolos], Nicholas Baskey [ABD, idari ateşe], …

SİYASET
Ali Fuat Cebesoy, Altemur Kılıç, Ahmet Ağaoğlu, Aydın Köymen, Atilla Mutman, Bülend Ulusu, Bülent Akarcalı, Bülent Tanla, Besim Tibuk, Behçet Bilgin, Bahattin Yücel, Bekir Sami Kunduh, Besim Üstünel, Burhan Özfatura, [Mahmut] Celal Bayar, Celal Tevfik Karasapan, Cihat İren, Cemal Madanoğlu, Cemal Bardakçı, Dr. Nazım, Daniş Koper, Emre Gönensay, Ercan Karakaş, Erdoğan Berktay, Ercüment Konukman, Fahri Korutürk, Fuat Bulca, Fatin Rüştü Zorlu, Feridun Cemal Erkin, Fahrettin Kerim Gökay, Fethi Tevetoğlu, F. Türüng [General], Gökberk Ergenekon, Güneş Öngüt, Hayrettin Erkmen, Hüsrev Gerede, Hasan Menemencioğlu, Hasan Esat Işık, Haluk Ülman, Haluk Bayülken, Hulusi Köymen, Hızfı Oğuz Bekata, İsmail Cem, İttihatçı Rahmi Bey, İbrahim Deriner, İlhan Öztrak, İbrahim Deriner, İhsan Gürsan, İhsan Alyanak, İrfan Özaydınlı, Kemal Derviş, Kılıç Ali, Korel Göymen, Kasım Gülek, Lütfi Kırdar, Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Ali Aybar, Mithat Şükrü Bleda, Mehmet Ali Bayar, Maliyeci Cavit Bey, Mükerrem Berk, Muhittin Üstündağ, Memduh Şevket Esendal, Mekki Sait Esen, Murat Sökmenoğlu, Mucip Ataklı, Muammer Çavuşoğlu, Naim Talu, Nevzat Yalçıntaş, Nazlı Ilıcak, Nazım Hikmet, Numan Menemencioğlu, Neşet Akmandor, Nihat Karaveli, Osman Kapani, Orhan Öztrak, Osman Kibar, Orhan Eren, Ömer Seyfettin, Ömer Lütfi Tunçay, Ragıp Gümüşpala, Rauf Orbay, Reşat Fuat Baraner, Reşat Muhlis Erkmen, Sedat Celasun, Suat Hayri Ürgüplü, Sarp Kuray, Sadrettin Celal Antel, Suat Baban, Sebati Ataman, Selim Sarper, Serbülent Bingöl, Samet Ağaoğlu, Sebati Ataman, Selim Sırrı Tarcan, Suphi Gürsoytrak, Şükrü Sina Gürel, Şükrü Kaya, Şaban Karataş, Şefik Hüsnü Değmer, Şehabettin Kocatopçu, Tansu Çiller, Talat Paşa, Turhan Kapanlı, Turan Güneş, Tevfik Rüştü Aras, Tayfur Sökmen, Tezcan Yaramancı, Tunca Toskay, Tayyibe Gülek, Vedat Nedim Tör, Vedat Dalokay, Vahit Halefoğlu, Yılmaz Ergenekon, Ziya Selışık, Ziya Gökalp, Zeki Baştımar, Zeki Erataman, …

BÜLBÜLDERESİ KABRİSTANINDA YER ALAN BAZI SOYİSİMLERİ
Sügüder, Dal, Dur, Dural, Zirh, Bozgeyik, Geyik, Asilbah, Alyot, Silan, Türkölmez, Aslantas, Tasan, Büyükol, Gülgöz, Özerdem, İsören, Cumali, Tavli, Tavasi, Tavil, Pakerman, Ceylan, Aslantas, Tör, Ertörer, Giray, Müftüoglu, Yigit, Samimi, Algan, Nazli, Simavi, Etel, Noyan, Darip, Alkas, Tabak, Soley, Bozok, Koronel, Noyanalpan, Güleryüz, Boratav, Refig, Varol, Yafet, Rasin, Medhi, Alav, Civaoglu, Düzel, Tezcaner, Fikrig, Ayral, Çirik, Türen, Pelin, Burç, Kuzekenani, Sunguroglu, Hizal, Harunoglu, Tatari, Zuvin, Kavrem, Sonad, Böke, Tomaç, Portakal, Akçam, Akyildiz, Kum, Mayor, Kerimol, Sözen, Azizoglu, Erzin, Açanal, Kolot, Atasayan, Kuday, Erpamir, Baç, İyitas, Kiykioglu, Dagsöz, Anak, Semi, Özin, Kunal, Seraç, Yalaza, Orik, Firat, Kuyumculu, Abdikoglu, Yakupoglu, İbrahimzade, Karaibrahimoglu, Talatpasaoglu, Özdemiroglu, Türkay, Ayaz, Özüren, Teksöz, Burduroglu, Keçeli, Kuyulu, Asaröz, Göçgil, Kaprali, Sönmez, Resimcioglu, Terzi, Koparal, Güdüm, Çandir, Dirim, Sarlak, Dogusoy, Elmastas, iriparlak, Korustan, Ökse, Çinardali, Altun, Altuntek, Altunel, Altuner, Altuntaş, Altuniş, Altunbay, Altunbaş, Çöloglu, Balin, Sadik, Geldigeçti, Çolak, Manyasli, Kadam, Eroyda, Tumanbay, Sinav, Batay, Yönder, Hoyi, Düzenli, …

ORDU
Aytaç Yalman [KKK], Ali Fuat Cebesoy, Ali Fethi Okyar [İttihat ve Terakki Gen. Sekreteri, Cumhuriyetin İlk Millet meclisi Başkanı, 2. Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Serbest Fırka Kurucusu, Yarbay, Büyükelçi], Abdurrahman Nafiz Gürman [Orgeneral, 4. Genel Kurmay Başkanı, Temsilciler Meclisi Üyesi], Asım Gündüz [Orgeneral, Garp cephesi Kurmay Başkanı, Milletvekili], Ali Hikmet Ayerdem [Korgeneral, Milletvekili [1923-1924]], Ali Nizami Paşa [Genelkurmay Başkanı [1881-1882]], Ali Saip Paşa [[?- 1891] Serasker, Müşir, Tophane Nazırı, Vali], Ahmet Mazhar Paşa [[1824-1890] Vezir, Vali, Şehremini [Belediye Başkanı- 1881-1890]], Abdurrahman Sami Paşa [İlk Maarif Nazırı [1857-1860] Maliye Nazırı A. Suphi Paşa ile yazar Sami Paşazade Sezai’nin babası], Ahmet Eyüp Paşa [[1883- 1923] Müşir [1873] Rus Savaşı Komutanı [1878] Vali], Ahmet Ağaoğlu [[Agayef] Ünlü Türkçü, [Samet Ağaoğlu’nun da babası. Mocan Yalısı’nın sahibi Şevket Mocan, ünlü bir sağcı, ünlü bir mason ve DP milletvekili Şevket Mocan’ın karısı Sara Hanım, Nazım Hikmet’in teyzesi. Çocukları Ayşe, Dündar Baştımar’la evleniyor, diğer çocuk Rüya da Samet Ağaoğlu’nun oğlu Mustafa Kemal Ağaoğlu ile evleniyor. Daha sonra da Rüya Hanım İlhan Nebioğlu’yla evleniyor ve Londra’da oturuyorlar. Kemal Derviş, Londra’ya gittiğinde bu evde kalıyor.]], Ahmet Vefik Paşa [197. Sadrazam [Dahiliye Nazırı, Elçi, Ayan üyesi, Maarif Nazırı, Evkaf Nazırı, İlk Meclisi Mebusan Reisi , Vali, Tarihçi,], Yazar Dr. Tevfik Rüştü Aras [Dışişleri Bakanı [1925-1938] mason.org’dan tarihçeye tıklanırsa, bütün üyelerinin Sabetaycı olduğu Selamet Locası içinde olduğu görülecektir. ]], Akif Eyidoğan [Başbakan Yardımcısı, Milltevekili, Senatör, Vali; Demirel’in adamlarından.], Ahmet Rasim Paşa [Vezir, Bahriye Nazırı [1879-1891] Vali, İstanbul Şehremini], Ali Fuat Başgil [Hukuk Profesörü, Senatör,Cumhurbaşkanı Adayı], Bülend Ulusu, Bekir Sami Günsav [Kurmay Albay, Kuvayı Milliye ve Tümen Komutanı], Cemal Madanoğlu, Cemil Topuzlu [Nafia Nazırı [1920] İstanbul Şehremini [Belediye Başkanı, 1912-1914] ordinaryüs Profesör Doktor. İlk Tıp Fakültesi Reisi [Kadıköy’de çok ünlü bir caddeye adı verilmiş]], Cafer Tayyar Eğilmez [Tümgeneral, Trakya Kuvayı Milliye Komutanı, milletvekili], Derviş İbrahim Paşa [[1817-1899] Serasker [Ordu Komutanı Vezir] Rumeli Komutanı, Bahriye Nazırı, Müşir [Mareşal] Vali], Ebulula Mardin [Medeni Hukuk Profesörü, Osmanlı Mebusu, Kazasker Mardini, Adliye Nazırı, Yusuf Sıtkı’nın oğlu, Necmettin Kocataş’ın damadı [mezarları yanyana], ünlü Mardin sülalesinin büyüğü], Fahri Korutürk, Fethi Tevetoğlu, F. Türüng[General], Fahrettin Rumbeyoğlu [Maarif Nazırı [1920] Tümen Komutanı, Müşir [Mareşal]], Fahri Engin [Amiral, Donanma Komutanı, Ulaştırma Bakanı [1941-1943]], Falih Rifkı Atay [Mustafa Kemal’in prensi denen [Karacan gibi] gazetecilerden. Mina Urgan’ın üvey babası. Kemalizmin mihenk taşlarından.] Orgeneral Refik Tulga [33. derece üstad mason], Orgeneral Eşref Manas [Üstad Mason-Erenler Locası], Korgeneral Selahattin Tokay [Sebataist ve Bilderberg üyesi], Korgeneral Şefik Erensü [Üstad Mason-Erenler Locası], Tümgeneral Profesör Doktor S. Tahsin Aygün [Büyük Loca kurucusu], Tümamiral Necdet Tiryaki [33. derece Üstad Mason], Tümgeneral Zeki Belgin [Ankara İnanış Locası], Tümgeneral Necmi Ökten [Ankara Yıldız Locası], Tuğgeneral Profesör Doktor Kamil Sokullu [Büyük Loca kurucusu], Tuğgeneral Profesör Doktor Necip Berksan [33. derece Üstad Mason], Tuğgeneral Profesör Doktor Saim Bostancı [Bilderberg üyesi], Tuğgeneral A. Kemal Sarıay [Suprem Konsey üyesi], Tuğgeneral Alaaddin Mizanoğlu [Ankara İnanış Locası], Tuğgeneral A. Remzi Yiğitgüden [33. derece Üstad Mason], Tuğgeneral İlker Güven [33. derece Üstad Mason], Kurmay Albay N. Tahsin Erol [Büyük Loca kurucusu], Kurmay Albay Ertuğrul Alatlı [33. derece Üstad Mason], Oramiral Bülent Ulusu, Oramiral Nejat Tümer, Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Orgeneral Çevik Bir, Orgeneral Necati Özgen, Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Orgeneral İlker Başbuğ,
Duran Akbulut, Yüksel Yalova, Tevfik Altınok, Atalay Şahinoğlu, Mehmet Moğultay, Tümamiral Nezih İşeri, Süleyman Demirel familyasının damadı ve CHP milletvekili İlhan Kesici, …

SANAT DÜNYASI
Abdülhak Hamit Tarhan, Altan Erbulak, Aziz Üstel, Ayşe Kulin, Ayten Gökçer, Aliye Berger, Azra Erhat, Ayten Alpman, Ayşe Gencer, Attila İlhan, Ajda Pekkan, Ali Rıfat Çağatay, Ali Uras, Arsen Gürzap, Aysel Gürel, Ahmet Adnan Saygun, Alpay, Arif Mardin, Ahmet Ertegün, Aziz Basmacı, Asuman Tuğberk, Ahmet Say, Bülent Ersoy, Bülent Fenmen, Bora Gencer, Barış Manço, Bülent Ortaçgil, Bülent Tarcan, Behzat Butak, Cüneyt Gökçer, Cem Davran, Celal Sahir Erozan, Cenk Eren, Cem Mansur, Can Gürzap, Cemil İpekçi, Cüneyt Tanman, Çolpan İlhan, Çetin Tekindor, Çiğdem Talu, Duygu Aykal, Doğa Rutkay, Derya Alabora, Deniz Gökçer, Erman Kunter, Enis Fosforoğlu, Erdem Buri, Emin Ongan, Engin Noyan, Eser Noyan, Erkan Özerman, Filiz Ali Lazlo, Fazıl Say, Füreyya Koral, Faiz Kapancı, Gönül Yazar, Günseli Başar, Gürer Aykal, Hüseyin Kutman, Haldun Dormen, Halikarnas Balıkçısı, Halit Ziya Uşaklıgil, Halit Refiğ, Hüseyin Saadettin Arel, Hande Ataizi, Hüseyin Baradan, Hulusi Kentmen, Işıl Yücesoy, İdil Biret, Kerem Alışık, Kenan Kalav, Köksal Engür, Levent Kırca, Leyla Saz, Leyla Gencer, Levent Yüksel, Müşfik Kenter, Mustafa Alabora, Mehmet Ali Alabora, Mehveş Emeç, Munis Faik Ozansoy, Mehmet Ali Erbil, Mete İnselel, Muazzez Tahsin Berkant, Müjde Ar, Mehtap Ar, Melih Kibar, Mısırlı İbrahim, Mahmud Celalettin Paşa, Mustafa Altıoklar, Meral Orhonsay, Mehmet Fehmi Tokay, Mükerrem Berk, Melike Demirağ, Mithat Fenmen, Metin Serezli, Metin Erksan, Muzaffer İlkar, Metin Bükey, Mustafa Denizli, Murat Özaydınlı, Meltem Hakarar, Muhip Arcıman, Neşe Erberk, Nevra Serezli, Nisa Serezli, Nermin Bezmen, Orhan Pamuk, Oya Başar, Orhan Gencebay, Osman Nihat Akın, Oya Küçümen, Okan Karacan, Okan Bayülgen, Oktay Rifat, Ömür Göksel, Özlem Savaş, Ömer Karacan, Peride Celal, Pakize Suda, Perran Kutman, Rutkay Aziz, Reşat Nuri Güntekin, Renan Fosforoğlu, Refik Kemal Arduman, Refik Talat Halman, Rakım Elkutlu, Rüçhan Çamay, Sevgi Soysal, Saltuk Kaplangı, Samim Değer, Semiramis Pekkan, Sibel Egemen, Selahattin Pınar, Selanikli Ahmet Efendi, Suna Kan, Semiha Berksoy, Sertap Erener, Selin Dilmen, Selin Toktay, Samih Rifat, Şinasi, Şerif İçli, Şekip Memduh, Şanar Yurdatapan, Şemsi İnkaya, Tarkan, Turgut Boralı, Turgut Demirağ, Tülay German, Talat Artemel, Tuncel Kurtiz, Tuğrul Dağcı, Uğur Akdora, Ulvi Cemal Erkin, Ümran Baradan, Ülkü Kuranel, Yıldız Kenter, Yusuf Atılgan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yasemin Kozanoğlu, Yıldırım Gencer, Yesari Asım Arsoy, Yıldız Sertel, Yasemin Baradan, Yasemin Kumral, Zeki Müren, Zeki Alasya, Zeliha Berksoy, Zihni Küçümen, …

AKADEMiSYEN-ÜNiVERSiTE-iLiM
Cezmi Biren [emekli amiral, milli eğitim müsteşarı idi], İlhami Nasuhioğlu [Cerrahpaşa Tıp Fakültesi dekanı, Diyarbakır Üniversitesi rektörü idi.], Nihat Balkır [Bursa Ünivesitesi rektörü], Ayhan Songar [profesör, milliyetçi tanınır], Necdet Uğur [eski milli eğitim bakanı], Adnan Süvari [futbol antrönörü], Suat Vural [profesör, dekan], Gürbüz Tüfekçi [sosyal antropolog], Nihat Tünaydın [Kabataş Lisesi, eğitimci], Mahmut Yılmaz [öğretmen], Antonio Trupia [İTÜ Öğretim üyesi], N.A.Jacques Batzli [Galatasaray Lisesinde öğretmen, yabancı], Frederic Shepherd [bioloji öğretmeni], Ali Doğramacı [Bilkent Rektörü], Aykut Barka, Asaf Savaş Akat, Aydın Aybay, Ali Fuat Berkman, Ali Fuat Başgil, Ali Yar [Yazar, matematik Ord. Profesörü, Fen Fakültesi Dekanı], A.Korhan Binark [Doktor, Marmara Üniversitesi
Ayhan ÇAVDAR [TÜBA Kurucu Üyesi]], Ahmet Taner Kışlalı, Bülent Berkarda, Bülent Tanör, Bedri Ruhselman, Bülent Daver, Bedii Şehsuvaroğlu, Bülent Tarcan, Burak Erman [TÜBA Kurucu Üyesi], Bülent Baradan, Berna Moran, Celal Şengör [TÜBA Kurucu Üyesi], Celal Göleli, A.M. Celal Şengör, Celal Esat Arseven, Cemil Sena Ongun, Cemal Arkon, Cihat İren, Cemi Demiroğlu, Cemil Topuzoğlu [Tıp Profesörü İstanbul Belediye Başkanı], Çağlar Keyder, Çetin Özek, Çiğdem Kağıtçıbaşı, Çiğdem Kağıtçıbaşı [TÜBA Kurucu Üyesi], Duygun Yarsuvat, Ender Berker, Erdoğan Alkin, Emre Kongar [medyada var aslında], Enver Ziya Karal, Erdoğan Şuhubi [TÜBA Kurucu Üyesi], Engin Bermek [TÜBA Kurucu Üyesi], Fatmagül Berktay, Faruk Erem, Fahir Erman, Faik Reşit Unat, Feza Gürsey, F. Mutlu Binark [Doktor, Gazi Üniversitesi], Fahri Arel, Fethi İdeman [Rektör], Gazi Yaşargil, Hamdi Peynircioğlu, Halil Berktay, Hayrullah Örs, Haluk Şehsuvaroğlu, Hamit Dilgan, Hüsnü Göksel, Hasan Boduroğlu, Hasan Tahsin Ayni, Hasan Köni, Hulusi Behçet [Behçet hastalığını bulan, soyadını Atatürk verdi, Aşiyan], Hurşit Güneş, İhsan Doğramacı, İlter Turan, İlhan Lüten, İbrahim Necmi Dilmen, İbrahim Hoyi, İsmet Hikmet Ertaylan, İlhan Tekeli, Kemal Gürüz, Kerim Erim, Kadri Raşit Anday [Tıp Profesörü, Melih Cevdet'in babası, Eczacı Mehmet Raşit Paşa'nın oğlu, Aşiyan], Leyla Neyzi, Murat Belge, Mehmet Kiciman, Mete Tunçay, Mustafa Hulki Erem, Macit Gökberk, Metin Özek, Mustafa Santur, Münci Kapani, Mina Urgan, Muvaffak Akbay [eski Ankara Hukuk Fakültesi Dekanı, şarkıcı Hümeyra’nın babası], Mustafa Hulki Erem, Metin Heper [TÜBA Kurucu Üyesi], Murat Sertel [vefat etti- TÜBA Kurucu Üyesi], Muammer Aksoy, Mazhar Osman Usman [uzman], Nilüfer Göleli, Nermin Abadan, Orhan Alsaç, Orhan Aldıkaçtı, Ömer Lütfü Barkan, Ömer İrdelp, Özdemir Nutku [Sevgi Soysal'ın ilk kocası], Reşat Garan, Ratip Berker, Razi Bel, Reşat Kaynar, Reşat D. Tesal, Rona Aybay, Reha Oğuz Türkan, Sulhi Dönmezer, Sıddık Sami Onar, Sahir Erman, Süheyl Ünver, Selçuk Erez, Selahattin Tandal, Suphi Ziya Özbekkan, Sami Gönensay, Sencer Ayata, Şerif Mardin, Tahir Taner [Hukuk Fakültesi Dekanı, Neşet Paşa'nın damadı], Toktamış Ateş, Uğur Alacakaptan, Ufuk Esin [TÜBA Kurucu Üyesi], Üstün Ergüder, Vehbi Eralp, Yavuz Abadan, Yavuz Nutku [TÜBA Kurucu Üyesi], Mehmet Ali Baba [Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu''nun kurucularından], Yazar Hüseyin Kazım Kadri [Sözlükçü], Hasan Cemil Çambel [TTK Başkanlığı yapmıştır], Mustafa Zühtü İnhan [İktisat Profesörü], Neşet Ömer İrdelp [Tıp Profesörü], Faik Sabri Duran [Coğrafya Profesörü], Mustafa Sekip Tunç [Psikoloji Profesörü], Mustafa İnan [İTÜ Rektörü], M.Kemal Öke [Tıp Profesörü], Hayrullah Örs [Eğitimci, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü], Vasfi Raşit Seviğ [Hukuk Profesörü], Besim Ömer Akalın [Tıp Profesörü], Niyazi İsmet Gözcü [Tıp Profesörü], Hüseyin Hamit [Fen Fakültesi Dekanı], Profesör Mustafa Hulki Erem [Rektörlük yapmıştır], Suphi Kamil [Y.Müh, Rektör], Burhanettin Toker [Ordünaryüs Profesör Doktor], Salih Murat Uzdilek [Fizik Profesörü], Fahri Arel [Ordünaryüs Profesör Doktor], Muzaffer Şevki [Profesör Doktor], Kerim Erim [Matematik Profesörü, Dekan], Cevad Memduh Altar [Müzikolog], Kazım İsmail Gürkan [Tıp Profesörü ve Rektör], Mehmet Ali Özeken [İktisat Profesörü], Enver Ziya Karal [Tarih Profesörü ve TTK Başkanı], …

FEYZİYELİLER IŞIKLILAR DERNEĞİ YÖNETİM KURULU
Nuretdin ERTÜRK [Yönetim Kurulu Başkanı], Gökay DALOĞLU [Yetkili, Başkan Yardımcısı], İnci DENİZCİ [Genel Sekreter], İnanç AKALIN [Organizasyon Sorumlusu, Başkan Yardımcısı], Enver ÜNSAL [Işıkev Sorumlusu, BaşkanYardımcısı], Ahmet ÇINAR [Üye Sorumlusu, BaşkanYardımcısı], Çelik ÖZBİLEK [Sayman], Batuhan ALİOĞLU [Veznedar], Sinem ÇELEN [Asil Üye], Emel FIRAT [Asil Üye], Hülya OLGUNER [Asil Üye], Azra BAYRU [Yedek Üye], Eda DALOĞLU [Yedek Üye], Emre MUTLUAY [Yedek Üye], Önder KUYUMCU [Yedek Üye], Cahit DEDEOĞLU [Yedek Üye], Erhan TUNCER [Yedek Üye], Sabiha GÖNCÜ [Yedek Üye], Yenal DOĞAN [Yedek Üye], Beste SİLAHÇI [Yedek Üye], Ömer ŞAMLI [Yedek Üye], Necmi DALMAN [Denetim, Asil], Hayri ÇINAR [Denetim, Asil], Burak KARACIK [Denetim, Asil], Bahri ALATLI [Denetim, Yedek], Eren ATAMAN [Denetim, Yedek], Murat ÖZTÜRK [Denetim, Yedek], Fahir GÖK [1999-2001 Geçmiş Dönem Başkanı], …

DİĞER
Suat Ballar [Avukat, eski Lions genel yönetmeni], Münip Tarhan [noter, Türkiye ve Dünya Lions Klüpleri Başkanı], Mukbil Özyürük [ilk kuruculardan, yazar], Fahrettin Kerim Gökay [ordinaryüs profesör, Lions kurucusu, İstanbul vali ve belediye başkanı idi.], Kemal Zorlu [Altay Klübü başkanı idi], Mazhar Çelebi [ilim yayma cemiyeti başkanı], Sermet Hüseyin [Ankara Rotary başkanı idi], Kemal Köksalan [Lions güvernörlerinden], O.Cumhur Akkent [emekli doktor albay, çocuk satmak ve öldürmekten yargılandı, cezaevinde.], Çetin Yıldırım Akın [avukat, Türkiye Lion Klüpleri genel yönetmeni idi, Cumhur Akkent'in davasını üstlendi ama hapisten kurtaramadı.], …
Giritli Sırrı Paşa [Hekim İsmail Paşa’nın daması, şaire Leyla Saz’ın eşi. [İsmail Hakkı Arar yani 12 Mart’ın Bakanı, Mustafa Kemal’in hekiminin, ölüm raporunu doktorun oğlu oluyor. Dedesinin ismi Mehmet Ali Ayni. Babaannesi Feride Hanım. Babaannesinin babası Giritli Sırrı Paşa. Giritli Sırrı Paşa’nın diğer çocuğu ünlü mimar Vedat Tek. Vedat Tek’in karısı Firdevs Dino. Giritli Sırrı Paşa’nın kardeşi Mustafa Nuri Bey, yani Rasih Nuri İleri’nin dedesi. Ali Neyzi, Nezih Neyzi, İsmail Arar da Sırrı Paşa'nın kızları tarafından torunlarından birkaçıdır. Aynı ailenin diğer kolları: Talu, Dino, Aybar, Madra, Aybar, Cebesoy, Ran]], Hüseyin Hüsnü Paşa [[1829-1894] Serasker, Müşir, Vali], Hasan Hüsnü Çakır [Ticaret Bakanı [1938-1941], Milli Savunma Bakanı [1948-19509, Milltevekili], İngiliz Mehmet Sait Paşa [İngiltere’de okuduğu için İngiliz deniyor. Müşir, Vali, Rasathane Müdürü], İbrahim Ethem Paşa [[1850-1926] Vezir], İsmail Müştak Mayokan [Yazar, milletvekili, Ermeni Kırımı Malta Sürgünü], İbrahim Sarım Paşa [[1801- 1853] 182. Sadrazam], İbrahim Hayrullah [Adliye Nazırı [1913-1915] Ermeni Kırımı Malta Sürgünü, Şeyhülislam Pirizade M. Sahip ile F. Hayrunisa’nın torunu], Kazım Paşa [[1839- 1936] Müşir [Mareşal] Ordu Komutanı, Vali, Plevne Gazisi, Vali; Sadrazam Esat Paşa’nın kardeşi], Lütfi Kırdar [Sağlık Bakanı [1957-1960] Milletvekili, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı [1938-1949]], Memduh Tağmaç [Orgeneral, 13. Genelkurmay Başkanı [1969-1972] daha önce Kara Kuvvetleri Komutanı], Muzaffer Göksenin [Orgeneral, Hava Kuvvetleri Komutanı [1950-1953], Büyükelçi], Mehmet Sırrı Üke [[1886-194449 Selanikli, Tümgeneral, Tümen Komutanı, Milletvekili], M. Sabri Toprak [Tarım Bakanı [1925-1927], Milletvekili, Osmanlı Mebusu, Ermeni Kırımı nedeniyle Malta Sürgünü], Mürsel Bakü [Tümgeneral, İzmir’e giren Süvari Komutanı, Malta Sürgünü, Milltevekili], Macar Mehmet Hamdi Paşa [[1828-1896] Müşir], Mahmut Ethem Paşa [[1830-1886] Müşir, Ayan Üyesi, Kaptanı Derya M. Ali Paşa’nın oğlu], Lofçalı Derviş İbrahim Paşa [[1817-1896] Müşir [1862], Serasker [1876] Dahiliye Nazırı,, Vali Rumeli Komutanı], M. Sabri Paşa [[?- 1879] Cihan Seraskeri, Müşir, Tophane Nazırı, Ticaret Nazırı, Vali], Manastırlı Salin Faik [Mutasarrıf, Divan Şairi], Mustafa Saffeti Ziya [Maliye Nazırı, Yazar, Protokol Genel Müdürü, Musa Saffeti Paşa’nın torunu.], Mehmet Emin Yurdakul [Türkçü Şair, Vali, Osmanlı Mebusu, Milletvekili, Bahriye Nezareti Müsteşarı], M. Emin Çınar [Tümgeneral, İstiklal Savaşı Kahramanı, Tümen Kurmay Başkanı], Mehmet Esat Bülkat Paşa [Ordu Komutanı, Bahriye Nazırı, Korgeneral, Vehip Paşa’nın [Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki komutanı] kardeşi], Mehmet Celalettin Paşa [Maarif Nazırı, Bahriye Nazırı], Nurettin Baransel [Orgeneral, 6. Genelkurmay Başkanı [1954-1955], Kara Kuvvetleri Komutanı], Necdet Uran [Oramiral, 5. Deniz Kuvvetleri Komutanı [1961-1968] Büyükelçi], Nazmi Topçuoğlu [Ticaret Bakanı, Milltevekili], Nazif Kayacık [Tümgeneral, Tümen Komutanı, İstiklal Savaşı Kahramanı], Nejat Şirel [Heykeltraş, Mustafa Kemal’in çoğu heykelini yapan kişi, Güzel sanatlar Akademisi Müdürü, Ressam Avni Lifij’in kayınbiraderi], Neşet Ömer İrdelp [İç Hastalıkları Profesörü, binbaşı, yazar, Istanbul Üni. Rektörü [1933], milletvekili [1934] Antropoloji Enstitüsü Kurucusu, Mustafa Kemal’in özel hekimi ], Necmettin Molla Karataş [[1875-1949] Asdliye Nazırı, Osmanlı Mebusu, vali, Şeyhülislam Turşucuzade A. Muhtar’ın oğlu, Ebulula Mardin’in kayınpederi], Nazım Nabizade [[1862-1893] Kur. Yüzbaşı, Harp Okulu Öğretmeni, şair-yazar], Osman Nuri Tufan [[1886-1944] Tümgeneral, Alay Komutanı], Orhan Seyfi Orhon [Beş Hececiler Şairi, gazeteci- yazar, milletvekili [1946-1950]], Ömer Fahrettin Türkkan [Korgeneral, I. Dünya Savaşı’nda Kork. Komutanı, Medine Müdafaii, Büyükelçi; General selim Türkkan ile General Orhan Türkkan’ın babasıdır.], Pirizade Mehmet Sakıp Molla [119. Şeyhülislam, Kazasker, Ayan, Mevlevi,, Tarihçi Hayrullah’ın damadı, Abdülhak Hamit’in eniştesi [eşi Feriköy’de gömülü], Adliye Nazırı İbrahim Hayrullah’ın babası], Rauf Orbay, Ragıp Gümüşpala [Orgeneral, 10 Genel Kurmay Başkanı Adalet Partisi ilk Genel Başkanı, milletvekili], Recep Paşa [[1842-1908] : Müşir [1884], Harbiye Nazırı [1908]], Rıza Tevfik Bölükbaşı [Filozof sanlı hekim, mebus, Maarif Nazırı [1918-1919] , döneminin bütün Mason Locaları’nın en büyük üstadı azamı], Sedat Celasun, Suphi Gürsoytrak, Sadık Aldoğan [Tümgeneral, Milletvekili, Temsilciler Meclisi Üyesi, Millet Partisi Kurucusu], Sabri Paşa [[?- 1879] Vezir, Zaptiye Müşiri, Rusumat Emini], Seyyit Bey [[? İzmir- 1924] Adalet Bakanı [1923-1924] Osmanlı Mebusu, Ayan Üyesi, Hukuk Profesörü], Selahattin Adil Pasanoğlu [İstiklal Harbi’nde Tümgeneral, Ordu Komutanı], Seyit Ali Paşa [[ ?- 1826] 171. Sadrazam , Sadrazam M. Reşit Paşa’nın eniştesi], Şükrü Kanatlı [Orgeneral, Kara Kuvvetleri Komutanı [1951-1954] Jandarma Genel Komutanı [1947-1949]], Şemsettin Sami Franşeri] GS Kurucusu Ali Sami Yen’in babası], Şakir Kesebir [İktisat Bakanı [1929-1930] [1937-1938] , Milletvekili, Çocukları Şişi Terakki mezunu. CHP Edirne Milltevekili Erdal Kesebir’in dedesi], Tahsin Demiray [Milletvekili, yazar, Türkiye Yayınevi kurucusu, Türkiye Köylü ve Adalet Partisi kurucusu.], Veli Rıza Paşa [[1842- 1908] Müşir, Harbiye Nazırı], Yusuf Ziya Paşa [Maliye Nazırı [1871, 1877 arası üç kez] Maarif Nazırı, Darüşşafaka Kurucusu [İstanbul Sevi’nin Darüşşafaka ile ilgili notları açıklayıcıdır]], Yakup Şevki Subaşı [Orgeneral, Ermeni Kırımı’ndan Malta Sürgünü], Zekai Okan [Orgeneral, Genelkurmay II. Başkanı, Büyükelçi], …

Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek derecesi neydi? Şeyh-ül İslam! Cumhurbaşkanı ve Padişah’tan bile büyüktürler!

Yakın tarihte Osmanlı döneminde Mason olan Şeyh-ül İslam'lara değinelim.
-Şeyhülislam Musa Kazım Efendi
-Şeyhülislam İzzettin Efendi
-Şeyhülislam Hayri Efendi
-Şeyhülislam Berlin Sefareti Baş İmamı Mustafa Hafız Şükrü
-Şeyhülislam Sefaret İmamı Haşim Veli
-Şeyhülislam Müderris Mahmut Esad Efendi
Bu kişiler gerçekte masondur!

Bu kişiler arasındaki yabancı misyon mensuplarına dikkat edin.

1984'de Rotary İnternational başkanı seçilen eski Türkiye Lion Klüpleri başkanı Münip Tarhan:
"Lionların birbirlerine kan bağından daha kuvvetli bağlarla bağlı olduğunu" söylüyor!
Daha açık bir ifadeyle Türkiye'deki Rotary ve Lions Klüpleri Türk yasalarına değil, Uluslararası Rotary ve Lions yasalarına bağlıdırlar! Yabancı Lions ve Rotaryenlere daha yakındırlar! Yabancılar için çalışırlar! Türkiye'deki yardım faaliyetleri ise göstermelik olmaktan öteye geçmez! Yabancılar Türkler'e düşmandırlar, kızarlar. Ama Türk Lions ve Rotaryenlere, ne hikmetse büyük ilgi gösterirler! Mesela Tekin Akmansoy, Almanya'da "Türk" olarak karşılaştığı zorlukları, "Rotary rozetiyle aştığını" övünerek anlatmaktadır! Yani itibar görmek için türklüğünden fedakârlığa hazırdır! İşin en komik yanı nedir, biliyor musunuz? Konu menfaat olunca, sağcılık, solculuk, milliyetçilik, hatta şeriatçılık önemini kaybeder. Nice hızlı solcunun, çocuğunu Amerika'ya gönderen bursu görünce, cıvataları gevser! Bir bakarsınız, ağız değiştirmiş, Amerika'yı övüyor, serbest piyasayı savunuyor, hatta Mehmet Barlas gibi "Bağımsızlık ta neymiş? Artık herkes karşılıklı bağımlı!" diye konuşur olmuş! Amerikalılar boşuna doların üzerine "We Believe in God- biz [paranın] tanrı olduğuna inanırız" yazmamışlar!

İslamiyete açmış oldukları savaş dolayısıyla, Türkiye’yi uğrattıkları zarar dolayısıyla, dine, islama, Kuran’a; Aleyhisselatu Vesselam Efendimize savaş açtıkları için öldürmemiz gereken Masonları öldürmediğimiz gibi, onları dinliyor, okuyor, onları seçiyor ve onlar için çalışıyoruz. Müslümanlığı yok etmeye çalışanların daha rahat yaşayabilmeleri ve mason emellerini daha çabuk gerçekleştirebilmeleri için para kazandırıyoruz. Masonlar için çalışıyoruz. Para gelsin yeterki. İslam gitmiş. Din gitmiş. Kuran’a küfredilmiş. Peygamber Efendimize hakaretler edilmiş. ALLAH inkâr edilmiş. Bizim umurumuzda mı? Para gelsin bize. Biz hayatımızı, yaşayışımızı kuralım. Bize dokunmayan yılan bin yaşaşın nasıl olsa! İyi de dinimizi bozdukları için, rızkımızı elimizden alıp, bize kurtarıcı rolüyle kendilerine borçlandırdıkları için, bu yılanlar bize dokunmuş olmuyor mu? Birlik yok ama değil mi? Masum bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmüş gibi günahtır nasıl olsa. Zalimler masum olmuş, masumlar zalim olarak isimlenmiş!
“İçeri atarlar değil mi bizleri? Hapse tıkarlar. İşkence yaparlar.” Gafil halkta, gazeteler, televizyonlar ne derse ona inanırlar. Sadece Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanında ‘müslüman’ yazan kâfirler memleketi!

Gelelim Osmanlı’da ve Türkiye’de yönetimde bulunan masonlara!

Osmanlı Padişahı V.Murad, Şehzade Kemalettin Efendi, Şehzade Nurettin Efendi, 5.Murad''ın Başmabeyincisi Ahmet Seyid, Sadrazam Koca Mustafa Reşit Paşa, Sadrazam Ali Paşa, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Tunuslu Ethem Paşa, Sadrazam Hayrettin Paşa, Sadrazam Mithat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam 1. Hakkı Paşa, Sadrazam Talat Paşa, Maliye, Eğitim ve Vakıf Bakanı M.Raşit Are, Bahriye Bakanı Cemal Paşa, Maliye bakanı Cavit Bey, Maliye Bakanı Tevfik Bey, Dış İşleri Bakanı Ahmet Nesimi Sayman,
Faydalı İşler Bakanı Ali Münif, Ulaştırma Bakanı Kirkor Agaton, Devlet Adamı ve Yazar Ethem Pertev Paşa, Devlet Adamı ve Musikişinas Prens M.Abdülhalim Paşa, Prens Aziz Hasan Paşa, Devlet Adamı ve Şair Süleyman Asaf, Şam Valisi ve Abdülhamid''in Damadı olan Damat Ahmet Nami Bey, Ankara Valisi Reşit Paşa, İttihat ve Terakki Fırkası Genel Yazıcısı Mithat Şükrü Bleda, Maliye Müsteşarı Faik Süleyman, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi, Büyük Millet Meclisi Reisi Kazım Özalp, Başbakan Hasan Saka, Başbakan S. Hayri Ürgüplü, Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen, Başbakan Yardımcısı Akif İyidoğan, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Daça, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Dışişleri Bakanı Selim Sarper, İçişleri Bakanı Mehmet Cemil Uybadın, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Adalet Bakanı Hasan Menemencioğlu, Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Milli Savunma Bakanı Münir Birsel, Milli Savunma Bakanı Hulusi Köymen, Tarım Bakanı Reşat Muhlis Erkmen, Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan, Ticaret Bakanı Zühtü Velibeşe, Ticaret Bakanı Ahmet Dallı, Milli Emniyet Bakanı Celal Tevfik Karasapan, Bolu Milletvekili Cevat Abbas Gürer,

Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit, Eski Başbakan Tansu Çiller, Dış İşleri Bakanı İsmail Cem İpekçi, [dedelerinden biri hahamdır, Cemil İpekçi’nin kardeşi], Bülent Ecevit zamanında Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olan Kemal Derviş, Türkiye Komünist Partisi’nin Kurucusu Mustafa Suphi, Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü, Eski Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, Türkiye İşçi Partisi Eski Genel Başkanı Behice Boran, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Merkez Bankası Eski Başkanı Gazi Erçel, Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, Cumhurbaşkanlığı Sekreteri Tacan İldem, Fatin Rüştü Zorlu [Adnan Menderes Hükümeti’nde Bakan], Cumhuriyet Tarihinin İlk Sosyalistlerinden Doktor Şefik Hüsnü, İlk Kadın Emniyet Müdürü Feriha Sanerk, Eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz, …

Süleyman Demirel. Beşiktaş Dikilitaş’ta yaptırılan ilköğretim okulu Lions Klübü tarafından yaptırılırken cumhurbaşkanı olduğu dönemde birçok mason okul açılışına katılmıştır. Süleyman Demirel Türkiye’yi parçalamak, islamiyeti bozmak için elinden geleni yapan masonlardandır! Kâfirlerden, daha beter bir halde olduğu halde, ne üzerine olduğunu bilmediği halde Türk milletinin cumhurbaşkanı seçtiği Süleyman Demirel masondur!

Bülent Ecevit! Karaoğlan! Masonların planlarının gerçekleştirilmesi için halkı oyalarlar, uyuturlar. Kundaktaki bebekler gibi pış pışlarlar. Kundaktaki bebekler gibiyiz millet! Kundaktaki bebekler gibiyiz! Ses çıkarmadığımız zaman bizden iyisi yok, bir iki sesi çıkan çıkarsa öldürülüyor. Bir şeyden haberdar olamayanlarda ağızlarındaki emziklerle yetiniyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediklerine bakalım!
“Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolünde! Tüm paşalar mason ya da masonların kontrolünde. İsrail'le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık.”
Çevresindeki ilişkiler ağı ile sürekli gündemde olan ve 28 Şubat sürecinde, "İslam" imgesi üzerinden mazlumlaştırılarak, liderleştirilen Recep Tayyip Erdoğan'ın bu güne kadar Yahudi çevrelerle sergilediği yakın ilişki birçok spekülasyona sebep olmuştur. 28 Şubat sürecinin kahramanlarından Çevik Bir'in; ABD'nin en güçlü siyonist Yahudi lobilerinden JINSA'dan aldığı "cesaret" madalyası bir süre sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın da boynuna takıldı. Türk Milleti'nin farklı cephelerde olduğunu zannettiği "İslamcı" tarikatlarla, "Yahudi" ve "Hristiyan" tarikatlarının arasındaki grift ilişkiler ağı gözönüne serildikçe, kamuoyu için kurulan sahnenin perde arkası da netleşmeye başlıyor. Soner Yalçın'ın en son "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi-2" kitabı ile kapısını araladığı; Türkiye'deki tarikatlarla Musevilerin ilişkisi, bugünlerde piyasaya çıkmaya hazırlanan yeni bir kitapla farklı bir boyuta taşınıyor. Ergun Poyraz'ın "Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet (Masonlarla Elele)" kitabı ;
“Kamuoyundaki birçok ismin yüzündeki maskeyi indiriyor ve Türkiye'deki tarikatlarla Masonlar arasındaki ilişkiler ağını çok daha somut ve güncel belgelerle” gözönüne seriyor.
Kitaptan aşağıda alıntıladığımız bölüm ise Tayyip Erdoğan'ın marjinal bir siyasi kimlikten, Türk siyasi hayatının tepesine tırmanışındaki arka plan dinamiğini aydınlatıcı cinsten:

“Mason biraderler bir değil, on değil, yüz değil, binlerce! Şeriatçı bir partinin lideri İsviçre'de mason olup, sözde mason düşmanlığı yaparken, Peygamber soyundan geldiğini iddia eden Amerikancı işadamı Fethullah Gülen’in referansı ile tanıştığı ve parasını kullandığı İspanya kralının ülkesinde Tekris oluyordu. Mukaddesatçı bisküvicinin oğlu ise Pinto'nun referansı ile mason olurken, çevresine, "müracaat ettim ama beni almadılar" diyordu. Kasımpaşalı’nın referansı ise Alaton'du. Masonların Yunanistan dâhil birçok Osmanlı toprağının Türkiye’nin elinden çıkmasına sebep olmuşlardır!
Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Recep Tayyip Erdoğan'a yakın çevreler; Recep Tayyip Erdoğan'ın Üzeyir Garih ve İshak Alaton'la yakınlığının bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini ve Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanı olmadan önce, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'a İshak Alaton'un da üye olduğu locadan tekrisinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması gerektiğini belirttiler.
Kitabında;

Ülker Grubu ile masonların; Kemalist ve Milliyetçi geçinen bazı emekli paşaların Fetullahçı şirketler ve Koç Grubu ile bağlantılarına, son zamanlarda enerji politikaları veya terör uzmanı diye lanse edilen isimlerin hangi localara kayıtlı olduklarına, bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı'nın, Hablemitoğlu'nun Köstebek kitabının basılmasını önlemek için görevlendirdiği mülkiye başmüfettişinin Ankara'da hangi locaya üye olduğuna, Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretlerinde özellikle görüştüğü şeyh Muhammed Kabbani'nin kayınpederi Kıbrısta'ki şeyh Nazım Kıbrisi'nin İngiliz istihbaratına hizmet eden faaliyetlerine, Fethullah Gülen hakkında çıkarılan arama kararlarının göstermelik olduğuna ve kendisinin kontrgerillayla bağlantısına dair somut bilgilere, Kürtlere azınlık hakkı isteyen kitaplara imza atan Jack Kamhi'ye, Yönetiminde masonların ağırlıkta olduğu Türk Kalp Vakfı; Ülker'in "kolesterol düşüren ürünleri" ve Maliye Bakanı Unakıtan'ın kolesterol düşürücü ilaçların ödemelerini durdurması arasındaki ilintiye, Mütevelli heyetinde Mason ve şeriatçı isimlerin harmanlandığı ve amacını, "Türkiye'nin ve Türk Ulusu'nun ve Anadolu uygarlığının sanat ve kültür varlıklarını ve mimari mirasını korumak" olarak belirten TAÇ Vakfı'na kadar birçok önemli konuya dikkat çeken Ergün Poyraz'ın Recep Tayyip Erdoğan'ın masonluğuna dair iddiası aşağıdaki veriler ışığında daha bir anlam kazanıyor!

Mason Haberal'ın Konya'daki hastanesinin açılışını yapmak için bizzat gittiği Konya'da; Türkiye'nin en üst düzey masonlarından İhsan Doğramacı'nın referansını kullanan Recep Tayyip Erdoğan "Haberal'a sahip çıkacağım, o bize İhsan Doğramacının emaneti" şeklinde konuşmuştur. Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı öncesinde Üzeyir Garih-İshak Alaton ekseninde derinleşen ilişkileri yakın çevresi tarafından doğrulanmıştır. Ergün Poyraz'ın kitabında yer verdiği üzere; Star Gaztesin’de Faruk Mangırcı'nın 18 Ekim 2005 tarihinde köşesinde yazdığı Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda yaptığı konuşması şöyledir: “Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolünde! Tüm paşalar mason ya da masonların kontrolünde. İsrail'le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık.” Recep Tayyip Erdoğan "İslam" üzerinden oy toplayıp, iktidar olmuştur! "Türban" sorununu çözemediği halde ülkedeki kiliselerin, yabancı vakıfların ve yabancı sermayenin her türlü mülkiyet sorununu çözmüştür! Recep Tayyip Erdoğan; siyasi misyonu Siyonizm, öğretisi Kabala olan ve İslam'a savaş açan masonların üyesidir!

Türkiye içinde olmasalar bile bulup öldürmemiz gerekenleri Türkiye yönetici yapıyor!

Belçika Bilderberg ise kendine bağlı olan diğer Bilderberg'lere EMREDiYOR:

Fethullah Gülen'e halife derecesinde ve Türk seçimlerinde oy belirleyici güç yapmak için sonuna kadar güç verilecektir. Fethullah Gülen'in BİLDERBERG'li olduğuna ilişkin ipekli Breech'ini (Hakim, savcı, Avukat, öğretim üyesi, öğrenci mezuniyet kıyafeti, eski Haham cübbesi olan) kaftanını davasına olan sadakatini şeklen gösterecektir. Bu yüzden Fethullah Gülen, ABD yurttaşı olarak görevine devam edecektir. [Alparslan Türkeş’in Bilderberg üyelerine sorduğu soru üzerine verilen cevap!]

Allah Kuran'da Hristiyanlar için buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını ve ruhbanlarını tanrı edindiler. Sadakallahül-Azıym.
[Tevbe Suresi, 31. ayet]
Bu ayet inince sahabeler soruyorlar:
'Yâ Resulullah, onlar hahamlarına ibadet etmiyorlardı?’
Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz buyuruyor:
'Onlar ruhbanlarına ibadet etmediler ama hahamların helal kıldığını helal kabul ettiler, haram kıldığını haram kabul ettiler.'
[Tirmizi, 3095]

Fethullah Gülen, “Bu kadar dershanemiz var, destekleriz yani. Hâkim de kiralayacaksınız, avukat da kiralayacaksınız.” Kısaca diyor ki, Hizmet'in büyümesi için, rüşvet vermek caizdir.

Allah [c.c.] buyuruyor:
Bismillahirrahmairrahiym. Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Sadakallahül-Azıym.
[Maide Suresi, 51,52. ayetler]

Ve Fethullah Gülen Papa'nın kollarında!

Fethullah Gülen’in evlerinde, dersanelerinde üç tür kitap okunur.
1-Bediüzzaman Said Nursi’nin tahrif edilmiş kitapları.
2-Fethullah Gülen’in kitapları.
3-Önden giden atlılar, aslan fedâkar abiler, kahraman öğretmen ablaların kitapları.

Kuran okunmaz! Fethullah Gülen’in evlerine, dersanelerine gidenler yıllarca bir hadis kitabı bile okumaz. Daha dehşetlisi Kuran Meal’i bile okumaz!

ALLAH’ı bilmezler, Aleyhisselatu Vesselam’ın hayatını bilmezler ama Fethullah Gülen’in çocukluğunu bilirler.

Fethullah Gülen taraftalarları ne diyor? “Sen Fethullah Gülen’in köpeği ol!” Fethullah Gülen okul açıp dindar genç yetiştiriyormuş? Evet! Okul açıyor ama kendine tapan putperest gençler yetiştiriyor. Böylece kendini eleştirilemez kılıyor. İslam’da hiç kimse başkasının köpeği olmaz. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz insanları kendine köpek etmedi! Ama Fethullah Gülen taraftarları seve seve köpek olurlar, insanları da köpek olmaya davet ederler. Hz.Ömer defalarca Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e karşı kendi fikirlerini savunur, çok kez haklı çıkardı. Ama Fethullah'a karşı çıkılamaz. Fethullah Gülen’in yaptıkları yanlış olamaz.

Dinlerarası diyaloğun bizim için anlamı “Bütün insanları İncil’e ve Kilise’ye yani Hıristiyanlığa ulaştırma” yoludur.
[Papa 6. Paul, 6 Ağustos 1964]

Kelime-İ Tevhid’in ikinci bölümü olan “Muhamed ALLAH’ın Resulüdür” hükmüne gerek yok!
[Fethullah Gülen]

“Pek muhterem Papa cenapları. Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonunuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zat-ı alinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerde ki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslamın asırlarca ölçülen yanlış agılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır. Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine hoş görünüze sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu’daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz.”
[M. Fethullah Gülen’in Papa’ya Yazdığı mektuplar// 10 Şubat 1998, Zaman Gazetesi]

“Yine hoş görünüze sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz.” diyor Fethullah Gülen! Papa’nın görevi nedir? Hıristiyanlığı dünyaya yaymak! Fethullah Gülen Hıristiyanlığı yaymak için Papa’nın emrine girmek istiyor yani!

Bir vaiz “Bu meclis ne güzel yerdir” dedirtmek, insanları etrafına toplamak, insanları ağlatmak, yaka-paça üstlerini yırttırmak için vaaz ediyorsa, o vaiz gafildir!
[Gençliğe Öğütler//Vaaz Ve Nasihatte Edep/İmam Gazali]

Fethullah Gülen vaazlarında salya-sümük ağlamaktan başka bir şey yapmıyor!

AKP hükümeti, artık Kuran’ın hükümlerini bile, kendi işine gelen, gelmeyen biçimde ayırarak yasaklama yolu ile sansürlemektedir.

Bilindik üzere camilerin kapısında cemaatin okuması ve feyz alması için Kuran’dan ayetler yazılır. Bu geleneğe uygun olarak da İstanbul’da ‘’Eminönü Zeynep Sultan Camii’’ kapısında Maide Suresi’nin 51. ayeti yazılmış. Ayet; Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki o da onlardandır. Sadakallahül-Azıym.’ Anlamında. Geçtiğimiz iki yıl içinde bir gazeteci bu ayetin oraya yazılmasını köşesinde haberleştirmiş. Turist olarak gelenler bu ayetten rahatsız olabilirlermiş ve ayet oradan kaldırılmalıymış habere göre. Konuyla ilgili olaraktan bilgisine başvurulan Eminönü müftüsü ‘’Bu ayeti hemen oradan kaldıracağım’’ demiş ve “her ayet her yere yazılmaz’’ buyurmuş. Diyanet İşleri Başkan yardımcısı ise o camiinin imamı hakkında ikaz yapılması için İstanbul müftülüğüne talimat verdiğini açıklamış. Sözde diyalog gereği kaldırılmak istenen ayet; Müslüman birliğini korumak ve iç dayanışmayı kuvvetlendirmek üzere getirilmiştir. Yahudi ve Hıristiyanların Müslümanlara karşı yaptıkları tarih boyu açıkça ortadadır, dinlerini ve yaşam tarzlarını Müslümanlara karşı uzak tuttukları da bilinen bir gerçektir. Maide suresindeki ilgili ayet; Müslümanlara; “Hıristiyan ve Yahudi emrine girmemeyi, onların yöneticiliğine karşı çıkmayı” öğütlemektedir. Kısaca Hıristiyan ve Yahudi emperyalizmine direnişi tavsiye eden çok önemli bir uyarıdır. Yahudi ve Hıristiyanlar; her film ve dizilerinde mutlaka dini simgeleri (Kilise, haç, istavroz... v.s ) kullanarak propaganda yapmaktalar, bunun yanında en alakasız yerlerde bile müzeler inşa etmekte Haçlı ve Siyonist ruhu kendi gelecek nesillerine aşılamanın yanında bizim nesillerimizi de etkilemekteler. Bizde ise kendi kültürümüzü işlemek, milli değerlerimizi savunmak adeta suç oluyor. Bunu TRT’nin Banu Avar’ı sansürlemesiyle açıkça gördük. Medya’ya baktığımızda kültürümüzden uzak bir yayıncılık var artık. İslam kültürü ve şuuru yozlaşırken, yetişen nesiller zarar görmektedir. Yahudi ve Hıristiyanlar her yayın organlarında kendi motiflerini işlerken bizim medyamız onlara destek olmaktadır. Fethullah Gülen’den gelen emir ile diyalog çatısı altında iktidarın ve Avrupa sevdalısı medyanın bu Hıristiyan ve Yahudi severliğine karşı acaba onlar Müslümanlara nasıl bakıyorlar? Kuran’da, bu saldırganlara karşı direnişi ve uyanık durmayı öğütleyen ayeti neden kaldırıp sansürlüyorlar? Allah’ın bizlerin onun yolunda bir hayat sürmemiz için gönderdiği kitaptaki hükümlerin doğru veya yanlış olduğuna; Yahudi cesaret ödülü alan ve evinde 7 kollu şamdan bulunduran, 7 çizgili ampul amblemli iktidar zihniyetindekiler mi buna karar verecek? Kuran’daki örtünme ayeti için bir zamanlar ortalığı savaş alanına çevirenler, Maide Suresi’nin bu ayetini savunmak için neden seslerini çıkarmazlar? Çıkarmazlar; Çünkü gözler ve beyinler miyoplaşmış! Çünkü hocaları izin vermez! Çünkü Kuran’ı sansürlemek için emir verenler ile diyalogcuların çıkarı sözde “kubbem, miğferim, minareler, süngümüz,” diyenlerin çıkarlarıyla; siyaset meydanında buluşmaktadır. Ne acı ki siyasi gelecek uğruna Kuran’ı bile sansürleyip, işine geldiği gibi dini kullanan bir iktidar iş başındadır. Kuran’ı işine geldiği gibi yorumlamak; bazı ayetleri öne çıkarıp bazılarını sansürlemek ya da olduğundan farklı göstermek ve sözde Müslüman okulları açarak göz boyayıp Türk milletinin temelini lekelemek sözde milli görüş kılığına giren ve Müslüman sarığı sarıp hoca efendi kılığına giren gayrimüslim dostlarının işidir. Bunlar diyalog adına; papazların elini öpecek kadar işi ileri götürenlerdir.1998’de Yahudi örgütü ADL’nin referansı ile Papa ile görüşüp Papa’nın elini öpen Fethullah Gülen’i hatırlayın. İşte bu zihniyet, “La ilahe illallah” dedikten sonra “Muhammedün Resulullah” demeyi gereksiz sayıp, diyaloğa engel görmüşlerdir. Bu zihniyetin kurmayları iktidara geldiğinin ikinci yılı bazı kendini bilmezlerin ısrarı ile ezan sesi kısılsın diye meclisi ayağa kaldırdılar ve anayasa’nın bir maddesinde; ”cami imar edilebilir” cümlesini “ibadethane imar edilebilir” olarak değiştirip bir kelime oyunu ile misyonerlerin yolunu açarak sağa sola kilise açılmasını ve okullarda İncil dağıtılmasını sağladılar. Yine aynı efendi; “Allah, dünya gemisinin kaptanlığına Amerika’yı oturttu!” diyerek; Maide Suresi’nin 51. ayetine karşı çıkmıştır. Çünkü Fethullah Gülen bu sözleriyle; Amerika’yı Müslümanlara yönetici (veli - dost) olarak tavsiye etmiştir. Acaba 51. ayete karşı düşmanlığın sebebi anlaşıldı mı? Şimdi bu Fethullah Gülen yanlıları diyecektir ki; işte okullar açtı dünyaya bizi tanıttı v.s diyecekler. Biz onlara da değil direk efendileri Fethullah Gülen’e soralım:

“Senin 40 tane Amerikan ajanı ile ne işin var? Senin 40 tane papazla ne işin var? Sen madem Erzurum’dan çıkan bir hocasın salya sümük ağlamak yerine ülkene yardım et, dua et! Ülkene sanayi yap, okul yap tamam bunlar çok güzel! Senin Amerikan ajanıyla papazla ne işin var? Senin Amerika’da işin ne?”

AKP hükümetinin Kuran’ı sansürlemesi Maide Suresi’nin 51. ayeti ile kısıtlı kalmadı. Camilerde yapılan konuşmalarda Al-i İmran Suresi’nin 19. ayeti olan; “Bismillahirrahmanirahiym. Allah katında Hak din, İslam’dır. Sadakallahül-Azıym.” ayeti okunurken; AB’den gelen istek üzerine bu ayetin okunması da kaldırılarak sansürlendi. AKP; Fethullahçılar’ın elinde ya! İşte hükümet - Fethullah – Amerika - AB ilişkilerinin geldiği son nokta burası; Kuran bile sansürleniyor!

Şimdi İran’a bakalım.
Humeyni Devrim olmadan önce İran’ın başında kim vardı? Rusya’nın adamı ve Rusya’nın desteklediği Şah Pehlevi vardı! Peki, Humeyni’yi kim destekledi? İngilizler! Humeyni kimin adamı? İngilizlerin adamı!
Osman, Muaviye, Yezid gibi adamlara iktidar bahş eden ALLAH’a nasıl itaat etmek mümkündür?
[Humeyni, Keşf-ul Asar, sayfa 107]

Şuan İran’ı kim yönetiyor? Ahmedi Nejat! Ahmedi Nejat kim? Ahmedi Nejat’ın ailesi Yahudilerden gelmektedir! Ahmedi Nejat’ın eski soyadı da, İbranice’de “halı dokumacısı” anlamına gelen “Sabourjian”dır! Herkes Müslüman görünüyor, 2 taraf var ortada ama gerçekte Müslüman olan taraf yok!

ABD'DEN ŞOK RAPOR

Monday, 22 June 2009 07:25

ABD eski Başkanı Reagan’ın danışmanı Fein: “Beyaz Saray araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor.” dedi.
ABD Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein, sözde Ermeni soykırımı iddialarını değerlendirdi. Ermenilerin bu iddialarının son derece asılsız olduğunu belirten Fein, Reagan’ın başkan olduğu 1981'de bu konunun Beyaz Saray tarafından araştırıldığını ve iddiaların asılsız olduğunun belgelendiğini söyledi. İşte sözde Ermeni soykırımı konusunda Fein’in açıklamaları:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara karşı “müthiş” sayılabilecek bir özen gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü. Ermeni terör çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlıları öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu bir gerçek. Ermeni kayıplarının ise 500 bin civarında olduğu araştırmalarla kanıtlandı. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük getirim sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak.”

AXA OYAK Sigorta Grubu Ermenilere Soykırım tazminatı ödemeyi vaat ediyor. Geçtiğimiz günlerde dünyanın dört bir yanında 'sözde ermeni soykırımı' ile ilgili onlarca panel-konferans düzenlendi. Bunların ana sponsorları kim biliyor musunuz? HSBC ve British Airways! Türkiye’de yaşayan insanlardan elde ettikleri para ile Türkiye’ye karsı sözde Ermeni soykırımını destekliyorlar!
[Doc. Dr. ILKAY ORHAN, Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümü, Farmakognozi Anabilim Dalı 06330]

Amerika ve dünyada 122 Ermeni soykırımı anıtı diktirildi!
1 buçuk milyon Ermeni öldürüldü denildi ancak Ermenistan’ın 1915 nüfusu Ermeni ve Rus kayıtlarına göre 400.000 idi. Zaten Türkiye’nin Nüfusu 14 milyondu. Sözde Ermeni soykırımı iddialarının yeniden gündeme getirilmesi üzerine Türk Tarih Kurumu başkanı Profesör Doktor Yusuf Halaçoğlu, tüm dünyaya “Osmanlı arşivleri başta olmak üzere bu konudaki bütün belge ve bilgileri paylaşmaya hazırız” çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine birçok ülkenin büyükelçiliklerinden ve konsolosluklarından görevli diplomatlar arşivlere akın etti. Diplomatlar sadece Osmanlı değil; Amerikan, İngiliz, Fransız ve Ruslar’a ait belgeleri de inceledi. Türk Tarih Kurumu’nun elinde, Osmanlı arşivlerinin yanı sıra 100 bin sayfa yabancı ülkelere ait belge bulunuyor. Belgeleri gören diplomatların neredeyse tamamı, çok şaşırdı ve ne yapacağını bilemedi. Türkiye’ye karşı önyargıyla hareket ettiklerini kabul eden diplomatlardan bazıları Türk Tarih Kurumu’ndaki belgelerin kopyalarını alırken, bazıları da raporlar hazırlayarak ülkelerine gönderdi. Danimarka büyükelçiliğinden bir diplomat, İngiliz ve Fransızlara ait belgeleri görünce önyargılı olduğunu kabul etti. Diplomat, “Türkiye’den özür dilenmesi gerekir” dedi. Türkiye’nin Ermeni soykırımı iddiaları konusunda bazı adımlar atmaması halinde Avrupa Birliği sürecinde zarar göreceği uyarısı yapan İsveçli bir diplomat önüne konulan bir belgeyi okuyunca donakaldı. Belgede, sözde soykırım iddialarının ortaya atılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin 1919’da dört tarafsız ülkeye resmi bir yazı göndererek, “iddiaları siz araştırın” diye teklifte bulunduğu yer alıyor. Teklifin yapıldığı ülkeler ise İspanya, Danimarka, Hollanda ve İsveç. Kendi ülkesinin bu çağrıya olumlu yanıt vermediğini öğrenen diplomat, mahçup bir halde Türk Tarih Kurumu’ndan ayrıldı. Bir Fransız diplomat da “Near East Relief” isimli Halep’teki bir yardım kuruluşunun belgelerini inceledi. Ermeni soykırımında öldürüldükleri iddia edilen 485 bin Ermeninin Suriye’ye göç ettiğine, Halep’te baş gösteren sağlık sorununa müdahele eden tek uluslar arası sağlık kuruluşu olan Near East Relief’in, bu Ermenileri tedavi ederek kayıtlarını tuttuğuna ilişkin belge, Fransız diplomatı şaşırttı. Diplomat, soykırımda öldüğü bildirilen bazı Ermenilerin isimlerini bu belgede görünce ne diyeceğini bilemedi. Türk Tarih Kurumu’na gelen bir İngiliz diplomata da dönemin İngiliz ordusuna ait bir kripto verildi. Kriptoda Anadolu’daki nüfus yer alıyor. Belgede 1914-1919 yılları arasında, Ankara’daki Ermeni nüfusunun 26 bin arttığı, Kayseri sancağında ise 2 bin azaldığı belirtilerek; Ermenilerin, daha güvenli bölgelere kendi isteği ile göç ettiği ifade ediliyor.

Amerika ve Dünyada 122 Ermeni soykırımı anıtı diktirildi!
Siyasi baskı yapabilmek için soykırım yapılmadığı halde, Ermeni Soykırımı anıtları diktirdiler!

Siyasi baskı! Siyaset! Yalanlarla dolu siyaset! Yalandan başka bir şey olmayan siyaset!

Dünyada alçak oğlu alçak kimseler insanların en mutlusu oluncaya kadar kıyamet kopmayacaktır.
[İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 37]

Yalancının doğrulanması, doğrunun yalanlanması kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, Sayfa 137]

Yalan imana aykırıdır.
[Ravi: Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 228]

Şu üç şey bir kimsede olursa halis münafıktır: Konuştuğunda yalan söyler, itimat edildiğinde, emanete hıyanet eder, vaat edince vaadinde durmaz.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 263]

Emaneti korumayanın imanı ve sözünde durmayanın da dini yoktur.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 463]

Bir Müslüman hiçbir günah işlememiş olsa ama yapamayacağı bir şey için birine söz versin. “Ben bu işi yaparım” desin, yapamasın. “Ben sana şunu alacağım” desin, almasın ya da alamasın. “Ben falan saatte falan yere geleceğim” desin, o saatte oraya gelmesin, sözünde durmasın. Yapmayacağı şeyi vaat etsin, söylesin. İşte bunun günahı; hiçbir günah olmasa o Müslüman da; söz verip de sözünde durmamanın günahı, cehenneme gitmesine yeterlidir, diyor İslam âlimleri. Niye? Kuran çok şiddetli hitap ediyor bu noktada! “Bismillahirrahmanirrahiym. Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Sadakallahül-Azıym.” [Saff Suresi, 2. ayet] Bakın, Kuran’daki en şiddetli ayetlerden birisi budur! Niçin söz veriyorsunuz? Niçin söylüyorsunuz? Niçin söz veriyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi, niçin yaparım, alırım, ederim diyorsunuz? Ya da yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? İşte, hiçbir günahı olmasa da verdiği sözde durmasa; o kişinin cehenneme gitmesine vallahi yetecektir! Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz; “Bir Müslümanın hiçbir günahı olmasa; hiçbir kusuru, vebali olmasa, sadece kaynağını araştırmadan işittiği bir haberi bir başkasına söylemesi, günah olarak onu cehenneme götürmeye yeterlidir” buyuruyor. “Her işittiği lafı, o lafı araştırmadan, kaynağını bulmadan; bu söz doğru mu, yanlış mı diye araştırmadan, her işitti sözü çevresine yayan Müslüman vallahi cehennemliktir” buyuruyor.

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam “Ganimet[yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında] tedavül eden bir meta haline gelirse büyük belaların insanların üzerine gelmesi vacip olur.
Buyurdu. [İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 39]

Hazine zenginlerin ve mevkii sahiplerinin elinde! Halk ise, geçinebilmek için gece gündüz çalışmakta, zenginler ise devletin parasını hortumlayıp durmakta. Halk kendine çalıştığını zannediyor ama aslında mevkii ve makam sahiplerini biraz daha zengin edebilmek için çalışıyor. Kazandığı parayla kıt kanaat geçiniyor.



Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Depremler çoğalacak.
[Ramuz-el E-hadis, 476/11]

Kıyametten önce iki büyük hadise vardır ve sonra da zelzeleli yıllar.
[Ramuz-el ehadis,187/2]

Barınacak evler, sizi taşıyacak hayvanlar bulamayacağınız günler yaklaşmıştır. Çünkü evlerinizi depremler yıkacak.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 146]

Anlaşmazlıklar ve sık sık depremler meydana gelecek.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 166]

Depremler.

17 Ağustos 1999. Gölcük. Saatler gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarıya atarken sanki bir kıyameti yaşıyor gibiydiler. Ali Kırca’nın sunduğu Siyaset Meydanı’nda enkazdan kurtarılan bir bayan şunları söylemişti: “O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki, bu depremden farklı bir şeydi.”

Depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’a kadar geniş bir alanda görülen “ateş topu” ile ilgili bilimsel açıklama yapılamıyordu.
Gölcük’ten Avcılar’a kadar görülen ateş topu? Gölcük’e gelen Kara Kuvvetleri Komutanı Çevik Bir’in; o gece okunan Kuran’ı, okutturmayıp, Kuran’ı ayaklarının altına alıp, çiğnediği; daha sonra Gölcük Askeri Gazinosu’nda çıplak dansöz oynattırıp, içkiler içirttiği gece. Kuran’ı ayaklarının altına alıp, ezen Çevik Bir! ALLAH’ın Kitabı’nı çiğneyen Çevik Bir! Orada bulunan hiç kimsenin sesini çıkartamadığı Çevik Bir! Depremden 30 dakika önce Gölcük’ten ayrılan Çevik Bir! Geride kalan herkesin öldüğü gece o gece!

Kendisinden korktuğun ve kendisine ümit beslediğin her şey, senin ilahındır, taptığındır.
[Abdülkadir Geylani, Fethur-Rabbani]

Gölcük’ten Avcılar’a kadar geniş bir alanda görülen ateş topu.

Kimine göre Ruslar bomba patlatmış, kimi ne göre de; Yugoslavya ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle deprem gerçekleşmiş. Hatta bazılarına göre işi PKK bile yapmış olabilir.

Nitekim CNN Televizyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında “Depremin arkasında PKK mı var?” sorusuna “sanmıyorum” cevabını vermişti. Oysa bu sorunun doğal cevabı “Siz ne saçmalıyorsunuz, depremle PKK’nın ne alakası var?” olmalıydı. Bu soruya verilen cevap, akıllara PKK’nın deprem oluşturabilme ihtimalinin olduğunu düşündürdüğü gibi, yapay depremlerin olabileceği sonucuna da getirmektedir.

Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan habere göre; Amerika Birleşik Devletleri Silikon Vadisi’nin de bulunduğu Californiya’daki San Andreas Fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri; yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, beklenen büyük depremi “küçük depremcikler haline dönüştürmenin” yolunu bulmuştu.

Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bir bilimadamı olan ve elektrik mühendisliği konusunda uzun yıllar bazı esrarengiz yüksek gerilim deneyleri gerçekleştirdiği bilinen Nicola Tesla tarafından geliştirilen “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar, hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle; çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon, yani Amerika Savunma Bakanlığı yıllardır çok güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı amaçlarla “depreme indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve bu işe ayrılan fonların devamlılığını sağlamak istiyordu. Bu nedenle proje, önce Avustralyanın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine sıra geldi. Değişik zamanlarda Kafkaslar da, okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki And dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle “endüktif deprem oluşturma” konusunda büyük adımlar atıldı.

Bu araştırmalar Amerika’da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinde yürütülüyordu. Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi- saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Ve gün geldi, bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Çünkü Türkiye’deki Kuzey Anadolu fayı ile Californiya’daki San Andreas fayı son derece benzer özellikler arzediyordu. Ayrıca, bölge zaten yıllardır bu amaçla sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler, depremden hemen sonra Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO üssünün iletişimini aniden kestiğini ufak puntolarla gazetelere düşen haberlerden hatırlayacaklardır. [artık Telekom’da özelleştirilerek kâfirlere satıldı]
Amerika’nın asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas Fay Hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrailli uzmanlara, yani yahudilere verilmişti. Gerekli makina ve donanım “deniz altılarla” Gölcük üssüne getirilerek, oradaki yeraltı/ denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları, yani Türkiye’yi yönetenler, [Başbakan Bülent Ecevit ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel] bu durumdan haberdardılar; ama detayları bilmiyorlardı. Deney başarılı olacağından, kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti. Bu amaçla, “Gece Şahini Tatbikatı’nın” 17 Ağustos 1999 gecesi saat 03:00’de başlatılması planlandı. Gece saat tam 03:00’de düğmeye basılacak ve “Gece Şahini” devreye alınacaktı. 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan büyük “basıncı” dışarı atacaklardı. Böylece beklenen büyük bir deprem önlenmiş olacaktı!

Çevik Bir’in Kuran’ı ayaklarının altına alıp, çiğnediği daha sonra Gölcük Askeri Gazinosu’nda çıplak dansöz oynattırıp, içkiler içirttiği gece.

45 saniye süren büyük ve tekil bir deprem tasarlananın 10 bin kat üstünde bir güçle gelmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler geri geldiğinde, gece saat 03:05 geçiyordu. Daha bir kaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. 10 binlerce insan, çoluk çocuk, kundaktaki bebekler, o enkazların altında cansız yatıyordu, can çekişiyordu.

İşte o andan itibaren çantalardan çıkan ‘’Q planı’’ uygulanmaya başlandı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu. Binlerce insanın can verdiği Gölcük! Can çekişenlerin olduğu Gölcük’te Yahudiler, kimsenin birbiriyle haberleşmesini istemiyor! İnsanlar can çekişiyor ama Yahudiler istemiyor diye kimse haberleşemiyor.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Sadakallahul-Azıym.
[Maide Suresi, 82. ayet]

Ankara’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Mason Süleyman Demirel bile sabahleyin “benim de telefonum kesikti” şeklinde garip bir açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan şaşkındı. Saatlerce “üzgünüz” bile diyemediler. 10 binlerce insanın mezara gömüldüğü Gölcük! Cumhurbaşkanı ve Başbakan birşey diyemiyor.

Depremin üzerinden 4 dakika bile geçmeden İsrail Başkanı Ehud Barak ve America Birleşik Devletleri Başkanı Bill Clinton ile irtibat kuruldu.

O anda İsrail de “Ben Gurion Lod” askeri hava alanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6. filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar. Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan düşmanca tutumuna son vermesi sağlanıyordu.

Tüm Avrupa Başkentleri hareket halindeydi, ancak panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı. İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Deniz Kuvvetleri’nde bir devir-teslim töreni yapılacaktı, ama bu her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir niteliği yoktu. Hiç kimse –İsrail’in bugüne kadar hiç katılmadığı- bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genel Kurmay Başkanlığı yayınladı, ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya yardım için geldikleriydi.

Ankara’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, Mason Demirel’in bile sabahleyin “Benim de telefonum kesikti” şeklinde bir açıklama yaptığı, Türk ordusunun bile kendi ülke toprakları üzerinde olan deprem bölgesi Gölcük’e sabah saat 5’te ulaşabildiği, bütün iletişim ağının felç edildiği Gölcük’te! Çevik Bir’in Kuran’ı ayaklarının altına alıp, çiğnediği daha sonra Gölcük Askeri Gazinosu’nda çıplak dansöz oynattırıp, içkiler içirttiği gecenin sabahında; İsrail askerlerinin binlerce kilometre mesafeden nasıl geldiğini düşünmedik bile.

Hemen bir hastane kurdular. Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeyi çıkartarak götürmekti.

Biz de ***** ***** “Bak şu İsrail’e! Helal olsun, hemen yardımımıza koştu!” diyerek sevindik değil mi? Tüm dünyaya düşman olan Yahudileri görünce sevindik.

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Avrupa da bu hareketlilik yaşanırken bölgede çok hızlı ve çok gizli askeri hareketlilik hâkimdi.

Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu “olağanüstü gizli operasyondan” kimsenin haberi olmuyordu. Böylece, bu işi planlayanlar gecenin karanlığından da yararlanıp denizin altından parçaları yüzeye vuran Tesla Makinesi’nin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yer üstündeki tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen Rus Araştırma Gemisi sabah saat 06:30 da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. “Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukurları ortaya çıkarılmasın” diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Bülent Ecevit ve daha sonra da Süleyman Demirel’in bölgeye gitmesine izin verilmişti. Bu ülkeyi yönettikleri zannedilen Başbakan Bülent Ecevit’e ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e izin veriliyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan deprem bölgesine, kendi ülkesinin topraklarına girebilmek için izin alarak gidiyor!

Amerika tüm imkânlarını seferber etti. Bill Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmesini istedi. Yakında Türkiye’ye geleceğini ilan etti. Başbakan Bülent Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber verdi. Bülent Ecevit de paşa paşa Bill Clinton’la görüşmeye gitti. Bill Clinton depremin ardından kasım ayında Türkiye’ye gelmişti. İlginçtir ki, o her zaman bildiğimiz “acayip korunan” bir Amerikan Başkanı olarak değil, bölgede; sanki taşıdığı vicdanı sorumluğu üzerinden atmak ister gibi bir edayla, bölge halkının içine kadar giren sıradan bir adam gibi bölgeyi dolaşmıştı. Ve yine ilginçtir ki, tarihte ilk kez bir Amerikan Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşacak kadar Türkiye’yi önemsemişti! Müslüman olmayan Bill Clinton’ın bu konuşması ne şeref Türkiye için!

Enkaz altında kalan 10 binlerce insanımız; sırf Californiya’daki John’lar, Susan’lar ve Alice’ler yaşasın diye öldürüldüler. Binlerce insanımız ölmüştü ama değil mi? 10 binlerce değildi? 19 bin küsur insanımızı kaybettik değil mi? İlk başlarda 47 binden fazla olarak açıklanan ölüm sayısı birden 14 binlere düşürüldü. Anayasadaki kanunlara göre her hangi bir afet bölgesinde 20 binden fazla can kaybı olduğunda; o bölgeden 5 yıl boyunca vergi alınamaz. Böyle bir olayın ardından Türkiye’yi yönetenler sırf para için, kendi ceplerine indirdikleri milyarlarca liranın hesabını bilmezken, kâfirler ölmesin diye öldürülen insanlarımızın 3’te biri öldü diye açıklama yaptılar bizlere. 60 binden fazla insanın mezar olduğu Gölcük! Kâfirler öldürülmesin diye 60 bin insanın öldürüldüğü Gölcük!

Çevik Bir’in Kuran’ı ayaklarının altına alıp, çiğnediği daha sonra Gölcük Askeri Gazinosunda çıplak dansöz oynattırıp, içkiler içirttiği gece!

O zaman bu konuları nasıl örtbas ettiler? Çorap söküğü gibi; Hizbullah’ın öldürüp, gömdüğü iddia edilen toplu mezarlardaki cesetleri çıkardılar. Halkın gözünü boyamak için, uyutmak için faili meçhul olan cinayetleri, kime ait olduğu bilinmeyen mezarları ortaya çıkardılar. Hizbullah terör örgütü yaptı dediler değil mi birde? O kadar mezarın yerini peş peşe ardı ardına açıkladılar, buda her zaman olduğu gibi daha önceden bildiklerini, fakat bir olay olduğunda halkın ilgisini başka tarafa çekmek için kullanmak için sakladıkları, göz yumduklarının delilidir!

Gölcük Depremi’nde ölenlerin cenaze namazı bile kılınmadı değil mi? İş makineleri ile gömdüler cesetleri. Ölenlerin sayısı belli olması diye toplu mezarlar kazdılar! Ölenlerin sayısı belli olursa para alamayacakları için, toplu mezarlar kazdırdılar! Ölenlerin cenaze namazı kılınmış olsa sayıları ortaya çıkacaktı! Ama biz lafa gelince müslümanız!

Halkı daha da uyutmak için, doğal afetlerde ölenlerin şehit olduğunu söylediler bir de!

Çevik Bir’in Kuran’ı ayaklarının altına alıp, çiğnediği daha sonra Gölcük Askeri Gazinosunda çıplak dansöz oynattırıp, içkiler içirttiği gece ölenlerin şehit olduğunu söylediler!

Kuran’a küfretmek pahasına izlenen televizyonların bulunduğu evlerde hayatını kaybedenlere şehit dediler!

Lösemi hastası Doktor Oktar Babuna’yı herkes hatırlayacaktır. Doktor Oktar Babuna’ya ilik nakli yapılması için Türkiye’deki pek çok insandan kan örneği alınıp Amerika’ya gönderilmişti. Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş kan verilmesinin uygun olmadığını söylediği için eleştiri almıştı. Oktar Babuna ortadan kayboldu. Amerika’ya giden kan örnekleri istendi ancak bu örnekler geri gelmedi.

Ortaya çıkan sonuç ise; bu kan örneklerinden Türk ırkının özelliklerini çıkartarak sadece Türkleri etkileyebilecek biyolojik bir silah yapılacağı iddiasıydı. Bu iddia her zaman olduğu gibi ciddiye alınmadı ancak dikkatten kaçan nokta her ırkın kendi genlerinin ayrı olduğuydu. İnsanı oluşturan temel maddenin DNA olduğunu hesaba katarsak her ırkın DNA’sı diğer ırklardan farklı özellikler gösterir ve kan örneklerinden DNA analizi yapılırsa bu fark ortaya çıkar. Her ırkın DNA’sının farklı olduğuna inanmayan olursa Slav ırkının neden sarışın ya da Türklerin çoğunun neden esmer, Çinlilerin niye çekik gözlü ve sarı tenli olduğunu araştırabilir.

Gölcük Depremi’nin ardından dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un “Yabancılara tek bir hasta bile vermem” dediğini hatırlayın. Amerikan Deniz Kuvvetleri’ne ait gemi hastanesinde tek bir hastanın bile tedavi edilmediğini hatırlayın! Tam 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin 3 gün süreyle gümrükte bekletilmesini bir hatırlayın! Biz gafiller yadırgamıştık o zamanlar!

Yahudiler, kâfirler ölmesin diye; ölümüne sebep oldukları 60 binden fazla insan yetmiyormuş gibi, birde sorumlusu oldukları ölümlerin üstüne; kan örneklerinden Türk ırkının özelliklerini çıkartarak sadece Türkleri etkileyebilecek biyolojik bir silah yapma planlarını gerçekleştirebilmek için çalışıyorlar!

Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve müşrikleri bulursun. Sadakallahul-Azıym.
[Maide Suresi, 82. ayet]

Basına yansıyan haberlerde, Nestle firmasının üçüncü dünya ülkelerinde satılan ürünlerin de genlerle oynayan bir madde [GE] olduğu açıklanmıştı. Habere kimse tepki göstermedi, sessizce geçiştirildi.

Aynı zamanda alerjik reaksiyonlara da neden olan bu maddenin hemen hemen her Türk çocuğu tarafından alındığını düşünürsek, durumun önemi daha ciddi bir şekilde ortaya çıkar.
Avrupa’nın Türk genleri ile oynama isteği 1990’lı yıllarda alınan bazı istihbaratlarla ortaya çıkmış, fakat yetkililer bu konuda görevlerini yerine getirmemişlerdir! Size bu konuda anlatacağım olay bu konunun ciddiyetini daha ciddi bir şekilde ortaya koyacak ve ortak olmaya çalıştığımız Avrupa’nın gerçek yüzünü anlatacaktır.

Yıl 1993. Genç bir Doktor olan Munise Ozan Sinop ili Merkez 2 no.lu Sağlık Ocağı’nda göreve başlar. İnsanlar ekonomik sıkıntı içerisindedir. Sinop’ta fabrikalar kapanmış insanlar işsiz kalmıştır. Hasta olan çocukların tedavisi oldukça pahalıya mal olmaktadır. Sağolsun UNICEF’in yardım programı vardır ve sağlık ocaklarında üst solunum yolları hastalıklarının tedavisi için bedava ‘’PENiSiLiN’’ benzeri ‘’PROCAiN’’ isimli bir ilaç dağıtılmaktadır. Bahsi geçen ilaç doktorlara flakonlar halinde gelmekte ve hali ile doktorlar ilacın prospektüsünü ve ambalajını görmemektedir. Doktor Munise Ozan şüpheli iki vaka üzerine ilacın ambalajını ve prospektüsünü ister. Ama mecbur olduğu halde ilacın prospektüsünün olmadığını görür. Ama en korkunç açıklama ilaç ambalajının üzerindedir. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı programa göre özellikle 5 yaş altı çocuklara kullanılması gereken ilacın ambalajı üzerinde İngilizce ve Fransızca olarak “kesinlikle 5 yaş altı çocuklara kullanılmaz” ibaresi vardır. Doktor Munise Ozan durumu Sağlık Bakanlığı’na yazar ve ilacın kullanımını sorumlu olduğu bölgede durdurur. Bakanlık konuya bir açıklık getiremez ve Doktor Munise Ozan’a o yazıları karalayıp ilacı kullanması söylenir. Munise Ozan diretir. Durumu o zamanlar Sinop Ortadoğu Gazetesi muhabirliği yapmakta olan eşine iletir. O zaman ki Cumhuriyet Gazetesi Sinop muhabiri ve Sinop Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cengiz Demirel ile Munise Ozan’ın eşi Fransız Sağlık Bakanlığı’na yazar. Gelen cevapta bu ilacın Fransa’da üretilmediği yazıyordu. Ama ambalaj üzerindeki adres Paris’teki bir adresti ve Paris’te öyle bir adres yoktu. Önce yerel Sinop TV de hiç bir deneyimi olmadığı halde Munise Ozan’ın eşi bir program yaptı. O gece Sinop TV jandarma tarafından kapatıldı. [Türkiye’nin uyarılmasını istemiyorlar, Türkiye’nin jandarması olaya müdahele ediyor. Türkiye’yi koruması gereken jandarma halk bilgilenmesin diye Sinop TV’yi kapatıyor.]

Cengiz Demirel konuyu Cumhuriyet Gazetesi’nde, Aslan Bulut’ta Orta Doğu Gazetesi’nde yazdı. Fakat bütün bunlar yeterli olmadığı için konu Arena Programı’na götürüldü. Çünkü bu arada Sağlık Bakanlığı’ndaki bazı yetkililerde konuşmaya başlamış ve ilacın genetik alerji yaptığını bir fax mesajı ile Cumhuriyet Gazetesi’ne iletmişlerdi. [Bakanlığın konuya bir açıklık getiremediği ve Doktor Munise Ozan’a o yazıları karalayıp ilacı kullanması söylendiği ilaç.] Fakat kimse genetik alerjinin ne olduğunu bilmiyor ya da söylemek istemiyordu. Munise Ozan ve eşi Arena Programı’na çıktı, ilacın yalnız gördükleri taraflarını belirttiler ve bu genetik alerji meselesinin açıklanması gerektiğini halka anlattılar. O zamanki Sinop valisi Adil Yazar “Efendim Doktor Munise Ozan altı üstü bir pratisyen hekim; uzman doktorlar bile konuyu bilmiyor o nasıl bilebilir” diyecek kadar gaflet içindeydi. Çünkü ilaç kırsal kesimde fakir halk çocuklarına dağıtılıyor, UNİCEF’e raporlar gönderiliyor ve birtakım veriler bir yerlerde toplanıyordu. Ve ilaç sadece pratisyen hekimlere kullandırılıyordu. Daha korkunç olanı ilacın kullanıldığı pilot illeri içeren harita idi. Buna göre Erzurum, Kastamonu, Uşak, Eskişehir, Manisa, Tokat, Çorum gibi Türkmen nüfusun egemen olduğu iller seçilmişti. Ve eğitim düzeyi düşük olan bu illerin kırsal kesimindeki halk; alerji, genetik gibi şeylerin farkında bile değildi. O zaman Arena’ya çıkan Sağlık Bakanı Yıldırım Bey bile kem küm etmekten başka bir açıklama getiremedi. [Türkiye’nin sağlık kuruluşlarından ve sağlığından, o dönemde sorumlu olan bakan]. Kimse olayı dikkate almadı ve olay kapandı. Doktor Munise Ozan basına izinsiz demeç verdiği için ceza aldı. Ama herkes, profesörler dâhil, genetik alerji yoktur diye ahkâm kesti.

Genlerle oynama olayı Oktar Babuna olayında açıkça ortaya çıkınca dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş her türlü tepkiyi almasına rağmen açıklama yaptı. Nestle’deki bir maddenin [GE] genlerle oynadığı ve alerji yaptığı; sadece üçüncü dünya ülkelerinde yani Türk Cumhuriyetleri’nde satıldığı açıklandı.

Açıklama yapıldı ama bu Türk Cumhuriyetleri’ni yönetenler, daha doğrusu yönettiklerini zannettiklerimiz elleri kolları bağlı, hiç bir şey yapmıyorlar. Satışını yasaklatmıyorlar. Bizse umursamıyoruz, reklamlarda en çok hangi ürünü görürsek onu alıyoruz.

Nestle. Nestle Nescafe, Nestle Nesquik, çikolatalar, sular. Bütün Nestle ürünleri.

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir kabir, bozulmadık bir resim bırakmadan medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu, sonra dönüp: “ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik kabir, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”
[Ahmed bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilene küfretmek, yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek. ALLAH’IN kitabına, kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek.

Resimlerin hareketli hali olan çağımızın en büyük hamamı olan televizyonlarda çok reklamı çıkıyor değil mi? Bizler ne yapıyoruz, çok reklamı yapılan ürün iyidir deyip ona sarılıyoruz. Onu alıyoruz. Aleyhisselatü Vessalam Efendimize indirilene küfrederek izlediğimiz televizyonlardaki reklamlardan gördüklerimizi alıyoruz hep!

Ahir zamanda eğlencelerin ve çengilerin meydan aldığı içkinin de helalmiş gibi gösterilip içildiği zaman yere batma, taş yağma meydana gelecek ve insan kılığından çıkma olacaktır.
[Ramuz El E-hadis, 2. cilt, sayfa 302]

Konstürmastlik yapan kadınların ve içkilerin içildiği barlar, birahaneler, gazinolar, klüpler, iki parça bez parçasıyla bütün bedenini teşhir eden dansözler ve şeytanın ezanlarını seslendiren şarkıcıların bulunduğu her yer! Düğünler! Diskolar! Artık her yerde içki satılıyor. Adım attığımızda karşımıza çıkan her büfede içki satılıyor.
Gökten taş yağması? Gökten taş yağması? Gökten taş yağıyor ama farkında değiliz! Kimi zaman camları kıracak kadar büyüklükte yağan dolular! Dolu yağıyor ya gökten! Dolu. Gökten taş yağması! Dolu yağıyor!

İnsan kılığından çıkma? Hepimiz insan kılığından çıkmışız ama farkında değiliz! Hepimiz ruhsuz, imansız ceset parçalarıyız. Hayvanlardan bile daha aşağı durumdayız!

Kıyametin yaklaşmasına doğru iyilik terk edilecek ve emredilmeyecek, kötülük yapılacak ve engellenmeyecek.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

İyilik terk edilecek ve emredilmeyecek! İyilik edenler kötülük buluyor değil mi? Kardeşin kardeşe yaptığını düşman yapmıyor!

Kötülük işlenecek ve engellenmeyecek! Kötü yolda olanlara ya da kötü yola sapanlara doğruları anlatmaktan kaçınıyoruz. “Bana ne ya, bana dokunmayan yılan bin yaşasın?” diyoruz. “Bir şey desek, ya ters tepki verirse” diyoruz. “Ya başımıza bela olursa” diyoruz. “Her koyun kendi bacağından asılır” diyoruz. Herkesin yaptığı kendine, herkes istediğini yapmakta özgür diyoruz. Özgür bir dünyada yaşadığımızı söylüyoruz!

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz; “İyiliği emretmediğinizde, kötülükten menetmediğinizde haliniz ne olur?” diye sordu? Yanında ki ashabı “Yani bu olacak mı?” dediler. “Evet, hatta daha beteri!” buyurdular. Ve sormaya devam ettiler: “Kötülüğü emredip, iyiliği yasakladığınız zaman haliniz ne olur?” [yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek]: “Ey ALLAH’ın Resulü! Bu mutlaka olacak mı?” dediler. ”Evet, hatta daha da beteri!” buyurdular ve devam ettiler: “İyiliği kötülük, kötülüğü de iyilik saydığınız zaman haliniz ne olur?” [yanındaki ashab]: “Ey ALLAH’ın Resulü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular. “Evet, olacak!” buyurdular.
[Ebu Ya’la, Müsned; İmam Tabarani, El-Mu’cemu’l-Evsat; Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid]

“İyiliği emretmediğinizde, kötülükten menetmediğinizde!” Bırakın tanımadıklarımızı tanıdıklarımızı bile yanlış bir şey yaptıklarında uyarmıyoruz! “Aramız bozulur” diyoruz. Sevdiğimiz arkadaşlarımızın yaptığı yanlışlara ortak oluyoruz. Birçoğunu da beraber yapıyoruz. Tek olduğumuz zamanlarda ben yalnızım deyip duruyoruz ama arkadaşlarımızın, tanıdıklarımızın yanında; onların yaptığı -gerçekte yanlış olan- bir şeyi açıkladığımızda onlarla aramızın bozularak yalnız kalacağımızı, onları kaybedeceğimizi düşünüyoruz.

“Kötülüğü emredip, iyiliği yasakladığınız zaman! İyiliği kötülük, kötülüğü de iyilik saydığınız zaman!” İyi olan, doğru olan şeylerin birçoğu yasaklanmış değil mi bu dünyada? Ama bazıları Müslümanlık iddiasında, bazıları da inanç özgürlüğünden yana bu dünyada! Neyin iyi, neyin doğru olduğunu bilmiyoruz aslında! Doğruları yanlış sayıyoruz, yanlışları doğru sayıyoruz! İşimize nasıl gelirse! Herkesin kendi doğruları var! Herkes nefsinin isteklerine göre kararlar koymuş kendine! Herkes kendi bildiğini okumaya, kendi bildiğini yapmaya, çevresindekilere de kendi bildiğini yaptırmaya çalışıyor! Ama kimsenin gerçek doğrulardan haberi bile yok!

Kişinin helaki ebeveyninin elinde, o yoksa karısının elinde, o da yoksa akrabasının elinde olacak. Onu geçim sıkıntısı yüzünden ayıplayacaklar, takat getiremediği işlere sürecekler. Sonunda o dayanamayarak karanlık ve tehlikeli işleri yapacak ve helak olup gidecek.
[Ebu Naim; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 29]

“Kişinin helaki ebeveyninin elinde olacak!” Anne-babamızı örnek alarak büyüyoruz çocukluğumuzda. Daha sonra çevremizdekileri örnek alarak büyüyoruz. Ailemiz bizim iyiliğimizi düşündüğü için bizi çeşitli yollara yönlendirmeye çalışıyor! Dünya ilimlerine yönelip, dünyalığa sahip olabilmemiz için bize baskı kuruyorlar! “Üniversiteyi kazanamazsan şöyle olur. Bu işi başaramazsan böyle olur” diye! Dini ilimlere yönelmiyoruz ama! Yönelenlerimizde, bu sistemin izin verdiği konulardaki bilgileri öğrenebiliyor.

“O yoksa karısının elinde olacak!”
Kadınlar “Herkes yapıyor, biz niye yapmıyoruz? Falanın şunu var, bizim neden yok? Saçımı uğruna süpürge ediyorum ama sen benim rahatımı bile düşünmüyorsun. Şu günde şunu isterim, bu günde bunu isterim. Yoksa karışmam.” Vs. diyorlar değil mi sürekli? Kukla olmuşuz kadınların elinde. Kukla. Lafta evin reisi erkektir ama! Kadınlar her istediklerini ama öyle ama böyle yaptırıyorlar. Rahat yaşayabilmek için çok kazanmamızı istiyorlar! Zevk ve sefa sürmek istiyorlar! Her şeye bir kulp, bir çare buluyorlar. Timsah gözyaşları döküyorlar kimi zaman! “Bu eve geldiğimden beri gün yüzü görmedim. Hep çile çektim. Ben annemin evine gidiyorum. Boşanmak istiyorum.” Vs. diyorlar.

“O da yoksa akrabasının elinde olacak!” Akrabalarımız. Özellikle yaşça büyük akrabalarımız. Bazılarını kendimize örnek aldığımız akrabalarımız. Durumu iyi olanlar gibi olabilmek için, özendiğimiz akrabalarımız! Durumu iyi olmayan akrabalarımızı, kendimize yük görüp uzaklaştığımız akrabalarımız! Her şeyimize karışan ve bizi yönlendirmeye çalışan akrabalarımız!

“Onu geçim sıkıntısı yüzünden ayıplayacaklar, takat getiremediği işlere sürecekler. Sonunda o dayanamayarak karanlık ve tehlikeli işleri yapacak ve helak olup gidecek!” Dini ölçüleri, dini hususları, dinin yasaklarını bırakıp sadece para kazanabilmek için çalışacak! Para gelsin yeter!

İnsanlar üzerine aldatıcı seneler gelecek. O senelerde haine itimat edilecek, doğru kişi hain sayılacak.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 476]

Kimin hain, kimin doğru olduğunu bile bilmiyoruz! İhanet edenleri bize doğru gibi gösteriyorlar! Süslüyorlar, bu kişi doğru diyorlar! Doğru kişilere ise hain damgası vuruyorlar! İnsanlara en çok zarar veren hainler baş tacı ediliyor! İnsanlara doğruları anlatmak isteyenler, bu yolda çalışanlar vatan hainliğiyle suçlanıyor! Doğru dediğimiz, doğru bildiğimiz hainlerin yaptıkları çorap söküğü gibi ortaya da çıksa umursamıyoruz artık! Kapatmışız gözlerimizi! “Bu doğruydu, doğrudur” diyoruz. “Herkes yapıyor zaten, yapmayan yok ki! ‘Helal olsun’ diyoruz” birde!

Kötülerin çoğaldıkça çoğalması, yalancıların doğru kabul edilmesi kıyamet alametlerindendir.
[Beyhaki, İbn-i Neccar; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 107]

Yalancılar! En çok yalan söyleyen siyasetçiler! Başa gelebilmek için her türlü yalanı söyleyip, dalavere çeviren; halktan oy toplayabilmek için halka çeşitli şeyler dağıtanlar! Herkes yalancı olmuş artık! Yalan söylendiği zaman, bu yalanı duyan doğrusunu bilmiyorsa doğru olarak kabul ediyor bu yalanı artık!

Dünyada alçak oğlu alçak kimseler insanların en mutlusu oluncaya kadar kıyamet kopmayacaktır.
[İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 37]

Bu dünyanın %90’nın; daha da zengin etmek için, zevk ve sefa sürebilmeleri için, bu halkı biraz daha sömürebilmeleri için; alçak oğlu alçakları baş tacı ederek, onlar için çalıştıkları %10’luk kaymak tabaka varya! Sanatçılar, milletvekilleri, işadamları, gazeteciler!

Yalancının doğrulanması, doğrunun yalanlanması kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 137]

Bize olayların iç yüzünü anlatmıyorlar hiçbir zaman! Her şeye bir kılıf uyduruyorlar. Medya onların ellerinde, nasıl istiyorlarsa öyle gösteriyorlar!

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir kabir, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik kabir, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”
[Ahmed bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilene küfretmek, yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek. ALLAH kitabına küfretmek! Kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek!

Resimlerin hareketli hali olan çağımızın en büyük hamamı olan televizyonlar da gördüklerimize, duyduklarımıza inanıyoruz hep! Göz gördüğüne inanıyor! Kulak duyduğuna inanıyor! Her sayfasında resimlerin basıldığı, üstüne açık saçık ahlak dışı resimlerin yayınlandığı gazetelerde okuduklarımıza inanıyoruz! Kuran’a küfrederek izlediğimiz televizyonlar ve binlerce resimlerin bulunduğu bu sistemin elinde bulunan gazetelerin bize anlattıklarına inanıyoruz!

Yalancı doğru kabul edilecek ve doğru söyleyen ise, yalancı ilan edilecektir. Haine güvenilecek ve güvenilir olana ise, hain muamelesi yapılacaktır. İşte o zaman yalan yaygınlaşacak.
[Feraidu Fevaidi’l fikr fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar]

Kıyametin önü sıra hilekâr seneler vardır. O zamanlarda emin adamlar suçlanır, haine güvenilir. Ve emin susturulur. Yalancıya emin gözüyle bakılır.
[İbn-i Asakir; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 40]

Emin, yani doğru olanlar susturuluyor! Biraz sesi çıkan faili meçhul cinayetlere kurban gidiyor! İş yerlerinde hakkını savunan, işçinin hakkını savunan işten çıkartılıyor!

İş ehil olmayana verilince, artık kıyameti bekle!
[Zebidi, Tecrid-i Sarih,12/201]

Ehil olmayanın malik olması, yaramayanın makama getirilmesi, yarayanın saf dışı edilmesi de kıyamet alametlerindendir.
[Naim bin Hammad; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 41]

İş yerlerinde hiçbir şeyden doğru dürüst anlamadığı halde patronun, yöneticilerden birinin, amirin, şefin akrabası, yakını, tanıdığı olduğu için makama getirilenler! Devlet yönetiminden zerre kadar haberi olmadığı halde, dini hiçbir hükmün uygulanmadığı halde, dini hiçbir hükmü bilmediği halde başa getirdiklerimiz! Torpille makama getirilenler! Halkın gözünü boyamak için medyanın güzel gösterdiği yöneticiler!

İyi insanlar birer birer gidecek, geriye arpa ve hurmanın yaramazı gibi yaramaz insanlar kalacaktır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 137]

Güvenilir kimse kalmadı artık! Öz babanın çocuğuna yaptıkları, çocukların öz babasına yaptıkları, en yakın akrabaların birbirlerine yaptıklarını düşmanları yapmıyor. İyi olan davranışlar ayıplanıyor, kötü olan davranışlar yapılıyor. Kişi kendi gölgesinden bile korkuyor artık! İnsan kendine bile güvenemiyor bu zamanda!

Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh’ın anlattığına göre, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ey Huzeyfe! O günde insanlar dinden çıkmak üzere olacaklardır. Namaz da kılmayacaklardır.
[Ukayli, En-Necmu’s-Sakıb fi Beyanı Enne’l Mehdi Min Evladı Ali Bin Ebi Talib Ale’t Temam Ve’l Kamal]

Kıyamet alametlerinden biri, namazın terk edilmesidir. Ya Selman! İşte o zaman dinsizliğin en fenası ve günahların en kötüsü meydana gelecektir! İnsanlar namazı terk edecekler ve şehvetlerine tabi olacaklar!
[Feraidu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El Muntazar]

Birçoğumuz namaz kılmıyoruz! Okuduklarımızı anlayamıyoruz! Anlamadığımız için huzurla dolmuyor içimiz! İş, güç koşuşturma. Dersler. Eğlenmek için yapılan aktiviteler. Hayat yaşamak için güzel ama zaman az. Arayışımızı bulamadığımız için kılmıyor bazılarımız da.

Canımız ne isterse, gözümüze ne hoş gelirse onu yapıyoruz, onu yapmak istiyoruz. İlgimizi çeken bir program, film yayınlanan televizyonlara saatlerce bakarız, şeytanın ezanlarını saatlerce dinleriz. Gözlerimiz, kulaklarımız, ellerimiz, ayaklarımız zina eder. Günah üstüne günah işliyoruz ama farkında değiliz. Farkında olanlarımızda boş vermiş artık. Herkesi kendi haline bırakmışız.

“Bir daha mı geleceğiz bu dünyaya? Yapmak istediklerimizi yaparak, bari bu dünyada mutlu olalım.” diyor bazılarımızda! Çok gelmek isteyeceğiz biliyor musunuz? Yalvaracağız! Cehennem ateşinin içinde azap görürken yalvaracağız. Başımızdan aşağı dökülecek kaynar suların, bütün iç organlarımızı eritmesi sonucu oluşacak olan irinler bizlere içirilirken yalvaracağız! Dünyaya geri dönmek isteyeceğiz! Ama bizi geri göndermeyecekler! “Dünyada iken bir daha mı gelcez dünyaya?” diyerek işlemediğiniz günah kalmadı buyuracaklar bizlere! Cayır cayır yakacaklar!

İnsanlar öyle bir zamanla karşı karşıya kalacaklar ki, namaz terk edilecek, yapılar uzanacak, yemin ve lanetlemeler çok olacak, rüşvet ve zina alabildiğine yayılacak, ahiret dünyaya değişilecek.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 157]

Gökdelenler, apartmanlar, binalar alabildiğince yükseliyor. Yalan bir konuda bile olsa, haklı çıkabilmek için yeminler ediyoruz kimi zaman ya da dünyevi bir konu hakkında yeminler ediyoruz! Filmler de, radyolar da seslendirme, canlandırma yapılan yerlerde, sürekli yeminli kelimeler kullanılıyor. Herkese, her şeye lanet okuyoruz. Hiçbir şey olmadığı halde hatıraları canlandıran şeytanın ezanları olan şarkı sözlerinde geçen kelimelerle, elimize diken batsa bağırmalarla, canımız sıkılsa öf demelerle, of demelerle; kızdığımız zaman küfürlerle, sövmelerle, … Kadere, çevremizdekilere isyan edip her şeyi lanetliyoruz! “Olmuyor! Neden olmuyor? ALLAH belanı versin!” demeler. “Lanet Olsun” demeler!

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Bilerek namazını terk eden [namazını kılmayan], kâfir olur.” buyurmuştur.
[İhyau Ulumiddin, Rubul İbadat, İmam Gazali, sayfa 400]

Beş vakit namazını kılmayan kâfirdir.
[Ahmed bin Hanbel]

“Beş vakit namazını kılmayan kâfirdir.” Ama bizim dilimizde müslümanlık var! Müslümanlık sadece dilimizde var! Kalbimizde yok! “LA iLAHE iLLALLAH” diyor ama Müslüman olduğunu iddia edenler! Sadece dille! Kalp diliyle diyenimiz yok!

Kıyamet gününde kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı tamam bulunursa hem namazı ve hem de diğer amelleri kabul olunur. Eğer namazında noksanlığı var ise namazı da, diğer amelleri de reddedilir.
[İhyau Ulumiddin, Rubul İbadat, İmam Gazali, sayfa 401]

Çalışmak İbadetmiş! Namaza Lüzum yokmuş! Lafa bak!

Müslüman, Kuran’ın tamamına ve sahih hadislerle haber verilen bütün gerçeklere tereddütsüz iman eden insan demektir! Kuran’ın bazı ayetlerini kabul ederim, bazı ayetlerini kabul etmem şeklindeki bir inanca sahip olan insan kâfirdir! Kuran’daki hükümlerin bazısını kabul ederim, bazısını kabul etmem gibi bir inanış yine insanı bütün Kuran’ı inkâr etmiş gibi bir hale sürükler. Bundan dolayı İslam’ı bütün olarak ele almak lazım. İbadetleri, ahkâmı, inancı ve ilahi emirlerin tamamını bütün olarak ele almak, hiçbirisini diğerinden ayırmamak, hepsinin birer hüküm olduğuna ve bu hükümlerinde ALLAH’tan gelen birer hüküm halinde tecelli ettiğine iman etmek lazım! Müslümanlar arasında bir zihniyet var. Bütün İslam Âlemi’ne yayılmış olmakla beraber, en korkunç şekliyle Türkiye’de meydana geliyor.

Bir düşünce! “Efendim, çalışmak ibadettir.”
İnsanlar çalışmak ibadettir diye, bir sözün arkasına gizleniyor! “Ben çalışıyorum ya; daire de memurum, garnizon da subayım/astsubayım, okul da öğretmenim/öğrenciyim, devlet makamıyım, milletvekiliyim,… Çalışıyorum, bir masanın başında bir dairede mesai içindeyim, çalışıyorum, işte bu ibadet değil midir?” diyor. “Benim bu çalışmam; garnizon da askerlere eğitim yaptırmam, subay ve astsubay olarak eğitim yaptırmam bir ibadet değil midir? Bir devlet dairesinde masa başında vatandaşların işlerini görüyorum, çalışıyorum bu ibadet değil midir? Fabrikada işçiyim, tezgâh başında çalışıyorum; bu ibadet değil midir? İbadettir. Öyleyse namaza, oruca lüzum yok, en büyük ibadet çalışmaktır” diyor adam. Ve böylece namazı inkâr ediyor! İslam’ın temelini, esasını inkâr etmiş oluyor!

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda[TRT] teşkilatın bünyesinde geçmiş bir ramazan ayında, ramazan programını hiç kimseye danışmadan; hiçbir din hocasına, hiçbir din öğretmenine, hiçbir dini otoriteye danışmadan, tamamen kendi kafasından, kendi hayaliyle, kendi bildiklerine göre ramazan programı hazırlamakla görevli bir adam aynen şöyle bir açıklama yaptı. Aynen şöyle söylüyor adam televizyon da: “Ben namaz kılmam, namazın önemine de inanmam. En iyi ibadet çalışmaktır. Çalışıyorum ya, namaza, duaya hiç lüzum yoktur” diyor. Ve bunu bütün Türkiye’ye yayıyor adam. Evet, namaz kılmadığını söylüyor, televizyon için ramazan ayı boyunca dini programlar hazırlıyor ve bir ilahiyatçı olarak; “Ben namaz kılmam, benim ibadetim çalışmaktır” diyor. Ve namaz kılmayı yobazlık sayıyor. Namaz kılmamakla övünüyor. Ve böyle bir adam, Türkiye’nin devlet kanalında ramazan programını hazırlamakla görevlendiriliyor. Ve bu programı Türkiye’deki insanlara takdim ediyor. Ve bu programı hazırlayan adam; namaz kılmamakla iftihar ediyor, namaz kılanlara yobaz diye hitap ediyor. Hala 21. asra ayak bastık, hala Türkiye’de namaz kılmamak bir şöhret oluyor. Namaz kılmayan bir memur derhal amir mevkiine getiriliyor. Namaz kılmayı yobazlık olarak gören bir adam rütbe alıyor, sicil alıyor, maaşı büyüyor, genişliyor ve alaka, ilgi görüyor. Düşünebiliyor musunuz? İbadet bakımından yanlış değerlendirmelerin ve zihniyetlerin sonucu namaz kılmayı kabul etmeyen, namazın önemini kabul etmeyen, ALLAH’a kulluk vazifesini kabul etmeyen bir adam hala Türkiye’de rağbet görüyor, büyük makamlara getiriliyor. Türkiye’yi anlayın yani. KURAN çalışmayı teşvik ediyor. Bismillahirrahmairrahiym. Ve el leyse lil insani illa ma sea. Sadakallahül-Aziym. [Necm Suresi, 39.ayet] Kuran “İnsan için sair gayretinden ve çalışmasından başka bir şey yoktur.” diyor. Çalışmayı en fazla islamiyet teşvik ediyor. Ama ben daire de çalışıyorum, garnizon da subay/astsubayım diye namazı terkedemezsin! Ve namaz ibadetini inkâr edemezsin! Bu hileyi anlayalım bakalım. Öyle midir, değil midir? Şimdi Kuran’a dönüyoruz. Bakın ALLAH aşkına! Namazın önemini ortaya koyan Kuran’a bakın. Nisa suresinin 100. ayetinde bizzat ALLAH [c.c.]Hz. MUHAMMED Aleyhisselatu Vesselam’a; O’nun şahsında kıyamete kadar gelecek olan bütün ümmeti Muhammed’e şöyle hitap ediyor. ALLAHU EKBER! Buyuruyor ki; Bismillahirrahmanirrahiym. Ve iza künte fıhim fe ekamte lehümüs salate. Sadakallahül-Aziym. ”Ey Habib-i Zişanım, MUHAMMED MUSTAFAM! Sen Müslümanların arasında bulunduğun zaman bir namaz vaktinin geçmesi halinde, Müslümanlara namaz kıldıracağın zaman! “feltekum taifetüm minhüm meake vel ye'huzu eslihatehümv” bu ayet-i kerimeler bir savaş halinde, karşınızda düşman var; size kurşun yağdırıyor, size bombardıman ediyor, size ok yağdırıyor, taş atıyor. Karşınızda düşman birlikleri olduğu zaman nasıl namaz kılacağımızı ifade ediyor ayet-i kerime de. Bir savaş alanındasınız! Karşınızda düşman birlikleri var, sizde mevzilerdesiniz. Zaman zaman ateş ediyorsunuz, ateş ediyorlar; tam manasıyla savaşıyorsunuz! Bir vatanın savunması, bir memleketin korunması için savaşıyorsunuz! O esnada bile hiçbir Müslüman namazını terk edemez! “Habibim sakın namazı terk etmeyin; hepinizi imha ederim diyor ALLAH [c.c.]. Namaz, savaş esnasında bile terk edilemez! Böyle bir savaş esnasında; “Ey Rasulüm, Habibim, sen onlara namaz kıldıracağın zaman; o askerleri, Müslüman askerleri ikiye ayır” buyuruyor. “İki sınıfa ayır. “feltekum taifetüm minhüm meake vel ye'huzu eslihatehümv”.. “esliha” silahlar demek, silahlar! Silahlarını yanlarına alsınlar. Bir grup asker düşmanla çarpışmaya devam etsinler. Bir grup asker geriye çekilip “ALLAHU EKBER” diye tekbir alıp namaza dursunlar” diyor. Ayet-i kerime. Birinci rekâtı kıldır onlara, secdeyi yapsınlar. Secdeden kalkar kalkmaz; o bir rekât namazı kılan askerler savaş meydanına, cepheye gitsinler. Daha evvel cephe de savaşanlar gelip imama uyup 2. rekâtı devam ettirsinler” diyor. 2. rekâtı kılanlar secdeyi yapar yapmaz hemen koşsunlar, birinci rekâtı kılıp da cepheye gidenlerin yanına gitsinler. Onlar dönüp gelsin 2. rekâtı tamamlasınlar” diyor. İki rekât tamamlandı ya “Ve onlar selam verir vermez, cepheye koşsunlar, o ikinci rekâtı kılıp da, birinci rekâtı kılamayanlar geriye gelsinler, onlar da namazı tamamlasınlar. Cephede, kurşun yağmuru altında dahi sakın namazınızı terk etmeyin, sizi cehenneme ebedi hapsederim” diyor ALLAH [c.c.]! Namaz terk edilir mi? Ben çalışıyorum, namaza ne lüzum var denir mi? Kâfir oğlu kâfirler! Nasıl da ibadeti inkâr ediyorlar! Ve bunlar Türkiye’de rağbet görüyor. Bunlara maaş veriliyor. Bunlara makam veriliyor. Bunlara hiçbir kıymet verilmemesi gerekirken; bunlara maaş veriliyor, bunlara rağbet ediliyor. Böyle memleket mi olur? Müslümanların namazını inkâr eden bir adamın Müslümanlık iddia etmesi boştur! Fıkıh kitaplarında geçer. “Bir gemidesiniz, İlahi takdir icabı gemi parçalandı ve herkes battı. O gemideki yolculardan bir Müslüman ALLAH’ın lütfuyla kurtuldu. Nasıl kurtuldu? Bir can simidine yapıştı yahut geniş bir tahtaya sarıldı. Tahtanın üzerinde, denizin ortasında dalgalana dalgalana duruyor. Batmamış. O anda güneşe bakacak, öğle namazı mı ikindi mi? akşam mı? Ne ise namaz vakti geçiyor olsa; o tahtanın üzerinde ima ile namazını kılacak! “Gemi battı, denizdeyim, kimsesizim” diye namazı vaktinden çıkaramaz, bile bile namazı terk ederse, mutlaka cehennemliktir” demişler. O esnada bile. ALLAH’ın huzurundan bir an bile ayrılamazsın! Namaz vakitlerini hiçbir idareye, hiçbir memuriyete, hiçbir kanuna, nizama hiç kimse namazını feda edemez! İslam inancına göre ancak %100 ölüm tehlikesi halinde Cum”a namazına gitmeyebilirsiniz! %100 ölüm tehlikesi olması gerekiyor! Kurşunlanacaksınız, hürriyetiniz kısıtlanıyor. Böyle ölüm tehlikesi olmadan başka bir engel, mecburiyet olmadan üst üste 3 defa Cum”a namazını kılmak için camiye –Müslümanların arasına- katılmayan bir müslüman; derhal müminler defterinden silinir, münafıklar defterine yazılır” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam! Hiçbir zaruret yoktur Cum”a’yı terketmek için. Ölüm müstesna! Ve üst üste 3 defa art arda, peş peşe Cum”a namazını kılmaya gelmeyen bir amirin, bir memurun, bir Müslümanın cenaze namazı kılınmaz diyen İslam âlimleri vardır! Bu kadar mühim bir ibadet! Bir Hıristiyan Pazar günü hiçbir endişesi olmadan, Hıristiyan tüccar, Hıristiyan esnaf, Hıristiyan memur, amir, şirket sahibi, patron,… Bütün Hıristiyanlar Türkiye’de Pazar günü rahat rahat kiliseye gidebilirler. İbadet edebilirler. Gözleri arkada kalmaz. Müşteri kaybetmezler. Geri kalmazlar. Tam bir hürriyet içinde Pazar günü kiliseye gidebilirler de Cuma günü Müslümanlar, amirler, memurlar niçin rahatça Cum”a namazını kılmaya gidemezler? Çünkü Müslümanlık Türkiye’de kısıtlanıyor! İyi anlamak lazım! Çalışmak ibadetmiş, namaza lüzum yokmuş. Lafa bak! Bunu telkin ediyorlar. Bu inancı taşıyanlar rağbet ve alaka görüyor. Böyle şey olur mu?
Günde 5 defa namaz emredilmiştir! Kimse bunu değiştiremez! Bütün dünyanın cumhurbaşkanları, bütün dünyanın profesörleri, bütün dünyanın papazları bir araya gelse; “5 vakti 3 vakte indirelim” deseler hepsini inkâr ederiz! DEĞİŞTİREMEZ! Bismillahirrahmanirrahiym. Ve len tecide li sünnetillahi tebdila. Sadakallahül-Aziym.
[Fetih Suresi, 23. ayet].
ALLAH’ın koyduğu bu kanunları, bu emirleri kimse değiştiremez!

Gelelim namaz kılanlarımıza!

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir kabir, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik kabir, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”
[Ahmed bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilene küfretmek, yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek. ALLAH’ın kitabına, kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek!

Resimlerin hareketli hali olan çağımızın en büyük hamamı olan, zina, sihir, şeytanın ezanlarını içinde barındıran, Kuran’a küfrederek izlediğimiz televizyonların bulunduğu evler! Parçalamamız, yırtıp atmamız gerekirken, namaz kılarken başka bir odada kıldığımız ya da ters çevirdiğimiz resimler! Kimimiz de “kapalı olduğu zaman bir şey olmaz” diyoruz. Kimimiz de umursamıyoruz! Bilmiyoruz çünkü! Araştırmıyoruz! Dinin hükümlerini öğrenip, yerine getirmek zor geliyor nefsimize! Kendi elimizle aldığımız televizyonların, kendi çektiğimiz resimlerin; albümlerde sakladığımız resimlerin olduğu evlerde kıldığımız namazlar! Muhammed’e indirilene, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e indirilene, ALLAH’ın kitabına, kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek pahasına bulundurduğumuz televizyon ve resimlerin olduğu evlerde yaptığımız ibadetler! Üstüne namaz kılarken, gözümüzün televizyona kayması, televizyonun olmadığı yerde kılıyorsak; namaz esnasında; ALLAH’ın huzurunda iken aklımıza gelen dünyalık konular. Namaz esnasında aklımıza gelen dünyevi işler.

“Resimli Namaz Hocası” kitapları var! Namazın kılınışını resimli anlatan namaz kitapları var.

Bir de video ve fotoğrafların bulunduğu, artık herkesin kendisinin de video, fotoğraf çekebildiği cep telefonlarıyla camilere gidip namaz kılınıyor! Ama kapalılar değil mi? Bütün resimleri parçalamamız gerekirken, kendi ellerimizle çektiğimiz resimlerin olduğu yerlerde Kuran’a küfrederek namaz kılıyoruz!

Yazık! Yazık bize. İşlemediğimiz günah kalmıyor, ibadet etmeye çalıştığımız yerleri bile hamamlara çevirmişiz! ALLAH’ın evini; dinimizin ibadet yeri olan camileri bile hamam haline getirmişiz! Resim ve suret, fotoğraf bulunan, hayvan şekilleri bulunan kıyafetleri giyiyoruz üstelik!

Ama biz Müslümanız değil mi? Müslümanız?

Bismillahirrahmanirrahiym. (Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Sadakallahül-Azıym.
[Maide Suresi, 49. ayet]

Vah sizlere! Üzerinizde İslam’ın yalnızca ismi var, bu isim müslümanlığı size fayda vermez.
[Abdülkadir Geylani-Fethur Rabbani]

Vah bizlere! Vah bizlere! Sadece dilde kalıp, geriye kalan her şeyde Kuran’a bile küfrettiğimiz yaptıklarımızla! Vay bizim halimize!

Kıyamet gününde kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı tamam bulunursa hem namazı ve hem de diğer amelleri kabul olunur. Eğer namazında noksanlığı var ise namazı da, diğer amelleri de reddedilir.
[İhyau Ulumiddin, Rubul İbadat, İmam Gazali, sayfa 401]

Cehennem bizleri bekliyor millet. Cehennem bizleri bekliyor. Bir kibrit çöpünün alevine dayanamadığımız halde, dünya ateşine 69 kat üstün kılınan cehennem ateşi bizi bekliyor millet! Bizleri bekliyor! Biz münafıkları, biz kâfirleri, biz müşrikleri, bir putperestleri, biz şeytan perestleri bekliyor cehennem! Bizi bekliyor cehennem! Bizi bekliyor!

Zengine itibar edilip kendinden daha üstün kişiler ona ayağa kalktıklarında ve ona selam verdiklerinde kıyamet yaklaşmış demektir!
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480-481]

Dünya fakir ve zengin döngüsüne göre işliyor artık. Zenginler ve makam sahipleri haksız olsalar dahi haklı çıkıyor, haklı çıkartılıyor. Onlar güçlüler çünkü. Milletvekilleri, işadamları, patronlar, zenginler, … Ülkeleri, insanları sömürüyorlar!

Kalpler birbirine yabancı olmadan, sözler birbirinden ayrılmadan, ana-baba bir, öz kardeşler farklı dinlerden olmadan kıyamet kopmaz.
[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 32]

Kalpler birbirinden nefret etmedikçe, fikirler ayrılmadıkça, öz kardeşler dinde ayrılığa düşmedikçe kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 142-143]

“Kalpler birbirine yabancı olmadan!” Sevdiklerimizle bile, düşüncelerimiz çakışıyor. Herkesin kendine göre doğruları var çünkü! Nefret ediyoruz herkesten, herşeyden! Moralimiz bozuk olduğu, üzgün olduğumuz, hayatta istediğimiz şekilde olmayan bitmeyen isteklerimiz yüzünden kendimizden bile nefret ediyoruz. Aynı beden içinde aklımız, fikrimiz, beynimiz, ruhumuz, nefsimiz, içimizde bulunan şeytanların düşünceleri bile birbiriyle çelişiyor, düşüncelerimiz birbirine karışıyor. İnsan kendini sevmiyor, kendi yaptıklarından nefret ediyor bu zamanda! Başkalarına, ailesine nasıl yabancı olmasın? İnsan kendine bile yabancı bu zamanda! Kendine bile yabancı insan!

“Ana-baba bir, öz kardeşler farklı dinlerden olmadan kıyamet kopmaz!” Yaptıklarını gördüğümüzde ne yaptığını anlamadığımız, hangi dine mensup olduğunu bile bilmediğimiz duruma gelmiş insanlar! Din ve vicdan hürriyeti var diyor herkes! Herkes kâfir olmakta ya da Müslümanlığı seçmekte serbest! Herkesin dünya görüşü farklı! Kişi öz anne-babasıyla bile anlaşamıyor bu zamanda!

Kıyamet yaklaşınca kişi köpek yavrusu yetiştirecek. Bu iş ona, kendi öz çocuğunu yetiştirmekten daha iyi gelecek.
[İmam Taberani; Hakim]

Magazin programlarında çıkıyor ya, biraz daha zengin edebilmek için şeytanın ezanlarını söylerken dinlediğimiz, televizyon hamamlarında boy gösterirken izlediğimiz sanatçılar köpek yavrusu yetiştiriyorlar değil mi? Bu yetiştirdikleri köpeklerle ilişkiye giren kadınlar bile var!

Ne üstüne olduğunu bilmeyen; üstüne Müslüman olduğunu iddia eden; gerçekte hiçbir şey üzerine olmayan, Kâfirler dünyamız!

Ahir zamanda ümmetim hakkında en çok endişe duyduğum yıldızlara inanmak, kaderi yalanlamak.
[Ramuz-el E-Hadis, 1540. Hadis]

Bir adam gelse de falcıya bir şey sorsa, inanmasa bile, kendisinin 40 günlük namazı kabul olmaz.
[Ramuz-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, 396. sayfa]

Bir adam falcıya ya da kâhine gelip “bildi yahu” derse Resulullah’a geleni inkâr etmiş olur.
[Ravi: Hz. Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh; Ramuz el-Ehadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, 396. sayfa]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e geleni inkâr etmek! Kuran’ı inkâr etmek!

Bir adam bir falcıya ya da kâhine gelse, bir şey sorsa o adamın 40 gün tövbesi kabul olmaz, tevbe etmek nasip olmaz! Falcıya, kâhine inanırsa kâfir olur!
[Ravi: Hz. Vasile Radıyallahu Anh; Ramuz el-Ehadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, 396. sayfa]

“Fala inanma falsız da kalma” diyenler. Tarot falları! İskambil falları! Kahve falları! Her çeşit fal var!

Gazetelerde astroloji köşeleri çıkıyor her gün! İnanmadığımızı söylüyoruz ama okuyoruz. Bazılarını da “doğru çıkıyor” diyoruz. Bu köşeyi hazırlayanlar astroloji köşesinde yayınladıkları yazıları bir kutunun içinden çekerek yayınlıyorlar. Birde ‘’nasıl olsa *****lar ne yazsak, ne koysak okuyor’’ diyorlar. Televizyonlar da bile astroloji programları yayınlanıyor, yıldız falları açılıyor! Her tarafta medyumlar, falcılar var!

İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar.
[Kitabü’n-Nihaye, İbn-i Kesir]

Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre dünya genelinde her 40 saniyede bir kişi intihar etmektedir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Sadakallahul-Azıym.
[Nisa Suresi 29. ayet] Bu ayet ile intihar haram kılınmıştır.

Cinnet geçirenler ailelerini, sevgilileri öldürdükten sonra kendi canına kıyıyor. İflas eden iş adamları intihar ediyor. Suçlulardan, çıkış noktası kalmayınca yakalanmamak için kendi canlarına kıyanlar bile var!

Kişi, kendi kardeşini öldürmedikçe kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

1980’li yıllarda Türkiye’de, dış devletlerin, satılmış basın ve yayın organlarının kışkırtması sonucu ortaya çıkartılan sağ-sol çatışmalarında komşu komşuyu, kardeş kardeşi, baba oğlunu öldürdü.

Geçenlerde haberlerde çıktı; evlenmesine izin vermediği için gençler öz annelerini öldürdü.

Kıyametin yaklaşmasına doğru okur-yazar çoğalır.
[Müslim, Ahmed bin Hanbel; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, Sayfa 98, Ramuz el-Ehadis]

UNESCO’nun 2003 yılında yayınlanan raporuna göre, dünya nüfusunun %84’ü okur-yazar konumundadır. Dünyevi konularda her türlü kitabı okuyoruz. Hayal ürünü olan romanları, şeytanın okuma kitabı olan şiirleri, dünyevi ilimlere dair ne varsa, hepsini okuyoruz! Ama dini hükümler hiç duymak istemediğimiz konular olduğundan dini kitaplar okumak istemiyoruz!

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.
[Buhari, Fiten, Sayfa 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/313]

“Zaman kısalacak, vasıtalarla mesafeler kısalacak.” Eskiden 90 kilometrelik mesafe üç günde gidilirdi. 90 kilometrelik mesafedeki bir yere 3 günde varılırdı. Şimdi saatte 220-240 kilometre hız yapan arabalar, daha hızlı arabalar, trenler var. 5-6 saatte 500-600 kilometre öteye gidebiliyoruz. Bir de ulaşım araçlarının en gelişmişi olan uçaklar var. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna bile kısa bir zamanda gidebiliyoruz artık! Eskiden 90 kilometrelik mesafe 3 günde alınırken, günümüzde dünyanın bir ucundan öbür ucuna gitmek bile 3 gün sürmüyor.

Bineğine binmiş olan kimse, Irak[IraQ] ile Mekke arasında yolu şaşırma endişesinden başka hiçbir korku taşımadan seyahat etmedikçe kıyamet kopmaz.
[Müntehab-ı Kenzu’l-Ummal, 2/370/371]

Sürekli yaşadığımız bir yerde ki adrese bile giderken, adres soruyoruz. Ama istediğimiz zaman yaşadığımız ülkenin her yerine gidebiliyoruz, hatta yurt dışına bile çıkabiliyoruz. Yaşadığımız yerlerdeki adresleri bilemiyoruz, bilmediğimiz yerlerdeki adresleri nasıl bilelim.

Ahir zaman da develere gerek kalmaz.
[Geleceğin Tarihi, sayfa 183]

Eskiden ulaşım eşeklerle, atlarla, develerle yapılırdı. Eski zaman da yaşayan insanlar yaşamıyormuş değil mi? Hem hayvanlar arabaların arkasından nal topluyor. Hem araçlar, uçaklar kadar konforlu değiller. Hem ata, deveye, eşeğe binsek gülerler bizlere. “Nerden çıktı bu deli?” diye.

Ebu Sa’id Radıyallahu Anh ve Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh anlatıyorlar:
Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Kıyamet günü kul hesap vermek üzere ilahi huzura getirilir. ALLAH[c.c.] insana:
‘Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanlarla ve çiftçilikle hayatını kazanmanı emretmedim mi? Seni hayvanlara baş olmak, hayvanlardan ve topraktan istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü?’ diye soracak. Kul da: ‘Hayır’ diyecek. ALLAH [c.c.]: ‘Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin dünyada beni unuttuğun gibi!’ buyuracak.”
[İmam Tirmizi; Kutub-i Sitte]

Topraktan kopmuşuz artık! Sadece dünyaya ve rahata önem veriyoruz. Rahat edebilmek için her şeyin iyisini istiyoruz! “Hep bana, hep bana” diyoruz. Her zaman elimizde olanın daha iyisini istiyoruz!

Rüşvetlerin alınması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 454]

Rüşvetsiz iş görülmüyor artık. Torpil yaptırabilmek için, aradan işimizi hallettirebilmek için herkes rüşvet veriyor! Hatta kanunlarda yasak olan bir şeyin yapılabilmesi ve göz yumulması için milletvekillerinden, yöneticilerden, belediye başkanlarından bile rüşvet alanlar var! Seçim zamanlarında oy alabilmek için yardım adı altında; sırf yönetici olabilmek için; hazineden; yani halkın parasından aldıkları ödeneklerle; erzak, kömür, altın dağıtanlar var! Ama bunlar rüşvete girmez değil mi? Ehil olmadıkları halde bu yüzden oy vermek nasıl oluyor peki? Karşılık beklenildiği için bunlarda rüşvettir!

Yüksek yüksek binalar inşa edilmedikçe kıyamet kopmaz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 468]

İnsanlar yüksek binalar yapmada birbiriyle yarışmadan kıyamet kopmayacaktır! [Buhari, Fiten, sayfa 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/313]

Binaların gökdelenler haline gelmesi kıyamet alametlerindendir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 146]

40 dairelik binalar var değil mi? 500 metre karelik alana dikilen binalarda 40 hane hatta daha fazla aile barındırılıyor. 40 hane olmayan köyler var kırsal kesimlerde. 40 hanelik bir köy 500 metre kare alana inşa edilmiş beton yığınlarında yaşıyor. Her geçen gün daha da yükseliyor binaların yüksekliği. Her geçen gün daha da yükseliyor!

Evinden çıkan bir kimse için kapıda bayrak durur. Meleğin elinde bir bayrak, şeytanın elinde bir bayrak! Eğer o adam Allah'ın hoşlanacağı bir iş için gidiyorsa, melek bayrağını açar ve onu takip eder ve o kimse evine dönünceye kadar meleğin bayrağı altında kalmakta devam eder. Eğer hoşlanmayacağı bir iş için çıkarsa, şeytan bayrağını açarak onu takip eder ve o da evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında kalmakta devam eder.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 381]

Şeytanlar, bayrakları ile çarşılara giderler. İlk girenle girerler, son çıkanla çıkarlar.
[Ravi: Hz. Ebû Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 101]

Çarşılar yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz.
[Mecmeu’z-Zevaid, 7/327]

Adım atsak, her yer market, bakkal, büfe, kırtasiye, zücaciye, manifaturacı, mefruşat, mensucat, konfeksiyon, giyim dükkânlarıyla dolu! Artık her şey elimizin altında! Her şeyi hazır alıyoruz. Şehirde yaşıyoruz çünkü! Her şey hazır alınıyor.

Topraktan kopmuşuz tamamen! Yediğimiz her şey murdar, bizim deyimimizle mundar. Yediğimiz ekmekler bile mundar. Kimyasal gübreler, ilaçlar kullanarak toprağın doğal özelliğini kaybettirdik bu zamanda. Doğal özelliğini kaybeden topraktan elde ettiğimiz buğdaydan, mısırdan üretilen ekmekler! Bütün gıdalarımız kimyasal gübrelerle, kimyasal ilaçlarla, yani hormonlarla üretiliyor.

Yapay gübreleme yapılan bir arazi; her ekim zamanında tekrar gübrelenmezse verimini kaybediyor ve bu yüzden sürekli yapay gübrelerle, ilaçlarla zehirlendikçe zehirleniyor.

Hayvanlarımıza bile suni yemler, yapay, doğal olmayan şeyler yediriyoruz. Kesilen hayvanların etlerinde lezzetten eser yok! Ama alışmışız tadına, fark etmiyor bizim için!
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Sığırlara besi yemi verilir; eti şişsin diye. Tatsız, lezzetsiz kaba et için! Besi yemi nasıl üretilir? 1 kamyon mısır getirtilir, üç kamyon çöp, saman, talaş, ıvır zıvır ne varsa, yapay gübreler eklenilerek üretilir. Üretilirken toprağa atılan yapay gübreler ve ilaçlar yüzünden zaten mısırın yüzde yetmişi yapay! Besi yemleriyle şişirilen hayvanların etinin %16’da 1’i doğal oluyor. %16da 1’i doğal! Murdar oluyor tamamen!

Tavuk dükkânları var değil mi? Tavuk satan yerler! Parayı bastır al! Bu kadar tavuk nasıl yetiştiriliyor peki? Standartlara göre yumurtadan çıktıktan 40 gün sonra kesilen yavru civcivler. Suni yemlerle, hormonlarla 40 gün içerisinde o hale getirilen civcivler. İslami usullere göre kesiliyor diyorlar bir de! Hayvan bir kere yapay besinlerle büyütüldüğünden murdar olmuş, üstüne makineye koyuyorlar, kafasını uzatıyorlar, makineler kırt, kırt, her hareketinde bir kafayı kesiyor!

Bu kuş gribi olayı çıkartılmadan önce, bu hormon olayını, yapay yemleme olayını öyle ilerletmişlerdi ki; yumurtadan çıkmış yeni civciv; sırf hormonlarla 10 gün içinde marketlerde satılacak boyuta getirilip kesiliyordu. 10 gün içinde. 10 gün.


Çiftliklerde üretilen yumurtalar. Her yerde satılan yumurtalar. Tavuklar akşam hava kararır kararmaz uyurlar normalde. Gece saatlerinde ışıkların yakılmasıyla sabah olduğunu zanneden tavuklar yemleniyor. Günde iki üç yumurta yumurtlattırıyorlar tavuklara! Metabolizmaları bozuluyor! Zaten hormonlu yemler yediriliyor! Üstüne günde ikişer yumurta alınıyor. Metabolizması bozulan tavuklar, yumurtlamayı kesen tavuklar için kesimhaneler hazır! “kırt, kırt!” kesildikten sonra tavuk marketlerine, tavuk dönercilerine gönderiliyorlar.

Bizim içtiğimiz su bile murdar biliyor musunuz? Zehirli atıklarla zehirlediğimiz ve içilemez hale getirdiğimiz sular bile murdar! İlaçlanan, klorlanan, kireçlenen sular! Üstüne birde arıtarak içtiğimiz sular.

Yaz sebzeleri, meyveleri; kış sebzeleri, meyveleri diye bir şey kalmadı artık! Gübrelerle, ilaçlarla; yapay yollardan üretildikleri için; yazları kış sebze, meyvelerini, kışları da yaz sebze, meyvelerini bulabiliyoruz! Kısacası istediğimiz zaman istediğimiz her şeyi bulabiliyoruz! Doğal yollardan değil, yapay yollardan üretildikleri için mundar olan sebze meyveleri her zaman bulabiliyoruz.

Birde sebzelerin, meyvelerin çürümüşlerinden; gıda boyaları katılarak hazırlanan, kimyasal maddelerle; kiminin bir yıl, kiminin iki yıl son kullanma tarihi olan; yiyecek, içecekler var! Besi yemleriyle, süt yemleriyle beslenen ineklerin; fabrikalarda, kimyasal maddelerle son kullanma tarihi uzatılan sütler satılıyor her yerde! Bizim her şeyimiz yapay! Her şeyimiz murdar! Midenin çalışma sistemini bozan gazlı içecekler içiyoruz! Öldürücü “aspartam” maddesinin ve üstüne fare kanının karıştığı, böcek suyu olan kolaları içiyor herkes!

Sözde Müslüman ülkelerin Avrupa’ya ihraç ettikleri var birde. Sözde Müslüman ülkelerdeki satış fiyatının çok altındaki miktarlara satılıyor bu ürünler. Mesela Şubat 2001 krizinden sonra şeker Türkiye’de 1 milyon 850 bin Türk lirasına satılırken, Avrupa’ya sadece 300 bin liraya satılıyordu. Sınırda kontrol yapan görevlilerin ellerinde bulunan hormon ölçme aletleriyle ölçülen ve hormon miktarı standardın üstündeyse geri çevrilen ürünler var. Örneğin domates; cihazın içine koyuluyor; cihaz domatesi ezip suyunu çıkartıyor ve içindeki hormon miktarını ölçüyor. Standardın üstündeyse yurtdışına çıkış yok. Dön geri! Bu sefer Avrupa’ya satılamayan sebze, meyveler elde kalınca; fiyatları katlayıp satıyorlar Türkiye de yaşayan insanlara. Kimsenin umurunda değil nasıl olsa. Recep Tayyip Erdoğan sağ olsun. Türkiye Avrupa’ya sebze, meyve ihraç ederken, artık her şeyi dışarıdan alıyor!

Biz Sözde Müslümanlar Avrupa’nın artıklarını, yemediklerini yiyoruz!

Bizim içtiğimiz su, yediğimiz lokma, aldığımız nefes, attığımız adım zarar!

“Ama artmakta olan dünya nüfusunun beslenmesi bu yolla sağlanabiliyor değil mi?” Dünyanın kaçta kaçı açlıkla savaşıyor? Bir lokma ekmeği bulamayan milyonlarca insan var! Nefsimize, gözümüze, dilimize hoş gelen yemekleri yiyebilmek için, fazlasını düşünmeden çöpe attığımız, gerçekte kolay ve rahat bir şekilde üretebilmek için suni gübrelerle üretilen ürünlerden yaptığımız yemekleri yiyoruz sürekli!

Eskiden kıtlık varmış değil mi? Doğru dürüst bir şey bulamıyorlarmış! Yiyecek çeşitleri sınırlıymış! Eskiler neyin ne olduğunu bizden çok daha iyi biliyorlardı! Neyin haram, neyin helal olduğunu çok iyi biliyorlardı! Esas eskiler yaşıyordu. Atalarımız yaşıyordu. Bizse yaşadığımızı zannediyoruz! Bizler ruhsuz ceset parçalarıyız! Ruhsuz, imansız ceset parçalarıyız!

Yediklerimizin içine her şeyi karıştırıyorlar değil mi? Ne olduğunu bile bilmiyoruz! Tat yok! Tuz yok!

Tuz yok! Tuz!

Uzunluğu 80 kilometre kadar olan Ankara Tuz Gölü’nün genişliği 48 kilometreyi bulur. Geniş bir alanı kapsamasına karşılık çok sığ bir göldür. Dünyanın en tuzlu göllerinden biridir. Litresi, 329 gram gibi çok yüksek oranda tuz içermektedir. Gölün bu özelliğini değerlendirerek tuz elde etmek amacıyla, Tuz Gölü’nün kıyılarında çok sayıda tuzla kurulmuştur. Bu tuzlalardan elde edilen tuz; Türkiye’nin gereksinimi olan tuzun büyük bölümünü karşılamaktadır. Türkiye’nin oldukça kurak bir yerinde yer alması nedeni ile bu sığ bölgelerde çok yoğun bir şekilde buharlaşma görülür. Doğu kısmındaki körfez dışında tümüyle kuruyan gölün tabanında, kalınlığı yer yer 30 santimetreyi bulan mevsimlik bir tuz katmanı oluşmaktadır. Tuz Gölü’nün en derin yeri sadece 2 metredir. Öteki kesimlerin derinliği sadece santimetrelerle ölçülebilmektedir. Göle dökülen en önemli akarsular “Peçeneközü Deresi” ile “Melendiz Çayı’dır. Coğrafya bilgileri aynen böyle diyor. Coğrafya bilgilerine girmemiş acı gerçek ise şudur:
“Tuz Gölü’ne dökülen en büyük akarsu Konya’nın şehir kanalizasyonudur. Çumra yönüne verilen kanalizasyon, bu doğrultu üzerinden herhangi bir arıtmaya tabi tutulmadan doğrudan Tuz Gölü’ne akıtılmaktadır. 1 milyonu geçen şehir nüfusunun sanayi artıklarını da taşıyan şehir kanalizasyonu bizlere iyotlu ya da iyotsuz tuz olarak geri dönmektedir.”
[Yardımcı Doçent Doktor Mustafa Duran, Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü.]

Konyalıların her sifon çekişleri; bizim sofralarımızda, yediğimiz yemeklere tat vermek için kullandığımız tuzlarla bize yediriliyor. Yediğimiz her şey yapay, üstüne bir de Konya’nın kanalizasyonunun, sanayi artıklarının karıştığı tuzları kullanıyoruz! Yediğimiz her şeyde tuz kullanıyoruz!

Bok yemek böyle olsa gerek! Kendi pisliğini yiyen tek canlı olan domuzdan daha aşağılık bir hale gelmişiz!

Gaziosmanpaşa Hacımaslı Köyü Domuz Çiftliği'nin sular ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajı'na akıyor. Baraj 10 milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var. Türkiye'deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarında et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı. Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere 'kıyma' şeklinde satılıyor. Domuz etini Salam, sosis olarak da piyasaya sürmek en sık kullanılan yöntemlerden birisi.

Peki, neden domuz?
'Dinen yasak olmasına, Türk yemek kültürüne aykırı bulunmasına rağmen neden domuz cazip bir konu?'
Çünkü domuz yetiştiriciliği kârlı bir iş. Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yaşına göre yılda 1, 2, bazen de 3 kez ve her doğumda 15-20'ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yılda 2 kez doğum yapsa, her doğumdan 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor.
Normal şartlarda evcil bir domuzun %30'u yağ olarak ayrılabilmekte iken bu rakam bazen %50'yi bulabiliyor. Yani 150 kg'lık bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da dana ya da koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken.
Beslenmesi kolay, cam dışında -leş dâhil- her şeyi yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor.
Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul! Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye'de yaklaşık 3 milyon kg domuz etinin değişik yollarla piyasaya sürüldüğü ortaya çıkıyor.
Türkiye'deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vehameti daha da netleşiyor. Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak kıyma, sucuk, salam ve sosis olarak satıldığı dile getiriliyor. Çiftlik çalışanlarından İsmail Türk'ün verdiği bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarına kıyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor.
Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak beş firma domuz satın alıyor:
Çerkezo, Polonez, Nuta, Namet ve Sütte!

1. Çerkezo aldığı ürünleri Salam-Sosis olarak piyasaya sürerken aynı zamanda Teşvikiye'deki Şarküterisinden de insanlara satıyor. [Bu firmanın bir de TADET adı altında otellere ürün sattığı bir markası daha bulunuyor]. Aynı zamanda butik mağazalarda ve ulusal zincir mağazalarda satılan BONUS markalı ürünlerin üreticisi de ÇERKEZO!
2- Ayazağa'daki Çerkezo'nun hemen yanında üretim yapan SÜTTE firması da salam, sosis ve jambonlarını markasıyla satıyor. Ancak bilinen bu firmalar ürünleri çeşitli zamanlarda farklı isimlerde piyasaya sürüyor. Daha önce Sütte olarak piyasaya sürülen domuz mamulleri son dönemde PIGGY adıyla satılıyor. Üstelik ünlü Amerikan fast-food zincirlerinden Little Caesar's Pizza tam 10 yılı aşkın süreden beri et mamullerini SÜTTE firmasından temin edip insanlara bir güzel yediriyor.
3-POLONEZ! 5 yıl öncesine kadar resmi olarak domuz ürünleri imal edip MIGROS'larda açık açık ürünlerini satarken, son yıllarda %100 dana etinden ürünler imal ettiğini iddia ediyor. Bunları göz göre göre mağazalarında sattıran satın alma müdürlerinin aldıkları rüşvetin haddi hesabı yok! POLONEZ'in ciddi anlamda piyasaya yayılmasındaki en büyük faktör MIGROS' tur. O dönem Migros'un et mamulleri satın almasında olan [Su an oyuncak reyonunda satın almacılık yapan] Coşkun Bey, büyük paralar karşılığında POLONEZ'le işbirliği içerisindedir ve bizzat domuzları insanlara yediren kişidir. Migros'ta çalışan tüm tezgahtârlar eksiksiz olarak her ay sonunda POLONEZ 'in sahibi MUSTAFA AKKAŞ’tan/satış müdürü sıfatı ile çalısan ALi ÖZYAVAŞ'tan maaşlarını ve primlerini insanlara sattıkları domuz etleri üzerinden alıyorlar!

METRO GROS MARKETLER'in bir önceki satın almacılığını yapan kişi şu an BAĞDAT Caddesinde bulunan Polonez-Barbekü Restoranları'nın sahibidir!

İzmir'in kalesi olarak görülen KiPA Marketler'in satın almacılığını yapan bayan Polonez'in resmi hissedarıdır!

Amerikan Fast-food zinciri Domino’s Pizza ve Alman Ekolü Dr. Oetker Pizzaların içerisinde Polonez et ürünleri kullanılmaktadır!

GIMA markalı ve piyasalarda satılan OPI markalı ürünleri Polonez üretmektedir ve bunun karşılığında rüşvet vermektedir!

Türkiye'de domuz eti yemeyen insan kalmış mıdır?

4- NUTA öncelikle 7 TEPE markası ile tanınmakla beraber Güneydeki -Her sey dâhil- tatil köylerinin bir numaralı tedarikçisidir. Yabancı turistlerin yanında yerli turistlerde güme gidiyor. Bu firmalar özellikle büyük alışveriş merkezlerinde ayrı bir stant açıyorlar. Ancak küçük şarküterilerde karışık olarak duruyor ve birçok tüketici farkına varmadan domuz ürünlerini satın alıyor. İşin ilginç tarafı bu firma şimdi de firma tanıtım cd’si hazırlamış. Carrefour gibi büyük hipermarketlerde ne kadar hijyenik üretim yaptığını anlatıyor. Ama 7 TEPE SOSiS hafta sonları marketlerde KDV dâhil 2.90 TL ye satılıyor. Bu adamlar sosislerin içerisinde hayvan küspesi gibi katkılar kullanıyorlar! Domuz hammaddeli salam ve sosislerin kesiminin yapılıp piyasa sürüldüğü bir başka yer de NUTA'nın üretimini yapan kişinin işlettiği Dolapdere'deki imalathane. [IDEAL markalı salam-sosis imalatçısı]

5- NAMET ünlü Eminönü Hasırcılar Çarşısı’nın içinde yıllardır tanınan NAMLI PASTIRMACI'nın modern hali! Şu an sözde modern üretim tesisleri Bayrampaşa Megacenter[Gıda Hali] içinde derme-çatma bir imalathaneden öteye geçemeyecek konumda olan ve üretim kapasiteleri aylık -günün 24 saati çalıştıklarını düşünürseniz- 70 tonu geçemeyecek olan bu imalathanede NAMET ayda 270 ton et mamulü üretiyor ve satıyor. Bu aradaki 200 tonluk kapasite açığını ise İstanbul dışında ne yaptığı belirsiz imalathanelerde, merdiven altı firmalarda üretim yaptırıp üzerine '%100 NAMET KALiTESi' bastıktan sonra, üretim yeri olarak Bayrampaşa’daki adreslerini göstererek insanlara afiyetle yediriyorlar!

Carrefour ve diğer tüm zincir mağazalarda POLONEZ'in uyguladığı benzer taktikleri uygulayan NAMET bugün kapasitesinin 3 kat üzerinde üretim yaparak gururla Türkiye’yi temsil ediyor!

Janjanlı ambalaja sahip NAMLI Pastırmaları'nın sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeşler aynı zamanda Çorlu'daki domuz çiftliklerinin yarı hissesine sahiptirler! 2000 yılında patlak vermiş olan kaçak buffalo etlerinin de NAMLI Pastırmaları'nın sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeşler tarafından getirildiğini, hatta Bayrampaşa'daki imalathanelerinin gazetecilerin ve kameraların gözü önünde basıldığını hatırlayın!
Engin Mepa'nın Show TV'ye, o dönemde 1 trilyon lirayı kendi elleriyle hediye ettiğini, sonra da Milliyet, Hürriyet ve Sabah gazetelerine verdikleri dev ilanlarla tüm olanları ve baskınları yalanladıklarını hatırlayın! NAMLI Pastırmalarının hem %5 hissesine sahip olan, hem de imalat müdürlüğünü yapan Muzaffer adındaki şahıs aynı dönemde kardeşi ile Bağcılar semtinde açmış olduğu imalathanede at ve eşek etinden yaptığı pastırmaları dilimleyerek zincir marketlere satmıştır. 2004 yılında da Uğur Dündar ekibi tarafından basılarak televizyon da gösterilmiştir.

Domuz konusunda herkes suçu başkasına atıyor. Bu noktada tüketicinin yapması gereken şeyi Çevre Sağlık İl Müdürlüğü Gıda ve Çevre Kontrol Şubesi Müdürü İrfan Yılmaz özetliyor; 'Piyasadaki etleri denetlemek mümkün olmuyor.'
[Ömer KIZILIRMAK, TUBITAK-SAGE Planlamalar ve Kalibrasyon Birim Amiri]

Türkiye de domuz eti yemediğini iddia edebilecek biri var mı?

Gelelim giyim kuşama.

Çarşılarda, pazarlarda artık her kıyafet hazır olarak bulunabiliyor. Bayanlar için, dar, açık saçık elbiseler. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz keten ve pamuk karışımı elbiselerin giyilmesini emretti. Bizim giydiğimiz kıyafetler ise plastik iplerden üretiliyor. Az bir miktar pamuk karışımı iplikler katılıyor. Plastik! Her yerde plastik! Giyim kuşamda bile plastik kullanılıyor! Plastikler güneşte, sıcakta ısınır. Bizim giydiğimiz kıyafetler plastik iplerden üretiliyor. Bedenimiz kıyafetler içerisinde pişiyor, terliyoruz! Bu ter kokularını gidermek için çözüm var ama! Kadınların sürünüp dışarı çıktıklarında yanlarından geçen erkeklere ve kadının oradaki erkek sayısınca zina günahı yüklenmesine sebep olan parfümler var! Zorunlu haller dışında bayanların evden dışarı bile çıkmaması gerekirken, parfüm kullanarak dışarı çıkıyorlar! Parfümler kimyasal maddelerden üretiliyor! Hem insana, hem ozon tabakasına zararlı! Yani soluğumuz havanın bulunduğu atmosfere zarar veriyor parfümler. Dünya üzerinde insandan başka zararlı bir yaratılmış yok! Yaşayan hayvanlar, bitkiler, yani insanoğlundan başka her şey ekosistem üzerindedir.

Yakında ümmetim içinde bazı kimseler olacak ki, çeşitli yemekler yiyecekler, çeşitli içecekler içecekler ve renk renk elbiseler giyecekler ve sözü de dilini döndürüp konuşacaklar. İşte bunlar ümmetimin şerlileridir.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 302]

Üretiminde kimyasal boyaların bulunduğu kıyafetler. Her türlü rengin kullanıldığı, üstüne bir de şekillerin, resimlerin, suretlerin bulunduğu kıyafetler. Üretiminde her türlü kimyasalların kullanıldığı ve sürekli üretimin olabilmesi, sürekli kazanç sağlanabilmesi için enzimlerle, asitlerle yıpratılarak, ömrü kısaltılan kumaşlardan üretilen giysiler.

Üniversiteyi bitirmişler. Neyi halleder ki üniversite? ALLAH’ın hükümlerine itaat etmedikçe 100 tane üniversiteyi bitirse hiçbir değer ifade etmez! Bakınız bizim değer hükmümüz budur! Müslüman böyle inanmak zorundadır! Çırılçıplak dolaşan yahut bacağına giydiği kot pantolonla apış arasına kadar vücudunun kalıbını ortaya koyarak; onun bunun şehvet nazarını çeken bir kıza sordum! Bir münasebetle sordum! Dedim ki “kardeşim, vücudunuzda bütün mahrem noktaları gösteriyorsunuz. Hatta apış aranıza kadar ortaya koymuşsunuz. Her şeyinizle meydandasınız. Niçin böyle yapıyorsunuz? Siz kimin emrindesiniz? Seni yaratan ALLAH’ın emrinde misin? Yoksa senin düşmanın Avrupalı modacıların emrinde misin?” Sustu. Avrupalı moda evleri emir veriyor! Onların emirlerine göre bunlar elbise alıyorlar. Avrupalı modacılar emrediyor, ne diyorlar? “Üstünüzdeki elbiseyi çıkaracaksınız, o elbisenin yerine şu model de bir elbise giyeceksiniz” diyorlar. Bizimkilerde hemen itaat ediyorlar. Aradan 4 ay geçiyor, bir emir daha çıkıyor, “üzerinizdeki elbiselerin modası değişti, demode oldu. O elbiseleri atacaksınız, şu tipte bir elbise giyeceksiniz” diyorlar, hemen onlara itaat ediyorlar. Niye bizim kadınlarımız, kızlarımız Avrupalı kâfirlerin, Avrupalı modacıların birer hamalımıdır? Hamal gibi yüklen indir, yüklen indir; onlara hamal mı olacaklar? Onlar emredecek, kadınlarımız, kızlarımız giyecekler, onlar çıkarın diyecek; kadınlarımız, kızlarımız giydiklerini çıkaracaklar, böyle şey olamaz! Biz ALLAH’ın emrine boyun eğmek zorunda olan insanlarız! Avrupalı emrediyor, “Üstünüzdeki elbiseyi çıkarın. Modası geçti bunun, mini etek giyeceksiniz, midi etek giyeceksiniz, maxi etek giyeceksiniz, bluz giyeceksiniz, … Şunu giyeceksiniz, bunu giyeceksiniz.” diyor. Emir Avrupa’dan geliyor, kızlar, kadınlar yüzünü bile göremediği o kâfir, o müşrik, o münkir, o edepsiz, utanmadan yoksun Avrupalıların emrine körü körüne itaat ediyor. Buna nasıl razı olabiliyorsunuz? Yüzünü bile görmediğiniz bir Avrupalı modacının emrine mi uyacaksınız? ALLAH’ın; sizi yoktan yaratan ALLAH’ın emrine mi uyacaksınız? Niçin düşünmüyorsunuz? Hollywood’dan emir gelecek, Broadway’den emir gelecek, Paris’ten emir gelecek, Londra’dan emir gelecek ve ondan sonra kostüm değişecek, etek değişecek, elbise değişecek. Niye? Senin amirin onlar mı? Senin ALLAH’ın onlar mı? Senin yaratıcın onlar mıdır? Onun için o kıza dedim ki; o genç kıza dedim ki, “%100 ALLAH’a yemin ederek söyleyebilirim ki, siz istediğiniz için şu elbiseyi giymiyorsunuz, Avrupalı modacılar istediği için giyiyorsunuz.” “Efendim günü modası böyle, ister isteyeyim, ister istemeyeyim mecburum giymeye.” diyor. Kimdir seni mecbur eden? Bir kanun maddesi mi var? Ceza kanunlarında, Avrupa’nın moda sahnesine koyduğu elbiseyi giymeyenler hapse atılacak diye bir ceza kanunu var mı? Kot pantolonu giymeyen kadınlar hapse atılacak diye bir kanun var mı? Kim?! Kim?! Kim?! Kim zorluyor sizi? İşte ey çıplak dolaşan kadınlar, ey çıplak dolaşan genç kızlar! Üzerinizde ki bu çıplak elbiseyi, istediğiniz için değil; Avrupalı modacı patronlar emrettiği için giyiyorsunuz! Siz onların emrindesiniz! Size taşıyın dediler, taşıyorsunuz! Çıkarın dediler, çıkarıyorsunuz! Siz Avrupalıların hamalısınız! Hamalısınız! Hamalısınız! Avrupa hamalları! Yüklen diyorlar, yükleniyor! Boşalt diyorlar, boşaltıyor! Hamal mısın sen? Seni yaratanın emrine niçin uymuyorsun? Tepeden tırnağa örtün diyor ALLAH[c.c.]! Namaz da bile emir veriyor! İslam hukukuna göre; namaz da bile bir kadın, mutlaka ayrı bir tavırla gelecek! Bir Müslüman kadın namaz kılacak! Namaz kılmayan kadın olabilir mi? Hz. Mevlana feryat ediyor! Bir Müslümanın karısı eğer namaz kılmıyorsa; o namaz kılmayan kadınların pişirdikleri yemeklerin içinde vallahi ALLAH’ın rahmet ve bereketi yoktur! O yemek şifa değildir! O yemek deva değildir! Namaz kılmayan kadınların pişirdiği yemekler; insanın ruhunu zedeleyen birer zehirdir! Müslümanın karısı namaz kılacak! Seni namazdan geri koyan nedir? Seni ibadet etmekten geri koyan nedir? Namaz kılacaksın! Namaz kılarken de ilahi emirlere uyacaksın! Hepiniz biliyorsunuz, bir Müslüman kadın namaza dururken erkekler gibi durabilir mi? Erkekler iftitah tekbirini alırken, namaza başlama tekbirini alırken; erkekler ellerini kulaklarına kadar kaldırıp “ALLAHU EKBER” derler. Kadınlar böyle yapamaz! Kadınlar namaza dururken, tekbir alırken ellerini göğüslerinin hizasına getirip öyle tekbir alacaklar ve göğüslerinin üzerine kapatacaklar! Ne demektir bu? ALLAH ferman ediyor, emir buyuruyor! “Ey Müslüman kadın! Benim huzurum da bile, benim huzurum da dahi, erkekler gibi ellerini kulağına kaldırıp koltuk altını gösterme! Seni cehennemde odun gibi yakarım” diyor ALLAH[c.c.]! Koltuk altını göstermeyeceksin! Kadın kolları koltuk altına yapışık bulunarak, göğsü hizasında tekbir alacak ve göğsünün üstüne kapatacak! “Ey kadın! Sen benim huzurum da bile örtünmek zorundasın! Göğüslerini açık bırakma! Dimdik göğüslerini dikip namaza durmayasın; elini aşağıya değil, göğsünün üzerine bağla! Göğüslerini açık tutarsan seni cehennemde göğüslerinden yakar, azap ederim” diyor ALLAH[c.c.]! Ya şimdi sokakların hali nedir? Müslümanın karısı, ALLAH’ın, yaratıcısının huzurunda bile göğsünü açamaz! Koltuk altını gösteremez! Ya sokaklar da nasıl? Sokaklar da! Şaka mı zannediyorsunuz meseleyi? Bunun içindir ki, örtünme konusunda Osmanlı İslam devri zamanındaki âlimlerimiz; Müslüman kadınlara nasıl bir elbise giydirelim ki, koltuk altı bile görünmesin demişler. Nasıl bir elbise? Sokağa çıkarken nasıl bir elbise giydirelim ki, kollarını kaldırmak zorunda olduğu zaman, Müslüman kadının koltuk altı görünmesin! Nasıl elbise yapalım diye düşünmüşler. En sonunda en uygununu, en mükemmelini çarşaf olarak ilan etmişlerdir. Koltuk altı bile görünmeyecek!

Peki, bugün hâlimiz nedir? Kızlarımız, sahipsizdir, yalnızlık korkusuyla hastadır. Erkekler ise azgınlığın sınırlarını zorlamaktadır. Şimdi, çıktık açık alınla, 10 günde 15 kızla!
İslam’da kadının yeri, evinin en saklı yeridir. Günümüzde kadının yeri, hosteslik, sekreterlik ve genel evlerdir. Kızlar, çıplak kadın gazeteleri ve magazin programları yoluyla pazarlanır. Çağdaşlık makinesinin zevk verici bir parçası olur. Örtünüp kendilerini saklamaları yasaklanır. Kızlar cilve yapar, erkeklerde sellektör yapar! Saçlarını kırmızıya boyarlar! Çorabından tokasına kadar giydiği her şey cırtlak renklerdedir. Baş açık! Kollar açık! Bacaklar açık! Vücudunun en mahrem yerlerini bile, dar kıyafetlerle örtmek suretiyle açmıştır! İnsanda hayvanî bir şehvet uyandırmaktan başka hiçbir cezbeye sahip değildir. Sesi, karşı köydeki çobana bağırır gibi yüksek perdedendir. Kahkaha atarken, boğazından çıkardığı müthiş sesler, civardaki tüm erkeklerin dikkatini çekmektedir. Yanındaki erkeklerle konuşur, dövüşür, çekişir. Kaba bir ses, donuk bakışlar, zarafetini kaybedip kabalaşmış el hareketleri vardır. Kendisini güzelleştirmek çabasıyla, dışarıdan dikkat çekebilecek tüm organlarını açmış, içerden ise kendini erkeklerin gözlerine peşkeş çekmek suretiyle, ruhunu öldürmüştür.

Kim geçici malına aldanıyorsa bilsin ki, hiçbir kıymeti kalmayacaktır! “O gün çok olacaksınız! Fakat Müslümanlar; sanki bir sel geliyor da; yağmurlar yağdıktan sonra seller akmaz mı? O akan selin sürükleyip götürdüğü çöpler gibi, çöplük gibi vallahi kıymetsiz olacaksınız” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam. O selin önüne katıp götürdüğü çöpler gibi, çöplük gibi olacaksınız! Şahsiyetiniz olmayacak! Kâfirler sizden korkmayacak! Çünkü onların seline kapıldınız! Çünkü hayatınız kâfirlerin hayatına benzedi! Çünkü kızınız, karınız onlara benzedi! Çünkü eğitim sisteminiz onlara benzedi! Çünkü kaldırımınız, caddeniz, sokağınız hepsi onlara benzedi! Bugün bizim caddelerimizden kâfirlerin selleri akıyor! Sokaklarımızda abdestsiz kimse dolaşmazken; bugün sokakta dolaşan gençlerin %90’ı cünüp dolaşıyor! Cünüp dolaşıyor Ya Rabbi! Yıkıldı memleket! Ecdadımızın kan vererek aldığı topraklar! Şehitlerimizin can vererek aldığı topraklar da sırtına kadar soyunup dolaşan, satılık mı nedir? Binlerce, yüz binlerce kadın sokak sokak şehvet panayırına, kadın pazarına çevirdiler sokakları! Sel önüne düşmüş giden çöplük gibiyiz sanki! Olaylar bizi sürükleyip götürüyor! Kimse dur demiyor! Kimse ne oluyor demiyor! Nesillerimiz sürükleniyor! İnsanımız sürükleniyor! Kadınlarımız, kızlarımız bir kasırga gibi sürüklenip gitmektedir! İslam ahkâmına göre; bir müslümanın kızı sırtını, karnını, göbeğini, diz kapağından yukarı da kalan apış aralarını, baldırını vallahi öz babasına gösteremez! Öz babasına hiçbir müslümanın kızı sırtını gösteremez! Bir baba kızının çıplak sırtına bakarsa, kızının baldırına bakarsa vallahi zina etmiş gibidir! İslam budur! Ama sokaklarda görmüyor muyuz? Sırtına kadar soyunmuş binlerce kadın, hayvani bir iştahla sokak sokak sürünüp dolaşıyor! Bu ümmeti bu hale getirenler hesap verecek! Bu ümmetin namusunu kaldırımlara dökenler, namusumuzu ve utanma duygumuzu sanki bombardıman edip yok edenler, bu ümmetin neslini utanmadan yoksun ve namussuz, vahşi bir iştah ile sokaklarda müşteri haline getirenler, bu ümmeti bu hale getirenler hesap verecek! Sokaklarda sırtına kadar soyunup dolaşanlar acaba sokakları ne zannediyorlar? Bir Müslüman kadın sırtını, karnını ancak ve ancak nikâhlısına gösterebilir. Sadece kocasına gösterebilir! Sadece helaline gösterebilir! Bir Müslüman kadın sırtını, göğsünü, diz kapağından yukarısını vallahi babasına gösteremez! Ne demek oluyor bu? Demektir ki bu sırtına kadar soyunan kadınlar sokaklarda ki bütün erkekleri kendi kocaları zannediyorlar! Böyle şey olmaz! ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam “Sanki sellerin önüne katılıp götürdüğü çöpler gibi olacaksınız. Çöplük gibi olacaksınız! Kâfirler burnunu silip, çöp tenekesi gibi size atacak” buyuruyor!

Müslümanların 2 kat elbisesi olabileceği buyrulmuş. Biri sürekli giymesi için; diğeri; cuma günleri, bayramlarda, özel günlerde giyilmesi için! Bizim kaç kat elbisemiz olduğu belli değil! Bir giydiğini bir daha giymeyenleri bırakın; evlerimizde dolaplarımız kıyafetlerle dolu! Moda gösterilen ne varsa onu giyiyorlar! Moda adı altında üretilen düşük belli kıyafetler, mini etekler, örtülü çıplakların giydiği kıyafetler! Erkekler bile giyiyor artık düşük belli kıyafetleri. Eskilerin fazla giysisi yokmuş ama değil mi? Atalarımız neyin ne olduğunu, neyin haram, neyin helal olduğunu çok iyi biliyorlardı! Biz bu dünyaya cennet ve cehennem arasında imtihan edilmek üzere gönderildik; zevk ve sefa sürmek, dikkat çekmek, kendimizi beğendirmek, istediğimiz gibi davranmak, istediğimiz gibi giyinmek için gönderilmedik!

İbnu Ömer Radıyallahu Anh’ın rivayetinde: ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:
“Kim gösteriş elbisesi giyerse, ALLAH kıyamette o elbisenin aynısını ona giydirecektir. Sonra ateş onu alevi ile tutuşturacaktır. Kim de bir topluluğa benzemeye özenirse o, onlardandır.”
[Cem’u’l-Fevaid, Rudani 5790.hadis]

Giydiğimiz kıyafetlerin güzel olmalarına ve uyumlu olmasına, göze hitap edecek şekilde olmasına dikkat ediyoruz. Gösteriş için giyiniyoruz! Kıyamette gösteriş elbisesi olarak giydirilecek elbiseleri giyiyoruz! Cehennem ateşi bizi tutuşturduğunda çok gösterişli olacağımız kıyafetleri giyiyoruz! Dar ve bedenimizi açık bırakan kıyafetler giyiyoruz!

“Bir topluluğa özenen onlardandır!” Avrupai giyiniyoruz. Giyim kuşamımız Avrupa’dan geliyor! Tekstil devi Türkiye! Avrupa makineleri üretiyor, Türkiye’ye satıyor. Türkiye’deki insanlarda kimyasallar, enzimler, asitler içerisinde bu kumaşları üretiyor. Türkiye’nin suları zehirleniyor, havası zehirleniyor, insanları zehirleniyor! Avrupa standartlarına uymayan, Avrupa’nın istediği gibi üretilemeyen kıyafetler ise Türkiye’de yaşayan insanlara satılıyor. Avrupa daha çok para veriyor çünkü! Avrupa’nın para vermediğine de Türkiye de yaşayan insanlar para veriyor. Kravatlar, papyonlar! Giyim kuşamımızın şekli her yönüyle, her şekliyle kâfirlere benziyor.

“Pantolonu Türkler bulmuş?” Doğru pantolonu Türkler bulmuş. Ama hayvan derisinden üretilen kemerlerle, bırakın kadınları; erkeklerin bile bedenlerini belli edecek şekilde dar giydikleri modellerde giyilmesi için değil! Resimlerin, desenlerin, çeşitli motiflerin bulunduğu şekillerle giyilmesi için değil!

Yazık! Atalarımızın savaşları sonucunda oluşan toplumların ve ilim, irfan, her yönden gelişmelerinin tek sebebi olan, her türlü yeniliği atalarımızdan alan, atalarımızdan öğrenen Avrupa Topluluklarını örnek alan bizlere yazık!

Coğrafi keşiflerin bile yapılmasına sebep olan atalarımızdır! Barut, matbaa, vs. kısacası her türlü bilginin esasını atalarımızdan, İslamiyetten almıştır Avrupa!

Daha 1910 yılına kadar Avrupalı bilim adamları “kadın hayvan mı, yoksa insan mı?” diye araştırma yapıyordu! Biz gafillerin medeniyet dilendiği Avrupa “kadın hayvan mı, yoksa insan mı?” diye araştırma yapıyordu! Avrupa’da eski çağlarda senede sadece bir kere, bütün ailenin aynı su içinde yıkanıyordu! Önce baba, sonra sırasıyla büyükten küçüğe erkekler, erkek çocuklardan sonra anne, anneden sonra kız çocukları aynı su içinde yıkandığı yıkanıyordu Avrupa’da! Bütün ailenin aynı su içinde yıkanmasıyla temizleniyorlarmış! Avrupa’da diğer zamanlarda pis olmaları ve pis kokmaları yüzünden özellikle sadece ilkbahar döneminde; yıllık banyodan sonra evleniyordu insanlar! Bizim medeniyet dilendiğimiz Avrupalı kâfirler!

Dünyaya nam salan, İslamiyeti yayan bir ecdadın; kâfirlerin, Avrupa’nın modern sömürgesi haline gelen nesli olan bizlere yazıklar olsun!

Birde derler ya “İslam bizi geri bırakmış” diye. İslam bizi ileriye götürmüştür her zaman! Bizler gerçekte neyin haram, neyin helal olduğunu bilmeyen kâfirlerin haram olan yaptıklarında geri kalmışız! Haram olan ne varsa kâfirler yapmış, bizlerde kâfirleri örnek almışız!

Kişiye kamçısının ucu konuşmadıkça kıyamet kopmaz.
[Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, sayfa 471]

Her şey konuşuyor artık! Her şey konuşuyor! Mikrofonlar sayesinde her yerden ses alınabiliyor. Saatler bile konuşuyor. Arabalarda, evlerde radyolarda bulunan antenler vasıtasıyla radyolar konuşuyor. Elektronik böcekler vasıtasıyla her yer dinlenebiliyor! Cep telefonları bile konuşuyor. Herkes her türlü teknolojiyle birbiriyle konuşuyor! Parmak mikrofonlar var! 1 kaç santimlik kameralar var! Ayakkabılara, elbiselere, saçlara, kulaklara, vs... Her yere dinleme cihazı, mikrofon, kulaklık konulabiliyor; aksesuar gibi gösteriliyor.

Teknolojinin çıkış noktası Batı değil mi? Teknolojinin çıkış noktası Avrupa! Son teknoloji ürünleri Batı’dan/Avrupa’dan çıkıyor. Her türlü aydınlanma, ilim, irfan, bilgi Batı’dan/Avrupa’dan geliyor! Amerika’da da teknoloji var ama değil mi? “Amerikan” diye bir millet yok ki! Coğrafi keşiflerin ardından Amerika’da bulunan Kızılderililerin soylarının kurutulması, geride kalanların ise asimile edildiği Amerika! Portekiz, Alman, Fransız, İspanyol, İngiliz, … Her milletten insanların bulunduğu Amerika! Avrupa milletlerinin oluşturduğu Amerika! Batı’nın oluşturduğu Amerika! Teknolojinin, her türlü bilimin, gelişmenin, sanayinin çıkış noktası olan Avrupa!

Hz. Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki:
“Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Batı’dan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imanıyla hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz.”
[Buhari, Rikak, 39, İstiska 27, Zekat, 9; Müslim, İman 248, [157]; Ebu Davud, Melahim 12, 4312. hadis; Kutub-i Sitte 4996. hadis]

“Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz!”
Güneş! Güneş! Güneş doğunca her yer aydınlanır! Herkes uyanır ve çalışmaya başlar! Güneş doğudan doğup, batıdan batar! Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz! Batı/Avrupa 1818-1819 Rönesans-Reform devrimleriyle, 1856 yılında sanayi devrimiyle teknolojik olarak şu anki konumuna gelebilmek için ilk adımları atmıştır. Müslümanlardan öğrendikleri metotları geliştirerek, her türlü teknolojik aleti üretmiş, her şeyin kolayını bulmuştur Batı/Avrupa! Güneşin batıdan doğmasıyla insanlar aydınlanmıştır! İnsanlar Batı’ya/Avrupa’ya yönelmiştir! İnsanlar Batı’dan/Avrupa’dan teknoloji dilenmektedir! İnsanları dinden uzaklaştıran Batı’dan/Avrupa’dan tıp yönüyle, teknoloji yönüyle, … her yönden Avrupa’dan teknoloji dileniyoruz!

“Güneş Batı’dan/Avrupa’dan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder.” Güneş batıdan doğunca herkes iman eder? Yani Batı’ya/Avrupa’ya inanır! Batı’dan/Avrupa’dan gelen ilim ve teknolojiye. Batılılaşmaya/Avrupalılaşmaya çalışır! Avrupa’ya gidip, orda yaşamak için neler yapanlar var!

“Ancak, daha önce inanmamış veya imanıyla hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz!” İslamiyeti tam benimsememiş, ALLAH’a tam olarak inanmamış insanlar Batı’ya/Avrupa’ya yönelir! Dinlerini dünya uğruna yerler! Batı’yı/Avrupa’yı, kâfirleri örnek alarak yaşadığımız şu zamanda; Müslüman olduğumuzu da iddia etsek, kâfirler gibi yaşadığımız sürece yalancılıktan öteye, küfürden öteye gitmiyoruz.

Güneş battığı yerden doğunca şeytan secdeye kapanır ve şöyle nida eder: “ALLAH’ım emret! Kimi dilersen ona secde edeyim.”
[Kutubu Sitte 4996.hadis Açıklaması]

Şeytanın artık insanları yoldan çıkarmak için vesvese vermesine gerek kalmamıştır! Batı’dan/Avrupa’dan her türlü pislik, her türlü küfür, ortaya çıkmıştır!

Avrupa’da Hıristiyanlar günah işlemekten korkmazlar. Avrupa’da hiçbir kadın ve erkek günah işlemekten korkmaz! Çünkü bir papaza gider de günahlarını sayıp dökerlerse, papaz da ALLAH namına onları affedebilir. Buna karşılık endülizans adı altında, Hıristiyanlar “günah çıkartma parası” olarak para öderler. Bunun için Avrupalı insanlar günah işlemekten korkmaz! Her rezaleti yaparlar, her günahı işlerler, her pisliği yaparlar, korkmazlar!

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar yoldan çıkmış kimselerdir! Sadakallahül-Aziym. [Haşr Suresi, 19. ayet] ALLAH [c.c.] “ALLAH’ı unutanlar gibi olmayın! Ey kadınlar! Hıristiyanlar gibi çırılçıplak sokağa çıkmayın! Ey kadınlar, Yahudiler gibi namusunuzu altına gümüşe değişmeyin” buyuruyor. Onlar gibi olmayın!

Ama bizim her şeyimiz Yahudilere ve Hıristiyanlara benziyor! Televizyonlarda yayınlanan filmlerde Müslümanların imanıyla resmen alay ediliyor! Ümmet-i Muhammed’in imanı mahvediliyor! Televizyonlarda oynattıkları filmlerde, çırılçıplak, fuhuş yapan, zina yapan, açık saçık giyinen kadınları melek diye Müslümanlara takdim ediyorlar! Bunlar melek olamaz! Melekler zina etmez! Melekler günah işlemezler! Melekler fuhuş yapmazlar! Televizyonlar fahişeleri Müslümanlara melek diye takdim edemez! İmanımıza sataşıyorlar! Ahlakımızı yıkıyorlar! Namusumuzu bozuyorlar! Müslümanların imanını yıkıyorlar! Gençler onlar gibi olmaya çalışıyor! Yahudilerin, Hıristiyanların inancı, imanı bozuk! Bugün Hıristiyanlar ALLAH’a “baba” diyorlar. “ALLAH baba” tabirini kullanırlar. “ALLAH baba”, “ALLAH baba”, “ALLAH baba”! HAŞA, SÜMME HAŞA! Hz. İsa gibi mukaddes ve mübarek bir peygambere de “ALLAH’ın oğlu” diyorlar! “İbnullah” diyorlar! Hz. Meryem Radıyallahu Teala Anha validemiz gibi mukaddes bir kadına da; “ALLAH’ın karısı” diyorlar! Bütün meleklere de, ne kadar melek varsa; onlara da ALLAH’ın kızları diyorlar! Bundan dolayı meleklerin resimlerini durmadan kadın gibi yaparlar, kız gibi yaparlar! Onların inancına göre melekler ALLAH’ın kızlarıdır!

Bugün ki Hıristiyan inanışına göre, “Hz. Âdem Aleyhisselam ile Hz. Havva validemiz cennette yasak edilen ağaçtan yedikleri için günahkâr oldular” diyor Hıristiyanlar. “Günahkâr oldular, ALLAH’ta onları cennetten çıkarıp yeryüzüne attı. Sonra Hz. Adem’den ne kadar çocuk dünyaya geldiyse, ne kadar nesil olduysa, ne kadar insan çoğaldıysa hepsi yeryüzüne Adem Aleyhisselam’ın işlediği günahtan dolayı; bütün insanlar yeryüzüne günahkâr olarak geldiler! Suçlu doğdular. Günahkâr olarak yeryüzünü doldurdular” diyor Hıristiyanlar. Sonra [HAŞA] “ALLAH’ın oğlu Hz. İsa bütün insanlığı günahtan kurtarmak için kendisini çarmıha gerdi, asıldı, idam edildi, insanların günahlarını kurtarmak için ALLAH’ın oğlu olan İsa kendisini feda etti” diyorlar! HAŞA! HAŞA! HAŞA! Bugün ki bütün Hıristiyanların inancı bundan başka değildir! Güya Hz. İsa Aleyhisselam’a kadar bütün insanlar doğarken, yeryüzüne gelirken suçlu olarak doğuyorlardı. Şu saçmalığa bakın! Şu dalalete bakın! Şu sapıklığa bakın! Hıristiyanların sapık inancına göre yeryüzünde ki papazlar da ALLAH’ın oğlu olan İsa’nın vekilleri, kefilleri oldukları için bir Hıristiyan ne kadar günahkâr olursa olsun, ne kadar ALLAH’ı unutursa unutsun, ne kadar nefsini unutursa unutsun; bir papazın önüne gelir de günahlarını itiraf ederse, o papaz da onun günahlarını çıkarır “seni ALLAH namına affettim, hiçbir günahın kalmadı!” diyorlar! Halen Hıristiyanlar da böyle!

Fahişeliğin tarihi: Çarşafı atıp soyunan ilk fahişe!
Sene 1848. İslam bozula bozula akıllara durgunluk verecek hale getirilmiş. İran'da bir sapık kol “Bahailik” ortaya çıkmış. Bunlara göre İslam dininin hükümleri kaldırılmıştır, yeni peygamber ise Mirza Ali adında bir sapıktır. Ve bu sapık kolun bir toplantısında göğsü bağrı açık, sarı saçlı bir kadın kalkıyor ve konuşmaya başlıyor: “Ahlak ve adetlerimizi değiştirmeliyiz! İşte beni görüyorsunuz, bütün kadınlar açılmalıdır.” diyor. İşte bu kadın, açık saçık kıyafetiyle, toplantıdaki adamların akıllarını başından almış ve şu konuşmayı yapmıştır: “Sizinle kadınlar arasında bulunan utanma duygusunu kaldırınız. Onlarla ortaklaşa iş yaparak, günlük faaliyetlerinizi paylaşarak bu perdeyi yırtınız. Sizinle evli olmayan kadınlarla da birleşiniz. Kadınları yalnızlıktan kurtarınız, sosyal hayata çıkarınız. Onlar dünya hayatının çiçekleridir, koklanmak için yaratılmıştır. Çiçekler derlenir, toplanır, dostlara sunulur.” Diyen bu fahişe, Mirza Ali denen sapık adamın peşinde, tam üç yıl kucaktan kucağa gezdi. Bir yıl sonra Mirza Ali tanrı olduğunu da ilan edince, İran devleti tarafından idam edildi. 3 yıl sonra da altın saçlı fahişe idam edildi.

Şeytan artık bize kıs kıs gülüyor. Bir şey yapmasına gerek kalmamış ki artık! Biz gafiller zaten şeytanın yolunda ilerliyoruz! Küfretmek için, izlediğimiz televizyonlarla, çektiğimiz resimlerle, açık seçik giyinişimizle şeytanın yolundan gidiyoruz!

Bismillahirrahmanirrahiym. Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak. Sadakallahül-Azıym.
[Müminun Suresi, 54. ayet]

Her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları ayrı bir din kurduklarını göstermektedir! Bu bakımdan bunlar İslam dininin yıkıcılarıdırlar. Bunlar kurdukları dini kuvvetlendirmek için İslam’mış gibi görünerek Müslümanlardan para toplarlar.

Amelde 4, itikatta 2 mezhebimiz var değil mi? Bir de mezhep imamlarımız var! Gerçekte İslam’da, dinde mezhep yoktur! Mezhep imamı da yoktur! Her yüz yılda, zamanın şartlarına göre dini hükümleri bildirmesi için gönderilen müçtehidlerden; ilim ve irfan bakımından üstün olanlarının vefatından sonra, bu imamların dini konulardaki görüş farklılıkları yüzünden öğrencilerinin, imamlarının görüşlerine göre hareket etmeleri sonucunda ayrı ayrı hükümlerin uygulandığı mezhepler ortaya çıkmıştır! Herkes kendi mezhep imamının görüşünü kabullenir, kendi mezhep imamının kitaplarını okur. Diğer imamların görüşleriyle ilgilenmez ve diğer imamların kitaplarını okumaz!

Günümüzde cemaatler var ekstradan. Günümüzdeki cemaatler müritlerinden ücret alırlar. Her cemaat kendine göre kitaplar seçer, birkaç imamın eserlerinden yola çıkarak kendilerini dine hizmet eder gibi gösterir! Birde dini konularda herkesin bildiği konulardan biraz detaylı bilgisi olana hemen “hangi cemaattensin” diye sorar olmuşuz artık.

Her biri ALLAH’ın Resulü olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı gönderilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.
[Tirmizi, Fiten, sayfa 43; Ebu Davud, Melahim, sayfa 16]

Her birisi kendinin ALLAH’dan Resul olarak gönderildiğini iddia eden 60 yalancının çıkması kıyamet alametlerindendir.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 36]

Uzmanlar “Sözde Mesih” akımlarının 1970’li yıllarda ortaya çıkmaya başladığını, o tarihten bu yana da hızlı bir artış içinde olduklarını ifade etmektedir. Bazı siyasetçilerden Mesih olduğunu ilan eden bile oldu hatırlayın. Yaptığı açıklamalar ve yaptıkları yüzünden Avrupa’ya kaçıp daha sonra yakalanınca, yaptıklarından sıyrılabilmek için; deli diye adlandırılabilmek için Mesih olduğunu iddia edenler olmuştu. Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı örnek olarak.

Bismillahirrahmanirrahiym. Dediler: ‘Hayır ancak atalarımızı böyle yapar halde bulduk. Sadakallahül-Azıym.
[Şuara Suresi, 74. ayet]

Bismillahirrahmanirrahyim. Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde, "Hayır, biz, atalarımızın yoluna uyarız!" derler. Peki ya ataları doğru yolu bulamamış, hidayete erememişse? Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 170. ayet]

Hani hep “biz babadan, atadan böyle gördük” diyoruz ya!

Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş atalarıyla övünmekten vazgeçerler yahut da Allah katında, burnuyla bok sürükleyen bok böceğinden daha adi bir dereceye düşerler.
[Ebu Davud, Edeb 120, (5116); Tirmizî, Menakıb (3950, 3951); Ahmed b. Hanbel, II, 361, 524; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/392-393; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/29.]

Öyle milletler gelecek ki, ölmüş babaları ile övüneceklerdir. İşte onlar cehennemin kömürleridir. Ve onlar, Allah katında pisliği burnu ile yuvarlayan böceklerden daha basittir! Allah sizden cahiliyet devrinin övünmesini ve babalarla büyüklenmeyi kaldırmıştır.
[Tirmizi, Beyhaki, Ebu Davud]

Ebû Davud et-Tayalisrnin Müsned'i ile Şuabü'l-İman'da bu konuda İbn Abbas'dan rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir: "Cahiliyet hali üzere ölmüş olan babalarınızla övünüp durmayın. Varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bok böceğinin burnuyla yuvarlamış olduğu pislik cahiliye (adeti) üzere ölen babalarınızdan daha hayırlıdır."
[Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/393-394]

ZİKİR [Allah`ı anmak]
“Zikr” sözcüğü, “ALLAH” sözcüğü ile tamlama yapılıp, “ZİKRULLAH” olarak ifade edildiğinde anlamı; “ALLAH’I ANMAK” demek olur. Yani “zikr” mastarı (fiilin kökü) ma’mulüne muzaf olarak izafet-i lâfziyye oluşturduğunda (“anmak” mastarı, tümleci olan “ALLAH” sözcüğü ile tamlama oluşturduğunda) anlamı; “ALLAH’I ANMAK” demektir. Nitekim Kuran ayetlerinde de “… Allah’ı ANARLAR”, “… Allah’ı ANMAYA koşunuz” tarzında kullanılmıştır. Kuran’da yüzlerce ayette geçen ”zikr” mastarı ve bu sözcükten türemiş olan “zikrullah” ifadesi, “salat (namaz)”, “savm (oruç)”, “zekât” gibi bir DiNi TERiM olmayıp, bir fiildir ve “yemek”, “içmek” gibi bir eylem ifade eder. Bilindiği gibi “namaz” bir dinî terimdir ve “belirli zamanlarda, belirli beden hareketleriyle, belirli dua ve ayetlerin okunmasıyla yapılan bir kulluk” demektir. Aynı şekilde “oruç” da bir terim olup; “belirli bir zaman diliminde özel bir amaçla, yemeyi içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk etmek” demektir. İşin aslı böyle olmasına rağmen, Arapça’dan Türkçe’ye yapılan tüm çevirilerde “zikr” sözcüğü Türkçeleştirilmeden Arapça olarak bırakılmış ve böylece sözcük, sanki bir dinî terim gibi kullanıla gelmiştir. Bu bilgisizlik her zamanki gibi, açıkgözler ve art niyetliler tarafından sömürülmüş ve cahil halk arasında zikir halkaları, zikir şekilleri ve zikir aletleri icat edilmiştir. Bu sözcüğün yanlış algılandığının farkında olan İslâm düşmanları ise, binlerce senedir sürdürdükleri faaliyetlerine bu konuyu da dâhil ederek insanların daha fazla uyuşturulmalarını, daha çok perişan edilmelerini, daha derin SAPIKLIĞA DÜŞÜRÜLMELERiNi sağlamışlar, üstelik de bu sapıklığın yararlarını, faziletlerini anlatan kitaplar yazarak bunları satmışlardır. Kuran’ın birçok ayetinde “zikrullah”tan (Allah’ın anılmasından) bahsedilerek bunun önemine ve gereğine değinilmektedir:
Bismillahirrahmanirrahiym. O (Aklını kullanan) kişilerdir ki, ayakta, otururken yan yatarken ALLAH’I ANARLAR ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler: “Ey Rabbimiz! Sen bunu boşu boşuna yaratmadın! Senin şanın yücedir. Bizi ateşin azabından koruyuver! Sadakallahül-Azıym.
[Al-i İmran, 191. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Sonra da namazı tamamlayınca, artık ALLAH’I AYAKTA, OTURARAK, YAN YATMIŞKEN ANIN. Sonra sükûnet bulduğunuzda da, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakitlenmiş bir farz olmuştur. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 103. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Ve Allah’ın mescitlerini, içlerinde ALLAHIN ADI ANILMASIN diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim olabilir! Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için ahirette de büyük bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 114. ayet]
Bismillahirrahmanirahiym. Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Şüphesiz ki namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki ALLAH’I ANMAK daha büyüktür. Allah yaptığınız şeyleri bilir. Sadakallahül-Azıym.
[Ankebut Suresi, 45. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri ALLAH’I ANMAK ve Hakk’tan gelen için ürpersin de daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş de kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır. Sadakallahül-Azıym.
[Hadid Suresi, 16. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Peki, Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse ALLAH’I ANMAYA karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlardır, açık seçik sapıklık içindekiler. Sadakallahül-Azıym.
[Zümer Suresi, 22. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Sen ve kardeşin ayetlerimi götürün ve BENİ ANMAKTA ikiniz de gevşeklik etmeyin. Sadakallahül-Azıym.
[Taha Suresi, 42. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Kim BENiM ANILMAMDAN (beni anmaktan) yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” (Allah) Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldiğinde sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun.” Sadakallahül-Azıym.
[Taha suresi, 124, 125, 126. ayetler]
Bismillahirrahmanirrahiym. Ve sabah akşam (her zaman) kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma! Sadakalalhül-Azıym.
[Araf Suresi, 205. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Onları, onun içinde imtihan edelim. KiM RABBiNiN ANILMASINDAN yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar. Sadakallahül-Azıym.
[Cinn Suresi, 17. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Öyle erkekler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alış veriş onları ALLAH’I ANMAKTAN, namaz kılmaktan zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar kalplerle gözlerin ters döneceği günden korkarlar. Sadakallahül-Azıym.
[Nur Suresi, 37. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi ALLAH’I ANMAKTAN alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa işte onlar, hüsrana uğramışların ta kendileridir. Sadakallahül-Azıym.
[Münafikun Suresi, 9. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Ey inananlar! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman ALLAH’I ANMAYA koşun, alış verişi de bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Sadakallahül-Azıym.
[Cuma Suresi, 9. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. Öyleyse BENi ANIN ki, Ben de sizi ANAYIM. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 152. ayet]
Bismillahirrahmanirrahiym. O kişiler inanan ve kalpleri ALLAH’I ANMAKLA yatışan kişilerdir. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız ALLAH’I ANMAKLA yatışır/ tatmin olur. Sadakallahül-Azıym.
[Rad Suresi, 28. ayet]
İnsanlar, Kuran’da bu kadar önem verilen “zikrullah”ın ne demek olduğunu, nasıl yapılacağını Kuran’dan öğrenecek yerde sözünü ettiğimiz İslâm düşmanlarından öğrenmeye kalkınca, ortaya “zikr” yaptıklarını söyleyen bir takım gruplar çıkmıştır. Bu gruplar Dünya üzerinde, özellikle geri kalmış, sürünen Müslüman ülkelerde binlerce cemaat, tarikat, zikir halkaları şeklinde oluşmuş; haftanın belirli gün ve saatlerinde doksan dokuzluk, binlik, on binlik elde tespihleriyle “zikr” yaptıklarını zannederek “Allah, Allah”, “La ilahe illallah, La ilahe illallah” veya “Hu, Hu” diye bağırıp durmuş ve bu yaptıklarıyla da kolayca ve garanti olarak cennete gideceklerine inanmışlardır. Acaba bunların yaptıkları ve inandıkları doğru mudur?
Hayır! Bu tarz inanışlar doğru değildir ve bu tip yozlaştırılmış davranışların hiç kimseye bir yararı olmaz. Parayı çok seven veya paraya ihtiyacı olan bir kimsenin herhangi bir para kazanma uğraşısına girmeden, eline bir tespih alıp günde binlerce kez “para, para, para, …” diye sayıklamak suretiyle para kazanması nasıl mümkün değilse, ahirette cennetle ödüllendirilmek isteyen bir kimsenin de, yukarıda açıkladığımız yoz ve saçma davranışlarla Allah’ın rızasını kazanması mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah, cennetin bedelini Kuran’da bildirmiştir:
Kesinlikle Allah, Müminlerin CANLARINI ve MALLARINI, KARŞILIĞINDA CENNET VERMEK ÜZERE SATIN ALMIŞTIR. Sadakallahül-Azıym.
[Tevbe Suresi, 111. ayet]
Cennetin bedelinin CANLARIMIZ ve MALLARIMIZ olduğunu söyleyen yukarıdaki ayet Kuran’da duruyor iken, bir insanın bilmem kaç tane tespih çekerek Allah’ın rızasını kazanmayı umması ve cennete gireceğine inanması; ucuza cennet kapatma uyanıklığından (!) veya ömrünü lâklâkla geçiren leylek gibi, ömrü bilinçsizce harcama enayiliğinden başka nedir ki? İslâm düşmanları tarafından uydurulan bu tip yalanlar, insanları gayretten, faaliyetten, rekabetten uzaklaştırıp, tembelliğe, miskinliğe ve uyuşukluğa sevk etmekte ve bu yalanlara uyarak dünya hayatını Allah’ın razı olmayacağı şekle sokanların ahiret hayatlarını da karartmaktadır.
Oysa Allah’ın bizden beklediği doğru davranışların hepsi Kuran’da mevcuttur. ALLAH’a inanan bir Müslüman’a düşen, Allah’ın bizden istediklerini Kuran’daki şekliyle öğrenip uygulamaktır. Konumuz hakkında da Yüce Allah, kendisini anmamızı emretmiştir. Dinini Kuran’dan öğrenen bir Müslümanın bunun nasıl yapılacağını öğrenmek için yapacağı tek şey Kuran’a başvurmaktır. Çünkü “Mâdem ki Yüce Allah kendisini anmamızı istemiştir, bunun nasıl yapılacağını da mutlaka bize bildirmiştir.” mantığı ile başvurulacak ve Allah’ın mesajını taşıyan yegâne kaynak Kuran’dır. Nitekim Yüce Allah, “zikrullah” eyleminin, kendisinin gösterdiği şekilde yapılmasını istemiştir:
Bismillahirrahmanirrahiym. Rabbinizden bir lütuf istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Sonra Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ari-Haram’da ALLAH’I ANIN. Ve O’nu O’nun SiZE GÖSTERDiĞi GiBi ANIN. Ve siz bundan önce gerçekten sapıklardan idiniz. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 198. ayet]
Yüce Allah’ın, kendisini anmamız için bize gösterdiği, öğrettiği şekil ise iki ayet sonrasında bildirilmiştir:
Bismillahirrahmanirrahiym. Sonra da ibadetlerinizi bitirdiğinizde yine ALLAH’I ANIN, TIPKI BABALARINIZI ANDIĞINIZ GiBi. Hatta DAHA KUVVETLi BiR ANIŞLA ANIN. İnsanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de Ahiret’te bir nasip yoktur. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 200. ayet]
Ayetlerden açık ve net olarak anlaşıldığı gibi Yüce Allah, kendisini babalarımızı andığımız gibi, hatta daha kuvvetle/ şiddetle anmamızı emretmektedir.
Bu durumda, öncelikle babalarımızı nasıl andığımızı düşünmemiz gerekmektedir. Babasını, elde otuz üçlük, doksan dokuzluk, binlik, … tespih, gece gündüz “Baba, Baba …” diye diliyle anan bir kişinin bile mevcudiyeti söz konusu olamayacağına göre, burada düğümü çözecek olan ipucu, babamızı anmamızın, onu düşünmemizin nasıl olması gerektiğindedir.
Babalarımızın bizlere “Oğlum/ kızım beni unutma!” dedikleri zaman, elimize bir tespih alıp gece gündüz durmadan “Baba, Baba …” diye tespih çekmemizi kastetmedikleri kesindir. O hâlde babalarımızı anmamız; “onları düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız, ONLARIN BiZLER ÜZERiNDEKi HAKLARINI DÜŞÜNÜP, ONLARA KARŞI MADDi VE MANEVi SORUMLULUKLARIMIZI HATIRLAYIP ONLARA SEVGiDE, SAYGIDA KUSUR ETMEMEMiZ” demektir.
Aksi görüşte olup “zikrullah”ı tespihle yapan zihniyetin, Allah’ın Bakara suresinin 152. ayetinde verdiği “BENİ ANIN ki, Ben de sizi ANAYIM” mesajı hakkında ayrıca kafa yormalarında ve Allah’ı “Allah, Allah …” diye anan kullarını, Allah’ın “kulum, kulum …” diye mi andığını düşünmelerinde, kendi çıkarları açısından büyük yarar vardır.
Bu dini en iyi anlayan ve en iyi uygulayanların, peygamberimiz ile onun çağdaşı olan ve ondan eğitim, terbiye alan Müslümanlar, yani sahabe-i kiram oldukları hiç şüphesiz ve tartışmasızdır. Onlar ise bu ayetleri, bugünkü sapık tarikat, tekke ve tasavvuf anlayışıyla anlayıp uygulamamışlardır. Onların, ellerinde tespih, bilmem kaç kere “Allah, Allah …” dediklerini kimseler duymamış, kitaplar yazmamıştır. Onlar, ömürlerini lâklâkla geçirmemişlerdir. Çünkü onlar LÂFLA PEYNiR GEMiSiNiN YÜRÜMEYECEĞiNi bilmekteydiler. Onlar, kişinin aynasının “iş” olduğunun, lâfına bakılmayacağının bilincinde oldukları için ömürlerini hep eğitim ile ve Allah için mücadele (cihad) ile geçirmişlerdir.
Netice olarak anlıyoruz ki ZİKRULLAH/ ALLAH’IN ANILMASI, halk arasında uygulandığı tarzda; elde tespih, dil ile “Allah, Allah …” demek değildir. ZİKRULLAH/ ALLAH’IN ANILMASI; Allah’ın bizler üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin kontrolünü yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.
Evet, ZİKRULLAH/ ALLAH’I ANMAK işi işte bu dur. Allah’ın istediği de budur.

Kıyamet nefesimiz kadar yakın millet! Nefesimiz kadar yakın! Bu dünya, bu nesil, her yönden, her cihetten kıyamet alameti millet! Cehennem bizi bekliyor millet! Cehennem bizi bekliyor!

Sistemlerin değişmesi kıyamet alametlerindendir.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman]

Savaş sistemlerinin değişmesi:
Eskiden savaşlar, ok ve yayla, kılıçla, kalkanla yapılırdı. Günümüzde silahlarla, toplarla, tanklarla, füzelerle yapılıyor.

Tedavi sistemlerinin değişmesi:
Eskiden hastalıklar bitkisel ilaçlarla tedavi edilirdi, günümüzde kimyasal ilaçlarla tedavi ediliyor.

Düşünce sisteminin değişmesi:
İnsanlar günümüzde sadece dünyevi ilimleri düşünüyor. Okullarda bizlere sadece dünyevi ilimler öğretiliyor!

Hayat sisteminin değişmesi:
Eskiden şehirleşme fazla değilken, günümüzde en üst düzeye çıkmıştır. Herkes şehirleşmeye çalışıyorlar. Eskiden yiyecek, giyecek elde hazırlanırken günümüzde her şey hazır alınıyor!

Sağlık sisteminin değişmesi:
Eskiden fazla hastalık yoktu. Günümüzde giydiğimiz kıyafetler, yediğimiz yemekler, içtiğimiz içecekler, bulunduğumuz ortamlar yüzünden ortaya çıkmayan hastalık kalmadı!

Eğitim-Öğretim sisteminin değişmesi:
Eskiden dini bilgiler üzerine ağılıklı eğitim verilirdi. Günümüzde ise dünyevi bilimler ağırlıklı öğretim verilmektedir!

Ulaşım sistemlerinin değişmesi:
Eskiden atla, eşekle, deveyle yolculuk yapılırdı. Günümüzde arabayla, trenle, uçaklarla yolculuk yapılıyor.

Haberleşme sistemlerinin değişmesi:
Eskiden güvercinlerle, atlı habercilerle iletişim sağlanıyordu, günümüzde cep telefonuyla, bilgisayarla, televizyonla, internetle haberleşme sağlanıyor.

Cep telefonlarıyla, internet üzerinden, MSN Messenger ile arkadaşlık siteleriyle artık herkes birbiriyle haberleşebiliyor. Zorunlu haller dışında evden dışarı bile çıkmamaları gereken bayanlar bile evlerinden her şeye ulaşıp, istedikleri herkesle görüşebiliyor. Konuşmalarda, sohbetlerle yüz yüze olmadan istenilen konu konuşuluyor artık. Her konuyu konuşuyor birbirini hiç tanımaması gereken erkeklerle kızlar. Her konuyu konuşuyorlar.

Hukuk ve yargılama sistemlerinin değişmesi:
Eskiden İslam Şeriatı ile hüküm veriliyordu, günümüzde insanların oluşturduğu derme-çatma kanunlarla hüküm veriliyor!

Gelelim Yönetim Sistemlerinin değişmesine!

17. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de meşrutiyet yönetimi kurulmuştu. Burada yaşayanlar pek çok hak ve özgürlük elde etmişlerdi. Fransızlar, İngilizlerin sahip oldukları hak ve özgürlüklerin kendilerine de verilmesini istiyorlardı.

Fransa, Kraliyetle yönetilmekteydi. Ülkede yeteri kadar eşitlik ve özgürlük yoktu. Kral, ülkenin tek egemeniydi. Halk yokluk çekerken kral, Paris yakınlarındaki Versay Sarayı’nda[Le château de Versailles] lüks içinde yaşıyordu. Devletin harcamalarını karşılamak için halktan zorla vergi toplanmaktaydı. Bu durum halkın yönetime tepki göstermesine neden oldu.

Fransa’da; soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler olmak üzere dört sınıf bulunuyordu. Bu sınıflar arasında haklar ve özgürlükler yönüyle büyük bir eşitsizlik vardı. 18. yüzyılda Fransa’nın katıldığı savaşlar ve gereksiz harcamalar, devletin ekonomik durumunun bozulmasına neden oldu. Giderleri karşılamak için ağır vergiler konuldu. Halk geçim sıkıntısı çekmeye başladı. Bu durum, Fransız İhtilali’nin en önemli nedenlerinden biri oldu.

Masonların kışkırtmasıyla Fransız İhtilali, 1789’da başladı. Bu sırada toplanan meclis bir anayasa hazırladı. Böylece Fransa’da meşrutiyet yönetimi kurulmuş oldu.

Fransız İhtilali, önce Fransa”yı daha sonra da diğer devletleri etkileyen gelişmelere neden oldu. Hürriyet, eşitlik, adalet, milliyetçilik akımları bütün dünyaya yayıldı. Yeni bir devlet rejimi ortaya çıktı. Krallıklar yıkılarak demokrasi yönetimi kurulmaya başlandı. Milliyetçilik akımı da bütün ülkelere yayıldı.

Sefine Radıyallahu Anh anlatıyor: “Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdu ki: “Hilafet, ümmetim arasında 30 sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” Said İbnu Cumhan dedi ki:
Sonra ilave etti: “Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh’ın hilafetini, Hz. Ömer Radıyallahu Anh’ın hilafetini, Hz. Osman Radıyallahu Anh’ın hilafetini, Hz. Ali Kerremullahi Vechehü’nün hilafetini ekle bak!” dedi. Bunları sayınca hakikaten 30 yıl bulduk.” Sefine’ye: “Emeviler, hilafetin kendilerinde devam ettiğini zannederler” denmişti, şu cevabı verdi: “Benî’z-Zerka yalan söylüyor. Emeviler krallardır, hemde en kötü krallar.”
[Ebu Davud, Sünnet, 9, 4647.ve 4648. hadisler; Tirmizi, Fiten 48, 2227. Hadis; Kutub-i Sitte 1680. hadis]

Hilafet İslam devletinin yönetim şeklidir! Halkın imamını, yöneticisini kendi seçmesidir. Hz. Ali Kerremullahi Vechehü’nün halifeliği zamanında Mısır Valisi olan Muaviye’nin entrikaları sonucunda, Hz. Ali Kerremullahi Vechehü Kufe’de Miladi 661 [hicri 40] yılında bir harici olan Abdurrahman bin Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralanıp, bu yaranın etkisiyle şehit edilmiştir. Hilafet, Muaviye tarafından, kendinden sonra halifenin atanmasıyla, veliyullah sistemiyle saltanat haline getirildi.


Gelelim Türkiye’de saltanatın kaldırılmasına ve cumhuriyetin ilan edilmesine.

Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Barış Antlaşması’yla savaştığı cephelerde yenilgi almamasına rağmen yenik sayıldı ve toprakları işgal edildi.

1918 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın kendi parası ile çıkardığı Minber Gazetesi’nde işgalci İngilizler tebrik edilip, alkışlanmış, 17 Kasım 1918 tarihli aynı gazetede: “İngilizlerden daha hayırlı bir dost olmayacağı” mesajı verilmiştir. Ertesi günü çıkan Vakit Gazetesi’nde “Britanya Hükümeti’nin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediği” haberi yayınlanmıştır. 11 Ekim 1918’de Halep’ten, Mustafa Kemal tarafından Sultan Vahdettin’e çekilen telgrafta; İngiliz himayeciliğine yer verilen, enteresan teklifler ve İngiliz himayeciliğine yapılan iltifatlar bulunmaktadır. [Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Yapan kim? Mustafa Kemal Paşa!

Mustafa Kemal Paşa! Türkiye’yi kuran, Türkiye’nin her şeyini borçlu olduğu Mustafa Kemal Paşa!

Mustafa Kemal Paşa Kimdir?

Mustafa Kemal Paşa’nın babasının kim olduğu araştırdım. Cafer Tayyar Paşa, Mustafa Kemal Paşa için, “onu tanıdığımdan beri ayyaştır.”dedi. Babası kimdir diye sorulduğunda, “muhtelif şer söylerler” dedi. Babasının kim olduğunu belirtmedi. Büyük Cemal Paşa’nın fedaisi, sadık adamı Tekel İstanbul Baş Müdürlüğü Şubesi amiri iken, kendisinden, Mustafa Kemal Paşa’yı öğrenmek istedim. Bana “bir Sırplı çavuşun, bir çingene kızından yahut karısından doğan bir ailedendir.”dedi. Ben o zaman Çanakkale Cephesi’nde 1. ordunun emrinde vazife görüyordum. Mustafa Kemal Paşa, “Bitlis’i, Muş’u düşmandan geri istedim” diyor. Hâlbuki Bolşevik devrimiyle Ruslar ikinci ve üçüncü ordu cephelerinden süratle çekiliyordu. Mustafa Kemal Paşa emrindekiler Ruslar’a “bizi neden yalnız bırakıp gidiyorsunuz” diye ateş ediyorlardı. Kör olası İngilizler, başımıza Mustafa Kemal Paşa’yı getirdiler! Bursa’da, Çerkes Bekir Sami, Eskişehir’de Ali Fuad, Ankara’da Jandarma Genel Komutanı Mir Alayı Çerkes Beha, Ankara Alayı komutanı Çerkes Remzi, Çerkes Ethem ve kardeşleri, Keskinli Rıza Bey, Yozgat’ta Çobanoğulları ve pek çokları isteselerdi Mustafa Kemal Paşa’yı görevinden alabilirlerdi. Alavere dalavere ile Mustafa Kemal Paşa komutanlığı ele geçirdikten sonra, bir daha kaptırmamıştır. Fedaileri vasıtasıyla, karşı gelenleri tehdit etmiş ve yok etmiştir. Osmanlı ordusunda Mustafa Kemal Paşa kadar zalim ve haris bir asker görülmemiştir. Mustafa Kemal Paşa Şehzade’yi İstanbul’a çevirmişti. Anadolu’daki meclisin başına geçer, orasını temizler, meşru hale getirebilirdi. “Şimdilik size ihtiyaç yok” demelerine karşılık, “orduda bir asker gibi çalışayım” dediği halde kabul edilmeyerek geri çevrilmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın amacını apaçık ortaya koymuştu. Celaleddin Arif’i de bu maksatla meclisin başından çıkartıp kendisi Celaleddin Arif’in yerine geçmiştir. Anadolu’da bulunan paşaları birer bahane devlet sınırları dışına çıkarmıştır. Mustafa Kemal Paşa kendini hem Meclis Başkanı hem de başkomutan yaptırmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Afyon’da Ali İhsan Paşa’nın emrindeki 1. orduya Doğu Cephesi’nden Kazım Karabekir’in ordusuyla yetişip, birleşen Osmanlı ordusunun Yunanlıları püskürteceğinden endişe duymuş ve Ali İhsan Paşa’yı Ankara’ya çağırarak emekliye ayırmış ve Konya’da zorunlu ikamete mecbur etmiştir. Zamanında Ankara Ziraat Okulu’nda kalan Mustafa Kemal Paşa’nın emrindeki İsmail Hakkı’nın idaresinde bir piyade takımı mevcuttu. Kısa zamanda bu takımı bir alay kadrosuna çıkarmak için bir jandarma taburunu yanına almıştır. Bu taburun başına Kılıç Ali Bey’in yeğeni Salih Kılıç isminde genç ve parlak bir subayı yüzbaşılığa terfi ettirerek getirmiş. Daha sonra Karadeniz’den gelen Topal Osman’ın çetesini de bir alay haline sokarak ve Topal Osman’a milis kaymakamlık rütbesini vererek onu da emri altına almış, maaşlarını Jandarma Genel Komutanlığı’na ödettirmiştir. Bundan başka birkaç polis alayını da kendi emri altına almıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın adamları Rum ili eşkıyalarından Akif Kaptan, Hasan Rıza, Cavad Abbas, Salih Buzak, Receb Zöhdi, İskilipli Osman Tufan’dır. Bunların birinci adamı, Ernekvili katil ve sabıkalı Şaban! Cevdet Abbas, Kılıç Ali, Receb Zühdü, Salih Bozuk, Osman Tufan ve daha niceleri Mustafa Kemal Paşa’nın adamlarıydı. Ankara polisinde çalışanlarla “A.P.” adlı askeri polis teşkilatında çalışanlar, birbirleriyle yarış derecesine adeta cesede basarak mevki teminine yelteniyorlardı. Bu hafiyelerden hemen herkes çekiniyordu. Mustafa Kemal Paşa, Cafer Tayyar’ın maneviyata, Hilafet ve saltanata bağlılığını biliyordu. Ekilmez soyadını alan Cafer Tayyar hakikaten sefalet içinde denecek kadar yoksulluk geçirdi. Fakat Mustafa Kemal Paşa’ya boyun eğmedi. Mustafa Kemal Paşa, Ali Şükrü’yü mecliste feryat ettiği için, Topal Osman’a boğdurmuştur. Ali Şükrü’nün cesedini bir çuval içine sokarak Ankara’nın görünmez mağaralarından birinin içine attırmıştır. Bu tertibi Kılıç Ali denilen hilekâr telefonla Çankaya’dan idare etmişti. TBMM’de, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclise girmemesi için; Selehaddin ve Mersin’li Küçük Cemal Paşalar, Karavasıf ve arkadaşları bir kanun önerisinde bulunmuşlardı. Memleket içinde beş sene oturmayan ve belli bir miktar vergi vermemiş bulunanların, meclise kabul edilmemesini şart koşmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa meclise hiç sormadan, karar ve izin almadan kendi seçtiği arkadaşlarından üçer-beşer kişilik birer heyet oluşturup, sınırsız bir yetki vererek istediği illere göndermiştir. Gönderdiği heyetleri koruması içinde jandarmaları görevlendirmiştir. Gönderdiği heyetler her gittiği yerde halkın üzerine korku, bir kâbus gibi çökmüştür. Hiç kimseye sormadan bir düzüne insanı bir gecede idam edebilir. Ve ettiler de! Kararların temyizi yoktur. İl Valisi bile itiraz etse, Mustafa Kemal Paşa’nın gönderdiği heyet İl valisini mahkemeye çıkarabilirdi. Görevlendirdiği heyet Mustafa Kemal Paşa’dan başka kimseden emir almazdı. Ali İhsan Paşa’nın Afyon cephesinden hileyle alınarak Konya’da ikamete zorunlu tutulması Rafet Paşa’yı üzmüştür. Rafet Paşa neden böyle olduğunu anlamış, bu yüzden kendisine teklif edilen 1. ordu kumandanlığını kabul etmemiştir. Rafet Paşa’nın askerlerinin başına Kaçar Nureddin Paşa geçirilmiştir. Başkomutanlık savaşı İhsan Paşa’nın hakkıdır. Afyon’da orduyu taarruza hazırlayan Ali İhsan Paşa’dır. Ordunun başına Mustafa Kemal Paşa geçmiş ve her şeyi kendisi yapmış gibi göstermiştir.
[Bir Osmanlı Askerinin yazdığı Gizli tutulan mektuplar]

Mustafa Kemal Paşa’nın babası kimdir?

Selanik’te Rıza Efendi adında gümrük memuru birinin üvey oğlu Mustafa Kemal Askeri Okula geliyor. Mustafa Kemal’in babası hakkında çok rivayet var; kimi bir Sırp, kimi bir Bulgar’dır diyor. Anası bunların metresiymiş. Yeni, çıkan 20. Asır Larousse Ansiklopedisi “Pomaktır” diyor. Yunanlardan alınan bilgilere göre Mustafa Kemal’in anası, Selanik’te bir genelevindeymiş. Orada piç olarak Mustafa Kemal doğar. Yenişehir Tırnova’sından ve oranın ileri gelen kabadayılarından Abdoş Ağa Selanik’e gelir, Mustafa Kemal’in anasını görür, alır götürür. Mustafa Kemal 5 yaşlarında iken Abdoş ölmüş, anası oğlu ile Selanik’e gelmiş. 12 yaşında iken Mustafa Kemal, Tırnova’ya gidip miras istemiş ise de piçliğini söylemişler geri göndermişler. Mustafa Kemal okula başlamış. Anası gümrük memuru Ali Rıza ile evlenmiş. Mustafa Kemal anasından bahseder, fakat babasından bir defa bile bahsetmemiştir. Benim araştırmalarıma göre gümrük memuru Ali Rıza Mustafa Kemal’in üvey babasıdır. Mustafa Kemal babasından kendi bahsetmediği gibi diğer birinin bahsettiğini işitirse ona düşman olur. Fransız bakanlarından Hedyo, Paris’te Türkiye üzerine iki konferans verdi. Bunlar Conferencio gazetesinde yayınlandı. Hedyo’da konferansta “Mustafa Kemal Paşa’nın babası meçhuldür”, diyor.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3. cilt, sayfa 561-562]

Yunanlılar “Türkiye Hükümeti Ayasofya’yı cami olarak açamaz. Eğer Türk hükümeti Ayasofya’yı cami olarak ibadete açarsa Yunan Hükümeti de belgelerle Mustafa Kemal Paşa’nın gayri meşru bir çocuk olduğunu, zina çocuğu olduğunu tüm dünyaya ilan eder” diyorlar.

Sizlere şimdi anlatacağımız belgenin aslı Osmanlıcadır. Selanik Mahkeme Kararıdır!
Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde’nin miras davasının kararını açıklayan mahkeme ilamıdır. Sizlere bu belgeni Latin harfleri ile tercüme edilmiş şeklini sunuyoruz.

SELANiK ASLiYE HUKUK MAHKEMESi
İlam karar numarası: Adet/451

Abduş’un ölümünden sonra Zübeyde Abduş’un karısı olduğunu ve oğlu da Abduş’un oğlu olduğunu iddiası ile açmış olduğu miras davasında Abduş’un kardeşleri, mahkemeye vermiş oldukları iddianamede Zübeyde’nin Abduş’un karısı olmadığını ve genel evinden odalık aldığını ve oğlu Mustafa iki yaşında kucağında olduğunu ve Abduş’un hiç çocuğu olmadan öldüğünü iddiaları ile durumun genel evinden sorulmasını talep etmeleri üzerine; genel evine yazılan tezkerenin cevabında Zübeyde’nin oğlu ile beraber 19 Haziran 1297’de genel evine girmiş. Yeni Şehirli Abduş isminde bir kabadayı ile anlaşıp 11 Nisan 1298’de genel evinden çıkmıştır. Bu tezkere gereği Zübeyde’nin davasının reddine karar verilmiştir. [22 Kanuni-evvel 1298]

20 kuruşluk pul hakim aza aza
Selanik asliye mühür mühür
Hukuk mahkemesi
Mühürü


Avrupalı kaynaklara göre Mustafa Kemal Paşa’nın babası Sırp’tır! Türk değil yani!
Ali Rıza Efendi Mustafa Kemal Paşa’nın üvey babasıdır!

Zübeyde Hanım, yaşamının son yıllarında verdiği bir röportajda oğlunu Selanik’te ‘’dondurucu kırklar’’ olarak anılan ve kışın en soğuk 40 gününü ifade eden dönemde doğurduğunu söyledi.

Mustafa Kemal Paşa çıkardığı ilk resmi kimlik kartında doğum tarihi olarak rumi takvime göre, 1296 yazılıydı. Bu 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasına karşılık gelmektedir.

Mustafa Kemal Paşa 1880 ya da 1881 kışında doğdu.

Doğum günü olarak “19 Mayıs 1881” tarihinin belirlenmesi nereden çıktı?

Bir gün cumhurbaşkanlığı özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak Mustafa Kemal Paşa’ya bir belge getirdi. Belge, İngiltere’nin Ankara büyükelçiliğinden geliyordu. Bir ansiklopedide yer alacak biyografisi için Mustafa Kemal Paşa’nın tam doğum tarihinin bildirilmesi rica ediliyordu.

Mustafa Kemal Paşa düşündü fakat doğum gününü tam olarak bilmiyordu. Aklında mayıs ayı kalmıştı. Özel kalem müdürü Soyak’a döndü, “Bu bir 19 Mayıs günü neden olmasın?” dedi. Yani Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başladığı tarih!

Mustafa Kemal Paşa’nın doğum tarihinin yazıldığı resmi belge İngiliz büyükelçiliğine 10 Kasım 1936 tarihinde gönderildi. Mustafa Kemal Paşa’nın ölümünden tam 2 yıl önce: “Cumhutbaşkanı Atatürk 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuştur.” yazılı belge İngiliz büyükelçiliğine gönderildi.

Bu tarihten önce Mustafa Kemal Paşa’nın doğum tarihi konusunda bir kesinlik yoktu. Örneğin, Çankaya Köşkü Yaverlik Dairesi Mustafa Kemal Paşa’nın doğum tarihi hakkında sorulan bir soruyu 1880 olarak cevaplamıştı.

Bazı kaynaklara göre Mustafa Kemal Paşa’nın doğum tarihi 13 Mart 1881”dir. Bu karışıklığı Mustafa Kemal Paşa ölümünden 2 yıl önce, kendisi düzeltti. Gerçi Mustafa Kemal Paşa hayatının ilk döneminin fazla kurcalanmasını istememiş, Nutuk’ta her şeyi 19 Mayıs 1919 günü başlatmıştır. Hayattan intikam almaya başladığı tarih!

Sabah Gazetesi’nden Figen Yanık’ın, Mustafa Kemal Paşa’nın Ali Rıza Efendi’den sonraki üvey babası Ragıp Bey’in kızı, Mustafa Kemal Paşa’nın da üvey kardeşi Ruhiye Hanım’ın çocuk ve torunları ile görüştükten sonra; Sabah Gazetesi’nde 19 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan açıklaması:

“Ruhiye Hanım’ın anlattığına göre Mustafa Kemal Paşa küçükken çok sessiz, kendi halinde bir çocukmuş. Böylesine sakin bir çocuğun ilerde Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirerek bu kadar büyük başarı sağlamasına Ruhiye Hanım çok şaşırırdı. ‘Yaptıklarını izlerken onunla daima iftihar ediyorduk, ama çocukken böyle olacağı hiç kimsenin aklına gelmezdi’ derdi.”

1888 yılında Mustafa Kemal Paşa ilkokuldayken Kocası Ali Rıza Efendi’yi kaybeden Zübeyde Hanım, zaman zaman çocukları ile birlikte kardeşi Hüseyin Ağa’nın çiftliğine giderdi. Ali Rıza Efendi’nin ölümü ile dul yaşamaya devam eden Zübeyde Hanım, daha fazla ekonomik sıkıntı çekmemek ve abisine daha fazla yük olmak istemediği için Teselya’dan Mora’ya, Mora’dan da Selanik’e gelmiş olan bir göçmen olan Selanik Gümrükler Baş Müdürü Ragıp Bey’le yaptı. Ragıp Bey’in Afet Hanım’la olan önceki evliliğinden 3 çocuğu vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın Süreyya, Hakkı, Ruhiye[kız] adında üvey kardeşleri vardı.

Gümrük Memuru Ali Rıza Bey’in ölümü üzerine Zübeyde Hanım yeniden evlenmiş, küçük Mustafa’ya tekrar üvey baba gelmişti. Kardeşi Makbule’ye de üvey baba gelmişti bu evlilikle. Selanik Gümrük Baş Müdürü Ragıp Bey! Ali Rıza Efendi’nin amiri, şefi olan Selanik Gümrük Baş Müdürü Ragıp Bey!

Ragıp Bey, Zübeyde Hanım’la evlendikten sonra; yeni aile; Zübeyde Hanım’ın eski eşi Ali Rıza Efendi’nin kiraladığı evde oturmak istemesiyle; Ahmed Subaşı mahallesindeki üç katlı, pembe boyalı eve tekrar taşınırlar.

Mustafa Kemal Paşa’nın Zübeyde Hanımı “hiç affetmediği” ve evden kaçarak askeri okula yatılı öğrenci yazıldığı bilinir. Mustafa Kemal evden kaçar, çoğu kez dayısının çiftliğinde zamanını geçirir. Fakat ikinci Üvey Babası ile aynı çatı altında yaşamak zorundadır.

Mustafa Kemal Paşa Annesi Zübeyde Hanım’la ara ara, az görüşür. İzinli çıktığı sıralarda!

Zübeyde Hanım’ın Ragıp Bey ile evlilik yapması, ana ile oğul arasında dikkatlerden kaçmayan bir sorun olmuştu. Ragıp Bey, Teselya’dan Selanik’e göçmüştü. Eşini yitirmiş, 4 çocuğuyla dul kalmıştı. Süreyya ve Hakkı adlarında 2 oğlu ile birinin adı Ruhiye olan 2 kızı vardı. Zübeyde Hanım’la evlendiğinde Mustafa Kemal Paşa ikinci üvey baba sorunu yaşamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın kardeşi Makbule bu yeni hayata ayak uydurmakta gecikmemişti ama Mustafa Kemal üvey babasının bulunduğu çatı altında oturmak istememişti. Mustafa Kemal Paşa yaşamının sonlarında üvey babası Ragıp Bey’den söz ederken “Bana karşı çok saygılı davranmış, büyük adam muamelesi etmiştir” diye olumlu bir görüş sergilemişti.

Mustafa Kemal Paşa’nın üvey kız kardeşi Ruhiye Hanım’ın torunu Ferhat Babür, ailesiyle ilgili bilinmeyen gerçekleri ilk kez anlattı.

Ragıp Bey’in en büyük oğlu Süreyya Bey, babası Zübeyde Hanım’la evlendiğinde subaymış. Mustafa Kemal, Ragıp Bey’in subay olan en büyük oğlu Süreyya Bey’e özenmiş. Mustafa Kemal Süreyya Bey’e özenmiş. Süreyya Bey de Mustafa Kemal’i alıp askeri okula yazdırmış. Süreyya Bey, iddialara göre Mustafa Kemal’e bir de bıçak hediye etmiş. “Gerektiği zaman bunu kullanabilirsin’’ demiş. Torun Ferhat Babür’ün açıklamalarına göre Zübeyde Hanım’a ölene kadar anneannesi Ruhiye Hanım bakmış. Mustafa Kemal Paşa subay çıktıktan sonra Zübeyde Hanım ile Ragıp Bey, kendi aralarında çocuklarını evlendirmeye karar vermişler. Mustafa Kemal Paşa ile Ruhiye Hanım’ı, Makbule Hanım ile de Süreyya Bey’i evlendirmek istemişler. Mustafa Kemal Paşa subay çıktıktan sonra evde büyük bir yemek sofrası hazırlanmış. Süreyya Bey, genel de kışlada kalırmış. O gün özel olarak çağırılmış. Herkes bir araya geldikten sonra evlilik fikri ortaya atılmış. Hiç biri bunu kabul etmemiş. Bu aralarında soğukluk yaratmış. Mustafa Kemal Paşa Selanik’ten ayrıldıktan sonra Lozan Mübadelesi ortaya çıkmış. Bu arada Ragıb Bey, Zübeyde Hanım’dan ayrılmış. Ayrıldıktan sonra zor durumda kalmaması için “Sen İstanbul’a git, Makbule ve Ruhiye’yi de yanına al” demiş. Hakkı, onlarla gitmeyi kabul etmemiş. Yalnız gitmek istemiş. Ragıp Bey de Selanik’te kalmayı tercih etmiş. Lozan Mübadelesine göre herhangi birinin orada kalma hakkı yoktu çünkü. Zübeyde Hanım, Balkan Savaşı’ndan sonra Ragıp Bey’den ayrıldı ve artık Osmanlı toprağı olmaktan çıkan Selanik’i terk ederek kızı Makbule ile birlikte İstanbul’a göç ederek Beşiktaş-Akaretler’de bir eve yerleşti. Milli mücadele yıllarında Ankara’ya gelen Zübeyde Hanım, 1919’da ayrılmak zorunda kaldığı oğlunu, yıllar sonra Ankara’da devlet başkanı olarak gördü. Zübeyde Hanım, üvey kızı Ruhiye Hanım ve kızı Makbule Hanım Selanik’ten ayrıldıktan sonra önce İstanbul’a gelip buradan İzmir’e geçiyorlar. Yanlarında tapu getirmedikleri için mübadelede hiçbir şey alamıyorlar. Zübeyde Hanım Karşıyaka’ya yerleşiyor. Makbule Hanım daha sonra İzmir’den tekrar İstanbul’a gelmiş. Ruhiye Hanımın torunu Ferhat Babür çocukken konakta otururlarmış. Hemen her hafta Zübeyde Hanım’ın kardeşi Emine Hanım ziyarete gelirmiş.
[Mustafa Kemal Paşa’nın üvey kız kardeşi Ruhiye Hanım’ın torunu Ferhat Babür]

Suriye Cephesi’nden döndüğünde Mustafa Kemal, Zübeyde Hanım’ın Beşiktaş-Akaretler’deki evinde kısa bir süre kaldı. Oradan annesiyle “tartışarak” ayrılmıştır. Arkadaşı Salih Fansa’nın Tepebaşı’ndaki evine geçmiş, birkaç gün de o evin tam karşısında yer alan Pera Palas’ta kalmıştır. Daha sonra Salih Fansa’nın eşinin bulduğu bir kiralık eve, Şişli’de Dul Bayan Madam Kasapyan’ın evine çıkmıştır. Ünlü ev! Bahçe içinde, “müstakil”, kirası çok yüksek, tam 14 lira! [Bahçe bugün kaldırım!]

Ev sahibesi bazı kaynaklarda Madam Osepyan, bazı yerlerde “Rum Madam” olarak da geçer. [Mustafa Kemal Paşa’nın bir Ermeninin evinde oturduğunu bilmemizi istememişler.]

Mustafa Kemal, annesini ve kız kardeşini de Şişli’ye, yanına almıştı, sonra Samsun’a gitti. Zübeyde ve Makbule Hanımlar tekrar Beşiktaş-Akaretlere döndüler, çünkü oranın kirası 1 liraydı. Mustafa Kemal Paşa annesini ancak 3 yıl sonra görebildi. Bu kez annesini Ankara’ya aldırdı. Zübeyde Hanım Ankara’da da fazla oturamadı, İzmir’in kurtarılışından hemen sonra İzmir’e [biraz da <kız bakmaya>, yani Latife Hanım’ı yakından tanımaya] gitti. Latife Hanımı tarihten silmek için bu İzmir gezisine de sonradan “sağlık nedenleriyle” diye bir kulp takılmıştır.

Sultan Vahdettin vatan hainidir değil mi? İhanet etmiştir vatanına?
“Yıldız Sarayı’nın küçücük odasındaydı padişah. İşgal altındaki İstanbul’da elinden gelen hiçbir şey yoktu, ama bir şeyler yapmalıydı. 600 yıllık bir imparatorluk son bulma noktasındaydı. Dedesi Fatih’in, Yavuz’un kendilerine emanet ettiği Osman Gazi’nin tohumunu attığı çınar ağacı devrilmek üzereydi. Devrilmemesi için omuz atmak istiyor ama etrafını çevrelemiş İngiliz askerlerinden buna imkân bulamayacak kadar çaresizdi. Yıldız Sarayı’nın yandığı bir günde etrafındakilerin hüngür hüngür ağladığı esnada onları izleyip “Siz ne ağlıyorsunuz, vatan yanıyor ona ağlayın!” diyen ve ardından da gözyaşlarına boğulan hisli bir insandı! Tahta geçtiği andan itibaren yaşadıklarını bir Rabbi bir de kendisi biliyordu. Tahta çıkmadan önce 5 gün beraber Almanya seyahati yaptığı Mustafa Kemal Paşa’yı o gün saraya çağırmıştı. Vatanı kurtarma noktasında daha önce görüştüğü komutanların hiçbiri bunu göze alamamıştı ve son dayanağı [maalesef] Mustafa Kemal Paşa’ydı. Vahdettin, bundan önce yaptığı hizmetleri hatırlattıktan sonra o tarihi konuşmayı yaptı. Resmi tarihe bir türlü sokulmayan fakat Mustafa Kemal Paşa’nın hatıralarında dahi yer bulan o tarihi konuşma: “Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” Sultan Vahdettin’in; devletin kurtulacağı noktasında hala ümidi vardı. Ve bu ümidini Mustafa Kemal Paşa’ya da iletmişti. 15 Mayıs 1919 yılında yapılan bu konuşmanın ardından Mustafa Kemal Paşa’ya [bize anlatıldığı şekilde her tarafı sökük, murat 124 tarzı değil; gerçekte sapasağlam olan] Bandırma Vapuru hazırlatıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın görevi İngilizlere “orduları teftiş” olarak ifade edilmişti ama Samsun’a büyük yetkiler verilerek, Sultan Vahdettin’in fermanıyla, 6900 yıl boyunca boy’lar, hanedanlar sistemiyle yönetilen halka, padişahın emriyle Mustafa Kemal’e uymaları için, her türlü yardımı yapmaları emriyle gönderilmişti. Samsun’a hareket edecek olan Mustafa Kemal Paşa’ya Sultan Vahdettin kendi şahsi parasından 40 bin lira vermişti.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Sultan Vahdettin, milli mücadelenin başlangıcı noktasında elinden gelen tüm imkânları kullanmış, bu büyük mücadeleyi bizzat kendisi başlatmıştı. Yıllar sonra Sultan Vahdettin’i torunlarına hain olarak anlatacaklar, türlü iftiralar atacaklardı ama Sultan Vahdettin, kendisini tanıyan gönüllerde Türk Milleti’ne en büyük hizmeti eden şahsiyet olarak anılacaktı.

Samsun’da halk Mustafa Kemal Paşa’yı coşkuyla karşılamış değil mi? Kim Mustafa Kemal?
9. ordu müfettişi! ALLAH aşkına biraz mantık kim tanır o zaman Mustafa Kemal’i? Kim? Niye coşkuyla karşılasın? Bugün ki iletişim aygıtları yok, kâfirlerin kontrolü altında olan telefon ve telgraf sistemi var, bozuk dökük hatlarla. Biz bugün bu kadar iletişim aleti olmasına rağmen, yeri geldiğinde bırakın ülkede olup bitenleri, oturduğumuz mahalledeki olayların bile çoğunu bilmiyoruz! 6900 yıl boyunca hanedanlıkla, saltanatla yönetilen, hükümdarlıkla yönetilen halk; ne yapsın Mustafa Kemal’i? Kim Mustafa Kemal? Kim? Sultan Vahdettin Han’ın savaş için görevlendirdiği ve bizzat fermanla her türlü yardımın yapılmasını, emirlerine uyulmasını emrettiği komutan! Samsun’da Mustafa Kemal Paşa’nın karşılanmasını sağlayan da Sultan Vahdettin!

Bir de İngiliz belgelerini karıştıralım. Gizli yazışmalara göre; işgalci İngilizler, esir Padişahı Samsun’a çıkmış bulunan Mustafa Kemal Paşa aleyhinde konuşmaya, yazmaya zorlamakta, Vahdettin’in ifadeleri İngilizlerin Dail Mail Gazetesi’nde kendi istedikleri gibi yer almaktadır. Anadolu’da İngiliz idaresinden rahatsızlık duyulmaması gerektiği belirtilerek, Mustafa Kemal Paşa’nın bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğu yer almaktadır. Türk Tarih Kurumu tarafından basılan “çok özel yazışmalar” isimli eserde, gizlenen bu gerçekleri okumak mümkündür.

Vatanın ve milletin, dinin selameti için, İngilizlerin elinde esir olduğu halde; İngilizlerle ilişki içinde bulunmak vatan hainliği sayılıyor Mustafa Kemal Paşa’ya göre. Biz bu zamanda hür olduğumuzu iddia ettiğimiz halde; en ufak bir konuya davranışlarla karşı çıkmayı bırakın, konuşarak bile karşı çıkmaktan korkuyoruz! Sultan Vahdettin vatan, millet ve din için; işgal kuvvetlerinin elinde esir bulunduğu halde, her türlü riski alıp savaş emrini veriyor! Sıkıntı ve bir dolu zahmetlerle, eziyetlerle kazanılan savaş sırasında işgal altında bulunmalarına rağmen İstanbul’da; Tophane’deki cephanelikten, savaşta kullanılmaları için; mermileri, topları gece karanlığında çok gizli bir şekilde Mustafa Kemal’e gönderttiriyor! Ama Kurtuluş Savaşı’nda bize top mermilerini, bombaları Ruslar göndermişti değil mi? 1917 yılında Bolşevik İhtilâli ile 1. Dünya Savaşı’ndan çekilen ve ekonomik kriz yaşayan Rusya göndermiş. Hani bizi bütün milletler yalnız bırakmıştı? Rusya kendi sorunlarıyla boğuşurken bizi mi düşünecek? Ruslar bize Kurtuluş Savaşı’nda altın gönderdi değil mi? Mustafa Kemal Paşa’nın cumhuriyeti ilanından sonra Orta Asya’daki Türkler [Çeçenler, Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler, Özbekler] kendi kaderlerine terk edildi bu altınların karşılığında.
Ama Türkiye’deki insanlara Orta Asya’daki Türklerin topraklarını 1703-1730 yılları arasında Osmanlı Padişahı olan 3. Ahmed’in zamanında Sadrazamlık yapan Baltacı Mehmet Paşa sattı derler değil mi? Rusya’ya gitmiş, ama neden? 1711 yılında Ruslarla savaşan Osmanlı ordusunun komutanı olduğu için gitmiş! 220 yıl önce Orta Asya’yı Ruslara satmış? Ama nedense Ruslar, 200 yıldan uzun bir süre beklemiş.
Kurtuluş Savaşı’nda Rusların verdiği altınların karşılığında Mustafa Kemal Paşa’nın Orta Asya’yı Rusya’nın kucağına bıraktığını anlatmazlar bizlere. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanında yazılan tarih kitaplarında Baltacı Mehmet Paşa sattı yazar! Kötü olan her şeyi Osmanlı yapmış. İyi olan her şeyi Mustafa Kemal yapmış! Nerden biliyoruz bunu? Mustafa Kemal’in lisanında yazılan tarih kitaplarından biliyoruz!

Gelelim meselenin diğer boyutuna!
Mustafa Kemal Paşa ve 36 arkadaşına Samsun`a gitmek üzere vize veren kişi İngiliz İstihbarat subayı John Bennet’tir! Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşlarının, İstanbul Boğazı’ndan ayrılması için gerekli vizeyi bizzat o hazırladı. Bu işlem için özellikle de İngiltere Dışişleri’nin baskı yaptığını anılarında anlattı. Anılarını ‘Tanık’ isimli kitapta topladı. Yakın bir zamanda yaşamını yitirdi.
Milli Mücadele yıllarında İngilizlerle hep masa başında karşı karşıya geldik. Cephede değil. İngilizler izin vermeselerdi Cumhuriyet kurulabilir miydi acaba? Lozan’da hakem rolündeydiler. Ama asıl büyük oyunları hep Musul ve Kerkük üzerine oldu. Musul Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi ama Lozan’da çok kolaylıkla bırakıldı. Asıl büyük zenginlik, Türkiye haritasının dışına bırakılmıştı. Petrol deposu ve hayati önemdeki Musul’da neden ısrar edilmedi? Neden bu kadar kolay bıraktık? İngilizlerin kurduğu oyun tıkır tıkır işledi. Yunanlıların özgürlüklerini kazandıkları yıl 1829’dur. Yunanlıları Osmanlı’ya karşı başkaldırmaya teşvik eden İngilizler’di. Tam 90 yıl sonra yani 1919’da Osmanlı parçalanırken, Yunanlıları Anadolu’ya çıkmaları için tahrik eden yine İngilizler olmuştu. 1918 sonrasında Berlin’de sıkışan İttihatçı şeflerin adresleri, Ermeni suikastçılara İngiliz istihbaratı tarafından verildi. İngilizlerin kurduğu plan hep tıkır tıkır işledi. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları da Musul ve Kerkük’ü İngilizlere sundular. İngilizler her işin içinde olmuştur ama çok az hedef olmuşlardır.
Neden Güneydoğu’ya yatırım yapmıyorsunuz sorusuna, eski Başbakan Şükrü Saraçoğlu ‘İleride ne olacağı belli olmayan topraklara niye yatırım yapalım?’ cevabını vermişti.
Mustafa Kemal Paşa: “Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren hainler asırlarca bu milleti aldanışta bıraktılar. Onlar bu milleti ve bu memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya, diğeri askere ihtiyaç duydukları zaman! Bir baştan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zapt etmek için fetihlere kalkarlardı. Hâlbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli isteği, vicdani isteği ve çıkarı yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin çocukları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi.
[Mustafa Kemal, Adana Çiftçileriyle konuşma, konuşmanın yapıldığı tarih: 16 Mart 1923, Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923]

Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenliğini ele geçirmişlerdi. Bu zorbalıklarını 600 yıldan bu yana sürdürmüşlerdi.
[Mustafa Kemal Paşa, Nutuk, Sayfa 644-645]

Mustafa Kemal’e gelince, daha öğrencilik yaşlarında ve bilhassa askeri okulda başlayarak, yaşayan, eğlenen, dünya zevklerine değer veren bir gençtir. İçki içen, eğlentilerden, içkili toplantılardan hoşlanan bir insandır. Bu içki ve eğlence bahislerinde bazı aşırılıklara da kayabilir.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 106//2008- Remzi Kitapevi]

Sürekli içki içen adam puta tapınan gibidir.
[Ravi: Hz. Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 392]

Cennete, içki içen giremez.
[Ravi: Hz. Ebû Said Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 486]

Mustafa Kemal’in bütün arzusu, devleti idare edenlerle temaslar yapabilmektir. Mustafa Kemal, memleketin ileri gelenleriyle tanışmak, memleketin ileri gelenlerinden biri olmak ister.
[Kemalist Yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 253]

Mustafa Kemal’e gelince o realisttir. Ne Hicaz’ın kutsallığına, ne hilafetin değerine inanmaz.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 265]

Suriye’deki ordusunu yüzüstü bırakıp, İstanbul’da şehzade Vahdettin’e yalakalık yapan bir adam!

Mustafa Kemal, hem 7. Ordu, hem tekrar tayin edildiği 2. Ordu kumandanlıklarını reddedip İstanbul’a döndüğü zaman… İşte bu sırada Mustafa Kemal, Vahdettin ile Almanya’ya gider.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 341]

[Kemalist kaynaklarda Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye dışına çıkmadığı iddia edilir.]

Çünkü geleceğin padişah’ı Vahdettin’in kızını alıp Genel Kurmay Başkanı olmak istiyordu! Mustafa Kemal için düşünülen sultan hanım, Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’dı. Kaldı ki bu sultan hanım bir şehzadeyi, Abdülmecit Efendi’nin oğlu Faruk Efendi’yi seviyordu. Nitekim sonra onunla evlendi de.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 1, sayfa 325,326]

İşgal kuvvetlerinin gözetimindeki padişah, Mustafa Kemal’i müthiş yetkilerle donatarak ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya gönderir. Padişah’ın arzusu, Anadolu’da halkın başlattığı Milli Mücadele’nin düzene sokulmasıdır. Mustafa Kemal, kendisine verilen yetkilere dayanarak valilere bile emir verebilmektedir. Devletin kasasında bir kuruş yokken, Mustafa Kemal’in altına Bandırma Vapuru verilir. Mustafa Kemal Samsun’a hareket etmeden önce Padişah Vahdettin’i ziyaret eder. Burada biz susalım, yazar devam etsin!

Padişah Vahdettin ile vedalaşma sırasında Padişah Vahdettin elini bir tarih kitabına basarak bir takım cümleler sıralar:

“Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete birçok hizmetler ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutma! Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa! Devleti kurtarabilirsin.”
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 370]

Sultan Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü: Mustafa Kemal’in ağzından: 1927-1938 yıllarında sofracılığını yapan Cemal Granda’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın ağzından aktardıkları aynı gerçeğe parmak basmaktadır. “Beni, Milli Mücadele’yi açmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu’ya gönderen Vahdettin’dir. Eğer bu vatanı kurtaran birini aramak gerekirse Vahdettin’i göstermek gerekir!”

Bütün Mason sitelerinde Mustafa Kemal Paşa “Mason Liderler Listesinde” yer almaktadır. Babası bile belli olmayan, Suriye’deki ordusunu yüzüstü bırakıp Almanya’ya giden ve oradan da İngilizlerle görüşen, Suriye Cephesi’nde sürekli geri çekilerek Osmanlı topraklarını İngilizlere bırakan Mustafa Kemal!

Sabah Gazetesi’nden Figen Yanık’ın, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci üvey babası Ragıp Bey’in kızı, Mustafa Kemal Paşa’nın da üvey kardeşi Ruhiye Hanım’ın çocuk ve torunları ile görüştükten sonra; Sabah Gazetesi’nde 19 Ekim 2004 tarihinde yayınlalan açıklaması:

Mustafa Kemal Paşa’nın üvey kardeşi Hakkı Bey nerede?
Ruhiye Hanım’ın diğer Ağabeyi Hakkı Bey, Selanik’ten tek başına İstanbul’a gelmiştir. Ruhiye Hanım’la bir kez görüşmüştü. O yıllarda demiryollarında kondüktördü. Daha sonra kendisinden haber alınamadı. [Devlet Başkanı olan Mustafa Kemal’in üvey kardeşleri birer birer ortadan kaldırılıyor.] Mustafa Kemal Paşa’nın üvey ağabeyi Süreyya Bey nasıl öldü? Mustafa Kemal Paşa’nın üvey ağabeyi Yüzbaşı Süreyya Bey’in ölümü hakkında çeşitli söylentiler var. [Mustafa Kemal Paşa’nın üvey kardeşi Ruhiye Hanım’ın torunu Ferhat Babür’ün anlattıklarına göre öldürülmüştür. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanıyla yazılan Kemalist kaynaklara göre de intihar etmiş.]

Devlet Başkanı’nın üvey kardeşleri birer birer öldürülüyor, ama devlet başkanı Mustafa Kemal hiç bir şey yapmıyor, çünkü hayattan intikam alabilmek için üvey kardeşlerini öldüren, öldürten Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi! Süreyya Bey Mustafa Kemal’e “Gerektiği zaman bunu kullanabilirsin” diyerek hediye ettiği bıçakla öldürülüyor!

Mustafa Kemal Paşa’nın boşanma olayından 2-3 gün evvel Latife Hanım kardeşi İsmail ve eşi Süreyya Paşa'nın kızı Melahat ile Ankara'ya gitmişlerdi. Çankaya'da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal'in yanında kâtip sıfatıyla Halit Ziya'nın oğlu Vedad vardı. Güzel tüysüz bir çocuk. Bir akşam karanlık çökerken İsmail'le Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad, Mustafa Kemal'i ağacın dibinde yapıyor. Latife'yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife, Mustafa Kemal'e: 'Herşeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem.' demiş. Gazi susmuş, İsmet'in evine gitmiş. 'Bu karıyı şimdi boşayacağım' demiş. İsmet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile'yi toplamış. Boşanmaya karar vermişler. İsmet Latife'yi alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş. Latife İsmet Paşa’ya: 'Sus, sus! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme, seni benden daha rezil eder. Her pisliğine aleti sensin' demiş.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıralarım, 4. cilt, sayfa 1357]

Latife Hanım'ın yasaklı arşivinin hikâyesi de çok ilginç! Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım'ı boşayınca bütün özel belgelerini alır, öyle gönderir. Ve Latife Hanım ömür boyu özel hayatı hakkında kimseye bir şey söylemez. Hatta onunla görüşüp bilgi almak isteyenler olur, fakat ölüm korkusu ile tek kelime söyleyemez. Fakat Latife Hanım günlük tutmaktadır ve tüm özel hayatını yazmaktadır. Ayrıca kendisine gelen bazı özel mektupları da saklamaktadır. Öldüğü tarih olan 1975 yılından beş yıl sonra, 1980'de mahkeme kararı ile Türk Tarih Kurumu'na verilen bu arşive, 25 sene boyunca teşhir edilme yasağı konur. İşte bu özel arşivin süresi 2005'te bitti ve teşhir edilmesi gerekiyordu. İşte tam o dönemde, bu dehşetli bilgilerin açıklanacağını gören laik basın muazzam bir taarruz başlattı. Çünkü put yapıp taptıkları adamın nasıl bir puşt, nasıl bir ******** olduğu meydana çıkacaktı.

Büyük putperest Emin Çölaşan'ın o dönemdeki yazılarına bakalım:
30 Ocak, 2005'te Hürriyet gazetesindeki köşesinden:
“Türk Tarih Kurumu başkanı Halaçoğlu, arşivi açıklamaya niyetli görünüyor. Bu konuda mahkemeden yeni bir karar almadan bunu nasıl yapacak? Bence, doğacak kargaşayı önlemenin en iyi yolu, ilgili kurumların yeniden mahkemeye başvurup bu belgelerin açıklanmasını bir süre daha erteletmesidir. Çünkü her kesimdeki Atatürk düşmanları, Latife Hanım arşivini ellerini ovuşturarak bekliyor. Bu oyuna düşmeyelim.”

Emin Çölaşan’ın 2 Şubat'taki yazısı:
“Halaçoğlu tutturmuş, 'Latife Hanım arşivini ille de açıklayacağım' diyor. Dünkü Milliyet'te yer alan sözleri ilginç! Hem de yarın açıklayacağını söylüyor! Aynı sözleri daha önce İslamcı basına söylemişti. Bu ne acele, neyin acelesi! Belli ki arşivi okumuş.”

Arşiv'in gizli kalacağı 3 Şubatta açıklanınca, Emin Çölaşan’ın 4 Şubat’taki yazısı:
“Noter tebligatı olmasa da açıklayamazdı. Bizler, Mustafa Kemal Atatürk'ün aydın izinden yürüyen milyonlar, aslanlar gibi buradaydık. Ebediyete göçmüş saygın insanları birilerinin sinsi çıkarlarına alet ettirmezdik. Hevesleri kursaklarında kaldı. Geçmiş olsun!”

Önce açıklayalım, Doktor Rıza Nur kimdir?

TBMM 1. Dönem ve 2. Dönem'de Sinop milletvekilliği yapmıştır. TBMM tarafından seçilen 1. İcra Vekilleri Heyeti içinde Türkiye'nin İlk Milli Eğitim Bakanı olmuştur. Daha sonra Sağlık Bakanlığı görevinde bulunmuştur. Lozan Antlaşması müzakerelerine katılmış. Moskova Anlaşmasına gönderilen heyetin içinde yer almıştır. Siyaset adamı, yazar, Türkolog-Tarihçi ve doktordur.

Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur anlatıyor, bakın Türkiye'yi kim kurtarmış:

“Her yerde vatan müdafaası için harıl harıl çeteler ortaya çıkıyor. Mesela İzmir'de Demirci Efe, Sarı Efe, Çerkez Ethem... Bursa'da Gökbayrak, Giresun'da Topal Osman, Adapazarı ve Sakarya boylarında Yahya Kaptan çetesi, İbo... Görülüyor ki, Milli Mücadele hareketi her tarafta millet tarafından düşünülmüş ve yapılmıştır. Bir kişinin değil, binlerce kişinin. Mustafa Kemal'in, İsmet'in bunda zerre kadar hissesi yoktur. Bu esnada Mustafa Kemal hâlâ ortalarda yok. O Anadolu'ya kovuluncaya kadar başka işlerle meşgul olmuştur. Mustafa Kemal Anadolu'ya Milli Mücadele için gelmemiştir. Kovulmuştur. Bunu da kendisi Nutkunda söylüyor. [Nutuk, sayfa 7]
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım]

“Mustafa Kemal başkumandanlığı kabul etmem dedi. 'Yahu etme, kabul et.' dedik. Dedi ki: 'Ben zaten buradan da idare ediyorum. Geri durduğum yok ki.' Ben de: 'Yok, resmen ve mesul olarak ordunun başında olmalısın, o zaman daha gayretle çalışırsın' dedim. Mustafa Kemal tamamıyla ümitsiz, Başkumandanlığı asla istemiyor. Çünkü ona göre mağlubiyet muhakkak. Başkumandan olursa kendi mağlup olacak. Şimdiye kadar İsmet ile Fevzi'yi iki kukla gibi perde arkasından idare etmeye alışmış. Mesuliyetli iş olursa onlara veriyor, şeref olursa kendine alıyor. Resmen ve bilfiil kumandanlığı asla kabul etmiyor. Bütün meclis buna kızıyor. Meclis pek asabileşti. O da “kabul etmem” diyor, başka bir şey demiyor. Kızmışım, bir aralık: 'Ne güne duruyorsun? Hangi işe yarayacaksın' diye bağırdım. Kızılca kıyamet koptu. Mustafa Kemal ta kürsüden küfürler ve tehdit yağdırdı. Mustafa Kemal: 'Mağlubiyet muhakkak, sen beni rezil olsun, şerefi gitsin diye başkumandan yapmak istiyorsun' dedi. Bu söz bana müthiş ağır geldi, çıldıracaktım. Yahu bu ne adam? Koca bir millet gidiyor, kendi şerefini düşünüyor. Hiç olmazsa insan utanır da bunu söylemez. Ne adi, ne belâ bir adama çatmışız. Şeref! Sanki Suriye'de mağlup olan kendi değil. Baktım, kudurmuş köpek gibi olmuş. Herkes de bir şey söylüyor. Her söyleyen ile dalaşıyor. 3 gündür uğraşıyoruz, kabul ettiremiyoruz. Nihayet geldi, resmen celsede şu teklifi yaptı: 'Eğer meclis bütün yetkileri bana verirse kabul ederim' dedi. Ben bunu duyunca yumruğumu küt diye kafama vurmuştum. 'Bu adam ne istiyor? Bu nasıl iş? Bu verilebilir mi?' diye bağırmışım. Arkadaşlar söylediler. Bu müthiş bir şey! Başkumandanlık için böyle bir şeye lüzum yok ki. Yeterli yetkilere zaten sahiptir. Demek bu adamın amacı kötüdür. İçinde kim bilir ne domuzluklar vardır. Herkesi emri altına almak ve kimseye söz hakkı vermemek, milleti inim inim inletmek istiyor. Kendi kendince kanunlar yapacak. Şunu bunu asıp kesecek. Kendine köle gibi itaat etmeyenleri imha edecek. Yapar mı yapar! Artık Meclis'te kavga kıyamet kopuyor. Bu yetkileri vermek istemiyorlar. Ortalık karıştı. Nihayet düşündüm: 'Vahim bir iş ama şu adama ne istiyorsa verelim de Yunan'ı def edelim.' Teklifi yaptım. Nihayet Meclis kabul etti.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 808-850]

Sakarya Savaşında ordumuz tökezleyince başkumandan Mustafa Kemal Paşa kaçmayı düşünmüş.

O zamanlar Ankara'da olan Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur anlatıyor:

“Bu Çal Dağı’nın düşmesi bütün ümitlerimizi bitirdi. Yeniden Türk Milleti’nin istikbali, hürriyeti, hayatı tehlikeye düştü, gidiyor. Artık hep ölü haldeyiz. Kimsede can kalmadı. Ağzımızı bıçak açmıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal'in özel hizmetlerinde kullandığı Arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal'in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış. Meğerse Yunanlar sol cephemizi 10 gündür söktüremedikleri için ümitsizliğe düşüp geri çekilmeye karar vermişler. Ağırlıklarını Sakarya'nın batı cephesine alıyorlarmış. Fevzi Çakmak bunu sezmiş ve Mustafa Kemal'e 'Aman geri çekilme! Düşman da geri çekiliyor. Emri geri al.' demiş. Ne ise Mustafa Kemal geri çekilmeyi durdurdu. İşte Fevzi Çakmak bu vaziyeti kurtardı. Yoksa bütün emekler, askerlerin çabaları, dökülen kanlar boşa gidiyordu. Sakarya harbi bitince iki mühim şey olmuştu. Mustafa Kemal hareket etmeden evvel, Meclis'ten kendisine “gazi” ünvanı ve “mareşal” ünvanı verilmesini istedi. Herkes: 'Canım bu adama ne oluyor? Ne istiyor? Bunları ne yapacak?' diyordu. Ve yine: 'Galiba padişah olmak peşindedir. Şimdiden padişah gibi tuğrasına El-Gazî yazmak için bu ünvanı istiyor.' diyorlardı. Şu adam müthiş bir yaratıktır. Ve nutkunda: 'Meclis bana Gazi ünvanını verdi' diyor. Hâlbuki böyle bir şey kimsenin aklına gelmemişti. Kendi istedi. Meclis ise 'Olmaz' dedi. Kıyamet koptu. Nihayet tehdit altında ve kendi adamlarını kullanarak “Gazi” ünvanını aldı. Birkaç gün geçinde de: 'Meclis bana 4 milyon lira nakit mükâfat versin' dedi. Herkes Meclis'te bir daha kızdı ve köpürdü. Bütün meclis olmaz'ı bastırdı. Mustafa Kemal 1 milyona indi. Yine olmaz dediler. Hâsılı meclis: 'Para veremeyiz' dedi ve vermedi. Mustafa Kemal bir müddet uğraştı, baktı olmuyor, vazgeçti. Eğer böyle bir şey lazımsa Meclis kendi verir. Ama yok, bu kendi ister, huyu budur. Sıkılmaz. Nutuk’da bu para meselesinden hiç bahsetmiyor.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 849]

Kemalistler Mustafa Kemal Paşa’nın cephede kaçarken sarhoş olduğu için attan düşüp kaburga kemiklerini kırdığını söylemezler! Cephe de savaşırken attan düştü derler!

“Ali Fuad’la bir akşam ikimiz baş başa konuşuyoruz. Mustafa Kemal’in fuhuş hikâyelerinden bahsediyoruz. Dedi ki; “Ayol onun erkekliği yok. Okulda iken, Selanik’te iken beraber çapkınlığa giderdik. Kadınlarla uğraşırdı, bir şey yapamazdı.” Hayret ettim. Bilmezdim. Ankara’da da kimseden işitmemiştim. İnanmak istemedim. Çünkü fuhşa çok düşkün. Bu sözü sonra bir Binbaşı’nın hanımından da işittim. Mustafa Kemal bir aralık buna dadanmıştı, herkesin ağzındaydı. Kadın hasta olmuş, bana başvurdu. Pek güzel bir hanım. Mustafa Kemal ile olan macerasını ne yapıp söylettim. “Mustafa Kemal kadına çok düşkündür. Ama bir şey yapamaz. Erkeklik organı kalkmaz. Uğraşır sürüştürür. Sonunda dışına akıtır. İşte bu kadar” dedi. Bu söz Ali Fuad’ın dediklerini onayladı. Derken Mustafa Kemal Latife Hanım’la evlendi. Latife Hanım Eşimle arkadaştı. Eşime Mustafa Kemal’in kocalık yapamadığından şikâyet etmiş. Eşim de bana söyledi. Latife bu şikâyeti Fethi Beyin eşi Galibe Hanıma da yapmış. Fethi’den işittim. Demek ki Ali Fuad’ın sözü doğruymuş. Demek bu adam ibnedir. Ve bu hali gençliğinden beridir. Şimdi neden bu kadar fuhşa düşkün olduğu anlaşıldı. Anadan doğma uzvu kalkmayanlar. Ya ahmak doğmuş veya diğer bir ifadeyle aklı aşağılık kompleksine girmiştir. Kadına bir şey yapamayanlar, yapamadıkça azar. Ve daha ziyade bu işin üstüne düşerler. Artık deli gibi bir şey olurlar. Her kadına saldırırlar. Akıllarına ziyan gelir. Namuslu, namussuz yeri veya değil bilmezler. Nitekim bu adam bunu son altı yıldır müthiş surette yapmış. Nice namuslu kadınları rıza ile dalavere ile düşürerek, zor ile ırzına geçmiştir. Bununla da kalmazlar, şehvetin marazi kısımlarına da dökülürler. Mesela 8-10 yaşlarında ve daha küçük kızlara da tecavüz ederler. Buna sadizm derler. Zira sadist olurlar. Bu da yeterli gelmez! Erkek çocuklarına düşkün olurlar. Bir şey yapamayınca, bu sefer bu çocuklara kendilerini yaptırırlar. Nitekim Mustafa Kemal son 3-4 yıldır, bunların her türlüsünü yaptı.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, 3. cilt, sayfa 775]

Latife'yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal'in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhşiyat alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhane oldu. 20-30 kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu. Salih Bozok'la Recep Zühtü İstanbul'da Tokatlıyan'ın arkasında bir ev tutup bunu kerhane hâline koydular. Hem kendileri eğleniyor hem de kadınların iyilerini seçip Mustafa Kemal'e yolluyorlardı. Karılar Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü'nün evine gidiyor, Mustafa Kemal’de oraya gidip eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü kerhaneci başı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede Dış İşleri Bakanı oldu. Mustafa Kemal boşanınca kadınlar artık doğruca Çankaya'ya, Mustafa Kemal'e gidiyor. Salih’in kerhanesi çok zaman işledi. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapatmaya teşebbüs etti. Mustafa Kemal'in en büyük arzularının ocağı yıkılabilir mi? Demek rezaletler ne kadar ilerlemişti. Nihayet polis burasını kapatmayı başarmıştır. Ama aradan yıllar geçti. Mustafa Kemal Konya'ya gitmiş, orada okulu ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa'ya tahsile yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan! İzmir'e gitmiş, orman memurunun mektebe giden küçük kızı Afet'i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş! Sonra onu da İsviçre'ye tahsile yolladı. Vaktiyle metresi Fikriye'yi de göndermişti. Onun usulü bu! Nerede kız görüp beğenirse eşkıya gibi omuzlayıp götürüyor. Hem de okullardan! Ne feci! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimâtı’nı da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkıya! Şimdi en gözdesi Afet yanında! Sözde öğretmen, tarihçi olarak bulunduruyor. İş sade böyle değil. Her taraftan kendisine kadın takdim edenler var. Bir avukat Lütfi var, karısı Bulgar'mış. Çok güzelmiş. Karısını takdim etmiş, baron işi gibi imtiyazlar almış. Şimdi böyle kadın yağmuru var, Çankaya'ya yağıyor! Böyle ********lerin bini bir paraya! Maalesef namuslu insanlardan da katılanlar oluyor. Bir gün Çankaya'dan Meclis'e bir telefon geldi. Kütahya milletvekili Nuri arıyor. Sivas milletvekili Rasim'le konuştu. Sonra Rasim gelip bize anlattı, Nuri diyormuş ki: 'Doktor Ömer Şevki Bey nerede? Paşa'ya Müfid Bey'in kızını takdim edecekti. Araba gönderdik bekliyoruz.' Gerçekten Ömer Şevki bu kızı alıp Mustafa Kemal'e o gün götürmüştür. Bunu işiten milletvekilleri hep iğrendik, hem de bir alay mevzuu oldu haftalarca sürdü. Şükür meclis'te namuslu insanlar çokmuş. Herkes Ömer Şevki'den selamı sabahı kesti. Hâlbuki bu adam namusluydu[!]. Çankaya fuhuş merkezine böyle gelip gidenler olduğu gibi 20-30 tane de seçme genç kız ve kadın var. Bunların bir kısmına evlatlığım(!) diyor. Bir tanesi pek meşhur, Almanya'da dans tahsil etmiş bir kız. Güya Çankaya'da dans hocalığı ediyormuş[!]. Sonra bunu da Avrupa'ya yolladı. Dönünce de gözden düştü! Bu işler saymakla bitmez. Bin bir gece masalları gibi! Fuhşun her türlüsü yapılır. Hepsini yazmak uzun ve çirkin!
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

“Mustafa Kemal İstasyon binasına göçtü. Artık yeni evi orası! Ankara'da (S....) adında biri var. Romanyalı bir Müslüman subaymış. Yanında güzelce bir karı da var. Eşim diyor. Kadın Macar’mış. Akşamdan sabaha kadar vur patlasın çal oynasın gidiyor. Hatta eşi ile Mustafa Kemal'in yanına yerleşmiş beraber içiyorlar, oynuyorlar, bağırıyorlar. Bari kör olasılar, pencereleri kapatın! Hayır! Pencereler tamamen açık! Halk geceleri evin etrafına toplanıp rezaleti seyrediyor. İçki ve şehvetin türlü çığlık ve nefeslerini dinliyorlar. Halk da, milletvekillerinde bir dedikodular koptu. Halk bizi dinsizler, ahlaksızlar diye kesecek. Bazıları bana “şu adama söyle de, yapmasınlar” dedi. Düşündüm, İsmet'in bu adama söz anlatması mümkündür. Ona söyleyeyim de nasihat etsin. Millî davaya zarar verebilecek bir şey olduğunu, bu esnada bunlardan sakınmak gerektiğini söylesin. Hiç olmazsa bu işler gizli kapalı yapılsın. İsmet'i buldum. Dert yanıp, anlattım. Birden hiç ummadığım bir cevap aldım. İsmet kızdı. Sert bir tavır aldı. Ben de Mustafa Kemal'e kızdı sandım. Meğer bana kızmış. 'Herkesin sikinin kâhyası mıyız? Yaparsa yapsın. Sana ne oluyor?' dedi. Birkaç gün geçti, bir de (S....)'nin Ziraat Bakanlığı müsteşarlığına atandığını öğrendim! Al sana işte! Sen misin rezaletin önünü almak isteyen? Düşündüm, demek biz burada vatan için falan çalışmıyoruz. Bir ağanın mevkiine, zevkine, fuhşuna aletiz.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, 3. cilt, sayfa 607]

Mustafa Kemal Latife’yi boşamış. Heyet-i Vekile kararı ile yapmış. Bu, Medeni Kanun’a aykırıydı. Boşanmak, iki tarafın rızasıyla veya Mustafa Kemal’in durumu sebebi mahkeme hükmü ile olacaktı. Heyet-i Vekile, adliye kanun ve mahkemelerin üstüne çıkmış ve onları yok sayarak karar vermiş. Al işte, Mustafa Kemal kendi getirdiği kanuna bu kadar uyuyor! Bir medeni kanun yaptı, bugün en başta kendi bozuyor. Hem insanlara ilan ederek bozuyor. İsmet de bunu yapıyor. O, ne yapmaz? Tek mevkide dursun, bunun için cinayetler, katliamlar yapıyor da, bu bir şey mi? Kanunen Latife hala Mustafa Kemal’in karısıdır. Mustafa Kemal ölürse mirasa konar. Latife İstanbul’a geldi. Son zamanda eşimi aramıyordu. Mevhibe ile iyi idi. Eşimin Mevhibe ile haberleşmesi de kesilmişti. Latife şimdi, İstanbul’a gelince, derhal eşimi istedi. Eşim gitti. Ona bir takım mühim şeyler söylemiş, boşanma olayını da anlatmış, “Doktor Rıza gelsin, ona mühim haberlerim var” demiş. Anlaşıldığına göre boşanma olayından 2-3 gün evvel Latife kardeşi İsmail ve kardeşi İsmail’in eşi Süreyya Paşa’nın kızı Melahat Ankara’ya gitmişlerdi. Çankaya’da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal’in yanında kâtip sıfatıyla Halit Ziya’nın oğlu Vedad vardı. Güzel, tüysüz bir çocuk! Bir akşam karanlık çökerken İsmail ve Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad Mustafa Kemal’i ağacın dibinde yapıyor. Latife’yi çağırmışlar. Latife de görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife Mustafa Kemal’e “her şeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem” demiş. Gazi (!) savuşmuş. İsmet’in evine gitmiş. “Bu karıyı şimdi boşayacağım” demiş. İsmet sabahleyin erken Hey’et-i Vekile’yi toplamış. Boşanmaya karar vermişler (!). Latife’yi İsmet alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş. Latife ona; “Sus, sus! İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen Mustafa Kemal’e bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Hep aleti sensin” demiş. Neden sonra bir gün Ankara’da İsmet’e Latife’yi gördüğümü söyledim. Yüzüme baktı, “Bu bir facia oldu” dedi. Hâlbuki Latife en ziyade İsmet’e kızıyordu. “Bunların bütün sebebi İsmet’tir” diyordu. Bir süredir Mustafa Kemal duramıyormuş. Yine eski hayatı yaşamak istiyormuş. Latife’nin içki ve fuhuş konusundaki engellemelerine fena sıkılıyormuş. Her gün kavga ediyorlarmış. Bunu gören Salih ve diğer avene de Latife’nin karşısına dikilmişler. Yine Latife’nin anlattığına göre o esnalarda bir gün küçük hemşiresi yanında misafir imiş. Mustafa Kemal kıza musallat olmuş. Kız elinden kurtulup kaçmış, ablasının odasına kapağı atmış. Mustafa Kemal elinde rovelver odaya girmiş. Ablası kızı kucaklayıp siper olmuş. Mustafa Kemal ateş etmiş, bereket versin uşak ve Mustafa Kemal’in eskiden beri yanında olan ve her işleri bilen Bekir, Mustafa Kemal’in kolunu tutmuş, kurşunlar boşa gitmiş, üç el ateş etmiş. Boşandıktan sonra Mustafa Kemal Latife’ye 50 bin lira göndermiş. Latife kabul etmemiş. Fakat babası Muammer Bey ayrıcalıklar aldı; Mustafa Kemal de verdi. Mustafa Kemal önemli belgelerini Latife’ye saklatırmış, Latife’yi yollarken onları almış. Latife en ziyade İsmet’e diş biliyordu. “felaketin sebebi odur” diyordu. Ben Türk tarihi ile meşgulüm. Bu sebeple işim çoktu. Geciktim. Yine eşimi yolladım. “havadis al!” dedim. Bu sefer hiç havadis vermemiş ve anlatmış: -Başkâtip Tevfik, arkasından Siirt’li Mahmut gelmişler, Mustafa Kemal tarafından Latife’ye şunu bildirmişler: “Kimseye bir şey söylemesin. İşitirsem, onu derhal mahvederim.” Korkup susmuştur. Bir gün ben gittim. Daha havadis almak için çok uğraştım. Türlü yollardan girdim; bir şey söylemedi. Halini görüyorum, söylemek istiyor, korkuyor. Bilerek saatlerce kaldım. Babası da bizi bir dakika yalnız bırakmadı. Tedbirli adam. Herkes yanına gitmeğe korkuyorlardı. Bir daha gittim. Yine havadis almayı denedim. Yine olmadı. Bir gün eşimle Latife’ye şu haberi gönderdim: “burada durmasın. Sır biliyor diye Mustafa Kemal mutlaka onu imha eder. Hayatı tehlikededir. Avrupa’ya gitsin!” Cevabı şu olmuş: “Benden evvel o Rıza Nur için tehlikedir. Siz gidin!” demiş. Zavallı kimseyle görüşmüyordu. Kahretmiş, sokağa da çıkmıyordu. Güç vaziyet. Daha dün törenler ve alkışlar içinde idi. Şimdi basit bir fert. Çok söyledim. “hava almak lazımdır” dedim. Dinlemedi. Gittikçe zayıfladı, sarardı. Adeta verem oluyordu. Ankara’ya gittiğim vakit gördüm. Evvelce çifte okulların üzerinde “Latife&Gazi Okulu” yazılıydı. Boşandığının ertesi günü adını kazıyıvermişler. Yaban insanlar, çirkin şey. Sonra kendi de bunu işitmiş. Pek gücüne gitmişti. Bundan bana dert yandı. Latife’yi attıktan sonra Mustafa Kemal’in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhşiyat alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhane oldu. 20-30 kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndürmesi oluyordu. Salih, Recep Zühtü, Tokatlıyan’ın arkasında İstanbul’da bir ev tuttular. Bunu kerhane haline koydular. Kendileri de eğleniyor, kadınların iyilerini seçiyor, Mustafa Kemal’e yolluyorlardı. Bu kerhane boşanma işinden biraz evvel kurulmuştu. O vakit karılar Ankara’ya Tevfik Rüştü’nün evine gidiyor, Gazi oraya gelip orada eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Dış İşleri Bakanı kerhaneci başı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede Dış İşleri Bakanı olmuştu. Şimdi karılar doğruca Çankaya’ya, Mustafa Kemal’e gidiyor. Salih’in kerhanesi çok zaman işledi. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapamaya bile çalıştı. Mustafa Kemal’in en mühim arzusunu karşılayanların ocağı yıkılabilir mi? Demek rezalet ne kadar ilerlemişti. Sonunda polis burasını kapamayı başarmıştır. Ama yıllar geçti. Mustafa Kemal Konya’ya gitmiş, orda okulu ziyaret edip bir öğretmeni beğenmiş, almış, getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa’ya tahsile yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan! İzmir’e gitmiş. Orman memurunun okuldaki küçük kızı Afet’i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş. Sonra onu da İsviçre’ye tahsile yolladı. Vaktiyle metresi Fikriye’yi de göndermişti. Onun usulü bu. Bu kızın babası evvelce Sinop’ta imiş. Oradan İzmir’e gitmiş. Sinop’ta biliyorlardı. Kızın şeklini anlattılar. Demek nerede kız görüp beğenirse eşkıya dağa kaldırır gibi, omuzlayıp götürüyor. Hem de okullardan! Ne feci! Evvelce bir gece Ankara Darülmüalimatı’nı da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız, eşkıya! Fakat en sevdiği okul basmak, öğrenci ve hoca kızları çalmak! Türkiye’de hızsızlığın her çeşit ve dağa kız kaldırmak vardır ama henüz böylesi görülmemişti. İcat etti. Dâhiliğini bununla da gösterdi. İş sadece böyle değil. Her taraftan da Mustafa Kemal’e kadın takdim edenler var. Bir avukat Lütfi var. Karısı Bulgar’mış. Çok güzelmiş. Karısını takdim etmiş. Baron işi gibi imtiyazlar almış. Şimdi böyle kadın yağmuru var. Çankaya’ya yağıyor. Mustafa Kemal Paşa, yine bir gün büyük bir ilmi keşif yaptı: “Ege” Yunan kelimesi Türkçe “İge” kelimesinden alınmıştır. “İge” sahip demektir. Mâdem ki, bu kelime Türkçe’den alınmıştır. Yunanlılar Türk’tür dedi. Bu haber dünyada top gibi patladı. Venizelos Atina’da, Eski Kral John Londra’da bunu öğrenince yumruklarını sıkıp, kafalarına vurmuşlar, saçlarını yolmuşlar. “Ah! Eyvah! Biz ne ettikte Türklerle sürekli savaştık. Bu suçumuz, affolunur şey değildir.” demişler. Ağlamaktan gözleri kör olmuş. Venizelos Ankara’ya koşup Mustafa Kemal Paşa’nın eteğine sarılıp öpmüş. Hemen Türkiye ile gayet sadıkane bir dostluk kurmuş. İsmet Paşa ile de sarmaş dolaş şap şap birbirini öpmüşler. Mustafa Kemal bundan sonra o kadar memnun olmuş ki, vaktiyle Lozan’da Yunanlılardan alınan bütün şeyleri, Venizelos’a Ankara hediyesi olarak geri vermiş. Lozan Antlaşması’nın o maddelerini kesip ateşe atarak yakmış. Venizelos, İstanbul’a dönünce, keyfinden doğru Fener’e koşmuş. Patrik’in elini öpmüş. Patrik de Venizelos’un Yunanlılığa ettiği eski ve hele şu yeni büyük hizmetlerinden alnını öpmüş, boynuna bir pırlanta haç takmış; coşup ikisi birden “Kahrolsun Panelenizm” diye bağırmışlar. Keşifler eksik değildi. Yine bir gün keşfin bir yenisi daha dünyayı heyecana düşürdü. Mustafa Kemal gazetelerde açıklamalar da bulundu. Dedi ki: “Bulgarlar Türktür. Kardeşiz. Birleşelim. Bulgar Kralı bana, Ankara’ya gelsin”. Bulgar Kralı inanmadı. İran şahı, Irak Melik’i Ata Put Mustafa Kemal’in ayağına koştukları halde Bulgar Kralı gelmedi. Hatta aldırmadı bile. Ne yapalım. Zarar eden kendisi! Gelseydi bu da ötekiler gibi bir hediye alırdı. Mesela Edirne’yi Bulgarlara hediye ederdi. Bu nimetin değerini bilmedi. Fırsatı kaçırdı. Sonra pişman olacak ama iş işten geçti. Bu Mustafa Kemal’in diplomatlıktaki şaheseridir. Hem de yüce ilminin delilidir. Ne dersin, böyle bir yüksek diplomatlık, tutmadı. Eh. Bazen olur. Eh şu Bulgar Kralı Türklüğe uysaydı, bak nasıl tutardı. Doğrusu ipte armut gibi sallanırdı. Sallanınca herkes de bu bilgi, bu diplomatlık ne yüce derdi. Ata Put Mustafa Kemal ilmini onaylayan, herkesin gönül rızası, aklı, mantığı gibi saçma şeylere bırakmaz. İpe, zindan, kurşuna, havale eder ki cidden en kesin çözümler. Ne harika bir Put! Bunu nasıl bilmiş ve bulmuştur. Yine fesatçılar dediler ki: “şimdi iple, kurşunla hükmünü yürütüyor. Ama dünyadan göçünce bunların hepsi harman gibi savrulacak. Saman gibi uçup gidecektir.” Heriflerin mayası fesat, ne yapalım söylüyorlar. Ata Put, yine bir gün internasyonal kelimesi yerine bir kelime üretmiş, buna “ars-ı ulusal” demiş. Yine yaratılışları alaycılık olan yalancılar, bir köşeye çekilip kıh kıh güldüler ve dediler ki: “inter” için “ars” ı koymuş. Bu şüphesiz “arası” olacak. Bu “elif” ne olmuş da kelimeden defedilmiş. Lüzumu, hikmeti ne acaba? Herhalde bir suçu yoktu. Hiçbir kelimenin karnını deşip bağırsağını çıkarmak kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bunda makul hiçbir sebep de yok. “Elif” bir kazaya uğramış, ama nedir? Manda yuttu desek, bu “Elif” Arnavut kitabı değil, yoksa “Elif’e kızdı da onu sürgüne mi yolladı?” sonunda bulmuşlar; “kelime üretilirken, “Elif” rakı kadehine düşüp içilmiş,” dediler. Ne diyeyim bunlar cahil. Nahiv de i’lal denilen büyük kaideyi bilmiyorlar. “arası” i’lal olmuş “arsı” kalmıştır. Mustafa Kemal bütün o önemli kanunları sarhoş iken yaptı da hiçbir “Elif” kadehe düştü mü? Utanmazlar! Bu lanetliler dediler ki, nasyon, için ulus koymuş. Ulus Türkçe millet demek değildir. ”Türk aşiretleri” demektir. Hep gerçek yüzünü gizlerdi. Mason olduğunu hem Osmanlı döneminde, hem de cumhuriyet döneminde hiç çekinmeden nizam duruşu ile gösterdi ve ispatladı. Anasının mezarında bile utanmadı hain! Anadolu’ya 40 bin lira ile Mustafa Kemal’i gönderip de halkı düşmana karşı ayaklandırması için emri veren Sultan Vahdettin’e ihaneti yapan kimdi?
[Türkiye’nin İlk milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım]

Mustafa Kemal Anadolu’daki Müslümanları kandırdı ve İngilizlerle Lozan Anlaşması’nı yapıp Müslümanları halifesiz bıraktı ve tüm şehitlerin kanına ihanet etti! İhanetinden dolayı Sultan Vahdettin Han Mustafa Kemal’i ve Mustafa Kemal’e yardım eden asker arkadaşlarını 24 Mayıs 1920 [hicri 1336] tarihinde idama karar verdi.

Atatürk Çiftliği mi?
Mustafa Kemal'in Ankara'daki çiftliği gasplarla milletin parasından meydana geldi. Bunun için Tarım Bakanlığı’ndan 50 bin lira aldı. Tarım Bakanlığı’nın bütün traktörlerini, Konya ovasında halk için çalışırken, 20 bin lira nakliye masrafı ettirerek çiftliğine getirtti. Amele, memur, benzin hep Tarım Bakanlığı’ndan. Bunu bana Konya Milletvekili Hoca Musa Kazım yana yakıla anlattı. Ankara Ziraat Okulu’nun öğrenci ve öğretmenlerini çiftliğine taşıdı, orada amele gibi çalıştırıyor. Bu esnada Konya milletvekilleri traktörlerin alınmasını söylediler ama ne fayda! Ankara'daki çiftliği zorla halkın elinden alarak yaptı. Çiftliğin uzunluğu önünden geçen trenle yarım saattir. İki yerli aileden biri, Alişanzâdeler gelip bana anlattı. Salih Bozok gelip çiftliklerini Mustafa Kemal’e satmalarını söylemiş. Razı olmamışlar. Bir gün Salih Tapu memuru ile gelmiş. 'Çiftliğiniz 2 bin lira kıymetinde imiş. Parayı alın, satın' demiş. Satmak istememişler. 'Sonra mahvolursunuz' demiş. Mecburen imzalamışlar. Bu çiftlikte Marmara havuzu adıyla ve çevresi Marmara Denizi şeklinde bir havuz yaptırıp adına da Marmara Havuzu demişti. Boyu 280 metredir. İçinde kayıklar geziyor. Suyunu uzak bir gölden getirdi. Müthiş masraf oldu. Şimdi de Karadeniz şeklinde çok büyük bir havuz yaptırmış. Adına Karadeniz Havuzu demiş, orada karıları filan yüzdürüp eğleniyormuş. Beni bir korku aldı, bu adam aklına geleni yapıyor ya şimdi de Atlas okyanusu yapmak aklına gelirse? Bütün Türkiye su altında bırakır! Bu havuzları Deniz Bakanlığı bütçesinden gemi tamiri diye alınan paralarla yapmıştır.
[Türkiye'nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1243-1746]

Mustafa Kemal Paşa, Müslümanların kıyafetinden diline kadar her şeyine karışmış, emirlerine karşı gelenleri de astırmak suretiyle imha etmiştir. Gün geçtikçe daha da azmış, milletin hayatında el atmadık hiçbir şey bırakmamıştır. Mustafa Kemal’in cahilce ve zalimce tavırlarına en yakın arkadaşları bile isyan etmiştir. Meselâ Halide Edip Adıvar, yurtdışında yazdığı: 'Türkiye'de Diktatörlük ve Reformlar' adlı kitabında şöyle demiştir: "Türk Milleti'ne ya şapka giyip medenileşmesini yahut asılarak idam edileceğini söylemek, en azından saçmalıktır..."

22 Ağustos 1932 tarihinde, yine Mustafa Kemal'in himayesindeki gazetelerden Milliyet'te bir makale yayınlanır, başlığı da şu:

'Yeni Türk Sözlüğü hakkında Gazi Hazretleri'nin gösterdikleri küçük bir misal'

Bu yazıda Mustafa Kemal Yunus Nadi'ye şöyle buyurmuş (kısaca):
“Şeyh Süleyman'ın Çağatay sözlüğünde: 'Kilturmak' kelimesi var. 'Mak' ekini kaldır, geriye kiltur kalır. İşte bu, Fransızların “culture” kelimesinin aslıdır. Bu kelime kültür anlamındadır ve Fransızlara bizden geçmiştir. Mustafa Kemal’in bu saçmalıklarını Paris'te gazeteden okuyan Türkolog ve Doktor Rıza Nur, hatırâtında bu konudan şöyle bahseder: “Ağlayayım mı, güleyim mi, öleyim mi? Bu adamın bu safsatalarını okudukça Paris'te ben utanıyorum. Böyle cehalet görülmemiştir. Bu iki kelimeyi bir yapmak için yürüttüğü düşünceler o kadar gülünç ki, ancak bir deli kafasından çıkabilir. Bu (kilturmak) kelimesi, bizim dildeki (getirmek) kelimesinin Çağatay şivesinden ibarettir. Bunda hars (kültür) manası nerede?”
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım]

Aynı makalenin devamında Mustafa Kemal şöyle diyor:

-Fransız ilim ve bilimlerinde ilerlemede elde edilen sonuca “culture” deniyor.

Mustafa Kemal “culture” kelimesini “ilerlemek” sanıyor. Hâlbuki en vahşi kabilelerin bile kendilerine has bir kültürü vardır. İşte insan hem cahil hem de zorba olursa böyle rezil olur.

Bu konuda Yavuz Bülent Bakiler gençliğinde Yakup Kadri ile bir röportaj yapar.

Mustafa Kemal Paşa’nın dil konusunda ne kadar cahil olduğunu gösterecek muazzam şeylerden bahseder Yakup Kadri. Yavuz Bülent Bakiler: 'Efendim bunları yazabilir miyim?' deyince: 'Asla! Eğer yazarsan yalan olduğunu söylerim” der. Yavuz Bülent Bakiler, Mustafa Kemal’in bu saçmalıklarını bugün radyo programlarında çekinmeden anlatıyor.

Mustafa Kemal Paşa gerçekten “Gazi” olmuştur. 1925 yılının bir yaz akşamı Çankaya'da Halit Ziya'nın oğlu Vedat tarafından bir ağacın dibinde becerilmiş ve “Gazi” ünvanını kazanmıştır.

Can Dündar anlatıyor:
Son zamanlarda "Mustafa Kemal Paşa’nın da iyi bir Müslüman olduğunu" anlatan nutuklar türedi. Yapmayın! Bu yolla Mustafa Kemal Paşa’yı sevdiremeyeceğiniz gibi, halka da yanlış tanıtmış olursunuz. Kemalistler ile İslam tartışacaksa hadi gelin Mustafa Kemal'in yıllarca gizlenen konuşmalarını raflardan indirelim.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kazım Karabekir'e "her şeyden önce din anlayışını kaldırmalıyız" dediğini hangi kitapta gördünüz?
Bir İngiliz yazara söylediği "Benim dinim yok. Bazen bütün dinler denizin dibine batsın istiyorum" sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığı'nın girişine assınlar.

Can Dündar, 'Elhamdülillah laikiz' diyor.

Kazım Karabekir anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şöyle dedi: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus anlayışını kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur." [Kazım Karabekir Anlatıyor, (yayına hazırlayan Uğur Mumcu), İstanbul: Tekin Yayınevi. 1990. sayfa, 83-84]

Aslında düşman denize patır patır atlamadı, son Yunan gemileri İzmir Limanı’nı 8 Eylül sabahı; Yani Türk ordusunun İzmir’e girmesinden 24 saat önce terk etti. Üstelik Yunan Ordusu’nun önemli bir bölümü Urla üzerinden Çeşme’den Midilli’ye kaçtı, onlara ulaşamadık, önemli bir kısmının da Kütahya üzerinden Mudanya’ya çekilmesine ve Trakya’ya geçmesine izin vermek zorunda kaldık, izleyip tepeleyemedik ama zararı yok!

İzmir yangını Yunanlılar giderken değil, Türk ordusu girdikten 5 gün sonra, 14 Eylül günü çıktı ama zararı yok!

Yangın da Türk ve Yahudi mahallelerine bir kıvılcım bile düşmedi. Rum, Ermeni ve Fransız mahalleleri yok oldular ama zararı yok!

Bunları yazan en koyu Kemalist Falih Rıfkı Atay’ın kitabı sansür edildi, buna benzer satırlar çıkartıldı ama zararı yok!

Türkler Anıtkabir [Anıt kâfir] defterine duygularını yazsınlar. Belki herkes gittikten sonra Mustafa Kemal Paşa kalkıp okuyordur defteri.

Kemal Tahir olmasaydı, Mustafa Kemal Paşa’nın Süveyş Kanalı’na 2 kere saldırdığını öğrenemeyecektik!

Kurtuluş Savaşı olarak adlandırdığımız savaşta; gerçekte Sultan Vahdettin’in emriyle başlatılan savaşta; Türkiye’de yaşayan insanlara anlatıldığına göre ise hem kâfirlerden hem de saltanat sisteminden kurtulma olarak gösterilen savaşın ardından Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahdettin’den Genel Kurmay Başkanlığı’nın kendisine verilmesini istiyor. Sultan Vahdettin bu görevi kendisine vermeyince Mustafa Kemal cumhuriyeti ilan ediyor. Yani Mustafa Kemal Genel Kurmay Başkanı olabilseydi; makamına geçip oturacaktı, Osmanlı belki de devam edecekti. Masonların emrinde olan Mustafa Kemal Paşa Genel Kurmay Başkanlığı kendisine verilmeyince, üstelik Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’nın idam edilmesini ferman buyurduktan sonra Mustafa Kemal Sultan Vahdettin’i vatan haini ilan ederek ülke sınırları dışına çıkartıyor.

Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahdettin’i niye vatan haini ilan etti? Derler ki, “Mustafa Kemal büyük kararlar vermeden önce 24 saat düşünürmüş”. 6900 yıl boyunca saltanatla yönetilen ve babadan oğula geçen hanedan sistemiyle yönetilen bir kavim. Vahdettin’i öldürmüş olsa yerine Osmanlı soyundan biri geçecek. Başka seçenek yok. Kendisi Osmanlı soyundan değil! Mustafa Kemal’in babası bile belli değil! Bu nedenle Büyük Millet Meclisi’nden faydalanarak kendi diktatörlüğünü kurmuş, kendi sistemini kurmuş ve Vahdettin’i vatan haini ilan etmiştir.

Sabah Gazetesi’nden Figen Yanık’ın, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci üvey babası Ragıp Bey’in kızı, Mustafa Kemal’in de üvey kardeşi Ruhiye Hanım’ın çocuk ve torunları ile görüştükten sonra; Sabah Gazetesi’nde 19 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan açıklaması:
“Zübeyde Hanım’a üvey kızı bakmış! Bir gün kız kardeşi Emine Hanım Ruhiye Hanım’a ‘’Zübeyde Hanım çok hasta, ona senin bakmanı istiyor’’ demiş. Makbule Hanım, İstanbul’da bir polisle evli olduğu için İzmir’e gelememiş. Zübeyde Hanım ölene kadar ona Ruhiye Hanım bakmış. Hatta Ruhiye Hanım ‘’Zübeyde Hanım’ın ağzına zemzem suyunu bile ben vermiştim” demiştir. Ruhiye Hanım’ın her zaman üzüntüyle bahsettiği bir olay vardı, tabii onu belgelere geçirmek çok zor! Zübeyde Hanım, hasta yatağındayken Mustafa Kemal’i son bir kez daha görmek istemiş. Zübeyde Hanım Ruhiye Hanım’a “Aman kızım bir telgraf çeksene” demiş. Ruhiye Hanım da Mustafa Kemal’e bir telgraf çekmiş. Mustafa Kemal’den “Çok yoğunum, vatan her şeyden mukaddestir. Sağ kalırsan görüşürüz, kalmazsan ALLAH rahmet eylesin!” yazan bir telgraf gelmiş. Ruhiye Hanım bu telgrafı Zübeyde Hanım’a söyleyememiş, yırtıp atmış. Bazı tarihçilere göre ise Zübeyde Hanım’a Latife Hanım bakmış. Hatta Zübeyde Hanım’a “Latife Hanım baktığı için Mustafa Kemal Latife’yle evlenmiş” şeklinde yazdılar. Bunların hiçbiri doğru değil!”

Masonların emriyle hareket eden ve istediği makamlar kendisine verilmeyince Osmanlı hanedanını kaldırıp, saltanatı kaldırıp, kendi saltanatını kurmakla uğraşan Mustafa Kemal Paşa, “hiç affetmediği” annesini ziyaret etmeye tenezzül bile etmemiştir! Zübeyde Hanım’ın ölümü sırasında Eskişehir’de bulunan Mustafa Kemal Paşa, 14 Ocak 1923’te İzmir’de vefat eden annesinin cenaze törenine gitmedi. Yaveri Salih Bozok’a telgraf çekerek gerekeni yapmasını istedi.

Zübeyde Hanım Mustafa Kemal Paşa’nın evlendiğini göremeden vefat etti. Mustafa Kemal, Zübeyde Hanım’ın ölümünden 15 gün sonra Latife Hanım’la evlendi. Her şey çok çabuk olup bitmişti. Ertesi yıl; Mustafa Kemal Paşa’nın üvey babasının kardeşinin kızı olan, üvey kuzeni olan Fikriye Hanım intihar etti.

Sabah Gazetesi’nden Figen Yanık’ın, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci üvey babası Ragıp Bey’in kızı, Mustafa Kemal’in de üvey kardeşi Ruhiye Hanım’ın çocuk ve torunları ile görüştükten sonra; Sabah Gazetesi’nde 19 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan açıklaması:
Zübeyde Hanım vefat ettikten sonra Mustafa Kemal Ruhiye Hanım’ı buldurup evlenip evlenmediğini, çocuğu olup olmadığını sormuş. Vali’yi çağırmış ve “Ruhiye Hanım’a Yunanlılar’dan kalan bir evi verin” demiş. İzmir’de Ruhiye Hanım’a ait bir ev vardır. İstanbul’a taşınırken bu ev satılmıştır.

“Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren hainler asırlarca bu milleti aldanışta bıraktılar. Onlar bu milleti ve bu memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya, diğeri askere ihtiyaç duydukları zaman! Bir baştan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zapt etmek için fetihlere kalkarlardı. Hâlbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli isteği, vicdani isteği ve çıkarı yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin çocukları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi.
[Mustafa Kemal Paşa, Adana Çiftçileriyle konuşma, konuşmanın yapıldığı tarih: 16 Mart 1923, Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923]

Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenliğini ele geçirmişlerdi. Bu zorbalıklarını altı yüz yıldan bu yana sürdürmüşlerdi.
[Mustafa Kemal, Nutuk, Sayfa 644-645]

Yunanlılardan kalan ev! Mustafa Kemal Paşa herkese bir şeyler hediye ediyor!

Gelelim halkın seçtiği Millet Meclisine! Lafta halk seçmiş tabi!

Mustafa Kemal Paşa önce meclisi seçti, sonra kendisini cumhurbaşkanı seçtirdi, ama yine de cumhuriyet ve kendi cumhurbaşkanlığı üzerinde tam bir uyum sağlayamadı.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Ama Türkiye’de yaşayan insanlara farklı anlatırlar! Mustafa Kemal halkın seçmiş olduğu millet meclisinde yoğun tezahüratlar yapılarak bir kere cumhurbaşkanı seçildi ve 15 yıl boyunca bu görevde kaldı, yani vefat edene kadar. Mustafa Kemal Paşa’nın son derece büyük bir kamuoyu desteği ile cumhurbaşkanı seçildiği anlatılır!

Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanlığına giden yolu anlatılırken hiç anlatılmayan çok önemli tarihi olaylar nelerdir?

İsmet Paşa Lozan’a gitti-geldi ve başarısız oldu. Mustafa Kemal Paşa İsmet Paşa ile Eskişehir’de buluştu ve Lozan hakkında bilgi aldı. Ankara’ya döndüğünde kendisini kimse karşılamadı. Rauf Orbay Başbakan’dı, ona niye karşılanmadığını sordu. Rauf Orbay Başbakan’lıktan istifa etti.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Koca devleti tek başına kurtardı ya Mustafa Kemal, bu yüzden saygı bekliyor.

Meclis Lozan görüşmelerini değerlendirmek için toplandığında tam 9 gün Mustafa Kemal Paşa eleştiri yağmuruna tutuldu. Mustafa Kemal Paşa’ya açıkca yüklenemeyen milletvekilleri İsmet Paşa’ya yükleniyorlardı. Dış İşleri Bakanı İsmet Paşa gensoru ile düşürülecekti. Ama Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay’ın Lozan görüşmelerine gitmek istediğini yayarak milletvekillerini böldü ve İsmet Paşa’da Lozan’a geri döndü.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

İsmet Paşa Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e indirilene, Kuran’a küfredildiği resimlerin bulunduğu paralara, kendi cumhurbaşkanlığı döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın resmini kaldırıp kendi resminin koydurmuştur! 7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi’nde; Erzurum’da bulunan Kazım Karabekir’e yazdığı 27 Ağustos 1919 tarihli mektubunda “Bütün memleketi parçalamadan Amerikan mandasını kabul etmek, yaşayabilmek için tek çaredir” demiştir. İsmet Paşa Türkiye’de cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Türkiye’yi Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte Amerika’ya, İngilizlere, masonlara satmışlardır! Türkiye’deki insanlara bazı gericilerin Amerikan himayesini savunduğu anlatılır değil mi?

Ali Şükrü Lazistan milletvekiliydi. Bölgesinde yolsuzluk ve zulüm olduğunu mecliste yaptığı bir konuşmada anlattı. Bunun sona erdirilmesi için meclisin ağırlığını koyması gerekiyordu. Ali Şükrü Lozan Konferansı’ndaki başarısızlıkları anlattığı bir oturumda “Savaşta kazanılan masada kaybediliyor” diyordu. Mustafa Kemal Paşa öfkesinden silahına sarılmış, Ali Şükrü de silahını çekmişti.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Lozan’daki başarısızlıklar, savaşta kazanılanların masada verilmesi?” Hani şu son dönemlerde biten ve bu maddenin bitiminden önce yer altı ve yerüstü kaynaklarının kullanılamamasının sebebi olan madde! Bu İsmet Paşa’nın Lozan da imzaladığı antlaşmanın maddesidir. Ama Osmanlı zamanından kalma antlaşma olarak anlatılır Türkiye’deki gafillere.

Mecliste yaşanan bu olaydan sonra Ali şükrü evinden meclise giderken ortadan kayboldu. Diğer Lazistan milletvekili Ziya Hurşit Ali Şükrü’nün siyasi bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini söylüyordu. Ali Şükrü’yü öldürenin Topal Osman olduğu ortaya çıktı. Ali Şükrü’nün cesedi bir kaç gün sonra Topal Osman’ın Çankaya’daki karargâhının yakınlarında toprağa gömülü olarak bulundu. Topal Osman’ın karargâhı top ateşine tutuldu. Topal Osman öldürüldü. Ziya Hurşit, Topal Osman’ın öldürülmesini; izlerin ortadan kaldırılması olarak yorumladı ve Ali Şükrü’nün ölümünden Mustafa Kemal Paşa’yı sorumlu tuttu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Ali Şükrü ortadan kayboldu, bir kaç gün sonra Topal Osman’ın karargâhının yakınlarında cesedi bulundu. Bugün o kadar iletişime araştırmaya rağmen bile bir kaç gün içinde bulunamıyor cesetler! Mustafa Kemal Paşa Topal Osman’a Ali Şükrü’yü öldürtüyor, Topal Osman’ı da ortadan kaldırıyor.

Mustafa Kemal Paşa, meclisin dağılacağını ve seçime gidileceğini, arkasından da Halk Partisi’nin kurulduğunu açıkladı. Meclis dağıtıldı, Halk Partisi örgütlendi. Mustafa Kemal Paşa Halk Partisi’nin de başkanı oldu. Milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’nın parti başkanlığından istifa etmesi gerektiğini söylediler. Çünkü hem devlet başkanı, hem de parti başkanı olunmamalıydı. Mustafa Kemal Paşa milletvekillerini tersledi. Yeni yönetim şeklinde partiler değil, tek parti olacaktı. Bu da Mustafa Kemal Paşa’nın partisi olacaktı. Bu gelişme üzerine silah arkadaşları Mustafa Kemal Paşa’dan uzaklaşarak Rauf Bey’in önderliğinde toplandılar. Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında sadece İsmet Paşa ve Fevzi Paşa kaldı. Tahmin edileceği gibi Halk Partisi her yerde seçimi kazandı! Milletvekili seçilenler Mustafa Kemal Paşa’nın onayı ile seçildi. Halk Partisi’nin seçim bildirgesi 6. maddesinde ‘’Ordu mensuplarının refahlarını sağlamak esastır’’ deniliyordu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Mustafa Kemal Paşa Avrupalı kaynaklara göre ve gerçekte diktatördür! Şuan Türkiye’deki gafillere olağanüstü özelliklerle anlatılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa Meclis’teki milletvekillerini bile kendisi seçmiştir! Ordu halkı korumak yerine, halk ordu için çalışacak! Ve şu an askeriyenin yaptığı gibi bu sistemi kuran Mustafa Kemal’e tapacak.

Yeni meclis toplandı. Çok sesliliğin olmadığı bir meclisti. Asker milletvekillerinin sayısı birinci meclise göre %20’ye çıkmıştı. Tüm ordu ve kolordu komutanları milletvekili seçilmişti. Buna rağmen yine de Mustafa Kemal Paşa’ya muhalifler vardı ve özgür bir oylamada milletvekillerine cumhuriyeti kabul ettirmek mümkün görünmüyordu. Fevzi Paşa mecliste, ordunun son askerine kadar Mustafa Kemal’in yanında olduğunu söyledi.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Lafta halkın seçme ve seçilme hakkı bulunduğu iddia edilen cumhuriyet, gerçekte askeriye ve diktatörlükle kurulan bir sistem!

Mustafa Kemal Paşa hükümeti istifa ettirdi. Ortalık yeniden karıştı. Meclis yeni hükümeti kuramıyordu. İşte bu sırada Mustafa Kemal Paşa “Böyle gitmemeli, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi. 29 Ekim günü “Bu koşullar altında hükümet kurmak imkânsız! Türkiye’nin bir cumhuriyet olmasına, başında da bir cumhurbaşkanı olmasına karar verdim.” dedi.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Türkiye’deki gafillere sözde halkın seçme ve seçilme hakkı verildiği iddia edilen cumhuriyet sistemi, gerçekte diktatörlükle kurulmuştur! Mustafa Kemal Paşa her şeye kendi karar vermiştir!

Milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’yı, hükümeti kursun diye çağırmışlardı. Mustafa Kemal Paşa rejimi değiştiriyordu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Önce cumhuriyet ilan edildi. Oylamaya meclisin %52.7’si katılmadı. Arkasından cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi. Tek aday Mustafa Kemal Paşa’ydı. 334 milletvekilinin 158’i oylamaya katıldı, geri kalan 176 milletvekili ise; ne cumhuriyetin oylamasına nede cumhurbaşkanı seçimine katılmamıştı. Bu durumda Mustafa Kemal hem meclis başkanı, hem cumhurbaşkanı, hem Halk Partisi’nin başkanıydı. Başkomutandı. Cumhurbaşkanı olduğu için hükümeti de kendisi atayacaktı.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Yani Mustafa Kemal Paşa kendi saltanatını kurmuştur! Her şey elinde! Ne isterse, kimi dilerse o şekilde olacak! Her şey Mustafa Kemal’in istediği şekilde yapılacak! Ama halk seçiyor sözde!

1924’de değiştirilen Anayasa gereği Mustafa Kemal Paşa her 4 yılda bir; 1927,1931 ve 1935 de tek aday olarak cumhurbaşkanı seçildi. Fakat yinede meclisin tamamnın oyunu alamadı. 1927’de 335 üyenin 288’nin, 1931’de 351 üyenin 289’unun, 1935’de de 444 üyeden 386’sının oyunu aldı. Mustafa Kemal Paşa işte böyle cumhurbaşkanı oldu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa’nın Fransız yazar Maurice Pernot’a demeç vermiştir. Mustafa Kemal Paşa, o gün Revue des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor:
“Osmanlı imparatorluğu, Avrupa’ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu’da ise de düşüncelerimiz Avrupa’ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye’de; çağdaş, bu sebeple Avrupalı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Avrupa’ya yönelmemiş millet hangisidir?
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Uygarlık ve Batı!

Hz. Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki:
“Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Batı’dan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imanıyla hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz.’’
[Buhari, Rikak, 39, İstiska 27, Zekat 9; Müslim, İman 248, [157]; Ebu Davud, Melahim 12, 4312. hadis; Kutub-i Sitte, 4996.hadis]

“Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz!” Güneş! Güneş! Güneş doğunca her yer aydınlanır! Herkes uyanır ve çalışmaya başlar! Güneş doğudan doğup, batıdan batar! Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz! Batı/Avrupa 1818-1819 Rönesans-Reform devrimleriyle, 1856 yılında sanayi devrimiyle teknolojik olarak şu anki konumuna gelebilmek için ilk adımları atmıştır. Batı/Avrupa Müslümanlardan öğrendikleri metotları geliştirerek, her türlü teknolojik aleti üretmiş, her şeyin kolayını bulmuştur! Güneşin batıdan doğmasıyla insanlar aydınlanmıştır! İnsanlar Batı’ya/Avrupa’ya yönelmiştir! İnsanlar Batı’dan/Avrupa’dan teknoloji dilenmektedir! İnsanları dinden uzaklaştıran Batı’dan/Avrupa’dan tıp yönüyle, teknoloji yönüyle, … her yönden Avrupa’dan teknoloji dileniyoruz!

“Güneş Batı’dan/Avrupa’dan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder.” Güneş Batı’dan doğunca herkes iman eder? Yani Batı’ya/Avrupa’ya inanır! Batı’dan/Avrupa’dan gelen ilim ve teknolojiye. Batılılaşmaya/Avrupalılaşmaya çalışır! Avrupa’ya gidip, orda yaşamak için neler yapanlar var!

“Ancak, daha önce inanmamış veya imanıyla hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz!” İslamiyeti tam benimsememiş, ALLAH’a tam olarak inanmamış insanlar Batı’ya/Avrupa’ya yönelir! Dinlerini dünya uğruna yerler! Batı’yı/Avrupa’yı, kâfirleri örnek alarak yaşadığımız şu zamanda; Müslüman olduğumuzu da iddia etsek, kâfirler gibi yaşadığımız sürece yalancılıktan öteye, küfürden öteye gitmiyoruz.

Güneş battığı yerden doğunca şeytan secdeye kapanır ve şöyle nida eder: “ALLAH’ım emret! Kimi dilersen ona secde edeyim.”
[Kutubu Sitte 4996.hadis Açıklaması]

Şeytanın artık insanları yoldan çıkarmak için vesvese vermesine gerek kalmamıştır! Batı’dan/Avrupa’dan her türlü pislik, her türlü küfür, ortaya çıkmıştır!

Biz Mustafa Kemal Paşa’nın yolunda ilerliyoruz değil mi? Mason Mustafa Kemal Paşa’nın yolunda ilerliyoruz!

Çağdaşlık nedir?

3 harf. “Ç-a-ğ” harflerinden oluşan bir kelime. Bütün İslam’a düşman politikacıların ağzında, İslam’a düşman gazetecilerin ağzında, İslam’a düşman bütün eğitimcilerin ağzında bir kelime geziyor. “Çağ dışı! Çağ dışı! Çağ dışı!” Bu nedir? Şimdi bunu açıklayacağız! Ve bunun üzerinde ALLAH’ın hükmünü belirteceğiz! Bu kelimenin başka bir hali de “çağdaş” kelimesi. “Çağdaş uygarlık seviyesi, çağdaş eğitim, çağdaş medeniyet, çağdaş görüş, çağdaş felsefe…” Bu kelimelerle neyi, kastediyorlar acaba? Ne demektir bu? Nesillerimize neyi fısıldamak istiyorlar? İslam âlemi için hangi tuzağı kurmayı planlıyorlar? Bunların farkına varmadan, kâfirin hilesini sezmeden Müslüman kalmak vallahi mümkün değildir! Kâfirin hilesini sökeceğiz ilk önce! Bunun içinde tabi Kuran’ı rehber edineceğiz, Kuran’ı kendimize ölçü haline getireceğiz!

Geçen asır içerisinde, İngiliz milletinin başında kraliçe olarak bulunan Victoria zamanında; İngiliz parlamentosunun en müthiş adamı dedikleri başbakan William Ewart Gladstone namındaki ALLAH’sız adam! Gladstone! Bu Müslüman milletlerin topraklarında emperyalizmini, yani sömürgesini devam ettirebilmek için çeşit çeşit hileler, çeşit çeşit oyunlar uydurmaya çalışmıştır. Bazı yerlerde başarılı olmuş, bazı yerlerde başarılı olamamıştı. Özellikle Müslüman Türklerin egemenliği altında bulunan topraklara girememişti. Mesela Çanakkale Boğazı’ndan içeri girememişti kâfir, emperyalist İngiliz, istilacı İngiliz. Taarruz eden İngiliz Çanakkale’den içeri girememişti. İngilizleri Müslüman topraklarımıza sokmamak için, tarihin belgeleriyle şahit 500 bin Anadolu çocuğu şehit olmuşlardı. En sonunda Avam kamarasında İngiliz parlamentosu toplantı yaptı. Toplantı da çeşit çeşit meseleler görüştüler. Müslümanların yaşadıkları yerleri işgal edebilmek, oraları ele geçirebilmek, zapt etmek için hangi metodu kullanalım diye aradılar, taradılar, konuşma yaptılar. En sonunda zeki olan, şeytani bir zekâya sahip olan başbakan William Ewart Gladstone kürsüye geldi kamara da ve hiç sözü uzatmadan birden bire elini çekmecenin gözüne attı. Çekmeceden bir kitap çıkardı. Kitap Kuran’dı. Ve şöyle hitap etti: “Sayın İngiliz parlamenterleri, Sayın İngiliz milletvekilleri Müslüman Türklerin elinden ALLAH’ın kitabı dedikleri şu KURAN’ı alamazsak onların topraklarını işgal edemeyiz” diyordu! İşte elimizden Kuran’ı almak için her çareye başvurdular ve ALLAH’ın kitabını kaldırdılar. ALLAH’ın kitabını kaldırdıkları günden beri hangi kitaba sarılacaklarını şaşırıp kaldılar! Biz ne oyunlara gelmişiz ALLAH’ım! Önce gazetecilere, yazarlara, muhabirlere, şairlere, tarihçilere, öğretmenlere, modacılara bir kelime aşılamışlar. “Çağdaş” kelimesi, bir de “çağ dışı” kelimesi. Çağ dışı. Bizzat Galatasaray Lisesi’nin müdürlüğünü uzun zaman yapmış bulunan ALLAH’sız Tevfik Fikret, kâfir Tevfik Fikret bir şiirin de aynen şöyle söylüyor: “Yırtılır, ey köhne kitap [Kuran’ı kastediyor], yarın düşünce mezarı olan sayfaların. Bir nesil yetiştireceğiz, o nesil çıkıp ey eskimiş, köhnemiş Kuran, seni parçalayacak” diyor kâfir! Böyle hitap ediyor Tevfik Fikret! Türkiye’deki politikacıların %90’ını yetiştiren Galatasaray Lisesi’nin müdürü Tevfik Fikret bunu söylüyor! Şu milletin kaderine bak hele! Köhne kitap diye Kuran’a söylüyor! Dinsiz, ALLAH’sız herifler! Medeniyet tarihine geçmişler, edebiyat tarihine geçmiş bu dinsiz herifler! Ve oradan başlamış devam etmiş, Kuran’ı aynen Mekkeli kâfirler gibi yapmışlar. Mekkeli kâfirler ve müşrikler Kuran okundukça, anlatıldıkça, aktarıldıkça, aşılandıkça küplere biniyorlar; saltanatlarının, hükümlerinin yok olacağını hissediyorlar ve Kuran’ı şu şekilde gölgelemeye çalışıyorlardı.
Aynen o kâfirler şöyle söylüyordu: “Ey Mekkeliler, gençler, şerefliler, asiller” diye hitap ediyorlar. “sakın şu Kuran’ı dinlemeyin, şu Kuran’a kıymet, değer vermeyin” diyorlardı. “Kuran söz konusu olduğu zaman, yaygara koparın, çağdışı deyin, böyle kitap olmaz deyin, Muhammed’in [Aleyhisselatu Vesselam] uydurması deyin, yalan deyin, bozun, yıkın, geçin” diyorlardı. “Propaganda yapın” diyorlardı. Ağızlarıyla ALLAH’ın kâinatın ortasında yaktığı Kuran isimli ışığı söndürmeye çalışıyorlardı! Kuran insanoğlunun ışığıdır! Müslümanların ışığıdır! İslam’ı ortaya koyan Kuran’ın kendisi ışıktır! Dini geceler de Müslümanları kandırmak için televizyonlarda mevlit okutturanlar, niçin Kuran’ı kaldırdılar? Müslümanların gerçek ışığı Kuran’ın kendisidir! Ağızlarıyla ALLAH’ın ışığını, nurunu söndürmeye çalışıyorlar! Ağızlarıyla demek ne demek? Yani ağızlarından çıkan kelimelerle söndürmeye çalışıyorlardı! Ağızlarından hangi kelime çıkıyordu? Çağ dışı! Çağ dışı! Çağ dışı! Kuran’a göre bir topluluk oluşturmaya çalışırsanız; bu topluluk çağ dışı bir topluluk oluyor! ALLAH’sız kâfirler! Nasıl da ALLAH’ın nurunu kelimelerle söndürmeye çalışıyorlar!

O halde hemen İslam’ın hükmünü ortaya koyalım! Hangi politikacının ağzından işitirseniz, hangi gazetecinin ağzından işitir, yazısından görürseniz, hangi eğitimcinin kaleminden çıkıyor, kelimesinden çıkıyorsa; “çağ dışı” dediği zaman ALLAH’ın dini olan İslam’ı kast ediyor! “çağdaş” dediği zaman İslam’ı inkâr ediyor, “çağ dışı” dediği zaman, evet İslam’a sataşıyor! “çağdaş adam” dediği zaman “kâfir adam” demektir! “çağ dışı adam” dediği zaman “Müslüman adam” demektir! Kelimelerin anlamını iyi anlayın! Avrupa’dan gelirse eyvallah, İslam’dan gelirse hayır diyor adam! Kabul etmeyeceğiz! Yeryüzünün tamamına İslam kayıtsız şartsız hâkim olacak inşallah! Hileleri söküldü onların! Anarşist hareketler ne tatlı ve ne güzel ispat etti! Neyi ispat etti? Kuran’sız yetişen neslin ne olduğunu ne güzel sergiledi! Kuran’sız yetişen nesil görüyor musunuz ne korkunç oldu? Anarşizm bunu sergiledi! Dehşet oldu! Vahşet oldu! Korkunç oldu! Ama Müslümanların uyanmasına sebep oldu! Ey Müslümanlar! Neslinizi kurtarmak için Kuran’dan başka hiçbir kitabınız yoktur sizin! Onlar ağızlarından çıkan kelimelerle Kuran ışığını söndürmek istiyorlardı! Onlar kalemleriyle Kuran’ı kötülemek istiyorlardı! Onlar kelimeleriyle Kuran’ı silmeye çalışıyorlardı! Ama silemediler! Ama yok edemediler!

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Sadakallahül-Azıym.
[Saff Suresi, 8. ayet]

Şimdi bu kelimeleri biraz açıklayalım. “çağ dışı”. “çağ dışı” demekle İslam’ı kastediyorlar! Tamam anladık! Hiç kimsenin itirazını kabul etmeyiz! “çağ dışı” dediği zaman Kuran’ın huzurunda yemin ediyorum ki, İslam’ı kast ediyorlar! “çağ dışı”. İslam. İslam’ı kast ediyorlar! Peki, siz İslam’a “çağ dışı” diyorsunuz. Yani çağ dışı demek; geçersiz, kıymetsiz, değersiz, bir şeye yaramaz demek değil mi? Evet, öyle diyorlar! Peki, neden bir gazeteciniz öldüğü zaman, bir politikacınız öldüğü zaman, bir genel müdürünüz öldüğü zaman, bir profesörünüz öldüğü zaman, bir askeriniz öldüğü zaman,… Neden çağ dışı dediğiniz İslam’ın camisinin musalla taşına getirip o leşinizi musallat ediyorsunuz? Hani çağ dışıydı? İslam çağ dışı? Cami çağ dışı? İmamlar çağ dışı? Musalla taşı çağ dışı? Sen niye cenazeni getirip, çağ dışı camisinin o musalla taşına koyuyorsun? Götür meyhane de kaldır kâfir adam! Gazinodan kaldır cenazeni! Restorandan kaldır! Diskotekten kaldır! Karnavaldan kaldır cenazeni! Niçin camiye getiriyorsun? Senin gözünde cami, İslam, Kuran çağ dışıydı hani? Sahtekâr oğlu sahtekârlar! Ne korkunç hile görüyor musunuz? Hem İslam’a çağ dışı diyecekler! Hem de pislik cenazelerini camiden taşıyacaklar! Ve Müslümanlarda sanki önlerine gelen her cenazeyi kaldırmaya mecburmuş gibi, o ölünün arkasında durup tekbir alıyorlar! Mecbur musunuz? Kılmayın bu heriflerin cenaze namazını! Hiçbir kanun maddesi zorlayamaz sizi vallahi! Özgürlükçü demokrasi dedikleri şu küfür sistemi içinde hiçbir Müslüman’ı musalla taşına gelen cenazenin namazını kılacaksınız diye vallahi zorlayamazlar! Hiç kimse zorlayamaz! Çağ dışı diyorsun sen İslam’a! Sadece bununla kalsalar iyi! Ölüleri oluyor bunların, cenazeleri çıkıyor. Ölülerine bir isim, bir sıfat bulamıyorlar! Ölü! Ölü! Gazetecilerinin, politikacılarının, askerlerinin ölüsüne bir isim bulamıyorlar! Ama çağ dışı dedikleri, geçeri yok, değeri yok, önemi yok, hiçbir şeyi yok dedikleri Kuran’ın verdiği sıfatı, verdiği unvanı; kendi cenazeleri için kullanıyorlar! “şehit” kelimesini kullanıyorlar! Vazife şehidi, demokrasi şehidi, karnaval şehidi, meyhane şehidi, vatan şehidi, … Bu ne sahtekârlık! Hani sen Kuran’a çağ dışı diyordun? Niye Kuran’ın kelimesini kullanıyorsun? Utanmaz adam! Çağ dışı Kuran sana göre! Niye “şehit” kelimesini kullanıyorsun? Defol git! Nehit [eşek] de, şehit deme! Hürriyet şehidi, zürriyet şehidi, zurna şehidi, … Bu nedir böyle? Oyuncak ettiler İslam’ı! Sadece ALLAH’ın dini hâkim olsun diye ölene şehit diyebilirsiniz! “Aman İslam gelmesin! İslam hâkim olmasın” diye bekçilik yaparken ölen adama nasıl şehit diyorsunuz siz? Bu ne çirkin, bu ne serseri adamlar böyle! Onlar böyle hilelerle, korkunç kelime oyunlarıyla İslam’ı nesillerimizin kalbinden sildiler! Bizim neslimizi bu hale getirdiler! Bizim gençliğimizi bu hale getirdiler! Bizim çocuklarımızı, Müslüman milletin nesillerini birbirinin katili, birbirinin canisi, birbirinin zinacısı, birbirinin düşmanı haline getirdiler! Tabi Kuran’ı yıktıktan sonra! Kuran’a iman edilseydi böyle olmayacaktı! İngilizler ne kadar güzel başarılı olmuş görüyor musunuz? Kâfir İngilizler ne dehşet başarılı olmuş!

Kâfirler bu propaganda ve kelimelerle, ALLAH’ın yaktığı Kuran ışığını ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlardı. Kelimelerle söndürüyorlar! Kelimelerle bu hainliğe yelteniyorlar! Biz de bu hileleri keşfettik, söylüyoruz! Bütün bu anlattıklarımızda amaç nedir? Sizi ALLAH’a çağırıyoruz biz! Sizi Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’a çağırıyoruz! Bizim her şeyimiz açık, her şeyimiz meydan da! Biz Kuran’dan başka bir kitap kabul etmemişiz ki! Açıkça söylüyoruz bunu! Kellemizi kesseler, kalbimizi kıyma kıyma etseler, Kuran’dan başka bir kitaba yer bulamayacaklar bizim kalbimizde! “ “Bismillahirrahmanirrahiym. Ey Müslümanlar! ALLAH’a ve öldükten sonra dirilmeye inanmayanlarla harp edin, savaşın! Sadakallahül-Aziym.
[Tevbe Suresi, 29.ayet]
“Bu düşmanlar nerde ki savaşalım? Öldükten sonra dirilmeye inanmayanlar nerde?” Senin evinde kardeşim! Okuldan mezun olan çocuklarımızın %99’u öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlar! Sen kendin de inanmıyorsun! İnanmış olsan Kuran’a sahip çıkardın! ALLAH’ın haram ettiğini haram etmeyenler! Kim bunlar? Arayıp sormaya gerek var mı? Her şey meydanda! Sırtına kadar soyunan kadına deyin ki, “bu haram değil mi bacım? Bu haram değil mi abla? Bu haram değil mi kardeşim? Niye böyle soyundun?” “Aaa.. sen çağ dışı bir adamsın! Niçin haram olsun? Medeniyet böyle istiyor, ben çağdaş bir insanım. Hayatımı yaşıyorum” diyor. İşte ALLAH’ın haram ettiğini haram saymıyor bunlar!

İslam ahkâmına göre; bir Müslüman’ın kızı sırtını, karnını, göbeğini, diz kapağından yukarı da kalan apış aralarını, baldırını vallahi öz babasına gösteremez! Öz babasına hiçbir Müslüman’ın kızı sırtını gösteremez! Bir baba kızının çıplak sırtına bakarsa, kızının baldırına bakarsa vallahi zina etmiş gibidir! İslam budur! Ama sokaklarda görmüyor muyuz? Sırtına kadar soyunmuş binlerce kadın, hayvani bir iştahla sokak sokak sürünüp dolaşıyor!

1. Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin Osmanlı Askeri esir düştü.
Bu askerlerin bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi. Kampın tam adı, ‘’Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı’’ idi. Bu kampta 1918’de Filistin Cephesi’nde esir düşen 16. Tümenin 48. Alayına bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920’ye kadar 2 yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi. Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı. Osmanlı Askerleri, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Osmanlı Askerleri, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile Osmanlı Askerlerinin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Müslüman Askerler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerler, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı. Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin Osmanlı Askeri, Müslüman Asker kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’nde görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Bey’ler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM’nin harekete geçmesini istediler.
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Mustafa Kemal Paşa kendi saltanatını kurma çalışmaları devam ederken, baş olma sevdası yüzünden, bir an önce kendi sistemini kurabilmek için uğraşırken, kimse bu konuyu açmadı. Unutuldu gitti.

İnsanların ihtilaf ve sosyal sarsıntılar içinde bulundukları zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Ramuz-el E-hadis, 7/7]

Şuan günümüzde sözde halkın seçtiği yöneticiler zamanında bile hiçbir ülkenin ekonomisi düzgün değil!

Haram olan şeylerin helal sayılması kıyamet alametlerindendir.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, sayfa 464]

Bir fitne görülür, bunu diğer fitneler takip eder. Bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, sayfa 26]

“Bir fitne görülür, bunu diğerleri takip eder. Bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir.” Nedir bu fitne?

“İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone kürsiye geldi kamara da ve hiç sözü uzatmadan birden bire elini çekmecenin gözüne attı. Çekmeceden bir kitap çıkardı. Kitap Kuran’dı. Ve şöyle hitap etti: “Sayın İngiliz parlamenterleri, Sayın İngiliz milletvekilleri Müslüman Türklerin elinden ALLAH’ın kitabı dedikleri şu KURAN’ı alamazsak onların topraklarını işgal edemeyiz” diyordu!

Kuran, Müslüman Türklerin elinden nasıl ve kim tarafından alınmıştır?

Kuran, Müslüman Türklerin elinden Mason Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı devrimlerle alınmıştır! Mason Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu sistemle alınmıştır!

Mustafa Kemal Paşa İngilizlerin emriyle, İslam’ı bozmak için her şeyi yapmıştır! Sultan Vahdettin’i vatan haini ilan edip, ülke topraklarından çıkardıktan sonra millet meclisi tarafından halife seçilen Abdülmecit Efendi’yi de çeşitli bahaneler öne sürerek 3 Mart 1924’te halifelikten men etmiş ve halifeliği kaldırarak Tüm İslam dünyasını başsız bırakmıştır!

Mustafa Kemal Paşa halifeliği kaldırdıktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Mustafa Kemal Paşa din ile devlet işlerinin ayrılması kanunu olarak “Laiklik ilkesini” getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türkiye’de yaşanan İslam’a her şekilde müdahale etmiş, ama İslami hükümlerin devlet yönetimine karışmasını engellemiştir!

Peki, insanlık tarihinde Laiklik nasıl ortaya çıkmıştır?
Önce ilk Laik kimdi, ona değinelim.

Bir insanın hem Müslüman hem de laik olması mümkün değildir. Şeytan Allah’a inanıyordu fakat kendisiyle ilgili Allah kanunlarını kabul etmiyor, bizzat kendi hayatı için kendisi kanun koyuyordu. Şeytanın iddia ve mesajı şu idi: “Ya Rabbi sen beni ateşten, Âdem’i de topraktan yarattın. Benim kanunuma göre ateşten yaratılan bir kimse, topraktan yaratılan bir kimseye secde etmez.” Bu sebeple “Yeryüzünde ilk laik kimdir?” sorusuna verilecek en doğru cevap “Şeytandır”. Ve yine yeryüzünde kendi yaratılışını, kanını, ırkını üstün tutmak suretiyle de ilk ırkçı, ilk faşist ilk milliyetçi de şeytandır. Tabii ki, insan neslinden de ilk laik ve ilk katil Kabil’dir. Çünkü o da şeytan gibi Allah’ın kendisi için koyduğu kanunu reddetti ve kendisi aile hukukuyla ilgili kanunu koydu. Dikkat edilirse Laik insanların hayatlarında 2 ilah, Müslüman insanın hayatında ise tek ALLAH vardır. Şeriat cephesinde toplananlar, sadece ve sadece Allah’a[c.c.] ibadet ederler. Küfür cephesi böyle değildir. Küfür cephesi dediğimiz Laik cephe; çok ilahlı bir cephedir. Laiklik cephesinde yer alanlar, Allah’dan başka bir sürü sahte ilaha iman edip taparlar. Laiklik/Küfür cephesi, sahte ilahlığı güçlendirme ve kuvvetlendirme cephesidir. ALLAH’ın hükümlerine ters kanunları icat etme yetkisini kendisinde bulan herkes sahte bir ilahtır. Dolayısıyla ALLAH’ın kanunlarıyla çelişen ve çatışan sistemleri kuvvetlendirmek amacıyla oluşturulan tüm cepheler, küfür cepheleridir. Küfür/Laiklik cephesi, hak ve hukuk noktasında bir ölüm ve zulüm cephesidir. Şeriat cephesi ise, hak ve hukuk cephesidir. Çünkü şeriat cephesine mensup olanlar, hakkın ve hukukun savunucularıdır. Günümüz İslam coğrafyasında “Müslümanlar ile Laikler arasında uzlaşma sağlanmalıdır” teklifini ileri sürenler, hakkı batıla, batılı da hakka karıştıran lanetlenmişlerdir. Şunu unutmayalım ki; heva ve heveslerini ilah edinen ve meydanlarda “Kahrolsun Şeriat!” diye bağıranlar, küfür cephesinin bir numaralı üyeleridir. Yani Ebu Leheb ve Ebu Cehil’lerin yoldaşlarıdır.
Bir kimse “ben Müslüman’ım” diyor, öte yandan İslamî hükümleri beğenmiyor ve reddediyor?” Bu durum nasıl olur. Bir adam bir anda hem mümin, hem kâfir olamaz. Ya mümindir, ya da kâfirdir. İslam dininin hükümlerini ortadan kaldıran, kabul etmeyen kimse “ben Müslüman’ım” demiş bulunsa, böyle dediği halde kâfir ve küfür içinde kalır, dinsiz imansız bir tip olarak ortaya çıkar.
[Elfaz-ı Küfür, Hüseyin Aşık, sayfa 154, İST/1981]
Bir insan ya şeriat cephesindendir veya küfür/laiklik cephesindendir. Bir insanın hem şeriat cephesine ve hem de küfür cephesine dâhil olması mümkün değildir. Çünkü bir insan, hem hukukun savunucusu ve hem de terörizmin sunucusu olamaz. İnsanoğlu için yeryüzünde iki tercih hakkı vardır. Ya Şeriat cephesi, ya küfür cephesi!

İsa Aleyhisselam, Allah katına yükseltilir. Havarilerin çoğu ölür. İznik Konsülün’de Hz. İsa Aleyhisselam’ın “Tanrının oğlu ve tanrı” olduğu iddia edilir. Daha sonra herkes Hz. İsa Ahleyhisselam’ın getirdiği dini bozmaya devam eder. Ve yüzyıllar geçer. Bilim gelişir, dünyanın yuvarlak olmadığı anlaşılır. 'Dünya ****ün boynuzları üzerindedir' diyen kilise, kendisine karşı gelen bilim adamlarını öldürür. Büyük bilim adamı Galileo, çıkarıldığı mahkemede: 'Dünya kesinlikle yuvarlak değildir' diyerek kellesini zor kurtarır. İşte Laiklik, bu bağnazlığa karşı üretilen bir sistemdir. Kilise'ye ve İncil'e nazikâne bir tavırla DEFOL demektir. Bizim elimizde ise en yüce kitap varken, Kuran'a defol diyoruz.

Hâlbuki 1400 yıl önce indirilen yüce Kuran diyor ki:
Bismillahirrahmanirrahiym. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzer giderler. Sadakallahül-Aziym.
[Yasin Suresi, 40. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar. Sadakallahül-Aziym.
[Rahman Suresi, 19, 20. ayetler]

Avrupalı deniz araştırmacısı Kaptan Kusto, Cebelitarık Boğazı’nda araştırmalarını sürdürürken, Akdeniz ile Atlas okyanusunun birbirine karışmadığını; bu 2 denizin birleşme noktasında harika bir su engeli bulunduğunu tespit etmiştir. Yani Allah'ın emriyle 'diffüzyon kanunu' burada iptal olmuştur.

Bu ayetleri herkes sever, kabul eder. Mustafa Kemal Paşa bile Kuran’ın bu yüceliği karşısında apışıp kalır, övgü dolu sözler söyler.

Ama:
Bismillahirrahmanirrahiym. Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Sadakallahül-Aziym.
[Maide Suresi, 38. ayet]
İşte bu ayeti duymak istemezler.

Sormak lazım: Bilim ayeti Allah'tan da bu ayet (hâşâ) şeytandan mı putperest köpekler? Ama yok, onların dinleri keyifleridir, dine uymazlar, dini kendilerine uydururlar.

ALLAH [c.c.] hırsızın elini kesin der ve ekler:

'ALLAH HiKMET SAHiBiDiR.' Yani, siz bilmezsiniz, ben bilirim der!
Ayrıca, bu hüküm ayetinden birkaç ayet sonra der ki:

Bismillahirrahmanirrahiym. Kim Allah'ın indirdiği hükümler ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Sadakallahül-Aziym.
[Maide Suresi, 44. ayet]

Örnekler daha çoğaltılabilir. Burada anlatmak istediğimiz Mustafa Kemal Paşa bu ayetleri kabul etmiyordu. Mustafa Kemal Paşa kabul etmiyordu. Bu yüzden Türkiye’de ALLAH’ın emirlerini uygulamak suç. Uygulamayı bırakın, uygulanmasını teklif etmek bile suç. Meselâ Türkiye’de Başbakan istediği gibi hükmedebilir. Keyfine göre yasa çıkarır, hemen onaylatır. Hırsızları ister 2 yıl hapseder, ister 5 yıl, isterse 3 ay. Ama 'hırsızın elini kesmeye' kalkarsa, 'din'e dayalı yasa yapmaktan' hemen partisi kapatılır, kendi de hapse girer. Başbakan olsa bile girer, 70 milyon tarafından seçilmiş olsa da.

Hani egemenlik milletindi? Evet, Egemenlik Milletindir Türkiye’de ama ALLAH'a karşı olduğu sürece milletindir!

Hâlbuki hüküm;
Bismillahirrahmanirrahiym. [Hüküm] Yalnız Allah'ındır. Sadakallahül-Aziym.
[Yusuf Suresi, 67. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Hüküm ALLAH’ındır. Sadakallahül-Aziym.
[Kasas Suresi, 88. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'ındır. Sadakallahül-Aziym.
[Mümin Suresi, 12. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Hüküm vermek Allah'a aittir. Sadakallahül-Aziym.
[Şura Suresi, 10. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Hüküm veren Allah'tır. Sadakallahül-Aziym.
[Ra’d Suresi, 41.ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Sadakallahül-Aziym.
[En'âm Suresi, 57. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Doğrusu hüküm yalnız ALLAH’ındır. Sadakallahül-Aziym.
[En'âm Suresi, 62. ayet]

Ve daha birçok âyette de belirtildiği gibi Hüküm Allah'ındır.

Diyorlar ki: 'İman insanın içinde olur'! Doğru, öyledir. Ama düşünün, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bir köşeye çekilip içinden mi iman etti? Hayır, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ömrü boyunca HAKK'ı hâkim kılmak için savaştı. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ALLAH'ın hükmünü hâkim kılmak için savaştı!

Mustafa Kemal Paşa hayatı boyunca laik bir devlet kurmak için savaştı. Şeriatı yıkmak için! Ve yıktı da! Allah'ın laneti üzerine olsun! [Amin!]

Ey kâfirler! ALLAH’ın hükmünün uygulanmadığı yerde kimse Müslüman olamaz! ALLAH’ın hükmünün uygulanmadığı yerde Müslümanlıkta olmaz!

20 Nisan 1924 Türkiye’nin ilk Anayasa’sında bulunan maddelere bakalım:

“Her Türk asker doğar.”
İslamiyette eli silah tutan her erkek askerdir. Mustafa Kemal Paşa Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in hadislerini başka kelimelerle, kendi sözüymüş gibi söylemiştir.

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Mustafa Kemal Paşa “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demiştir. Diktatörlük ve asker gücüyle kendi istediklerini kabul ettirmiştir.

Ey gafiller! Ey kâfirler! Hâkimiyet kayıtsız şartsız ALLAH’ındır!

Mustafa Kemal Paşa dini hükümleri hiçe sayarak kendi kafasına göre derme çatma kanunlar oluşturmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, âlimlerin, hocaların dini, İslamiyeti öğrettikleri, ücret talep etmedikleri gibi, öğrencilerinin de masraflarını karşıladıkları tekkeleri, zaviyeleri ve türbeleri 30 Kasım 1925’te kapatmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, 25 Kasım 1925’de kâfirlerden gelme olan şapka kanununu çıkartmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, 26 Aralık 1925’te Hicri Takvimi, İslami Takvimi kaldırdı, yerine kâfirlerin kullandığı Miladi Takvimi getirmiştir.

Doğru ya biz Avrupa’ya inanıyoruz. Avrupa’nın iman ettiğine inanıyoruz. Kâfirliğe, putperestliğe inanıyoruz. Bu yüzden dinimizin takvimini bırakıp, kâfirlerin takvimini kullanıyoruz. Kim istedi? Mustafa Kemal Paşa! Türkiye’de tatil günleri Yahudilerin kutsal günü cumartesi ile Hıristiyanların kutsal günü pazar. Müslümanların kutsal günü Cuma günü ise haftanın en yoğun günüdür!

Noel kutlamalarını da Kâfir Türkiye “yılbaşı” olarak kutluyor!

Mustafa Kemal Paşa 3 Aralık 1934 de bazı kıyafetlerin giyilmesini yasaklamıştır. Bu kanunla din adamlarının, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, mabet ve ayinler dışında dini giysiler giymeleri yasaklanmıştır.

Dini kıyafetlerin yasaklanması ne demektir? Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in sünnetine uygun giyinmek yasak! Nasıl giyinecek insanlar? Avrupalı kâfirler gibi.

Kim gösteriş elbisesi giyerse, ALLAH kıyamette o elbisenin aynısını ona giydirecektir. Sonra ateş onu alevi ile tutuşturacaktır. Kim de bir topluluğa benzemeye özenirse o, onlardandır.
[Cem’u’l-Fevaid, Rudani 5790.hadis]

“Kim de bir topluluğa benzemeye özenirse o, onlardandır!” Özenen kim? Türkiye’de yaşayanlar! Özenilen kim? Avrupalı kâfirler!

Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanı’nda din bölümünde hiç bir şey yazmamaktadır! Neden yazmamaktadır?

Mustafa Kemal Paşa’nın Kazım Karabekir'e "her şeyden önce din anlayışını kaldırmalıyız" dediğini hangi kitapta gördünüz?

Bir İngiliz yazara söylediği "Benim dinim yok. Bazen bütün dinler denizin dibine batsın istiyorum" sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığı'nın girişine astırmadığına mı şükredelim?

Can Dündar, 'Elhamdülillah laikiz' diyor.

Kazım Karabekir anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şöyle dedi: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus anlayışını kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur."
[Kazım Karabekir Anlatıyor, (yayına hazırlayan Uğur Mumcu), İstanbul: Tekin Yayınevi. 1990. sayfa, 83-84]

Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat 1926’da kabul edilen İsviçre Medeni kanununu örnek alarak hazırlattığı Türk Medeni Kanunu’nu getirmiştir. Sözde Müslüman halk kâfirlerden gelen kanunlarla yönetiliyor! İslam’ın kadınlara verdiği hakları başka kanun veremez! Ama Mustafa Kemal Paşa ne istiyorsa o kanuna göre hükmediliyor Türkiye’de!

Mustafa Kemal Paşa tek eşlilik hükmünü getirmiştir. Kendisi erkekliği olmadığı halde, Çankaya’yı kerhaneye çevirmiştir! Kendini oğlan çocuklarına yaptırmıştır!

Latife’yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal’in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhuş hayatı alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhane oldu. 20-30 kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

Mustafa Kemal Konya’ya gitmiş, orada okulu ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa’ya eğitime yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan! İzmir’e gitmiş, orman memurunun okula giden küçük kızı Afet’i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş… Sonra onu da İsviçre’ye tahsile yolladı.
[Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

Nerede kız görüp beğenirse eşkıya gibi omuzlayıp götürüyor. Hem de okullardan. Ne feci! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimatı’nı da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkıya!
[Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

Türkiye’yi kime borçlusun?
Uçkurundan başka bir şey düşünmeyen Mustafa Kemal’e mi?
Yoksa Çanakkale’de ALLAH yolunda şehit düşen gerçek atalarına mı?

Hani birçok Kemalist “biz atatürk çocuğuyuz” derler ya! Onlara sormak lazım aslında; ananızı “Mustafa Kemal mi belledi?” diye! Analarını bellemeye kalksa da belleyemez ki, erkekliği yok adamın!

Mustafa Kemal Paşa resmi nikâh hükmünü getirmiştir. Resmi nikâhın hükmü nedir?

İmam Buhari, imam Müslim ve diğerlerinin Ebu Hureyre Radıyallahu Anhum’dan rivayetlerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz;
“Gözlerin zinası mahremi olmayan kadınlara bakmaktır. Kulakların zinası; dinlenmesi yasak olan sözleri dinlemektir. Dilin zinası; konuşulması haram olan şeyleri konuşmaktır. Elin zinası; haram olan bir şeye dokunmaktır. Ayakların zinası da gidilmesi yasak olan yere gitmektir. Kalbin de zina temennisi ve arzusu vardır” buyurmuşlardır.
Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsayan mahiyettedir. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde açıktır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve vücut hatları belli olmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir.

İslam ahkâmına göre; bir Müslüman’ın kızı sırtını, karnını, göbeğini, diz kapağından yukarı da kalan apış aralarını, baldırını vallahi öz babasına gösteremez! Öz babasına hiçbir Müslüman’ın kızı sırtını gösteremez! Bir baba kızının çıplak sırtına bakarsa, kızının baldırına bakarsa vallahi zina etmiş gibidir! İslam budur! Ama sokaklarda görmüyor muyuz? Sırtına kadar soyunmuş binlerce kadın, hayvani bir iştahla sokak sokak sürünüp dolaşıyor!

Dini nikâh kıyılmana önce, bir kadın erkeğe haramdır. Dini nikâh kıyıldıktan sonra helali olabilir. ALLAH’ın haram ettiği bir şeyi, peygamberler bile helal edemez! Aynı şekilde ALLAH’ın helal ettiği bir şeyi, peygamberler bile haram edemez! Resmi nikâh nasıl kıyılır? Nikâh memuru “Belediye Başkanı’nın verdiği yetkiye dayanarak sizi karı-koca ilan ediyorum” diyerek nikâh kıyar. Dinden, imandan habersiz, kâfir ALLAH’sız belediye başkanı, ALLAH’ın haram ettiği bir şeyi nasıl helal edebilir? Resmi nikâh’ın hiçbir hükmü yoktur! Dini nikâhı olmayanlar aynı yatağa girerek bile zina işliyorlar. Doğan çocuklarda zina çocuğudur! Türkiye’de İslam tamamen yıkılmıştır! Dini Nikâh kıyılsa bile, kıyan imamların imamlık yapma yetkisi yoktur! İslam’ın hükümleri yerine getirilmediğinde zaten dini nikâh düşüyor. Türkiye fahişeler ve ********ler memleketidir!

İslam da erkeğe 4 eş alma hakkı verilmiştir. Ama şartları anlatılmaz. 1 eşi olan erkek, yeniden evlenecekse, ilk eşinin rızasını almak zorundadır! Eşleri arasında hiçbir haksızlık yapmamak zorundadır. Herkes tek eşlilik diye yırtınıyor ama kimin eli kimin cebinde; kimin şeyi kimin şeyinde belli değil ki bu zamanda! Kadınlar tek eşliliği savunuyorlar ama savaşlar sonucunda erkekler azaldığında çok eşliliği isteyenler onlardı!

1 Mart 1926’da, 1889 İtalyan Zanardelli Yasası esas alınarak hazırlanan Yeni Türk Ceza Kanunu kabul edildi.

Türkiye’de, İtalyan kâfirinin ceza kanunu kabul ediliyor ve uygulanmaya başlanıyor. Mustafa Kemal Paşa, derme çatma kanunlar oluşturuluyor hemencecik. Avrupa’dan aldığı kanunlarda ufak tefek değişikler yapıyor. Başına “Türk” ismini koyuyor. Herkes de kabul ediyor. Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu, … vs.

1926 yılında Almanya Ticaret Kanunu’ndan yararlanılarak hazırlanan “Türk Ticaret Kanunu” kabul ediliyor.

Türkiye’de yaşayanlar, Mustafa Kemal Paşa’nın getirmiş olduğu kanunlarla yönetiliyor! Türkiye’de ki insanlar, Amerikan Askeri Kanunlarına göre askerlik yapıyor, İsviçre Medeni Kanunu’na göre ailesini kuruyor, İtalyan Zanardelli Kanunu’na göre cezalandırılıyor, Alman Ticaret Kanunu’na göre ticaret yapıyor. Ölürken de İslami hükümlere göre gömülüyor. Türkiye’de yaşayan insanların gerçek yaşamı budur!

Gelelim Osmanlı’nın bayrağına, Türk bayrağına! Osmanlı’nın bayrağı 3 hilalli yeşil bayraktır! Ama filmlerde, senaryolarda Türk Bayrağı olarak hep ay-yıldızlı bayrak gösterilir değil mi? İnsanların yazdığı senaryolarla çekilen filmlerde böyle gösterilir. Osmanlı’nın bayrağı 3 hilalli yeşil bayraktır! Osmanlı zamanında ay yıldızlı bayrak yoktur. Gösterilen resimler sonradan uydurmadır! Ama zaten Türkiye’deki insanlar çoktan Osmanlı’yı unuttu. Osmanlı’nın övünülecek bir şeyi olduğunda herkes övünüyor. Cumhuriyet döneminde yapılan bütün haksızlıklar ve yanlışlıklar da Osmanlı’ya yıkılıyor.

İbnu Amr İbni’l-As Radıyallahu Anh anlatıyor: “Üzerinde kırmızı renkli 2 giyecek bulunan bir adam geldi ve Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a selam verdi. Ama Aleyhiselatu Vesselam adamın selamını almadı.’’
[Ebu Davud, Libas 20, 4069. hadis; Tirmizi, Edeb 45, 2808. hadis. Kutub-i Sitte 5242. hadis]

Ben’î Esed’den bir kadın anlatıyor: “Bir gün, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın zevcelerinden Zeyneb’in yanında idim ve kızıl toprakla onun elbiselerini boyuyorduk. Biz bu işle meşgulken Resulullah Aleyhisselatu Vesselam çıkageldi. Ancak kızıl toprağı görünce geri döndü. Zeynep bu hali görünce, Aleyhisselatu Vesselam’ın bunu yasakladığını anladı ve derhal elbiselerini yıkadı ve bütün kırmızılığı örttü. Aleyhisselatu Vesselam geri döndü ve aniden geldi. [boyadan] hiçbir şey görmeyince içeri girdi.”
[Ebu Davud, Libas 20, 4071. hadis; Kutubi Sitte 5243. hadis.]

Türk Bayrağı’nı seçen Mustafa Kemal Paşa, kan kırmızısını seçmiş değil mi? Ay-Yıldızlı al bayrağı seçmiş.
Her rengin ayrı zevki vardır. Bu ayrı renkler, nefse ait bir açıklamada bulunur. Misal: kırmızı renk şehvet ve gazabı temsil eder. Şehveti temsil eder, yani şeytanı temsil eder!
Türkler “Ay-Yıldızlı al bayrağımız” diyerek giyerler üzerlerine! Mustafa Kemal Paşa’nın Diktatörlükle kurmuş olduğu sistemin kırmızı bayrağını giyer Türk insanı! Gururla taşır!
Artık erkekler bile her renk kıyafeti giyiniyor değil mi? Pembe giyenler bile var.

Türkiye’de yaşayan insanlara Kurtuluş Savaşı sırasında; din kardeşlerimizin bize ihanet ettiği, yalnız kaldığımızı anlatırlar değil mi?

Her Türk genci “Arapların 1. Dünya Savaşı’nda Türklere ihanet ettiğini” öğrenerek büyür. Türk gençleri kim? Biz Kemalist köpekler!
1. Dünya Savaşı’nda Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı’ya isyan ettiği ve Osmanlı ordusunu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin’in “Arapların” tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Ortadoğu Uzmanı Tecrübeli Gazeteci Cengiz Çandar, “Arapların İhaneti” söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor;

“Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Hicaz’da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916’da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, 1. Dünya Savaşı konusunda genel bilgisi ve fikri olan herkes, bunun askeri açıdan tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği “bağımsızlık vaadiyle” işbirliğine çektikleri Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani asıl cephenin gerisinde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur. Asıl cephe, önce Süveyş Kanalı ve Kanal Harbi’nde Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin’de kurulmuştur. Filistin’de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye’de, Irak’ta[IraQ], Lübnan’da Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul’a, yani halifeye sadık kalmıştır. Arabistan yarımadasının Hicaz bölümünden Akabe’ye kadar olan cephe gerisi dışında, Arapların Osmanlı’yı arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.”

Aynı gerçek, American-İsraeli Cooperative Enterprise [Amerikan-İsrail İşbirliği Girişimi] adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanıyor:

O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lioyd George’un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Osmanlı yönetimi, yani halife için savaştı. [Osmanlı İmparatorluğu’na isyan eden] Faysal’ın Arabistandaki taraftarları, bir istisnaydı. Arapların topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Doktor Zekeriya Kurşun’un ifadesiyle, “1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Osmanlı Askerleriyle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlılıklar gösterdikleri bir hakikattir.”

Kâfirlerin, Yahudilerin, Hıristiyanların kaynaklarında bile Arapların ihanet etmediği söyleniyor. Ama Sözde Müslüman Türkiye’de “Araplar bize ihanet etti” deniliyor.

Arap milliyetçiliği, Osmanlıda Türk milliyetçiliğinden daha önce gelişmiştir. Butros el-Bustoni, Faris Şadyak, Nakkaş, Corci Zeydan gibi Hıristiyan Arapların öncülüğünde başlayan bu harekete katılan Müslüman Araplar ise, çoğunlukla Avrupalı fikirleri benimsemiş seküler aydınlardı.

“Din kardeşlerimiz, Araplar bize ihanet etmiş?” Hıristiyan Araplar ihanet ediyor! Türklere “din kardeşleriniz ihanet etti” deniliyor, yani bize “siz Hıristiyansınız” deniliyor. Bu hareketlere katılan Müslümanlar ise Avrupai yetişenler, Avrupa sevdalısı olanlar Müslümanlar. Sadece bu görüşte olan, Avrupai ilimlerle yetişen âlimler.

Buna karşılık muhafazakâr Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı’ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta sadece Sünni Araplar değil, Irak[IraQ] ve Suriye’deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı’ya ve hilafete bağlılık duygusu vardı. Bu konuda büyük bir otorite olan Profesör Kemal Karpat, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Arap milliyetçiliğinin, Hıristiyan Arapların ki hariç, aslında en son noktaya kadar “ayrılıkçı” olmadığına dikkat çekerek şöyle demektedir:
“Görülüyor ki Arapların “milli” hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin modern bir şeklini oluşturmaya çalışanlar Müslüman değil Hıristiyan Araplardı.”

Yani bize “din kardeşlerimiz ihanet etti” deniliyor, ihanet edenler Hıristiyan Araplar. Demek ki bizde Hıristiyan olduğumuz için bu konuyu bu şekilde benimsiyoruz!

Kürtler ise, daha da belirgin bir sadakatle önce Osmanlı İmparatorluğu’nu, ardından da Milli Mücadele’yi desteklemişler ve Müslümanlık bağının getirdiği “kardeşlikten” asla taviz vermemişlerdir. Ankara’nın kendisi, bundan taviz verene ve Kürtlere sırt çevirene kadar bu böyle devam etmiştir.

Faizin aşikâr olması kıyamet alametlerindendir.
[Ramuz-el E-hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, faiz yemeyen adam kalmaz. Onu yemese bile kendisine tozu isabet eder.
[Ramuz-el E-hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazan, bu senede şahit olana kıyamet gününde Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dilinden lanet edilmiştir.
[Ravi: Hz. İbn-i Mes’ud Radıyallahu Anh, Ramuz-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

705. (2273) (6692)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu karınların içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışarıdan gözüküyorlardı. Ben: "Ey Cebrail bunlar kimlerdir?" diye sordum. "Bunlar faiz yiyenler!" dedi."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

706. (2274) (6693)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Faiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. En hafif faiz kişinin anasıyla zina yapması gibidir."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

Türkiye İş Bankası’nın kurulması!

Türkiye İş Bankası nasıl kuruldu? İçinizden, “Bunu bilemeyecek ne var? Mustafa Kemal Paşa kurdu işte!” diyenler çıkacaktır. Her şeyi Mustafa Kemal Paşa yapıyor zaten!

Türkiye İş Bankası’nın kurucusu Celal Bayar Mayıs 1982’de çıkan İş Dergisi’ne verdiği röportajda, “Biz bismillah dedik, işe koyulduk. Mustafa Kemal Paşa ‘Git Osmanlı Bankası’ndan 250 bin lirayı al, bu işe başla’ dedi’’. Şeklinde anlatmıştır Türkiye İş Bankası’nın kuruluş hikâyesini. Burada sorulması gereken soru, “İyi de Osmanlı Bankası’ndaki o 250 bin lira nereden gelmişti?’den başkası olursa tarih ofsayttan başını kurtaramaz! Nitekim Celal Bayar aynı konuşmasında bu paranın kökeni hakkında yöneltilen soruya kaçamak cevap vermekte ve “Böyle bir şeyi araştırmaya lüzum görmediğini” söylemektedir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Osmanlı Bankası’ndaki 4 no’lu hesabının dökümünde Makbule Hanım, Hafız Yaşar ve İsmet İnönü’ye ödenen meblağlara bakalım. Tuhaf gerçekten de! Merak damarları mı kurumuştur aklımızın acaba?’diyeceğim ama merak etmeyiz. Mustafa Kemal Paşa her şeyi halletmiş, herşeye bir kulp uydurmuş nasıl olsa!

Bu konuda bize yardımcı olacak bilgiyi Mustafa Kemal Paşa’nın yakınlarından Hasan Rıza Soyak’ın hatıralarının 2. cildinde buluyoruz.
Hasan Rıza Soyak’a göre Hindistan Müslümanları, Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına yaklaşık 500-600 bin lira tutarında bir para göndermiştir. [yaklaşık bir sterlin=7 ytl]. Mustafa Kemal Paşa, bu paranın 500 bin lirasını büyük taarruzdan önce ihtiyaçların karşılanması için Batı cephesi komutanı İsmet Paşa’nın emrine vermiştir. Zaferden sonra bu paranın 380 bin lirası icra vekilleri heyeti kararıyla Mustafa Kemal Paşa’ya iade edilmişti. Mustafa Kemal Paşa bu paranın “en faydalı bir şekilde nerede ve nasıl kullanılabileceğini” düşündü ve sonunda 250 bin lirasını Türkiye İş Bankası’nın ana sermayesi olarak kullandı.

Mustafa Kemal Paşa Hindistan Müslümanlarının gönderdiği yardım parasından 207 bin lirayı da aynı Osmanlı Bankası’ndaki 2 no’lu hesaba yatırmıştı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın hatıralarından paranın kaynağını öğrendik ama yine de boşluklar var! Bir kere resmi olarak bilinen rakam, 125 bin Sterlin’dir. Bu miktar, 2006 rakamlarıyla 11,7 Trilyon Türk Lirasına karşılık gelmektedir. Şimdi bu ciddi meblağ sırf Milli Mücadele’ye yardım için mi gönderilmişti yoksa başka bir amacı mı vardı? O icra vekilleri heyeti, yani bakanlar kurulu kararı neden bugüne kadar bulunamamıştır ve Mustafa Kemal Paşa’nın Celal Bayar’a “git, çek” dediği Osmanlı Bankası’ndaki hesabına ilişkin herhangi bir kayda niçin rastlayamıyoruz? Bu bir “sırdaş hesap” mıydı? Öyleyse neden gizliydi?

Solcu aydınlarımız yıllardır “Ruslar bize yardım etmeseydi Kurtuluş Savaşı’nı biraz zor kazanırdık” dediler ama biz sustuk nedense! Sultan Vahdettin’in emriyle İstanbul-Tophane’den gönderilen cephaneleri, topları Ruslar göndermiş bize. Mustafa Kemal Paşa ve Kemalistler öyle diyor. Türkiye’de okutturdukları kitaplarda İslam Dünyası’ndan ve Hindistan’daki Müslümanların gönderdiği yardım paraları konusunda bir bilgiye yer vermiyorlar. Müslümanlar bize ihanet etmiş derler sürekli.

Bugün türban konusu yüzünden yer yerinden oynuyor. 1929’da Mustafa Kemal Paşa’nın kurdurduğu Türkiye İş Bankası Yenicami Şubesi’nde çalışan kadın memurların hepsinin başları kapalı.

Mesela sahasında ilk çalışma olan Alptekin Müderrisoğlu’nun “Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları” kitabında Hindistan’daki Müslümanlarının yardımlarına ayrılan özel bölüm epeyce aydınlatıcı bilgiler veriyor:
1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarının işgali, işgalci kuvvetlerin Müslümanlara zulümleri halifenin Hıristiyan Devletlerin elinde esir konumuna düşmesi, Hindistan’daki Müslümanları harekete geçirmiş ve [İngiliz sömürgesi halinde olmalarına rağmen.] İngiltere’ye baskı yapmak amacıyla çeşitli dernekler kurmuşlardı. İşte bu derneklerin çabalarıyla halifeyi kurtarmak üzere 875 bin lira Ankara’ya ulaştırılmıştı. [başka yardımlar da yapıldığı ve yollarda heder edildiği sır değildir.]

İşin ilginç yanı, bu para yardımının Maliye Bakanlığı kayıtlarına yansımamış ve hazineye girmemiş olması! Daha da ilginci, doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilmiş ve Osmanlı Bankası’nda 1922 Ağustos’una kadar faiz işletilmeden tutulmuş bulunmasıdır. Kurtuluş Savaşı’nın büyük hazırlık döneminde çekilen her türlü mali sıkıntılara rağmen, bu paraya el sürülmemiştir. Bu para neden Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilmiştir? Sultan Vahdettin’in fermanıyla işgalci kuvvetlere karşı yapılan savaşın komutanı olduğu için Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilmiştir!

Kurtuluş Savaşı’ndan önce seferberlik ilan edilmiştir! Halkın nesi var nesi yok elinden alınmıştır! Neden? Savaş sonrasında yapılacak devrimlere ayaklanamasınlar diye!

Bir düşünün bakalım Mustafa Kemal Paşa bu parayı neden bankada tutuyor ve bütün sıkıntılara rağmen kullandırmıyor?

“Bu Çal Dağı’nın düşmesi bütün ümitlerimizi bitirdi. Yeniden Türk Milleti’nin istikbali, hürriyeti, hayatı tehlikeye düştü, gidiyor. Artık hep ölü haldeyiz. Kimsede can kalmadı. Ağzımızı bıçak açmıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal'in özel hizmetlerinde kullandığı Arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal'in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 849]

Olurda savaş kazanılamazsa, kendini garantiye alma düşüncesi dersem, olmaz dersiniz, Mustafa Kemal Paşa öyle şeyler yapmaz.
O kadar sıkıntı, açlık var. Halkın elindeki her şey seferberlik ilan edilip alınıyor. Halk da din uğruna, iman uğruna bu yola baş koyuyor, bu yolda savaşıyor. Mustafa Kemal Paşa ise kendini garantiye alabilmek için, gerçekte halifenin, yani İslam âleminin imamının korunması için gönderilen parayı kendi şahsına ayırıyor. Çanakkale Savaşı’nda savaşan ecdadımızın yedikleri yemekler anlatılır değil mi bizlere? “Hoşaf, kuru ekmek” yemişler. Başka bir şey bulamıyorlarmış o zaman! Ama Kurtuluş Savaşı’ndan bahsetmezler bizlere! Sadece “sıkıntı ve yokluk, kıtlık varmış” derler.

Türkiye’nin ecdadı, kâfirlerden bile daha beter duruma gelmiş olan bizlerin ecdatları Kurtuluş Savaşı’nda yiyecek bir şey olmadığı için, kıtlık olduğu için ne yapmışlar biliyor musunuz? Atlar, ****ler güçten düşmesin diye, arpayı atlara, ****lere yedirmişler! Atlar, ****ler tuvaletlerini yaptıktan sonra, atların ve ****lerin pisliklerinin içinden arpaları ayıklayıp yıkayarak temizlemişler, pişirip yemişler! Ve ne diyorlarmış biliyor musunuz? “Din uğruna, torunlarımız uğruna başka yapacak bir şey yok!” Peki, Hindistan’dan gönderilen yardım paraları nerde? Olurda savaş kaybedilirse, Mustafa Kemal Paşa’nın rahat bir hayat sürebilmesi için Osmanlı Bankası’nda!

Biz ne yapıyoruz peki? Tadı ya da görünüşü hoşumuza gitmeyen yiyecekleri bile yemiyoruz, çöpe atıyoruz! Hatta Çanakkale Şehitliği’ne giden liseli öğrencilerden, açık saçık giyinen kız öğrencilerden; mezarları tekmeleyip “siz gebermeseydiniz, bizler şimdi istediğimiz gibi giyinemeyecek, istediğimiz şekilde hareket edemeyecektik” diyenler var biliyor musunuz?

Sadece Çanakkale’de 253 bin şehidin, Kurtuluş Savaşı’nda sayısı bile belli olmayan şehitlerin, Türkiye üzerinde şu an yaşamakta olan kâfirlerden, hayvanlardan daha aşağılık durumda bulunan bu neslin ecdadı, din uğruna, İslam uğruna savaşıp şehit olanların kemikleri sızlıyor ulan! Kemikleri sızlıyor. Torunları kâfir olduğu, putperest olduğu için kemikleri sızlıyor!

Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilen para İstiklal Savaşı’nda kullanılmak üzere gönderilmemiş miydi? Nitekim zafer kazanıldıktan sonra kendisine iade edilen parayı yine Osmanlı Bankası’na yatıran Mustafa Kemal Paşa, Ağustos 1924’te Türkiye İş Bankası kurulana kadar da orada tutmaya devam etmiştir.

O kadar sıkıntı yokluk var, üstüne Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilen, Hindistan’dan yardım parası olarak gönderilen paranın kullanılan kısmı, Mustafa Kemal Paşa’ya iade ediliyor. Kendi parasıymış gibi.

Türkiye İş Bankası’nın kurulmasıyla Türkiye’ye faiz sistemi getirilmiş ve ülke ekonomisi faiz sistemi üzerine kurulmuştur.

Faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazan, bu senede şahit olana kıyamet gününde Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dilinden lanet edilmiştir.
[Ravi: Hz. İbn-i Mes’ud Radıyallahu Anh, Ramuz-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

705. (2273) (6692)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu karınların içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. Ben: "Ey Cebrail bunlar kimlerdir?" diye sordum. "Bunlar faiz yiyenler!" dedi."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

706. (2274) (6693)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Faiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. En hafif faiz kişinin anasıyla zina yapması gibidir."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

Şimdi gelelim meselenin başka yönüne. Hindistan’daki Müslümanların gönderdiği yardım paraları, amacı doğrultusunda kullanılmış mıdır? Hayır! Hindistan Müslümanlarının gönderdiği yardım paraları Türkiye’ye faiz sisteminin getirilmesi için kullanılmıştır. Bir Pakistanlı, bir Hindistanlı gelse; “Biz size bankanıza sermaye yapasınız diye mi bu parayı verdik?” derse, verilebilecek bir cevap var mı? Aynı şekilde, “Biz size o parayı halifeyi kurtarmanız için verdik, siz gidip halifeliği kaldırdınız!” derse, verilebilecek bir cevap var mı?

Halifenin, İslam’ın imamının korunması için gönderilen paraya el koyan Mustafa Kemal Paşa, Mason emellerini gerçekleştirip İslam’ı bir arada tutan Halifeliği ortadan kaldırmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, 3 Mart 1924’te Halifeliği kaldırdığında o parayı geri göndermemiş, üstelik kız kardeşi Makbule Hanım’a oradaki bir hesabından maaş bağlatmıştır.

Ebu’d-Derda Radıyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız, öyleyse isimlerinizi güzel yapın.”
[Ebu Davud, Edeb 4948. hadis; Kutub-i Sitte]

21 Haziran 1934 tarihinde Soy Adı Kanunu kabul edilmiştir. Türkiye’de yaşayan insanlara anlatırlar ya eskiden “Ahmed oğlu Hüseyin, Ali Rıza oğlu Mustafa” diye çağırılırmış insanlar diye! “Bu gericilik” derler birde. Muhammed bin Abdullah, Abdullah oğlu Muhammed yani, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz. Ahmed bin Hanbel, Hanbel oğlu Ahmed. Ebu Ya’la, Ya’la’nın babası. ALLAH indinde bu şekilde çağırılacağız ama Mustafa Kemal Paşa’ya göre, Kemalist köpeklere göre bu gericilik değil mi? Türkiye’de kullanılan soy isimlerin hiç bir hükmü yoktur!

Mustafa Kemal Paşa’ya “ATATÜRK” soyadının verilmesine gelelim.

Selanik’te Rıza Efendi adında gümrük memuru birinin üvey oğlu Mustafa Kemal Askeri Okula geliyor. Mustafa Kemal’in babası hakkında çok rivayet var; kimi bir Sırp, kimi bir Bulgar’dır diyor. Anası bunların metresiymiş. Yeni, çıkan 20. Asır Larousse Ansiklopedisi “Pomaktır” diyor. Yunanlardan alınan bilgilere göre Mustafa Kemal’in anası, Selanik’te bir genelevindeymiş. Orada piç olarak Mustafa Kemal doğar. Yenişehir Tırnovasından ve oranın ileri gelen kabadayılarından Abdoş Ağa Selanik’e gelir, Mustafa Kemal’in anasını görür, alır götürür. Mustafa Kemal 5 yaşlarında iken Abdoş ölmüş, anası oğlu ile Selanik’e gelmiş. 12 yaşında iken Mustafa Kemal, Tırnova’ya gidip miras istemiş ise de piçliğini söylemişler geri göndermişler. Mustafa Kemal okula başlamış. Anası gümrük memuru Ali Rıza ile evlenmiş. Mustafa Kemal anasından bahseder, fakat babasından bir defa bile bahsetmemiştir. Benim araştırmalarıma göre gümrük memuru Ali Rıza Mustafa Kemal’in üvey babasıdır. Mustafa Kemal babasından kendi bahsetmediği gibi diğer birinin bahsettiğini işitirse ona düşman olur. Fransız bakanlarından Hedyo, Paris’te Türkiye üzerine iki konferans verdi. Bunlar Conferencio gazetesinde yayınlandı. Hedyo’da konferansta “Mustafa Kemal Paşa’nın babası meçhuldür”, diyor.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı, Doktor Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3. cilt, sayfa 561-562]

Yunanlılar “Türkiye Hükümeti Ayasofya’yı cami olarak açamaz. Eğer Türk hükümeti Ayasofya’yı cami olarak ibadete açarsa Yunan Hükümeti de belgelerle Mustafa Kemal Paşa’nın gayri meşru bir çocuk olduğunu, zina çocuğu olduğunu tüm dünyaya ilan eder” diyorlar.

Sizlere şimdi anlatacağımız belgenin aslı Osmanlıca’dır. Selanik Mahkeme Kararıdır!
Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde’nin miras davasının kararını açıklayan mahkeme ilamıdır. Sizlere bu belgeni Latin harfleri ile tercüme edilmiş şeklini sunuyoruz.

SELANİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
İlam karar numarası: Adet/451

Abduş’un ölümünden sonra Zübeyde Abduş’un karısı olduğunu ve oğlu da Abduş’un oğlu olduğunu iddiası ile açmış olduğu miras davasında Abduş’un kardeşleri, mahkemeye vermiş oldukları iddianamede Zübeyde’nin Abduş’un karısı olmadığını ve genel evinden odalık aldığını ve oğlu Mustafa 2 yaşında kucağında olduğunu ve Abduş’un hiç çocuğu olmadan öldüğünü iddiaları ile durumun genel evinden sorulmasını talep etmeleri üzerine; genel evine yazılan tezkerenin cevabında Zübeyde’nin oğlu ile beraber 19 Haziran 1297’de genel evine girmiş, Yeni Şehirli Abduş isminde bir kabadayı ile anlaşıp 11 Nisan 1298’de genel evinden çıkmıştır. Bu tezkere gereği Zübeyde’nin davasının reddine karar verilmiştir. [22 Kanuni-evvel 1298]

20 kuruşluk pul hakim aza aza
Selanik asliye mühür mühür
Hukuk mahkemesi
Mühürü

Babası bile belli olmayan Mustafa Kemal Paşa, 6900 yıllık bir kavim yok sayılarak Mustafa Kemal Paşa’dan öncesi yok sayılarak, Türklerin atası, Türklerin babası anlamında “ATATÜRK” soyadını almıştır.

Ulannnnnnnnnnnn! Bu nesil, yerden mi bitti! Gökten mi indi! Sultan Vahdettin’in emri altında ki bir komutan, Sultan Vahdettin’in fermanıyla savaşı kazanınca, masonların Siyonist emellerini gerçekleştirebilmesi için diktatörlük yaparak, her türlü haramı helal sayıyor, her türlü günahı işliyor ve bu neslin de uygulaması için kanunlar koyuyor! Babası bile belli olmayan, Avrupalı kaynaklarda babası “Sırp” olarak geçen Mustafa Kemal “ATATÜRK” soyadını alıyor. Soyu bile belli olmayan Mustafa Kemal Türklerin atası kabul ediliyor! Türk olmayan bir adam Türklerin atası kabul ediliyor!

Sa’d ibnu Ebu Vakkas Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“Bir kimse kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse, ona cennet haramdır.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1806. hadis]

Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“Babalarınızdan yüz çevirip onları inkâr etmeyiniz. Her kim kendi babasını bırakıp bir başkasına baba derse, nankörlük etmiştir.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1807. hadis]

Yezid İbn-i Şerik İbn-i Tarık şöyle dedi:
Ali Kerremullahi Vechehü, minberde konuşurken gördüm ve şöyle buyurduğunu duydum:
“Hayır, iddialar doğru değildir. Vallahi bizim yanımızda Kuran’dan ve şu sayfadan başka okuduğumuz bir yazı yoktur.” Böyle dedikten sonra o sayfayı açtı. Orada develerin yaşları ve yaralamayla ilgili hükümler vardı. Yine bu sayfada Resulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyuruyordu:
“Ayr[Âır ] Dağı’ndan Sevr Dağı’na kadar olan yerler Medine’nin haremidir. Her kim orada kitap ve sünnete aykırı bir iş yapar veya dine fesat karıştıran birini korursa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. ALLAH kıyamet gününde o kimsenin ibadetlerini ve tevbesini kabul etmeyecektir. Müslümanlardan birinin verdiği bir söz ve güvence, yaptığı bir antlaşma hepsini bağlar. Her kim bir müslümanın verdiği söz ve himayeyi dikkate almazsa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. ALLAH kıyamet gününde o kimsenin tevbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir. Her kim kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse veya kendi efendisi olmayan birini efendi olarak kabul etmeye kalkarsa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. ALLAH kıyamet gününde o kimsenin tevbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir.
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1808. hadis]

Ebu Zerr Radıyallahu Anh, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı şöyle buyururken dinlediğini söyledi:
“Babası olmadığını bildiği birini babam diye sahiplenen kimse, babasına nankörlük etmiş olur. Kendisine ait olmayan bir şeyi sahiplenmeye kalkışan kimse bizden değildir; o cehennemdeki yerine hazırlansın.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1809. hadis]

Türklerin atası, Türklerin babası olarak Mustafa Kemal Paşa’ya “ATATÜRK” soyadı verilmiştir. Türkiye’de yaşayan insanlar Mustafa Kemal Paşa’ya “ATA” dedikleri için, Mustafa Kemal Paşa’nın soyundan geliyor demek ki. Mustafa Kemal’e “ATA” dedikleri için, çünkü “ATA” baba demektir. Günümüzde insan eşinin babasına bile “baba” diyor. İnsan eşinin babasına bile “baba” dememesi gerekirken, eşinin babasına bile “baba” diyor. Kendi babasına nankörlük etme, cennetten mahrum olma, ALLAH’ın ve meleklerin lanetini üzerine almak için, sırf saygı ifadesi olarak eşinin babasına “baba” diyor insan! Bütün haramları helal sayan helalleri de haram sayan Mustafa Kemal Paşa’ya, dini hükümleri hiçe sayan Mustafa Kemal Paşa’ya “ATA” diyor Türkiye’deki kâfirler!

“Her kim orada kitap ve sünnete aykırı bir iş yapar veya dinde fesat çıkaran birini korursa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.”

ALLAH’a küfrediliyor, Kuran’a küfrediliyor, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e küfrediliyor. Türkiye’deki kâfir halk da küfrediyor ama Mustafa Kemal Paşa denildi mi kimse korkudan ağzını açamıyor! Mustafa Kemal Paşa’yı övüyor herkes!

Türkiye diliyle ALLAH’a iman ettiğini söylüyor. Dilinden Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı düşürmüyor. Ama Gerçekte kalbiyle Mustafa Kemal’e tapıyor! Türkiye şeytanın ezanı olan; ilahileri, kasideleri, müzikleri dinleyen kulaklarıyla şeytana tapan kâfirlerle dolu! Şeytanın okuma kitabı olan şiirleri okuyan gözleriyle, dilleriyle şeytana tapan kâfirlerle dolu! Canının istediğini yapan; yani şehvetine yenik düşüp, nefsine uyan, nefsine tapan kâfirlerle dolu!

Sizden birine, halktan korkması, işittiği veya gördüğü bir gerçeği söylemeye engel olmasın.
[Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi[

Bildiklerimizi söyleyemiyoruz değil mi? Birçoğumuz da bilmiyor gerçekleri! Bilenler de gerçekleri söyleyemiyor! Susuyor! “Bazı şeyler her yerde konuşulmaz” diyor. Özellikle de Mustafa Kemal Paşa hakkında kimse konuşamıyor değil mi? Askeriye var çünkü. Mustafa Kemal Paşa’ya tapan askeriye var. Mustafa Kemal Paşa’ya tapan askeriye var! “Mustafa Kemal Paşa’ya hiçbir şey deme de” ne yaparsan yap Türkiye’de! ALLAH’a küfredilmiş, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e küfredilmiş, hakaret edilmiş, Kuran’a küfredilmiş umurlarında mı Türkiye’de yaşayan kâfirlerin! Zaten en çok küfredenler, isyan içinde olanlar da Türkiye’de yaşayan kendini Müslüman sanan kâfirler!

Kıyamet günü olduğunda, bir münadi nida eder ki: "Allah’tan gayrısı için kim bir amel işlemiş ise, onun sevabını kendisi için amel işlenen kimseden talep etsin."
[Ravi: Hz. Useyd İbni Ebu Fadale Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 59]

Kıyamet günü olduğunda, kâfire ameli bildirilir. Lakin o inkâr edip mücadeleye girişir. Ona denilir ki: "İşte şunlar senin komşularındır. Aleyhinde şahitlik ediyorlar." O der ki: "Yalan söylüyorlar". O zaman denir ki: "Ailen ve kavmin de böyle söylüyor." O der ki: "Onlar da yalan söylüyorlar." Kendisine: "Peki öyleyse yemin et." denilir. O da yemin eder. Sonra Allah, o kâfirleri susturur. O zaman kâfirlerin kendi dilleri kendisi aleyhinde şahitlik eder. Bunun üzerine Allah onları cehenneme atar.
[Ravi: Hz. Ebu Said Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 60]

Ümmetimin hepsi Cennete girer, istemeyen giremez. Dediler ki: "Kim istemez?" Buyurdu ki: "Bana itaat eden Cennete girer, Bana isyan eden istememiştir.”
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 342]

Ey insanlar, ALLAH kitabını peygamberlerin lisanı üzerine indirdi. Helalini helal, haramını haram kıldı. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabında helal kıldıkları kıyamete kadar helaldir. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabındaki haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramul-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

“ALLAH kitabını peygamberlerin lisanı üzerine indirdi.” 1 Kasım 1928 Türk Harfleri’nin kabulü. Türkçe! Türkçe, Türklerin kullandığı dil demektir. Atalarımızın kullandığı dillere bir bakalım.

Türklerin ilk kullandığı alfabe olarak bilinen, sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunan Göktürk Alfabesi’dir.

Göktürk Kağanlığı’nın 744 tarihinde yıkılmasıyla onun yerine geçen Uygur egemenliği döneminde kullanılan, sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunan Uygur Alfabesi. Uygur harfleri Arapça harfleriyle birçok benzerlik taşımaktadır. Kutadgu Bilig, Türk dillerinin en temel eserlerinden ve Türk dilleri araştırmalarının önemli kaynaklarındandır. İslami Türk edebiyatının adı bilinen ilk şair ve düşünürü Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından Uygur Alfabesiyle kaleme alınmıştır. Eserin 4. satırında Arap Alfabesiyle “besmele” yazılmaktadır.

Osmanlı zamanında; Arapça ve Farsça Alfabeleri kullanılarak oluşturulan sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunan Osmanlıca ağırlıklı kullanılmış olup, bunun yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyıla kadar Uygur Alfabesi de kullanılmıştır.

Türkler 6900 yıl boyunca, Milattan önce 5000 yıllarına kadar uzanan, Uygurlar ve İskitler zamanından; Mason Mustafa Kemal’in kurduğu, diktatörlükle hükmettiği cumhuriyet dönemine kadar sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunan dilleri kullanmışlardır. Mustafa Kemal Paşa ise, öğrenimi zor olduğu bahanesiyle; dini bozup, masonların Siyonist emellerini gerçekleştirebilmeleri için, kendi yalanlarının ortaya çıkmaması için ve Osmanlı kaynaklarının, Arapça kaynakların anlaşılamaması için sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunan Osmanlıca’yı kaldırmıştır. Kâfirlerin alfabesinden yararlanarak; soldan-sağa yazılıp, soldan-sağa okunan ve Türkçe adı verdiği Latin Harfleri’nden oluşturduğu alfabeyi getirmiştir.

Harf Devrimi neden ve nasıl yapıldı?

İngilizler Shakespeare’ın 400 yıl önce yazdıklarını anlarken, Türkler 80 yıl önce yazılan milli marşı okuyup anlayamıyor! Neden? Binlerce âlimi bir gecede cahil bırakan, 100 binlerce ciltlik asırların birikimi olan kitapları okunamaz hale getiren “HARF DEVRiMi” niçin yapıldı? 700 yıllık medeniyetin Alfabesi, Dili, Edebiyatı bir Ermeni’ye teslim edildi. Latin harflerinin fikir babası Agop Dilaçar’a [Martayan] teslim edildi. Mustafa Kemal Paşa’nın ve CHP’nin uygulamasıyla “Yeni Türk Alfabesi Ermeni Agop Dilaçar’a hazırlatıldı. Önce “Sanığın idamına, şahitlerin sanığın id******* sonra dinlenmesine” karar veren İstiklal mahkemeleri kuruldu. Sonra çeşitli bahanelerle muhalifler ortadan kaldırıldı. Alevi, Sünni, Türk, Kürt, Çerkes, Laz, İslamcı, Kominist, Milliyetçi, … vb. hiçbirine tahammülleri yoktu. “Şapka’ya karşı” dendi. İskilipli Muhammed Atıf Hoca Taksim Meydanı’nda Asıldı! Başına şapka takıp, 7 gün darağacında beklettiler. Kubilay olayı bahane edildi. Erbilli Muhammed Esad zehirlenerek öldürüldü. M. Suphi ve 14 arkadaşı komünist olduğu için öldürüldü. Ali Şükrü İslamı savunduğu için Mustafa Kemal Paşa tarafından öldürüldü. Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Mustafa Kemal Paşa’ya muhalifti, hayatı sürgünlerde geçti. Bediüzzaman Said Nursi İslam’ı anlattığı için Mustafa Kemal Paşa tarafından zindanlara atıldı, sürgüne gönderildi. Ve.. Yakın tarihe “Yüz ellilikler” adıyla geçen muhalif sürgünü. Muhalifler tasfiye edildikten sonra sıra İslam’ı sosyal hayattan çıkarmaya gelmişti. Tevhid-i Tedrisat, Hilafetin kaldırılması, Şapka devrimi ve sonra, sıra 1300 yıllık İslam Dini ve medeniyetiyle, 700 yıllık Osmanlı medeniyetiyle bağların koparılmasına gelmişti. Bunun yollarından biride İslam harflerinden kurtulmaktı. Robert Koleji mezunu Agop Martayan başrolde, İslam harflerinin ortadan kaldırılma süreci başladı.
“İslam harfleri çok zor öğreniliyor yalanıyla. İslam harfleri gelişmeye engeldir yalanıyla.” 1 Kasım 1928’de TBMM’ce kabul edilerek Harf devrimi gerçekleştirildi! Harf Devrimiyle birlikte binlerce âlimin yanı sıra 10 binlerce okur-yazar cahil konuma düştü. Süleymaniye Kütüphanesi’nde 80 bin Osmanlıca eser, Bayezıd Kütüphanesi’nde 12 bin Osmanlıca eser ve Osmanlı coğrafyasındaki kütüphanelerde 100 binlerce el yazması eser okunamaz hale getirildi. Diğer devrimler gibi Harf devrimi de İslam’ın ortadan kaldırılması içindi!

Harf devrimi, Milleti İslam’dan, Osmanlı’dan koparmanın adıydı. Harf Devrimi’nin getirdiği yozlaşma bugün o derecede ki, Mustafa Kemal Paşa’nın Gençliğe Hitabesi bile tercümeye muhtaç. Ne olursa olsun devrimler sürmeliydi. Avrupa kültürü dayatması çoğaldı. İstanbul Fatihi’nin emaneti, Fetih Cami müze yapıldı. Camilerin, türbelerin kitabeleri söküldü, tahrip edildi. Ezanı, Kuran’ı ve ibadetleri Türkçeleştirmeye çalıştılar. İslam dini Mustafa Kemal Paşa ve CHP’nin elinde oyuncak olmuştu. Tüm bu İslam karşıtlığı 90 yıldır zulüm aracı olan LAiKLiK ilkesiyle taçlandırıldı.

“İslam harfleri çok zor öğreniliyor yalanıyla. İslam harfleri gelişmeye engeldir yalanıyla.” 1 Kasım 1928’de TBMM’ce kabul edilerek Harf devrimi gerçekleştirildi!

Gerek İstanbul’da, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak surette ispat etmektedir ki Türkler hiçbir zaman görülmemiş derecede medenîdirler.
[Jean Antonie Guer, Moeurs et usages des Turcs, cilt 2, sayfa 188]

Hırsızlara gelince, bunlar İstanbul’da son derece nadirdir. Ben Türkiye’de 14 sene kaldığım halde bu müddet zarfında hiçbir hırsızın orada ceza gördüğünü işitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır. Ben bu memlekette yalnız 6 haydutun kazıklandığını işittim. Onlar da hep Rum cinsindendi.
[A. De la Motraye, Voyages en Europe, Asie et Afrique, cilt 1, sayfa 258. La Haye, 1727]

Dükkâncı namaz saatlerinde dükkânını açık bırakıp gittiği halde senede yalnız 4 hırsızlık olayı bile olmaz. Halkı Hıristiyanlardan meydana gelen Galata ve Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinayet olayları duyulmadan gün geçmez.
[A. Ubicini, La Turquie, sayfa 330-339, Paris, 1855]

Türk dilini tetkik ederken konuşma lehçesinin muntazam ve mükemmel sıra düzeni, kulağa hafifçe yansıyan ölçülü sesleri, ahenk kanunu ve nihayet uzun ve kısa seslerin bir nevî musiki’yi andıran tatlı akışı karşısında hayran kalmamak mümkün değildir. İnsan bu dilin bir bilim kurulu tarafından özellikle düzenlenmiş mantıkî esaslardan doğmuş olduğuna hükmedecek hâle gelmektedir.
[Rahip Viguier, Eléments de la langue turque. İstanbul,1787]

Halkın ve bilhassa fakir tabakanın en zarurî ihtiyaç maddeleri üzerine vergi konulmasını yasaklayan, o gibi maddeleri en ucuz fiyatla sattırmayı en şerefli vazife bilen, tartılarla ölçüleri en sıkı kontrole tabii tutturan ve ıslah kabul etmez vurgunculara ölüm cezası verdiren de o ruhtur.
[Dr. A. Brayer, Neuf années a Constantinopla, cilt 1, sayfa 286, 1836]

Avrupa’da nezaket çoğu defa kin ve ihaneti örten bir perde olduğu halde, Türklerde milli karakterlerini meydana getiren sarsılmaz hakkaniyet ve iyilikseverlik ruhunun tabii bir sonucudur. Zaten Kuran’da nezakete dair ayetler vardır ve o mukaddes kanunun bütün uyarıları gibi bu ayetler de aynen harfiyen uygulanır.
[Dr. A. Brayer, Neuf années a Constantinopla, cilt 1, sayfa 293, 1836]

Şu nokta da hemen hemen bütün dünya aynı kanaattedir. Yeni Türk, eski Türk’ün değerinde değildir. Bizim kumaşlarımızı, her türlü refah vasıtalarımızı, ayıplarımızla kötülüklerimizi, manasızlıklarımızı benimsemiştir. Fakat anlayışımız ile fikirlerimizi henüz kabul etmediği için bu yarım yamalak başkalaşma ve dönüşüm esnasında kendisindeki eski Osmanlı Türk karakterini bütün iyi taraflarını da kaybetmiştir. Eski Türk’ün, “Avrupa medeniyetinin türettikleri” olarak görüp değer vermediği bu gençler, gerçekten de tembel, kabiliyetsiz, imansız, para düşkünü, Avrupa taklitçisi, her türlü milli geleneğin düşmanı ve uşak ruhlu sürü sürü memurlardan ve atalarının pabuçları olamayacak kadar küstah, utanmadan yoksun, ahlaksız bir nevi “şık gençlik” güruhundan ibarettir.
[Edmondo de Amicis, Constantinople, sayfa 425-426, Paris, 1883]

Kim bu Osmanlıyı beğenmeyen, batı taklitçisi uşak ruhlu insanlar? Onları da tanıyalım mı?

Diyor ki Mustafa Kemal:

“Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren hainler asırlarca bu milleti aldanışta bıraktılar. Onlar bu milleti ve bu memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya, diğeri askere ihtiyaç duydukları zaman! Bir baştan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zapt etmek için fetihlere kalkarlardı. Hâlbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli isteği, vicdani isteği ve çıkarı yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin çocukları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi.
[Mustafa Kemal, Adana Çiftçileriyle konuşma, konuşmanın yapıldığı tarih: 16 Mart 1923, Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923]

Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenliğini ele geçirmişlerdi. Bu zorbalıklarını 600 yıldan bu yana sürdürmüşlerdi.
[Mustafa Kemal, Nutuk, Sayfa 644-645]

Kim bu Mustafa Kemal? Şimdi onu tanıyalım.

Biri Kemalist, biri anti-kemalist iki farklı yazarın gözüyle Mustafa Kemal!

Mustafa Kemal’e gelince, daha öğrencilik yaşlarında ve bilhassa askeri okulda başlayarak, yaşayan, eğlenen, dünya zevklerine değer veren bir gençtir. İçki içen, eğlentilerden, içkili toplantılardan hoşlanan bir insandır. Bu içki ve eğlence bahislerinde bazı aşırılıklara da kayabilir.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 106//2008- Remzi Kitapevi]

Latife’yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal’in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhuş hayatı alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhane oldu. 20-30 kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu.
[Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

Mustafa Kemal Konya’ya gitmiş, orada okulu ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onuna bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa’ya eğitime yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan! İzmir’e gitmiş, orman memurunun okula giden küçük kızı Afet’i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş… Sonra onu da İsviçre’ye tahsile yolladı.
[Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

Nerede kız görüp beğenirse eşkıya gibi omuzlayıp götürüyor. Hem de okullardan. Ne feci! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimatı’nı da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkıya.
[Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 1318-1321]

Türkiye’yi kime borçluyuz?

Uçkurundan başka bir şey düşünmeyen Mustafa Kemal’e mi?

Yoksa Çanakkale’de ALLAH yolunda şehit düşen gerçek atalarımıza mı?

Mustafa Kemal’in bütün arzusu, devleti idare edenlerle temaslar yapabilmektir. Mustafa Kemal, memleketin ileri gelenleriyle tanışmak, memleketin ileri gelenlerinden biri olmak ister.
[Kemalist Yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 253]

Mustafa Kemal’e gelince o realisttir. Ne Hicaz’ın kutsallığına, ne hilafetin değerine inanmaz.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 265]

Suriye’deki ordusunu yüzüstü bırakıp, İstanbul’da şehzade Vahdettin’e yalakalık yapan bir adam!

Mustafa Kemal, hem 7. Ordu, hem tekrar tayin edildiği 2. Ordu kumandanlıklarını reddedip İstanbul’a döndüğü zaman. İşte bu sırada Mustafa Kemal, Vahdettin ile Almanya’ya gider.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 341]

Çünkü geleceğin padişahı Vahdettin’in kızını alıp Genel Kurmay Başkanı olmak istiyordu! Mustafa Kemal için düşünülen sultan hanım, Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’dı. Kaldı ki bu sultan hanım bir şehzadeyi, Abdülmecit Efendi’nin oğlu Faruk Efendi’yi seviyordu. Nitekim sonra onunla evlendi de.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 1, sayfa 325,326]

İşgal kuvvetlerinin gözetimindeki padişah, Mustafa Kemal’i müthiş yetkilerle donatarak ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya gönderir. Padişah’ın arzusu, Anadolu’da halkın başlattığı Milli Mücadele’nin düzene sokulmasıdır. Mustafa Kemal, kendisine verilen yetkilere dayanarak valilere bile emir verebilmektedir. Devletin kasasında bir kuruş yokken, Mustafa Kemal’in altına Bandırma Vapuru verilir. Mustafa Kemal Samsun’a hareket etmeden önce Padişah Vahdettin’i ziyaret eder. Burada biz susalım, yazar devam etsin!

Padişah Vahdettin ile vedalaşma sırasında Padişah Vahdettin elini bir tarih kitabına basarak bir takım cümleler sıralar:

“Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete birçok hizmetler ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutma! Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa! Devleti kurtarabilirsin.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 370]

Sultan Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü: Mustafa Kemal’in ağzından: 1927-1938 yıllarında sofracılığını yapan Cemal Granda’nın, Mustafa Kemal’in ağzından aktardıkları aynı gerçeğe parmak basmaktadır. “beni, Milli Mücadele’yi açmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu’ya gönderen Vahdettin’dir. Eğer bu vatanı kurtaran birini aramak gerekirse Vahdettin’i göstermek gerekir!”

Soldan-sağa yazıp, soldan-sağa okumak.

Kainâtın yaratılmasından önce, Levh-i Mahfuz’da; bütün herşeyin yazıldığı, yazan kaleminde kuruduğu Levh-i Mahfuz’da; ALLAH’ın yaz emriyle; kalem ilk olarak Arapça “Bismillahirrahmanirrahiym” yazmıştır.

Dili Arapça olan Kuran’ın indirildiği Aleyhiselatü Vesselam Efendimiz’in ümmeti olan biz gafiller! Amel defterleri Arapça olarak yazılan biz gafiller. Mustafa Kemal Paşa’nın dilini konuşuyoruz değil mi? Soldan-sağa yazıp soldan-sağa okuyoruz. Her şeyde sağın üstün görüldüğü dinimizin dili bile sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunuyor. Ama biz dinimizin, Kuran’ın dilini bırakmışız; Mustafa Kemal Paşa’nın dilini konuşuyoruz. Masonların Siyonist emellerine ulaşabilmesi uğruna, kendi saltanatı uğruna, kendi istediklerini gerçekleştirebilmek uğruna dine savaş açan Mustafa Kemal Paşa’nın dilini konuşuyoruz! Mustafa Kemal Paşa halkın dilini değiştirdi. Biz ALLAH’ın lisanını bırakmışız, Mustafa Kemal Paşa’nın lisanını konuşuyoruz. Başına Türk kelimesi eklendiği için Türkçe olarak bildiğimiz Latin alfabesinden alınan harflerin Mustafa Kemal Paşa tarafından oluşturulan dille konuşuyoruz. Yarın bize huzuru mahşerde ne buyrulacak biliyor musunuz? “ALLAH siz yarattığı kulları için, uygun olan lisanı, uygun olan dili bilememiş mi ki, siz başka dillerle dillendiniz, başka dillerle konuştunuz!”

“ALLAH kitabını peygamberlerin lisanı üzerine indirdi.” Peygamberlerin lisanı, yani Arapça! Cennette bile Arapça konuşulacak!

Helalini helal, haramını haram kıldı. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabında helal kıldıkları kıyamete kadar helaldir. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabındaki haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramul-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Mustafa Kemal Paşa bütün haramları helal, bütün helalleri haram haline getirdi değil mi? Türkiye’de kurulan ilk fabrika lanetlenmiş içki fabrikasıdır! Mustafa Kemal Paşa sürekli içki içtiği için başka fabrika kurdurması düşünülemezdi zaten!

Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceden gelip geçenlere –çeşitli itham ve bahanelerle- hakaret ettiği zaman, artık kızıl rüzgârları, yere batışı, suret değiştirmeyi ve gökten taş yağmasını bekleyin.
[Tirmizi, Fiten, sayfa 39/ Kutub-i Sitte, 14.cilt, sayfa 341]

“Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceden gelip geçenlere –çeşitli itham ve bahanelerle- hakaret ettiği zaman!”

Türkiye’de yaşayan kâfirler Osmanlı’ya lanet okuyor değil mi? Bize anlatılanlar yüzünden lanet okuyoruz Osmanlı’ya! Mustafa Kemal Paşa’nın oluşturduğu ve başına Türk kelimesi konduğu için Türkçe olarak kabullendiğimiz, Hıristiyan kâfirlerinin lisanı olan Latin alfabesinden alınan harflerle oluşturulan dilimizle Osmanlı’ya lanet okuyoruz! Nedense, Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu Avrupalı kâfirlerin kanunlarından yararlanılarak kanunlaştırılıyor, ama Latin alfabesinden alınan harflerle oluşturulan dilimiz için çok büyük önem ve çalışmalar yapılıyor!

“Hayır” kelimesini bilir misiniz? “İyilik ve ihsan” anlamındadır, ama Mustafa Kemal Paşa’nın dilinde; “yok, olmaz” anlamındadır.

“Kaza” kelimesini bilir misiniz? “ALLAH’ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi” anlamındadır. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanında trafik kazaları oluyor. İnsanlar hataları kazara yapıyor.

“Peder” kelimesini bilir misiniz? Farsça ve Osmanlıca da “baba” demektir.

Sa’d İbnu Ebu Vakkas Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“Bir kimse kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse, ona cennet haramdır.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1806. hadis]

Ebu hüreyre Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“Babalarınızdan yüz çevirip onları inkâr etmeyiniz. Her kim kendi babasını bırakıp bir başkasına baba derse, nankörlük etmiştir.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1807. hadis]

Yezid İbn-i Şerik ibn-i Tarık şöyle dedi:
Ali Kerremullahi Vechehü, minberde konuşurken gördüm ve şöyle buyurduğunu duydum:
“Hayır, iddialar doğru değidir. Vallahi bizim yanımızda Kuran’dan ve şu sayfadan başka okuduğumuz bir yazı yoktur.” böyle dedikten sonra o sayfayı açtı. Orada develerin yaşları ve yaralamayla ilgili hükümler vardı. Yine bu sayfada Resulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyuruyordu:
“Ayr[Âır ] Dağı’ndan Sevr Dağı’na kadar olan yerler Medine’nin haremidir. Her kim orada kitap ve sünnete aykırı bir iş yapar ve dinde fesat çıkaran birini korursa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. ALLAH kıyamet gününde o kimsenin ibadetlerini ve tevbesini kabul etmeyecektir. Müslümanlardan birinin verdiği bir söz ve güvence, yaptığı bir antlaşma hepsini bağlar. Her kim bir müslümanın verdiği söz ve himayeyi dikkate almazsa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. ALLAH kıyamet gününde o kimsenin tövbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir. Her kim kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse veya kendi efendisi olmayan birini efendi olarak kabul etmeye kalkarsa, ALLAH’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. ALLAH kıyamet gününde o kimsenin tövbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam nevevi, 1808. hadis]

Ebu Zerr Radıyallahu Anh, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı şöyle buyururken dinlediğini söyledi:
“Babası olmadığını bildiği birini babam diye sahiplenen kimse, babasına nankörlük etmiş olur. Kendisine ait olmayan bir şeyi sahiplenmeye kalkışan kimse bizden değildir; o cehennemdeki yerine hazırlansın.”
[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1809. hadis]

Öz babasından başkasına baba demek haramdır. Ama Türkiye’de yaşayan söze Müslüman kâfirler Hıristiyan din adamlarına “peder” diyor değil mi? Hıristiyanlar bile “peder” demiyor, ama biz “peder” diyoruz. Yani Hıristiyan din adamlarına “peder” diyerek, Hıristiyan din adamlarına “baba” demiş oluyoruz. Öz babamızdan başkasına baba demememiz gerekirken biz Hıristiyan din adamına “baba” diyoruz.
Mustafa Kemal Paşa Osmanlıca kelimelerle Hıristiyan din adamına “peder” dedirttiriyor, argo da “peder” dedirttiriyor babalarımıza.

“Dam” Osmanlıca da “helak olmak, gözyaşı” anlamındadır. Farsça”da “tuzak, hile” anlamındadır. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanında “ahır ve evlerin çatısı” anlamındadır.

“Dana” Osmanlıca ve Farsça’da “bilgili, bilen, malumatlı, âlim” anlamındadır. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanında “ineğin yavrusu” anlamındadır.

“İbn-i” Osmanlıca”da, Farsça’da, Arapça’da “oğul” anlamındadır. İbn-i Sina. İbn-i Ahmed örnek olarak. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanının argosunda “ibne” yani erkek erkeğe ilişkiye giren erkeler anlamında. İbn-i Sina deyince, herkes “ibne sina” diye espri yapar olmuş.

“Nefs” Osmanlıca’da ve Farsça”da “insanda ve cinde şer kötülük kuvveti” anlamındadır. Mustafa kemal Paşa’nın lisanında ise “lezzetli, güzel yemek” anlamındadır.

“Seyyid” Osmanlıca da, Arapça’da “efendi, Hazreti Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’ın soyundan olan, onun izinden giden” anlamındadır. Mustafa Kemal herkese “efendiler” diyordu.

“Estağfirullah” Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH kusurlarımı [günahlarımı] affetsin” anlamındadır. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanında; kendisine teşekkür edilen veya övülen kimse tarafından alçak gönüllülük göstermek için söylenen nezaket sözü oluyor; kimi zamanda “aynen öyle” anlamında kullanılıyor.

“Cilve” Osmanlıca, Arapça ve Farsça da “ALLAH’ın isimlerinin tecellisi; yani ilahi mukadderatın, kaderin gerçekleşmesi” anlamındadır. Mustafa Kemal Paşa’nın lisanında, “kadınların yaptığı erkeklerin hoşuna giden davranışlar” oluyor.

Mustafa Kemal Paşa’nın dilinde: Hz. Hadice Radıyallahu Anha, Hz. Hatice oluyor; Hz. Aişe Radıyallahu Anha, Hz. Ayşe oluyor; Hz. Fatıma Radıyallahu Anha, Hz. Fatma oluyor; Üveys el- Karani, Veysel Karani oluyor. Saladin Eyyubi, Selahattin Eyyubi oluyor. Sahabelerin, İslam büyüklerinin isimleri bile; İslami isimler bile değiştirilerek kullanılıyor!

“Hınzır” kelimesini bilir misiniz? ‘Seni hınzır seni’ deriz haylaz olanlara. “Hınzır” Osmanlıca ve Arapça’da “domuz” demektir. Yani “seni hınzır seni” dediğimizde, “seni domuz seni” demiş oluyoruz.

Neden Hamam böceğine Kara Fatma deniyor?

Hıristiyan papazlar, çocuklar için yapılan oyun sahasında çocuklarla oynarken, ellerinde içinde hamam böceklerinin olduğu poşeti boşaltır ve “öldürün şu kara fatma’yı“ diye bağırır. Çocuklardan biri üstünü değiştirir, papaz o çocuğa peçeli bir çarşaf giydirir. Diğer çocuklar, çarşaf giyen çocuğun etrafında yuvarlak oluştururlar ve çarşaf giyen çocuğu birbirine doğru itmeye başlarlar. Çarşaf giyen çocuğu birbirlerine iterlerken “kara Fatma, kara Fatma” diye bağırırlar ve tartaklarlar. Hıristiyanlar Müslümanları sevmezler. Hıristiyanlara göre Müslümanlar “pis ve yobaz” insanlardır. Yaşadıkları yerlerde Müslümanları istemezler. “onları kara Fatma gibi ezeceğiz” derler.

Kara Fatma Kimdir?

Kara Fatma Son Osmanlı zamanlarında Kahraman Maraş’ta ülke düşman işgalindeyken kahramanca savaşarak düşmanları taarruza tutmuş onlara meydan okumuş bir kadındır. 400-500 kişilik bir orduya öncülük yaparak düşmanları zayıf düşüren böylesine kahraman olan bir Osmanlı kadınına verilen Kara Fatma lakabını bir böceğe verecek kadar aşağılandık mı? ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam’ın en değer verdiği dünyalık “gözümün nuru, gönlümün incisi Hz. Fatma” dediği anamıza Arap olduğu için “onlar pis bir millettir hamam böceği de pislikte yaşar ve onun adı kara Fatma'dır” diyen kara cahil azgın bir zihniyete sahip olanların olması ne kadar acıdır. Bir yandan yurdu düşmanlardan koruyan son Osmanlı kahramanı bir kadına Maraş’ta verilen Kara Fatma lakabı diğer taraftan da ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam’ın kızına yakıştırılan, Hz. Fatıma Radıyallahu Anha’yı sembol etsin diye ağızdan ağza dolaşan hamam böceğine verilen ad. Bu ne gafilliktir, bu ne cahilliktir böyle!

Osmanlıca, Farsça ve Arapça kelimelerin okunuşlarına kendince anlamlar vererek; İslami değerlerle alay edilmesi için Mustafa Kemal Paşa’nın oluşturduğu, şuan kullandığımız dilde, normal konuşurken bile küfrediyoruz. Mustafa Kemal Paşa’nın İslam’la alay etmek için oluşturduğu dili konuşurken bile küfrediyoruz ey kâfirler!

Osmanlıca, Farsça, Arapça ayrı; Türkçe ayrı ama değil mi? Şu an Türkiye’de kullanılan; Mustafa kemal Paşa’nın alfabe olarak Latin alfabesini seçtiği kâfir alfabesini seçtiği bu dil; 1928 yılından önce yoktu! Kanunları yıldırım hızıyla kâfirlerden örnek alarak oluşturan Mustafa Kemal Paşa; oluşturduğu yeni dil için, İslam’a küfredilmesi için oluşturduğu dilin bir an önce kullanılması için her şeyi yapıyor!

Ama bize eskileri anlatırken; halk ayrı bir dil konuşuyor, saray ayrı bir dil konuşuyor deniliyor değil mi? Halk sarayın ne dediğini anlamıyor yani. Laf. Osmanlıca konuşuluyor! Osmanlıca’yı bütün Müslümanlar anlıyor! Bunun yanında âlimlerden Uygur Türkçesi ve diğer dilleri bilenler var.

Günümüzde Kemalist Putperest Köpekler ne diyor biliyor musunuz? “ALLAH Kuran’ı niye Türkçe indirmedi? Arapça indireceğine Türkçe indirseydi, bizde okusaydık” diyorlar!

Bizim hayatımız yalan ulan! Bizim hayatımız yalan!

Gerçekte Türkiye’de halkın farklı dil, yöneticilerin farklı dil konuşması günümüzde yaşanıyor. Herkese Türkçe’yi öğrettiler, Osmanlıca’yı bilmiyoruz; ama şimdi Osmanlıca terimler kullanılıyor; halk da anlamıyor. Dünyadaki her dilin konuşulduğu iller bölgeler var. Yabancılar var her yerde! Gerçekte, kimsenin birbirini anlamaması bugün yaşanıyor ama kimsenin umurunda değil!

Siyonist Yahudiler bile hahamlar harici kimsenin bilmediği İbranice dilini yeni alfabe oluşturarak tekrar canlandırıyorlar! Mustafa Kemal Paşa ise İslam’ın dilini Türkiye’den kaldırıyor! Dünya’da böyle başka hiçbir ülkede, hiçbir yerde böyle bir şey yok!




Kuran okuyan, fakat okudukları dillerinde kalan, okuduklarını anlamayan, kalplerinde inanmayan insanların türeyeceği bir zaman gelecektir.
[İmam Taberani; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 64]

“Kuran okuyan, fakat okudukları dillerinde kalan, okuduklarını anlamayan insanlar olacak!”

Türkiye’de Kuran çokça okunuyor değil mi? Bilenler okuyor, bilmeyenler okumuyor. Ama kimse anlamıyor! Anlamıyor! İslam dilini, kutsal kitabımız olan Kuran’ı anlamıyoruz! Neden? Mustafa Kemal Paşa böyle olmasını istedi! Mustafa Kemal Paşa dilimizi değiştirdi! Mustafa Kemal Paşa dilimizi değiştirdiği için Kuran’ı okuyoruz ama anlamıyoruz!

Gelelim Türklerin İslam’ı kabulüne, Atalarımızın İslam’ı kabulüne.
Hz. Osman Radıyallahu Anh zamanında Horasan ve Harzem’i ele geçiren İslam orduları, Ceyhun Nehri’ne ulaşıp, Türklerle karşı karşıya geldiler. Bu tarihlerde Göktürk Devleti yıkılmış yerine Türgeşler Devleti kurulmuştu. 750 yılında Emeviler yıkılmış, yerini Abbasiler almıştı. Abbasilerin yönetime gelmesiyle, Türk-Arap ilişkilerinde bir yakınlaşma başlamıştı. Bu tarihte Türklerin dağınık bir durumda bulunmaları, Orta Asya’da bir siyasi otorite boşluğu meydana getirmişti. Bu durumdan yararlanan Çinliler, Doğu Türkistan’a kadar ilerleyip Talas Irmağı’na kadar her yere egemen olmuşlardı. İslam Devleti’nin Horasan Valisi Ebu Müslim, Salih Bin Ziyad komutasında bir orduyu, Çinlilerin ilerleyişini durdurmakta görevlendirdi. Türk boylarından Karluklar, bu savaşta Müslümanların yanında savaşarak, savaşın kazanımasında önemli rol oynadı. Talas Savaşı sonrasında İslamiyet, Türk boyları arasında hızla yayılmaya başladı. İlk Müslüman Türk Devletleri olan; Tolunoğulları, İhşidiler, Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklu Devleti Müslümanlığı kabul ederek, İslam’la bütünleştiler. Talas Savaşı’nın ardından Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, İslam’ı kabul eden ilk Türk boyları oldular. İslamiyet bütün Türkler arasında hızla yayıldı ve çok kısa zamanda benimsendi.

Okuma ve yazmanın olmadığı bir zamanda; İslam’la tanışan atalarımız Müslümanlığı kabul etmişlerdir.

Düşünelim! O kadar ilim varken, bugün uzun yıllar eğitimini almadığımız yabancı dilleri bile anlamıyoruz; en önemlisi Müslüman olduğumuz halde; okuduğumuz Kuran’ı anlamıyoruz. Okuma ve yazmanın çok az olduğu bir dönemde; bizim atalarımız Müslümanlığı kabul ediyor. Sadece konuşarak. Ama biz Müslüman olduğumuzu iddia ettiğimiz halde Kuran’ı anlamıyoruz.

Türklerin soyu kime dayanmaktadır?

Türklerin ana yurdu Orta Asya’dır. Orta Asya; kuzeyde Sibirya, güneyde Himalaya dağları, doğuda Kingan dağları ve batıda Hazar Denizi ile çevrelenen geniş bir coğrafi bölgedir. Türklerin anayurdu Orta Asya’dır. Atalarımızın yurdu Orta Asya’dır. Peki, Türkler kimin soyundan gelmektedir? Türkiye’de bunu anlatmazlar bizlere! Söylemezler kimin soyundan geldiğimi bizlere! Atalarımız Orta Asya’ya gökten mi inmiştir? Yoksa yerden mantar biter gibi Orta Asya’da mı ortaya çıkmışlardır?

İbn-i Hacer El Askalani’ye göre Türklerin soyu Halilullah İbrahim Aleyhisselam’a dayanmaktadır. İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelen İshakoğullarından Hazar Denizi civarına yerleşen bir gruptur.
[Kutub-i Sitte]

Diğer rivayetlerde; Kantura, Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın bir cariyesinin adıdır. Bundan birtakım çocukları oldu. Bunlardan Türkler çoğaldı. El-Kamus bunun doğru olduğuna kesin olarak bildirir.
[Kutub-i Sitte]

İbnu Hacer El Askalani, Türkler hakkında bir başka bölümde, başka bilgiler kaydettiğini ilave eder. İlgili bölümde şu açıklamalara yer verir: “Türklerin aslı hususunda ihtilaf edilmiştir. Hattabi: ‘Onlar Kantura’nın evlatlarıdır. Kantura Hz. İbrahim’in cariyesiydi’ der.”
[Kutub-i Sitte]

Türkler Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelmektedir. Son zamanlarda ortaya çıkan araştırmalar sonucunda zaten bazılarımız biliyor böyle olduğunu.

Atalarımız okuma ve yazmanın olmadığı bir zamanda İslamiyetle tanışıp Müslümanlığı nasıl bu kadar hızlı kabul etmişlerdir?

Şimdi, günümüz kitaplarında Orta Asya’daki atalarımızın inançlarının bizlere ne şekilde anlatıldığına gelelim!

“Türklerin asıl dini “Gök Tanrı” diniydi. Orhun kitabelerinde “Tengri” şekliyle yer alan Tanrı, en yüksek varlıktı. Çoğunlukla “Gök Tanrı” diye anılırdı. Türkler, Tanrı’nın tek olduğuna, millete hayat verdiğine ve zafere ulaştırdığına inanırlardı.

Türkçe’ye Hıristiyanlar, Yahudiler, kâfirler tarafından sokulan “tanrı” kelimesi, atalarımız kullanmadığı halde biz kâfirlere “atalarınız ‘tanrı’ kelimesini kullanıyordu” diyorlar. Peki, bu nasıl oluyor? Türklerden hiç kimse atalarımızın dilini hatırlamadığı ve bilmediği için, 1893’te Danimarkalı Türkolog Wilhelm Thomsen imdadımıza yetişiyor. Ve bizleri aydınlatıyor! Müslüman olmayan, Türk olmayan biri, bize atalarımızı anlatıyor!

ALLAH’ın İslamiye’te bildirilen isimlerini kullanmak caizdir. Bu isimlerden başka isim kullanmak caiz değildir! ALLAH’ın [c.c.] isimleri sonsuzdur. 1001 ismi var diye meşhurdur. Yani, isimlerden 1001 tanesini insanlara bildirmiştir. Dinimizde bunlardan 99’u bildirilmiştir. Bunlara Esma-ül Hüsnâ denir. ALLAH adı yerine, tanrı veya tanrı adı yerine Allah demek caiz değildir. Çünkü tanrı “ilah, mabud-put” demektir. Asuriler bazı Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmaya alıştırdıkları için tanyeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebepten, Güneşin ismi, tanyeri ve nihayet tanrı oldu. ALLAH kelimesi özel isimdir. Hiçbir dilde karşılığı olmaz. Allah kelimesinde cinsiyet yoktur. İlah kelimesinin ise her dilde karşılığı, bazı dillerde de erkek ve dişi şekli vardır. Mesela Arapça’da Mabud-Mabude, Türkçe’de Tanrı-Tanrıça, İngilizce God-Goddess, Fransızca Dieu-Deesse, Almanca Gott-Göttin gibi. Bu kelimelerin hiçbirisi ALLAH ismi yerine kullanılmaz. ALLAH manasına yalnız ALLAH kelimesini kullanmak gerekir. Çünkü ALLAH “Benim ismim ALLAH’tır. Bana, ALLAH diye ibadet edin” buyuruyor. Kendisi ne bildirmişse onu kullanmak gerekir. İlah manasında her millet kendi dilindeki kelimeyi kullanır. Fakat ALLAH her dilde aynıdır.
[Saadet-i Ebediyye]

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah ancak bir tek ilahtır. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 171. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Sadakallahül-Azıym.
[Taha Suresi, 14. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Mevlanız Allah’tır. Sadakallahül-Azıym.
[Âl-i İmran Suresi, 150. ayet]

Atalarımızda “Gök Tanrı inancı” varmış?

Dedem Korkut gelip boy boyladı, soy soyladı. Bu Oğuzname Yeğenek’in olsun, dedi. Dua edeyim hanım, yerli kara dağların yıkılmasın, gölgelice kaba ağacın kesilmesin! Ak sakallı babanın, ak perçemli ananın yeri cennet olsun! En sonunda temiz imandan ayırmasın. Ak alınla beş kelime dua kıldık; kabul olsun. Günahlarımızı adı güzel Muhammed yüzü suyuna bağışlasın.
[Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan (Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı)]

“Ak sakallı babanın, ak perçemli ananın yeri cennet olsun!” Cennet? ALLAH’ın salih amel işleyenlere ve emirlerine itaat edenler için yarattığı cennete gitmeleri için dua ediyor Dede Korkut! Gök Tanrı inancı varmış ama atalarımızda öyle derler biz sözde Müslüman kâfirlere!

Oğuz’da Duha Koca Oğlu Deli Dumrul derlerdi, bir er vardı. Bir kuru çayırın üzerine bir köprü yaptırmıştı. Geçenden 30 akçe alırdı, geçmeyenden döve döve 40 akçe alırdı. Bunu niçin böyle yapardı? Deli Dumrul “Benden deli, benden güçlü er var mıdır ki çıkıp benimle savaşsın. Benim erliğim, bahadırlığım, cilasınlığım, yiğitliğim Rum’a, Şam’a yayılsın, ün salsın!” derdi. Meğer bir gün köprünün yamacına bir bölük oba konmuştu. Oba’da bir güzel yiğit hastalanmıştı. ALLAH’ın buyruğu ile o yiğit öldü. Kimi “oğul”, kimi “kardeş” diye ağladı, o yiğit için büyük yas oldu.
Ansızın Deli Dumrul atını sürüp geldi:
“Bre ne ağlarsınız? Benim köprümün yanında bu kavga nedir? Neye yas tutarsınız?” dedi.
“Han’ım bir güzel yiğidimiz öldü, ona ağlarız” dediler.
“Bre yiğidinizi kim öldürdü?”
“Bey yiğit, ALLAH’tan buyruk oldu, al kanatlı Azrail o yiğidin canını aldı.
[Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan (Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı)]

“Bey yiğit, ALLAH’tan buyruk oldu, al kanatlı Azrail o yiğidin canını aldı.” Azrail Aleyhisselam! ALLAH’ın can almakla görevlendirdiği meleğin Azrail olduğu o zamanda biliniyor! Ama biz sözde Müslüman kâfirlere “Gök Tanrı inancı” olduğunu anlatırlar.

Ölüm vakti geldiğinde temiz imandan ayırmasın. Ulu ALLAH seni namerde muhtaç etmesin. Ak alınla beş kelime dua kıldık, kabul olsun.
[Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan (Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı)]

ALLAH’a yakarayım Han’ım, uçurumlu yüce dağların yıkılmasın, gölgeli ulu ağacın kesilmesin, çoşkun akan suların kurumasın. Kanatlarının ucu kırılmasın, yüce ALLAH seni mert olmayanlara, korkaklara gereksindirmesin. Koşarken boz atın sürçmesin. Vuruştuğunda kara pulat öz kılıcın çentilmesin, dürtüşürken ala gönderin ufanmasın. Ak sakallı babanın, ak saçlı ananın yeri cennet olsun. ALLAH’ın verdiği ümidin kırılmasın, en sonunda temiz imandan ayırmasın. Ak alınla beş kelime dua ettik, kabul olsun. Derlesin, toplasın, günahımızı Kadir Mevla, adı güzel Muhammed’in yüzü suyuna bağışlasın.
[Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan (Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı)]

“Derlesin, toplasın, günahımızı; Kadir Mevla, adı güzel Muhammed’in yüzü suyuna bağışlasın.”

Günümüzde kendini âlim diye gösterenler, kendini tarihçi sananlar Dede Korkut öykülerinin efsaneleşerek günümüze kadar geldiği için; atalarımızın İslamiyeti kabul etmesiyle peygamber efendimizin adının eklendiğini söylerler.

Adı duyulduğunda Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e salat ve selam getirilmesi gerekir! Dede Korkut öykülerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ismi geçiyor ama salat ve selam getirilmiyor!

ALLAH insanlar dünyaya gönderilmeden önce; Kalubela’da bütün insanlardan ve bütün peygamberlerden; Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz gönderildiğinde; Aleyhisselatu Vesselam’a uyacaklarına ve her türlü yardımı yapacaklarına dair Ahd-i Misak aldı! Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz Kainât’ın yaratılma sebebidir!

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz Milattan sonra 6. asırda dünyaya gelmiştir. Milattan önce 3000 yıllarına dayanan Uygur Türklerinin, Milattan önce 5000 yıllarına dayanan İskit Türklerinin efsanelerini anlatan Dedem Korkut Hikâyeleri’nde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ismi neden geçmektedir?

İbn-i Hacer el Askalani’ye göre Türklerin soyu Halilullah İbrahim Aleyhisselam’a dayanmaktadır. İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelen İshakoğullarından Hazar Denizi civarına yerleşen bir gruptur.
[Kutub-i Sitte]

Türkler İbrahim Aleyhissselam’ın soyundan gelmektedir! İbrahim Aleyhisselam’ın dilini konuşurlar. Ve İbrahim Aleyhisselam’a indirilen sayfalardaki hükümlere göre ibadet ederlerdi. Dedem Korkut Hikâyeleri’nde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in adı geçiyor, ama salat ve selam getirilmiyor. Neden?

ALLAH’ın gönderdiği bütün dinlerde, bütün kitaplarda, peygamberlere gönderdiği bütün sayfalarda Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in adı geçiyor ve insanların, peygamberlerin Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in gönderildiği zaman Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e uymaları emrediliyor. Yani; Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in dünyaya gönderileceği; Hz. Adem Aleyhisselam dünyaya gönderildiği andan itibaren biliniyor.

“Derlesin, toplasın, günahımızı Kadir ALLAH, adı güzel Muhammed’in yüzü suyuna bağışlasın.”

Atalarımız Uygurlar ve İskitler kâinatın Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine yaratıldığını biliyorlardı!

Milattan önce 3000 yıllarına dayanan Uygurlar, Milattan önce 5000 yıllarına dayanan İskitler; Milattan sonra 6. asırda dünyaya gelen Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in yüzü suyuna, günahlarının bağışlanması için dua ediyor!

Günümüz de kendini âlim ve tarihçi sanan adamlar da “Dede Korkut Hikâyeleri”nin efsaneleşerek günümüze kadar geldiği için; atalarımızın İslamiyeti kabul etmesiyle peygamber efendimizin adının eklendiğini iddia ediyorlar. Dinden, imandan haberleri olmayan adamlar kendi kafalarına göre yorumluyorlar her şeyi! Akıllarına ne geliyorsa onu söylüyorlar!

1893’te Danimarkalı Türkolog Wilhelm Thomsen imdadımıza yetişiyor. Milattan önce 3000 yıllarına dayanan Uygur Türkleri’nin, Milattan önce 5000 yıllarına dayanan İskit Türkleri’nin ve Orta Asya’daki Türklerde “Tengri, Gök Tanrı” inancı olduğunu söylüyor. Biz kendi tarihimizi bırakıyoruz, kâfirlerin yorumlarına göre anlatıyorlar bizlere. Bilmiyoruz çünkü! Bilmiyoruz geçmişimizi! Neden bilmiyoruz? Mason Mustafa Kemal Paşa, masonlar Siyonist emellerini gerçekleştirsin diye, geçmişimizi öğrenemeyelim diye dilimizi değiştirdi!

İslam Devleti’nin sınırlarını ihlal eden “Fargana” civarında bulunan Mecusi olan, ateşe tapan bir Türk boyuyla yapılan savaşta İslam Ordusu galip gelir. Ordunun komutanı olan İmam Ebu Hanife’nin oğlu Hammad’a, savaş ganimeti olarak, esirlerden; Türk boylarından birinin kızı olan “Mayar” düşer.

Emevi Halifesi Mervan İbnu Muhammed döneminde Kufe kadılığına getirilmek istenen İmam Ebu Hanife; “halifenin istediği şekilde yönetilecek kadılığı ve alınıp satılacak hükümleri üstlenecek biri olmadığını” söyleyerek bu makamı reddettiğini Irak Valisi İbn-u Hübeyre’ye bildirir. Irak Valisi İbn-u Hübeyre diretir. Sonuç alamayınca, İmam Ebu Hanife’yi hapse attırarak, boynuna pranga vurdurur, kırbaçlattırır.

İmam Ebu Hanife’yi hapse attırarak, boynuna pranga vurduran ve kırbaçlattıran Irak Valisi İbnu Hübeyre bir gece rüyasında Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’i görür. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Benim ümmetimden suçsuz birini nasıl hapse atıp kırbaçlarsın” buyurur. Irak Valisi İbn-u Hübeyre kan ter içinde uyanarak hemen zindana iner ve İmam Ebu Hanife’yi serbest bırakır. Gece olduğu için İmam Ebu Hanife sabah gitmenin uygun olacağını söyler. Irak Valisi İmam Ebu Hanife’ye “1 saat bile hapiste kalamayacağını” söyleyerek; nöbetçiler eşliğinde Irak’dan Kufe’ye gönderir.

Zulm eden Emevileri, adaletle hükmetme vaadiyle yıkmaya çalışan Abbasileri destekleyen, ilim meclislerindeki talebelerinin çokluğunu ve Kufe halkının da ilmi dolayısıyla İmam Ebu Hanife’ye bağlılığını bilen Emevi Halifesi Mervan İbnu Muhammed, İmam Ebu Hanife’nin serbest bırakılmasına kızar.

Emevi Halifesi’nin Abbasi ordusuyla savaşmak için Horasan”a gönderdiği dönemin “Orduların Ordusu” ismiyle anılan İslam ordusunun Horasan”dan dönüşünde, Irak Valisi’nin ve Kufe”de bulunan İmam Ebu Hanife”nin cezalandırılacağından korkan Irak Valisi İbn-u Hübeyre, İmam Ebu Hanife’yi huzuruna çağırır. İmam Ebu Hanife’nin güvenliği için Mısır, Hicaz ya da Yemen’e gitmesini ister. İmam Ebu Hanife güvence istemediğini, sadece ilim ve fıkıhla ilgilendiğini belirtir. Irak Valisi Hicaz da asrın en bilginlerinin bulunduğunu; Hudayb bin Rebah’ın Mekke’de, İmam Malik’in, İmam Cafer Abdullah bin Hasan’ın da Medine’de olduğunu hatırlatır. İmam Ebu Hanife’de kutsal topraklara, Mekke ve Medine’ye hep gitmek istediği için Hicaz’a gitmeye karar verir. Ebu Hanife’nin Hicaz’da bulunduğu sırada, Kufe’de İmam Ebu Hanife’nin oğlu Hammad; bir akşam Mayar’ı yaktığı ateşe taparken bulur ve ateşi söndürür. Mayar, Hammad’dan kendisini azat etmesini istemekte, Hammad’ın annesi ve büyükannesi ise Hammad’ın, mecusilikten vazgeçmediği için Mayar’ı satmasını istemektedir. Hammad, Mayar’a onu sevdiğini söyler. Müslümanlığı kabul ettiği takdirde onunla evlenmek istediğini belirtir. Bir süre Hicaz’da kalan İmam Ebu Hanife, kısa bir süreliğine Kufe’ye gelir ve ailesini ziyaret eder; daha sonra Hicaz’a geri döner. Hicaz’a gitmek için yola çıkacağı gece, ailesiyle sohbet ederken konu Mayar’a gelir. Mayar’ın mecusilikten vazgeçmediğini öğrenen İmam Ebu Hanife; Mayar’ı Müslümanlığa alıştırmaya çalışan oğlu Hammad’a “dinde zorlama olmayacağını, savaşta esir olanların, ya bir lütuf olarak salıverilmesini ya da fidye karşılığında azat edilmesi gerektiğini” hatırlatır. Karşılıksız olarak, ALLAH rızası için Mayar’ı azat etmesini söyler. İmam Ebu Hanife Hicaz’a gitmek üzere yola çıktıktan sonra Hammad, Mayar’ın odasına gelir ve Mayar’ı bulamaz. Hammad Mayar’ı aramaya başlar. Mayar’ı evin salonunda baygın bir şekilde bulur. Hammad “Mayar’ı azat ettiğini, istediği yere gidebileceğini, sabah Fargana’ya gidecek olan bir kervana teslim ederek ailesinin yanına dönebileceğini” söyler. Mayar evden kaçmaya çalıştığı sırada, İmam Ebu Hanife’nin ailesiyle konuştuklarını duyduğunu söyler. İmam Ebu Hanife’nin anlatımını; sohbet esnasında okunan ayetleri, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in hadislerini duyan Mayar, duyduğu manevi huzurla olduğu yere yığılmıştır. Mayar azat edildiği halde, Hammad’a “1 kaç gün daha kalmak istediğini” söyler. Mayar İmam Ebu Hanife ile konuşmak ister. Hammad babasının evde olmadığını, Hicaz’a sefere çıktığını söyler. Mayar şaşırır: “İmam Ebu Hanife’nin sesini dakikalar önce duyduğunu” söyler. Hammad “babasının saatler önce yola çıktığını, Mayar’ın kendini kaybetmesinden dolayı, saatlerce baygın yattığını; İmam Ebu Hanife’nin şu an Hicaz’a gitmekte olan bir kervana varmak üzere olduğunu” söyler. Mayar İmam Ebu Hanife’nin yanına gitmek ister. Hammad 1 kaç aylık mesafe olduğunu belirtir. Ev halkına İmam Ebu Hanife’nin yanına gitmek istediğini ısrarla söyleyen Mayar’a; İmam Ebu Hanife’nin 1 kaç yıldan önce geri dönmeyeceği söylenir. Mayar “İmam Ebu Hanife ile görüşmek için ne seneler, ne de saatler bekleyemem” der. İmam Ebu Hanife’nin hanımı Mayar’a “İmam Ebu Hanife’den ne istediğini” sorar. Mayar “İmam Ebu Hanife’yi göremeyeceksem, benim bu haberimi ona iletin” der. Mayar “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Rasulullah” diye şehadet getirerek müslüman olur. Ev halkı Mayar müslüman olunca şükreder. Daha sonra Hammad’ın sevgisine karşılık veren Mayar Hammad’la evlenir. Hammad annesini ve akrabalarını görmek isteyen Mayar’ı bir kervanla Fargana’ya gönderir. Mayar mecusilerin rahibi olan amcası Küus tarafından müslüman olduğu için bağlanarak hapsedilir. Amcası Küus mecusiliğe dönmediği için Mayar’a işkence yapar. Aç susuz bırakır. Mayar Kuran’dan ayetler okuyunca, amcası Küus Mayar’ı ateşte yakmaya karar verir. Mayar’ın gözleri görmeyen annesi, kardeşi Küus tapınakta ateş yakmaya gidince, kızına “kendisi gibi kalbiyle iman etmesini, diliyle amcasını dinlemesini” söyler. Mayar şaşırır. Annesi, kızının anlattıklarını duyduğu için müslüman olmuştur. Mayar’ın hiç bir şekilde amcasına boyun eğmeyeceğine kanaat getirince, kızını kurtarmak için onu çözer, Mayar kaçar. Amcası Küus eve gelince Mayar’ı bulamaz ve çılgına döner. Mayar’ın gözleri görmeyen annesine “önce Mayar’ı, daha sonra da seni öldüreceğim” diyerek, Mayar’ın Kufe’ye gitmek için katıldığı kervana gider. Mayar’ı kervanda yakalar. Öldürmek için kervandan uzaklaşır. Mayar uzun bir süre geri dönmeyince meraklanan Hammad Fargana’ya gelir. Mayarı’n evine gelir ve annesini gözyaşları içinde dua ederken bulur. Mayar’ın annesi Hammad’tan “kızını kurtarmasını ve alıp götürmesini” ister. Mayar’ın nerede olduğunu söyler. Amcası Küus, Mayar’ı öldüreceği sırada Hammad yetişir ve Küus’u öldürerek Mayar’ı kurtarır. Beraber Kufe’ye dönerler. Mayar ev halkına başından geçenleri anlatır. Ailesinden ve babasından bahseder. Küçük yaşlarda iken, bir gece babasının eve yorgun bir şekilde geldiğini ve annesiyle babasının sessiz bir şekilde bazı sayfalar okuduğunu söyler. Babasının okuduklarında;
-İranlıların başına gelecek dağılma ve zayıflıktan,
-Arap memleketlerinden bir adamın, İranlıları kovalayacağından,
-O zamanın en güçlü devleti olan İran’ı yeneceklerinden; putlarla, tapınaklarını kıracaklarından,
-İbadetlerinde de yüzlerini İbrahim’in kabesine çevireceklerinden söz ediliyordu.

Mayar, “babasının bu sayfaları okuduktan sonra havale geçirdiğini, rahatsızlığının arttığını ve babasının putlara tapmaktan vazgeçtiğini belirtir. Mayar büyüdüğü zaman puta tapanlara karşı çıkar, babasının okuduğu o eski sayfaları arayarak akrabalarına göstermek ister. Fakat sayfaları bulamaz. Sayfaları bulamadığı için, duyduklarını söylemekten; amcasının işkence yapacağı korkusuyla vazgeçtiğini” anlatır.

Mayar annesiyle babasının sessiz bir şekilde bazı sayfalar okuduğunu söyler. Babasının okuduklarında;
-İranlıların başına gelecek dağılma ve zayıflıktan,
-Arap memleketlerinden bir adamın, İranlıları kovalayacağından,
-O zamanın en güçlü devleti olan İran’ı yeneceklerinden; putlarla, tapınaklarını kıracaklarından,
-İbadetlerinde de yüzlerini; İbrahim’in kabesine çevireceklerinden söz ediliyordu.

Hangi eski sahifeler? Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan geldiği için İbrani olan Türklerin okuduğu sahifeler! İçlerinden ateşe tapan boyların olduğu halde, büyük çoğunluğun ALLAH’a inandığı, ALLAH adına adaklar adayarak ibadet eden Türkler!

Türkler Halilullah İbrahim Aleyhisselam’a indirilen sahifelerle ibadet etmişlerdir! Türklerin büyük çoğunluğu 6900 yıl boyunca ALLAH’a iman etmişlerdir! ALLAH yolundan dönmemişlerdir!

Türkler İbrahim Aleyhisselam’a inen sahifeleri okumuşlardır! İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelen Türkler İbranice sayfaları okumuşlardır! Türkler İbranice’yi okuyup anlamış ve Halilullah İbrahim Aleyhisselam’a indirilen sahifelerdeki hükümlere göre ibadet etmişlerdir. Türk olduğunu iddia eden, ama İslam’dan nasip almamış biz sözde Müslüman kâfirlerin atalarının büyük çoğunluğu sadece ALLAH’a iman etmiştir!

Okuma ve yazmanın çok az olduğu bir dönemde, atalarımız sadece konuşarak Müslümanlığı kabul ediyor. Sadece konuşarak!

Türkler gerçekte İbranice konuşuyorlardı çünkü!

Alfabeler insan eliyle oluşturulmuştur, ama okunuşlar, sesler dildir. Alfabeler, insanların şekillerle oluşturduğu şekillerdir.

Şimdi günümüzde 6 milyon kişi tarafından konuşulan; sağdan-sola yazılıp, sağdan-sola okunan, alfabesini insanların oluşturduğu İbranice Alfabesi’ndeki harflerin okunuşlarıyla, Arap Alfabesi’ndeki harflerin okunuşlarını inceleyelim.

İbranice Alfabesi - Arap Alfabesi
---------------------- --------------------
“Alef”----------------“Elif”
“Bet”----------------“Be”
“Dalet”---------------“Dal”
“He” --------------- “He”
“Vav” ---------------“Vav”
“Tet” -----------------“Te”
“Lamed” --------------“Lam”
“Mem” ---------------“Mim”
“Nun” ----------------“Nun”
“Ayın” ----------------“Ayn”
“Fe” -----------------“Fe”
“Sadi” ----------------“Sad”
“Kuf” -----------------“Kaf”
“Şın” -----------------“Şın”
“Sin” -----------------“Sin”

Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelen, İbrahim Aleyhisselam’a inen ve dili İbranice olan sayfaları okuyan Türklerin, Atalarımızın gerçek dili İbranice’dir! İbranice Harfleri’nin okunuşlarıyla, Arap Harfleri’nin okunuşları karşılaştırıldığında ALLAH katından gönderilen kitapların, sayfaların hepsi aynı dilde gönderilmiştir.

Ey insanlar, ALLAH kitabını peygamberlerin lisanı üzerine indirdi. Helalini helal, haramını haram kıldı. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabında helal kıldıkları kıyamete kadar helaldir. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabındaki haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramul-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Türkler İbrahim Aleyhisselam’a indirilen sayfalara göre ibadet ettikleri için aralarında İslamiyet hızla yayılmıştır!

Hiçbir Türk atalarını dili olan İbranice’yi, günümüzde Uygur ve Göktürk Alfabesi olarak gösterilen alfabeyi bilmediği için, 1893’te Danimarkalı Türkolog Wilhelm Thomsen imdadımıza yetişiyor. Uygur alfabesini, Orhun kitabelerini çözüyor. İbranice konuşan ve İbranice okuyan atalarımız İbrahim Aleyhisselam’a indirilen sayfaların yazıldığı Alfabeyle yazıp, okuyor! Arap Alfabesine yazım yönüyle çok benzeyen Uygur alfabesiyle okuyup-yazıyor Türkler! Mason Mustafa Kemal Paşa’nın masonların Siyonist emellerine ulaşması için Türklerin dilini değiştiriyor. Türklerde nerden geldiklerini, atalarının hangi dili konuştuklarını, neye iman ettiklerini 1893’te Danimarkalı Türkolog Wilhelm Thomsen’ın çevirilerinden öğreniyor!

Sağdan-sola yazıp, sağdan-sola okuyanlar arasında; gerçek bir Müslümanın, Arapça konuşup, Arapça yazanlar arasında hiç gözlük takan birini gördünüz mü? Ama soldan-sağa yazıp, soldan-sağa yazanlar arasında göz bozuklukları ve gözlük takanların sayısı bile belli değil, değil mi? Eski âlimler o kadar kitap yazmış, o kadar kitap okumuş, hiç birinin gözlük taktığını duyanınız var mı? O zamanlar gözlük yoktu ama değil mi? Gözlük son zamanlarda bulunup, tedavi olarak uygulanmaya başlandı. Sürekli kitap okumalarına ve kitap yazmalarına rağmen gözleri bozulmayan eski islam âlimleri, gözleri bozuk olsaydı hem okuyamaz, hem de yazamazlardı. Arapça göze bile rahatlık veriyor. Ama bizim konuştuğumuz diller, soldan-sağa yazılıp, soldan-sağa okunan diller gözleri bile bozuyor!

Ey insanlar, ALLAH kitabını peygamberlerin lisanı üzerine indirdi. Helalini helal, haramını haram kıldı. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabında helal kıldıkları kıyamete kadar helaldir. Peygamberlerin lisanı üzerine indirdiği kitabındaki haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramul-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

ALLAH kitabını peygamberlerin lisanı üzerine indirdi. Yani peygamberlerin kullandıkları dillerin sonuncusu olan ve hepsini kapsayan Arapça dilinde gönderdi!

Ama bizler ALLAH’ın dili yerine; Mason Mustafa Kemal’in İslam ile alay edilmesi için oluşturduğu, İslami terimlere kendince anlamlar verdiği ve Türkçe denildiği için vazgeçmediğimiz dille konuşuyoruz değil mi? Mason Mustafa Kemal Paşa’nın diliyle normal konuşurken bile küfrediyoruz!

Arapça bilmediğimiz içinde okuduğumuz Kuran’ı anlayamıyoruz! Okuma-yazma bilmedikleri halde; konuştukları dil olduğu için, atalarımız toplum olarak İslam’a girip Müslüman oluyor. Bizse Mason Mustafa Kemal’in diliyle günlük konuşmalarda bile küfrediyoruz. Üstelik soldan-sağa yazıp, soldan-sağa okuyoruz.
Müslümanlığı bırakıp Kemalistliğe geçiyoruz. Kemalist Putperestlere katılıyoruz!

Bizim hayatımız yalan ulannnnnnnn! Hayatımız yalan!

Kuran okuyan, fakat okudukları dillerinde kalan, okuduklarını anlamayan, kalplerinde inanmayan insanların türeyeceği bir zaman gelecektir.
[İmam Taberani; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 64]

Türkiye’de ki insanlar Kuran’ı okur, okudukları sadece dillerinde kalır. Yani biz sözde Müslüman kâfirler, Kuran’ı çokça okuruz ama anlamayız. Mason Mustafa Kemal’in, Kemalist Putperest köpekleri olan sözde Müslüman biz kâfirler Cehennem ateşini harlamak için odun olacağız! Odun!

“Kalplerinde inanmayan insanların türeyeceği bir zaman gelecektir!” Neyin ne olduğunu bile bilmiyoruz! Neye inandığımızı bile bilmiyoruz! Okuduğumuz Kuran’ı anlamıyoruz çünkü! Mason Mustafa Kemal sağ olsun, dilimizi değiştirdi, giyimimizi değiştirdi. Her şeyimizi değiştirdi. Bizi kâfir, putperest, şeytanperestler halinde getirdi!

Türkiye neye inandığını bilmediği halde, neye iman ettiğini bilmediği halde, hangi inanç üzerinde olduğunu bilmediği halde, sözde Müslüman olduğunu iddia eden, Kemalist Putperestler memleketidir!

“Kuran okuyan, fakat okudukları dillerinde kalan!” Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirler okudukları Kuran’ı Mason Mustafa Kemal’in soldan-sağa yazılan diliyle okuyor! Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirler kıldığı namazlarda okuduğu sureleri Mason Mustafa Kemal’in soldan-sağa yazılan diliyle okuyor ve ezberliyor! Arapçayı bilmediğimiz için soldan-sağa yazılan Türkçe okunuşlarından ezberliyoruz Kuran surelerini. Arapça’da bazı harflerin ses karşılığı Türkçe’de yoktur! Peltek, kalın, gırtlaktan okunan harfler vardır. Biz sözde Müslüman kâfirler, normal konuştuğumuz zamanlarda bile, İslam’a, ALLAH’a, Aleyhisselatu Vesselam’a küfrediyoruz. Üstüne üstelik Arapça’yı bilmediğimiz, Arapça’daki bazı harflerin Türkçe’de ses karşılığı olmadığı için, Türkçe okunuşlarıyla okuyoruz Kuran’ı! Kendimize göre okuyoruz!
Ama Türkiye’deki âlimler, hocalar olur diyor? Türkiye’de âlim var mı? Mason Mustafa Kemal’in Putperest, Kemalist Türkiye’sinde âlim nerde? Mason Mustafa Kemal’in Kemalist, Putperest Türkiye’sinde, Mason Mustafa Kemal’in Putperest, Kemalist sisteminin yetiştirdiği adamlar, âlim, hoca olamaz! Türkiye’nin âlimi, hocası olabilir, AMA İslam’ın ÂLiMi OLAMAZ! “Namaz kılarken Türkçe okunuşlarıyla okumak olur” diyor Türkiye’deki sözde Müslüman kâfir hoca ve âlimler!

Türkiye her yönden, her cihetten kıyamet alametidir!

Kuran okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız ağlar gibi yapın.
[Sa’d bin Ebi Vakkas’dan, İbn-u Mace; İhyau Ulumi’d-din- 1.cilt, Rub’ul- İbadat, İmam Gazali]

Kuran okurken, dinlerken ağlamak sevaptır. Anlamıyoruz ama değil mi? Mason Mustafa Kemal sağ olsun! Türkiye Mason Mustafa Kemal’in dilini konuştuğu için, Mason Mustafa Kemal’in diliyle konuşan şeytanın ezanı olan şarkıları, kasideleri, ilahiler seslendiren cehennemlik şeytanperest sanatçıların dediklerini anlıyor! Şarkıları, ilahileri, kasideleri dinlerken, okurken ağlıyor! Ama Kuran dinlerken, ALLAH bizlerle konuşurken ağlayamıyoruz! Neden?
Şiirler, şarkılar kalbimize hitap ediyor, kulağımıza hitap ediyor. Hislerimize tercüman oluyor! Ama Mason Mustafa Kemal’in dilini konuştuğumuz için, ALLAH’ın kitabı Kuran’ı anlayamıyoruz!

Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirler hareketli şarkılar eşliğinde oynuyorlar, dans ediyorlar. Eskiden köleler, cariyeler efendilerine dans edip şarkı türkü söylerdi. Şimdi herkes nefsinin kölesi, cariyesi; şeytanın kölesi cariyesi olmuş kendi kendine söyleyip dans ediyor. 7 gün 24 dört saat her yerde şeytanın ezanları çalıyor!

“Şarkı, türkü, ilahi, kaside dinde haramsa neden her yerde çalıyorlar? Günah olsaydı çalmazlardı?”
Sözde Müslüman kâfirler memleketim! Söyleyenler de, çalanlar da, söylettirenler de şeytanın kulları, köleleridir! Onların taptıkları paradır! Dünyalık için dinlerini yerler! Para gelsin de, para kazansınlar da, nasıl gelirse gelsin! Umurlarında mı onların!


Kuran’ı anlamayız, okumayız ama şiirler, şarkılar kalbimize ve kulağımıza hoş gelir. Ama hepimiz Müslüman olduğumuzu iddia ederiz. Sözde Müslüman, özde şeytana tapan, şeytana kulluk eden putperestler, kâfirler memleketim!

Kemalistler, hayatı sürgünlerde geçen Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur’un “Hayatım ve Hatıratım” kitabının tamamını okusalar kafayı yerler!

Kemalistler, Psikiyatr Vamık Volkan ile Tarihçi Norman Itskowitz’in 11 yıl uğraşarak yazdığı “Ölümsüz Atatürk” adlı “Psikobiyografi’yi” okusalar, tımarhanelik olurlar herhalde. Yazarları birer Mustafa Kemal hayranı olmasına rağmen, 1984’de ABD’de yayınlanan “Immortal Atatürk” kitabının Türkiye’ye sokulması önceleri yasaktı. 1998’de Bağlam Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrildi.

Ömründe bir defa namaz kılmayan, içki içen, seven, sevilen, yürekler yakan, evlenen, boşanan Mustafa Kemal, İnsan Atatürk’tür. Olimpos Dağı’nda, pardon Çankaya’da oturan bir tanrı değil, sabaha karşı üst kattan eşinin “Çok içtin Kemal, yat artık” diye seslendiği bir Önder Türkiye’nin lideridir!

Türkiye’de Mason Mustafa Kemal’i farklı anlatırlar! Türkiye’deki herkes farklı biliyor. Gerçeklerden 1 kaç satır okuyan sözde Müslüman kâfirlerde yanlışlıkla günah işleyen sofu dindarların telaşıyla tövbe edip öğrendiklerini anında unutuyor.

ALLAH apaçık inkâr edilir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz.
[Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 27]

“Biz gerçek durumun, kesinlikle halkın sanısı ve inanışı gibi olmadığı kanısındaydık. Halkın bütün sanı ve inanışının temelsiz olduğunun anlaşılacağına kuşkum yoktu.”
[Mustafa Kemal Paşa, Söylev[Nutuk] sayfa 376]

Kazım Karabekir anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şöyle dedi: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus anlayışını kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur."
[Kazım Karabekir Anlatıyor, (yayına hazırlayan Uğur Mumcu), İstanbul: Tekin Yayınevi. 1990. sayfa, 83-84]

“Bizim devlet idaresinde ki ana programımız CHP programıdır, bunun kapsadığı prensipler; idarede, siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
[Mustafa Kemal Paşa]

Türk milleti birçok asırlar, bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü.
[Mustafa Kemal Paşa]

Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra milli hisleri uyuştu. [Mustafa Kemal Paşa]
Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine adamaya mecburdurlar.
[Mustafa Kemal Paşa]

Bismillahirrahmanirrahiym. Bunca ayet ve delillerden sonra kâfir olanlar (hâla putlarını) Rab'leri ile denk tutuyorlar. Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak ALLAH’tır. Bir de ALLAH katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı da bilir. Rablerinin ayetlerinden onlara (kâfirlere) bir ayet gelmeyedursun, o ayetlerden ille de yüz çevirirler. Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir. Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık. Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler: Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir, derlerdi. Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya!’ dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırmazdık. Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük. Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti. De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (peygamberleri) yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın! (Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir?’ diye sor. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar. Gece de ve gündüz de barınan her şey ALLAH’ındır. O her şeyi işitendir, bilendir. De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim? De ki: Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi). Sadakallahül-Azıym.
[Enam Suresi, 2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler! Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? ‘diyeceğiz. Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti! Sadakallahül-Azıym.
[Enam Suresi, 21,22,23,24. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu Kuran eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler. Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir görsen! Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. Onlar, ‘hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz’ demişlerdi. Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş?’ diyecek. Onlar da "Rabbimize ant olsun ki evet!" diyecekler. Allah da, Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!’ diyecek. Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki: "Dünyada iyi amelleri terk etmemizden dolayı vah bize!" Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? Sadakallahül-Azıym.
[Enam Suresi, 25,26,27,28,29,30,21,32. ayetler]

6 Şubat 1933 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı Bursa Nutku'nu hiç duymamış milyonlarca insan vardır. Okullarda tek kelime bahsedilmez Ne kitaplar yazar ne öğretmenler okutur. Korkarlar mı? Evet korkarlar. TTK'den yapılan açıklamada, belgenin Ekim 1966'da Bornova Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen Ege Üniversitesi Fikir ve Sanat Kulübü'nün Kapatılması Davası nedeniyle de araştırıldığı kaydedildi. Kulübün "Nasıl bir gençlik?" broşüründe de aynı sözlerin yer aldığı belirtilen açıklamada Bursa Nutku’nun basında da çok kez kullanıldığına dikkat çekildi. Kemalist ve laik demekler tarafından sıkça kullanılan Bursa Nutku, o dönemde gelişen İslami ayaklanmalara ve 1933'te Bursa Ulu Cami'de Türkçe ezan okunmasına karşı çıkan gösteriler nedeniyle okunmuştu. Mustafa Kemal Paşa konuşmasında artan İslami ayaklanmalara karşı kısaca şu uyanlarda bulunmuştu:
"Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, 'Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır' demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, 'Polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir' diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, 'Demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek'. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, 'Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.' İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği."
[Mustafa Kemal Paşa, Bursa Nutku, 6 Şubat 1933]

Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile ''zaaf'' içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine ''sınırsız'' bir güven besleyen, böylesine ''çek'' veren, gençliği böylesine ''son çare'' olarak gören bir devrimci yoktur! Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’nun 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hâkimliği’nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerine gerekli incelemeler yapılmıştır. Bu incelemeler sonunda bu sözlerin Mustafa Kemal Paşa’nın 1933 Şubat’ında Bursa’da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varılmıştır.
1930’lu yıllarda Tekin Alp takma ismini kullanan Moiz Kohen de “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü yazmıştır:

TÜRK'ÜN AMENTÜSÜ

“Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbalini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset[kahramanlık] destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin[Mustafa Kemal Paşa’nın] Allah’ın sevgili kulu olduğuna bütün kalbimle şahitlik ederim.” diyor kâfirler!

Laik kesimin mülakatlarında "Bir elinde Kuran var, diğer elinde Atatürk’ün Nutuk’u. Denize düştün ve tek elle yüzebileceksin, hangisini atarsın?" şeklinde sorular sorulduğunu biliyor musunuz?

Mason Mustafa Kemal ALLAH’a inanmıyor! Osmanlı zamanında yaşayan halk ALLAH’a inanıyor, İslam’ı yaşıyor. Mustafa Kemal Paşa ALLAH’a inanmıyor. Halkın da İslami inançlarını ortadan kaldırmak için devrimler yapıyor!

Mustafa Kemal Paşa hangi okuldan mezun olmuştur?
Selanik, 19. yüzyılda çeşitli uluslardan insanları ve kültürleri barındıran yapısıyla, hareketli kültür ve politika yaşamıyla ve en önemlisi zengin ekonomisi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’dan sonra gelen en önemli kentlerinden biriydi. Fransız Devrimi'nin ilkeleri Osmanlı topraklarında bu kentte yaygınlaşıyordu. 1873 yılında Selanik’te Mason Simon Zvi tarafından Şemsi Efendi Mektebi açılmıştır. Şemsi Efendi Mektebi Masonik eğitim vererek siyonizme hizmet etmiştir. Şemsi Efendi Mektebi Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Okulları 'nın çekirdeğidir. Mustafa Kemal Paşa, Mason Simon Zvi, Türkiye’deki tarih kitaplarında anlatıldığı şekliyle Şemsi Efendi Mektebi’nden mezun olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın öğretmeni Yahudi Dönmesi Mason Simon Zvi’dir. Türkiye’deki tarih kitaplarında “Şemsi Efendi” diye geçer.

Mustafa Kemal Paşa İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin desteğiyle Anadolu’daki milli mücadele’nin başına geçmiştir. İttihad ve Terakki Cemiyeti gizli bir ihtilalci örgüttür. Belirlenen kişilere katılmaları için davet yapılır; kabul etmeleri halinde üyelik gizli merasimle gerçekleşirdi. Adı anılmaz, ‘cemiyet’ denilip geçilirdi.
Osmanlı’daki masonik örgütlenme klasik Avrupa masonluğuyla ve locaların bildik çalışma yöntemiyle pek bezerlik göstermez. Fiili hiyerarşisi de cemiyetin geleneksel kademeleşmesi gibi değildir. Örneğin sivil ya da asker, rütbesiz bir kişinin masonik hiyerarşideki yerinin üstte olması ne o kişi ne de diğer üyeler açısından önem taşımaz. Bürokrasi ve hayatın yaptığı sıralamaya ayak uydurup benimsemiş bir yapıdır sözünü ettiğimiz. Gizlilik ve toplantılarda bir araya gelindiğinde ‘Ne olacak bu memleketin hali’ diye özetlenebilecek tek maddelik gündemle sohbet edilen yerdir loca. İttihat Terakki açısından önemi, kurucuları mason olan cemiyetin loca usulü örgütlenme modelini kopya etmiş olmasıdır. İttihat Terakki’ye girilirken de herkes için tek tek gizli tören yapılır, yeni üyeden sırları açıkladığı takdirde öldürülmek dâhil cemiyetin vereceği her cezayı kabul edeceğine dair yemin alınırdı. Bu ritüel ve geleneğin uzun yıllar devam ettiğini, özellikle ordu bünyesinde ‘komitacılık’ diye isimlendirilen gruplaşmaların, yanı sıra ‘mahfel’ (= bir araya gelinen yer) gibi kimi masonik tabirlerin ‘garnizonların içindeki gazino’ manasında Cumhuriyet döneminde de kullanılmaya devam ettiğini biliyoruz.

İttihat Terakki hep gizli kaldı
İttihat Terakki gizli örgüttü, ihtilalciydi. Ve amacına ulaşmak için tetikçileri marifetiyle suikastlar tertiplemeyi, kendi organize ettiği provakasyonları gerekçe göstererek halkı yönlendirip saray ve hükümet üzerinde baskı kurmayı metot olarak benimsemişti. Bizzat kendileri hükümet koltuklarına oturup idareyi ele alma arzusunda değillerdi başlangıçta. Nitekim Meşrutiyet’in ilanından sonra Cemiyet İstanbul’a naklolunca İttihatçılar kimseye ‘Kalkın biz oturacağız’ demediler. Meclis çoğunluğunun reyini kontrol etmek, diledikleri kişiye, istedikleri isimlerle hükümet kurdurup, hoşlarına gitmediğinde her şey gibi hükümeti de dağıtabilir mevkide olmak yetiyordu onlara. İttihatçılar mecbur kalıp parti olarak ortaya çıktıklarında dahi ‘cemiyet’ gizli kimliğini korudu. Gerçi biliniyordu kimin kim olduğu ama cemiyet kendi kabinesi üzerinde dahi baskın, hâkim konumunu muhafaza etmekte direniyordu. Örneğin; ideolojik planda örgütü yönlendiren Ziya Gökalp arzu etse dilediği mevkiye gelebilecekken dışarıda müstakil kalmayı tercih etti. İstediği her imkâna ulaşabileceği halde, hayatını Cankurtaran’da eşyasız denilebilecek bir evde sürdürdü. Cemiyet ve partinin farklı varlıklarını ayrı ayrı sürdürmesinin Talat, Enver, Cemal üçlüsü idareyi ele aldıktan sonra rahatsızlık doğurduğu, cemiyetin kendisini fesh etmesinin arzulandığı da biliniyor. Ancak kimi araştırmacıların karşıt görüşlere rağmen bugüne kadar kimse böyle bir işlemin yapıldığına dair genel kurul karar defteri, Merkez-i Umumi diye anılan genel merkez evrakı veya başkaca bir belge ortaya çıkaramadı. İttihat Terakki orduda çok etkiliydi. 22 Şubat ve 21 Mayıs darbelerini hazırlayan Aydemir cuntası ilk toplantısını İttihat Terakki’nin 1908 darbesini planlandığı Mahmut Şevket Paşa’nın Üsküdar’daki konağında yapıp geleneksel yemin töreninin benzerini tekrarlamıştı. 12 Eylül’den sonra ortaya çıkan tabloda Özal döneminde yeniden organize olan yapının suikast girişimi dışında fazla bir şey yapamadığı da biliniyordu. Ancak örgüt Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde ulaştığı güç sayesinde, Refah Partisi’nin öncülüğünde Necmettin Erbakan’ın başkanlığında kurulan koalisyon hükümeti karşısında İttihat Terakki’nin yöntemlerini aynen uyguladı. Provokasyonlar örgütledi, bunlara dayalı gerilim ve darbe tehdidi ortamı doğurdu, halkta olumsuzlukların sorumluluğunun hükümete ait olduğu duygusu uyandırdı ve sonuçta Erbakan kabinesini istifaya zorlayıp yerine kendi istediği hükümeti kurdurdu.

Mason Mustafa Kemal Paşa, Masonların Siyonist emellerine ulaşması için her şeyi yaptı!

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu Kuran eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Sadakallahül-Azıym.
[Enam Suresi, 25, 26. ayetler]

1931’de T.T.T. cemiyeti tarafından yazılan ve 1941 yılına kadar liselerde okutulan tarih kitaplarında, “ALLAH” ifadesinin, tehlikeli hayvanlara duyulan korkudan, helal haram gibi dini emirlerinde, insanların uydurması olarak ortaya çıktığı yazılıyor.

Türk mason localarının 1923’te yayınladığı “Meşrik-i Azam İçtimai Zabıtları’nda, bu sapkın felsefe şöyle ifade ediliyor. “Biz artık ALLAH’ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık. O gaye ALLAH değil, beşeriyettir.”

Bir başka masonik kaynakta ise şöyle denmektedir:
“Eski-ilkel cemiyetler, acizdiler, acizlikleri dolayısıyla etraflarındaki kuvvetleri ve hadiseleri ilahlaştırdılar. Masonizm ise insanı ilahlaştırdı.”

İlk meclisin dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğrudur. Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Mustafa Kemal Paşa’nın düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş!

Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Mustafa Kemal Paşa’ya gösterdi. Mustafa Kemal Paşa beğenmedi. Yeni bir medeni bilgiler kitabı yazdırdı. Kitap, 1931’de Afet İnan imzasıyla çıktı, ortaokul ve liselerde okutuldu. Mustafa Kemal Paşa’nın kendi el yazısıyla kaleme aldığı o notların millet bölümünden satırlar:
“Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. [İslam’a Araplar’ın dini diyorlar!] Arapların dinini kabul ettikten sonra Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli duygularını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Türk milleti birçok asırlar, bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. Türk milletini ALLAH için, peygamber için; topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, ALLAH’ın dinini yaymak için derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetleri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Artık Türk, cenneti değil, Son Türk topraklarının müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletine bıraktığı hatıra.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi.” Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan geldikleri ve 6900 yıl boyunca büyük çoğunluğu ALLAH’a iman edip ibadet ettikleri için büyük bir millet idi!

“Arapların dinini kabul ettikten sonra Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli duygularını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.”

Mason Mustafa Kemal tüm dünyaya gönderilen İslam’ı Arapların dini olarak anlatıyor! Osmanlı hiçbir zaman milliyetçilik yapmadı. Osmanlı her zaman ümmetçilik yapmıştır. Osmanlı kendi soyunu, dinini hiçbir zaman inkâr etmemiştir!

“Bilakis Türk milletinin milli duygularını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.”

Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirlere Kurtuluş Savaşı’nda Türk askerinin “ALLAH ALLAH” nidalarıyla hücuma geçtiğini anlatırlar hep. Osmanlı Askeri “ALLAHU EKBER! ALLAHU EKBER!” nidalarıyla hücuma geçerek kazanmıştır bu savaşı!

İstanbul elbette fethedilecektir. İstanbul’u fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.
[Buharî, Târihü’s-Sağîr,139]

İstanbul mutlaka fethedilecektir. İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu fetheden asker ne güzel askerdir.
[Ahmet b. Hanbel, Müsned IV, 225.]

İstanbul Osmanlı Padişahlarından Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiştir.

29 Mayıs 1453 tarihinde, İstanbul’un fethinden sonra, İstanbul’da bulunan Ortadoks ve Katolik din adamları, bilim adamları, sanatçılar Roma’ya kaçar. Roma’ya gitmeleriyle birlikte; Avrupa’ya yayılmalarıyla, Avrupa’nın ilim alanındaki gelişmesinin öncüleri olurlar. Roma’da bulundukları dönemde yaptıkları araştırmalar sonucunda; “İstanbul’un %10’unu yabancılaştırdığımız zaman İstanbul’u fethetmiş, geri almış olacağız” derler. Şuan Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirlerin yaptıklarıyla İstanbul’un %’de kaçı yabancı bir düşünün bakalım. Bizler atalarımızın kanla, imanla kazandıkları toprakları, İslam topraklarını, altın tepside kâfirlere sunuyoruz. Üstüne hala Müslümanlık iddiasında bulunuyoruz.

“Türk milleti birçok asırlar, bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü.” Atalarımız okuma-yazmanın çok az olduğu bir dönemde; İslam ile tanışıncaya kadar büyük çoğunluğu; Halilullah İbrahim Aleyhisselam’a indirilen sayfaları okuyarak ibadet etmişlerdir! İbranice konuşmuşlardır! Dili Arapça olan İslam’ı hızla kabul etmişlerdir!

Mustafa Kemal Paşa ileri görüşlü derler. Gerçekten de ileri görüşlüymüş. Modern çağ diye adlandırılan, küfür çağında Kuran’ın bir kelimesinin manasını bilmediğimiz halde okumaktan, ezberlemekten beynimiz sulanıyor bugün! Mustafa Kemal Paşa bizim bu hallere düşeceğimizi tahmin edebilecek kadar ileri görüşlüymüş!

Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988’de basılan Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Paşa’nın el yazıları kitabında yer almamaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın kendi kurduğu kurum, Mustafa Kemal Paşa’nın notlarını sansür ediyor.

1931’de T.T.T. cemiyeti tarafından yazılan ve 1941 yılına kadar liselerde okutulan “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” kitabında, İslam dini ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’le ilgili hakarete varan ifadeler kullanılıyor. Kitapların 2. cildinde “İslam Tarihi” başlığı ile verilen bölümde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’den “Muhammed” diye söz ediliyor ve “İslam dinin kendisinin icat ettiği, 12 yıl boyunca ancak 150 kişiye İslam’ı kabul ettirdiği” öne sürülüyor.

“Muhammed, Mekke’de müşriklik muhitinde ve etkisinde büyümüş olmasına rağmen dini meseleler ve dini düşünceler pek derin bir surette zihnini işgal ediyordu. 40 yaşına geldiği zaman peygamberliğini ilan etti ve vatandaşlarını, kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı. Muhammed’in davet ettiği bu dine o zamanın haniflerine benzetilerek “İbrahim’in dini” yahut boyun eğmek anlamını ifade eden “İslam” denilmiştir.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Muhammed, Mekke’de müşriklik muhitinde ve etkisinde büyümüş olmasına rağmen dini meseleler ve dini düşünceler pek derin bir surette zihnini işgal ediyordu.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan döneminde bu konuların tekrar yazıldığı ve geçtiğimiz yıllarda, Kaynak Yayınları tarafından da basılan kitapların 2. cildinde “İslam Tarihi” başlığı ile verilen bölümde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’den “Muhammed” diye söz ediliyor. Ve “İslam dinini kendisinin icat ettiği, 12 yıl boyunca ancak 150 kadar kişiye İslam’ı kabul ettirdiği, Arapların İslamiyet’ten önce putlara taptığı” öne sürülüyor.

Recep Tayyip Erdoğan namaz kılıyor değil mi? Din ayrı, devlet işleri ayrı Türkiye’de. Neden? Türkiye’deki insanlar şeytanı takip ediyor. Mason Mustafa Kemal’i takip ediyor. ALLAH’ın varlığını kabul ediyor, ama ALLAH’ın hükümlerini kabul etmiyor! Mason Mustafa Kemal ALLAH’ın varlığını da kabul etmiyor!

“Bu Çal Dağı’nın düşmesi bütün ümitlerimizi bitirdi. Yeniden Türk Milleti’nin istikbali, hürriyeti, hayatı tehlikeye düştü, gidiyor. Artık hep ölü haldeyiz. Kimsede can kalmadı. Ağzımızı bıçak açmıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal'in özel hizmetlerinde kullandığı Arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal'in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, sayfa 849]

Mustafa Kemal Paşa’nın kaçarken sarhoş olduğu için attan düştüğü için kaburga kemiğini kırdığını söylemezler. Savaşta cephedeyken attan düşüp kaburga kemiğini kırdığını söylerler! Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olduğu zamanlarda Türkiye’nin 2. Mustafa Kemal’i gibi gösterilmeye çalışılmıştı. Recep Tayyip Erdoğan ata binmişti, arabasını bırakıp. İlk defa binmiş olacak ki, attan düştü, kaburgalarını incitti. Sonra ne yaptı? Kaburga kemikleri incinmiş durumda “görevime devam edeceğim” dedi. Haberlerde nasıl anlattılar? Masonların Kontrolünde olan medya-basın nasıl anlattı?
“Türkiye’nin 2. Mustafa Kemal’i” dediler değil mi, Recep Tayyip Erdoğan için? Mustafa Kemal Paşa gibi, Müslümanlıkla alay etmek için oynanan futbol takımlarından Fenerbahçe’yi tutuyor değil mi Recep Tayyip Erdoğan? Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi bir ara kapatılacaktı. AKP kapatılmadı değil mi? Recep Tayyip Erdoğan askeri komutanların emekli olmaması ve göreve devam edebilmeleri için kendi imzası gerektiği için askeriye ile pazarlık yaptı. Orgeneral Başbuğ’un Genel Kurmay Başkanı olabilmesi için imza attı! Amerika ve masonların çıkartmaya çalıştıkları iç savaş çıkmayınca; halkın, beklenilen doğrultuda AKP’ye destek vermemesi üzerine Amerika’dan gelen emirle parti kapatılmadı değil mi? Üstüne “halkın bu kadar destek verdiği bir partiyi kapatmaya vicdanımız el vermez” diye masal anlattılar yine bizlere.

“Muhammed, Mekke’de müşriklik muhitinde ve etkisinde büyümüş olmasına rağmen.”

Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın oğlu İsmail Aleyhisselam’ın soyundan gelen Kureyşlilerin Haşimiler kabilesinden Abdulmuttalib”in torunu Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, Hira Mağarası’na çekilerek Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın Hanif dinine göre ibadet etmiştir. Ama Türkiye’de Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in Hira Mağarası’na İbrahim Aleyhisselam’ın Hanif dini üzerine ibadet etmek için değil de, düşünmek için gittiği anlatılır!

“Muhammed, Mekkelileri 12 yıl sürekli bu dine davet etmişse de, bu müddet içinde ancak 150 kadar adama İslamiyet’i kabul ettirebilmiştir. Mekke halkı tarafından aşağılanıp alaya alındıktan başka, Kureyşlilerin reisleri tarafından da baskı gördü. Kureyşlilerin islam dinini kabul etmemelerindeki ekonomik sebepler önemliydi. Kureyşlilerin hayatı Kâbe ve Mekke etrafındaki panayırda geçiyordu. Eski din terk edildiği takdirde, Mekkelilerin ekonomik çıkarları bozulacaktı. Muhammed başlangıçta herhalde şiddetli bir heyecana maruz oldu. Bir takım dini endişeler ve vicdani düşüncelerle samimi surette üzüldü. Muhammed namuslu ve çıkar fikrinden arınmış olarak ortaya atıldı. Onun gayesi, çevresinin ahlakını, dinini ve toplumsal hayatını iyileştirmekti. Tarihi açıdan da incelendiği zaman görülüyor ki, Muhammed birdenbire “ALLAH’ın Resulüyüm” diyerek ortaya çıkmamıştır. Vahiy ve ilham fikri Muhammed’den evvel de Araplarca biliniyordu. Bütün ilkel kavimler gibi, Araplar da şairlerin, akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı. Bu kuvvetler Araplar için cinlerdi. Bu tür inançlar Arabistan’da her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahi cinlerin varlığına samimi olarak inanıyordu. Araplar şairleri kâhin gibi kabul ederlerdi. O dinlerde cin ve melek anlayışı vardı. Muhammed’in Musa, İsa dinlerine dair öğrendikleri de kendisinde bu anlayışı kuvvetlendirmiştir. Muhammed de diğer peygamberler gibi kendisine ilham eden kuvvetin insanları kandıran bir kuvvet olmayıp onları hayra ve mutluluğa götüren ilahi bir kuvvet olduğuna samimi olarak inandı.”
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Vahiy ve ilham fikri Muhammed’den evvel de Araplarca biliniyordu. Bütün ilkel kavimler gibi, Araplar da şairlerin, akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı.”

Mustafa Kemal Paşa Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e şair diyor! Mason Mustafa Kemal Paşa ALLAH’ın en sevgili kuluna şair diyor, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in peygamberliğini inkâr ediyor!

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzündeki düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Maide Suresi, 33. ayet]

“Muhammed de diğer peygamberler gibi kendisine ilham eden kuvvetin insanları kandıran bir kuvvet olmayıp onları hayra ve mutluluğa götüren ilahi bir kuvvet olduğuna samimi olarak inandı.”

Mustafa Kemal Paşa bütün peygamberlerin, insanları kandırdığını söylüyor! ALLAH’ın olmadığını iddia ediyor! ALLAH’ı inkâr ediyor!

“Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok rivayet vardır. Bunlar pek çok efsaneyle karışmıştır. Gerçekte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhammed uzun bir devirdeki düşünürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre bildiriyordu. Bununla beraber kendisini harekete geçiren kuvvetin tabiatın üstünde bir varlık olduğuna samimi şekilde inanıyordu. Muhammed’i harekete geçiren ilk etken bu samimi heyecanlar olmuştur. Muhammed başlangıçta doğaçtan dini hitabette bulunan bir vaiz oldu. Muhammed vaizlikten nebiliğe, nebilikten nihayet ALLAH’ın Resulü haline geçti.”
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok rivayet vardır. Bunlar pek çok efsaneyle karışmıştır. Gerçekte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir.”

Mason Mustafa Kemal’e göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok rivayet varmış. Bunlar pek çok efsaneyle karışmış! İlk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kesin olarak bilinmemekteymiş.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimize indirilen ilk ayetler şunlardır:
Bismillahirrahmanirrahiym. Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini öğretti. Sadakallahül-Azıym.
[Alak Suresi, 1-2-3-4-5. ayetler]

“Muhammed başlangıçta doğaçtan dini hitabette bulunan bir vaiz oldu. Muhammed vaizlikten nebiliğe, nebilikten nihayet ALLAH’ın Resulü haline geçti.” Mason Mustafa Kemal Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in peygamberliğini inkâr ettiği yetmiyormuş gibi, kainâtın yaratılış sebebi olan Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in kademeli olarak peygamber olduğunu iddia ediyor!

“Kuran düzenlenmesinde yalnız surelerin uzunluğu ve kısalığı göz önünde tutularak uzun sureler baş tarafa, kısa sureler en sonuna konmuştur. Birinci devreye ait ayetler hissi ve edebidir. Medine’de söylenen ayetler ise içerik itibariyle daha ciddi olmakla beraber edebiyat açısından Mekke devri ayetlerinden aşağıdır.”
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Birinci devreye ait ayetler hissi ve edebidir.” Ayetler edebiymiş.

“Medine’de söylenen ayetler ise içerik itibariyle daha ciddi olmakla beraber edebiyat açısından Mekke devri ayetlerinden aşağıdır.” Mason Mustafa Kemal’e göre edebiyat açısından Medine ayetleri Mekke ayetlerinden daha aşağıdaymış.

“Muhammed’in belli başlı seferleri” başlığı ile verilen bölümde de Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz adeta eşkıya gibi anlatılıyor. “Muhammed Medine’ye yerleştikten ve az çok örgütlendikten sonra Mekke ile Suriye arasında gelip giden tüccar kervanlarına saldırılara başlamıştı. Suriye’ye ticaret için gitmiş bir kervan hepsi Kureyş kabilesine mensup 70 kadar süvariyle Mekke’ye dönüyordu. Muhammed bunu haber aldı. Kervanın yanında ne kadar servet olduğunu ve kuvvetlerinin azlığını da öğrenmişti. Muhammed Müslümanları topladı. Onlara durumu anlattı ve bu kervanı vurmak üzere Medine’den hareket edildi.”
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

Mason Mustafa Kemal Paşa Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e eşkıya diyor!

“Muhammed 40 yaşına geldiği zaman vatandaşlarını kendisinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı. Muhammed, Mekkelileri 12 yıl, sürekli bu dine davet etmişse de, bu müddet içinde, ancak 150 kadar adama İslamiyet’i kabul ettirebilmiştir. Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir. Muhammed yaşadığı dönemin şartlarına göre kurallar koyan bir müçtehittir.”
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.”

Mason Mustafa Kemal Paşa’ya göre ALLAH’ın hükümlerini içeren, kutsal kitabımız Kuran, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in kendi koyduğu kuralları içeren kitaptır.

“Muhammed yaşadığı dönemin şartlarına göre kurallar koyan bir müçtehittir.” Mason Mustafa Kemal Paşa’ya göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, yaşadığı dönemin şartlarına göre hükümler veren bir müçtehitmiş. Mason Mustafa Kemal’e göre Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ALLAH’ın Resulü ve peygamberi değil, kendi zamanının şartlarına göre hüküm veren bir müçtehitmiş.

“Yaşadığı dönemin şartlarına göre kurallar koyan bir müçtehittir.”

Mason Mustafa Kemal Paşa, Saltanatı kaldırdı, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıktı, hilafeti kaldırdı, her konuda kanun koydu. Dini hükümleri hiçe sayarak Müslüman bir toplumun bütün hayatını değiştirdi. Kendi zamanının bütün kanunlarını değiştiren, dini hükümleri hiçe sayan, zamanın şartlarına göre her şeyi değiştiren kim? Mason Mustafa Kemal!

Kendini peygamber ilan eden Mason Mustafa Kemal!

Aynı tarih kitaplarında, “ALLAH ifadesinin, tehlikeli hayvanlara duyulan korkudan, helal haram gibi dini emirlerinde, insanların uydurması olarak ortaya çıktığı yazılıyor.”
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]

“ALLAH ifadesinin, tehlikeli hayvanlara duyulan korkudan, helal haram gibi dini emirlerinde, insanların uydurması olarak ortaya çıktığı yazılıyor.”

Mason Mustafa Kemal’e göre “ALLAH” yok. Mason Mustafa Kermal’e göre hayvanlara duyulan korkudan dolayı “ALLAH” ifadesi ortaya çıkmış.

Ömründe bir kere namaz kılmayan, içki içen, seven, sevilen, yürekler yakan, evlenen, boşanan Mustafa Kemal, insan Atatürk’tür. Olimpos Dağı’nda, pardon Çankaya’da oturan bir tanrı değil, sabaha karşı üst kattan eşinin “Çok içtin Kemal, yat artık” diye seslendiği bir kâfir Türkiye’nin lideridir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan döneminde bu konuların tekrar yazıldığı ve geçtiğimiz yıllarda, Kaynak Yayınları tarafından da basılan kitapların 2. cildinde “İslam Tarihi” başlığı ile verilen bölümde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’den “Muhammed” diye söz ediliyor. Ve “İslam dinini kendisinin icat ettiği, 12 yıl boyunca ancak 150 kadar kişiye İslam’ı kabul ettirdiği, Arapların İslamiyet’ten önce putlara taptığı” öne sürülüyor.

Cumhuriyetin ilanından sonra kurduğu istiklal mahkemelerinde “Dini kendi emellerine alet eden âlimler” dedirterek ülke içindeki âlimleri, sorgusuz sualsiz, yargılamadan astıran kim? MASON MUSTAFA KEMAL!
Şapka giymediği için İskilipli Muhammed Atıf Hoca’yı astıran kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

Kurtuluş Savaşı’nda ölümü göze alarak savaşan Kazım Karabekir’i, Ali Fuat Cebesoy’u, Rauf Orbay’ı, Refet Bele‘yi ve Adnan Adıvar’ı; sırf kendisine muhalif oldukları için idam cezasıyla yargılattıran kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

Birinci Dünya Savaşı’nda talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katılan, gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösteren; Mustafa Kemal’in bizzat Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddeden; Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadı halde, hatta “Siz müslüman Türk askerine silah mı çekeceksiniz, derhal bu kararınızdan vazgeçiniz” demiş olmasına rağmen; Mustafa Kemal’in lisanıyla yazdırttığı kitaplarda cumhuriyet düşmanı olarak adlandırılan geçen asrın müçtehidi Bediüüzzaman Said Nursi’yi, kendini peygamber ilan eden Mustafa Kemal’in tekliflerini geri çevirdiği için; Mustafa Kemal emriyle Van’da inzivaya çekilmiş olduğu yerden aldırarak Burdur’a, oradan da Isparta’nın Barla ilçesine sürgüne gönderen, türlü işkenceler yaptıran kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

MASON MUSTAFA KEMAL GELDi ,NE YAPTI?
Şeriatı kaldırdı. Yerine küfrün, kâfirin kanunlarını getirdi. Şeriatın gelmemesi ve getirdiği kanunların yaşaması için ne yaptı? Mahkemeler kurdu, istiklal mahkemeleri, örfi idare mahkemeleri, olağanüstü mahkemeler. Darağaçlarını da sıraladı. Ankara’dan Konya’ya kadar darağaçları sıralandı. Kimler asılacak? Başta kuvvetli ve cesaretli hocalar. Kimler asılacak? Dinine bağlı olan Müslümanlar! Kim bunları yargılayacak? İşte şeriatı kaldırıp, yerine küfrün kanunlarını getirenler. Ne yapacak? Mahkemeler kuracak, eline kendisinin yaptığı kanunları verecek ve diyecek ki: “kimi gözün tutuyorsa, kimden tehlike seziyorsan; kimin şeriatı savunacağını, inkılaplara karşı çıkacağından endişe duyuyorsan onların gözünün yaşına bakmayacaksın.” Meclis dosyalarını inceleyin. Ne diyor adam? Dediler ki “1000 kişi asıldı.” Tek bir cellat “sadece benim elimden binlerce adam geçti” diyor. “1000’de 1000 değil. Binlerce kişiyi sadece ben astım!” diyor. Tarih bunları kaydediyor. Bunların hepsinin hesabı sorulacak. Geliyor, adamın hiç haberi yok. Gecenin bir vaktinde; evinden adamı alıyorlar, sorgusuz sualsiz ipe çekiyorlar. Konyalılar bilir. Sorgusuz sualsiz. Adamlar sabah bakıyorlar ki iplerde sallanıyor. GAYE NE? Yarın bunlar şeriata sahip çıkmasınlar; şeriattan söz etmesinler. Yapılacak inkılâplara karşı çıkmasınlar. Böyle bir terör, böyle bir devlet terörü havasını meydana getiriyorlar. Kim yaptı bunları? MASON MUSTAFA KEMAL! Kim uyguladı bunları? SAĞIR İSMET! Kör yaptı bunları! Kör Mustafa Kemal yaptı! Sağır İsmet’de uyguladı!

Takrid-i Sûkun diye bir kanun çıkardılar! Takrid-i Sûkun. Yani kargaşalığı önleme kanunu! Sukunet temin etmek için kanun çıkardılar. Verdiler o kanunları Kel Ali gibilerinin eline. Kendi zihniyetinde olan, uşaklık yapan adamların eline verdiler. Cesareti yerinde, metaneti yerinde olan Müslümanları ve özellikler hocaları bir bir darağaçlarına çektiler.

Putlara yeniden ALLAH’tan başka ilah edinilerek tapılmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 281]

Dinin Türkçeleştirilmesi.
1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle 9 hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda “ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi” çalışmalarına başlamıştır. 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camisi’nde okunmuştur. 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı, ezanın Türkçe okunmasına karar vermiştir. 4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kesin ve şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir bildiri gönderilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa Arapça kitapları ve Kuran’ın okunamaması için dili değiştiriyor! Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle 9 hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda “ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi” çalışmalarına başlıyor.

Mason Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle toplanan 9 hafızın içlerinde halifenin korunması için Hindistan’dan gönderilen yardım paralarının bulunduğu hesaptan kendisine büyük meblağlar ödenen Hafız Yaşar da var!

Türkiye İş Bankası’nın kurucusu Celal Bayar, Mayıs 1982’de çıkan İş Dergisi’ne verdiği açıklama da, “Biz bismillah dedik, işe koyulduk. Mustafa Kemal Paşa ‘Git Osmanlı Bankası’ndan 250 bin lirayı al, bu işe başla’ dedi.” Şeklinde anlatmıştır Türkiye İş Bankası’nın kuruluş hikâyesini. Burada sorulması gereken soru, “iyi de Osmanlı Bankası’ndaki o 250 bin lira nereden gelmişti?’den başkası olursa tarih ofsayttan başını kurtaramaz! Nitekim Celal Bayar aynı konuşmasında bu paranın kökeni hakkında yöneltilen soruya kaçamak cevap vermekte ve “Böyle bir şeyi araştırmaya lüzum görmediğini” söylemektedir.

Osmanlı Bankası’ndaki 4 no’lu hesabın dökümünde Makbule Hanım, Hafız Yaşar ve İsmet İnönü’ye büyük meblağlar ödendiği görülmektedir.

Gelelim Türkçe ezanın metnine;
tanrı uludur, tanrı uludur,
şüphesiz bilirim, bildiririm
tanrıdan başka yoktur tapacak
şüphesiz bilirim bildiririm
tanrının elçisidir Muhammed.
haydin namaza, haydin namaza
haydin felaha, haydin felaha
tanrı uludur, tanrı uludur
tanrı’dan başka yoktur tapacak.

ALLAHU EKBER! ALLAH EN BÜYÜKTÜR! ALLAH HER ŞEYDEN BÜYÜKTÜR! Demektir!
MASON Mustafa Kemal’in, Halife’nin korunması için Hindistan’dan gönderilen yardım paralarıyla tuttuğu hafızların Mustafa Kemal’in lisanına çevirdiklerinde, “tanrı uludur” oluyor!

EŞHEDU ENLA İLAHE İLLALLAH! BEN ŞAHİTLİK EDERİM Kİ ALLAH’TAN BAŞKA İLAH YOKTUR! Demektir!
MASON Mustafa Kemal’in, Halife’nin korunması için Hindistan’dan gönderilen yardım paralarıyla tuttuğu hafızların Mustafa Kemal’in lisanına çevirdiklerinde, “tanrıdan başka yoktur tapacak.” Oluyor!

Müslümanlara ALLAH yoktur dedirtemeyen, “tanrı uludur” dedirttiren Mason Mustafa Kemal!
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

“Tanrı uludur, tanrı uludur.” Bu ülkede ‘’Ulu’’ sıfatıyla anılan kaç insan var. Ulu Önder Mustafa Kemal! Ulu Önder Atatürk!

Kendini “tanrı” ilan eden Mustafa Kemal!

ALLAH’ın kelamını, ALLAH’ın ezanını kendisi için, kendi için söylettiren Mason Mustafa Kemal! Kendini tanrı ilan eden Firavun Mustafa Kemal!

Putlara yeniden ALLAH’tan başka ilah edinilerek tapılmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 281]

1935 yılından itibaren Kuran okumayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi yasaklattıran, buna uymayanları da hapse attıran kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

Bir nesli Kuran’dan habersiz yetiştiren kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

Jandarmalara, Arapça Kuran okuyanlara köyün meydanlarında işkence ettiren kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

18 yıl boyunca bu halka Türkçe ibadet yapmadıkları için işkence yapılmasına, zulüm yapılmasına sebep olan kim? MASON MUSTAFA KEMAL!

Araştırmacı yazar Aydın Ayhan, “Çanakkale… Ah Çanakkale…” isimli eserinde şunları anlatıyor;

Balıkesir İvrindi’nin Mallıca Köyü’nden, 104 yaşında vefat eden Azman Dede Çanakkale Savaşı’na katılmış gazilerimizdendi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona “Azman” demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da “Azman” soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu. Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca Köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerin biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sorduklarımı cevapladı. Söz Çanakkale’ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:

“Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı, siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta 3-4 asker vardı ki, hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı ‘Yavrum siz kimsiniz?’ diye sordu. İçlerinden biri ‘Galatasaray Mekteb-i Sultanisi öğrencileriyiz. Vatan için ölmeye geldik!’ diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. ‘Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!’ diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor, bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara Yüzbaşı ‘Azman yandık!’ diye siperin köşesini işaret etti. O şarkıyı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz ‘Annem beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı. Sancağı teslim etti, ALLAH’a ısmarladı. Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana. Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana.’ marşını söylemeye başladı! Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha! Marş bitiyor, yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz! Gözleri çakmak çakmak! Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden Yüzbaşı ‘hücum!’ diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an! Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor! Hiç gitmiyor! İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!”

Azman Dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa hepsi ağlıyordu. Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; “Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını ilk defa bugün anlattı” dedi.

Ulaaaaaannnn! Çanakkale’de ölen 253 bin ecdadımız, Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılan savaşta şehit olanların sayısı bile belli olmayan ecdadımız; Mason Mustafa Kemal islamı Türkiye’den silsin, Türkiye’yi kerhaneye çevirsin, hayattan intikam alsın, kendini peygamber ilan etsin, kendini tanrı etsin diye mi öldü ulaaaannnnnnn?

Yatacak bir karış yeri olmayan Mason Mustafa Kemal! Bundan 72 yıl önce, zamanın Başbakanı Celal Bayar’ın “Namaz esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekinmektedir, namazı kılınmazsa olmaz mı?” dediği, namazının Dolmabahçe Sarayı’nda kılındığı, “tanrı uludur, tanrı uludur” söylemleriyle okunan ezandan sonra; vasiyeti üzerine Kocatepe Şehitler mezarlığına gömülmek üzere götürülen; üzerine her toprak atılışında toprağı geri atan; toprağın kabul etmediği KÂFİR MUSTAFA KEMAL! Gafil halkın gözleri önünde toprağın kabul etmediği KÂFİR MUSTAFA KEMAL! Toprağın kabul etmemesi üzerine Firavunların piramitleri misali; anıtkabir yaptırılan ve her geçen gün mozolesinin altındaki toprağın çöktüğü KÂFİR MUSTAFA KEMAL! Her yıl mozolesinin altına, Kemalist putperestler tarafından beton attırılan, buna rağmen her geçen gün mozolesinin altı göçen KÂFİR MUSTAFA KEMAL!

Kemalist Putperestler Mısır Firavunlarının piramitlerine giden yollarda bulunan aslan heykellerinden Anıtkabir yoluna koymuşlardır!

İslam’da bütün kitaplar “Bismillahirrahmanirrahiym” [Rahman ve Rahim olan ALLAH’ın adıyla] başlar. Türkiye’deki bütün ders kitaplarının, Kemalist putperestler ülkesindeki ders kitaplarının hepsi Mason Mustafa Kemal’in gençliğe hitabesiyle başlıyor!

Hamam olan okullar istiklal marşıyla açılıyor, istiklal marşıyla kapatılıyor. İstiklal Marş? Meclis’te defalarca okunarak, alkışlarla kabul edilen istiklal marşı? Böyle anlatırlar değil mi biz sözde Müslüman kâfirlere! Gerçekte, içinde dini konular işlediği için, Mason Mustafa Kemal tarafından tepki aldığı ve ilk başta kabul edilmediğini anlatmazlar bizlere. Bilen bir kaç kişide, “kanla alakalı konular olduğu için kabul edilmedi” der. Mehmet Akif Ersoy’un Türkiye’yi terk etmek üzere limana gittiği sırada jandarmalar tarafından tutuklandığını ve ardından istiklal marşının kabul edildiğini anlatmazlar! Mason Mustafa Kemal’in Mehmet Akif Ersoy’u Mısır’a sürdüğünü anlatmazlar bizlere. Yeni Türk alfabesinin kabulüyle; Mustafa Kemal’in Mehmet Akif Ersoy’a Kuran’ı Türkçe’ye çevirmesini emrettiğini anlatmazlar! Türkiye’de âlimlerin asılmalarından habersiz olan Mehmet Akif’in, Kuran’ı Türkçe’ye çevirmeye başladıktan sonra, âlimlerin asıldığını öğrenince, ülkede Arapça Kuran’ın kaldırılmasından korktuğu için; yaptığı çevirileri yaktığını anlatmazlar biz kâfirlere! Mason Mustafa Kemal’in emrine karşı geldiği için, Mason Mustafa Kemal’in istediğini yapmadığı için Mehmet Akif Ersoy’un vatan haini ilan edildiğini anlatmazlar bizlere.

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatu Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir kabir, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: ”Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik kabir, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir”
[Ahmed bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilen’e küfretmek, yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek! ALLAH’ın kitabına, kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek.
Bizim ders kitaplarımızın ilk sayfalarında Mason Mustafa Kemal Paşa’nın resimleri var değil mi? Kuran’a, İslam’a küfretmek için koyulan; kendini peygamber, kendini tanrı ilan eden Mustafa Kemal’in resimleri var değil mi?

Avrupa Birliği uyum yasalarında; Mustafa Kemal’in resimlerinin devlet dairelerinden kaldırılması isteniyor değil mi? Kuran’a küfretmek için astığımız resimlerin kaldırılması isteniyor ve sözde Müslüman kâfirler de ayağa kalkıyor!

Türkiye’nin her yeri Mason Mustafa Kemal’in heykelleriyle, büstleriyle dolu! Türkiye’nin her yeri Kuran’a küfretmek için yaptırılan heykellerle dolu! Bütün okullarda Mason Mustafa Kemal’in büstü var!

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’na 12 Eylül cuntası sonrası “Mustafa Kemal’i anma” adı eklendi. 19 Mayıs “Mustafa Kemal’i anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nda spor gösterileri yapılır!

Bunlar spor gösterileri falan değildir. Bunlar stadyum ayinleridir. Ünlü Alman ve Nazi Bayan Yönetmen Leni Riefensthal’ın kemikleri sızlasın! Otuzlu yıllarda bunlardan film yapardı.

Kızlar çember ve şeritlerle, oğlanlar sopalarla birtakım, bir örnek hareketler yaparlar. Piramit de kurulacak, piramidin en üstündeki kişi göğsünden bayrak da çıkarır. Yanaşık düzen yürünecek, “hiza-mesafe” alınacak, kapı kanadı gibi dönülecek, uygun adım gidilecek. Uygun adım marş. Sol!

Her şeye sol’la başlayan sözde Müslüman kâfir putperest kemalistler. Solcularla dolu sözde Müslüman kâfir memleketim! Omanlıca’da, Farsça’da, Arapça’da Solcu “amel defteri sol eline verilenlere” denir. Solcu cehennemliklere denir!

Bugün Küba, Kuzey Kore ve Türkiye dışında, hiçbir ülkede böyle birtakım gösteriler yok.

Elbette saçının bir tutamının görülmesi bile zina olduğu halde “katılımcı kızların kısa etek boyları” üzerine tartışmalar da yok!

Bu tür gösteriler, Faşist ve Kominist ülkelerde vardı. Yani Mussolini İtalyası, Hitler Almanyası, Stalin Rusyası’nda vardı! Türkiye onlardan aldı! Kemalist putperestler 19 Mayıs’ta cumhuriyet ayinleri yapıyorlar!

Mussolini bunları tahta tüfekle yaptırırdı, Türkiye’deki Kemalist köpekler sopa kullanıyor.

İtalyan gençleri bir de “eia, eia, eia’’diye bağırırlardı, Latince “yaşasın” gibilerden bir laftır. Alman çocuklarını da “sieg heil” diye bağırtıyorlardı, “zafere selam” gibilerden bir laf. Türkiye o kadar ileri gitmedi, “varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedirttik bıraktık. Fakat bu gösterileri de aldık ve bir türlü bıraktırmadılar. Tıpkı, Mussolini’nin “figlio della lupa”, yani “dişi kurdun oğlu” örgütünü birebir kopya edip bir de “yavru kurt örgütü” kurduğumuz gibi! Beyin yıkama liseye bırakılmıyor, daha ilkokulda devreye sokuyorlar. İlkokuldan itibaren beyin yıkamaya başlıyorlar. Tanrı misali anlatıyorlar Mason Mustafa Kemal’i!

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır! 23 Nisan İngilizlerin ulusal günüdür! Mason Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmak için İngilizlerin ulusal gününü seçmiş. İngilizlerin emriyle Anadolu’ya giden Mason Mustafa Kemal İngilizlerin Ulusal gününde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmıştır!

Bir de Mason Mustafa Kemal’in çocukların ilkokullarda okutulması için hazırladığı “andımız” var tabi ki!
“Ey büyük atatürk, açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.” Dedirtirler!

Ant içmek! İlkokul sıralarındaki bütün öğrencilere, bizlere; şimdiki çocuklarımıza, kardeşlerimize, yeğenlerimize, bütün çocuklara; her gün Mason Mustafa Kemal’in yolunda ilerlemek için; Mustafa Kemale tapmak için; ALLAHn’ın ismi anılarak söz verdirtiyorlar, yemin ettiriyorlar.

“Ne mutlu türküm diyene!” diye biten Türkiye’nin andı!

Ne mutlu Türküm diyene! Ne mutlu Mason Mustafa Kemal’im diyene! Ne mutlu Kemalist bizlere! Ne mutlu biz putperestlere! Ne mutlu biz cehemnemliklere! Ne mutlu cehennemlik bizlere!

Bismillahirahmanirrahiym. Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehennem odunlarısınız. Sadakallahül-Azıym.
[Enbiya Suresi, 98.ayet]

“Sen bizim cehenneme gideceğimizi ne biliyorsun be? Saçma sapan konuşma.” derler ya!

Bismillahirahmanirrahiym. Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanlıyorsunuz. Sadakallahül-Azıym.
[Enam Suresi, 57. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Öyle ya, teslimiyet gösterenleri, günahkârlarla bir tutar mıyız hiç? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa size ait bir kitap var da, (bu sapıklıkları) ondan mı okuyorsunuz? Sadakallahül-Azıym.
[Kalem Suresi, 35, 36, 37. ayetler]

Türkiye’de askeriye, Mustafa Kemal’le yatıyor, Mustafa Kemal’le kalkıyor! Cami bulunan askeriyelerde, İstiklal Marşı’yla aynı zamana denk geldi diye, ezan okutulması yasaklanıyor! Mustafa Kemal’e tapan putperestlerin yönettiği Askeriye’de ezan yasaklanıyor!

Askeriye’de ALLAH’a hamdolsun dedirttirmezler değil mi? “Tanrımıza hamdolsun, milletimiz var olsun.” dedirtirler.
Türkiye’yi kuran Mason Mustafa Kemal’e hamdolsun dedirttiriyorlar! Birde derler ya, “tanrı askerde kullanılıyor, peygamber zamanında bile vardı” diye. Tanrı kelimesi Hıristiyanlardan dilimize girmiştir. Yani Mason Mustafa Kemal tarafından dilimize sokulmuştur!

Askeriye de, asker emeklisi solcuların kurduğu ETİ firmasının ürünlerinden başka ürün sattırmazlar! İçine domuz yağı ve katkıları katılan ETİ ürünlerinden başkasını sattırmazlar! Domuz eti ve katkılı bir şey yiyen, dinden çıkar, kâfir olur! Ama Türkiye’de ölen askerleri şehit olarak anlatırlar değil mi?

Çevik Bir’in Kuran’ı ayaklarının altına alıp, çiğnediği daha sonra Gölcük Askeri Gazinosu’nda çıplak dansöz oynattırıp, içkiler içirttiği gece ölenleri bile şehit dediler değil mi biz sözde Müslüman kâfirlere?

Gölcük Depremi’nde, Kuran’a küfretmek pahasına izlenen televizyonların bulunduğu evlerde hayatını kaybedenlerin bile şehit olduğunu söylediler bizlere! Demokrasi şehitleri, basın şehitleri var bir de Kemalist putperestlerin!

ALLAH’ın dini hâkim olsun diye ölen Müslümanlara şehit denir! Dini bozmaya ya da dinin bozulması için çaba sarf edenlere bile şehit diyorlar Türkiye’de!

Türkiye’deki Askeriyeye göre; Mason Mustafa Kemal’e tapan putperestlere göre; Mustafa Kemal’in dilini konuşan bizlere göre her şeyin anlamı farklı değil mi?

Domuz katkılı ETİ ürünleri yediriliyor askerlere, kendi istekleri yerine getirttiriliyor. İşkence şeklinde eğitimler veriliyor. Dikenli tellerin altından süründürülüyor, gerçek mermiyle ateş ediliyor. Başını kaldıran asker “öldü!” Ne oldu? Eğitim zayiatı, şehit oldu.

Domuz katkılı ETi ürünleri yedirilen askerler; kâfir olan, dinden çıkan askerler şehit oldu diye yutturuyorlar bizlere!

Kendi işlerine gelmeyen ya da düşünceleri istedikleri gibi olmayan askerleri öldürüyor askeriye, tutanaklara şehit olarak geçiyor.

Askeriye de gerçek adı “Coke” olan ve tersten okunulduğunda “Muhammed yok, Mekke yok”; hat sanatıyla okunduğunda “Muhammed ve Mekke yok olsun” anlamını taşıyan “Coca Cola” satılır sadece. “Coke” sadece Müslüman ülkelerde “Coca Cola” ismiyle satılıyor. Diğer ülkelerde “Coke” adıyla satılıyor. Müslüman olduğunu iddia eden kâfirler; sadece Müslüman ülkelerde dinle alay etmek için, Masonların “Coca Cola” ismiyle sattıklarını alıyoruz! Bir de Coca Cola’nın başına Türk İşadamını geçirmişler. Bütün geliri İsrail Ordusu’na aktarılıyor artık. Türkiye’nin askeriyesi bile, İsrail’in ordusunu kalkındırmaya çalışıyor.
bııııııııııııııııırrrrrrrrrrrrrrrrrrrr gibi Coca Cola için, cehennemdeki irinleri şimdiden midenize doldurun!

Ülker bir Yahudi şirketidir bilir misiniz? Ülker ailesinin en büyüğü İslam Efendi, Kırım göçmeniydi. Kırım'da, Kırımçak ve Karay Yahudileri vardı. Bunlar ticarette başarılıydılar. Kırım göçmeni İslam Efendi, 1934'de Soyadı Kanunu çıkınca "Berksan" soyadını almıştı. Berg Almanca kökenliydi. Rosenberg'ler gibi daha çok Yahudiliğe işaret ediyordu. Türkçe'ye ise "berk" olarak geçmişti. Aşkenazi Yahudilerinin dili olan “Yidiş” bir sözcük olarak Yahudilerde en çok taşınan soyadlarından birisiydi. Ancak 1953 yılında İslam Efendi'nin oğlu Sabri; nedense "Berksan" soyadını bırakıp, "Ülker" soyadını almıştı. Türkçe Sözlük'e göre, "Ülker", Boğa burcunda 7 yıldızdan oluşan takımın adıydı ve Tevrat'ın Eyüp Babı'nda geçiyordu." Ülker Grubu'nun İstişare Konseyi üyeleri de ilginçtir.
Mesela; "Yahudilerin Osmanlı'ya gelişlerinin 500. Yılı anısına kurulan "500. Yıl Vakfı" nın kurucusu Alev Coşkun ile Yahudi cemaati eski başkanı Rıfat Hassan, Ülker İstişare Konseyi üyesiydi." Yukarıda okuduğunuz satırların yazarı Soner Yalçın'dır. Kitabı yayınlandıktan sonra Soner Yalçın'a ait olan "odatv" sitesinde Ülker'in yağlı reklamları yayınlanmaya başlamış ve Soner Yalçın hemen susmuştur.

Bu konuda daha fazla bilgiye "BiZ BUNA ÇOK ŞAŞIRDIK" başlığı altında buradan ulaşabilirsiniz:
milligazete.com.tr/makale/esrarengiz-ziyaretci-157065.htm

(Eski) Ülker Grubu İstişare Konseyi üyelerinin isimleri:
-Yahudilerin Osmanlı'ya gelişlerinin 500. yılında kurulan "500. Yıl Vakfı" kurucusu, Turizm ve Tanıtma eski bakanlarından CHP İzmir milletvekili Alev Coşkun!
-Yahudi cemaati eski başkanı, Akmerkez'in ortaklarından Rifat Hassan.
-Bu kitapta bahsi geçen Rona Yırcalı.
- 27 Mayıs Anayasası'nın "teorisyeni" Prof. Hüseyin Nail Kubalı'nın Talaş Amerikan Koleji mezunu oğlu, Danimarka fahrî konsolosu Ali Nail Kubalı.
- 12 Eylül'ün Dışişleri bakanı, Emekli Büyükelçi İlter Türkmen.
- Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde başdanışmanlığını yapan Emekli Korgeneral Turhan Özer.
Bu bilgilerin gerçekliğini ise buradan kontrol edebilirsiniz:
arsiv.sabah.com.tr/2005/12/09/eko111.html


Türkiye’de ortaokul ve liseler de yapılan astsubaylık sınavlarına gelelim.
Askeri okullar ve astsubaylık sınavları yaptırılıyor! Adayların topuklarına bakılır. Çünkü hayatında bir kere bile namaz kılan bir insanın topuğunda iz olur. Topuğunda iz varsa; yani namaz kıldıysa sınavlardan elenir! Kondisyon sınavlarını, mülakatları geçen adaylara sorulan son soru şudur;
“Fırtınalı bir gemide, batmak üzere olan bir gemidesin. Geminin bir tarafında Mustafa Kemal, bir tarafında Hz. Muhammed var. Hangisini kurtarırsın?”
Astsubay olmak isteyen dinden çıkmak zorunda yani, Mustafa Kemal’e tapmak zorundadır. Askeriyenin istediği cevap şu: “Ben Mustafa Kemal’i kurtarırım, Hz.Muhammed’i de ALLAH’ı kurtarır”

Kendini tanrı ilan eden Mustafa Kemal’in, putperest köpekleri böyle alıyor astsubayları askere!

Bir de “ALLAH bu olanlara niye izin veriyor? Olsa vermezdi?” diye gafil gafil düşünenlerimiz çıkar içimizden.

ALLAH hükümlerini bildirmiş, emir ve yasaklarını bildirmiş; uyanları cennete, uymayanları cehenneme atacağını buyurmuş; din yolunda, kendi yolunda hizmet edenlere yardım edeceğini bildirmiş. Ama bizler, dini bozanlara, dini hiçe sayanlara, Kuran’a, Aleyhisselatu Vesselam’a, ALLAH’a küfredenlere boyun eğiyoruz değil mi?

Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan’a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur. Kalan 330 Osmanlı Askeri Hindistan’a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar. Muhimmat açışından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadar esir alınır. Diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, esir 2 Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar. Bir süre sonra, adı Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah olan baba mesleği dondurmacılığa başlar. Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar. 1918’de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim 2 Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar. “Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya Devleti Osmanlı’ya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya Devleti’ne savaş açalım” derler. Alırlar kağıdı-kalemi ve yazarlar:
“Sayın Avustralya Başkanı Ekselans Hazretleri,
Biz 2 Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz, duyduk ki devletimiz Osmanlı'ya Avustralya Devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı 2 Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya Devleti'ne savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir Osmanlı savaş fermanıdır!
Ekselansların bilgilerine duyurulur!
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet ve Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah”

2 Osmanlı askeri, Sidney'in 250 km uzağında Karlı Dağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler ve üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basarlar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya Devleti'nin sonunda 2 Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve mektubun atıldığı bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve 2 Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur ve 2 Osmanlı askeri bu Karlı Dağlar da şehit edilir. 2 askerin şu an mezarı Sidney'e 250 km uzakta Karlı Dağlar'dadır. Ancak bu mezarlarda fotoğraf çekmek yasaktır. Avustralyalılar 2 Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize (Hindistan asıllı) diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok. Bu bilgi Hindistan Büyükelçiliğinden elde edilmiştir.

ALLAH hükümlerini bildirmiş, emir ve yasaklarını bildirmiş; uyanları cennete, uymayanları cehenneme atacağını buyurmuş; din yolunda, kendi yolunda hizmet edenlere yardım edeceğini bildirmiş. Ama bizler, dini bozanlara, dini hiçe sayanlara, Kuran’a, Aleyhisselatu Vesselam’a, ALLAH’a küfredenlere boyun eğiyoruz değil mi?

2 Osmanlı askeri başka bir memlekette ellerinde hiçbir şey yokken koca devlete savaş açıyor! Biz sözde Müslüman kâfirlerse, kendi ülkemizde bile kuyruğumuzu bacaklarımızın arasına kıstırıyoruz!

Tabi birde 600 yıllık Osmanlı zamanında bütün Müslümanlar gibi, Osmanlı’yla uyum içinde yaşayan Kürt’ler var. Kürt sorunumuz var. Ama Kürt sorununun nasıl ve neden çıktığını bilmeyiz. Mustafa Kemal zamanında çıkmış sadece. Ama neden?

Mason Mustafa Kemal, emir vermiş. “Birini bu dağ başında, öbürünü şu dağ başında öldürün. Kürtleri nerede görürseniz öldürün!” diye. Nedeni ne peki?

Hayattan intikam almak için, kendi saltanatını kuran, kendini peygamber ilan eden, kendini tanrı ilan eden Mason Mustafa Kemal; üvey babası; Teselya’dan Mora’ya, oradan da Selanik’e gelmiş olan bir göçmen olan Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Bey Kürt olduğu için, bütün Kürtlerin öldürülmesini emrediyor. Mustafa Kemal’in üvey babası Kürt diye, bütün Türkler Kürtlere düşman kesilmiş! Kendini peygamber ilan eden, kendini tanrı ilan eden Mustafa Kemal’in üvey babası Kürt diye, Türkler Kürtlere düşman değil mi?

Sadece bununla da sınırlı değil! Masonların Siyonist emellerine ulaşması için çalışan Mustafa Kemal Türkiye’yi iç savaşa sürükleyecek adımları da atıyor aynı zamanda! Müslümanlar arasında ırkçılığı yaydılar. Neden mi? Alevi, Sünni, Türk, Kürt, Çerkes, Laz, İslamcı, Kominist, Milliyetçi, … vb. hiçbirine tahammülleri yoktu çünkü!

"Irkçılığa davet eden bizden değildir! Irkçılık için çarpışan bizden değildir! Ve ırkçılık uğrunda ölen de bizden değildir.”
[Ebu Davud]

Dersim katliamı şu anki adıyla Tunceli ilinde 1937 yılında meydana gelen geniş bir katliamdır! Dersim de çıkan kışkırtmalar sonucunda çıkan isyanı bastırmak için Türkiye Cumhuriyeti tarafından düzenlenen harekât Dersim Harekâtı'dır. Bazı kesimler tarafından Dersim Soykırımı olarak da anılır. 25 Aralık 1935 tarihli 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı. Buna göre Tunceli iline bir askerî vali atanacaktı. Aynı zamanda dördüncü genel müfettiş sıfatını alan Vali General Abdullah Alpdoğan geniş yönetsel, askeri ve yargısal yetkileri vardı. Ayrıca Alpdoğan'ın çok sert ve otoriter biri olması da isyanı tetikledi. Düzeni sağlamak ve güvenlik açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden başka bir yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi. Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı.

Türkiye’nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen hava harekâtı düzenleyerek Laş Bölgesi’ni yerle bir etti. Çoluk, çocuk herkes o katliamda öldürülmüştür. Dersim İsyanı elebaşı olduğu öne sürülen aşiret reisleri askeri mahkemede yargılandı. Yargılama 15 Kasım 1937'de sona erdi. Ayaklanmanın lideri olarak gösterilen Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda Dersimli’de değişik hapis cezalarına çarptırıldı.

Dersim’de yaşayan halkının büyük çoğunluğu başka illere sürülmüştür. Harekât 1938 yılının sonuna doğru sona ermiştir. Harekât sonucunda 90.000-150.000 arasında sivil öldüğü tahmin ediliyor, 50.000 kişi de başka yerlere sürgün edilmiştir.
Kaynaklar :
# Vet. Dr. M. Nuri Dersimi, Hatıratım, Geliştirilmiş Yeni Basım (İlk baskı: Roja Nû Yayınları, İsveç, 1987), Öz-Ge Yayınları, Ankara, 1992.
# Dr. Nuri Dêrsimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, Eylül 2004, ISBN 975-6876-44-1
# M. Kalman, Belge ve tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nûjen Yayınları, İstanbul, Ekim 1995.
# Munzur Çem, Tanıkların Diliyle Dersim '38, Pêrî Yayınları, İstanbul, Mart 1999, ISBN 975-8248-19-8.
# Celal Yıldız, Dersim Dile Geldi, Tij Yayınları, İstanbul, 2003.
# Dr. Hüseyin Çağlayan:, 38 ra jü pelge, Tij Yayınları, İstanbul, 2004.
# Dr. Hüseyin Çağlayan Belge ve tanıklarıyla DERSİM DİRENİŞÇİLERİ
# Meyer Georges, Trois corps d'armée turcs concentrés dans la région de Dersim, communiqué du Caire, Paris, Le Figaro, 30 août 1938

Türkiye’nin askeriyesi ne yaptı peki?
1980’li yıllarda ortaya çıkan PKK terör örgütünün eylemleri sırasında; Türkiye’nin askeriyesi kendi askerine, Türk askerine, gece operasyonlarında kar maskeleri taktırarak; Kürt köylerinde katliam yaptırdı. Yaşlı, kadın, çoluk-çocuk demeden Kürt köylerini ortadan kaldırdı. Neden? Mustafa Kemal’in üvey babası Kürt olduğu için! Mustafa Kemal “bütün Kürtleri öldürün” dedi diye. Mustafa Kemal’in Masonların Siyonist emellerine ulaşabilmesi için başlattıklarını Kemalist köpekler devam ettiriyor!

Öncelikle Türk milletinin bilmesi gereken PKK’nın Kürtlerle hiçbir alakası yoktur! Abdullah Öcalan Kürt değildir! Abdullah Öcalan’da bir damla Kürt kanı yoktur!
Anası ve babası katliamda yetim kalmış bir Ermeni çocuğudur! Anası bir Türk aile yanında, babası bir Kürt aile yanında büyümüştür. Abdullah Öcalan bir kelime Kürtçe bilmez! Abdullah Öcalan Türk MiT’inde çalışmıştır! Ermeniler Abdullah Öcalan’ı nasıl buldular ve nasıl PKK’yı kurdurdular? Hükümet PKK silah bıraksın isteği sebebiyledir ki, Ermeni açılımı diye bir açılım Kürt açılımının yanına getirmek mecburiyetinde kaldı. Güney Doğu’da PKK militanlarının 3’te 2’si Ermeni delikanlısıdır. Ermeni olduklarının ispatı şudur: “Vuruşmalarda, öldürülen militanların kaçarken arkadaşları, kiminin yüzüne ateş ederler, yüzünü dağıtırlar. Kiminin tenasül organlarına ateş eder, dağıtırlar.” Yüzünü dağıttıkları şunlardır: “Gündüz şehirde esnaftır, vs.dir, gece dağa çıkıyordur. Teşhis edilirse ailesine zarar verilir” diye. Bu hükümetin istihbaratı var, bilmiyor mu bu militanların üçte ikisinin Ermeni olduğunu? Bilmese Azerbaycan’ın bu kadar öfkeye kapıldığı bir mesele de Ermeni sana yaklaşmaz! İstihbaratsız bir devlet olur mu? Üçte ikisi Ermeni’dir, Ermeni vurulduğu zaman tenasül uzvuna ateş ederler kaçarken, sünnetsiz olduğu belli olmasın diye! Bunu Güneydoğu’da görev yapan çok subaya ben söyledim, aynen böyle olduğunu onayladılar. Bunu devlet bilir. Bilmemesine imkân yok. Ayrıca telsiz konuşmalarında, Ermenice konuştukları da kesindir. Bunu da devletin istihbaratı bilir. Abdullah Öcalan yakalanıp geldiği zaman, o gün ki gazeteye bak, “Benim anam Türk’tü” diyor. Hayır! Türk aile yanında büyümüştür. Benim yazıhanem Cağaloğlu’ndayken, Vilayette çalışan polislerden biri dedi ki; “Ben, Cizre de görev yaptım. Abdullah Öcalan’ın anası da babası da her gün imza atıyorlardı. İkisi de Kürtçe bilmiyordu. Orda ben kendileriyle konuştum. Aynen senin dediğin gibi, birisi Kürt aile yanında, birisi Türk aile yanında yetişmiş.”
[Tarihçi Kadir Mısıroğlu]

Mustafa Kemal’e tapan putperestlerin eline ne güzel olanak geçmiş PKK’nın ortaya çıkmasıyla!

Kars’da teröristler tarafından eylem yapmamaları halinde ölümle tehdit edilen halk, toplanarak jandarmaya giderek durumu anlatır. Jandarma komutanı durur, düşünür, gece gündüz halkı sürekli koruyamayacağından, “PKK taraftarı gösteri yapın” der. Halk mecbur gösteriyi yapar. Askeriye de halkın ekinlerini, buğdaylarını yakar. Halkın suçu günahı ne? Üstelik askeriyenin yaktıkları da nimet!

Mason Mustafa Kemal’e tapan putperest köpekler; kar maskeleri takarak namazla alay ettiler değil mi? PKK yaptı dediler. Yapmak istedikleri, zamanını bekledikleri her şeyi yaptılar, suçu yıkacak PKK var nasıl olsa. Teröristlerin çantasından kamera çıkmış. Yanında silah ve jarjörden başka bir şey olmayan teröristlerde kamera ne arıyor? Kimse merak etmiyor!

Apdullah Öcalan’ı asamamalarının sebeplerinden biri de bu! Mason Mustafa Kemal, üvey babası Kürt diye; Kürtlerin öldürülmesini emrediyor! Türkiye’deki halkın askere gönderdiği, domuz yağı katılan ürünlerle beslenilen, domuz yağı kullanılan yemeklerle beslenilen, dinden çıkartılan masum gençler öldürülüyor! İnsanları da “şehit oldu” diye avutuyorlar!

Kürt Açılımı ve İhanet! “Kürt Açılımı”, Türkiye’yi Parçalama Adımıdır: İsrail’in planı, ABD ve AB’nin dayatması, İmralı köşkündeki APO’nun talimatı, BOP eş başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın demokrasi kahramanlığı ve marazlı-kiralık medya’nın alkışlamasıyla başlatılan “Kürt açılımı”, aslında Türkiye’yi parçalama adımıdır! AKP doğrudan sahiplenip taşeronluğunu yapıyor! CHP aslına değil, usulüne itiraz edip dolaylı destek sağlıyor! MHP ise “şiddetle karşı çıkıyor” rolüyle muhtemel milli tepkileri törpülemeye çalışıyor! Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümündeki ABD için bugünkü dünyada en büyük siyasi amaç, Kuzey Irak başta olmak üzere Ortadoğu'da yeni bir harita oluşturulmasıdır. Daha doğrusu Ortadoğu'nun “yeniden-dizayn edilmesiyle”, İsrail'in güvenliğini sağlamak ve Büyük İsrail’e zemin hazırlamaktır. Bu proje Amerikan’ın kuruluşundan beri fiiliyata dökülen ve hiç değişmeyen bir siyaset anlayışının devamıdır. Bu bölge yapılandırılırken 1 Mart tezkeresi ile Türkiye gözden çıkarılmış, ABD için Türkler değil, bölgedeki Kürtler en önemli partner halini almıştır. Kürt açılımı, ABD'nin bastırmasıyla ortaya atılmıştır. Amerika’daki önemli bir “Think-Tank” (düşünce) Kuruluşunun raporun da, 2012'de Musul'un Türkiye'ye bağlanabileceği konuşulmaya başlanmıştır. Hemen arkasından, bu sefer bizzat Barzani'nin yakın çevresinden, “Kerkük'ün Kürt yönetimine katılması, Kuzey Irak Kürtlerinin de Musul Vilayeti ile beraber Türkiye'ye katılması” türünden söylemler dışarıdan Türkiye'ye taşınmıştır. Kuzey Irak'ın (Musul-Kerkük) Türkiye'ye katılması baştan beri Turgut Özal'ın en büyük rüyasıydı. Ancak o zaman Türkiye gerçekten masadaydı ve uluslararası politikada da kısmen ağırlığı vardı. Ne yazık ki, o dönemde askerler buna cesaret edemeyip masadan kalkmış; sonuçta da bugünkü Kuzey Irak Kürt Devleti'nin tohumları atılmıştı. Bugün ise durum çok farklıdır. Bugün Türkiye ile ilgili aklınıza gelebilecek her türlü siyasal kapışma ve ülke içerisindeki çatışmalar , “Uluslararası Güçler”in mücadelesinden dolayı ortaya çıkmaktadır.
Bugün Uluslararası Güçlerce ortaya atılan; “Kuzey Irak ve Musul'un bize katılması” tezi, bazılarınca çok sıcak karşılanmakta ve heyecanlarımızı okşamaktadır. Oysa Musul'un Türkiye'ye katılmasının bir tek anlamı vardır. O da; Lozan'ın ortadan kalkmasıdır. Zaten Lozan Amerika Birleşik Devletleri tarafından hala imzalanmamıştır ve tanınmamıştır. Bu konu neden Türkiye’nin ders kitaplarında hiç yer almamaktadır? Bizim Masonik ve münafık Türk medyası neden bu konuyu hiç tartışmamaktadır? Eğer Türkiye Musul'u alırsa, bir anlamda üniter yapımız değiştirilmiş olacaktır. Böylece; biz Lozan'ın lağvı anlamında, Musul ve Kerkük dâhil Kuzey Irak’ın, Türkiye'ye katılmasına razı olursak, Lozan ortadan kalkmış sayılacağından; belki bir 10 yıl içerisinde bizdeki Kürt bölgelerini de içine alacak şekilde bir parçalanmanın da önü açılacaktır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti'nin Misak-ı Milli sınırlarında herhangi bir değişikliğin yaşanması, Lozan'ın geçersiz sayılması sonucunu doğuracaktır. Lozan geçersiz olursa, ilk etapta bu bir büyüme gibi görünse de, daha sonraki süreçte Türkiye'nin farklı federasyonlara ve sınırlara ayrılmasına, bu konudaki siyasi dayatmalara da fırsat tanınacaktır. Bugün Türkiye'nin bölünmesini engelleyen en önemli şey Lozan'dır. Lozan, Türkiye toprak bütünlüğünün tek teminatıdır ve Amerika dışında, bütün devletlerin, uluslararası platformda “siyaseten mutabakatla” kabul edilmiş bir anlaşmadır. İlk anda bize çok sıcak gelen bu Kuzey Irak “ilhakı”, aslında Türkiye'nin parçalanmasının pratik ve en etkili adımıdır.
[Erhan Göksel]

Başbakan Erdoğan’ın Ekim 2009’da yaptığı ziyareti öncesi Bağdat’a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Irak’ı Entegre olunması gereken büyük bir ortak” olarak gördüklerini vurgulamıştır. Irak Dış işleri Bakanı Hoyşar Zebari de, Irak yönetimi ve Kuzeydeki bölgesel yönetimin terörle mücadele konusunda alınan bütün kararları tatbik edeceğini açıklamıştır. Bu tavır, önce Kuzey Irak’la Türkiye’nin Entegrasyonu’na, ardından Güneydoğu Kürdistanı’yla, Kuzey Irak Kürdistanı’nın birleşip Türkiye’den ayrılmasına giden sürecin bir devamıdır.
Kore Savaşı’nda Ermeni parmağı! Bugün “Kürt açılımına” alkış tutan Ermeni aydınların bu yaklaşımı da kafa karıştırıcıdır. Ermeniler, bilindiği gibi her fırsatta bizi bitirmeye uğraşır.
Star gazetesinde yayımlanan bir haberin başlığı: “Kore’de tercüman ihaneti”. Kore Savaşı sırasında Amerikalıların görev verdiği Ermeni tercümanların, kritik bilgileri saklayarak Türk birliğinin cephede savunmasız kalmasına ve büyük kayıplar vermesine neden olduğu ortaya çıkmıştır. Habere göre, İngilizce sıkıntı çeken Türk subaylarıyla sağlıklı irtibat için, Amerikalılar Türkçe bilen Ermeni tercümanlar tutmuşlardır. Onlarda Türk birliklerini tuzağa çekecek, kasıtlı ve yanıltıcı bilgiler aktarmışlardır. “Kürt Açılımı”nın iç dinamikleri tartışılmaya açılmıştı ama dış boyutu üzerinde neden fazla durulmamıştı? Oysa bu sürecin başlatılmasındaki zamanlama dikkat çekiyordu. Ankara’nın; Ermenistan, Kürt açılımı ve Azınlıkların dini talepleriyle ilgili çalışmaları neredeyse eşzamanlı olarak hızlanıyordu. ABD Başkanı Barack Obama’nın Ankara ziyaretiyle bunlar arasında bir paralellik gözleniyordu. Obama, seçim öncesinde taahhüt ettiği gibi ABD’nin Irak’tan aşamalı biçimde çekileceğini açıklamıştı. Başkan Obama Ankara ziyaretinde TBMM’de bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmada Ankara’ya talimat gibi üç tavsiyesi vardı:
1 - Ermenistan’la sorunları halledin.
2 - Kürt sorununa çözüm üretin.
3 - Heybeliada Ruhban Okulu’na izin verin.
Ankara bu 3 konuyu hemen gündeme taşıdı ve hızla girişimlerde bulundu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün öne aldığı Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme çalışmaları, Heybeliada Ruhban Okulu tartışmaları ve Kürt açılımı gündemin ilk 3 sırasına oturtuldu. Başbakan Tayyip Erdoğan ise yerel seçim öncesinde Güneydoğu’da kullandığı sahte milliyetçi söylemden hızla uzaklaşıp ‘Görüşmem’ dediği DTP Lideri ve PKK temsilcisi Ahmet Türk’le buluştu. Bütün bunların yerli değil, dış destekli projeler olduğu açıktır! Abdullah Öcalan’ın avukatı ve “Asrın Hukuk Bürosu” elemanı Ömer Güneş’in şu önerileri, Başbakan Recep Erdoğan’ın ve AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın projelerinin ilham kaynağı oluyordu:
1- “Hasan Cemal Formülü” gerekliymiş: “İlk adım olarak ellerin tetikten çekilmesi ve İttihatçı mason sabataist Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal’in de dikkat çektiği ‘potansiyel çatışmacıların birbirlerinin karşısına çıkmayacak bir biçimde mevzilenmeleri’ fazlasıyla önem arz etmektedir.” Yani TSK ile PKK iki ayrı devletin silahlı gücü sayılıp, karşılıklı ateşkes sağlanmalı!
2- Öcalan “Birleştiren Fenomen” olabilirmiş: PKK ve Kürtler üzerindeki etkisi zaten objektif olarak Öcalan’ı tartışmaların odağına taşımaktadır. Türkiye toplumunun Öcalan algısı şimdiye kadar “bölen fenomen” olmuştur. Ancak, barışa sunacağı katkıyla birlikte bu algı “birleştiren fenomene” de dönüşebilir.
Koşulları itibariyle çok ağır tecrit koşullarında bulunmasına rağmen, 10 yıldır barışın sağlanmasına dönük çaba içerisinde olmuştur. Dolayısıyla bu çabalar göz ardı edilmeden barışa katkı yapabileceği koşullar kendisine sağlanmalıdır. Yani APO resmen muhatap alınmalı!
3- Kuzey Irak bölgeyi zenginleştirirmiş: Bölgenin, Batı bölgeleriyle eşitsizliğinin giderilmesi için pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. Zaten, Irak Kürdistan bölgesinde ortaya çıkan katma değerin bölge üzerinden Türkiye’ye kanalize edilmesi de bölgeye ekonomik anlamda önemli katkıları olacaktır. Ayrıca, Kürtlerin kendi kimlikleriyle siyaset yapabilmeleri, âdemimerkeziyetçiliğe geçilerek, yerel yönetimlere yetki devirlerinin sağlanması da gerekir.”
[Milliyet / 12 Ağustos 2009, sayfa 16]

Yani Irak’ın ve Kürdistan’ın hamiliğini Türkiye yapmalı, böylece Büyük İsrail, BOP eş başkanı olan Recep Erdoğan’a kurdurulmalı!
ABD “Kürt Açılımı”nın Mimarı mı?
“ABD'nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Baykal'a bir ziyaret yapmıştı... Ama üzerinde pek durulmamıştı. ABD elçisi neden CHP'nin kapısını çalmıştı? Jefferey "ABD'nin görüşlerini aktardım" diye açıklamıştı. Ardından Baykal partisinin grup toplantısında bir konuşma yapmış ve özetle "ABD çekilirken ardında istikrarlı bir Irak bırakmak istiyor." buyurmuşlardı. Aslında bu söz her şeyi anlatmaktaydı.
Sıralarsak;
1-“Kürt meselesi” artık yerel bir konu değildir. Yıllardır “Kuzey Irak” diye bir gerçek vardır ve Irak'taki güvenlik zafiyeti ABD için önemlidir.
2-Türkiye Kuzey Irak'taki PKK varlığı nedeniyle o bölgeye müdahale etmektedir ve ilgilidir.
Bu da bölgedeki istikrarı olumsuz etkilemektedir.
3-Bu nedenle PKK'nın silahı bırakması gerekmektedir.
4-Bu ise bir projeyle ya da açılımla giderilebilir.
5-Ancak Türkiye'nin bu açılımı yapabilmesi için yalnızca hükümetin siyasi ağırlığı yetmemektedir. Buna bir devlet projesi, ya da bir parlamento desteği vermek gerekmektedir. MHP halkın havasını indirme rolündedir. Bu nedenle CHP kilit partidir. Çünkü ancak CHP gelişmenin içine katılırsa, parlamento ağırlığı meydana gelecek ve böylece hükümet daha rahat hareket edecektir. Bu nedenle ABD'nin Irak'taki çıkarı, Türkiye'nin geliştireceği "açılım" ya da "çözüm programıyla” doğrudan ilişkilidir. Evet, bütün bunları alt alta sıralayınca ABD elçisinin Baykal'ı ziyaretindeki amaç ortaya çıkmaktadır.” diyen Fatih Çekirge, Kürt açılımında, yani Türkiye Kürdistan’ının kurulmasında, CHP’nin AKP’ye destek vermesi gerektiğini, zaten bu talimatın ABD büyükelçisince kendisine iletildiğini; Amerika ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarını korumanın kutsal(!) ve kaçınılmaz bir görev gibi görülmesini öğütleyerek, Hürriyet’in Yahudi havariliğini bir kez daha ispatlıyordu!
Kürt Açılımı Neyin Diyeti Olmaktaydı?
Ruhsar Şenoğlu’nun şu saptamaları önemli ve anlamlıydı:
Türkiye 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en şiddetli krizini yaşamaktaydı. 18 milyar dolarlık “kaynağı belirsiz para” olmasaydı, Türkiye’de ne ekonomi kalırdı, ne AKP iktidarı!” Ekonomist ve siyasetçiler konuyla ilgili ayrıntılarda farklı tartışma yürütüyorlar ama yukarıdaki saptamada birleşiyorlardı. Bu, 18 milyar doların 12-13 milyar doları “kaynağı belirsiz” kara paraydı! Bütün bunların üzerine, 27 Temmuz- 5 Ağustos günlerinde, Borsa’yı yüzde 110 şişiren bir manipülasyon yaşandı. Para, doğrudan banka-holding hisselerine akmıştı. Ergenekon konusunda çeşitli defalar “hukuk içerisinde hareket edilmesini” isteyen “büyük sermayenin” kasasına “Sus Payı”ydı! Bu kara paranın doğrudan doğruya Obama’nın emriyle, CIA bağlantılı spekülatörler marifetiyle ve çeşitli kanallar üzerinden Türkiye’ye yönlendirildiği ortaya çıkmıştır. Piyasasın paraya doyurulması, 29 Mart yerel seçimleri öncesinde Tayyip iktidarıyla Fetullahçılar arasında kurulan mutabakatın bir parçasıydı. “Kürt Açılımı”ndan önce Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki buzlar da eritilmeye çalışılmıştı.

ABD Patron, APO Taşeron, Erdoğan Piyon Konumunda!
Zira “Kürt Açılımı” Abdullah Gül’ün ABD’yle imzaladığı “2 sayfa 9 maddelik” gizli anlaşması içinde önemli bir yer tutmaktaydı. Gül’ün Sedat Sertoğlu ile röportajında itiraf ettiği, 2 Nisan 2003 günkü Vatan gazetesinde yayımlanan gizli anlaşmanın maddeleri şunlardır:

1. Türk askeri Irak’ın kuzeyinden çekilecek, sınır harekâtlarına son verilecek ve PKK’ya askeri harekât için ABD’den izin alınacak: Irak’ın kuzeyinde bulunan bütün Türk birlikleri ve Türk ordusuna bağlı özel kuvvetler, Türkiye sınırları içine çekilecek. Türk ordusu bundan böyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtta bulunmayacak. PKK/KADEK’in Türkiye egemenlik alanı dışında takip ve bastırılması harekâtlarına son verilecek. Ayrıca PKK/KADEK’e karşı Türkiye Devleti’nin egemenlik alanı içinde yapılacak askeri harekâtlar için ABD askeri makamlarına bilgi verilecek.

2. Türkiye’ye ambargo ve askerî yaptırım tehdidi: Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK/KADEK’e karşı ABD askeri makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan harekât yapacak olursa, ABD hükümeti, Kürt halkına karşı şiddet kullanıldığı ve soykırım uygulandığı çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecek. Bu durumda ABD gerekli gördüğü ambargo ve silahlı müdahale gibi siyasal ve askerî yaptırımları saklı tutacak.

3. ABD’nin İran ve Ortadoğu harekâtlarına aktif destek ve katılım: Türkiye, ABD’nin İran’a ve diğer Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı sınırlı askerî harekâtlara, ABD’nin talep etmesi halinde şartsız olarak üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak, askerî birlik verecek. Türk birliklerinin üst komuta yetkisi, ABD komutanlığında olacak.

4. Türk ordusunun asker ve silah gücünde indirim: Türk ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD’nin uygun bulduğu sayı ve kabiliyete indirilecek. Özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlanacak. Bütün silah ve cephane bundan sonra ağırlıklı olarak kısa menzilli taktik savunma kavramına (belgede “konsept” deniyor) göre ayarlanacak. Türkiye’de bulunan ABD ve NATO irtibat subaylarının görev alanları ve yetkileri genişletilecek.

5. Irak’ın kuzeyinde kurulan kukla devlet Türkiye tarafından resmen tanınacak: Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan ve sözüm ona “Kürdistan” adı verilen kukla devlet, resmen ilan edildikten sonra, Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin kukla devletin kuruluşunu “savaş nedeni” sayan Millî Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak. (Kuzey Irak -”Kürdistan” sınırları içinde kalacak olan ve özellikle Kerkük, Musul ve Süleymaniye’deki Türkmenler, ABD tarafından güvenli bir şekilde başta Bağdat ve diğer Güney Irak şehirlerine nakledilecek. ABD yetkilileri göç edecek olan tüm Türkmenlere iş olanakları sağlayacak).

6. PKK/KADEK elemanlarına geniş kapsamlı af ve PKK’nın yasallaştırılması: Abdullah Öcalan ve diğer 4 lideri dışında bütün PKK/KADEK yönetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak. Etnik grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak. Af yasasıyla bağlantılı olarak PKK/KADEK’e yasal siyaset düzleminde yer alma olanağı sağlanacak, hapiste veya dağda bulunan yöneticilerin siyasal mücadeleye katılmaları için gerekli hukukî ve siyasal önlemler alınacak ve uygulanacak.

7. Güneydoğu belediyelerine özerklik ve federasyona geçiş: Kamu Reformu Yasası ve yeni Yerel Yönetim Yasaları hızla çıkartılarak, Türkiye’deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek. Türkiye, 4 yıl içinde uygulanacak bir planla, üniter devlet yapısını terk ederek, federasyona geçecek.

8. Kıbrıs’ta Denktaş devre dışı bırakılacak, Annan Planı küçük değişikliklerle uygulanacak ve Ege’de Yunanistan’ın taleplerine esnek tavır alınacak: KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, “Arafat modeli” denen uygulamayla devre dışı bırakılarak, Kıbrıs’ta Annan Planı bazı küçük değişikliklerle hayata geçirilecek. Ege kıta sahanlığı konusunda Türkiye, Yunan doktrinine daha esnek davranacak, Türk jetlerinin uçuş alanı daraltılacak, sık sık ortaya çıkan “it dalaşı” sorunu Yunanistan rahatsız edilmeden çözülecek.

9. Ermenistan’a yönelik kısıtlamaların kaldırılması: Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek. Sınır ticaretinde Ermeniler lehine düzenlemeler yapılacak. Ermenilerin Türkiye’ye gezilerindeki bazı kısıtlamalar kaldırılacak.

Gizli anlaşmanın uygulanması

Aradan geçen süreçte, 16 Temmuz 2003 tarihinde ortaya çıkarılan bu gizli anlaşmanın maddelerinin uygulanmış ya da uygulanmakta olduğunu görüyoruz:

1. Türk askeri Irak’ın kuzeyinden çekilecek, sınır harekâtlarına son verilecek ve PKK’ya askerî harekât için ABD’den izin alınacak: Türk askeri Kuzey Irak’tan çekildi. Sınır harekâtlarına son verildi. Ve izin alınamadığı için operasyon yapılamıyor.

2. Türkiye’ye ambargo ve askerî yaptırım tehdidi: Türk askerinin başına çuval geçirildi.

3. ABD’nin İran ve Ortadoğu harekâtlarına aktif destek ve katılım: ABD ve AKP iktidarı, işbirliği halinde, bu desteği sağlamak için Türk Ordusuna Şemdinli olayından bu yana operasyonlar yürütüyor.

4. Türk ordusunun asker ve silah gücünde indirim: İndirim tasarıları sık sık gündeme getiriliyor.

5. Irak’ın kuzeyinde kurulan kukla devlet Türkiye tarafından resmen tanınacak: Resmen tanınması için ortam oluşturuluyor. Barzani-Talabani’nin durup durup küstah açıklamalar vermesi, Diyarbakır Belediyesi Başkanı Osman Baydemir’in Devlet’e meydan okuması ve özerklik istiyoruz açıklamaları.

6. PKK/KADEK elemanlarına geniş kapsamlı af ve PKK’nın yasallaştırılması: Hazırlıklar yapılıyor. “Eve Dönüş Yasası” ile ilk uygulaması yapılmaya çalışıldı.

7. Güneydoğu belediyelerine özerklik ve federasyona geçiş: Kamu Reformu ve Yerel Yönetim Yasaları ile belediyeler özerkleştiriliyor. Federasyon hazırlanıyor. Güneydoğu Belediyeler Birliği, AB fonlarından ve AB ülkelerinden doğrudan para alıyor, doğrudan ilişki kuruyor. Bunun yasal dayanağı olarak “İkiz Sözleşmeler” Meclisten geçirildi. Ayrıca konuyla alakasız tavuklar çıkıp (Kenan Evren gibi), eyalet olsun diye çığırıyorlar.

8. Kıbrıs’ta Denktaş devre dışı bırakılacak, Annan Planı küçük değişikliklerle uygulanacak ve Ege’de Yunanistan’ın taleplerine esnek tavır alınacak: Denktaş devre dışı bırakıldı. Annan Planı’na teslim olundu. Ege’de esnemeler başladı. Onay verilen AB Müzakere Çerçeve Belgesi ile Türkiye’nin bazı sınırlarının “ihtilaflı” olduğu kabul edilerek bu “sınır ihtilaflarının” ve “ihtilaflar” kapsamında Ege sorununun Lahey Adalet Divanı’na götürülmesinin önü açıldı.

9. Ermenistan’a yönelik kısıtlamaların kaldırılması: Hazırlıklar gündemde. Ermenistan hava koridoru açılarak 70 bin Ermenistan vatandaşının Türkiye’de kaçak çalışmasının önü açıldı. Ayrıca benim son aldığım istihbarata göre Ermenistan Sınırı gizli olarak açılmış ve ticaret başlamıştır.

Abdullah Gül’ün ABD ile yaptığı bir “hizmet sözleşmesi” kabul edilebilecek bu “Gizli Plan”, ABD’nin Müslüman halkların yaşadığı 24 ülkeyi bölen Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağını oluşturmaktadır.

17 Temmuz 2003'te Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Saat ile görüşen Abdullah Gül, Amerika ziyaretini açıklamaya çalışırken, 2 Nisan 2003'te Powell ile yaptığı anlaşmaya ilişkin önemli bir ayrıntıyı da itiraf etmiştir. Açıklama şöyledir: “Tezkerenin reddinden sonra Powell’in Türkiye’ye yaptığı ziyarette bölgede yapılması gerekenleri beraber kararlaştırdık.”

13 Mart 2006 günü AKP’nin Kızılcahamam toplantısında milletvekillerine verilen brifingde konuşan Abdullah Gül; “Biz İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak BOP kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek” demiştir. Görüldüğü gibi, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 24 ülkenin haritasını yeniden çizmek amacını güden Büyük Ortadoğu Projesi’nde görev aldıklarını açıkça itiraf etmiştir. ABD tarafından NATO toplantılarında duvarlara yansıtılan ve Türkiye’yi bölünmüş olarak gösteren bu BOP haritasının oluşturulmasında ABD ile birlikte hareket ettiklerini şöyle açıklamıştır: “ABD ile ilişkilerimiz önemlidir. Dünyanın süper gücünün gündem maddeleri bizim de gündem maddelerimizdir. Aramızdaki işbirliğinin stratejik boyutta olmasının anlamı, bu meselelerde ulaşılması gereken hedeflere ilişkin görüşlerimizin örtüşmesidir”
[19 Ocak 2007]

Abdullah Gül bunları, kendisinin ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde “eş başkan” olarak görevli olduğunu açıkça kabul eden, Diyarbakır’ı Irak’ın kuzeyinde oluşturulan “Kukla Devlet”in merkezi yapacaklarını ilan eden Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarıyla birlikte ve dayanışma içinde yapmıştır.

5.Madde: Kukla devlet Türkiye tarafından resmen tanınacak.
6.Madde: PKK’ya af çıkarılacak ve PKK yasallaştırılacak.
7.Madde: Güneydoğu belediyelerine özerklik sağlanacak ve Türkiye adım adım federasyonlara ayrılacak.

Apo: “Kürt Toplumu Ana Dilinde Eğitimini Ve Öz Savunmasını Yapacak, Özel Savunma Gücünü Oluşturacak” diyordu!
Apo: Devlet ve Demokratik Kürt Ulusu: Benim çözüm modelim şudur: Devlet olacak, diğer tarafta da demokratik Kürt ulusu olacak. Kürtler devletin varlığını tanıyacak, kabul edecek. Devlet de Kürtlerin demokratik ulus olma hakkını kabul edecek. Böylece orta bir yerde buluşacak, uzlaşacaklar. Sonra devlet isterse yine her yerde bayrağı olacak, isterse her yere hizmet götürecek, isterse her yerde Türkçe öğretecek.
Apo: Kürtlerin Meclisi ve Öz Savunma Gücü Olmalıdır: Kürtlerin her alanda örgütlenmesinin önü açılacak, Kürtler demokratik bir ulus olarak varlık kazanacak. Kendi sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini yapabilirse kendisi yapacak, kuracak. Hatta kendi öz savunması bile olacak. Kendi ihtilaflarını çözecek bir savunma gücü olacak.
Kürtler, kendini demokratik bir şekilde örgütleyecek, savunacak. Bu süreçte önümün açılması için, bunu hep beraber yürütebilmemiz için koşullarımın düzeltilmesi lazım.
Türkler ve Kürtler Yan Yana Bulunmalıdır: Her şey tepeden tırnağa değişmek durumunda. Toplumun yeniden yapılandırılmasından, en küçük hücresine kadar değişimden, demokratik toplumdan bahsediyorum. Anadilde eğitimden, kültürden bahsediyorlar. Benim çözümümde Türkler de Kürtler de kendi dillerini, kültürlerini, tarzlarını ortaya koyacaklar, ikisi de yan yana olacak. Toplum kendi demokratik işleyişini, öz yönetimini, eğitimini, hatta öz savunmasını yapılandıracak. Devlet buna engel olmayacak.
Apo: Gülen’le Yaklaşımlar ve Ortak Çalışmalar Olması Doğaldır: Fethullah Hoca’yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum. Kürdistan’da okulları cemaatleri var, örgütlüler. Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir.

Eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, Abdullah Öcalan’la aynı şeyleri savunuyordu!
‘Bir Soru Üzerine: Anayasa’nın 66. maddesinde bir tanım var. Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür, diyor. Bu maddenin değişmesi gerektiğini savunanlar var. Siz ne diyorsunuz?
- “Atatürk’ün söylediği bir söz vardır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına, Türk milleti denir. Böyle bir tarif yapar. Ne Mutlu Türküm diyene sözünden de anlaşıldığı gibi Türk bir genel “sıfat kelime” olarak ifade edilmiştir. Türk kelimesi etnik kökeni ifade amacıyla değil, bir genelleme yaparak, kimseye bir ayrıcalık atfetmeksizin bütün Türkiye vatandaşlarını kastederek kullanılmıştır. Kelimenin lafzını değil anlamını, manasını dikkate almak lazım. Anlamında halk ikna edilmelidir. Bu kelime kullanılıyor ama anlamı budur denmelidir.”

“Amerikan GLADIO’sunun Türkiye Ayağı!”
Türk-Amerikan savunma işbirliği anlaşması gereği Türkiye’de bulunan ve ODC (Office of Defence Cooperation) adı verilen birim GLADIO’nun faaliyetlerine perdelik yapmaktaydı. ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin ise “Stay Behind”ın (Süper NATO), bir başka deyişle Amerikan GLADIO’sunun önemli isimlerinden biri olarak tanınmıştı. Bu nitelikte birinin Ankara’ya büyükelçi atanması, o dönem “Amerikan yönetiminin Türkiye’de daha saldırgan bir politika izleyeceği” yorumlarına yol açmıştı. Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin “Türkiye” başlıklı bölümünden; “Presidency Conclusions” yani kesinleşmiş BAŞKANLIK kararı… Yani Ortadoğu’da tek merkezli yeni bir devlete doğru yaklaşılmaktaydı. Madde.23’te: “…müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini… Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına ….” Kayıtları yer almaktaydı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Meclis Grup toplantısında hamasi nutuklarla yürek dağlaması, Başta Bülent Arınç ve diğer Milletvekillerinin duygulanıp ağlaması. Samanyolu TV, Kanal 7 ve diğer yandaş yağcıların bu samimiyetsizliği sırıtan gözyaşlarını döne döne ekrana taşıyıp aktarması, bize Fetullah Gülen’i hatırlatmıştı. O da bir zamanlar salya-sümük çok ağlamıştı ama sonunda kaçıp Amerika’ya ve Siyonist tanrısına sığınmak zorunda kalmıştı. Artık ağlamayı da bıraktı.

Apdullah Öcalan İsrail’in Siyonist emellerini gerçekleştirebilmek için Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı dinsiz devletin başına geçirilecek! Neden? İsrail’in denetlemesine ve korumasına ihtiyaç duyacak bir devlet başkanı olması gerektiği için!

Coca Cola da namazla alay ediyor ama kimse umursamıyor! Mason Mustafa Kemal deseydi, içirtmezlerdi. Ama Coca Cola ayrı değil mi? O içecek. Biz Sözde Müslüman kâfirlerin her şeyi farklı nasıl olsa!

Mason Mustafa Kemal’den sonra Genel Kurmay Başkanı olan herkes tanrılık yapıyor değil mi? Mustafa Kemal’den sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, ilk iş olarak Mustafa Kemal’in Kuran’a küfretmek için kendi resmiyle bastırdığı paralardaki resimleri değiştirerek kendi resmini koydurdu!

İsmet İnönü Kendi zamanında “tanrı uludur, tanrı uludur, tanrıdan başka yoktur tapacak” şekliyle ezan okutturmaya devam ediyor. Bir taraftan da “Kâbe Arabın olsun, bize gerekmez, bizim Çankaya’mız var’’ diye şiirler yazdırıyor.

Türkiye’nin 4 bir yanında minarelerden Türkçe ezan yükselirken, bir yandan da bütün meyhanelerin bütün gramofonlarında Sadettin Kaynak şakımaya başlıyor: “Devlet millet için durmayarak çağlayan. Yurdu demir ağlarla Ankara’ya bağlayan. İnönü’dür İnönü, başbuğumuz, babamız. Onun mesut gününde rahat rahat yaşarız. İnönü emrederse kabımızdan taşarız. ALLAH ALLAH diyerek engelleri aşarız!”
[Odeon Plakları, seri no. la270479b]

Mason Mustafa Kemal ezanı kendisi için değiştiriyor, İsmet İnönü de kendisi için şarkı bestelettiriyor.

Kurtuluş Savaşı sırasında Erzurum’da bulunan Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı 27 Ağustos 1919 tarihli mektubunda “Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikan himayesini kabul etmek, yaşayabilmek için tek çaredir” diyen İsmet Paşa! Amerikan mandasını, Amerikan sömürgesini isteyen İsmet Paşa! Cumhurbaşkanlığı sırasında Türkiye’yi Amerika’ya satan İsmet Paşa!

Avrupa’da göç eden insanların oluşturduğu kolonilerin birleşmesiyle, yavaş yavaş dünya sahnesine çıkmaya başlayan ABD, 1700’lü yılların sonlarına doğru, gemilerini koruyabilecek güce sahip değildi. 25 Temmuz 1785’te, Atlantik’te, Cezayir açıklarında, ABD bayrağı taşıyan ilk gemi, Akdeniz’e hala hâkim olan Osmanlı Donanması tarafından ele geçirildi. Bu gemi, Boston Limanı’na bağlı, Kaptan Isaak Stevens’ın idaresindeki “Maria” idi. Arkasından, Philadelphia Limanı”na bağlı, Kaptan O’brien’in “Dauphin” isimli gemisi de aynı akıbete uğradı.1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçti. Amerikan Kongresi, 27 Mart 1794 yılında, Osmanlı denizcilerine karşı koyacak güçte savaş gemileri inşa edilmesi veya satın alınması için, Başkan George Washington’a 700 bin altına yakın harcama yetkisi verdi. Osmanlı Donanması’nın denizlerde oluşturduğu tehdit sayesinde, ABD donanmasının temelleri atılıyordu. 5 Eylül 1795’te ABD bu tehdide karşı bir anlaşma yapmaya mecbur oldu. Bu antlaşmaya göre ABD, Cezayir’deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik’te, gerekse Akdeniz’de ABD bayrağı taşıyan hiçbir gemiye dokunulmaması karşılığında, 642 bin altın ve yılda 12 bin Osmanlı altını yani 216 bin dolar ödeyecekti. Dili Osmanlıca olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, Başkan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koydular. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oldu. Bu antlaşma, ABD’nin kuruluşundan itibaren, 2 yüzyıldan fazla süren tarihi boyunca, yabancı bir dille imzalanan tek antlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir. Anlaşmanın önemini artıran başka hususlarda vardır. Birincisi; bu antlaşma, ABD’nin tarihinde imzaladığı, kendi dilinde olmayan tek uluslar arası anlaşma, Osmanlıcadır ve ABD’nin tarihte vergi vermeyi kabul ettiği tek ülke Osmanlı İmparatorluğu’dur. İkincisi ve ilginç olan diğer bir konu ise; ABD Başkanı George Washington’un, Osmanlı İmparatoru tarafından muhatap görülmemesi ve anlaşmanın, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir eyalet olan, Cezayir Beylerbeyi tarafından imzalanmış olmasıdır. Anlaşma fermanları halen İstanbul’daki Deniz Müzesi’nde ve Washington Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kendini peygamber ilan eden, kendini tanrı ilan eden Mason Mustafa Kemal, sözde cumhuriyeti, gerçekte diktatörlüğünü kurduğu dönemde; bütün Osmanlı arşivlerini çöp diye Bulgaristan’a gönderiyor! Daha sonra bazı belgeler Bulgaristan’dan para karşılığında geri alınıyor! Mason Mustafa Kemal’den sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü; daha Kurtuluş Savaşı’ndayken Amerikan mandacılığını savunan İsmet İnönü Türkiye’yi Amerika’ya satıyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kimilerinin gerileme, kimilerinin çöküş devri diye bildiği bir dönemde, şu anda dünyanın süper gücü olarak görülen ABD’yi, bu şekilde vergiye bağlayan Osmanlı nerede? Her konuda ABD’den onay almak zorunda kalan veya Buna mecburmuş gibi davranana Kemalist Putperestler ülkesi nerede?

18 yıl boyunca Türkiye’de Türkçe ibadet yapmadıkları için işkence yapılması, zulüm yapılması.

Bundan 58 yıl önce Adnan Menderes’in “söz milletindir” diyerek iktidara geldiği andan itibaren, 27 yıl süren tek partili yönetim devri son bulmuştur.

10 yıllık görev süresi içinde Türkiye’nin ekonomisini düzelten Adnan Menderes, dış devletlerin ve CHP’nin askeri yönlendirmeleri sonucunda yapılan askeri darbeyle asılmıştı. Yerine seçilen ve Demokrat Parti’nin devamı olduğunu söyleyen hükümet; asılan Adnan Menderes’e itibarını geri vermiştir. Adnan Menderes asıldıktan sonra itibarı geri verilmiştir!

Liderlerinizi öldürmedikçe, dünyanızda kötüleriniz varis olmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

Adnan Menderes’in Demokrat Parti’yle iktidara gelmesiyle Mason Mustafa Kemal’in okutturduğu Türkçe ezan kaldırıldı ve ezan Arapça olarak okunmaya başlandı!

Mason Mustafa Kemal; cumhuriyetin ilanından sonra kurduğu İstiklal Mahkemelerinde “Dini kendi emellerine alet eden âlimler” dedirterek Türkiye’deki âlimleri, sorgusuz sualsiz, yargılamadan astırdı! Mason Mustafa Kemal kendini hem peygamber, hem tanrı ilan etti! 1932’den 1938’e kadar Türkçe ibadet yapmayanlara işkence ettirdi. Mustafa Kemal Paşa’nın ardından gelen Kemalist köpekler de bu işkenceye 12 yıl devam etti. 1950 yılında başa gelen Adnan Menderes Türkçe ibadeti kaldırdı, yerine Arapça ezan okutturdu.

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur, ibadete çalışırlar ve dini bozmakla uğraşırlar. Lakin bilmedikleri yönden kâfir olurlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızık alırlar ve dünyayı din karşılında yerler. İşte bunlar kör deccalın avenesi olacaklardır.
[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Radıyallahu Anh, Ramuz-el E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Türkiye’de 1950 yılında ezan Arapça okummaya başlandı. Ama bu dönemden sonra, hükümleri bilmeyen, Kuran okuyan ama okuduklarıyla hükmetmeyen, Mustafa Kemal’in kanunlarıyla yönetilen kâfir bir nesil ortaya çıktı. Kâfir olan bir nesil, putperest olan bir nesil ortaya çıktı. Dünyayı din karşılığında yiyen bir nesil ortaya çıktı! Kör deccalın avenesi olan bizler ortaya çıktık! Neden? Masonların Siyonist emellerini gerçekleştirmek için çalışan Mason Mustafa Kemal böyle istedi çünkü!

Hafız; kelime anlamı olarak Kuran’ı tamamen ezbere okuyanlara denir. Mason Mustafa Kemal’in dilinde, âlimleri astıran Mustafa Kemal’in zihniyetiyle yönetilen Türkiye’de Kuran’ı baştan sona okumuş olana “hafız” deniliyor!

İnsanlara bir zaman gelecektir ki; Kuran’ın yalnız resmi, İslam’ın yalnız ismi kalacaktır. Onlar İslam’dan en uzak insanlar oldukları halde, İslami isimlerle isimlenecekler, camileri çok olduğu halde hidayet yönünden harap olacaktır.
[Hâkim; Deylemi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 27]

“İnsanlara bir zaman gelecektir ki; Kuran’ın yalnız resmi, İslam’ın yalnız ismi kalacaktır.” Bizim her şeyimiz lafta kalmış! Müslümanlığımız bile lafta kalmış. Neden? Büyüklerden, babalardan böyle gördük!

Bismillahirrahmanirrahiym. Dediler: Hayır ancak atalarımızı böyle yapar halde bulduk. Sadakallahül-Azıym.
[Şuara Suresi, 74. ayet]

Hani hep “biz babadan, atadan böyle gördük” diyoruz ya!

Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş atalarıyla övünmekten vazgeçerler yahut da Allah katında, burnuyla bok sürükleyen bok böceğinden daha adi bir dereceye düşerler.
[Ebu Davud, Edeb 120, (5116); Tirmizî, Menakıb (3950, 3951); Ahmed b. Hanbel, II, 361, 524; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/392-393; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/29.]

Öyle milletler gelecek ki, ölmüş babaları ile övüneceklerdir. İşte onlar cehennemin kömürleridir. Ve onlar, Allah katında pisliği burnu ile yuvarlayan böceklerden daha basittir! Allah sizden cahiliyet devrinin övünmesini ve babalarla büyüklenmeyi kaldırmıştır.
[Tirmizi; Beyhaki; Ebu Davud]

Ebû Davud et-Tayalisrnin Müsned'i ile Şuabü'l-İman'da bu konuda İbn Abbas'dan rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir: "Cahiliyet hali üzere ölmüş olan babalarınızla övünüp durmayın. Varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bok böceğinin burnuyla yuvarlamış olduğu pislik cahiliye (adeti) üzere ölen babalarınızdan daha hayırlıdır."
[Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/393-394]

“Onlar İslam’dan en uzak insanlar oldukları halde!” Ahir zamanın en büyük hamamı olan, içinde şirk, küfür, her türlü sihrin bulunduğu, her türlü zinanın bulunduğu; Aleyhisselatu Vesselam Efendimize indirilene, Kuran’a küfretmek pahasına izlediğimiz televizyonlarla; üstünde resim bulunan kullandığımız ve daha çok kazanabilmek için her şeyi yaptığımız paralarla, şeytanın okuma kitabı olan şiirleri okuyan, şeytanın ezanları olan; ilahileri, türküleri, kasideleri, fasılları, şarkıları dinleyen; üstüne bir de Müslüman olduğunu iddia eden biz cehennemlikler sözde Müslüman kâfirler!

“İslami isimlerle isimlenecekler!” Kuran’da geçen kelimelerle, peygamberlerin isimleriyle isimleniyoruz değil mi? Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ismi; “Muhammed” yerine “Muhammet” oluyor. “Mahmud” ismi “Mahmut” oluyor. “Ahmed” ismi “Ahmet” oluyor. Hz. Hadice Radıyallahu Anha’nın ismi “Hatice” oluyor, Hz. Fatıma Radıyallahu Anha’nın ismi “Fatma” oluyor. Hz. Aişe Radıyallahu Anha’nın ismi “Ayşe” oluyor.

Tabi kâfir ismi verdiklerimiz de var! Büyük çoğunlukla İslami terimlerle isimleniyoruz! Çocuklarımıza yeni isimler bulabilmek için; değişik isimleri olsun diye; İslami terimlerle isimlendiriyoruz çocuklarımızı!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “çok nurlu, dini dünyaya alet etmeyen, ermiş, manevi kudret ve kuvvet sahibi” anlamında olan, aynı zamanda ALLAH’ın bir ismi olan Aziz’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “put” anlamında olan, Bahar’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “bela, musibet” anlamında olan Beyza’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “Kuran ve iman için mücadele eden” anlamında olan Cahit’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH yolunda savaşma” anlamında olan Cihat’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH’ın isimlerinin tecellisi; yani ilahi mukadderatın, kaderin gerçekleşmesi” anlamında olan “cilve” kelimesine; naz eklenen Cilvenaz’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Arap Alfabesinin ilk harfi olan Elif’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH’ın emri” anlamında olan, Emrullah’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “doğrudan doğruya Kuran’dan ders alıp veren Evliyaullah” anlamında olan, Feride’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH’ın feyzi, bolluğu, bereketi” anlamında olan Feyzullah’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “büyü” anlamında olan Füsun’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “İslam, hakkı hak, batılı da batıl olarak görüp doğru yola girmek” anlamında olan Hidayet’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “kalbin bütün kuvveti ile ALLAH’a inanması” anlamında olan Himmet’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ilah’lık, ALLAH’lık, ALLAH’ın kainâttaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi” anlamında olan Hüdayi’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “dinin keskin kılıcı” anlamında olan Hüsamettin’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH’ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip, Levh-i Mahfuz’da yazması, ilahi takdir” anlamında olan Kader’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH’ın ezeli kuvveti” anlamında olan Kudret’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “cehennemden kurtulmuş, cennetlik” anlamında olan Naci’lerle, Naciye’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “Kuran, iman, İslamiyet, peygamber” anlamında olan Nur’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “mübarek ayların en önemlisi ve üç ayların sonuncusu, Kuran’ın indirilmeye başlandığı oruç ayı” anlamında olan Ramazan’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “secde eden, ALLAH’a başını yere koyarak dua eden” anlamındaki Sacit’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “kâfirlerin taptıkları heykel, put, putperestlerin ilahı” anlamında olan Sanem’lerle isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “üç ayların ikincisi” anlamında olan Şaban’larla isimlendiriyoruz!

Çocuklarımızı Osmanlıca, Arapça ve Farsça da; “ALLAH’ın kılıcı, ALLAH’ın askeri” anlamında olan Seyfullah’larla isimlendiriyoruz!



“İnsanların camileri görünüşte çok olduğu halde, süslenmiş, bezenmiş olduğu halde hidayet yönünden harap olacaktır.” Bizler doğruluktan, islamdan, hakkı hak, batılı da batıl olarak görmekten, delaletten uzaklaşmaktan mahrum olan cehennemlik sözde Müslüman kâfirleriz!

İnsanlara bir zaman gelir ki Kuran bir vadide, insanlar başka bir vadide olurlar.
[Hâkim; Tirmizi; Son Zamanlarla İlgiliHhadisler, sayfa 25]

“Kuran bir vadide, insanlar başka bir vadide olurlar.” Bizler Kuran’ı okuduğumuz halde, Kuran’ın hükümleriyle hükmetmiyoruz! Kuran’ın, İslam’ın, ALLAH’ın hükümlerini hiçe sayıyoruz!

Yarın mahşerde, bizlere ne buyrulacak biliyor musunuz? “Madem Kuran’ı okudunuz, okuduklarınızla neden amel etmediniz? Neden okuduklarınızla hükmetmediniz? Madem Kuran’ın hükümleriyle hükmetmediniz, Kuran’ı, ALLAH’ın kitabını neden okudunuz?” buyuracaklar biz cehennemlik sözde Müslüman kâfirlere!

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, onların yüzleri insan yüzü, kalpleri şeytan kalbidir. Kan dökücüdürler, çirkin hareketlerden kaçmazlar. Eğer sen onlara tabi olursan seni gözetirler. Eğer onlara güvenirsen, sana ihanet ederler. Onların çocukları ahlaksız, gençleri utanmaz olur. Yaşlıları ise iyiliği emretmez, kötülüğü sakındırmaz olur.
[Hatib; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 23]

İnsanların, dinden olmayan şeyleri dindenmiş gibi gösterip kabul ettirmeye çalışanların görüşlerini benimseyip farkında olmadan ALLAH’a ortak koştukları, ilmi geçim için öğrendikleri, dinlerini dünyalıklarına alet ettikleri bir zaman gelecektir.
[Deylemi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 68]

“İnsanların, dinden olmayan şeyleri dindenmiş gibi gösterip kabul ettirmeye çalışanların görüşlerini benimseyip farkında olmadan ALLAH’a ortak koştukları bir zaman gelecektir.”

1950 yılında Türkiye’de Başbakan olan Adnan Menderes Türkçe ibadeti kaldırdı, yerine Arapça ezan okutturdu. Kemalist köpekler, 18 yıl Türkçe ibadet adı altında; ALLAH yoktur dedirtemediler. Daha sonra Arapça ibadete izin verildi. Ama dinin hükümleri değiştirildikten ve Kuran’ı anlamayan bir nesil ortaya çıktıktan sonra izin verildi!

Hiç şüphe yok ki, İslam’ın usulleri birer birer bozulacak. Birisi bozulduğunda halk ötekine hücum edecek. İlk evvela "hükmü" kaldıracaklar, en sonra da "namazı" bozacaklar.
[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 346]

Kâfirler bile islami film çektiklerinde; Kuran’dan ayetler söylenirken ayetin başında “Bismillahirrahmanirrahiym”, ayetin sonunda “Sadakallahül-Azıym” dendiğini biliyorlar. Ama bizim Kemalist Putperestler Türkiye’sinin din kitaplarında, ilmihallerde ayetlerin başında “Bismillahirrahmanirrahiym”, ayetlerin sonunda “Sadakallahül-Azıym” yazılmıyor, denilmiyor. Buradan şu anlam çıkıyor! Kemalist Putperestler Türkiye’sinde Kuran’ın ayetleri, başka bir kitaba yazıldığı zaman ALLAH’ın ayeti, sözü olmaktan çıkıyor demek ki! Bu yüzden Kemalist Putperestler Türkiye’sinde kitaplara yazılan ayetlerin başına “Bismillahirrahmanirrahiym”, ayetlerin sonuna “Sadakallahül-Azıym” yazılmıyor demek ki!

“Namaz sureleri” demişler değil mi? Kuran’da bulunan en kısa 10 sureyi seçmişler ve “namaz sureleri” demişler biz sözde Müslüman kâfirlere! Ezberlemesi kolay olduğu için Kuran’daki en kısa 10 sureyi “namaz sureleri” demişler bizlere! Biz gafillerde namazda bunlar okunur hesabı bunları okuyoruz sadece.

Namaz’da rükûdan doğrulurken “Semiallahu limen hamideh, Allhümme Rabbena lekel hamd, ALLAHU EKBER” dememiz gerekirken; “Semiallahu limen hamideh, ALLAHU EKBER” diyoruz değil mi?

Namazda selam verirken ‘’Esselamü aleyküm ve rahmetullahü ve berakatühü’’ dememiz gerekirken ‘’Esselamü aleyküm ve rahmetullah’’ diyoruz değil mi?

Kuran’a küfretmek için izlediğimiz televizyonların bulunduğu evlerimizde, Kuran’a küfretmek pahasına; parçalamamız gerekirken, çektirdiğimiz resimlerin bulunduğu evlerimizde kıldığımız namazları bile yanlış kılıyoruz!

Arap Alfabesi’ndeki okunuşlarının; dilimizde karşılığı olmadığı için, Türkçe okunuşlarıyla okuyarak kılıyoruz!

Kuran’a küfretmek için baktığımız televizyonlarda, Arapça konuşanların çektiği dini filmlerde; insanlar namaz kılarken kesiyorlar değil mi o bölümleri? Ya da namazı bizden farklı kıldıklarını fark etmeyelim diye seslerde “bip” diye kesinti oluyor, Kâbe’de namaz kılınırken canlı yayında yayınlıyorlar değil mi bazen? Bizim söylemediğimiz bir şey olduğunda bir hışırtı oluyor ya da kesiyorlar. Sözde Müslüman kâfir bizler anlamasın diye, kesiyorlar!

Cemaatle namaz kılıyoruz değil mi birde? Üzerinde resim olan nüfus cüzdanlarıyla, resim bulunan paralarla, resim bulunan kıyafetlerle namaz kılıyoruz! Kuran’a küfrederek namaz kılıyoruz!

İmamla, cemaatle namaz kılıyoruz bir de!

Bera Radıyallahu Anh anlatıyor: “Biz Resulullah Aleyhisselatu Vesselam ile birlikte namaz kılarken, Resulullah ‘Semiallahu limen hamideh’ deyince, bizden hiç kimse, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam alnını yere koyuncaya kadar, sırtını eğmezdi.
[Buhari, Ezan 52, 91, 133; Müslim, Salat 198, (474); Ebu Davud, Salat 75, (620, 621, 622); Tirmizi, Salat 208, (281); Nesai, İmamet 38, (2, 96); Kutub-i Sitte 2801. hadis]

Bizler; imam “Semiallahu limen hamideh, ALLAHU EKBER” der demez secdeye gidiyoruz değil mi? İmamın secdeye gitmesini beklemiyoruz!

Ebu Hüreyre Radıyallahu Ahh’dan rivayet edildiğine göre Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Sizden biriniz, imamdan önce başını rükû ve secdeden kaldırdığı zaman, ALLAH’ın [başınızı] eşek başına çevirmesinden korkmuyor mu?
[Buhari, Ezan 53; Müslim, Salat 114-116; Tirmizi, Cum’a 56; Ebu Davud, Salat 75; Nesai, İmamet 38; İbn-i Mace, İkame 41; Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi, 1755. hadis]

İmam “Semiallahu limen hamideh” derken, rukudan doğruluyoruz ve hemen secdeye gidiyoruz, imamdan önce, imamla beraber fark etmiyor bizim için. Yarın mahşerde başlarımız eşek başına çevrilmiş umurumuzda mı? Biz namaz kılmış olalım yeter!

İmamın “önce sağına ve sonra soluna” selamını verdikten sonra bizlerin “önce sağa, sonra sola” selam vermemiz gerekirken, imam sağına selam verirken sağa, soluna selam verirken sola selam veriyoruz değil mi? İmamın selamını bitirmesini beklememiz gerekirken imamla birlikte selam veriyoruz!

O kadar eğitimleri var ama değil mi? Dini eğitimleri var. Mason Mustafa Kemal’in din âlimlerini İstiklal Mahkemeleri’nde astırmasından sonra, Hindistan’daki Müslümanların Halife’nin korunması için gönderdiği yardım paralarını kendine ayırdıktan sonra, İslam’ın hükümlerini bozmak için Hafız Yaşar’a ödemeler yapan Mustafa Kemalin lisanıyla; kendini hem peygamber, hem tanrı ilan eden Mustafa Kemale tapan putperestlerin oluşturduğu eğitim sistemiyle eğitiliyor imamlar!

İmam selamını bitirdikten sonra “sesli” olarak selam vermemiz gerekirken; bizler imamla beraber, selamını bitirmeden “sessiz” olarak, içimizden selam veriyoruz değil mi?

Kuran’ı makam ile okuyan bir imamın arkasında kılınan namazın tekrar kılınması gerekir.
[Halebi]

İmamlar Kuran’ı namazda bile makamlı okuyor değil mi? Kuran’a küfretmek için üzerimizde bulundurduğumuz resimlerle, şeytanın ezanı olan müzikleri dinlediğimiz cep telefonlarıyla kıldığımız namazlarda imamlar sureleri makamlı bir şekilde okuyor!

Namazı imamla yani cemaatle kılarken, imamla “tekbir” aldıktan sonra, imam okurken biz okumayız değil mi bir de? Hanefi Mezhebi’nin İmamı olan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin fetvası böyle çünkü!

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin fetvasına gelelim.

İmam-ı Azam Ebu Hanife öğrencileriyle sohbet ederken yanlarına 3 adam gelir. Adamlar “ALLAH’tan korkmuyor musun ey Ebu Hanife? Verdiğin fetvalarla Müslümanları yoldan çıkarıyorsun” derler. İmam Ebu Hanife’nin öğrencilerinden biri adamlara dönerek “Sen nasıl oluyor da yüce imamla böyle küstahça konuşabiliyorsun, söyle bakalım?” diye sorar. İmam Ebu Hanife öğrencilerine “sakin olmalarını” söyler. İmam Ebu Hanife “İnsanların her zaman kendilerine ALLAH korkusunu hatırlatacak birilerine ihtiyacı vardır” der. Adamlardan biri İmam Ebu Hanife’ye “Be adam, sen nasıl olurda cemaat namaz kılarken, imam Kuran okursa, arkasında namaz kılanların Kuran okumasına gerek yok dersin? Evet, bunu neye dayanarak söylüyorsun?” diye sorar. İmam Ebu Hanife adamlara “Sizin niyetiniz sadece inatlaşmak mı? Yoksa doğruyu kabul etmek mi? Onu söyleyin” der. Adamlar: “Biz senin hangi delile dayanarak konuştuğunu öğrenmek istiyoruz. Tabiki bir delilin varsa istiyoruz” derler. Bunun üzerine İmam Ebu Hanife “Tartışma ve müzakere bu şekilde olmaz ama aranızdan birini seçin ve ben bu hususta onunla tartışma yapayım, tamam mı?” diye sorar. Adamlar kabul eder ve “Aramızdan Müslim bin Yasir’i seçiyoruz” derler. İmam Ebu Hanife “Ben Müslim bin Yasir ile tartıştığım zaman, sizinle tartışmış sayılır mıyım?” diye sorar. Adamlar “Evet” diyerek onaylarlar. İmam Ebu Hanife “Müslim bin Yasir ikna olduğunda, sizler de ikna olmuş sayılacak mısınız?” diye sorar. Adamlar “Evet” diyerek onaylarlar ve “Müslim bin Yasir’in sözü bizim sözümüz, onun görüşü bizim görüşümüz, o bizim adımıza konuşacak” derler. İmam Ebu Hanife “Namazdaki imamda işte aynen böyledir, imamın okuyuşu, sizin okuyuşunuzdur. İmam arkasındakilere vekalet etmektedir aslında.” diyerek verdiği bu fetvanın açıklamasını yapar.

İmam Ebu Hanife’nin fetvası bu şekildedir. İmam Ebu Hanife fıkıh ilmine yönelmeden önce; bir gece yatağından fırlayarak uyanır. “Bir rüya gördüm, Fesubhanallah, neydi o, neydi o!” diyerek bağırır. Eşi, İmam Ebu Hanife’ye “Anlam çıkarmaya çalışma, bugünlerde kendini çok fazla yoruyorsun. Bütün gün, dükkânda çalışıyorsun. Daha sonra, ders ve ilim halkalarına katılıyorsun. Sadece bir kaç saat uyuyabiliyorsun” der.
İmam Ebu Hanife “Subhanallah, Subhanallah, Subhanallah-ül melik-ül kuddüs, meleklerin ve Cebrailin Rabbi! Gökleri ve yeri izzet ve kudretle yücelttin.” diyerek dua eder. Eşi İmam Ebu Hanife’ye “Kendini biraz toparla ve bana ne gördüğünü anlat” der. İmam Ebu Hanife gördüğü rüyanın etkisinden hala kurtulamamıştır, “Subhanallah, Subhanallah” demeye devam eder. Rüyasını anlatmaya başlar:
“Sanki cennetteki bir bahçenin ortasındaydım. ALLAH Rasulünün kabrinin yanı başındaydım. Şu iki elimi kabre sürüyordum. Sanki inci ve mercan gibiydim ya da amber ve yakut gibi ya da altın ve gümüş gibi. Birden parlak bir ışık her yeri, evet her yeri kapladı, göğsüne göğsüne yağıyordu. Sonra inceden bir sel başladı. Serin ve tatlı bir suyun akması gibi bir şeydi. Kupkuru bir ağza doğru. Suya hasret kalmış bir ağza doğru. Birden gaipten bir ses geldi. ‘Ne yaptın? Şuan da Habibi Mustafa’yla, O’nunla birliktesin, ALLAH’ın selamı onun üstüne olsun.’ dedi. Hemen O’nu göğsüme bastırdım. Gücüm yettiğince sıktım. Birden korkuyla uyandım. Sonra.”
İmam Ebu Hanife buraya gelince gözyaşlarını tutamaz ve ağlamaya başlar. Eşi İmam Ebu Hanife’ye “Sakin ol Numan, kendine gel. O’nu sevdiğin için ve O’na tutkun olduğun için O’nu bağrına bastın. Bu hayırlı bir rüyadır inşallah” der. İmam Ebu Hanife “Mutlaka, bu rüyayı yorumlatmalıyım” der. Eşi “Neden gidip, bu konuyu bir âlime sormayı düşünmüyorsun?” diye sorar. İmam Ebu Hanife “Eğer Enes bin Malik yaşıyor olsaydı, O’na giderdim. ALLAH rahmet etsin, o basireti açık, büyük bir sahabeydi.” der. Eşi; “O’ndan başka sorabileceğin kimse yok mu?” diye sorar. İmam Ebu Hanife “İbn-i Sirin uzun bir süre, Enes bin Malik ile birlikte yaşadı ve O’ndan çok şey öğrendi. Şimdi Basra’da yaşıyor. Gün doğar doğmaz kalkıp O’na gideceğim. O beni aydınlatır” der.
Sabah İbn-i Sirin’in yanına giden İmam Ebu Hanife, eve geldikten sonra İmam Ebu Hanife’nin eşi “Ne oldu Numan? İbn-i Sirin sana ne söyledi?” diye sorar. İmam Ebu Hanife “İbn-i Sirin ‘bu rüyanın sahibi daha önce hiç kimsenin erişemediği bir ilme sahip olacaktır’ dedi” der. Eşi “ALLAH’ım.” der. “Hiç kimsenin erişemediği mi?” diye sorar. İmam Ebu Hanife “İbn-i Sirin böyle dedi.” der. Eşi “Sende bundan başka ne istiyordun ki? Müjdeler olsun sana! Bu tür rüyaları İbni Sirin’in Hz. Yusuf gibi yorumladığını söylerler.” der. İmam Ebu Hanife eşine “Peki, ya yorumu doğru çıkarsa Fatıma?” diye sorar? Eşi “Keşke doğru çıksa! Sende asırlar boyunca insanların birbirine aktaracağı bir ilme sahip olmak istemez misin?” diye sorar. İmam Ebu Hanife “Bunu isterim. Ama korkuyorum. Bir insanın kalbinde korkuyla ümidin birlikte olması ne kadar zormuş.” der. Eşi “Ümidi anlıyorum, peki bu korku niye? Bu ilimle kıyamete dek, bütün insanların alacağı kadar sevap kazanmaktan mı korkuyorsun?” diye sorar. İmam Ebu Hanife “Kim bilir belki de kıyamete kadar ki günahlarını yükleneceğim Fatıma” der.

İmam Ebu Hanife imam okurken cemaatin Kuran okumasına gerek olmadığına dair verdiği fetvası ve verdiği diğer fetvalardan sonra bir gece rüya görür. Rüyasını annesine ve hanımına anlatır. Rüyasında, kendini Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in kabri başında, diz çökmüş bir vaziyette ellerini açmış olarak dua eder şekilde görür. Annesi ve hanımı “bu rüyanın hayırlı olduğunu ve Resulullah’a olan sevgisinden dolayı” böyle bir rüya görmüş olabileceği yorumunu yaparlar. İmam Ebu Hanife “İnşallah sizin yorumladığınız gibidir. Ancak bana göre bu rüyanın yorumu: ‘Verdiğim hükümlerle amel eden Müslümanların, günahlarını yüklendiğim için, kıyamete kadar yüklendiğim günahların affı için dua edeceğimdir.’ “der.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz zamanında Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in zamanından sonraki cemaatle kılınan namazlarda imamın arkasındaki cemaatin de namaz da Kuran okumaktadır! İmam Ebu Hanife’nin bu fetvasıyla imamla namaz kılanlar, Hanefi mezhebinden olan imam okurken namazda Kuran okumuyor!


Şeytan, bundan sonra bazı kötü huylar üzerine durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı.
Namaz:
“Ya Muhammed, namazı vaktinde kılana gelince. Onu da anlatayım. Müslüman ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki: ‘Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.’ Böylece namazını vaktinin dışında kılar. Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse, beni yenerse, ona insan şeytanlardan birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O, bunda da beni yenerse, bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken ‘Sağa bak, sola bak’ derim. O da bakar. O ki böyle yaptı, yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona ‘sen, edebi yaramaz bir iş yaptın.’ derim ve onun huzurunu bozarım. Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda, sağa ve sola çokça bakarsa, ALLAH onun namazını kabul etmez. Bunda da yenilirsem, yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona, çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi! Bu işi, ona yaptırmakta da başarı kazanamazsam, bu sefer cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada onun başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükudan kaldırırım. İmamdan evvel de, secde ve rüku yaptırırım. İşte… o böyle yaptığı için, kıyamet günü, ALLAH onun başını eşek başına çevirir. O kimse, bunda da beni yenerse, bu defa ona namaz içinde parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Bunda da ona yenilirsem, bu sefer ona tekrar girerim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa. Onun içine küçük bir şeytan girer, dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte, bundan sonra o kimse hep bize itaat eder, sözümüzü dinler, dediklerimizi yapar.”
[Muhyiddin-i Arabi//Seceret’ül Kevn]

“Ve ona, çabuk çabuk kılmasını emrederim.” Namaz bir yükmüş gibi hızlı hızlı kılıyoruz değil mi?

“Başını imamdan evvel secdeden ve rükudan kaldırırım. İmamdan evvel de, secde ve rüku yaptırırım. İşte… o böyle yaptığı için, kıyamet günü, ALLAH onun başını eşek başına çevirir.” Namazı kılalım da imamdan evvel olsun, imamdan sonra olsun, namaz kılmış olmamız yeterli değil mi?

“Bunda da ona yenilirsem, bu sefer ona tekrar girerim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa, onun içine küçük bir şeytan girer, dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır.”

Dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır! Dünyevi düşüncelere dalar! Dünya malını düşünür! İmam Ebu Hanife’nin bu fetvasıyla imam namaz esnasında sure okurken, dinleyen bizler de dünyalık düşünüyoruz değil mi? Dünyevi konuları düşünüyoruz!

“İmam Ebu Hanife’nin bu kadar ilmi var, bu kadar bilgisi var! Nasıl böyle bir fetva verir? Hem kendi zamanın müçtehidi değil mi?”

İslam âlimleri buyuruyor ki:

İbn-i Hibban’ın bildirdiği hadis-i şerifte, Resulullah, develerin boyunlarındaki çanları çıkarmıştır. Hâlbuki çan şehveti tahrik etmez. Çan bulunan yere rahmet melekleri girmiyor. Artık çalgıyı, çalgı aletlerini siz düşünün.

Şeyh-ul-İslâm Ahmed İbn-i Kemal Efendi Hazretleri Kırk Hadis kitabında buyuruyor ki:
“Bütün çalgı aletlerini kırmak ve domuzları öldürmek için gönderildim” Bu hadis-i şerif, her çeşit çalgıyı ve domuz eti yemeyi yasak etmektedir.

Hazret-i Ebu Bekir, iki küçük cariyenin def çalıp şarkı söylediklerini gördü ve onları azarlayarak “Şeytanın çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi.
[Buhari]

İbn-i Ömer hazretleri, ihramlı bir toplulukta şarkı söyleyen birine, “Allah senin ibadetini kabul etmesin” dedi.
[İbn-i Ebid-dünya]

Ashabı Kiram’dan Enes bin Malik hazretleri “En pis kazanç, şarkı ve çalgı aletleriyle kazanılandır” dedi.
[İbn-i Ebid-Dünya]

İbn-i Abbas hazretleri, “Çalgı aletleri haramdır” dedi.
[Beyheki]

Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, “Yazıklar olsun sana. Bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı” dedi ve onu çıkardılar.
[Buhari]

Fudayl bin İyad Hazretleri, “Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir” dedi.
[İbni Ebid-Dünya]

Şeyhül İslam Ahmed İbn-i Kemal Paşazade, Risale-i Münire’de buyuruyor ki:
Cevâhir-i Fetâvâ kitabında “Raks [oyun], şarkı ve çalgı haramdır!” diyor. İstihsân kitabında çalgı dinlemenin haram olduğu bildiriliyor. Hidâye kitabının sahibi, “Şarkı söyleyenin şahitliği kabul edilmez” diyor. Tefsir âlimlerinin büyüklerinden İmam-ı Kurtubi, şarkı söylemek, ney çalmak ve raks etmek icma ile haramdır diyor. Abdülkadir-i Geylani’nin “Raksa[dansa, şarkı söylemeye] helal diyen kâfir olur!” fetvası vardır.
[Vesiletü'n Necat kitabı]

Şeyh Muhammed Rebhami Hazretleri buyuruyor ki:
Saz, tambur, tef, ney ve diğer çalgı aletlerini çalmak, ALLAH’ın emrini tutmamak olur.
[Riyad-ün-Nasıhin]

İmam-ı Şarani Hazretleri buyuruyor ki:
“Hakim-i Tirmizi’nin Nevadiru’l Usul adındaki kitapta rivayet ettiği hadis-i şerifte Resul-i Ekrem efendimiz, “Her kim şarkı sesine kulak verirse, onun ruhanileri dinlemesine izin verilmez!” buyurdu. Oradakilerden biri tarafından, “Ya Resulallah, ruhaniler kimlerdir?” diye soruldu. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam da, “Cennet ehlinin okuyucularıdır” buyurdu.
[Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi]

İmam-ı Birgivi hazretleri buyuruyor ki:
Saz dinlemekten kulaklarını korumalıdır.
[Risale-i Birgivi]

Şarkı ve müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir.
[Mecmu-ul Fetava]

Şarkı, Kitap ve Sünnetle yasaklanmıştır.
[İmam-ı Kurtubi]

Şarkı ve müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır.
[İbn-i Salâh]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Şami, Mültekıt kitabında “Hiçbir âlim, teganniye mubah demedi” buyurdu.
[Mektubat-ı Rabbani, 266]

Kuran’ı şarkı söylercesine okumak haramdır.
[Fetava-i Bezzâziyye]

Çalgı çalmanın haram olduğu, icma ile bildirildi.
[Makamat-ı Mazheriyye]

Çalgı çalarak veya oyun arasında Kuran okuyan kâfir olur.
[Tergib-üs-salât]

Dümbelek, ney, saz çalmak haramdır.
[Tahtavi şerhi]

Kuran’ı makam ile okuyan bir imamın arkasında kılınan namazın tekrar kılınması gerekir.
[Halebi]

Kuran’ı, Arap şivesine uygun, tecvit ile ve güzel ses ile okumalıdır. Ebu Davud’daki hadis-i şerifte, “Kuran’ı güzel sesle okuyun!” buyuruldu. Yani "ALLAH’tan korkarak okuyun" demektir. Bu da, tecvit ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa harfleri, kelimeleri değiştirerek, manayı, nazmı bozarak makam ile okumak haramdır.
[Berika]

Makamlı okumak, şarkı söylemek, çalgı aletleri haramdır.
[Tıbb-ün-nebevi]

Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okumak ve dinlemek haramdır. Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki:
Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okuyan hafıza, ne güzel okudun diyen kimsenin imanı gider. Tekrar kelime-i şehadet getirerek Müslüman olması gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır.
[Dürr-ül-müntekâ]

Şarkı söylemek ve dinlemek haramdır. Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. Şimdi, dinden haberi olmayan münafıklar, böyle tarikatçılık yapıyorlar.
[Fetava-yı Hindiyye 5/352]

Allame Zahirüddin bin Cafer diyor ki:
Mevlitte çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur!
[Mektubat]

Kitab-ül-Kırare’deki hadis-i şerifte, kıyamet alametleri sayılırken, Kuran çalgılardan okunur, [şarkı söylercesine, makamlı okunur] buyruluyor.
[Tergib-üs-salât]

Ney de, diğer çalgılar gibi asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks etmek caiz değildir.
[Redd-ül Muhtar]

ALLAH aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalp ile sessiz olacağını Mesnevi’de bildirmektedir.
[Saadet-i Ebediye]

Şarkı, çalgı ile başkalarını eğlendiren şahit olamaz, şahitlik yapamaz!
[Mecelle m. 1705]

Her çalgı haramdır.
[Ahlak-ı Alaiyye]

Tef, tambur ve her çeşit çalgıyı evinde, dükkânında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediye etmek, kiraya vermek haramdır.
[Berika]

Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.
[Dürr-ül Mearif]

Harama helal diyen ve haramı ibadete karıştıran kâfir olur.
[Saadet-i Ebediye]

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır.
[Fetava-i Bezzaziyye; Hadika; Ahlak-ı Alaiyye]

Müzik bütün dinlerde büyük günahtır.
[Dürr-ül-Münteka]

İncilin yasakladığı müziği, sonradan papazlar Hıristiyanlığa soktu.
[Mevahib-i Ledünniyye Şerhi, Zerkani]

Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, (Vestefziz... bi savtike [Sesinle oynat]) demenin çalgı ile oynat demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir.
[Şeyhzade]

Lokman suresinin 6. âyetindeki “lehv-el hadis” ifadesini âlimler şarkı, çalgı aleti olarak bildirmiştir. İbn-i Mesud Hazretleri yemin ederek “lehv-el hadis”ten kasıt, çalgı aleti ve şarkı olduğunu söylemiştir.
[Tefsir-i İbn-i Kesir, Tefsir-i medarik//İbni Mesud gibi büyük bir zata inanmayan cahillere ne denir ki?]

İlk makamlı okuyan, şarkı söyleyen şeytandır.
[Taberani]

Sesini şarkı söyleyerek yükseltene şeytan musallat olur.
[Deylemi]

Rahmet melekleri çan, zil, çıngırak bulunan yere girmez.
[Nesai]

Melekler köpek ve çan bulunan topluluğa yaklaşmaz.
[Müslim; Ebu Davud; Tirmizi]

Çan şeytanın çalgı aletidir.
[Müslim; Ebu Davud; Nesai]

Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır.
[Taberani]

ALLAH [c.c.] Zurna, gırnata, ut, tef gibi bütün çalgı aletlerini, cahiliyet döneminde tapınılan putları kaldırmamı emretti.
[İbn-i Ahmed]

Bir zaman gelecek, zina, içki ve çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır.
[Buhari]

Şarkı kalp de nifak meydana getirir.
[Beyheki]

Suyun otu büyüttüğü gibi, şarkı, oyun ve eğlence kalp de nifakı büyütür.
[Deylemi]

Rabbim içkiyi, kumarı, darbukayı ve şarkıcı kadınları haram kıldı.
[İbn-i Ahmed]

İçkilere başka isim verilerek içilir. Çalgılarla eğlenirler. ALLAH onları yere batırır, domuz ve maymun haline getirir.
[İbni Mace]

Şunlar zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Lanetleşmeler, içkiler, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla ilişkiye girmesi.
[Deylemi; Hâkim]

Çalgı aletlerini, putları yok etmek için gönderildim.
[İbn-i Ahmed; Ebu Nuaym; İbn-i Neccar]

Şeytana “Çalgılar müezzinin, yazıların dövme, elçin kâhinler ve falcılardır” denildi.
[İbn-i Ebid-dünya, İbni Cerir, Taberani]

İki ses lanetlidir: Nimete kavuşunca çalgı, musibete maruz kalınca feryat.
[Bezzar]

Nimete kavuşunca çalgı çalmak ilahi gazaba sebep olur.
[Deylemi]

Şarkılar, içkiler yayılınca, yere batmalar görülür.
[Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace]

Kuran çalgı aletleriyle okunmadan önce hayırlı amel işlemekte acele edin.
[Taberani]

Kuran çalgı aletleriyle okunduğu zaman ölebilirsen öl.
[Taberani]

Kuran’ı çalgı aletlerinden okuyanlara ALLAH lanet eder.
[Müsamere]

Belaya maruz bırakan 15 kötü âdetten biri çalgıların yayılmasıdır.
[Tirmizi]

Gözün zinası [harama] bakmak, kulağın zinası [haram şeyleri] dinlemektir.
[Müslim]

Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.
[Begavi]

Tabiinin büyüklerinden Nafi anlatır: Abdullah ibn-i Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. “Ney sesi daha işitiliyor mu?” dedi. “Hayır, işitilmiyor” dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. “Resulullah da böyle yapmıştı” dedi. Nafi, sonra dedi ki, “ben o zaman çocuk idim.” Bundan anlaşılıyor ki, Nafi’ye kulaklarını kapamasını emretmemesi, çocuk olduğu için idi. Çünkü çocuk isteyerek dinlese de ona günah olmaz. Yoksa Abdullah takvası sebebi ile kulaklarını kapattı demek doğru değildir. Nafi, böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi.
[Eşiat-ül-lemeat]

Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur. Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.
[Dürr-ül Mearif]

Arkadan çekiştirmek veya devamlı ipek giymek yahut devamlı çalgı dinlemek gibi günahlara devam etmek kalbin kararmasına yol açar.
[imam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 580]

İçki içmek ve çalgı dinlemek gibi, kul hakkı ile ilgili olmayan günahların hepsine tövbe etmek gerekir.
[İhya-u Ulumiddin, imam Gazali, 4/65]

Herkes dünyadaki işine göre diriltilir. İçki içenler, sarhoş olarak; çalgıcı, çalgı çalarak diriltilir.
[Dürre-tül Fâhire fî-Keşf-i Ulûm-il-Âhıre – Kıyamet ve Ahiret, sayfa 36]

Çalgı dinleyenin veya ipek giyenin şahitliği kabul edilmez.
[İhya-u Ulumiddin, imam Gazali, 4/41]

Davet edildiği yerde günah bir şey varsa, mesela duvarda canlı resimleri varsa yahut çalgı çalınıyorsa, kadın erkek karışık ise böyle bir davete gidilmez.
[imam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 207)

Ut ve saz çalmak haramdır.
[imam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 231]

Çalgı aletlerinin üretiminden kaçınmak, zulümden kaçınmak olur.
[İhya-u Ulumiddin, imam Gazali, 2/218]

Mevlana Celaleddin Rumi ve Musiki

Sual: Mesnevi’de, [Dinle neyden…] deniyor. Buradaki ney’den maksat çalgı mıdır, yoksa bir benzetme mi yapılmıştır?
CEVAP:
Ney çalgıdır; fakat buradaki ney çalgı değildir. Çalgının her çeşidi haramdır. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri buyuruyor ki:

Mesnevinin birinci beytinde, [Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor] deniyor. Burada neyden maksat, İslam dininde yetişen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her an, ALLAH’ın rızasını aramaktadır. Ney, Farsça’da, “yok” demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden meydana gelmektedir. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, ALLAH’ın ahlakı, sıfatları ve kemalatı ortaya çıkmaktadır. Ney’in üçüncü manası, kamış, kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kâmil kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep ALLAH’ın ilhamı iledir.
[Mesnevi şerhi]

KISACA CELALEDDİN MUHAMMED RUMİ: Evliyanın büyüklerindendir. Mekatibi şerifenin 107. mektubunda diyor ki, Mevlana Celaleddin Rumi, Ehl-i sünnet Evliyasının büyüklerindendir. 1207 de Belh şehrinde doğup, 1273 de Konya’da vefat etti. Babası Sultan-ül-Ulema Muhammed Behaeddini Veled büyük âlim ve Veli idi. Daha çocuk iken babasının kalbindeki ilimlere kavuştu. Nefehat da diyor ki, Beş yaşında iken Kiramen Katibin meleklerini, Evliyanın ruhlarını ve sokakta dolaşan cinleri görürdü. Babası, oğlu ile Hicaz’a, sonra Şam’a ve Konya’ya geldi. Babası ölünce, oğlu ders verirdi. Önce Babasının halifesi olan Seyyid Bürhaneddin Tirmüzi’den 9 sene ilim öğrendi. Seyyid Bürhaneddin Kayseri’de defnedilmiştir. Bundan sonra, Şemseddini Tebrizi gelip irşat eyledi. Ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen cahiller uydurdu. Divan-ı Kebir de 30 bin, Mesnevi de 47 bin beyt vardır. Farisidirler. Türkce şerhleri çoktur. Nakşibendi tarikatının büyüklerinden Abdullah-i Dehlevi hazretleri, Üç kitabın eşi yoktur. Bunlar Kuran, Buhari Şerif ve Celaleddini Rumi’nin Mesnevi’sidir buyurdu. Yani, Evliyalık yolunun faziletlerini bildiren kitapların en üstünü Mesnevi’dir. Evliyalık ve nübüvvet yollarının faziletlerini ve inceliklerini bildirmekte ise, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubâtı’nın eşi yoktur. Görülüyor ki, tasavvuf büyükleri, birbirlerini sever ve överlerdi. Abdullah-ı Dehlevi Hazretleri, 107. mektupta buyuruyor ki: O, Evliyanın büyüklerinden ve Ehl-i sünnet ve cemaat âlimlerinden idi.

Şimdi Sünnet Seniyye Hadis'i Şerif ve Kuran’a ve Ehl-i Sünnete bu kadar bağlı olan bir büyük zatın diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere, hadislere ve Kuran’a aykırı olarak müziğe helal dedi demek çok büyük bir iftira ve cahilliktir. Bunu yapanların bilmesi gerekir ki Mesnevi'deki ney'den kasıt Kendini ALLAH [c.c.] da yok eden “Kâmil İnsan” demektir. Ney, Farsça’da, yok demektir.

Bu kadar açık ve net olan Ney kelimesini tutup Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri müziğe helal dedi diye anlamak apaçık cahillikten başka bir şey değildir. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri’ne ait olmayan bir sözü Mevlana Celaleddin Rumi söylemiş gibi göstermek, iftira atmak düpedüz Ehl-i sünnete ve Peygamber Efendimiz’e ve ALLAH’a iftira atmak olur. Çünkü Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri yukarıda da Müziğin haram olduğunu beyan eden yüzlerce hadis, yüzlerce Ehl-i sünnet âlimi ve Kuran’a aykırı davranmaz, her sözü diğer âlimler gibi bu yola uygundur.

ALLAH’ın rızası, haram ettiği, yasak ettiği şeylerde olmaz, yani haramları işleyerek Allah’ın rızası kazanılmaz. Aksine, bu haramları terk ederek kazanılır.
[Tam İlmihal / Dinimiz İslam]


Mevlana Celalaeddin Rumi’nin ney eşliğinde sema ettiği anlatılır değil mi bizlere? Mevlana Celaleddin Rumi de kendi zamanının müçtehidiydi.

Gelişen şartlara ve yaşadıkları zamana göre dinin hükümlerini bildirmesi gereken müçtehit âlimler; değişen hayat şartları ve koşullara göre hükümleri bildirmeleri gerekirken; Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz zamanından beri süre gelen hükümler hakkında, dini konular hakkında da fetva veriyorlar! Bir yandan yaşadıkları dönemin şartlarına göre, hükümleri bildirirken, bir yandan da uygulanmakta olan hükümlerin, yanlış fetva vererek değişmesine sebep oluyorlar.

İmam Ebu Hanife “imam namazda Kuran okuduğu için, cemaatin Kuran okumasına gerek olmadığına” dair fetva veriyor, Aleyhisselatu Vesselam Efendmiz zamanında kılınan namazlarda; imamlığını Aleyhisselatu Vesselam efendimizin yaptığı cemaat namazlarında bile, cemaat Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ardında sure okuyor! İmam Ebu Hanife’nin fetvasından sonra, Hanefi mezhebinin mensupları imam okurken Kuran okumuyor. Bu en çok kimin işine yarıyor? ŞEYTANIN!

İmam Ebu Hanife’nin fetvasından sonra insanlar namaz kılarken, şeytanın oyuncağı oluyor! Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sindeki bir kelimeden dolayı “Ney” çalarken “sema” ettiği öne sürülüyor. En sağlam Hadis kaynağı olarak gösterilen İmam Buhari’nin Sahih-i Buhari isimli Hadis kitabında tek bir rakamın, sadece 1 rakam eksikliğinden dolayı Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e iftiralar atılıyor!

Allah her 100 sene başında İslam dininde olmayan şeyleri İslam’dan çıkarmak için, zamanın şartlarına göre hüküm vermesi için ilim sahibi âlim gönderir.
[Sünen-i Ebu Davud, 5/100]

ALLAH her 100 sene başında müçtehit âlimler göndermiştir.

Müçtehit âlimler verdiği fetvalarda isabet ettirirse 2, yanlış fetva verirse 1 sevap alır!
[İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 11/523-524.]

Ünlü dinsiz Abdülkerim bin Ebil Avca öldürülmeden önce şu dehşetli açıklamayı yapar: "Siz beni öldürüyorsunuz ama ben dininizde helali haram, haramı helal yapan 6000 hadisi tahrif ettim, 4000 hadis uydurdum.” Ahmed bin el Cuveybari, Muhammed bin Ukeşa ve Muhammed bin Temim'in Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz hakkında 10.000'den fazla hadis uydurdukları söylenir.
[İbn-i Hacer, Lisanu'l Mizan]

Sadece 3-4 kişinin 15-20 bin hadis uydurduğunu göz önüne alalım!
Bir konuda kesin bir hüküm veren tek bir hadis varsa; 1 milyon değil, 1 milyar hadis âlimi sahih dese, 1 milyon hadis kitabında yazsa, bir milyar hadis âlimimin sahih dediği hadisleri bırakıp, kesin hüküm içeren tek hadise göre hareket etmemiz gerekiyor!

“İnsanların, dinden olmayan şeyleri dindenmiş gibi gösterip kabul ettirmeye çalışanların görüşlerini benimseyip farkında olmadan ALLAH’a ortak koştukları bir zaman gelecektir.”

Sakallarımızı keseriz değil mi birde?

SAKAL!

Sakalın İslami şartlara uygun olması gerekir. Âlimler bu edebi bozan durumları tespit etmişlerdir. İmam Nevevi, Müslim şerhinde şu açıklamayı yapar: “İranlılar sakalı tıraş ederlerdi, İslam şeriatı bunu yasakladı. Erkekler için sakalı tıraş etmek haramdır.”
[Kutub-i Sitte]

Sakala kıymet vermeyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, kadınlara benzemek için sakal kazıtmak, çeneyi kazıyıp, yanaklar üzerinde uzatmak haramdır. Çünkü erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere benzemeleri haramdır!
[Kimya-yı Saadet/İmam Gazali]

Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir!
[İ. Ahmed]

Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere ALLAH lanet etsin!
[İmam Taberani ]

“Sakala kıymet vermeyen kâfir olur!” Biz sakallarımızı kesiyoruz değil mi sürekli? Askeriyede her gün kestiriyorlar! Devlet dairelerinde, çalıştığımız işlerde, özel sektörlerde çalıştığımız işlerde sakal bırakmak yasaklanmış!

“Yüzünü kadın gibi parlak yapmak!” Sinekkaydı tıraş oluyoruz değil mi? Çalıştığımız yerlerde böyle olmasını istiyorlar. Eşlerimiz, sevgililerimiz de sakalı sevmiyorlar değil mi?

“Sakala kıymet vermeyen kâfir olur.”

ALLAH’ın birtakım melekleri vardır, onlar şöyle yemin ederler: “Âdemoğullarını sakal ile süsleyen ALLAH’a yemin ederiz.” Sakal, yaradılışın tamamlayıcısıdır. Dış görünüşte erkek, kadından sakal ile ayrılır.
[İhya’u-Ulumiddin, Rub’u’l-İbadat, sayfa 388, İmam Gazali.]

Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere ALLAH lanet etsin!
[İmam Taberani ]

Biz kadınlara benzemek için sakalları kesiyoruz değil mi? Sinekkaydı, pürüzsüz tıraş oluyoruz! Kurallar var değil mi? ALLAH’ın hükmünü hiçe sayan kurallar! ALLAH’ın hükümlerini bırakmışız, ALLAH’ın hükümlerini hiçe sayan hükümleri uyguluyoruz!

Bir kimse Lut kavminin amelini yapar halde, tövbe etmeden vefat ederse, kabri onu onların arasında oluncaya kadar yanlarına götürür. Ve kıyamette de onlarla beraber diriltilir.
[Ravi: Hz. Vekî' Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 444]

10 şey vardır ki, Lut kavmi onları yapmış ve o yüzden helak edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar: erkek erkeğe münasebet, fındık gibi topaç taşlarını sapanla atmak, güvercinle oynamak, tef çalmak, içki içmek, sakal kesmek, bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak, ipek gömlek giymek. Bir tane de ümmetim ilave eder ki, o da kadın kadına münasebette bulunmaktır.
[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz-el E-Hadis, sayfa 315, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi]

Şu 10 şey Lut kavminin ahlakındandır: Meclislerde fiske taşı atmak, erkeklerin sakız çiğnemesi, yol üstünde misvak kullanmak, ıslık çalmak, güvercinle oynamak, sapanla taş atmak, sarığı gerektiği şekilde takmamak, kumar oynamak, erkeklerin parmaklarına kına yakması, göğsü açık gezmek ve çarşıda açık bacakla gezmek.
[Ravi: Hz. İbn-i Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El-Ehadis, Sayfa 316, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi]

“Fındık gibi topaç taşlarını sapanla atmak.” Sapanla taş atmak? Çocukluğumuz sapanlarla kuş kovalamakla geçti değil mi?

“Güvercinle oynamak.” Güvercinleri kümeslerde besliyoruz, sadece güvercinleri değil, her türlü kuşu kafeslerde besliyoruz.

“Tef çalmak.” Biz tefte çalmıyoruz değil mi artık? Sazlar, gitarlar, piyanolar, orglar, her türlü müzik aletini çalıyoruz. Şeytanın ezanlarını söylüyoruz. Şeytanın ezanlarını çalıyoruz.

“İçki içmek.” Adım attığımız her yerde içki satılıyor.

“Islık çalmak.” Canımız sıkıldığında ıslık çalıyoruz değil mi? Ya da sesimizi duyuramadığımız zaman, duysunlar diye ıslık çalıyoruz! Şeytanın ezanı olan ıslığı çalıyoruz!

“El çırpmak.” Hoşumuza giden bir şey olduğunda alkışlıyoruz! “Bravo, helal olsun” diyoruz. Şeytanın ezanlarını seslendirenleri, Kuran’a küfretmek için resim çektirenleri, Kuran’a küfretmek için evlerimizde bulundurduğumuz televizyonlarda boy gösterenleri alkışlıyoruz!

“Erkeklerin sakız çiğnemesi.” Sığırların geviş getirmesi misali sakız çiğniyoruz değil mi? Can sıkıntısı! Canımızın sıkıntısı geçsin de nasıl geçerse geçsin! Sakız çiğnerken ağzımız sürekli hareket ettiğinden midemiz sürekli çalışıyor ve karnımız acıkıyor. Hoşumuza ne giderse, nefsimiz ne isterse onları yiyoruz! Ne olduğuna bakmadan; üstelik Tuz Gölü’nden elde edilen tuzları kullanarak yaptığımız yemekleri yiyoruz!

“Sarığı gerektiği şekilde takmamak.” Sarık takmıyoruz ki, nasıl gerektiği gibi takalım?

Neden sarık takmıyoruz?
MASON MUSTAFA KEMAL GELDi, NE YAPTI? Şeriatı kaldırdı. Yerine küfrün, kâfirin kanunlarını getirdi. Şeriatın gelmemesi ve getirdiği kanunların yaşaması için ne yaptı? Mahkemeler kurdu, istiklal mahkemeleri, örfi idare mahkemeleri, olağanüstü mahkemeler. Darağaçlarını da sıraladı. Ankara’dan Konya’ya kadar darağaçları sıralandı. Kimler asılacak? Başta kuvvetli ve cesaretli hocalar. Kimler asılacak? Dinine bağlı olan Müslümanlar! Kim bunları yargılayacak? İşte şeriatı kaldırıp, yerine küfrün kanunlarını getirenler. Ne yapacak? Mahkemeler kuracak, eline kendisinin yaptığı kanunları verecek ve diyecek ki: “kimi gözün tutuyorsa, kimden tehlike seziyorsan; kimin şeriatı savunacağını, inkılaplara karşı çıkacağından endişe duyuyorsan onların gözünün yaşına bakmayacaksın.” “Şapka’ya karşı” dendi. İskilipli Muhammed Atıf Hoca Sarığı çıkarıp şapka giymediği için Taksim Meydanı’nda Asıldı! Başına şapka takıp, 7 gün darağacında beklettiler. Meclis dosyalarını inceleyin. Ne diyor adam? Dediler ki “1000 kişi asıldı.” Tek bir cellat “sadece benim elimden binlerce adam geçti” diyor. “1000’de 1000 değil. Binlerce kişiyi sadece ben astım!” diyor. Tarih bunları kaydediyor. Bunların hepsinin hesabı sorulacak. Geliyor, adamın hiç haberi yok. Gecenin bir vaktinde; evinden adamı alıyorlar, sorgusuz sualsiz ipe çekiyorlar. Konyalılar bilir. Sorgusuz sualsiz. Adamlar sabah bakıyorlar ki iplerde sallanıyor. GAYE NE? Yarın bunlar şeriata sahip çıkmasınlar; şeriattan söz etmesinler. Yapılacak inkılâplara karşı çıkmasınlar. Böyle bir terör, böyle bir devlet terörü havasını meydana getiriyorlar. Kim yaptı bunları? MASON MUSTAFA KEMAL! Kim uyguladı bunları? SAĞIR İSMET! Kör yaptı bunları! Kör Mustafa Kemal yaptı! Sağır İsmet’de uyguladı!

Neden sarık takmıyoruz? Mason Mustafa Kemal sarığı yasakladı! Şapka kanunu çıkarttı. Ama bizler sarıkta takmıyoruz, şapka da takmıyoruz.

“Kumar oynamak” Masonlar şans ve kumar oyunları İslam dini ile dalga geçmek için icat etmişlerdir.
Tavla 15+15=30 pul +2 zar, toplamda 32’dir. 32 İslam’ın farzıdır
Şeş-düşeş zar oyunu 6+6, toplamda 12 pulla oynanır. 12 namazın farzıdır.
İskambil kâğıtları 52 kart + 2 jokerle toplamda 54 karttır. İslam’ın 54 farzıdır.
51, 101, okey gibi oyunlar 104 kart +2 jokerle toplamda 106 kartla oynanır. İslam’ın bütün farzlarının toplamı 106’dır.

7. (5337)- Hz. Büreyde Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur."
[Müslim, Şi'r 10, (2260); Ebu Davud, Edeb 64, (4939); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/138.//5337.hadis]

Kumar, satranç, tavla ve benzerleri gibi şu bir takım oyunları oynayan kimselere rastladığınızda, onlara selâm vermeyin. Şayet onlar selam vermişlerse selamlarını da almayın.
[Ravi: Hz. Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh, Ramuz El-Ehadis/Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, sayfa 64, 11. hadis]

Satranç oynayan lanetlenmiştir ve satranç oynayanı izleyen de domuz eti yiyen gibidir.
[Ravi: Hz. Habbe İbni Muslim Radıyallahu Anh, Ramuz El-Ehadis/Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, sayfa 394, 9. hadis]

Satranç 32 taşla oynanır. 32 İslam’ın farzıdır!

Satranç ve dama masonların “damalı deseni” üzerinde oynanır!

Bütün bu oyunlar masonlar, Yahudiler tarafından icat edilmiştir.
Yahudiler çeşitli kumar oyunlarını neden icat etmişlerdir? Hiç düşündünüz mü? Tüm kumar oyunlarındaki sayılar, İslam’ın mukaddes sayılarına karşı hazırlanmıştır.

Tavla oynarken namazın, abdestin, imanın, İslam’ın şartlarıyla oynadığını biliyor musun? Niçin 31 veya 35 olmamış?

Şeş-düşeş zar oyunu 6+6, toplamda 12 pulla oynanır. Namazın farzı 12’dir. Bu oyunu oynarken namazın farzlarıyla oynadığını biliyor musun?

2 deste iskambil kâğıdıyla oynanan oyunlar. 52+52+ 4 joker toplamda 104 kartla oynanır. 104 ALLAH’ın peygamberlerine gönderdiği sayfaların ve kitapların toplamıdır!

İskambil 28 kâğıtla oynanır. Bu da Kuran’da ismi geçen peygamberlerin toplam sayısıdır! Sen iskambil kâğıtları yerine önündeki masaya Hz. Musa Aleyhisselam’ı, Hz. İbrahim Aleyhisselam’ı, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’i vurduğunu biliyor musun?

Tavla’daki sayılara gelelim.
YEK (1) ALLAH, DÜ (2) TEYEMMÜM'ÜN FARZI, SE (3) GÜSLÜN FARZI, CEHAR (4) ABDEST'İN FARZI, PENÇ (5) İSLAM'IN FARZI, ŞEŞ (6) İMAN'IN ŞARTI!

Sayısal loto, şans topu, on numara, süper loto! İngilizlerin; müslümanların kesik başlarını karşılıklı birbirine tekmeleyerek ortaya çıkardıkları futbolda, iddia, süper toto!

Bir insan günah işlerken o insana kimse selam veremez! Örneğin; İskambil, tavla, poker, pişti oynanan bir kahveye girdiniz. İçeride oyun oynanıyor. Oyunların her çeşidi haramdır! Kahvehanede bir masanın başına toplanmışlar oyun oynuyorlar. Bazı insanlarda oyun oynayanları seyrediyor. Bazı insanlarda oyun oynanan kahvede bir köşede oturuyor. Nedir bunun hükmü? Oyun oynayanlar haram işliyorlar. Oyun oynayan kişilere ve kimselere, o esnada kim selam verirse vallahi cehenneme gider! Selama ehil değillerdir onlar! O günahı işledikleri esnada ALLAH onlardan rahmetini kesmiştir. Selam veremezsin! Oyun oynamıyorsa, oyun oynayanları gözünü dikmiş seyredenlere de selam veremezsiniz! O seyredenlerde aynı günaha ortak oldukları için, oyun oynamayıp ta seyredenlere de hangi insan selam verse, o da cehenneme gider! O da ortak, seyrediyor.

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah size indirdiği kitapta onun ayetlerinin inkâr edildiğini ya da alaya alındığını işittiğinizde başka bir konuya geçmedikleri sürece onlarla bir arada oturmamanızı, yoksa sizin de onlar gibi olacağınızı bildirdi. Hiç kuşkusuz Allah münafıklar ile kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir. Sadakallahül-Azıym.
[Nisa Suresi, 140. ayet]

Nerede Allah’a isyan ediliyorsa, nerede ALLAH’a karşı günah işleniyorsa, nerede İslam’a ve ALLAH’ın emrine karşı geliniyorsa; o ALLAH’a isyan edenlerin yanında oturmayın! Onların yakınında oturmayın. Kahvehanede oyun oynayan, kumar oynayan, kişilerin olduğu kahvehanelere girmeyin. Orada oturup çay içmeyin. “E ne olur? Canımız sıkılmış, oyun oynanan kahveye gittim, oturdum.” Ne olur biliyor musun? ALLAH buyuruyor, “muhakkak ki, sizi de o oyun oynayanlar gibi cehenneme atarım. İşin aslı Kuran’da!

Açık-saçık kadınların olduğu bir yere gidip ya da sadece saçı açık olan kadınların olduğu bir yere gidip hiç kimse Kuran okuyamaz! Saçının açık olmasını bırakın! Bütün vücudu kapalı olsun, sadece pantolon giyen ya da ne giyerse giysin; vücudunun kalıbı dışarıdan belli olacak şekilde giyinen kadınların olduğu yerde kimse Kuran okuyamaz! Sadece kadınlar toplansa ve Kuran’ı da bir kadın okusa, Kuran’ı dinleyen kadınların arasında bir tane, tek bir tane pantolon giyen bir kadın olsa, bütün vücudu kapalı olsa ama sadece pantolon giyse, o ortamda Kuran okuyan her kim olursa olsun vallahi cehenneme gider! “Onlarla beraber oturmayın!” ALLAH’ın hükmüdür bu!

Günah işleyenlerle beraber oturmayın. Ayrılın. Günah işleyenlere, günah işledikleri esnada selam vermek mümkün değildir. İslam’ın hükmü budur!
İçki satılan bir markete girdiniz. İçki satmak haramdır. İçki satan lanetlenmiştir. İçki satan insanın bütün kazancı, ekmeği, lokması, yediği-içtiği haramdır! İçki satmak haram mı? Haram! Bu işi yapan adam, haram işliyor mu? Evet, haram işliyor. O içki satan adama selam veremezsiniz! Asilere, günahkârlara selam verilmez! İçki satılan yerlerden alış-veriş yapılmaz! O günahı terk eder selam verirsin, alış-veriş yaparsın.

Şimdi diz kapağıyla, göbek arasını bir Müslüman erkeğin örtmesi farzdır! Hepiniz biliyorsunuz. Diz kapağının 2 parmak altından göbek noktasına kadar, o boşluğu bir elbiseyle veya bir vasıtayla örtmesi, kapatması farzdır! Açamaz! Diz kapağından 2 parmak yukarısını açıkta bırakan erkek günah işlemektedir. ALLAH’a asidir. Diz kapağından yukarısı, 2 parmak yukarısı açıkta olan bir Müslüman erkeğe kimse selam veremez! Haram işliyor çünkü!

Kadınların çalıştığı bir yerde inanan bir erkek çalışamaz! Kadınlarla konuşurken kulakları göz zinası işler! Gözleri göz zinası işler!

Günümüzde nasıl peki?
Nefsimizi İslam’a uydurmamız gerekirken, insanlar İslam’ı kendi isteklerine göre uyguluyorlar!

“Göğsü açık gezmek ve çarşıda açık bacakla gezmek.” Vücudunu açık bırakan kıyafetlerle geziyoruz değil mi?

“Sakal kesmek, bıyık uzatmak.” Araplar sakal uzatır, Türkler bıyık bırakır demişler Türkiye’deki Kemalist sözde Müslüman kâfirlere! Sakalların kesilmesini istiyor herkes! Ama bıyığın bırakılmasına kimse ses çıkarmıyor! Lut kavminin yaptıkları ne varsa, bizler de yapıyoruz! Kâfirler ve Yahudiler gibi sakalları kesip, bıyıkları uzatıyoruz! Yüzümüzü kadınların yüzüne benzetmek için sakallarımızı kesiyoruz.

İslam’a uygun sakal bırakan birini gördüğümüzde, korkarak bakıyoruz değil mi? Terörist ya da örgüt militanıymış gibi bakıyoruz! Korkuyoruz! Çekiniyoruz!

Sakal, yaradılışın tamamlayıcısıdır. Dış görünüşte erkek, kadından sakal ile ayrılır.
[İhya’u-Ulumiddin, Rub’u’l-İbadat, sayfa 388, İmam Gazali]

Gelelim etek tıraşına!
Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirlere “cinsel uzvundaki kıllar buğday tanesinin uzunluğunu geçerse dinden çıkarsın” demişler!

Dikkat edilirse insanın en pis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir. Bu lezzet, ancak arzu, şehvet anında oluşur. Şayet isteksiz, şehvetsiz bir şekilde o pis yerler görülse yahut hayal edilse, insanda bir tiksinti uyandırır. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmemiz gerekiyor. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet organını görmemeli. Zira organların pislik kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet organlarıyla zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere yönelince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor. Günümüzde hususiyle bu meselede haddi aşmalar olmuştur. Evliler buna çok dikkat etmelidirler.

Hayâ ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan Âdem Aleyhisselam’ın Cennet’teki kıssasına başvurmak lazım. Malum olduğu üzere Adem ile Havva atamız, Cennet’te sevinç ve neşe içinde yaşarlardı. İmtihanın hikmeti gereği, kendilerine bir meyve yasaklanmıştı. Avrupalı Hıristiyan kaynaklarına göre bu, “bilgi ağacıdır” yani Levh-i Mahfuz’da yazılı olan bilgi. Diğer adıyla, kader. Aksine, irfan ehlince bu “fena ağacı”dır. Mayası dünya ile aynı. Cennet’te her şey, dünyadakine zıt, karşı ve aykırıdır. Bu ağaç buğday ağacıdır. Buğday, bütün meyvelerin, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir. İşte, şeytan’ın vesvese ve baştan çıkarmasıyla yenilen buğday, Havva validemizde bir ağırlık yapmıştı. Bu ağırlık pisliğin ağırlığıydı. Necaset, kendini hissettirince nur son bulmuş, son bulan nurla birlikte şaşma hissi doğmuştur. O an Havva validemiz ve Adem babamız edep yerlerinin farkına varmışlardır. Edep yerleri, yani pis yerler. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edep yerlerini kapatmışlardır. Bu ağaç da, incir ağacıdır. ALLAH Kuran’da Bismillahirrahmanirrahiym Ey Âdemoğulları! Şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için Cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın! Sadakallahül-Azıym. [Araf Suresi, 27. ayet] buyurmuştur.

Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet organını görmemeli. Zira organların pislik kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet organlarıyla zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere yönelince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor.

İnsanın hiçbir şekilde kendi cinsiyet uzvunu bile görmemesi gerekiyor! Çünkü cinsiyet uzvu görüldüğünde iman gidiyor! Bizim yüzümüzdeki sakalları kesmemiz yasak! Bizler hem sakallarımızı kesiyoruz, hem de etek tıraşı yapıyoruz! Mason Mustafa Kemal’in Türkiye’deki âlimleri astırmasından sonra, günümüz kâfirlerinin yapmakta olduğu etek tıraşı bizlere bu şekilde yaptırılıyor!

Hadis kitaplarında da yer alıyor değil mi ama? Bazı kaynaklarda etek tıraşının yapılması müstehab olarak anlatılıyor!

Ünlü dinsiz Abdülkerim bin Ebil Avca öldürülmeden önce şu dehşetli açıklamayı yapar: "Siz beni öldürüyorsunuz ama ben dininizde helali haram, haramı helal yapan 6000 hadisi tahrif ettim, 4000 hadis uydurdum.” Ahmed bin el Cuveybari, Muhammed bin Ukeşa ve Muhammed bin Temim'in Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz hakkında 10.000'den fazla hadis uydurdukları söylenir.
[İbn-i Hacer, Lisanu'l Mizan]

Hepsi bozulmuş, değiştirilmiş hadisler!

Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet organını görmemeli. Zira organların pislik kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet organlarıyla zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere yönelince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor.

Cinsiyet uzvumuzu gördüğümüzde imanımız gidiyor! Yani kâfir oluyoruz! Eskiler bu etek tıraşını duyduktan sonra ne diyor biliyor musunuz? “Eskiden böyle bir şey yoktu, kimsede bilmiyordu. O kadar sene yapmadık, ne olacak bizim halimiz?” diyorlar. Hiç kimse neyin ne olduğunu bilmiyor ki!

Evli çiftler beraber banyo yapıyor değil mi? Karı-koca birbirinin helali demişler. Her şey serbest! Ayrı ayrı yıkanmamız gerekirken eşlerimizle beraber yıkanıyoruz!

İnsan kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet uzvunu gördüğünde hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor! Yani dinden çıkıyor, kâfir oluyor!

Terlediğimiz zaman koku meydana çıkıyor ama değil mi? Dar şortlar giydiğimiz, dar boxer giydiğimiz ya da dar kıyafetler giydiğimiz için, plastik iplerden üretilen kıyafetler giydiğimiz için kasık yerlerimiz hava almıyor. Terliyoruz!

“Bir taraftan da kasık yerleri pis yerler. Temizlenmesi gerekir!” Kasık yerleri pis yerler olduğu için, kıllarla örtünmüştür. İnsan kendi cinsiyet uzvunu bile görmesin, imanı gitmesin diye! Eskiden, tüy dökücü kremler, epilasyon aletleri, tıraş makineleri, jiletler, usturalar yoktu. O zaman insanlar kılıçlarla mı etek tıraşı oluyorlardı? Bıçakla, hançerle mi etek tıraşı oluyorlardı. Hiç evine gelmeden 7 yıl boyunca askerde kalıp savaşanlar, süngülerle, kılıçlarla mı etek tıraşı oluyorlardı?

Koltukaltı tıraşımız var bir de! Akciğerlerin en ince uçlarının bulunduğu ve akciğerin uçlarını koruyan kılları kesiyoruz!

Sanatçılar, şeytanın ezanlarını seslendirirken, Kuran’a küfretmek için resim çektirirken, Kuran’a küfretmek için televizyonlarda boy gösterirken, açık saçık giyinip, göze kötü görünmesin diye kesiyorlar değil mi koltukaltı kıllarını? Kadın, erkek! Herkes kesiyor! Medeniyet böyle istiyor ama! Çağdaşlık böyle oluyor!

3 harf. “Ç-a-ğ” harflerinden oluşan bir kelime. Bütün İslam’a düşman politikacıların ağzında, İslam’a düşman gazetecilerin ağzında, İslam’a düşman bütün eğitimcilerin ağzında bir kelime geziyor. “Çağ dışı! Çağ dışı! Çağ dışı!” Bu nedir? Şimdi bunu açıklayacağız! Ve bunun üzerinde ALLAH’ın hükmünü belirteceğiz! Bu kelimenin başka bir hali de “çağdaş” kelimesi. “Çağdaş uygarlık seviyesi, çağdaş eğitim, çağdaş medeniyet, çağdaş görüş, çağdaş felsefe…” Bu kelimelerle neyi, kastediyorlar acaba? Ne demektir bu? Nesillerimize neyi fısıldamak istiyorlar? İslam âlemi için hangi tuzağı kurmayı planlıyorlar? Bunların farkına varmadan, kâfirin hilesini sezmeden Müslüman kalmak vallahi mümkün değildir! Kâfirin hilesini sökeceğiz ilk önce! Bunun içinde tabi Kuran’ı rehber edineceğiz, Kuran’ı kendimize ölçü haline getireceğiz!

Geçen asır içerisinde, İngiliz milletinin başında kraliçe olarak bulunan Victoria zamanında; İngiliz parlamentosunun en müthiş adamı dedikleri başbakan William Ewart Gladstone namındaki ALLAH’sız adam! Gladstone! Bu Müslüman milletlerin topraklarında emperyalizmini, yani sömürgesini devam ettirebilmek için çeşit çeşit hileler, çeşit çeşit oyunlar uydurmaya çalışmıştır. Bazı yerlerde başarılı olmuş, bazı yerlerde başarılı olamamıştı. Özellikle Müslüman Türklerin egemenliği altında bulunan topraklara girememişti. Mesela Çanakkale Boğazı’ndan içeri girememişti kâfir, emperyalist İngiliz, istilacı İngiliz. Taarruz eden İngiliz Çanakkale’den içeri girememişti. İngilizleri Müslüman topraklarımıza sokmamak için, tarihin belgeleriyle şahit 500 bin Anadolu çocuğu şehit olmuşlardı. En sonunda Avam kamarasında İngiliz parlamentosu toplantı yaptı. Toplantı da çeşit çeşit meseleler görüştüler. Müslümanların yaşadıkları yerleri işgal edebilmek, oraları ele geçirebilmek, zapt etmek için hangi metodu kullanalım diye aradılar, taradılar, konuşma yaptılar. En sonunda zeki olan, şeytani bir zekâya sahip olan başbakan William Ewart Gladstone kürsüye geldi kamara da ve hiç sözü uzatmadan birden bire elini çekmecenin gözüne attı. Çekmeceden bir kitap çıkardı. Kitap Kuran’dı. Ve şöyle hitap etti: “Sayın İngiliz parlamenterleri, Sayın İngiliz milletvekilleri Müslüman Türklerin elinden ALLAH’ın kitabı dedikleri şu KURAN’ı alamazsak onların topraklarını işgal edemeyiz” diyordu! İşte elimizden Kuran’ı almak için her çareye başvurdular ve ALLAH’ın kitabını kaldırdılar. ALLAH’ın kitabını kaldırdıkları günden beri hangi kitaba sarılacaklarını şaşırıp kaldılar! Biz ne oyunlara gelmişiz ALLAH’ım! Önce gazetecilere, yazarlara, muhabirlere, şairlere, tarihçilere, öğretmenlere, modacılara bir kelime aşılamışlar. “Çağdaş” kelimesi, bir de “çağ dışı” kelimesi. Çağ dışı. Bizzat Galatasaray Lisesi’nin müdürlüğünü uzun zaman yapmış bulunan ALLAH’sız Tevfik Fikret, kâfir Tevfik Fikret bir şiirin de aynen şöyle söylüyor: “Yırtılır, ey köhne kitap [Kuran’ı kastediyor], yarın düşünce mezarı olan sayfaların. Bir nesil yetiştireceğiz, o nesil çıkıp ey eskimiş, köhnemiş Kuran, seni parçalayacak” diyor kâfir! Böyle hitap ediyor Tevfik Fikret! Türkiye’deki politikacıların %90’ını yetiştiren Galatasaray Lisesi’nin müdürü Tevfik Fikret bunu söylüyor! Şu milletin kaderine bak hele! Köhne kitap diye Kuran’a söylüyor! Dinsiz, ALLAH’sız herifler! Medeniyet tarihine geçmişler, edebiyat tarihine geçmiş bu dinsiz herifler! Ve oradan başlamış devam etmiş, Kuran’ı aynen Mekkeli kâfirler gibi yapmışlar. Mekkeli kâfirler ve müşrikler Kuran okundukça, anlatıldıkça, aktarıldıkça, aşılandıkça küplere biniyorlar; saltanatlarının, hükümlerinin yok olacağını hissediyorlar ve Kuran’ı şu şekilde gölgelemeye çalışıyorlardı:
Aynen o kâfirler şöyle söylüyordu: “Ey Mekkeliler, gençler, şerefliler, asiller” diye hitap ediyorlar. “sakın şu Kuran’ı dinlemeyin, şu Kuran’a kıymet, değer vermeyin” diyorlardı. “Kuran söz konusu olduğu zaman, yaygara koparın, çağ dışı deyin, böyle kitap olmaz deyin, Muhammed’in [Aleyhisselatu Vesselam] uydurması deyin, yalan deyin, bozun, yıkın geçin” diyorlardı. “Propaganda yapın” diyorlardı. Ağızlarıyla ALLAH’ın kâinatın ortasında yaktığı Kuran isimli ışığı söndürmeye çalışıyorlardı! Kuran insanoğlunun ışığıdır! Müslümanların ışığıdır! İslam’ı ortaya koyan Kuran’ın kendisi ışıktır! Dini geceler de Müslümanları kandırmak için televizyonlarda mevlit okutturanlar, niçin Kuran’ı kaldırdılar? Müslümanların gerçek ışığı Kuran’ın kendisidir! Ağızlarıyla ALLAH’ın ışığını, nurunu söndürmeye çalışıyorlar! Ağızlarıyla demek ne demek? Yani ağızlarından çıkan kelimelerle söndürmeye çalışıyorlardı! Ağızlarından hangi kelime çıkıyordu? Çağ dışı! Çağ dışı! Çağ dışı! Kuran’a göre bir topluluk oluşturmaya çalışırsanız; bu topluluk çağ dışı bir topluluk oluyor! ALLAH’sız kâfirler! Nasıl da ALLAH’ın nurunu kelimelerle söndürmeye çalışıyorlar!

O halde hemen İslam’ın hükmünü ortaya koyalım! Hangi politikacının ağzından işitirseniz, hangi gazetecinin ağzından işitir, yazısından görürseniz, hangi eğitimcinin kaleminden çıkıyor, kelimesinden çıkıyorsa; “çağ dışı” dediği zaman ALLAH’ın dini olan İslam’ı kast ediyor! “çağdaş” dediği zaman İslam’ı inkâr ediyor, “çağ dışı” dediği zaman, evet İslam’a sataşıyor! “çağdaş adam” dediği zaman “kâfir adam” demektir! “çağ dışı adam” dediği zaman “Müslüman adam” demektir! Kelimelerin anlamını iyi anlayın! Avrupa’dan gelirse eyvallah, İslam’dan gelirse hayır diyor adam! Kabul etmeyeceğiz! Yeryüzünün tamamına İslam kayıtsız şartsız hâkim olacak inşallah! Hileleri söküldü onların! Anarşist hareketler ne tatlı ve ne güzel ispat etti! Neyi ispat etti? Kuran’sız yetişen neslin ne olduğunu ne güzel sergiledi! Kuran’sız yetişen nesil görüyor musunuz ne korkunç oldu? Anarşizm bunu sergiledi! Dehşet oldu! Vahşet oldu! Korkunç oldu! Ama Müslümanların uyanmasına sebep oldu! Ey Müslümanlar! Neslinizi kurtarmak için Kuran’dan başka hiçbir kitabınız yoktur sizin! Onlar ağızlarından çıkan kelimelerle Kuran ışığını söndürmek istiyorlardı! Onlar kalemleriyle Kuran’ı kötülemek istiyorlardı! Onlar kelimeleriyle Kuran’ı silmeye çalışıyorlardı! Ama silemediler! Ama yok edemediler!

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Sadakallahül-Azıym.
[Saff Suresi, 8. ayet]

Şimdi bu kelimeleri biraz açıklayalım. “çağ dışı”. “çağ dışı” demekle İslam’ı kastediyorlar! Tamam anladık! Hiç kimsenin itirazını kabul etmeyiz! “çağ dışı” dediği zaman Kuran’ın huzurunda yemin ediyorum ki, İslam’ı kast ediyorlar! “çağ dışı”. İslam. İslam’ı kast ediyorlar! Peki, siz İslam’a “çağ dışı” diyorsunuz. Yani çağ dışı demek; geçersiz, kıymetsiz, değersiz, bir şeye yaramaz demek değil mi? Evet, öyle diyorlar! Peki, neden bir gazeteciniz öldüğü zaman, bir politikacınız öldüğü zaman, bir genel müdürünüz öldüğü zaman, bir profesörünüz öldüğü zaman, bir askeriniz öldüğü zaman,… neden çağ dışı dediğiniz İslam’ın camisinin musalla taşına getirip o leşinizi musallat ediyorsunuz? Hani çağ dışıydı? İslam çağ dışı? Cami çağ dışı? İmamlar çağ dışı? Musalla taşı çağ dışı? Sen niye cenazeni getirip, çağ dışı camisinin o musalla taşına koyuyorsun? Götür meyhane de kaldır kâfir adam! Gazinodan kaldır cenazeni! Restorandan kaldır! Diskotekten kaldır! Karnavaldan kaldır cenazeni! Niçin camiye getiriyorsun? Senin gözünde cami, İslam, Kuran çağ dışıydı hani? Sahtekâr oğlu sahtekârlar! Ne korkunç hile görüyor musunuz? Hem İslam’a çağ dışı diyecekler! Hem de pislik cenazelerini camiden taşıyacaklar! Ve Müslümanlarda sanki önlerine gelen her cenazeyi kaldırmaya mecburmuş gibi, o ölünün arkasında durup tekbir alıyorlar! Mecbur musunuz? Kılmayın bu heriflerin cenaze namazını! Hiçbir kanun maddesi zorlayamaz sizi vallahi! Özgürlükçü demokrasi dedikleri şu küfür sistemi içinde hiçbir Müslüman’ı musalla taşına gelen cenazenin namazını kılacaksınız diye vallahi zorlayamazlar! Hiç kimse zorlayamaz! Çağ dışı diyorsun sen İslam’a! Sadece bununla kalsalar iyi! Ölüleri oluyor bunların, cenazeleri çıkıyor. Ölülerine bir isim, bir sıfat bulamıyorlar! Ölü! Ölü! Gazetecilerinin, politikacılarının ölüsüne bir isim bulamıyorlar! Ama çağ dışı dedikleri, geçeri yok, değeri yok, önemi yok, hiçbir şeyi yok dedikleri Kuran’ın verdiği sıfatı, verdiği unvanı; kendi cenazeleri için kullanıyorlar! “şehit” kelimesini kullanıyorlar! Vazife şehidi, demokrasi şehidi, karnaval şehidi, meyhane şehidi, vatan şehidi, … bu ne sahtekarlık! Hani sen Kuran’a çağ dışı diyordun? Niye Kuran’ın kelimesini kullanıyorsun? Utanmaz adam! Çağ dışı Kuran sana göre! Niye “şehit” kelimesini kullanıyorsun? Defol git! Nehit[eşek] de, şehit deme! Hürriyet şehidi, zürriyet şehidi, zurna şehidi,… bu nedir böyle? Oyuncak ettiler İslam’ı!
Sadece ALLAH’ın dini hâkim olsun diye ölene şehit diyebilirsiniz!
“Aman İslam gelmesin! İslam hâkim olmasın” diye bekçilik yaparken ölen adama nasıl şehit diyorsunuz siz? Bu ne çirkin, bu ne serseri adamlar böyle! Onlar böyle hilelerle, korkunç kelime oyunlarıyla İslam’ı nesillerimizin kalbinden sildiler! Bizim neslimizi bu hale getirdiler! Bizim gençliğimizi bu hale getirdiler! Bizim çocuklarımızı, Müslüman milletin nesillerini birbirinin katili, birbirinin canisi, birbirinin zinacısı, birbirinin düşmanı haline getirdiler! Tabi Kuran’ı yıktıktan sonra! Kuran’a iman edilseydi böyle olmayacaktı! İngilizler ne kadar güzel başarılı olmuş görüyor musunuz? Kâfir İngilizler ne dehşet başarılı olmuş!

Kâfirler bu propaganda ve kelimelerle, ALLAH’ın yaktığı Kuran ışığını ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlardı. Kelimelerle söndürüyorlar! Kelimelerle bu hainliğe yelteniyorlar! Biz de bu hileleri keşfettik, söylüyoruz! Bütün bu anlattıklarımızda amaç nedir? Sizi ALLAH’a çağırıyoruz biz! Sizi Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’a çağırıyoruz! Bizim her şeyimiz açık, her şeyimiz meydan da! Biz Kuran’dan başka bir kitap kabul etmemişiz ki! Açıkça söylüyoruz bunu! Kellemizi kesseler, kalbimizi kıyma kıyma etseler, Kuran’dan başka bir kitaba yer bulamayacaklar bizim kalbimizde!“

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey Müslümanlar! ALLAH’a ve öldükten sonra dirilmeye inanmayanlarla harp edin, savaşın! Sadakallahül-Azıym.
[Tevbe Suresi, 29.ayet]
Bu düşmanlar nerde ki savaşalım? Öldükten sonra dirilmeye inanmayanlar nerde?
Senin evinde kardeşim! Okuldan mezun olan çocuklarımızın%99’u öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlar! Sen kendin de inanmıyorsun! İnanmış olsan Kuran’a sahip çıkardın! ALLAH’ın haram ettiğini haram etmeyenler! Kim bunlar? Arayıp sormaya gerek var mı? Her şey meydanda! Sırtına kadar soyunan kadına deyin ki, bu haram değil mi bacım? Bu haram değil mi abla? Bu haram değil mi kardeşim? Niye böyle soyundun? “Aaa.. sen çağ dışı bir adamsın! Niçin haram olsun? Medeniyet böyle istiyor, ben çağdaş bir insanım. Hayatımı yaşıyorum” diyor. İşte ALLAH’ın haram ettiğini haram saymıyor bunlar!

Ilık ağdalarla, ılık ağda bantlarıyla, epilasyon aletleriyle bedenlerindeki tüyleri temizliyor değil mi kadınlar! Vücutlarını istedikleri gibi sergileyebilmek için, bedenlerindeki bütün tüyleri temizliyorlar! Açık saçık giyinip, göze hoş görünebilmek için! Artık erkeklerde bedenlerindeki kılları temizliyor!

Yapılmadığı takdirde dinden çıkıyorsun denilen ne varsa sadece onları yapıyoruz! Dinden çıkartan ne varsa, haram olan ne varsa “bunu yapmazsanız, dinden çıkarsınız” demişler bizlere!

Sadece Cuma namazına gidenler var değil mi? “3 hafta üst üste namaz kılmazsan kâfir olursun” demişler.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “bilerek namazını terk eden [namazını kılmayan], kâfir olur.” buyurmuştur.
[İhyau Ulumiddin, Rubul İbadat, İmam Gazali, sayfa 400]

Beş vakit namazını kılmayan kâfirdir.
[Ahmed bin Hanbel]

“Beş vakit namazını kılmayan kâfirdir.” Ama bizim dilimizde müslümanlık var! Müslümanlık sadece dilimizde var! Kalbimizde yok! LA iLAHE iLLALLAH diyor ama Müslüman olduğunu iddia edenler! Sadece dille! Kalp diliyle diyenimiz yok!

Kıyamet gününde kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı tamam bulunursa hem namazı ve hem de diğer amelleri kabul olunur. Eğer namazında noksanlığı var ise namazı da, diğer amelleri de reddedilir.
[İhyau Ulumiddin, Rubul İbadat, İmam Gazali, sayfa 401]

Çalışmak İbadetmiş! Namaza Lüzum yokmuş! Lafa bak!
Müslüman, Kuran’ın tamamına ve sahih hadislerle haber verilen bütün gerçeklere tereddütsüz iman eden insan demektir! Kuran’ın bazı ayetlerini kabul ederim, bazı ayetlerini kabul etmem şeklindeki bir inanca sahip olan insan kâfirdir! Kuran’daki hükümlerin bazısını kabul ederim, bazısını kabul etmem gibi bir inanış yine insanı bütün Kuran’ı inkâr etmiş gibi bir hale sürükler. Bundan dolayı İslam’ı bütün olarak ele almak lazım. İbadetleri, ahkâmı, inancı ve ilahi emirlerin tamamını bütün olarak ele almak, hiçbirisini diğerinden ayırmamak, hepsinin birer hüküm olduğuna ve bu hükümlerinde ALLAH’tan gelen birer hüküm halinde tecelli ettiğine iman etmek lazım! Müslümanlar arasında bir zihniyet var. Bütün İslam Âlemi’ne yayılmış olmakla beraber, en korkunç şekliyle Türkiye’de meydana geliyor.

Bir düşünce! “Efendim, çalışmak ibadettir.”
İnsanlar çalışmak ibadettir diye, bir sözün arkasına gizleniyor! “Ben çalışıyorum ya; daire de memurum, garnizon da subayım/astsubayım, okul da öğretmenim/öğrenciyim, devlet makamıyım, milletvekiliyim,… Çalışıyorum, bir masanın başında bir dairede mesai içindeyim, çalışıyorum, işte bu ibadet değil midir?” diyor. “Benim bu çalışmam; garnizon da askerlere eğitim yaptırmam, subay ve astsubay olarak eğitim yaptırmam bir ibadet değil midir? Bir devlet dairesinde masa başında vatandaşların işlerini görüyorum, çalışıyorum bu ibadet değil midir? Fabrikada işçiyim, tezgâh başında çalışıyorum; bu ibadet değil midir? İbadettir. Öyleyse namaza, oruca lüzum yok, en büyük ibadet çalışmaktır” diyor adam. Ve böylece namazı inkâr ediyor! İslam’ın temelini, esasını inkâr etmiş oluyor!

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda[TRT] teşkilatın bünyesinde geçmiş bir ramazan ayında, ramazan programını hiç kimseye danışmadan; hiçbir din hocasına, hiçbir din öğretmenine, hiçbir dini otoriteye danışmadan, tamamen kendi kafasından, kendi hayaliyle, kendi bildiklerine göre ramazan programı hazırlamakla görevli bir adam aynen şöyle bir açıklama yaptı. Aynen şöyle söylüyor adam televizyon da: “Ben namaz kılmam, namazın önemine de inanmam. En iyi ibadet çalışmaktır. Çalışıyorum ya, namaza, duaya hiç lüzum yoktur” diyor. Ve bunu bütün Türkiye’ye yayıyor adam. Evet, namaz kılmadığını söylüyor, televizyon için ramazan ayı boyunca dini programlar hazırlıyor ve bir ilahiyatçı olarak; “Ben namaz kılmam, benim ibadetim çalışmaktır” diyor. Ve namaz kılmayı yobazlık sayıyor. Namaz kılmamakla övünüyor. Ve böyle bir adam, Türkiye’nin devlet kanalında ramazan programını hazırlamakla görevlendiriliyor. Ve bu programı Türkiye’deki insanlara takdim ediyor. Ve bu programı hazırlayan adam; namaz kılmamakla iftihar ediyor, namaz kılanlara yobaz diye hitap ediyor. Hala 21. asra ayak bastık, hala Türkiye’de namaz kılmamak bir şöhret oluyor. Namaz kılmayan bir memur derhal amir mevkiine getiriliyor. Namaz kılmayı yobazlık olarak gören bir adam rütbe alıyor, sicil alıyor maaşı büyüyor, genişliyor ve alaka, ilgi görüyor. Düşünebiliyor musunuz? İbadet bakımından yanlış değerlendirmelerin ve zihniyetlerin sonucu namaz kılmayı kabul etmeyen, namazın önemini kabul etmeyen, ALLAH’a kulluk vazifesini kabul etmeyen bir adam hala Türkiye’de rağbet görüyor, büyük makamlara getiriliyor. Türkiye’yi anlayın yani. Hz. KURAN çalışmayı teşvik ediyor. Bismillahirrahmairrahiym. Ve el leyse lil insani illa ma sea. Sadakallahül-Aziym. [Necm Suresi, 39.ayet] Kuran “İnsan için sair gayretinden ve çalışmasından başka bir şey yoktur.” diyor. Çalışmayı en fazla İslamiyet teşvik ediyor.
Ama ben daire de çalışıyorum, garnizon da subay/astsubayım diye namazı terk edemezsin! Ve namaz ibadetini inkâr edemezsin!
Bu hileyi anlayalım bakalım. Öyle midir, değil midir? Şimdi Kuran’a dönüyoruz. Bakın ALLAH aşkına! Namazın önemini ortaya koyan Kuran’a bakın. Nisa suresinin 100. ayetinde bizzat ALLAH [c.c.]Hz. MUHAMMED Aleyhisselatu Vesselam’a; O’nun şahsında kıyamete kadar gelecek olan bütün ümmeti Muhammed’e şöyle hitap ediyor. ALLAHU EKBER! Buyuruyor ki; Bismillahirrahmanirrahiym. Ve iza künte fıhim fe ekamte lehümüs salate. Sadakallahül-Aziym. ”Ey Habib-i Zişanım, MUHAMMED MUSTAFAM! Sen Müslümanların arasında bulunduğun zaman bir namaz vaktinin geçmesi halinde, Müslümanlara namaz kıldıracağın zaman! “feltekum taifetüm minhüm meake vel ye'huzu eslihatehümv” bu ayet-i kerimeler bir savaş halinde, karşınızda düşman var; size kurşun yağdırıyor, size bombardıman ediyor, size ok yağdırıyor, taş atıyor. Karşınızda düşman birlikleri olduğu zaman nasıl namaz kılacağımızı ifade ediyor ayet-i kerime de. Bir savaş alanındasınız! Karşınızda düşman birlikleri var, sizde mevzilerdesiniz. Zaman zaman ateş ediyorsunuz, ateş ediyorlar; tam manasıyla savaşıyorsunuz! Bir vatanın savunması, bir memleketin korunması için savaşıyorsunuz! O esnada bile hiçbir Müslüman namazını terk edemez! “Habibim sakın namazı terk etmeyin; hepinizi imha ederim diyor ALLAH [c.c.]. Namaz savaş esnasında bile terk edilemez! Böyle bir savaş esnasında; “Ey Rasulüm, Habibim, sen onlara namaz kıldıracağın zaman; o askerleri, müslüman askerleri ikiye ayır” buyuruyor. “İki sınıfa ayır. “feltekum taifetüm minhüm meake vel ye'huzu eslihatehümv”. “esliha” silahlar demek, silahlar! Silahlarını yanlarına alsınlar. Bir grup asker düşmanla çarpışmaya devam etsinler. Bir grup asker geriye çekilip “ALLAHU EKBER” diye tekbir alıp namaza dursunlar” diyor Ayet-i kerime. Birinci rekâtı kıldır onlara, secdeyi yapsınlar. Secdeden kalkar kalkmaz; o bir rekât namazı kılan askerler savaş meydanına, cepheye gitsinler. Daha evvel cephe de savaşanlar gelip imama uyup 2. rekâtı devam ettirsinler” diyor. 2. rekâtı kılanlar secdeyi yapar yapmaz hemen koşsunlar, birinci rekâtı kılıp da cepheye gidenlerin yanına gitsinler. Onlar dönüp gelsin 2. rekâtı tamamlasınlar” diyor. İki rekât tamamlandı ya “Ve onlar selam verir vermez, cepheye koşsunlar, o ikinci rekâtı kılıp da, birinci rekâtı kılamayanlar geriye gelsinler, onlar da namazı tamamlasınlar. Cephede, kurşun yağmuru altında dahi sakın namazınızı terk etmeyin, sizi cehenneme ebedi hapsederim” diyor ALLAH [c.c.]! Namaz terk edilir mi? Ben çalışıyorum, namaza ne lüzum var denir mi? Kâfir oğlu kâfirler! Nasıl da ibadeti inkâr ediyorlar! Ve bunlar Türkiye’de rağbet görüyor. Bunlara maaş veriliyor. Bunlara makam veriliyor. Bunlara hiçbir kıymet verilmemesi gerekirken; bunlara maaş veriliyor, bunlara rağbet ediliyor. Böyle memleket mi olur? Müslümanların namazını inkâr eden bir adamın Müslümanlık iddia etmesi boştur! Fıkıh kitaplarında geçer. “Bir gemidesiniz, İlahi takdir icabı gemi parçalandı ve herkes battı. O gemideki yolculardan bir Müslüman ALLAH’ın lütfuyla kurtuldu. Nasıl kurtuldu? Bir can simidine yapıştı yahut geniş bir tahtaya sarıldı. Tahtanın üzerinde, denizin ortasında dalgalana dalgalana duruyor. Batmamış. O anda güneşe bakacak, öğle namazı mı ikindi mi? akşam mı? Ne ise namaz vakti geçiyor olsa; o tahtanın üzerinde ima ile namazını kılacak! ‘Gemi battı, denizdeyim, kimsesizim’ diye namazı vaktinden çıkaramaz, bile bile namazı terkederse, mutlaka cehennemliktir” demişler. O esnada bile. ALLAH’ın huzurundan bir an bile ayrılamazsın! Namaz vakitlerini hiçbir idareye, hiçbir memuriyete, hiçbir kanuna, nizama hiç kimse namazını feda edemez. İslam inancına göre %100 ölüm tehlikesi halinde ancak Cum”a namazına gitmeyebilirsiniz! %100 ölüm tehlikesi olması gerekiyor! Kurşunlanacaksınız, hürriyetiniz kısıtlanıyor. Böyle ölüm tehlikesi olmadan başka bir engel, mecburiyet olmadan üst üste 3 defa Cum”a namazını kılmak için camiye –Müslümanların arasına- katılmayan bir Müslüman; derhal müminler defterinden silinir, münafıklar defterine yazılır” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam! Hiçbir zaruret yoktur Cum”a’yı terk etmek için. Ölüm müstesna! Ve üst üste 3 defa art arda, peş peşe Cum”a namazını kılmaya gelmeyen bir amirin, bir memurun, bir Müslüman’ın cenaze namazı kılınmaz diyen İslam âlimleri vardır! Bu kadar mühim bir ibadet! Bir Hıristiyan Pazar günü hiçbir endişesi olmadan, Hıristiyan tüccar, Hıristiyan esnaf, Hıristiyan memur, amir, şirket sahibi, patron,… Bütün Hıristiyanlar Türkiye’de Pazar günü rahat rahat kiliseye gidebilirler. İbadet edebilirler. Gözleri arkada kalmaz. Müşteri kaybetmezler. Geri kalmazlar. Tam bir hürriyet içinde Pazar günü kiliseye gidebilirler de Cuma günü Müslümanlar, amirler, memurlar niçin rahatça Cum”a namazını kılmaya gidemezler? Çünkü Müslümanlık Türkiye’de kısıtlanıyor! İyi anlamak lazım! Çalışmak ibadetmiş, namaza lüzum yokmuş. Lafa bak! Bunu telkin ediyorlar. Bu inancı taşıyanlar rağbet ve alaka görüyor. Böyle şey olur mu?
Günde 5 defa namaz emredilmiştir! Kimse bunu değiştiremez! Bütün dünyanın cumhurbaşkanları, bütün dünyanın profesörleri, bütün dünyanın papazları bir araya gelse; “5 vakti 3 vakte indirelim” deseler hepsini inkâr ederiz! DEĞiŞTiREMEZ!

Bismillahirrahmanirrahiym. Ve len tecide li sünnetillahi tebdila. Sadakallahül-Aziym.
[Fetih Suresi, 23. ayet].
ALLAH’ın koyduğu bu kanunları, bu emirleri kimse değiştiremez!

5 vakit namazını kılanlarda öğrendikleri şekilde kılıyor değil mi namazlarını? İmamla kılındığı zaman, kıyamet günü başımız eşek başına çevrilsin diye, imamla beraber rüku ve secde yapıyoruz! Böyle öğrettiler değil mi bizlere? Böyle öğrettiler! Mason Mustafa Kemal’in Kemalist, Putperest eğitim sistemi böyle öğretti!

Türkçe’de bulunmayan sesleri yutarak, sureleri Türkçe okunuşlarıyla okuyarak kıldığımız namazlar!

5 vakit namazımızı kılmadığımız halde, sadece dinden çıkmamak için Cum”a namazlarına gidenler var! Kuran’a küfretmek için nüfus cüzdanlarımızdaki fotoğraflarla, giysilerimizde bulunan resimlerle, soldan sağa yazılan yazıların bulunduğu kıyafetlerle, cüzdanlarımızda taşıdığımız ve Mustafa Kemal’in resminin bulunduğu paralarla kılıyoruz namazlarımızı! Cemaatin içinde sadece bir adamın üstünde, Kuran’a küfretmek anlamında olan bir tek resim olması o namazı kılan herkesi küfre götürürken, bütün herkesin üstünde olması cehennemin sonsuzluğuna götürür!

Bulunduğumuz bütün ortamların hamam olmasına gelelim. Etek boyları her geçen gün kısalan, saçları açık olan kızların bulunduğu okullardan, açık saçık giyinip, parfüm süren, makyaj yapan kadınların bulunduğu fabrikalardan, namaza giderken ya da sokaktan geçerken; yanlarından geçtiğimizde, saçlarını gördüğümüz, kokularını duyduğumuz, bedenlerindeki teşhir ettikleri yerleri gördüğümüz kadınların, kızların bulunduğu hamamlardan geçerek namaz kılmaya gidiyoruz!

İnsanların ilmi geçim için öğrendikleri, dinlerini dünyalıklarına alet ettikleri bir zaman gelecektir.
[Deylemi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 68]
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Mason Mustafa Kemal, imamlara maaş bağlattı değil mi? Maaş alabilmek için namaz kıldırıyorlar imamlar! İmamlar ALLAH rızası için değil de; kendini hem peygamber, hem tanrı ilan eden, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e ve bütün peygambelere şair diyen, ALLAH’ın olmadığını söyleyen, ALLAH’ı inkâr eden Mustafa Kemal’in kurduğu devletin verdiği maaşı alabilmek için namaz kıldırıyorlar!

Kuran’ın 30 cüz’ü varmış. 610 sayfa olan kutsal kitabımız 20’er sayfaya bölünmüş ve 30 cüzden oluşmuş?

Kuran’ı Kerim’in 7 cüzü vardır. Birinci cüz 3 sure, ikinci cüz 5 sure, üçüncü cüz 7 sure, dördüncü cüz 9 sure, beşinci cüz 11 sure, altıncı cüz 13 sure, yedinci cüz de ****kaf**** suresinden sonuna kadardır.
[İhyau Ulumi’d-din- 1.cilt Rub’ul- İbadat, İmam Gazali]

7 cüz olan Kuran’ı 30 cüz demişler değil mi bizlere? 30 cüz demişler!

Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Osman Radıyallahu Anh Cuma gecesi başlar ve Bakara Suresi’nden Maide Suresi’ne kadar okurdu. Cumartesi gecesi En’am Suresi’nden Hud Suresi’ne, Pazar gecesi Yusuf Suresi’nden Meryem Suresi’ne, Pazartesi gecesi Taha Suresi’nden Kasas Suresi’ne, Salı gecesi Ankebut Suresi’nden Sad Suresi’ne, Çarşamba gecesi Zümer Suresi’nden Rahman Suresi’ne kadar okur ve Perşembe gecesi de hatmini bitirirdi. Sahabe-i kiram böyle yaparlardı.
[İhyau-Ulumi’d-din/Rubul İbadat, sayfa 783, İmam Gazali]

Okumasını bilenlerde, 30 cüz okuyor değil mi? Hatim edildiğinde en güzel şekilde 7 günde bitirilmesi gereken Kuran’ı 30 günde hatmediyorlar. Böyle öğretiyorlar çünkü. Böyle anlatıyorlar.

Bunu bu şekilde ilk değiştiren Kufe Valisi Zalim Haccac’dır. Basra ve Kufe âlimlerini topladı. Kuran’ın harf, kelime ve ayetlerini saydı, Kuran’ı 30 cüze ve diğer kısımlara böldü.
[İhyau-Ulumi’d-din/1.cilt/Rub’ul İbadat, İmam Gazali]

Zalim Haccac’ı bilir misiniz?

Harra Vakası - Büyük Hicaz Katliamı

Müslümanlar bilmez Harra ya da Harre vakasını. Çünkü bilinçli olarak üzerinde durulmaz, konu edilmez. KERBELA katliamı kadar önemlidir Mekke ve Medine'de. Tecavüz ve yağmaların yanında Kâbe'nin yakılıp yıkılması da vardır üstelik. Ama KERBELA bilinir, Harra bilinmez! 100 bine yakın insanı kesip sıra sıra ağaçlara asan, kadınlarına tecavüz edip köle pazarlarında satan Emeviler, bu alışkanlığı önce Müslümanları katlederek kazanmışlardır.

Önce İslam kaynaklarından olayın özetini sunalım:

Aralarında, Medine eşrafından Abdullah b. Hanzala, Abdullah b. Ebu Amr ve Münzir b. Zübeyr'in de bulunduğu bir heyet, Şam'a gidip Halife Yezid ile görüşmüşlerdi.

Heyet, Medine'ye döndükleri zaman, Yezid'in dinsiz olduğunu, içki içtiğini, çalgı çaldırdığını, yanında şarkıcı kadınlar bulundurduğunu, köpek ve maymun beslediğini vs. söyleyerek, kendisini halife olarak tanımadıklarını açıklamışlardır. Bunun üzerine, Medineliler ayaklanarak henüz çocuk denilecek yaşta bulunan Medine valisi Osman b. Muhammed b. Ebu Süfyan'ı Medine'den sürüp çıkardıkları gibi, Medine'deki Emevîleri de Mervan b. Hakem'in evinde kuşatmışlardı.

Emevîlerin acele imdat istemeleri üzerine, Yezid, Müslim b. Ukbe’yi 12 bin kişilik bir ordu ile Medine ve Mekke halkını tepelemeye göndermiştir.

Müslim, Medine'de Kureyş'ten ve Ensardan binlerce kişiyi asıp kesmiş, şehri yağmaladıktan sonra Mekke üzerine yürümüş, Müsellel’e geldiğinde hastalanıp ölmüştü.

Ölürken, Husayn b. Numeyr'i yerine bırakmıştı. O da mancınıklar kurdurarak Mekke'yi taşa tutmuş, Kâbe’nin duvarları yıkılmış ve yakılmıştı.

Kaynaklar:
Taberî. Târîh. c. 7. s. 3-5.
Ezrakî, Ahbânj Mekke, c. 1, s. 196-204,
İtan Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 4, s. 387-391 ,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 4, s. 42,
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/349-350.

Mekke kuşatmasından dolayı evlerde yiyecek bir şey kalmamıştı. Birçok mahallede bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmıştı. Haber gönderilemiyor, yardım gelmiyordu. Birçok kaynakta, kuşatma altında çok zor günler geçiren Müslümanların binek hayvanlarını, hatta hakaret amacıyla Haccac tarafından kendilerine mancınıkla atılan köpekleri bile yemek zorunda kaldıkları anlatılmaktadır.

Kuşatmanın altıncı ayında yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Yorulan, bıkan, açlıkla baş başa kalan bazı direnişçiler; Abdullah b. Zübeyr'in etrafından ayrılmaya başladılar. Bunların arasında, Abdullah'ın oğullarının dahi bulunduğu kaydedilmektedir. Abdullah durumun çok kötüye gittiğini ve başka bir çıkış yolu olmadığını görmüştü. Teslim olmak yerine ölümü tercih etti. Şehirde yaşanan faciaya bir son vermek ve daha fazla insanın ölmesini engellemek amacıyla bir çıkış hareketi yaptı ve vuruşarak öldü (1 Ekim 692).

Adı zamanla, zulüm ve zorbalıkla özdeşleşecek olan Haccac; büyük bir vahşet ve gururla Abdullah b. Zübeyr'in başını kestirerek önce secdeye kapandı, daha sonra da onun başını Suriye'ye gönderdi. Haccac; haram ayda, haram kılınan bir bölgede kan dökmekten, Allah'ın evini taşa tutmaktan ve Kâbe'nin içine sığınan insanları bile katletmekten çekinmemişti.
KERBELA’dan sonra Mekke ve Medine katliamlarıyla Peygamberin güzide ashabından kimse kalmamış. Geride sesi çıkacak, karşı koyacak, Müslümanlara önderlik yapacak kimse kalmamıştı. [Emevilerin karşı devrimi tamamlanmıştı]

Hisam Ibnu Hisan Rahimehullah anlatiyor: "Haccac'in hükmen öldürdüğü insanların miktarı sayılmış, 120 bin kişiye ulaştığı görülmüştür."
[Tirmizi, Fiten 43, (2221)]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in torunu Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh’ın Kerbela’da şehit edilmesini bilir misiniz?
Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh çocukluğunda beraber oynadığı, Cebrail Aleyhisselam’ın getirdiği cennet meyvelerını paylaştığı, çocukluk arkadaşı Ömer bin Sa’d’ın komutasındaki ordu tarafından şehit edilmiştir. Halife Yezid bin Muaviye tarafından Horasan Valiliği’ne getirileceği vaat edilen, Kufe ordusunun komutanı olan Ömer bin Sa’d’ın emrindeki askerlerin, Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh’ın yanındakilerle beraber cuma namazı kılarken saldırdığını bilir misiniz?

Kufe halkından 12 bin kişi Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh’a mektup yazmıştır. Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh’a biat etmişlerdir ve Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh’ın hilafeti sahiplenmesini istemişlerdir. Kufe halkı, Irak Valisi Ubeydullah İbnu Ziyad’ın zulmü karşısında, halife Yezid’in safına geçmiş ve Hz. Hüseyin Radıyallahu Anh’ı şehit etmiştir.

Bunları bilir miyiz? Nerden bilelim? Anlatmıyorlar ki!
Ama Müslümanların kafasının kesilip, kesik başlarıyla oynanması sonucu ortaya çıkan futbolcuları biliriz! Maradona’yı, Pele’yi, Ronaldo’yu, Ronaldinho’yu, Rüştü’yü, Fatih Terim’i, Tugay Kerimoğlu’nu, Van Hoidonk’u, … biliriz!

Kuran’a küfretmek için çekilen, İslamiyet’in neslini bozmak için çekilen, her türlü zinanın işlendiği ahir zamanın en büyük hamamı olan televizyonlara çıkan sanatçıları, aktörleri, aktrisleri biliriz. Açık saçık giyinişleri gördüğümüzde şevke geldiğimiz her tarafını açık bırakan kıyafetler giyen fahişe kadınları biliriz. Bedenlerinin her yerini teşhir eden, her türlü zinayı işleyen, dinleri imanları para olan, örtüleri para olan fahişe mankenleri, fahişe şarkıcıları biliriz.

“Ben özgürüm, sadece özgürüm” diyen Nil Karaibrahimgil’i biliriz değil mi?

Hür olduğunu, özgür olduğunu; her istediğini yapmaya güçlü olduğunu iddiaya yeltenirsen sana ilk vurulacak damga: “Sen kâfirsin. ALLAH’ı inkâr ediyorsun!’’
[Abdülkadir Geylani//Futuhul-Gayb]

Kuran’a küfretmek için baktığımız televizyonlarda boy gösterenler bunlar değil mi? İslamiyet’in neslini bozmak için, Kuran’a küfretmek için resimlerle süslenen gazetelerde fotoğrafları çıkanlar bunlar değil mi?

Bir taraftan da; “biz o zamanda yaşamadık ki” diyoruz değil mi? Eskilerde yaşamadık! Zamanımızda haram olan, yasak olan ne varsa hepsini biliyoruz, ama işimize gelmedi mi eskilerin zamanında yaşamadık diyoruz. Günümüzde ki olanakları gördüğümüzde birde “Eskiler yaşamıyormuş” diyoruz diğer taraftan!

İmam Ebu Hanife’yi, Ahmed bin Hanbel’i, İmam Şafii’yi, İmam Malik’i, Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’ı, İmam Taberani’yi, Ebu Davud’u, Ebu Leyla’yı, Ebu Ya’la’yı, İmam Tirmizi’yi, İmam Müslim’i bilmeyiz. Şeytanın ezanlarını söyleyen şarkıcıları biliriz ama. Her tarafını açıp, vücudunu meydanlara dökenlere, mahrem yerlerinin tamamını sergileyen fahişe şarkıcıları biliriz!

Türkiye’de yaşayan sözde Müslüman kâfirler, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz zamanından sonra yaşamış bütün İslam hizmetkârlarını, İslam’a hizmet edenleri bilmesi gerekirken, hiçbirini bilmiyor! Biz daha Türkiye’nin hangi şartlarda ve ne şekilde kurulduğunu bile bilmiyoruz!

Ama biz bilim çağındayız! Bilgi çağındayız! Milenyum çağındayız! Milenyum’dayız!

Gerçekte cennetliklerin parmakla sayılacak kadar az olduğu, cehennemliklerin ise milyarlarca olduğu ahir zamandayız!

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e şair diyen, ALLAH’ı inkâr eden; kendini hem peygamber, hem tanrı ilan eden Mustafa Kemal’in hayatını; Kemalist köpeklerin anlattığı şekilde biliriz değil mi?

İnsanoğlunun yalan yazdığı “elle yazılmış, değiştirilmiş tarihten” biliriz!

Ama Mason Mustafa Kemal’in yalanlarla anlatılan hayatını bildiğimiz kadar Aleyhisseatu Vesselam Efendimiz’in hayatını bilmeyiz! “Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz zamanında yaşamadık.” mı diyorsunuz? Sözde Müslüman kâfirler! Biz Mustafa Kemal zamanında da yaşamadık! Mason Mustafa Kemal’in yalanlarla anlatılan hayatını biliyoruz! Türkiye’de yaşayanlar, Mason Mustafa Kemal’e tapan Kemalist putperest köpekler devrinde yaşıyor!

Mesruk Rahimehullah anlatıyor: “Hazreti Aişe Radıyallahu Anha’ya dedim ki: “Ey anneciğim! Muhammed Aleyhisseatü Vesselam Rabbini gördü mü?” Bu soru üzerine:
“Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin 3 hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: kim sana “Muhammed Rabbini gördü” derse yalan söylemiş olur.” dedi. Hazreti Aişe bu noktada sözüne delil olarak şu ayeti okudu: “Bismillahirrahmanirrahiym. O’nu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder. Sadakallahül-Azıym.” [En’am Suresi, 103. ayet]
“Ey Müminlerin annesi? ALLAH “Bismillahirrahmanirrahıym. Yemin olsun ki, peygamber onu apaçık ufukta gördü. Sadakallahül-Azıym’’[Tekvir Suresi, 23. ayet]; ‘’Bismillahirrahmanirrahiym. Yemin olsun ki, onu başka bir inişte de gördü. Sadakallahül-Azıym.” [Necm Suresi, 13. ayet] Buyurmadı mı?” dedim. Hazreti Aişe de: “Bu ümmetten, o meseleyi Resulullah’a ilk soran ben oldum. Aleyhisselatu Vesselam: O Cebrail’dir. Ben Cebrail’i bu iki defadan başka yaratıldığı şekilde görmedim. Cebrail’i, semadan inerken vücudunun büyüklüğü arz ile sema arasını kaplamış olarak gördüm” buyurdular. Hz. Aişe devamla dedi ki: “Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerime’de: “Bismillahirrahmanirrahiym. Hiçbir nefs yarın ne olacağını bilemez. Sadakallahül-Azıym.” [Lokman Suresi, 34. ayet.] buyrulmuştur. Kim sana Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’ın vahiyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerime de: “Bismillahirrahmanirrahiym. Ey peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan ALLAH’ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın. Sadakallahül-Azıym.” [Maide Suresi, 67. ayet] Lakin Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Cebrail Aleyhisselam’ı yaratıldığı şekliyle iki defa görmüştür.”
[Buhari; Müslim; İmam Tirmizi; Kutub-i Sitte]

İmam Müslim’de, Ebu Zerr Radıyallahu Anh rivayeti olarak; Ebu Zerr Radıyallahu Anh’ın Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a bu konuda sorduğu, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın: “Nurdur. Nasıl görebilirim?” dediği kaydedilmiştir. Ahmed’de yine Ebu Zerr Radıyallahu Anh’den: ‘’Bir nur gördüm’’ cevabını aldığını, İbn-u Huzeyme’de Ebu Zerr Radıyallahu Anh’ın: “ALLAH’ı kalbiyle gördü, gözüyle görmedi.’’ dediği kaydedilmiştir.
[Kutub-i Sitte]

Türkiye’de ki sözde âlimler ne diyor? “Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz Miraç Gecesi’nde ALLAH’ı [c.c.] görmüş! Bazıları arada perde olduğunu söylüyor, bazıları da arada perde bile olmadığını söylüyor! Mason Mustafa Kemal’in sisteminde eğitilen âlimler bu kadar biliyor işte! Her şeyi yalan yanlış biliyorlar! Yalan yanlış öğretiyorlar!

Ahir zamanda sizden önceki milletleri karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz, hatta Yahudiler ve Hıristiyanlar kertenkele deliğine girseler, siz de peşlerinden gireceksiniz.
[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

Hıristiyanların ve Yahudilerin peşinde gidiyoruz değil mi? Yeniliklerin hepsi kâfirlerden geliyor. Elektriği icat etmişler; elektrik kullanmışız! Arabayı icat etmişler; araba kullanmışız! Kuran’a küfretmek için fotoğraf makinelerini icat etmişler fotoğraf makineleriyle fotoğraflar çekmişiz! Ahir zamanın en büyük hamamı olan, her türlü küfrü, zinayı, şirki, sihri içinde barındıran televizyonu icat etmişler; hepimiz televizyon alarak bütün evlerimizi hamama çevirmişiz!

Hıristiyanlar ve Yahudiler nereye kuyruk sallarsa, başımızı o yöne çevirmişiz. Uzaya çıkmışlar, uzay demişiz, giyim kuşam demişler, onlar gibi giyinmişiz, sakallar kesilir demişler, sakalları kesmişiz! Yahudi ve Hıristiyanlar gibi sakalları kesmişiz, bıyık bırakmışız! Bazılarımızda kadınların yüzleri gibi olması için; hem bıyıklarımızı, hem sakallarımızı kesmişiz. Erkek erkeğe ilişkiye girmişler, kadın kadına ilişkiye girmişler. Küfürlerle geçirmişiz günümüzü, sığırların geviş getirmesi gibi sakız çiğnemişiz, şeytanın ezanı olan ıslıkları çalmışız, tefleri bırakmışız, orgları, sazları, gitarları, piyanoları çalıp dinlemişiz, darbukayı eklemişiz. Şeriat gericilik, Kemalizm ilericilik demişiz! Küfre götüren ne varsa sarılmışız dört elle! Dünya demişiz, baka bir şey dememişiz!

O devir de halkı cehennem kapılarına çağıracak olan birtakım davetçiler olacaktır. Her kim o insanların davetine icabet ederse onu cehenneme atacaklar.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 382]

Konserler düzenliyorlar değil mi? Şeytanın ezanlarını seslendirenler biraz daha zengin olabilmek için konserler düzenliyorlar! Biz kâfirler de para verip gidiyoruz. Politikacılar ne derse onu yapıyoruz değil mi? Onların peşinden gidiyoruz. Dini hükümlerini bilmedikleri halde âlim dediğimiz, imam dediğimiz, hoca dediklerimizin dediklerini yapıyoruz değil mi?

Ahir zamanda, zalim yöneticiler, ALLAH’ın emirlerine karşı gelen bakanlar, hain hâkimler, yalancı hocalar olacaktır. Bunlara herhangi biri yetişirse onların yanında müttefik olmasın, yardımcı olmasın, yön veren olmasın.
[Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, sayfa 182]

İslam’ı satanlar! Müslümanları satanlar! Türkiye’yi satanlar! Dinin hükmettiği gibi amel etmeyen, Mason Mustafa Kemal’in kanunlarıyla hükmeden milletvekilleri ve yöneticiler. Torpili olan ya da hatırı sayılır bir yerde, bir makamda tanıdığı var diye, haksızı haklı gösteren hâkimler! Dinin hükümlerini bilmeyen hocalar, âlimler! Kendi verdikleri fetvalardaki hükümleri yerine getirmeyen imamlar, hocalar!

Haberiniz olsun, şu muhakkak ki başlarınıza birtakım amirler ve devlet başkanları gelecek de onlar, devlet hazinesinden; yardıma ihtiyacı olan sizlere vermediklerini; hakları olmadığı halde kendilerine verilmesini hükme bağlayacaklardır.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 380]

“Hakları olmadığı halde kendilerine verilmesini hükme bağlayacaklardır.” Türkiye’de Başbakan Bülent Ecevit zamanında milletvekilleri; 2 yıl milletvekilliği yapan bütün milletvekillerinin emekli sayılacağı “Kıyak Emeklilik” yasasını çıkardılar!

Yakında başınıza bazı yöneticiler gelecek. Rızıklarınıza el koyacak, sizi yalanlarla avutacaklar. İş yapacaklar. Fakat yaptıkları fena olacak. En fena tarafları da kötülüklerini siz güzel görmedikçe ve yalanlarını onaylamadıkça sizden razı olmayacaklar.
[Bagavi; İmam Tabarani; Geleceğin Tarihi, 1. cilt, sayfa 43]

“Rızıklarınıza el koyacak”. Kemer sıkma politikası izlettiriyorlar!

“Sizi yalanlarla avutacaklar.” Milletvekilleri seçilene kadar her türlü yalanı söylüyorlar! Seçildikten sonra da devletin malı deniz deyip, devletin parasını cebe indiriyorlar!

“İş yapacaklar. Fakat yaptıkları fena olacak.” Türkiye’yi, İslam’ı, Müslümanları satıyorlar değil mi? Basın ellerinde, Medya ellerinde! Her şeyi istedikleri şekilde süsleyip gösteriyorlar. Her şeyi kendi istedikleri şekilde anlatıyorlar biz kâfirlere!

“En fena tarafları da kötülüklerini siz güzel görmedikçe ve yalanlarını onaylamadıkça sizden razı olmayacaklar.“ Onların yaptıklarını doğru kabul ediyoruz üstelik! “Başa kim gelirse zaten aynısını yapıyor. Helal olsun! Yapmazsa olmaz zaten!” diyoruz üstelik! Gelen devletin, halkın parasını cebine indiriyor!

İslam’ın usulleri teker teker bozulacak ve halkı delalete düşürücü hükümet adamları çıkacak.
[Hakim; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 57]

İslam’ın usullerinden bir şey kalmadı ki! Her şeyimiz kâfirlere, Yahudilere benzedi! Mustafa Kemal’in bize getirdiklerini yapıyoruz! Mason Mustafa Kemal’e tapan Kemalist putperest sistemin istediği gibi yaşıyoruz!

Domuz yağı katkısı katılan ETi ürünlerinden başka bir şey satılmayan, Muhammed ve Mekke yok olsun yazısıyla satılan Coca Cola’nın satıldığı askeriyede ölenlere “şehit” diyorlar! Üstelik bir de cenaze namazı kılıyorlar değil mi?

Şimdi bu kelimeleri biraz açıklayalım. “çağ dışı”. “çağ dışı” demekle İslam’ı kastediyorlar! Tamam anladık! Hiç kimsenin itirazını kabul etmeyiz! “çağ dışı” dediği zaman Kuran’ın huzurunda yemin ediyorum ki, İslam’ı kast ediyorlar! “çağ dışı”. İslam. İslam’ı kast ediyorlar! Peki, siz İslam’a “çağ dışı” diyorsunuz. Yani çağ dışı demek; geçersiz, kıymetsiz, değersiz, bir şeye yaramaz demek değil mi? Evet, öyle diyorlar! Peki, neden bir gazeteciniz öldüğü zaman, bir politikacınız öldüğü zaman, bir genel müdürünüz öldüğü zaman, bir profesörünüz öldüğü zaman, bir askeriniz öldüğü zaman,… neden çağ dışı dediğiniz İslam’ın camisinin musalla taşına getirip o leşinizi musallat ediyorsunuz? Hani çağ dışıydı? İslam çağ dışı? Cami çağ dışı? İmamlar çağ dışı? Musalla taşı çağ dışı? Sen niye cenazeni getirip, çağ dışı camisinin o musalla taşına koyuyorsun? Götür meyhane de kaldır kâfir adam! Gazinodan kaldır cenazeni! Restorandan kaldır! Diskotekten kaldır! Karnavaldan kaldır cenazeni! Niçin camiye getiriyorsun? Senin gözünde cami, İslam, Kuran çağ dışıydı hani? Sahtekâr oğlu sahtekârlar! Ne korkunç hile görüyor musunuz? Hem İslam’a çağ dışı diyecekler! Hem de pislik cenazelerini camiden taşıyacaklar! Ve Müslümanlarda sanki önlerine gelen her cenazeyi kaldırmaya mecburmuş gibi, o ölünün arkasında durup tekbir alıyorlar! Mecbur musunuz? Kılmayın bu heriflerin cenaze namazını! Hiçbir kanun maddesi zorlayamaz sizi vallahi! Özgürlükçü demokrasi dedikleri şu küfür sistemi içinde hiçbir Müslüman’ı musalla taşına gelen cenazenin namazını kılacaksınız diye vallahi zorlayamazlar! Hiç kimse zorlayamaz! Çağ dışı diyorsun sen İslam’a! Sadece bununla kalsalar iyi! Ölüleri oluyor bunların, cenazeleri çıkıyor. Ölülerine bir isim, bir sıfat bulamıyorlar! Ölü! Ölü! Gazetecilerinin, politikacılarının ölüsüne bir isim bulamıyorlar! Ama çağ dışı dedikleri, geçeri yok, değeri yok, önemi yok, hiçbir şeyi yok dedikleri Kuran’ın verdiği sıfatı, verdiği unvanı; kendi cenazeleri için kullanıyorlar! “şehit” kelimesini kullanıyorlar! Vazife şehidi, demokrasi şehidi, karnaval şehidi, meyhane şehidi, vatan şehidi, … bu ne sahtekarlık! Hani sen Kuran’a çağ dışı diyordun? Niye Kuran’ın kelimesini kullanıyorsun? Utanmaz adam! Çağ dışı Kuran sana göre! Niye “şehit” kelimesini kullanıyorsun? Defol git! Nehit[eşek] de, şehit deme! Hürriyet şehidi, zürriyet şehidi, zurna şehidi,… bu nedir böyle? Oyuncak ettiler İslam’ı!
Sadece ALLAH’ın dini hâkim olsun diye ölene şehit diyebilirsiniz!
“Aman İslam gelmesin! İslam hâkim olmasın” diye bekçilik yaparken ölen adama nasıl şehit diyorsunuz siz? Bu ne çirkin, bu ne serseri adamlar böyle! Onlar böyle hilelerle, korkunç kelime oyunlarıyla İslam’ı nesillerimizin kalbinden sildiler! Bizim neslimizi bu hale getirdiler! Bizim gençliğimizi bu hale getirdiler! Bizim çocuklarımızı, Müslüman milletin nesillerini birbirinin katili, birbirinin canisi, birbirinin zinacısı, birbirinin düşmanı haline getirdiler! Tabi Kuran’ı yıktıktan sonra! Kuran’a iman edilseydi böyle olmayacaktı! İngilizler ne kadar güzel başarılı olmuş görüyor musunuz? Kâfir İngilizler ne dehşet başarılı olmuş!

Gerçekte “şehit” olanın cenaze namazı kılınmaz! Bize “şehit” olarak gösterilen askerlere cenaze namazı kılınıyor değil mi? Gölcük Askeri Gazinosu’nda Çevik Bir’in Kuran’ı ayaklarının altına alıp çiğnediği, askeri gazinoda çıplak dansöz oynattırıp içkiler içirttiği gece; sırf devlet vergi alamayacak diye sayıları düşürülen, Amerika’daki Alice’ler, John’lar, Susan’lar ölmesin diye öldürülen insanlara “şehit” dediler değil mi?
Şehit dediler ve cenaze namazlarını kıldırmadılar! Ölenlerin sayısı belli olmasın diye! Türkiye’de cenaze namazını kılınacak kimse yok gerçi gerçekte!
Askerde ölene “şehit” diyorlar, tören düzenleyip “cenaze namazı” kılıyorlar, para alamayacaklarından korktuklarından sayıları belli olmasın diye cenaze namazlarını kıldırmadıkları 60 binden fazla insanı bizlere “şehit” oldu diye yutturuyorlar.

Yakın gelecekte yani insanları kör edip doğruyu göstermeyen, sağır edip hak olanı duyurmayan ve dilsiz edip hak sözleri konuşturmayan bir takım fitneler olacaktır.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 390]

“Yakın gelecekte yani insanları kör edip doğruyu göstermeyen bir takım fitneler olacaktır.”
“Görmedim, duymadım, bilmiyorum” demezsek, başımıza gelebilecekler var değil mi? Yöneticiler, gücü elinde tutanlar ne derse doğru! Kendi menfaatleri doğrultusunda dedikleri doğru! Yöneticiler, gücü elinde tutanlar ne derse doğru! Akıllı dediklerimiz en büyük yalancı çıkıyor değil mi? Deli dediklerimizde bizden akıllı çıkıyor! Bize gerçekleri anlatmaya çalışanlara “yobaz, gerici” diyoruz, “deli” diyoruz, bizi kandırmaya çalışanlara “akıllı” diyoruz!

“sağır edip hak olanı duyurmayan bir takım fitneler olacaktır.” Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile bilmiyoruz! Gazeteler, televizyonlar ne derse ona inanıyoruz! Tanıdıklarımız arasında siyasetle alakalı biri varsa biraz daha fazlasını biliyoruz o kadar!

“Dilsiz edip hak sözleri konuşturmayan bir takım fitneler olacaktır.” Düşünce özgürlüğü var diyorlar ama işlerine gelmeyen bir şey oldu mu konuşturmuyorlar! Artık düşünce özgürlüğü yasası çıkarttılar. Türkiye’de Laiklik ve Mason Mustafa Kemal hakkında konuşmamak kaydıyla, her konuda konuşabiliriz artık! Bir tek Mason Mustafa Kemal ve Laiklik hakkında konuşamayız! Neden? Kemalist putperestler öyle istiyor! ALLAH’A küfrediliyor! Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e hakaret ediliyor! Ama Türkiye’de sadece Mustafa Kemal hakkında konuşulamıyor!

Duydunuz mu hiç koruma kanunu?
Dünyanın hiçbir milletinde, dünyanın hiçbir devletinde bir şahsı koruma kanunu yoktur! Madalyonun ters tarafı da, öbür tarafı da, bu tarafı da millete gösterilebilir. Herkese seyrettirilebilir. Alparslan, Selahaddin Eyyubi, Sultan Fatih gibi zatlar hakkında koruma kanunu var mı? YOK! Niye yok? Onlar az iş mi gördüler? Her biri devirler kapadı, devirler açtı. Böylece Müslüman milletlere hizmet ettiler. Var mı koruma kanunu? Yok! Niye? Eleştiriye açık adamlar! Eleştiriye açık! Birçok meziyetlerinin, hizmetlerinin yanında bazen hataları da olabilir, söylenebilir. Bu normal bir şeydir ama “Siz Mustafa Kemal’i eleştiremezsiniz! Hatalarından bahsedemezsiniz!” Neden? Koruma Kanunu var da ondan! Neden koruma kanunu var hiç düşündünüz mü? Tutulacak tarafı yok Mustafa Kemal’in, o yüzden! Madalyonun öbür tarafı kapkara! Her tarafı berbat! Millete ve yeni nesle hep madalyonun bir tarafını göstermişler. Oturmuş Mustafa Kemal’i methetmişler, kalkmış Mustafa Kemal’i methetmişler, yemiş Mustafa Kemal’i methetmişler, yatmış Mustafa Kemal’i methetmişler. Her şeyde Mustafa Kemal! Kimdir Mustafa Kemal? Masondur! İttihatçıdır. Casustur! Hem İngiliz casusu! Haindir! Vesikalar söylüyor ben söylemiyorum! Geçsinler karşıma! Vesikalar söylüyor. Dünya basını yazıyor! Namus düşmanıdır! Sarhoştur! İsmet Paşa söylüyor! İsmet Paşa söylüyor! Kendilerinin yazdığı tarih kitaplarında var! “Bir gün Çankaya da, içki masasında memleketin mühim meselelerini görüşüyorlar, anlaşamıyorlar aralarında, İsmet Paşa ayağa kalkıyor, elini masaya vuruyor! Diyor ki; bu memleket ve bu millet; daha ne zamana kadar böyle sarhoş masalarından, içki masalarından idare edilecektir? Mustafa Kemal’in cevabı şu oluyor;
“Aklını başına topla, seni de buraya, bu makama getiren bir sarhoştur!”
Mustafa Kemal soysuzdur! Milliyeti ve cinsi meçhuldür! İkiyüzlüdür! Katildir! Komitecidir! Dinsizdir! Ve din düşmanıdır! Ve deccaldır! Ve nihayet puttur! Hepsinin delili var! İşte bakın! Adamınız, atanız bu! Mustafa Kemal budur! Vatanı kurtarmış büyük bir kahraman öyle mi? Öyle mi? Adamın biri, denize düşmüş bir kadını kayığını sürerek kurtarmış, kayığa almış. Kadını kenara çıkaracağı yerde; denize açılmış, açılmış, gözden kaybolunca kadının namusuna tecavüz etmiş, ırzına geçmiş. Şimdi siz bu adama kurtarıcı diyebilir misiniz? İşte bu misal! Memlekette namus bırakmadılar! Çankaya, devrinde bir meyhane ve bir kerhane haline gelmişti! Deliller çok!

Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceden gelip geçenlere –çeşitli itham ve bahanelerle hakaret ettiği zaman, artık kızıl rüzgârları, yere batışı veya suret değiştirmeyi veya gökten taş yağmasını bekleyin.
[Tirmizi, Fiten, sayfa 39; Kutub-i Sitte, 14.cilt, sayfa 341]

“Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceden gelip geçenlere –çeşitli itham ve bahanelerle hakaret ettiği zaman.”

Eski isimlerle hep alay ediliyor değil mi? İslami isimlerle alay ediliyor! “İnek Şaban”, “Psikopat Gaffur”, … isimlerinde karakter oluşturuyorlar hep!
Ayşe, Fatma, Ziya, ... Bu gibi İslami isimlerle isimlenenler isimlerini sevmiyor değil mi?

Türkiye’deki sözde Müslüman kâfirler “**** aleyhisselam” diyor birbirine.

“Kara gözlüm sende yalancı çıktın. Seni kendime ilah yapmıştım. Taptım, sana taptım. Seni kendime ilah yapmıştım.” diye şarkılar var değil mi?

“Sen psikopatsan ben psikopatın ALLAH’ıyım” diyor sözde Müslüman kâfirler!

“Elif dedim, dedim, kız ben sana ne dedim” diye şarkı söylüyorlar.
“Ar gelir Osman Aga, ar gelir, Safiye’me karyola dar gelir” diye şarkı söylüyorlar!

Hizbullah’ı bilir misiniz? Hizbullah; yani ALLAH için, din uğrunda ciddi gayret sahibi olan ve din düşmanlarıyla asla hakiki dost olmayan mücahit cemaat demektir. Ama sözde Müslüman kâfirler Hizbullah’a bile terör örgütü diyor değil mi?

“Kanbersiz düğün olur mu?”
“Kanber kimdir?” Hz. Ali Kerremullahi Vechehü’nün sadık ve vefalı kölesidir. Mason Mustafa Kemal’in dilinde “her şeye burnunu sokan, her düğün ve eğlencede bulunan adam” oluyor.

Filmlerde “Atma Ziya” diyorlar değil mi? Ziya; ışık, aydınlık, nur demektir. Filmlerde alay ediliyor değil mi ama? Kuran’a küfretmek için çekilen filmlerde alay ediliyor.

“Selam, selam aleyküm, selam, selam aleyküm.” diye şarkı bile yaptılar değil mi?

Romanlarda, filmlerde, dizilerde, evdeki hizmetçilere, uşaklara “Pertev” diyorlar değil mi birde? Pertev; Osmanlıca ve Farsç ada; Ziya, ışık anlamındadır. Mason Mustafa Kemal’in dilinde hizmetçi ve uşak anlamında kullanılıyor.

Fizikte, kimya da tekerlemeler oluşturuyorlar değil mi? H2SO4 [Hasan 2 ***** Osman 4]

Düldül’ü bilir misiniz? Kim bilmez ki? Düldül Red Kit’in atı değil mi? Kuran’a küfretmek için yapılan çizgi romanlarda, Kuran’a küfretmek için olmamış bir şeyi olmuş gibi göstermek, hareket ettirmek olduğu için, sihir olan; televizyonlarda gösterilen çizgi filmlerde Red Kit’in atının ismi “Düldül” değil mi Mason Mustafa Kemal’in dilinde?

“Düldül” Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e mahsus bir katır olup, sonradan Hz. Ali Kerremullahi Vechehü’ye verilen katırın adıdır. Ama biz Kuran’a küfretmek için okuduğumuz çizgi romanlardaki, Kuran’a küfretmek için izlediğimiz çizgi filmlerde ki Red Kit’in atına “Düldül” diyoruz!

Nasreddin Hoca’yı bilir misiniz? “Oooooo. Nasrettin Hoca’yı kim bilmez?” Tüm dünya Nasrettin Hoca’nın fıkralarını dinliyor. Nasrettin Hoca’nın fıkralarıyla büyüdük. Hala dinliyoruz, anlatıyoruz.

Nasrettin Hoca, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinleyen, İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdüren, medreselerde ders okutan, kadılık görevinde bulunan; bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilen bir derviştir! Sözde Müslüman kâfir bizlerse Nasrettin Hoca olarak biliriz!

Nasreddin Hoca, Seyyid Nesimi ve Hallacı Mansur; Seyyid Mahmud Hayrani’nin 3 dervişidir. Bunların yanında bir koyun vardır. Acıktıkları zaman bu koyunu kesip yerler. Daha sonra ise koyunun kemiklerini bir araya getirip, üstünü koyunun postuyla örterler. Seyyid Mahmud Hayrani dua eder ve ALLAH’ın ilahi kudretiyle koyun yeniden canlanır. Seyyid Mahmud Hayrani’nin bir gün işi çıkar. Köyüne gitmesi gerekir. Giderken dervişlerine “Ben yokken koyunu kesip yemeyin” der. Seyyid Mahmud Hayrani dervişlerini ve koyunu bırakır köyüne gider. Nasreddin Hoca, Seyyid Nesimi ve Hallacı Mansur acıkırlar. “Ne yapsak?” diye düşünürken; “Dua edildiğinde canlanmıyor mu? Nasıl olsa nasıl dua edildiğini öğrendik, biz de dua ederiz koyun canlanır” derler ve koyunu kesip yerler. İş dua kısmına gelir. Ne kadar dua etseler de koyun canlanmaz. Seyyid Mahmud Hayrani işini bitirip döndüğünde koyunun kemiklerini görür. Kerametin bozulmasına çok kızar. Seyyid Mahmud Hayrani “Kim kesti bu koyunu? Çabuk söyleyin!” der. Hallacı Mansur başı önünde “Ben kestim.” der. Seyyid Mahmud Hayrani “Günün birinde halk da seni kessin” diye beddua eder. Seyyid Mahmud Hayrani Seyyid Nesimi’ye döner; “Sen ne yaptın?” diye sorar. Seyyid Nesimi “Bende derisini yüzdüm” diye cevap verir. Seyyid Mahmud Hayrani “Halk da senin derini yüzsün!” diye beddua eder. Seyyid Mahmud Hayrani Nasreddin Hoca’ya “Ya sen ne yaptın?” diye sorar. Nasreddin Hoca “Ben onların bu hallerine hem güldüm, hem de etin ucundan biraz yedim” diye cevap verir. Seyyid Mahmud Hayrani “Kıyamete kadar, evet kıyamete kadar tüm dünya sana gülsün!” diye beddua eder.

Biz sözde Müslüman kâfirler işte bu yüzden Nasrettin Hoca’ya gülüyoruz! Âlim ve derviş olduğunu bilmiyoruz.

Bilim çağındayız ama! Bilgi çağındayız! Şeytanın ezanlarını istediğimiz zaman dinleyebildiğimiz için bilim çağındayız! Dünyevi her ilmi bildiğimiz, öğrenebildiğimiz için bilim çağındayız! İslami hükümler en son duymak istediğimiz şey olduğu için bilim çağındayız! Her türlü haramı islediğimiz için bilim çağındayız!

Biz sözde Müslüman kâfirler Nasreddin Hoca’ya bu yüzden gülüyoruz!

Gelelim Seyyid Mahmud Hayrani’nin “Günün birinde halk da seni kessin” diye beddua Hallacı Mansur’a.

Şeyhlerinden ayrıldıktan ve yıllar geçtikten sonra Hallacı Mansur bir gün köyün meydanındaki çöplerin üzerine çıkar ve “Herkes beni dinlesin” der. Halk Hallacı Mansur’u çok sevip saydığı için, herkes etrafına toplanır. Hallacı Mansur “Sizin ALLAHınız benim ayaklarımın altındadır” der. Bütün halk panik içinde birbirine bakar. Hallacı Mansur’un kellesini vururlar. Hallacı Mansur’un cesedi, kimse bulmasın diye bilinmeyen bir yere gömülür. Hallacı Mansur’un kesik başı çöplükte kalır. Aradan yıllar geçer. Hallacı Mansur’un başı çöplükte, canlıymış gibi; taptaze, pırıl pırıl, hiç çürümeden durmaktadır. Bir kaç kişi hariç Hallacı Mansur’u herkes unutmuştur. Hallacı Mansur’u tanıyanların anlattıklarını duyan zamanın padişahı “Böyle bir ALLAH dostu nasıl böyle bir şey söyleyebilir?” diye meraklanır. Ve Hallacı Mansur’u tanıyanlar vasıtasıyla, o sözü söylediği çöplüğü bulur. Çöplüğe vardığında; Hallacı Mansur’un kesik başının yıllar geçmesine rağmen; pırıl pırıl, taptaze ve çürümemiş olduğunu görür. Daha da meraklanır. Düşünür, daha sonra çöplüğün altını kazdırır. Hallacı Mansur’un “Sizin ALLAHınız benim ayaklarımın altındadır” dediği yerden, içi çil çil altın dolu bir sandık çıkar. Padişah askerleri çağırır. “Halk namazda iken, bu altınları onların üzerlerine atın” der. Askerler denileni yapar. Namazdayken altınları gören halk, hemen namazlarını bozar ve altınları toplamaya başlar. Padişah imama “Namazı bu şekilde bozmanın hükmü nedir?” diye sorar. İmam “idam” cevabını verir. Padişah askerlere “Hepsinin kellesini vurun!” der. Hepsinin kellesi vurulur.
Hallacı Mansur; ayaklarının altında altın dolu bir sandık olduğu için, insanların paraya taptıkları için o cümleyi söylemiştir.

Gelelim Seyyid Mahmud Hayrani’nin “Halk da senin derini yüzsün” diye beddua ettiği Seyyid Nesimi’ye.

Seyyid Nesimi; ALLAH aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; “Enel-Hak=[ben Hakk’ım]” sözünü söyler. Seyyid Nesimi’nin bu sözünü zahiri âlimleri “dinden çıktığını ve dinsiz olduğuna” işaret ettiğine hükmedip, Seyyid Nesimi’nin öldürülmesi için fetva verirler. Zamanın halifesine götürerek fesat çıkarırlar. Halife, Seyyid Nesimi’nin 1000 sene zindana atılmasını emreder. Fakat halk Seyyid Nesimi’yi ziyarete gelip bazı meseleleri sormaya devam eder. İnsanların Seyyid Nesimi’yi zirayeti de yasaklanır. Çok yakın iki dostu hariç kimse 5 ay boyunca Seyyid Nesimi’yi zirayet edemez. Halife “Enel-Hak sözünden dönene kadar sopalayınız, dönmezse onu öldürün!” emrini verir. Bunun üzerine Seyyid Nesimi’ye 100 kırbaç vurulur. Kendisinden en küçük bir ses bile çıkmaz. Ölmediğini görünce; ellerini ve ayaklarını keserler. Seyyid Nesimi, elleri ve ayakları kesildiğinde “Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum” der. Seyyid Nesimi’nin gözleri de çıkartılır, üstelik diri diri derisi yüzülür. Halkın yanından sürüklenerek götürülür. Halk taş atmaya başlar. Atılan taşlara hiç ses çıkarmaz, hatta tebessüm eder. Bir dostu, taş yerine gül atar. O zaman Seyyid Nesimi inler. Sebebi sorulduğunda “Taş atanlar beni yakından tanımayanlardır, halden anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti.” cevabını verir. Nakledilir ki; şeytan Seyyid Nesimi’nin yanına gelir ve “Bir Ene[yani ben] sen dedin, bir ene de ben. [Sen Ene’l-Hakk dedin, ben ‘Ene hayrun minhü= ben ondan hayırlıyım.’dedim.] Nasıl oluyorda, bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lanet yağdırıyor?” diye sorar. Seyyid Nesimi şu cevabı verir: “Sebep şudur. Sen ‘Ene’ dedin, kendini ortaya koydun, ben ‘Ene’ dedim, kendimi ortadan kovdum. Benliği ortaya getirmenin iyi olmadığını, benliği ortadan kaldırmanın ise gayet iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lanet etti.” Seyyid Nesimi’nin “Ene’l-Hakk demesi “Ben yokum, ALLAH vardır” demektir. Elleri ayakları kesilen, gözleri çıkartılan, diri diri derisi yüzülen Seyyid Nesimi tekrar zindana atılır. Seyyid Nesimi’nin dostlarından biri zindanda zirayetine gider. Azrail Aleyhisselam, Seyyid Nesimi’nin canını almak için gelir. Seyyid Nesimi’nin; “Bana ALLAH için bu işkenceyi reva görenlerin; ALLAH’ın rızası için benim ellerimi, ayaklarımı kesenlerin; gözlerimi çıkartanların; diri diri derimi yüzenlerin günahları affedilmedikçe ben canımı teslim edemem” dediğini duyar ve Azrail Aleyhisselam’ın Seyyid Nesimi’nin canını almadan gittiğine şahit olur. İkinci akşam yine zindana gider. Meleklerin Seyyid Nesimi’ye; “Rasulullah, sahabeler, herkes seni bekliyor, gel” dediklerine şahit olur. Seyyid Nesimi yine “Bana ALLAH için bu işkenceyi reva görenlerin; ALLAH’ın rızası için benim ellerimi, ayaklarımı kesenlerin; gözlerimi çıkartanların; diri diri derimi yüzenlerin günahları affedilmedikçe ben canımı teslim edemem” der. Azrail Aleyhisselam, tekrar Seyyid Nesimi’nin canını almadan döner. Seyyid Nesimi’nin arkadaşı üçüncü akşam yine zindana gider. Bu sefer Seyyid Nesimi’yi bulamaz. Dördüncü akşam tekrar geldiğinde ise ne zindan vardır, ne de Seyyid Nesimi. Beşinci akşam gittiğinde ise zindanın bulunduğu kale de yerinde yoktur.

“Benim ellerimi, ayaklarımı kesenlerin; gözlerimi çıkartanların; diri diri derimi yüzenlerin günahları affedilmedikçe ben canımı teslim edemem.” diyor Seyyid Nesimi! İmanı bu kadar kuvvetli olan Seyyid Nesimi!

Biz sözde Müslüman kâfirlerse elimize diken batsa, hatta canımız sıkılsa lanet yağdırıyoruz, “of” diyoruz. Diri diri derisini yüzenlerin günahlarının affını dilemek nerde?

Sonunda cahil birtakım insanlar kalırda kendilerine dini meseleler sorulunca, onlar ilimleri olmadığı halde kendi fikirleri ile fetva verirler de hem kendileri sapıklığa düşerler hem de halkı saptırırlar.
[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, sayfa 463]

“Sonunda cahil birtakım insanlar kalırda kendilerine dini meseleler sorulunca, onlar ilimleri olmadığı halde kendi fikirleri ile fetva verirler.” Biraz dini bilgisi olan herkese hüküm soruyoruz değil mi? “Şu söyle olursa nasıl olur? Bu nasıl yapılmalı?” diye soruyoruz en basit olarak. Sorduğumuz kişide kendi mantığına göre yorum yapıyor değil mi? Bildiği kadarıyla yorum yapıyor.

“Hem kendileri sapıklığa düşerler hem de halkı saptırırlar.” Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyoruz ki, kazanç sağladıktan sonra her şeyin doğru olduğunu düşünüyoruz!

Yazık ümmetime ulemadan dolayı! Bunlar ilmi ticaret vasıtası edinirler. Zamanlarının yöneticilerine sokulmak için kendilerine kazanç temin ederler.
[Hatim; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 27]

“Yazık ümmetime ulemadan dolayı! Bunlar ilmi ticaret vasıtası edinirler.” Televizyonlarda program yapan âlimler İslami hükümleri bozmak için fetva veriyorlar ya! Tavuktan da kurban olur diyorlar! Öpüşüldüğünde oruç bozulmaz diyorlar! Sakız çiğnendiğinde oruç bozulmaz diyorlar!

Bir kimse ümmetime hainlik ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Dediler ki: "Ya Resulallah hainlik nedir?" Buyurdu ki: "İnsanlara dinde olmayan şeyleri dinde varmış gibi göstermek ve onunla amel etmektir.
[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 431]

Şu 10 şey Lut kavminin ahlakındandır: Meclislerde fiske taşı atmak, erkeklerin sakız çiğnemesi, yol üstünde misvak kullanmak, ıslık çalmak, güvercinle oynamak, sapanla taş atmak, sarığı gerektiği şekilde takmamak, kumar oynamak, erkeklerin parmaklarına kına yakması, göğsü açık gezmek ve çarşıda açık bacakla gezmek.
[Ravi: Hz. İbn-i Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El-Ehadis, Sayfa 316, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi.]

“Erkeklerin sakız çiğnemesi.” Sığırların geviş getirmesi misali sakız çiğniyoruz değil mi? Can sıkıntısı. Canımızın sıkıntısı geçsin de nasıl geçerse geçsin. Sakız çiğnerken ağzımız sürekli hareket ettiğinden midemiz sürekli çalışıyor ve karnımız acıkıyor. Hoşumuza ne giderse, nefsimiz ne isterse onları yiyoruz. Ne olduğuna bakmadan, üstelik Tuz Gölü’nden elde edilen tuzları kullanarak yaptığımız yemekleri yiyoruz! Lut kavmini helak eden bir davranış olan sakız çiğnendiğinde oruç bozulmaz diyor ama günümüzde âlim olarak isimlendirilen dinsizler!

Doğu da başları tıraşlı [saçları kısa, saçlarını kesen] bir kavim çıkar. Kuran'ı dilleri ile okurlar lakin hançerlerini geçmez. Onlar dinden, okun yaydan çıktığı gibi çıkarlar.
[Ravi: Hz. Sehl İbni Hüneyf Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 508]

Doğu da başı tıraşlı [saçları kısa, saçlarını kesen] bir cemaat çıkar. Onlar Kuran'ı okurlar, hançerlerini geçmez. Onları öldürenlere ve onlar tarafından öldürülenlere ne mutlu.
[Ravi: Hz. Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 507]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur, ibadete çalışırlar ve dinde olmayan şeyleri dinde varmış gibi göstermekle meşgul olurlar. Fakat bilmedikleri yönden kâfir olurlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızık alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar kör deccalın avenesi olacaklardır.
[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddün Gümüşhanevi; Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 27]

“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur.” Kuran okumayı bilenler okuyor değil mi? Bir kelimesini bile uygulamadıkları halde okuyorlar.

Kıyamet gününde bizlere ne buyrulacak biliyor musunuz? “Madem Kuran’ı okudunuz, okuduklarınızla neden amel etmediniz? Neden okuduklarınızla hükmetmediniz? Madem Kuran’ın hükümleriyle hükmetmediniz, ALLAH’ın kitabını neden okudunuz?” Buyuracaklar bizlere!

Tabi birçoğumuz da bilmiyoruz değil mi Kuran okumayı? Vakit yok! İş çok! Öğrenmek zor!
ALLAH[c.c.] Hz. Musa Aleyhisselam’a “Ey kulum! Benden utanmıyor musun? Yolda giderken dostlarından bir mektup alsan hemen kenara çekilir, inceden inceye okur ve ne demek istediğine dikkat eder, bir kelimesini anlamadan geçmezsin. Hâlbuki ben sana kitap gönderdim. Ve orada sana enine boyuna düşünüp gereğiyle amel edesin diye tekrar ettiğim birçok emirlerim var. Sen onlardan yüz çevirir, aldırmazsın. Yoksa senin yanında o arkadaşın kadar da mı değerim yoktur? Ey kulum? Bazı ahbapların ile sohbet ettiğin zaman onları can kulağı ile dinlersin, onlara yönelir ve yanlarına iyice sokulursun. Hatta bir gürültü eden olsa ona darılırsın. Ben sana yönelip seninle konuştuğum halde sen gönlünü bana vermiyorsun? Yoksa senin gözünde ben o arkadaşlarından daha mı değersizim?” buyurmuştur.
[İhyau-Ulumi’d-din/1.cilt/Rub’ul- İbadat, İmam Gazali, sayfa 779]

ALLAH [c.c.] bizlerle konuşuyor. Kuran ile bizimle konuşuyor aynı şekilde. ALeyhisselatu Vesselam Efendimiz’e indirdiği Kuran ile insanlara konuşuyor! Ama biz dinlemiyoruz! Uygulamıyoruz!

Ümmetimin son zamanlarında camilerini süsleyip, kalplerini harap bırakan, elbisesini sakınıp koruduğu kadar dinini sakınıp korumayan, dünya işlerinin yolunda gitmesi uğrunda dinini vasıta yapmaya aldırış etmeyen bir takım insanlar türeyecektir.
[Hakim; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 27]

“Ümmetimin son zamanlarında camilerini süsleyip, kalplerini harap bırakan bir takım insanlar türeyecektir.” Camileri halılarla, çinilerle süslüyoruz değil mi? Arapça’ya benzer karakterler işliyorlar seramiklere. Bir de ALLAH’ın, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in, 4 Halife’nin isimlerini yazıp cami duvarlarına asıyorlar! Camilere kırmızı renkli desenli halı seriyorlar! Desenlerde öyle şekiller var ki, şekiller şeytani çizimleri andırıyor!
Ama kalbimizde inanç yok değil mi? Her birimiz “ben” diyoruz! “Ben hiçbir şekilde bunu yapmam!” diyoruz! “Ben hiç bir şekilde kabul etmem!” diyoruz! “Ben” diyoruz, başka bir şey demiyoruz!

CHP ve Camiler.
Eşcinsel Bergama Kralı Attalos’un heykelini Antalya’ya dikmeye çalışan CHP’li Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Bekir Kumbul, camilerin gelirlerine göz dikti. Kumbul, Antalya Toptancı Hali’nde bulunan 'Camiye ait dükkânların' kiralarına el koydu.
Antalya toptancı sebze halindeki esnaflar, halkın gelirleri ile yapılan caminin kirasına CHP’li Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin el koymasına isyan ediyor. Mason Sevi’nin evine restorasyon, Camiye mühür! 1997 yılında ibadete kapatılan Bulgurca Camii, CHP'li İzmir Belediyesi'nin inançtan kopuk zihniyeti dolayısıyla adeta çürümeye terk edildi. Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, Göztepe'ye cami yapımına izin vermedi. CHP'li Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Yeni Levent'te projelendirilmiş ve evrakları tamamlanmış cami inşaasına bir yıldır izin vermiyor. CHP'li Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, Köşk Camii inşaatını durdurup jet hızıyla mühürledi.

Aleyhisselatu Vesselam Efedimiz “ALLAH’ın bir beldede en sevdiği yer oranın camileri, en sevmediği yer de oranın çarşı-pazarıdır.” Buyurdular.
[Müslim, Mesâcid 288]

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır? Onların, oralara girmemeleri, girseler bile korka korka girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 114. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. Sadakallahül-Azıym.
[Tevbe Suresi, 9. ayet]

“Elbisesini sakınıp koruduğu kadar dinini sakınıp korumayan bir takım insanlar türeyecektir.” Elbisemize toz konsa huy kapıyoruz değil mi? Hemen temizliyoruz. Gören olur, ters ters bakar nasıl olsa! Dinimize sahip çıkmıyoruz, elbisemize sahip çıktığımız kadar!

“Dünya işlerinin yolunda gitmesi uğrunda dinini vasıta yapmaya aldırış etmeyen bir takım insanlar türeyecektir.” İşimize geldi mi, sıkıştık mı “din” diyoruz, hepimiz Müslüman’ız diyoruz. Normal zamanlarda “ben” diyoruz başka bir şey demiyoruz!

İnsanlara bir zaman gelir ki, camilerinde toplanıp namaz kılarlar. Fakat aralarında mümin bulunmaz.
[Hakim; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 19]

Sözde Müslüman bizler, resimlerin bulunduğu nüfus cüzdanlarıyla, Mustafa Kemal’in resimlerinin bulunduğu paralarla, şeytanın ezanlarını çalan cep telefonlarıyla, kıyafetler de soldan sağa yazan yazılarla namaz kılıyoruz! Daha doğrusu namaz kıldığımızı zannediyoruz! Kıldığımız namazları da sadece dinden çıkmamak için kılıyoruz! Hamam olan sokaklardan geçerek camilere namaz kılmaya gidiyoruz! Üstelik tamamen yanlış kılıyoruz!

Bir adamın caminin yanında geçip de iki rekât kılmaması, tanıdığından başkasına selam vermemesi ve çocuğun yaşlı bir kimseyi işe koşturması da kıyamet alametlerindendir.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

Camiler namaz kılınmayıp, gelip geçilen bir yol haline geldiği bir zaman gelmedikçe kıyamet kopmaz.
[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 87]

Her yer cami, camilerin yanında geçip duruyoruz ama gitmiyoruz değil mi? Sürekli camilerin yanından geçiyoruz. Yürüyerek, arabalarla camilerin yanından geçiyoruz! 5 vakit namazını kılmayan kâfirdir ama bizim umurumuzda mı? Biz dünyalığımıza bakalım, bu yeter bize!

İnsanlar camiler konusunda övünmedikçe kıyamet kopmaz.
[Ahmed b. Hanbel; Ebu Davud; İbn-i Mace]

Camilerimizle övünüyoruz birde! Şuranın camisi daha güzel, buranın camisi daha güzel diye! Daha da güzelleştirmeye çalışıyoruz değil mi? Bir de turistlerin gezip görmesi ve para kazanmak için sergilediğimiz, müze haline getirdiğimiz camiler var!

“Çocuğun yaşlı bir kimseyi işe koşturması da kıyamet alametlerindendir.” Çocuğu yaşında memurun emri altında çalışanlar.

Kim Kuran okursa mükâfatını ALLAH’tan istesin. Zira son zamanlarda Kuran okuyup mükâfatını insanlardan isteyen bir takım insanlar türeyecektir.
[İmam Tirmizi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 12]

Bayramlarda, Arife günlerinde mezarlıklarda parayla Kuran okuyorlar değil mi? Para karşılığında okuyorlar. Bizim her şeyimiz para olmuş! Üstelik hazır hatim satanlar var. Kendini hoca zanneden hatim ediyor, para karşılığında satıyor.

Vaaz edilen yerlerin çoğalması, vaaz edenlerin çoğalması, âlimlerin süslere meyledip haramı helal, helali haram etmeleri ve insanların istediği gibi fetva vermeleri, altın ve gümüşlerinizi helal saymayı öğütlemeleri ve Kuran'ı ticaret eşyası gibi kullanmaları kıyamet alametlerindendir.
[Ravi: Hz. Ali Kerremullahü Vechehü, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

Âlimleriniz, altın ve gümüş paralarınızı almak için okudukları zaman, Kuran’ı ticaret için edindiğiniz zaman kıyamet yaklaşmış demektir.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

Âlimlerimiz Kuran’ı bile para karşılında okuyor, okutanların para vermesinden öte; zaten imamlık görevini yapmak için devletten para alıyorlar. Para karşılığında imamlık yapıyorlar.

“Kuran’ı ticaret için edindiğiniz zaman kıyamet yaklaşmış demektir.” Kuran kitapları satanlar, Kuran Meali satanlar, …. Orjinal Arapça Kuran Kitaplarında birde soldan-sağa okunuşlarını yazan, meallerini yazan Kuran kitapları var değil mi? Soldan-sağa yazılması, ALLAH’ın hükmünün hiçe sayılarak, başka hükümlerin uygulanması olduğundan ALLAH’a ortak koşmaktır, ama para gelsin yeter değil mi? Kutsal Kitabımız Kuran bile para karşılığında satılıyor! “Ama değerinin verilmesi gerekiyor.” diyenler.
Kuran’ın değerini hiç bir insanoğlu veremez! Şeytanın ezanlarını söyleyenlerin, kasetlerini, cd’lerini alırken verdiğimiz para kadar bile para vermek zorumuza gidiyor değil mi bazılarımızın!

Kuran’ın şarkı söylercesine okunup haz duyulduğu, hatta kişi âlim olmadığı halde bu okuyuşundan dolayı itibar gördüğü zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[İmam Taberani; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 33]

“Kuran’ın şarkı söylercesine okunup haz duyulduğu zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.” Bizim dilimizi değiştirmişler. Çakmayalım diye, makamlı, şarkı söylercesine okunur demişler değil mi? Âlimlerimizi kesmişler. Bir kaç çapulcu kalınca da onlara bu şekilde yaptırın demişler. Günümüzde âlim, imam dediklerimizin hepsi makamlı, şarkı söylercesine okuyor değil mi Kuran’ı? Ayrı bir makam da okunuyor. Düz okunması gerekirken makamlı okuyorlar. Bizim ezanımızı bile ahenkli okuyorlar! ALLAH’ın sözünü bile makamlı, şarkı söylercesine ahenkli okuyorlar, okutuyorlar. Ama bir rahatlık duyuyoruz değil mi? İçimizdeki şeytanın bu şekilde dinlemek hoşuna gidiyor!

“Hatta kişi âlim olmadığı halde bu okuyuşundan dolayı itibar gördüğü zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.” Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okuyanlara bir ayrı davranıyorlar değil mi? “Hafız” diyoruz. “Hoca” diyoruz. Ama “Arapça biliyor, okunuşlarını biliyor, Kuran’ı şarkı söylercesine, yani makamlı günümüzde âlim dediğimiz dinsizlerin okuduğu şekilde okuyabiliyor” değil mi? Bizde “hafız” diyoruz. “Hocam” diyoruz. Her şeyin doğrusunu biz biliyoruz ya kendimize göre! Gerçekte bütün yanlışları, ne kadar yanlış varsa; biz cehennemlikler doğru kabul ediyoruz!

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek, kaygıları kursakları, şerefleri malları, kıbleleri kadınları olacak. Dinleri de altın ve gümüş olacaktır. Bunlar halkın şerlileridir ve ALLAH yanında onların nasipleri yoktur.
[Sülemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 19]

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, adam malı nereden aldığına önem vermeyecek. Helalden mi haramdan mı olduğunu önemsemeyecek.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 360]

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek kaygıları kursakları olacak.” Karnımız doysun da ne olursa olsun! Yeter ki aç kalmayalım! Ne yediğimizin, ne içtiğimizin, ne de hangi yoldan kazandığımızın ne önemi var? Kursaklarımız dolsun yeter bizim için! Can boğazdan gelir demişler! Biz ekmeğimizin peşindeyiz değil mi?

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek şerefleri malları olacak.” Aman malımıza bir şey olmasın! Ne emeklerle, ne alın terleri dökerek edindiğimiz malımıza bir şey olmasın! İflas edenler şereflerini kaybettikleri için kendini öldürüyor bir de!

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek kıbleleri kadınları olacak.” Eşlerimiz, kadınlarımız ne isterse onu yapıyor değil mi? Açık-saçık giyiniyor. Her tarafını sergileyerek göz zinasına sebep oluyor. Saçlarını kestiriyorlar.

Hz. Ali Kerremullahi Vechehü anlatıyor: “Resulullah Aleyhisselatu Vesselam kadınların başlarını traş etmelerini yasakladı’’
[Nesai, Zinet 4,130. Hadis; Tirmizi, Hacc 74, 914. Hadis; Kutub-i Sitte, 2128. hadis.]

Hz. Eyyub Aleyhisselam zamanında saçları sadece zina suçu işledikleri takdirde kesilen ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in kesilmesini yasakladığı saçlarını kadınlar kendileri kestiriyorlar değil mi?
Şeytanın askerlerini gölgelendirebilmesi için tırnaklarını uzatıyorlar. Dinden çıkmak için, güzel görünebilmek için domuz katkılı makyaj malzemesi kullanıyorlar. Aşırıya gidenler kocalarına boynuz takıyor. Boynuzlarla gezdiriyorlar. Erkeklerde eşlerine ********lik yapıyor.

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek dinleri de altın ve gümüş olacaktır.” Her şey parayla dönüyor değil mi? Herkes para peşinde koşuyor. Bizim dinimiz, imanımız para! Paradan başka bir şey yok! Para. Para. Para. Para. Bu dünya parayla dönüyor değil mi? Ey kâfirler! Bu dünya ALLAH’ın ilahi kudretiyle kendi etrafında dönüyor zaten!

“Bunlar halkın şerlileridir ve ALLAH yanında onların nasipleri yoktur.”

Kıyamet alametlerinden biri nefsinin arzularına meyletmektir. İnsanlar namazı terk edecekler ve şehvetlerine tabi olacaklardır.
[Feraidu Fevaidi’l Fikr fi’l İmam el-Mehdi el-Muntazar]

“Kıyamet alametlerinden biri nefsinin arzularına meyletmektir.” Nefsimiz ne isterse, yani canımız ne isterse onu yapıyoruz, canımızın istediğini yapmak istiyoruz hep! Her şeyin kendi istediğimiz gibi olmasını istiyoruz!

Bismillahirahmanirrahiym. Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve oyalansınlar. Ama yakında anlayacaklar! Sadakallahül-Azıym.
[Hicr Suresi, 3. ayet]

“İnsanlar namazı terk edecekler.” 5 vakit namazını kılmayan kâfirdir ama biz namazımızı bile kılmıyoruz değil mi? Kılanlarımızda Kuran’a küfretmek için çekilen fotoğrafların bulunduğu evlerde kılıyor namazlarını! Ahir zamanın en büyük hamamı olan, içinde; küfür, şirk, her türlü zina, şeytanın ezanlarını barındıran, sihir olan ve kendi evlerimizi bile hamama çevirdiğimiz televizyonların olduğu evlerimizde kılıyoruz namazlarımızı! Hemde yalan yanlış kılıyoruz. Kısaltılmış olarak.

İmamla kılanlarımızda kıyamet gününüde başlarımız eşek başına çevrilsin diye hızlı hızlı kılıyor namazlarını. “Namazı kıldık mı? Tamam.” diyoruz. Selamımızı bile eksik veriyoruz, yanlış veriyoruz!

Karşılaştığımız zaman “Esselamü aleyküm ve rahmetullahü ve berakatühü” dememiz gerekirken, kısaltıyoruz “Selamün aleyküm” diyoruz. “Selam” diyoruz. “Merhaba” diyoruz. “Merabayın” diyoruz. “Günaydın”, “Tünaydın” diyoruz.

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek, şehvetlerine tabi olacaklardır.” Canımız ne isterse, nefsimiz neyi arzularsa onu yapıyoruz ya! Olmadı mı? “Olmuyor! Neden olmuyor!” diyoruz! “Neden hep ben!” diyoruz!

Devletin geliri belirli kişilerin idaresinde olduğu, emanet ganimet sayıldığı zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 114]

“Devletin geliri belirli kişilerin idaresinde olduğu zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.” Devlet hazinesi, ülkeyi satıp sömürenlerin elinde değil mi? Sözde ülkeyi yönettiklerini düşündüklerimiz istedikleri gibi ceplerine indiriyorlar; devletin hazinesindeki; Mason Mustafa Kemal’in resimlerinin bulunduğu paraları indiriyorlar ceplerine!

“Emanet ganimet sayıldığı zaman kıyamet yaklaşmış olacaktır.” Emanet diye birşey yok değil mi artık! Denk geldimi indir cebine! Ondan sonra da “lo lo lo” de.

Liderlerinizi öldürmedikçe, dünyanızda kötüleriniz varis olmadıkça kıyamet kopmaz.
[Kıyamet Alametleri, sayfa 141]

“Liderlerinizi öldürmedikçe kıyamet kopmaz.” Adnan Menderes”i astılar değil mi? Turgut Özal’ı kalp krizi iğnesiyle öldürdürler. Kimin işine yaradı; Mason Demirel’in işine yaradı!

ALLAH niyete bakar değil mi? ALLAH; kullarının kalbinden iyi birşey geçtiğinde; iyilik yapmaya niyetlendiğinde; yapılsada yapılmasa da; yapmış kadar sevap vereceğini bildirmiştir. İçimizden kötü bir şey düşündüğümüzde, içimizde kalırsa günah yazmayacağını bildirmiştir! Ama dilimizden çıktığında ya da yaptığımızda günah yazılacağını bildirmiştir. Bizim herşeyimiz dilde! Her türlü kötü söz, lanetleme dilimizde!

İmanımızda sadece lafta!

ALLAH kalbe bakar. Bizim imansızlıktan kapkara olmuş kalbimizin bakılacak bir yeri kalmamış ki!

Bu dünya, bu nesil her yönden, her cihetten kıyamet alameti millet! Cehennem bizi bekliyor! Cehennem bizi bekliyor!

Bismillahirrahmanirrahiym. Sonra siz ey sapıklar, yalancılar! Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur! Sadakallahül-Azıym.
[Vakıa Suresi, 51,52,53,54,55,56. ayetler]

“La ilahe illallah” diyen cennete gidecek ama değil mi? Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet getiren cennete gidecek. “La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah”, “Eşhedu enla ilahe illalah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah” diyen cennete gidecek değil mi? Bütün günahlarının cezasını çektikten sonra ama! Dünya ateşinden yetmiş kat sıcak olan cehennem ateşinde yandıktan sonra! Başımızdan aşağı döküldüğünde bütün organlarımızı eritecek olan kaynar sularda haşlandıktan sonra! Susadığımız zaman eriyen organlarımızın irin halini içtikten sonra! Dünyaya bir zerresi düşmüş olsa; bütün dünyayı kokusundan zehirleyecek olan zakkumu yedikten sonra!

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "inandık" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Maide Suresi, 41. ayet]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in şefaati var ama değil mi?

Sahiheyn ve İmam Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den kaydettikleri bir rivayet şöyledir: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “Ben kıyamet günü Ademoğlunun efendisiyim. [bütün peygamberler benim sancağım altında toplanacaklar] Kıyamet günü, öncekiler ve sonrakiler tek bir düzlükte toplanır. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların dayanamayacakları ve güç yetiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
“İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?” demeye başlarlar. Birbirlerine:
“Babamız Adem var!” derler ve Hz. Adem Aleyhisselam’a gelerek: “Ey Adem! Sen insanların babasısın. ALLAH seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Bütün isimleri sana öğretti. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?” derler. Adem Aleyhisselam da:
“Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Cennette iken beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben bu yasağa asi oldum. Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter! Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh Aleyhisselam’a gidin!” diyecek. İnsanlar Nuh Aleyhisselam’a gelecekler: “Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen Resullerin ilkisin. ALLAH seni çok şükreden bir kul [abden şekura] diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefatte bulunmaz mısın?” diyecekler. Nuh Aleyhisselam da şöyle diyecek: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine beddua olarak yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim Aleyhisselam’a gidin!” diyecek. İnsanlar İbrahim Aleyhisselam’a gelecekler: “Ey İbrahim! Sen ALLAH’ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne halilisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?” diyecekler. İbrahim Aleyhisselam onlara: “Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce hiç bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. Şefaat etmeye kendimde yüz bulamıyorum. Çünkü ben, üç kere yalan söyledim!” deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: “Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa Aleyhisselam’a gidin!” İnsanlar Musa Aleyhisselam’a gelecekler ve: “Ey Musa! Sen ALLAH’ın peygamberisin. ALLAH seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize ALLAH nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?” diyecekler. Musa Aleyhisselam da: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! İsa Aleyhisselam’a gidin” diyecek. İnsanlar İsa Aleyhisselam’a gelecekler ve: “Ey İsa, sen ALLAH’ın peygamberisin ve Meryem’e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlarla konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?” diyecekler! İsa Aleyhisselam da: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek! Beni, ALLAH’tan ayrı bir ilah edindiler. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter. Benden başkasına gidin. Muhammed Aleyhisselatu Vesselama gidin.” diyecek. İnsanlar bana gelirler ve: “Ey Muhammed! Sen ALLAH’ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. ALLAH seni geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?” diyecekler. Bunun üzerine ben Arş’ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken ALLAH, benden önce hiç kimseye açmadığı medhu senaları benim için açacak [ben onlarla Rabbime medhu senalarda bulunacağım] sonra: “Ey Muhammed başını kaldır ve iste! İstediğin sana verilecek. Şefaat talep et. Şefaatin yerine getirilecek.” denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: “Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!” diyeceğim. Bunun üzerine: “Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al. Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!” denilecek.
[Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizî, Kıyamet 11, (2436); Kutub-i Sitte]

Bir diğer rivayette İbnu Mesud Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Resulullah Aleyhisselatu Vesselam vaaz etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki: “Ey insanlar! Sizler kıyamet günü ALLAH’ın yanına yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. [sonra şu ayeti okudu:] Bismillahirrahmanirrahiym. İlke, yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaat olarak yine onu iade edeceğiz. Sadakallahül-Azıym. [Enbiya Suresi, 104.ayet] Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben: “Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!” derim. Bana: “Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar.” denilir. Ben İsa Aleyhisselam’ın dediği gibi diyeceğim: “Bismillahirrahmanirrahiym. Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat sen beni içlerinden aldın, üstlerinde gözetici sen oldun. Zaten sen her zaman her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer kendilerine azap edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen mutlak galip ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin, sen! Sadakallahül-Azıym. [Maide Suresi, 117,118. ayetler]
Resulullah Aleyhissalatu Vesselam devamla dedi ki: “Bunun üzerine bana: ‘onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç ara vermediler!’ denilecek!” Bir rivayette şu ziyade var: “Ben: ‘Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!’ derim”.
[Buhârî, Rikak 45, Enbiya 8, 44, Tefsir, Maide 14, 15, Tefsir, Enbiya 2; Müslim, Cennet 57, (2860); Tirmizî, Kıyamet 4, (3329); Nesâî, Cenaiz 118, (4, 114); Kutub-i Sitte]

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayete göre Aleyhisselatu Vesselam söyle buyurdu: “İbrahim Aleyhisselam babasını kıyamet gününde tozlanmış ve yüzü karalara bürünmüş olarak görecek de: ‘Ben sana bana asi gelme dememiş miydim?’ diyecek. Babası: ‘bugün sana asla asi gelmem’ diye cevap verdiğinde, İbrahim Aleyhisselam ALLAH’a şöyle diyecek: ‘Ya Rabbi! Sen bana kıyamet günü beni rüsvay etmeyeceğini vaat etmiştin. Şu anda babamın rezilliğinden hangi rezillik daha büyüktür?’ ALLAH şöyle buyuracak: ‘Ben cenneti kâfirlere haram kıldım.’ Sonra şöyle buyuracak: ‘Ey İbrahim! Ayaklarının altında ne var bir bak bakalım.’ İbrahim Aleyhisselam bakacak ve kana bulanmış bir sırtlan görecek. İşte Azer’in dönüştürüldüğü bu çirkin surette hayvan derhal alınıp ateşe atılacak.”
[Buhari; Cem’ul-Fevaid, Rudani 10.082. hadis.]

Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın babası bile iman etmediği için cennete giremeyecek. Bizim “La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah”ımız, “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah”mız bile ters!

Tek bir harfini bile yanlış okuduğumuzda başka anlamlar çıktığı için ALLAH’a ortak koşarak söylediğimiz Kelime-i Tevhid’imiz ve Kelime-i Şehadet’imiz bile ters! “La ilahe illallah” diyoruz. Müzik notalarında da “la”’ diyoruz. Bizim hayatımız yalan! Bizim her şeyimiz yalan! Bizim aldığımız nefes, attığımız adım, yediğimiz lokma, içtiğimiz yudum haram!

Mustafa Kemal Paşa’yı asrın en büyük lideri seçtiler değil mi dünyada? Yahudiler, Masonlar, Siyonistler 1300 yıldır baş edemedikleri, neslini bozamadıkları islamiyeti tek başına bozduğu için asrın en büyük lideri seçtiler Mason Mustafa Kemal’i!

Bizim hayatımız yalan ulan!

“Mustafa Kemale tapanlar düşünsün” diyenler!
Dünya zorbalarına, zenginlerine, firavunlarına ve hükümdarlarına saygı gösterip ALLAH’ı unuttuğun ve ALLAH’a saygı göstermediğin takdirde, senin hakkındaki hüküm de, putlara tapanlar hakkındaki hüküm gibidir. Sen de putuna saygı gösterenlerden olursun.
[Abdülkadir Geylani, Fethü’r Rabbani]

ALLAH’ı unutup, islamiyete, dinimize sahip çıkmadığımız için, Mustafa Kemal’e tapan putperestlere boyun eğdiğimiz için bizim de Mustafa Kemal’e tapan putperestlerden farkımız yok. Bizi tutuklarlar ama değil mi? Hapse atarlar. Hatta öldürürler. Bizi ölümle korkuttular değil mi? Ölüm dediler. Ölüm. Ölüm nedir bilir misiniz? Ölüm vuslattır! Yaradana kavuşmadır!

Bütün dünya bilsin ki, Türkiye’deki zihniyet kemalizm belasıdır! Evet! Türkiye’de ne basın, ne de yayın söz sahibi değildir! Mahkemeler, hükümetler söz sahibi değildir! Siyasi partiler de söz sahibi değildir! Demokrasi ve laik düzen de söz sahibi değildir! Millet de söz sahibi değildir! Ve bunların hiçbiri iktidar değildir! Hâkimiyet hiçbirinde yoktur! Türkiye’de tek bir söz sahibi, tek bir iktidar, tek bir hâkimiyet vardır. O da Kemalizmdir! Evet! Kemalizm nedir? Kemalizm demek, Mustafa Kemal’in kendisinin putlaştırılması, sözlerinin her şeye hâkim olması, demektir! İşte Kemalizm budur! Türkiye kurulduğundan beri idare ve iktidarı elinde tutan işte bu zihniyettir! Anayasalar ve laik ölçüsünü hep Kemalizm’den alır. Türkiye’de her şey bu zihniyete göre uygulanır! Türkiye’de hâkim olan Kemalizm’dir! Diğerleri birer görüntüden ibarettir, hep lafta kalır! İşte son anayasaları: “Bu anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman atatürk’ün belirttiği milliyetçilik anlayışı ve onun inkilap ve ilkeleri doğrultusunda… hazırlanmıştır!” denmektedir. Aynı Anayasanın 42. maddesinde eğitim ve öğretim mevzuunda şöyle denmektedir: “Eğitim ve öğretim, atatürk ilkeleri ve inkilapları doğrultusunda… planlanır ve düzenlenir!” Siyasi partiler kanunu da böyledir: “madde 4: ‘siyasi partiler; atatürk’ün ilke ve inkilaplarına bağlı olarak çalışırlar!” Kemalizm Türkiye’de her şeye yön vermektedir. Malum olduğu üzere, bir devletin kuruluş şeklinde ve icraatını tayin eden anayasalardır. Anayasaları tayin edenler ise ilim adamları, fikir adamları ve dinlerdir. Türkiye’de öyle değildir. Türkiye’de yaz-boz tahtası haline getirilen bütün anayasalarda söz sahibi ne ilim adamlarıdır, ne fikir adamları ve ne de dindir, ne de millettir! Ya nedir? İşte gördüğünüz gibi Mustafa Kemal’in sözlerinden ibaret olan Kemalizm’dir! Tarihçiler bunu böyle yazmalıdırlar. Basın bunu halka böyle aksettirmelidir. Esasen bütün çabalara rağmen, Kemalizm ne millete mal olmuştur, ne de gençlik tarafından benimsenmiştir. Taraftarları sadece yüksek rütbeli askerlerdir! Yani Türkiye’de Kemalizm, bugüne kadar kendini koruyabilmiş ise, baskı rejiminin ve silahların gölgesinde korumuştur. Aslında Kemalizm ne bir felsefedir, ne bir doktrin ve ne de herhangi bir sistemdir! İslam Dinini yıkmak için kullanılan bir maskedir, İslam’ın düşmanlarının işine yarayan şeytani bir cerayandır! Şurasını da tam bir cesaretle söylemeliyim ki, bu put artık yıkılmanın eşiğine gelmiştir ve yıkılacaktır! Ayrıca Kemalizm millete hayır getirmemiştir, kan getirmiştir, israf getirmiştir, fuhuş getirmiştir, kardeşi kardeşe düşman etmiş, birbirine kurşun sıkar hale getirmiştir. Zaman zaman askerler bile kurşunlara kurban olup gitmektedir. Bugün hapishanelerde 45 bin civarında genç inim inim inlerken, bunları bu hale getiren Kemalizmdir ve Kemalizme dayanan materyalist bir eğitim sistemidir! Yoksa bazılarının zannettiği gibi, ekonomik hayatın bozukluğu değildir. Çünkü Komünizm aç midelere hitap ederek gelmez, aç gönüllere seslenerek gelir. İşte Kemalizm, gençleri dinden ve imandan uzaklaştırmış, Komünizme zemin hazırlamıştır! Türkiye’de her kötülük, “Kemalizm’den” kaynaklanmaktadır. Dahası da var! Türkiye’de Kemalizm bir din, Mustafa Kemal de bir ilahtır! Evet, maalesef öyle! Türkiye’de Kemalizm, İslam dininin yerine konmak istenmektedir. Kendisi de bir ilah gibi, Türk milletine gösterilmektedir! Bunun içindir ki, din namına ne kadar hürriyet varsa, hepsi yok edilmiştir ve devletin bütün müesseseleri dinin değil, Kemalizm’in emrine verilmiştir. Hatta bugün, Türkiye’de Mason Mustafa Kemal’in ve Kemalizm’in dokunulmazlığı vardır. Yani Mustafa Kemal, masumdur[!] Kemalistler tarafından böyle kabul edilir ve bu noktadan hareketle, kimse onu eleştiremez, kimse onun açıklarını yazamaz, onun hakkında açık oturumlar tertip edilemez, “kemalizm fayda mı getirmiştir, zarar mı getirmiştir?” diye onu üniversite kürsülerine getirip münakaşası yapılamaz, meclisler onun hilafına kanun çıkaramaz, hükümetler onun hilafına icraat yapamaz, partiler onun hilafına ne kurulur, ne de icraat yapabilir, vaizler dahi camilerde onun ilkeleri hilafına vaaz edemezler. Aksi halde kemalizm namına çıkarılan kanunlar onların yakasına yapışır! Türkiye’de Mason Mustafa Kemal putlaştırılmıştır, ilahlaştırılmıştır.

D. Mehmed Doğan’ın “Batılaşma ihaneti” isimli kitabında toplamış olduğu bu küfür sözlerden sadece birkaç örnek vereceğim:

“yürekten sesler:
Atatürkün tapkınıyız. Her şey odur, her yerde o var, her gökte o eser, her enginde o çağlar. Her şey odur, o her şeydir, her şeyde atatürk. Yerdedir, göktedir… görünmezi görür, bilinmezi bilir, duyulmazı duyar… elimizi, yüzümüzü, gönlümüzü, özümüze kapıyoruz, biz sana tapıyoruz! Varsın, teksin, yaratansın; sana bağlanmayanlar utansın!”
[Aka Gündüz, Hakimiyyet-i Milliye, (Ulus), 4.1.1934]

Ne örümcek ne yosun, ne mucize ne fusün, Kâbe Arab’ın olsun, Çankaya bize yeter!”
[Kemaleddin Kamu]

“Huzuruna geldim gözlerim dolu dolu, eller Rabb kulu olsun, biz ata”nın kulu! Bizim mevlidimiz: gök kubbenin altında birden dize gelerek, gel ey 19 Mayıs, eşsiz sabah merhaba! Ey samsun’da karaya çıkan ilah merhaba!”
[Behçet Kemal Çağlar]

CHP'nin 15. Yılı şerefine bastırılan Şeref Kitabı'ndan alıntılar:
''Ulu şefimizin gösterdiği yoldan yürüyelim. Onun yolu bizi yalancı ahiret cennetine değil, hayata kavuşturacaktır.''

Aynı kitaptan Mustafa Kemal Paşa’nın heykeline yazılan şiir:

Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el
Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel.
Bu varlığın önünde bir dakika dize gel
Bu taş daha kutsidir o Kâbe'nin taşından

Selanik'ten yükseldi ilahların bir eşi
Doğuşu ile kararttı sanki gökte güneşi
Bütün millet bir olup sarılmalı silaha
Kurtulmak kurtarmakta hacet yoktu Allah'a

Ey gökteki melekler, siz de göklerden inin
Yılda bir borcumuzdur cumhuriyete tapmak

İşte Mustafa Kemal’i böyle putlaştırdılar! Bu peygamberlik makamının da ötesinde Mustafa Kemal’i ALLAH yerine koymak değil de ya nedir? Bu sözlerin bir kısmı onun hayatta olduğu devirlerde söylenmiştir. Bunlar söylenmiş, basılmış ve yayınlanmıştır! Türkiye’nin mana yapısını tahrif eden sözlerdir. Bunlar birer şirktir, birer küfürdür ve putperestliğin daniskası değil ya nedir? Anıtkabir ise kemalistlerin tapınağıdır!

Bismillahirrahmanirrahiym. İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu anlayabilselerdi. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 165. ayet]

Mason Mustafa Kemal nasıl öldü?

T.C. Cumhurbaşkanlığı resmi arşivinden alıanan resmi tutanaklara göre, Mustafa Kemal’in son 8 yılının 10. Kasım’ı şu şekilde geçmiştir:
“10. Kasım 1931- Mustafa Kemal Çankaya Köşkü’nde saat 16:30’da uyanmış, Marmara Köşkü’ne gitmiş ve geceyi orda geçirmiştir.

10 Kasım 1932- Mustafa Kemal 14:302da uyandı. Alışılmış ziyaretleri kabul etti.

10 Kasım 1933- Mustafa Kemal, Çankaya Köşkü’nde 11:30’da uyandı, gününü istirahatle geçirdi. Alışılmış ziyaretlerin dışında Fuat Bey’i kabul etti.

10 Kasım 1934- Mustafa Kemal Çankaya Köşkü’nde 15:00’de uyandı, günü istirahatle geçirdi. Alışılmış ziyaretlerin dışında Cevat Paşa’yı kabul etti.

10 Kasım 1934- Mustafa Kemal, Çankaya Köşkü’nde 16:30’da uyandı, 17:30’da otomobille çiftliğe gitti.

10 Kasım 1936- Mustafa Kemal Çankaya Köşkü’nde saat 17:00’de uyandı. Bir yere çıkmadı. Saat 20:00’de yattı, alışılmış ziyaretleri kabul etti.

10 Kasım 1937- Mustafa Kemal, Çankaya Köşkü’nde saat 17:00’de uyandı, bürolarında çalıştı.

10 Kasım 1938- …nöbetçi Yaveri Celal Tolga, o gün yalnızca, “atatürk” demiş, daha sonra noktalar koymuş. Ve acı haber yüreğini o kadar dağlamış olmalı ki, dili tutulmuş ve kalemi taşlaşmış!”

Yukarıdaki bilgiler T.C. Cumhurbaşkanlığı, Mustafa Kemal’in nöbet defterinden aynen alınmıştır. Şu son 8 seneyi bir daha okuyun. Ayyaş Mustafa Kemal’in gece ne zaman yattığı resmen yazılmamış veya sebebi dolayısıyla çekinilmiştir. Bir adam öğle sonrası saat 5’te uyanıyorsa bu neye alamettir? Mustafa Kemal’in izinde olduğunu söyleyen Kemalistler, bu resmi bilgiye nasıl bakmaktadır? Çankaya’da milletin parasını harcayarak hazırladığı içki ve fuhuş alemleriyle devleti nasıl idare etmişler bir görün! Osmanlı sultanlarını zevk-ü sefaya düşmekle itham eden putperest Kemalistler, yukarıdaki utanç tablosuna nasıl cevap vereceklerdir? Geceyi içki masalarında, gündüzü de uyku yataklarında geçiren bir devlet reisinin neresi örnek alınır? Her neyse, biz yine 10 Kasım 1938’e dönelim. Firavun, Kızıldeniz’de azgın dalgalar arasında feci şekilde can verdi. Son andaki iman etme teşebbüsü de pek işe yaramadı. Ebediyyen cehennemlik oldu. Bunca laneti ve haramı işleyen Mustafa Kemal’in ölüm günleri ve ölüm anı ibret vericidir. İlahi azap Mustafa Kemal’i öyle kıskıvrak yakaladı ki, onun yanında hazır bulunan doktor ve yaverler dahi korku ve dehşete kapıldılar. Vücudunun etleri, kafasının saçları tek tek dökülürken, Azrail Aleyhisselam Mustafa Kemal’e cehennem çukurlarını göstermeye başlamıştı. Gideceği menzili gören Firavun Mustafa Kemal, Sekerat-ül Mevt’in acıları içinde inlemekte ve feryat etmektedir. Feryad ve inlemeler İstanbul halkına kadar ulaşmış. Hatta: Mustafa Kemal’in ölüm inlemeleri, feryatları çok yükselmiş. Mustafa Kemal’in feryatlarını insanlar duymasın diye Harbiye Okulu Bando Takımı devamlı olarak Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde konser vermiştir! Mustafa Kemal’in çırpınışlarını gören doktorlar, teskin edici iğne vurmalarına rağmen ilahi azap çok şiddetli olarak, onu cehennemi süzgeçlerden geçiriyordu. Beşiktaş Yahya Efendi Dergahı şeyhlerinden Ömer Efendi’nin naklettiğine göre Mustafa Kemal’in ruhu çıkmadan önce ağzından necaset çıkmıştır. Telaşa düşen doktorlar, sağda solda buldukları pamuk, sargı bezi ve bazı paçavraları Mustafa Kemal’in ağzına tıkamakla Firavun’un firavunca ölümünü örtbas etmeye çalışmışlardır. Avrupa takvimine göre 10 Kasım 1938’in ilk saatlerinde –ki muhtemelen 2-3 arasındadır- Mustafa Kemal’in hiçbir hayat izi taşımadığı doktorlar tarafından müşahede edilmiş ve ölümü resmen onaylanmıştır. T.C. resmi tarihinin bize verdiği 09:05 saati tamamen uydurmadır. Devlet dairelerinin, okulların sabah açılışı göz önüne alınarak önceden kararlaştırılmış bir saattir. Yoksa kimi gece saat 3’te kaldırıp saygı duruşuna çağırabilirler? Uykunun en tatlı olduğu bir vakitte Mustafa Kemal için milleti ayaklandırmanın, Kemalist rejimin intiharı olabileceğini hesaplayan generaller saat 9’u beş geçeyi kanunlaştırdılar. Kemalist rejimin herşeyi palavra, bunu fazla görmemek lazım herhalde! Ortada leş kaldı. Bu leş hangi dinin vecibeleri üzerine muamele görecekti? Leşin etrafındakileri şaşkınlık almıştı. Korkunç bir pis koku Çernobil Faciası gibi etrafa yayılmaya başlamıştı. İslam’ın temeline 98 dinamit yerşleştiren Mustafa Kemal’in leşi uzun süre ortada kaldı. Nihayet Hıristiyanlık dini üzerine elbiseler giydirilerek alelacele yarım ton tunçtan yapılmış bir tabuta tıkıldı. O dönem 1. Ordu Komutanı olan Fahreddin Altay, aynı zamanda cenazenin kaldırılma görevini üstlenmişti. Fahreddin Altay, gün boyunca Ankara’yı arayarak cenaze namazının kılınıp kılınmayacağı hususunda Ankara Hükümeti’nden cevap bekliyordu. Gelen cevap ta: “Yarın Başbakan Celal Bayar ile Genel Sekreter Hasan Rıza gelmektedir. Meseleyi onlarla görüşürsünüz.” deniliyordu. Kâfir-laik Ankara Hükümeti’nin, Mustafa Kemal leşinin cenaze namazı(!) konusunda dehşete kapıldığı belliydi. Bir taraftan laiklik laneti, diğer yandan halkın tepkisi. İstanbul’da toplanan devletin büyük başları; “Mustafa Kemal’in cenaze namazının kılınması konusunda ihtilafa” düştüler. Bir kısmı laik olunduğunu, bu yüzden cenaze namazının dini bir tören olduğunu söylüyordu. Üstelik Mustafa Kemal namazının kılınmamasını istemişti. Durum çok gergindi. Halkın tepkisinden de korkuluyordu. Bir kısmı bunun örf ve adet haline geldiğini, halka mal olduğunu söylüyor, kılınması konusunda ısrar ediyordu. Makbule’nin ısrarı üzerine camide kılınmaması şartıyla sarayın içinde “tanrı uludur” şeklinde ezan okunarak kılınmasına karar verildi. Sarayın içinde 7-8 kişinin katılımıyla cenaze namazı(!) adı altında bir ayin yapıldı ama bu kesinlikle islam’a ait bir cenaze namazı değildi. Laiklere özgü bir ayin yapıldıktan sonra leşin içinde bulunduğu tabut halkın ziyaretine sunuldu. Hilafet şehri olan İstanbullu müslümanlar Mustafa Kemal için ne gözyaşı döktüler ne de yas tuttular. Tabutun önünden, jandarma dipçiği zoruyla getirilmiş bazı vatandaşlar sembolik olarak geçmek zorunda kaldılar. Katafalkın önünden geçen bazı vatandaşların ağlamaklı hali, T.C. tarihinin iddia ettiği gibi Mustafa Kemal sevgisinden değildir, bilakis jandarma dipçiğinin ağrısına tahammül edemeyen zorla getirtilen mazlumların zulme isyan gözyaşlarıdır. Mustafa Kemal mumyalandı; Firavun’un cesedi gibi tarihe ibret oldu.

Deccalın bir gözü kördür.
[Buharî, Müslim, Ebu Davud, Ebu Nuaym]
Mustafa Kemal’in kalp gözü tamamen kapalıdır!

Deccalın boyu kısa, saçları kıvırcıktır.
[Ebu Dâvud]
Mustafa Kemal kısa boyludur ve kıvırcık saçlıdır.

Deccalın çocuğu olmaz.
[Ahmed]
Mustafa Kemal’in çocuğu yoktur!

Deccal, ilah olduğunu söyler.
[İ.Ebi Şeybe]
Mustafa Kemal kendini tanrı ilan etmiştir. Kemalist putperestlerde Mustafa Kemal’e tapınmaktadırlar!

Âdem’den, Kıyamete kadar Deccaldan büyük fitne yoktur.
[Müslim]
Kainâtta gelmiş geçmiş en büyük insan deccalı Mustafa Kemal’dir. Onun İslam’a verdiği zararı kimse verememiştir!

Yalancı Deccaller, sizin ve ceddinizin işitmediği şeyleri anlatırlar, onlardan sakının.
[Müslim]

Sizin için Deccaldan daha çok sapık liderlerden korkarım.
[İ. Ahmed]
Mustafa Kemal’in her şeyi yalandır! Hayatı, yaptıkları her şeyi yalandır!

Bismillahirrahmanirrahiym. Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz bir sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha ettiklerimize dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız. Buyurur ki: alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık! Sadakallahül-Azıym.
[Müminun Suresi, 106-107-108. ayetler]

Artık bundan böyle umutsuzdurlar. Zaman uzadıkça azapları da artar, ateşin ısısı giderek şiddetlenir. Çünkü ateş onlar ve onların taptıkları put ve sistemlerle veya kibrit taşlarıyla tutuşturulur.

Bismillahirrahmanirrahiym. Siz ve ALLAH’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Sadakallahül-Azıym.
[Enbiya Suresi, 98. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. İnkâr edip de insanları ALLAH yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız. Sadakallahül-Azıym.
[Nahl Suresi, 88. ayet]
[Ahiret Günü//Abdulkadir Mutlakurrahbavi]

Türkiye kâfirler, putperestler, şehvetperestler, şeytanperestler, zındıklar, münafıklar, dinsizler memleketidir! Türkiye Kemalist putperestler memleketidir!

Bismillahirrahmanirrahiym. Söylenen başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize inanmadıklarını kesin bir bilgiyle insanlara söyler. Sadakallahul-Azıym.
[Neml Suresi, 82. ayet]

Kapatalım gözlerimizi! Tıkayalım kulaklarımı! Hafızalarımızı durduralım! Ve bize dayatılan her türlü aldatmacılığa kanalım. Kuran’a küfretmek için resimler çektirelim! Kuran’a küfretmek için Mustafa Kemal’in resimlerinin bulunduğu paraları kullanalım! Ahir zamanın en büyük hamamı olan, küfr, şirk, zina, şeytanın ezanı, sihir bulunan televizyonlara bakalım! Mustafa Kemal’in ALLAH’ı inkâr ettiğini önemsemeyelim! Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e ve bütün peygamberlere şair dediğini de unutalım! Kendini hem peygamber, hem tanrı ilan etmesine de ses çıkartmayalım! Sultan Vahdettin’i hain, Sultan Abdülhamit’i de “Kızıl Sultan” bilelim. Padişahları astığı astık, kestiği kestik tanıtalım. Mustafa Kemalin İstiklal Mahkemelerinde sorgusuz sualsiz binlerce âlimi astırdığını görmezden gelelim! Dine küfreden Mustafa Kemal’i müslümanların öldürmeye çalışmasına da, gericiler ve irticacılar diyelim!

31 Mart Olayını düzenlediği iddia edilip tahtan indirilen Sultan Abdülhamit’in iftiralara uğrayıp tahtan indirildiğini de bilmeyelim.

“31 Mart Olayını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen Sultan Abdülhamit, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın."
[Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI] [Bkz. Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 15. Baskı (1992); s.140.]

Mustafa Fehmi Kubilay’ı şehit oldu desinler bize! İnanalım!

Mason Mustafa Kemal’in emriyle Giritli Derviş Mehmet ve esrarkeş arkadaşları Menemen’e doğru yola çıkar. Yolda esrar partileri verirler. Menemen’e girmeden önce son bir esrar partisi daha yaparlar. Giritli Derviş Mehmet 23 Aralık 1930 günü arkadaşlarıyla beraber Menemen’e girer. Camiden çıkan halkın yanına gelir ve elinde “Hilafet Sancağını” göstererek. “Ben Mehdi’yim. Bana biat edin!” der. Halk korkarak köy kahvesine saklanır. Giritli Derviş Mehmet köy kahvesinin önüne gelir ve söylediklerini tekrarlamaya devam eder. Olayları duyan 43. Piyade Alayı'ndan Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay bir manga asker ile olay meydanına gelir. Giritli Derviş Mehmet’in teslim olmasını ister. Giritli Derviş Mehmet teslim olmaz! Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay yanındaki askerlere ateş etmelerini emreder. Daha önceden ayarlanan askerlerin tüfeklerine plastik mermi koyulduğu için, askerlerin silahlarından çıkan mermiler Giritli Derviş Mehmet’e zarar vermez! O zaman plastik mermileri bilmeyen halka, Giritli Derviş Mehmet “Bakın! Ben Mehdi’yim! Bana mermi işlemiyor!” diyerek halkı inandırmaya çalışır! O sırada Giritli Derviş Mehmet’in yanındakiler Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’a 2 el ateş ederler. Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ağır yaralı olarak meydandaki hükümet binasına girmek ister. Ama binanın giriş kapısı kapalı olduğu için giremez. Bu nedenle, hükümet binasının hemen yanındaki Kazez Camii bahçesine yönelir. Giritli Derviş Mehmet, Giritli Şamdan Mehmet ile birlikte Kazez Camii bahçesinde bitkin bir vaziyette bulunan Kubilay'ın başını bağ testeresi ile canlı canlı gövdesinden ayırmışlardır. Sonrada, Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın başını yeşil bir bayrağın tepesine takarak Menemen sokaklarında dolaştırmaya başladılar. Bu sırada, kendilerine müdahale eden Şevki ve Hasan adlı iki bekçiyi de öldürdüler. Daha sonra destek kuvvetler gelerek Giritli Derviş Mehmet’e ateş açıldı. Ve bu ateş esnasında Kubilay'ı öldüren Giritli Derviş Mehmet ile birlikte Giritli Sütçü Mehmet ve Giritli Şamdan Mehmet öldürüldü.

Kubilay olayı bahane edildi. Erbilli Muhammed esad Zehirlenerek öldürüldü.

Kubilay olayını biz dinciler yaptı diye bilelim, Genel Kurmay Başkanlığı’nın arşivlerinde yazılanlara rağmen! İskilili Atıf Hoca’yı anmayalım. Cellatlaşan İstiklal Mahkemeleri hâkimlerinin; Kurtuluş Savaşı’nda ölümü göze alarak savaşan Kazım Karabekir’i, Ali Fuat Cebesoy’u, Rauf Orbay’ı, Refet Bele’yi ve Adnan Adıvar’ı, sırf Mason Mustafa Kemal’e muhalif oldukları için idam cezası ile yargılamalarına da gerek duymayalım anlatmaya! Kazanılmış bir savaşın ardından kaybedilmiş devlet muamelesi gördüğümüz Lozan’ı da büyük zafer diye kakalayalım! İsmet Paşa’yı da Lozan Zaferi’nin büyük mimarı diye anlatalım. Yumruğunu masaya vurunca, masanın ortadan ikiye ayrıldığı yalanını da araya sıkıştırıverelim. Mustafa Kemal’in Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye’nin toprağı olan yerleri kâfirlere hediye ettiğini de unutalım!

İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal’in ölümünden sonra Kuran’a küfretmek için; paraların üstündeki Mustafa Kemal’in resimleri kaldırıp kendi resmini koydurmasına da girmeyelim. Mustafa Kemal’in; Türkçe ezan adı altında 18 yıl boyunca sürecek işkenceyi başlattığına da değinmeyelim.

Hindistan’daki Müslümanların “İslam Halifesinin” korunması için gönderdiği yardım paralarını; Mustafa Kemal”in şahsi parasıymış gibi kullandığını da anlatmayalım! Hafız Yaşar’a dinin hükümlerini değiştirmesi için paralar saçtığını da bilmeyelim! Mustafa Kemal’in, 1935 yılından itibaren Kuran öğrenimini yasaklatmasına da değinmeyelim ki, “Neden?” sorusuna muhatap olmayalım. Olursak da, “Arapça ezan yazaktı, Türkçe serbestti” diyelim. Jandarmanın Arapça Kuran okuyanlara köyün meydanında işkence ettiğini de duyurmayalım ki adımız din düşmanına çıkmasın. Tek parti iktidarının dindar kesime yaptığı inanılmaz baskıları konuşmayalım! Dersim’de Dünya’nın İlk Kadın Savaş Pilotu olan Sabiha Gökçen’in çoluk-çocuk demeden katliam yaptığını da anlatmayalım! İsyan çıktı desinler bizlere!

İstiklal Marşı’nı yazan Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklal Marşı’nın içeriğinde dini konular işlendiği için Mısır’a sürgün edildiğini de bilmeyelim. Askeriyelerde ki camilerde ezan okunmamasını da; İstiklal Marşı’yla aynı saate denk geldiği için yasaklandı desinler. Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklal Mahkemeleri’nde asılan âlimleri öğrenince; Türkçe’ye çevirdiği Kuran ayetlerini yaktığını; Ardından Mustafa Kemal tarafından vatan haini ilan edilip; bir daha Türkiye’ye sokulmadığını da bilmeyelim. Mustafa Kemal’in Beddiüzzaman Said Nursi’yi isim oyunlarıyla Cumhuriyet Düşmanı yaptığını da bilmeyelim. Bize okullarda anlatılan tarihe inanalım. Eski taş devrini, orta taş devrini, taş-bakır devrini, tunç devrini bilelim. Halilullah İbrahim Aleyhisselam’ın Diyarbakır dolaylarında yaşadığını bilmeyelim. Dinden uzaklaştırmak için Mustafa Kemal’in başlattığı ve ondan sonra da gelenlerin öğretmeye devam ettiği dünyevi ilimlere sarılalım.

İnsanların evrim geçirdiğini ve maymunlardan türediğini anlatsınlar bize. Adem babamız ve Havva anamızı maymun olarak anlatsınlar bizlere.

Kâfir olabilmek için 5 vakit namazımızı kılmayalım. Kıldığımızda da yalan yanlış anlatılan şekliyle kılalım. İmamla kıldığımız zamanlarda da imamla beraber rüku ve secdeden doğrulalım ki, kıyamet gününde başımız eşek başına çevrilsin!

Şeytanın ezanlarını dinleyelim. Açık-saçık giyinen kadınlara bakıp şevke gelelim. Ağızlarımızdan salya akıtalım. Sonra da “Biz erkeklerin günahı kadınlardan sorulacak diyelim!” Yeryüzündeki hiç bir kanunun; kadınlara vermediği hakları islamiyetin verdiğini söylemeyelim!

Türkiye’de askere gidenler “tanrımıza hamdolsun” desinler. Çocuklarımız Türkiye’deki okullarda her sabah, Mustafa Mustafa Kemal’in yolunda gideceğine dair ALLAH’ın adını vererek ant içsinler! Askeriyede domuz yağı katılarak üretilen ETi ürünlerinin satıldığını da önemsemeyelim.

Kürt düşmanlığı yapalım! Nedenini araştırmayalım! Kürtler şöyle, Kürtler böyle diyelim! Mustafa Kemal’in üvey babası Kürt diye Kürtlere düşman olalım. Masonlar bizi parçalasın diye ırkçılık yapalım! Türk Genel Kurmay’ı, PKK terör örgütünü fırsat bilip; doğuda ki Kürt köylerini bassın, Kürt kardeşlerimizi öldürsün! Suçu PKK’ya atsın! PKK yaptı diyelim. Apdullah Öcalan’ı yakalayalım, bu sebeplerden ötürü asamayalım. Üstüne krallar gibi ağırlayalım. Mason Mustafa Kemal’in diliyle konuşalım, yazalım. Soldan-sağa yazıp soldan sağa okuyalım. ALLAH’a ortak koşalım! Her yeri yazılarla donatalım. Çocukluk yaşımızdan itibaren beyinlerimizin yıkandığını da umursamayalım! Yıkanmış beyinlerin tekrar yıkanarak dağa çıkarıldığını ve kendi ülkesine saldırmak zorunda bırakıldığını da söyletmeyelim!

Orta Asya’daki karındaşlarımızın Rusların işgaline uğramasını da Prut Savaşı’nın komutanı olan Baltacı Mehmet Paşa’ya atalım! Bir taraftan da Kurtuluş Savaşı’nda Ruslar bize altın verdi diyelim. Cumhuriyetin ilanından sonra, Mason Mustafa Kemal’in, Rusların vermiş olduğu altınlar karşılığında, Orta Asya’daki karındaşlarımızı Rusya’nın kucağına bıraktığını anlatmayalım!
Orjinal adı Coke olan ve sadece sözde müslüman ülkelerde Coca Cola etiketiyle satılan, Arapça okunulduğunda “Muhammed ve Mekke yok”, hat sanatıyla okunulduğunda; “Muhammed ve Mekke yok olsun” anlamında olan Coca Cola’ları içelim.
bııııııııırrrrrrrrrrrrrrrrrrr gibi Coca Cola içelim.

İslama sahip çıkmayalım, müslümanlara daha fazla eziyet edebilmeleri için kâfirlerin ürünlerini alarak ekonomilerini güçlendirelim.

İmam dediğimiz dinsizlerin “Bu zamanda islamiyeti tam anlamıyla yaşayabilmek için evden çıkmamamız lazım” diye fetva vermesi üzerine; yaşayabilmek; daha doğrusu rahat yaşayabilmek için islamdan, dinden, imandan vaz geçelim!

Laikliğe toz kondurmayalım. ALLAH’ın kanunlarının yaşadığımız döneme çözüm üretmediğini savunalım.

Mason Mustafa Kemal’in ilan ettiği milli bayramlarda; Kemalizmin ayinlerine katılalım!
Kuran’a küfretmek için, Türkiye’nin her yerini süslediğimiz Mustafa Kemal’in resimlerinin, büstlerinin, heykellerinin karşısına geçelim. “Atam, sen kalkta ben yatam” diyelim.

Kadınlarımızı çalıştıralım, kahvehanelerde oyunlar oynayalım, iddia oynayalım, sayısal loto oynayalım. Futbol hayatımızın odak noktası olsun. Gazete ve televizyonlardaki ince yapılı ve güzel mankenlere bakalım. Ancak islamın şartlarını merak bile etmeyelim.

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir kabir, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik kabir, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir!”
[Ahmed bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Muhammed’e indirilene küfretmek! Yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek! ALLAH’ın kitabına, kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek!

Bütün ibadetlerimizi ve yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimizi, namazlarımızı kıldığımızı, oruçlarımızı tuttuğumuzu, zekatlarımızı-sadakalarımızı verdiğimizi, nafile ibadetlerimizi de fazlasıyla yerine getirdiğimizi düşünsek te; ALLAH’ın kitabı Kuran’a küfrettiğimiz müddetçe hepimiz kâfiriz ey lanetlenmişler!

Biz araştırmayalım, konuşturmayalım. Sultan Vahdettin hain, Sultan Abdülhamit Kızıl Sultan, İsmet Paşa muzaffer, Bediüzzaman Said Nursi cumhuriyet düşmanı olarak yer alsın kitaplarımızda. ALLAH’ı inkâr eden, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e ve bütün peygamberlere şair diyen, Kuran’a küfreden, dilimizi değiştiren Mason Mustafa Kemal’e tapalım! Saygı duyalım!

Türkiye’deki insanlara “Kızıl Sultan ve Hasta Adam” olarak anlatılan Sultan Abdülhamit’in Müslümanlarla alay etmek için futbol oynatmak isteyen dönemin güçlü ülkesi Fransa”ya; “Eğer o oyun oynatılırsa dünyayı başınıza yıkarım” diyerek futbolu oynatmadığını anlatmasınlar bizlere. Aynı şekilde İngiltere de oynatmak isteyince; Sulatn Abdülhamit’in futbolu oynattırmadığını umursamayalım! Kötü olan herşey Osmanlı’dan kalmış olsun, iyi olan herşey Mason Mustafa Kemal’den kalmış olsun bizlere. Günlerimizi futbolla geçirelim, takımlarımızın şampiyonluğunu kutlayalım.

Olurda bunların dışında cümleler sarfeden olursa, gidecek yer gösterelim! Basalım düğmeye, çalalım 10. yıl marşını, efkârlanalım. Yaratmak sadece ALLAH’a mahsus olduğu halde 15 milyon genç yaratmanın keyfini sürelim. Ama eskilerin gerçeklerine girmeyelim. Girince keyfimiz kaçmasın. Yırtalım dağları, enginlere sığmayalım taşalım. Cehenneme koşalım.

Türkiye’deki sistemi beğenmeyenlere “ya sev, ya terk et!” diyorlar ya! Bunu diyen kâfirler! Dünyayı terk edin! Siz ALLAH’ın hükümlerini beğenmediğiniz için “ya sev, ya terk et!” diyorsunuz! ALLAH’a inanmayan insanın, ALLAH’ın hükümlerini uygulamayan insanın tek bir nefes almaya bile hakkı yok ulan bu Dünya’da! Defolup gidin başka yere! Yatacak bir karış, saklanacak bi karış yeriniz bile olmayacak! Dönüp dolaşacağınız yer yine cehennem olacak!

Siyonist İsrail’de Mason Mustafa Kemal’in heykelinin olduğunu ve üzerinde “sen olmasaydın İsrail kurulmayacaktı!” yazdığını da bilmeyelim!

İsrail Başbakanı Ben Gurion’un 1963 yılında Mason Mustafa Kemal için “Mustafa Kemal Paşa, kuşkusuz 20. yüzyılda Dünya Savaşı’ndan önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur." Dediğini de bilmeyelim.

İsrail Nasıl kuruldu?
II. Abdülhamit'in 100 yıl önce şeyhine yazdığı mektup yaklaşık 100 yıl boyunca şeyhin ailesi tarafından himaye edilen mektup, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın himayesine sunuldu.

Tarihte 31 Vakası olarak bilinen ayaklanmayla İttihatçılar tarafından tahttan indirilip Selanik'e gönderilen Sultan II. Abdülhamid'in, bu dönemde Suriye'deki şeyhi Mahmut Ebu Şamat'a yazdığı mektup tarihe ışık tutuyor.

Cihan'a konuşan şeyhin torunu Ammar Ebu Şamat, yüklü para tekliflerine rağmen mektubu satmadıklarını anlattı. Ebu Şamat, Esad'a teslim ettikleri orijinal mektubun bir kopyasını da ilk kez Cihan haber ajansıyla paylaştı.

150 milyon altına Kudüs'ü nasıl satmadılar?
Mektupta Sultan II. Abdülhamid, İttihatçıların ve Yahudilerin tüm ısrarlarına ve 150 milyon altın tekliflerine rağmen Kudüs'ü nasıl satmadığını kendi ağzıyla anlatıyor. Abdülhamid Han, mektubunda özellikle Filistin'de Yahudilere toprak vermediği için tahttan indirildiğini dile getiriyor.

Sultan Abdülhamid'e bir cevap mektubu yazan Mahmut Ebu Şamat da halifeye hitaben "Sen Müslüman ve hilafet üzerindeki emanete riayet ettin. Bu davranışın sebebiyle Allah senden ebeden razı olsun." diyerek kendisini teselli ediyor. Şeyh Mahmut Abuşamat'ın yakınları tarafından günümüze kadar kutsal bir emanet gibi korunan iki mektup da güvence altına alınmak üzere Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a sunuldu.

Sıkıntılarını bu mektupla paylaştı.
31 Mart Vakası'nın ardından tahttan indirilen Sultan Abdülhamid, sürgün kaldığı Selanik'teki Alatini Köşkü'nde belki de hayatının en zor günlerini yaşadı. II. Abdülhamid, bu dönemde yaşadıkları sıkıntıları Şam'da bulunan ve mensubu olduğu Şazeli Şeyhi Mahmut Ebu Şamat ile yazdığı bir mektupla paylaştı. Tahttan indirilişi, olayların arka planı, sebepleri ve o şartları anlatan bir mektup yazan Sultan Abdülhamid, mektubu gizlice köşkün muhafızı ile Şam'da bulunan şeyhi Mahmut Ebu Şamat'a gönderdi.

Şeyhin Abdülhamit'e cevabı
Mahmut Ebu Şamat, gelen mektubu okuduktan sonra cevaben bir mektup yazdı. Şeyh Ebu Şamat'ın 2. kuşak torunu olan Ammar Ebu Şamat dedesinin yazdığı mektupta, şu ifadeleri yazdığını naklediyor: "Müslümanların Halifesi; Sen Müslüman ve hilafet üzerindeki emanete riayet ettin. Allah sana sabredenlerin ecrini versin. Bu davranışın sebebiyle Allah senden ebeden razı olsun. Ey mülkün sahibi ve mâliki olan Allah'ım! Sen mülkü istediğine verirsin, mülkü istediğinden çeker alırsın. İstediğini aziz kılarsın, istediğini zelil kılarsın. Hayır senin elindedir. Muhakkak sen her şeye Kâdir'sin."

Yahudileri huzurundan kovdu
Yaklaşık 100 yıllık tarihi mektup Mahmut Ebu Şamat'ın yakınları tarafından büyük özenle saklanmış. Kutsal bir emanet gibi korunan ve geleceğe adeta ışık tutan Sultan Abdülhamid'in bizzat kendi eliyle yazdığı mektup Suriye'de büyük özveri ile korunuyor. Sultan Abdülhamid'in mensubu olduğu Şazeli Şeyhi Mahmut Ebu Şamat'ın 2. kuşak torunu olan Ammar Ebu Şamat, büyük bir özveri ile korudukları mektup için ayrı bir ihtimam gösterdiklerini anlatıyor. Çıktığı hutbelerde Sultan Abdülhamid'in ne kadar büyük bir Sultan olduğunu anlatmak amacıyla birçok kez bu mektubu okuduğunu anlatan torun Ebu Şamat, "Sultan Abdülhamid, Yahudiler tarafından 150 milyon İngiliz altını teklif edilmesine rağmen 'dünya dolusu altın verseniz bu teklifinizi kabul etmem' diyerek huzurundan kovuyor. Gün geçtikte bu yüce insanın önemini anlıyoruz." diyerek büyük sultana sevgisini anlatıyor.

Aile meclisi mektup için Esad'da karar kıldı.
Mektubun tarihi ve manevi bir boyutunun olduğunu kaydeden torun Ammar Ebu Şamat, "Mektuplar yıllarca büyük bir özveri ile saklandı. Büyük dedem Ebu Şamat, İttihatçılar döneminde de mektubu korudu. Şam'ın Fransız işgalinde de bu emanet korundu. Şimdi torunları olarak bu güne kadar muhafaza ettik. Ancak aile fertlerine büyük para teklifleri gelmeye başladı. Bu teklifler üzerine aile fertleri bir araya gelerek alınacak kararı tartıştık." şeklinde konuşuyor.

Ammar Ebu Şamat, büyük dedesine gönderilen mektubun önemli ve tarihi bir belge olduğu için güvenilir bir mekân da muhafaza edilmesine karar verdiklerini söyledi. Ebu Şamat, "Aile fertlerine büyük paralar teklif edildi. Önemli ve tarihi bir belge olduğu için aile meclisi bunu reddetti. Ardından bu emanet mektubu emin ve güvenilir bir yere vermeye karar verdik. Aile fertlerinden Dr. Faruk Ebu Şamat bu mektubu Devlet Başkanı Beşşar Esad'a gönderdi. Kendisi korusun diye." diyerek mektubu güvence altına aldıklarını söyledi.

İşte Sultan Abdülhamid'in, şeyhi ve mürşidi Ebu Şamat'a gönderdiği mektup:

"Bismillahirrahmanirrahim vebihi nestain
Elhamdülillahi rabbil-alemin ve efdalü salati ve ettemmü teslim ala Seyyidina Muhammedin resulü rabbul-alemin ve ala alihi ve sahbihi ecmain vettabiine ila yevmiddin.

Mübarek ellerini öperek ve duâlarını isteyerek selâm ve hürmetlerimi sunduktan sonra arz ederim ki, sene-i haliye şehr-i mayısın 2. günü tarihli mektubunuz ulaştı. Sıhhat ve selâmette daim olduğunuzdan dolayı Allah'a hamd ve şükürler ettim... Efendim, evrâd-ı Şazeli kıraatine ve vazife-i Şazeliyyeye, Allah'ın tevfikiyle gece ve gündüz devam ediyorum. Ve bu vazifeleri edâya muvaffak olduğumdan dolayı Allah Teâlâ Hazretlerine hamd ederim ve dâvet-i kalbiyenize daima muhtaç olduğumu arz ederim.

Bu mukaddimeden sonra, şu mühim meseleyi tarihî bir emanet olarak arz ederim ki, ben Hilâfet-i İslâmiyeyi hiçbir sebeple terk etmedim. Ancak ve ancak 'Jön Türk' ismiyle bilinen ve meşhur olan İttihat Cemiyeti'nin başkanlarının zorlaması ve tehdidiyle Hilâfet-i İslâmiyeyi terk etmeye mecbur edildim. Bu ittihatçılar, Kutsi topraklara ve Filistin'de Yahudiler için bir toprak vermeyi kabul etmediğim ve onaylamadığım için ısrarlarında devam ettiler. Bu ısrarlarına ve tehditlerine rağmen ben de katiyen bu teklifi kabul etmedim. Bilâhare 150 milyon altın İngiliz lirası vereceklerini vaat ettiler. Bu teklifi dahi katiyen reddettim ve kendilerine şu sözle karşılık verdim: 'Değil 150 milyon İngiliz lirası, dünya dolusu altın verseniz bu tekliflerinizi katiyen kabul etmem! Ben 30 seneden fazla bir müddetle Millet-i İslâmiye'ye ve Ümmet-i Muhammediye'ye hizmet ettim. Atalarımın sayfalarını karartmam ve bununla bereber bu tekliflerinizi mutlaka kabul etmem' diye kesin cevap verdikten sonra tahttan indirilmeme karar verdiler. Ve beni Selanik'e göndereceklerini bildirdiler. Bu son tekliflerini kabul ettim ve Allah Teâla'ya hamd ettim ki ve ederim ki; Devlet-i Osmaniyye ve Alem-i İslâm'a ebedî bir leke olacak olan tekliflerini, yani Kudsi Toprakları ve Filistin'de Yahudi devleti kurulmasını kabul etmedim. İşte bundan sonra olan oldu. Ve bundan dolayı da Mevlâ-yı Müteal Hazretlerine hamd ederim.
Şu sözlerimle mektubuma son veriyorum. Mübarek ellerinizden öperek hürmetlerimi kabul buyurmanızı sizden rica ve istirham ederim. İhvan ve asdıkamın cümlesine selâmlar ederim. Ey benim muazzam üstadım! Bu bâbda sözümü uzattım. Muhat-ı ilmi semahatpenahileri ve bütün cemaatinizin mâlûmu olmak için uzatmaya mecbur oldum.
Veselâmualeyküm ve rahmetullahi ve berakatühü.
Hadim-i el-Müslimin
Abdülhamid"

Bilim Çağı’ndayız değil mi? Bilgi Çağı’ndayız. Milenyum’dayız. Dünyevi ilimlere dair ne varsa bildiğimiz için Bilim Çağı’ndayız! Şeytanın ezanlarını dinlediğimiz için, Kuran’a küfretmek için fotoğraf çektirdiğimiz için Bilim Çağı’ndayız! İslami hükümler en son duymak istediğimiz şey olduğu için Bilim Çağı’ndayız. Gidin araştırın bakalım! Cehennemdeki ki azabımızı biraz olsun azaltmak için birşeyler bulabilecek misiniz?

“Bir defayla birşey olmaz! Daha genciz! ALLAH kalp temizliğine bakar! ALLAH ile kul arasına girilmez! Bunlar ALLAH’la benim aramda olan bir şey! Emekli olduktan sonra! Zaman bize değil, biz zamana uyalım! Bir şey olmaz ALLAH affeder! Bu kadar günahtan sonra biraz zor affedilirsin! Fazla düşünme kafayı yersin! [Bir kibrit çöpünün ateşine dayanamadığımız halde] ‘cehennemde bir süre yandıktan sonra cennete girmeyecek miyiz?’ Biz büyüklerimizden böyle gördük! Senin beynini kim yıkadı?
[İşin sonunda cehennem olduğu için] ‘Madem ALLAH herşeyi biliyor, neden engel olmuyor!” Şeytan böyle vesveselerle oyalıyor değil mi bizleri?

Ey kâfir! Ey Firavun! Ey Deccal Mustafa Kemal! Yatacak bir karış yerin bile yok değil mi? 6900 yıl boyunca büyük çoğunluğu bir tek ALLAH’a iman eden bir kavmin neslini, kâfir ettiğin, putperest ettiğin, şehvehperest ettiğin, şeytanperest ettiğin; kendini hem peygamber hem tanrı ilan ettiğin için, İslam’ı bozduğun için, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e şair dediğin, ALLAH’ı inkâr ettiğin için; bundan 72 yıl önce toprak bile kabullenmedi seni! Toprak bile kabullenmedi!


Marx, Lenin, Stalin, Mustafa Kemal insanların kanını içmiş insanlar! Zalimler! Kâfirler! Yeryüzünün deccal kâfirleri bunlar! Nesiller şimdi onların peşinden gidiyor! Niçin imam Rabbani’nin peşinden gitmiyorlar? Niçin imam Gazali’nin peşinden gitmiyorlar? Niçin Abdülkadir Geylani’nin peşinden gitmiyorlar? Niçin İslam âlimlerinin peşlerinden gitmiyorlar? Bilmiyorlar ki! Televizyonlardan duymuyorlar! Radyolardan duymuyorlar! Hiçbir gazete yazmıyor! Hiçbir profesör söylemiyor! Okullarda anlatılmıyor! Evet, yapılmadı, söylenmedi, anlatılmadı! Bunun için nesil, Marx’ın, Lenin’in, Stalin’in, Mustafa Kemal’in yollarına düştüler. Eğer bu ümmete Mevlana anlatılsaydı, eğer bu ümmete imam Rabbani anlatılsaydı, eğer bu ümmete imam Gazali anlatılsaydı, eğer bu ümmete Abdülkadir Geylani anlatılsaydı, eğer bu ümmetin nesline ve çocuklarına Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselatu Vesselam anlatılsaydı; onlar Marx’ın, Lenin’in, Stalin’in, Mustafa Kemal’in peşine takılmayacaklardı! Gitmeyeceklerdi! Zavallı nesil! Abdestsiz nesil! Gusülsüz nesil! Kuran’sız nesil! Ne yapacağını bilmeyen nesil! Nereye gideceğini bilmeyen nesil! Niçin hayata geldiği öğretilmeyen nesil! Hangi kitabı okuyacağını bilmeyen nesil! Evlerde öksüz, sokaklarda yetim yetişen nesil! Sahipsiz nesil!

Yıkmak kolay! Hayvanlar da yıkar! Ama hayvan yapamaz! Yapıcı olması gereken insandır! Bunlar, bu nesil; her şeyi yıktı bu nesil! Her şeyi yıktı bu nesil! Tüm dünyayı cehenneme çevirdiler! Müslümanlar tüm dünya da kubbe kubbe camiler, tarihi eserler, çeşmeler, kervansaraylar, muazzam tarihi binalar meydana getirmişlerdi! Onların hepsini yıktılar! Tüm dünyayı barlar, pavyonlar, diskotekler, kumarhaneler, zina haneler, fuhuş haneler, kâfir haneler haline getirdiler! Tüm dünyayı cehenneme çevirdiler! Atalarımız mezarından başını kaldırıp bir bakıverse; “tüm dünya kâfir olmuş” diyecektir! Tanımayacaktır! Bizim şehirlerimizi değiştirenler, bizim tarihimizi değiştirenler, bizim maneviyatımızı değiştirenler! Ben şikâyetçiyim Ya Rabbi! Şikâyetçiyim Ya Resulallah! Her şeyimizi yıktılar bizim! Her şeyimizi parçaladılar bizim! Namusumuzu kaldırımlara döktüler! Anamızı, bacımızı çırıl çıplak soydular, sokaklara döktüler! Kadınları sattılar madde ve eşya gibi! Tüm dünya bir pavyon haline geldi! Tüm dünya umumhaneler haline geldi! 3 kıta ibadethaneydi, isyan haline geldi Ya Rabbi!

Bütün dava Yaratıcıyı tanımaktı, tanıtmadılar, ALLAH’ı anlatmaktı, anlatmadılar! Her şeyi yıktılar, her şeyi yıktılar! Ama yerine hiç bir şey yapamadılar!




İlluminati Dünya Komplosu

Dünyayı 13’ler Kraliyet Konseyi[Dünya’nın en zengin ve güçlü aileleri] yönetmektedir. Dünya 13’ler Kraliyet Konseyi’nin, 300’ler Komitesine[Dünya’nın en zengin ve güçlü alt-aileleri] verdikleri emirler doğrultusunda yönetilmektedir.
İlluminati örgütünün hedefi başkenti Kudüs olan tek bir dünya devleti kurmaktır. İlluminati’nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasilerden oluşuyor. İç çember denilen en tepedeki 13’ler Kraliyet Konseyi’ne bağlı 300 kişi, 13’ler Kraliyet Konseyi’nin alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyorlar. “iç çember” üyelerinin ortak özelliği: “Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemik Tarikatı, Apsen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus DEi, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri” üyesi olmaları. Yılda bir kez bir araya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, çeşitli hastalıklar icat etmek, nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak ve etnik temizliği desteklemek, “11 Eylül 2001 saldırısı” örneğinde olduğu gibi terör meydana getirmek ve “anti-terör” yasaları çıkarmak yer alıyor! Onların dili sembolizm! Her yerde sembolleri var! Pergel ve gönye, obelisk, piramit, pentagram, 5 köşeli yıldız, 6 köşeli yıldız vb. işaretler, Washington’dan Vatikan’a her yerde! Hedefleri haritaları değiştirmek ve insanları köleleştirmek!

Bismillahirrahmanirrahiym. [şeytan] dedi: “Rabbim! Beni azdırmana yemin ederim ki, yeryüzünde insanlar için mutlaka süslemeler yapacağım ve insanların tümünü kesinlikle azdıracağım. İçlerinden riyaya sapmamış, samimi kulların müstesna.” Sadakallahül-Azıym.
[Hicr Suresi, 39, 40. ayetler]

O zamandan beri insanlık uğruna savaş devam etmiştir!

Bismillahirrahmanirrahiym. Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Hâlbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Harut ve Marut [iki meleğin] üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o ikisi, “biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar Harut ve Marut’tan karı-kocanın arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla ALLAH’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. İnsanlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu[büyüyü] satın alanın ahrette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilselerdi! Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 102. ayet]

Kudüs’ün fethinden 20 yıl sonra Kubbet’üs Sahra Tapınak Şövalyeleri adlı bir savaşçı rahip topluluğu tarafından ele geçirilmiştir. Kudüs’e gelen Tapınak Şövalyeleri Hıristiyanlık öğretilerinden git gide uzaklaşmaya başladı. Eski Yahudi büyücülüğü sanatı, Kabala’yı, karanlık gizemleri ve ritüellerini öğrenmeye başladılar. Yahudiler bu sanatı Firavun’un esiri oldukları dönemde Eski Mısır putperestlerinden öğrenmişlerdir ve Nebukadnezar’ın döneminde Babil’de geliştirmişlerdir. 1307’de Fransa Kralı Philippe, Hz. İsa Aleyhisselam’ı reddetme, eşcinsellik, putperestlik ve büyücülük suçlamaları ile Tapınak Şövalyeleri’ni hapsetmiştir. Ancak bu Tapınak Şövalyeleri’nin sonlarını getirmemiştir. Babil ve Eski Mısır’da başlayanlar açık bir biçimde bugün de yapılmaktadır.

[11 Eylül,1990, Amerikan Senatosunda konuşma] ”Söz konusu küçük bir ülkeden fazlasıdır, büyük bir amaç, yeni bir dünya düzenidir.”

Yüzyıllardır bunları yapmaktadırlar. Gölgelerden, bütün büyük savaşları, devrimleri ve ekonomik gerilemeleri düzenlemişlerdir. Okuduğunuz, duyduğunuz ve gördüğünüz her şeyi kontrol ediyorlar. Bütün toplumlara kendi düşüncelerini, kalıplarını aşılamışlardır ve kilit otoriter konumları gizlice ele geçirmişlerdir. Gölgelerden yeni bir politik, ekonomik ve sinsice bir dini düzen oluşturmuşlardır. Yapılandırdıkları küresel denetim, Deccal’ın gelişi için yaptıkları hazırlıkların delilleri her tarafta görülmektedir!

Dünya’yı kontrol etmenin en etkili ve verimli yolu nedir?
İki kelime. “Akıl kontrolü!” Fark edemediğimiz bir nokta var gerçekte. Devleti yöneten hükümet, yöneticiler ne derse onlar gibi düşünüp, onların istediği şekilde hareket ediyoruz. Düşünmeyi bile bırakmışız. Devleti yönetenlerin düşündüklerini kabullenmişiz hepimiz. Hükümet ne derse doğrudur demişiz. Bize devleti yönetenler bir şey dediğinde, emir verdiğinde hemen emri uyguluyoruz. Düşünmeden, incelemeden, sadece uyguluyoruz. Aslında yapmamız gereken devletin dediği hiçbir şeye inanmamak!

“Tarihin en acı yanlarından biri kendini ne kadar tekrar ettiğidir.” Hepimizin yapması gereken medya ve basın organlarını ciddiye almamak! Basın ve medya devleti yöneten hükümetin halkla ilişkiler bölümü gibi çalışmaktadır. Medya ve basın olsun, diğer yerler olsun, bizlere sadece farklarımızdan bahsedilir. Medya ve siyasetçiler hep bizi bölen şeylerden bahseder. Bizi birbirimizden farklı yapan şeylerden bahsederler. Bütün toplumlar da yönetici sınıflar hep böyle çalışır. Geri kalan insanları bölmeye çalışırlar. Zenginler, parayı alıp kaçmak için alt ve orta sınıfları birbirine kırdırırlar. Oldukça basit bir şey ve hep işe yarar. Farklı olan herhangi bir şey hakkında konuşurlar. Irk, din, etnik ve milli geçmiş, iş, gelir, eğitim, sosyal statü, cinsiyet, … Birbirimizle kavga etmemiz ve onların bankaya gidebilmesi için herhangi bir şey. Ekonomik sınıflar nasıl tanımlanır? Üst sınıf parayı elinde tutar ve hiç vergi ödemez. Orta sınıf bütün vergileri öder ve bütün işleri yerine getirir. Fakirler de orta sınıfı ürkütmek için vardır. Çünkü “işlerine” gitmeleri gerekmektedir. Politikacılar bu kelimeyi bilirler. Sizin üzerinizde kullanırlar. Politikacılar geleneksel olarak üç şeyin arkasına saklanmışlardır. “Bayrak, kutsal kitap ve çocuklar”. Eğitimin rezil oluşunun bir sebebi var. Asla düzelmemesi ile aynı sebep. Elde ettiğinizle idare etmek ve mutlu olmak zorundasınız. Çünkü ülkenin sahipleri bunu istemezler. Gerçek sahiplerinden bahsediyorum. Büyük ve zengin olanlar! Gerçek sahipleri: her şeyi denetleyen ve her şeye karar veren büyük ve zengin iş adamları. Politikacıları unutun! Onlar önemsiz! Politikacılar size seçim hakkı tanındığı fikrini sürdürmek için var! Hakkınız yok! Seçim hakkınız yok! Sahipleriniz var! Size sahipler! Her şeye sahipler! Bütün önemli topraklara sahipler! Kolektif şirketleri denetliyorlar ve Kolektif şirketlere sahipler. Uzun zamandır senatolara, meclislere, hükümet binalarına, belediyelere sahipler. Hâkimler[yargıçlar] arka ceplerinde. Bütün büyük medya ve haber şirketlerine de sahipler. Duyduğunuz bütün haber ve bilgileri denetliyorlar. Sizi hayâlarınızdan tutuyorlar. Her sene milyarlarca doları lobileşmek için kullanıyorlar. İstediklerini elde etmek için lobileşiyorlar. Ne istediklerini biliyoruz. Başkalarına daha az ve kendilerine daha çok istiyorlar. Ne istemediklerini size söyleyeyim. Eleştiren, düşünen vatandaş istemiyorlar. İyi derecede bilgilendirilmiş ve eğitim görmüş insanlar istemiyorlar. Bu ilgilerini çekmiyor. Bu onların işine gelmiyor. Bu çıkarlarına aykırı! Budur! Ne istiyorlar biliyor musunuz? Uslu çalışanlar istiyorlar. Uslu çalışanlar. Makineleri çalıştırıp, belgeleri yazabilecek kadar zeki ve pasifçe git gide berbatlaşan işlerde, daha az maaşla, daha uzun sürelerde, daha az haklarla, fazla mesainin olmadığı, almaya geldiğinde yok olan emekliliklerle çalışacak kadar aptal insanlar! Ellerinde daha çok para olsun ki, sabıkalı arkadaşlarına verebilsinler. Ve biliyor musunuz? Alırlar! Sizden hepsini öyle ya da böyle alırlar, çünkü her yere sahipler.

Kontrolün en iyisi özgür olduğunu düşündüğün ama temelden yönlendirilip dikte ettirildiğindir. Diktatörlüğün bir şeklinde hapishane demirlerini görüp dokunabilirsin. Öbüründe ise demirleri görmezsin ve kendini özgür sanırsın! İnsan ırkı toplu hipnoz tesiri altındadır! Biz, haber sunucuları, politikacılar, öğretmenler, konuşmacılar tarafından hipnotize ediliyoruz. Biz inanılmaz derecede hasta insanlar tarafından yönetilen bir dünyada yaşıyoruz. Bize anlatılanla gerçekte olanlar arasındaki uçurum kesinlikle çok büyük! Dünyadaki en büyük hipnotizmacı odanın köşesinde duran dikdörtgen bir kutu! Aptal kutusu! Yani Televizyon. Aralıksız bir biçimde bizi gerçeğin ne olduğuna inandırmaya çalışıyor.

Tarih boyunca “siyasi düşüncenin denetimi ve yönlendirilmesi” ülkelerin ele geçirilişinde masonların ana silahı olmuştur. Bir ülkenin yöneticileri ve politikacılarını denetlemeye başladıktan sonra kanunlar ve siyasi yapılar onların hedeflerine göre değiştirilmektedir. Ancak bedeni sınırlandırmak aklı sınırlandırmakla aynı anlama gelmediği için Masonlar, küresel egemenliğin, kitleleri onların hedeflerine boyun eğdirtmeye bütünüyle bağlı olduğunu fark etmişlerdir. Böylece amaçlarına direnişi tamamıyla yok etmektedirler. Planlarına karşı her hangi bir ordudan ya da yasadan daha büyük tehlike; gerçekleri gören bir insan, gerçekleri düşünen bir akıldır. Bu tehlikeyi yok etmek için ve amaçlarına ulaşabilmek için Masonlar gelmiş geçmiş en cesur planlarını yapmışlardır. İnsan hayatının bütününü kontrol etmek! Sizin hayatınız!

Size karşı kullandıkları silahlar evlerinizde bulunup, sizi ve çocuklarınızı eğlendirip, yavaşça siz farkında olmadan size onların hayat tarzını aşılamaktadır. Günümüz toplumunda insanlar git gide artan bir biçimde çağdaş medya, televizyon, sinema, bilgisayar oyunları, internet, popüler romanlar ve müziği hayatlarının ayrılmaz parçaları yapmıştır. Bunların hepsi ya bilinçli ya da bilinç dışı olarak aldığınız geniş bilgiler içermektedir. Her gün, toplum hakkında idealler, ahlak kavramları ve toplumun nasıl yapılanması gerektiği hakkında fikirler gözlerinizin önüne serilmektedir. Bu medyalar bir bireyin dünya ve var olan her şey hakkındaki görüşlerinin temellerini oluşturmakta önemli bir rol oynamaktadır. Böylece bu bilgiyi denetleyen ve bu medyalara aktaran neredeyse bütün dünya toplumlarına kendi fikirlerini aşılama gücünü elinde tutmaktadır. Bu gerçeği Masonlar kendi çıkarları için kullanmaktadır. Masonlar özellikle eğlence sektörünü insanlara kendi düşünce kalıplarını açıkça ya da bilinçaltı vasıtasıyla aşılamak için kullanmaktadır. Kullandıkları yöntemler değişmektedir ancak amaçları aynıdır. İnançlarını ve ideallerini kendi fikirlerinizmiş gibi sahiplendiğiniz zamana kadar dayatmaktadırlar.

Bunun ispatını bulmak oldukça kolaydır. Sadece dünyadaki medyaya kimin sahip olduğunu ve yürüttüğünü bulmanız yeterlidir. Gizli örgütler sayesinde ayakta duran azınlığın olduğunu bulacaksınız! Dünyadaki medyaya Siyonistler, Satanistler, Yahudiler sahiptirler. Çoğu Eskenazi’dir[Aşkenaz’dir.]

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/Yahudiler/İlluminatiler müzik, medya, eğlence ve ***** sektörünün sahipleri ve işletmecileridir. Bunu sadece insanlara akıl kontrolü ile telkin yapmak için yapıyorlar. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/Yahudilerin/İlluminatilerin bütün medyanın sahibi olması kesinlikle bir tesadüf değil! Çünkü Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/Yahudilerin/İlluminatilerin yaşayabilmesi insanların beyni yıkanmış ve telkin edilmiş bir halde olmalarına bağlı! Gerçekleri düşünen ve düzgünce yapılandırılmış bir toplum zorbalar tarafından yönetilebilir mi? Tabi ki hayır! Size fikirler ve bakış açıları ile telkin etmek dışında toplumlar arası yozlaşmayı oluşturacak, iyice düşünülmüş ve sinsi bir şeytani planı yürütmekteler. Çünkü amaçsız ve yozlaşmış bir topluma kolaylıkla hükmedilir. Neden mi? Çünkü hiçbir şeyi desteklemeyen bir insan her şeye inanabilir. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/Yahudiler/İlluminatiler Deccal’ın gelişi için böyle bir toplum hazırlamaktadırlar. Başka nasıl “Yeni Dünya Düzenini” kabul ettirebilirler? Sanatçıların ya da “idollerin” gelişimi bu sektörün başında bulunanların neler hedeflediğini açıkça göstermektedir.

Hepimiz kötü telkinlerin kurbanlarıyız. Bir karikatürde bir seks mührü yapabilmek için sanatçı önce cinsel objeyi çizip daha sonra bunu eserin içinde gizlemektedir. Bu bir çocuğun cinselliğini çok erken bir yaşta etkinleştirmektedir. Psikolojik savaşın temelleri Nazi Almanya’sında atılmıştır. Nazi ideolojisinde “Weltanschaukrieg” adlı bir olgu vardı. Bu da “Dünya Görüşü Savaşı” demektir. Amaçları fethettikleri ülkelere kendi ideolojilerini dayatmaktı. Amerikalılar bu fikri alıp Amerikan sürümünü yapıp adını “psikolojik savaş” koymuştur.

Britanya Armacılık Okulu, kraliyet armasını 500 senelik kuralların rehberliğinde tasarlamıştır.
Britanya Hanedanlığı Arması’nın üstündeki semboller Britanya’nın İbrani kökenini göstermektedir. İncil’de arp, İbrani Kral Davut’u simgelemektedir. Kalkanı tutan İncil’deki kükreyen aslan ve ünikorn İsrail ülkesini simgelemektedir. “Dieu Et Mon Droit” sözü, “Tanrı ve hakkım” demektir. Britanyalı hükümdarın sonsuz yönetme hakkını belirtmektedir. Bu armayı oldukça ilginç kılan simgenin bütününde Deccal ile ilgili İncil’deki bütün vahiyleri barındırmasıdır.

Neden Deccal yakında gelecek biliyor musunuz? Çünkü temelleri ve gelişinin simgeleri her tarafta gözükmektedir! Daha da önemlisi her zaman satın aldığımız ürünlerle Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/Yahudilere/İlluminatilere finansman sağlıyoruz! Marlboro sigarasının üzerinde “Veni-Vidi-Vici” yazar. “Geldim-Gördüm-Fethettim” Bu söz kime ait? Başka hangi okült simgeleri biliyorsunuz? Karanlık kardeşliği simgeleyen “Kafatası ve kemikler” simgesini biliyor musunuz? Bush Ailesi ve diğer Amerikan Kraliyet Ailelerinin evi olan gizli örgüt ne peki? Neden “kafatası ve kemik” simgeleri günümüzde bu kadar moda oldu? Endüstrilerimizi kim denetliyor?

Şuan dünyayı 13’ler Kraliyet Konseyi[Dünya’nın en zengin ve güçlü aileleri] yönetmektedir. Dünya 13’ler Kraliyet Konseyi’nin, 300’ler Komitesine[Dünya’nın en zengin ve güçlü alt-aileleri] verdikleri emirler doğrultusunda yönetilmektedir.

Dünya’nın ekonomisini IMF, Dünya Bankası, Merkez Bankalar, Vergiler, Faizler, Uluslar Arası Ödeme Bankası, vs. ile kontrol ediyorlar.

Dünyadaki Hammaddeyi Kolektif şirketler ile denetliyorlar.

Dünya da yaşayan insanları camiler, kiliseler, sinagoglar, devletler, hükümetler, okullar, medya ve basın ile denetliyorlar.

Toplumun hammaddesi ise işçiler, yani borç köleleri.

Paranızı ve daha doğrusu hangi kolektif şirketleri desteklediğinizi denetleyebiliyorsunuz. Örneğin; Starbucks’ın İsrail Devleti’nin en büyük destekçilerinden biridir! Howard Schultz bu sayede İsrail’den, “İsrail’in 50. Yılı Zion Dostu Takdir Ödülü” gibi çeşitli ödüller almaktadır. Eğer bunu anlayabiliyorsanız, Starbucks logosunun ve ismin gerçek anlamını anlamaya başlayabilirsiniz! Siyonist bir dünyada yaşıyoruz. Siyonist liderlerle, Siyonist yöneticilerle yaşıyoruz. Siyonist amaçlar uğruna çalışanlar tarafından yönetiliyoruz.

Her şeyin niye böyle gittiğini anlamak için önce enerjinin işleyişini anlamamız lazım. Bazı mimari eserler belirli enerjileri aktarabilmek için tasarlanmıştır. Ancak bu siz olmadan gerçekleşememektedir. Çünkü bu yapıların içinde yapılan davranışlar ve ya ritüeller nasıl bir enerji aktarıldığına karar vermektedir. Dünya’daki her şeyde olduğu gibi bu da olumlu ya da olumsuz bir şekilde kullanılabilir. Enerji aktarımı için en önemli tasarımlar hangileridir? Piramitler, sekizgenler ve kubbeler. Bu tasarımlar enerji aktarımı için en güçlü ve etkin olanlarıdır. Mason/Siyonist/Satanist/Yahudi/İlluminati/Elit sınıf, bu konuyu yapılarında da görüldüğü üzere çok iyi bilmektedir. Camiler, kiliseler ve sinagoglar yapıcı enerji aktarırken, Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati/Elit sınıf yıkıcı enerji aktarmak için yapılarını inşa etmektedir. Temelde bu bir enerji savaşıdır. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre Deccal, dünya çapındaki enerji belli bir şekilde olduğunda ancak gelebilecektir.

Burj Dubai [Dünya’nın en uzun gökdeleni]. Gökdelen 2008’de 700 metre yüksekliğini aştığından beri Dubai sisler altında kalmıştır.
Şu anda 900 metre yüksekliğinde ve git gide artmaktadır. Geneli çöl olan Dubai artık sisler altında. Hiçbir meteorolog aradaki bağlantıyı görememekte! Bu özgün tasarımlı merkezi yapının inşası bittiğinde şehre ne olacak? Bu bina çevresinin enerjisini emecektir. Sadece canlılar yararlanılacak enerjiyi üretebilmektedir. Bu tip şeyler her tarafımızda var. Bu binalarda yapılan şeyler aktarılan enerjinin özelliğini belirlemektedir. Eğer araştırırsanız dünya üstündeki en önemli yapıların “Ley Hatları”nın kesişme noktalarına yapıldığını bulursunuz. Ley Hatları dünyadaki stratejik enerji noktalarını belirtmektedir. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin kutsal geometrisi, Ley Hatları ve mimarisi birbiri ile uyumlu halde kullanıldığında Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre bir “Yıldız Kapısı” oluşturulacaktır.

Nasıl denetlendiğimize tekrar değinirsek;

1. akıl
2. beden
3. ruh

Eğer bu potansiyelinizin farkına varamazsanız bu tip bir denetim sisteminin önemini anlayamazsınız.
Anlamanız gereken şudur: Her şey enerjidir!
Bedeninizi en küçük parçalarına ayırdığınızda neleri bulursunuz? Atomları, elektronları ve protonları! Bu ne demek? Bu en temel halinizde enerjiden oluşturulduğunuz anlamına gelir. Etrafınızdaki dünya ve evren de öyledir. [Subhanallah]. Bu, ALLAH’ın sizi, çevrenizdeki enerjilerden etkilenebilen ve daha da önemlisi sizin de çevrenizdeki enerjileri etkileyebildiğiniz enerji aktarıcıları olarak yarattığı anlamına gelmektedir. Olumlu enerji yayabilirsiniz ya da olumsuz enerji yayabilirsiniz. Aynı zamanda olumlu ya da olumsuz enerjilerin etkisi altında kalabilirsiniz. Bu nasıl olmaktadır? Eğer yüksek titreşimde olumlu enerji yaymaya başlarsanız bu dıştaki aynı tip enerji ile birleşmektedir. OLUMLU! Bu sizi olumlu bir enerji düzeyinde tutmaktadır. Eğer olumsuz enerji yayarsanız bu dışınızdaki olumsuz enerji ile birleşip sizi olumsuz bir enerji düzeyinde bırakmaktadır. Olumsuzluğu getirmektedir. O yüzden “ne ekersen onu biçersin”. Çevremizin enerjisinden yoğun bir biçimde etkileniyoruz. Bu yüzden doğanın olumlu ve iyileştirici enerjisi çevresinde harika hissederiz. Şehrin neredeyse ölmüş olumsuz enerjisi etrafında o yüzden hiç iyi hissetmeyiz. Örneğin, bir camiye girdiğimizde olumlu ve manevi enerjiyi doğrudan hissederiz. Çoğu camide şu söz yazmaktadır: “ALLAH’ın bu evine ALLAH’a ibadet ve ALLAH’ı hatırlama isteği dışında bir şey getirmeyin”. Bu ibadet sayesinde aracılık edilen enerji bu kadar olumlu ve manevidir. Bu yüzden camiler %99 aynı şekilde yapılmıştır. Bu olumlu enerjiye aracılık edebilmek için!
Sekizgen minareler ve kubbeler. Neredeyse her cami sekizgen minareler ve kubbeler ile inşa edilmektedir. Köşedeki sıradan camiden en ünlülerine kadar! Bu mimari sadece camilere özgü değildir. Sekizgenler, kubbeler ve piramitler enerji aktarımı için en güçlü yapılardır. Peki, hangi tip enerjinin aktarılacağına ne karar vermektedir? Bina içindeki insanların yaptıkları! Devlet binalarında ve Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati/Elit kesimin diğer mülklerinde kötü ve ya şeytani enerjileri aktarmak için birçok geç saat faaliyetinin ya da “ritüellerin” yapıldığından emin olun! Masonlar kapalı kapıların arkasında öncülerinden onlara kalan gizli ayinleri ve ritüelleri yaparlar. Bunlar “dereceler” olarak adlandırılan üyelik kademelerinin temelini oluşturmaktadır. Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati/Elit kesimin sahibi olduğu neredeyse her yapı nesillerce aktarılan evrensel bilgilere dayanan Masonların/Siyonistleri/Satanistlerin/İlluminatinin kutsal geometrisine göre yapılmıştır. Enerji, mimari ve kendiniz arasındaki ilişkiyi anladığınızda, neyin, neden yapıldığını anlamaya başlayacaksınız. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre Yıldız kapıları dünyanın “Girdap Noktalarının” olduğu konumlardır. Bu noktalar büyük miktarlarda enerji içermektedir. Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati/Elit kesim bu girdap noktalarının kimilerine kendi yapılarını yerleştirmiştir. Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati/Elit kesim, şeytanın onların ilahı olduğuna inanan satanistler olduğu için, nasıl bir enerjinin aktarıldığını siz de tahmin edebileceksinizdir. Ya da bu şeytani ritüellerle hangi varlıkların çağırıldığını. Masonlar tarafından mali anlamda desteklenen politikacılar mason ideolojisini yaydılar. Fransız ordusunun yüksek rütbeli askerlerini üye yapan gizli mason locaları onlara kendi fikirlerini aşıladılar. Fransa halkını, politikacılarını ve askerlerini kendi denetimi altına alan masonlar artık vurgunlarını yapabilirlerdi. Masonluk gizli ancak düzenli bir biçimde devrimi yapabilmek için uğraşmıştır. Masonluğun Fransız İhtilali’nin tek faili olduğu bilinmektedir.
Amerika’nın sözde kurucuları Plymouth Rock’a vardıklarında yanlarında hem haklarını kaybetmiş insanlar hem de Avrupa’nın Masonik öğelerini getirdiler. Amerika’nın kurucularının Avrupa’dan kaçtığı haksızlıklar gaddar bir Britanya rejimi şeklinde burada da onları bulacaktı. Yeni devleti tamamıyla ele geçirebilmek için masonlar Fransa’da uyguladıkları yöntemi kullandılar. İngiliz monarşisi masonlar tarafından yönetilmesine rağmen Amerikan monarşisi gerekli bir çarpışmaydı. Savaşan insanlar masonların amaçlarına ulaşması uğruna harcanabilirdi. İnsanların duyguları kızgınlığa yönlendirildi. Fransa’da da olduğu gibi bu kızgınlık savaşa dönüştü. Ancak bu sefer, önceki hatalar tekrarlanmayacaktı. Masonlar, Avrupa’da Napolyon karşısında neredeyse yenilmelerinden derslerini almışlardı. Olası her türlü direnişin liderleri mason planlarına uygun olmalıydı. Britanya’ya karşı savaşın lideri George Washington oldu. 4 Temmuz 1776’da bağımsızlık bildirgesi ilan edildi. 17 Ekim 1781’de Britanya sonunda yenilmişti ve sömürgelerini Amerikalılara teslim etti. Dünyanın ilk mason devleti kurulmuştu; masonluğu her yönüyle temsil eden bir devlet. Amerika’daki mason etkinliği, dünyanın ilk mason başkanı George Washington’un resmi ve mason simgesi olan “Her Şeyi Gören Tek Göz’ün” olduğu 1 dolarlık banknotta açıkça gözükmektedir. Böylece “Yeni Dünya Düzeni” doğmuştu. Geçmişlerinden, Firavunların ve beklenilen son Firavunun onuruna! Deccal uğruna! Tevrat, İncil, Kuran, Hz. Musa Aleyhisselam, Hz. İsa Aleyhisselam, Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam. Bütün peygamberlerin önceden haber verdiği Deccal uğruna!

Bismillahirrahmanirahiym. Azabın, yalanlayıp yüz çevirenler [ALLAH’ın birliğine ve peygamberlerine inanmayanların] üzerine olacağı bize vahiy olundu.” Sadakallahül-Azıym.
[Taha suresi, 48. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Firavun dedi: “Sizin Rabbiniz kim, ey Musa?” Musa dedi: “Rabbimiz, her şeye yaratılışını lütfeden, sonra da yol-yordam gösteren kudrettir. Firavun dedi: “Peki, ilk nesillerin hali ne olacak? [Musa dedi:] “Onlara ilişkin bilgi, Rabbim katında bir Kitap’tadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur. Yeryüzünü size beşik yapan, yeryüzünde sizin için yollar açan, gökten su indiren ALLAH’tır. Biz o suyla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyin, hayvanlarınızı yayıp otlatın. Kuşkusuz bunda, aklı başında insanlar için ibretler vardır. Sizi yerden yarattık. Tekrar oraya göndereceğiz. Ve oradan sizi bir kez daha çıkaracağız. Yemin olsun, o Firavun’a ayetlerimizin tamamını gösterdik ama yalanlayıp inadını sürdürdü. Sadakallahül-Azıym.
[Taha Suresi 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Derken Firavun, ordusuyla birlikte onların arkasına düştü. Ama denizden onları sarıp kuşatan, sarıp kuşattı. Firavun kendi toplumunu saptırmıştı; kılavuzluk edemedi.
[Taha Suresi, 78, 79. ayetler]

Kuran’a inanan herkes Kuran’ın temel mucizesinin sonsuza kadar, her çağa uygun ve uygulanabilir olduğunu bilir. Kuran’daki Firavun örneğinin sadece Hz. Musa Aleyhisselam’ın karşısındaki Firavun’a değil, kendi güç ve kanun düzeniyle, ALLAH’ın tekliği ve otoritesine kafa tutan her türlü kişi ve sisteme uygundur.
Size günümüz Firavunlarını tanıtayım.

Masonların geçmişten günümüze kadar kullandığı gizemler, hükmeden Elit kesimden 4000 senedir Mısır’ın hareketli kumlarında gizli tutuldu. Eski Mısır halkı, tapınakları, mezarları ve toprak kaplarında, kültür ve tarihleri hakkında ayrıntılı kayıtlar tuttular.

Neden eski Mısırlıların hayatı hakkında her türlü ayrıntının kayıtlı olduğunu ancak en mükemmel eserleri, piramitler hakkında hiçbir şeyin yazılı olmadığını merak etmediniz değil mi? Neden piramitlerin yapımı hakkında hiçbir şeyden bahsedilmemiş? Neden? Çünkü masonların gizemi ya da sırrı, bilmecenin büyük bir parçası! Bunlar Firavun sisteminin delilleridir.

1.İbrani Peygamber Hz. Yakup’un taşı, İngiltere Kraliçesi’nin tahtında ne arıyor?
2. Neden İngiltere Kraliçesi simgesel bir Mısır basamak piramidinde taçlandırıldı?
3. İngiltere Kraliyet tacının tabanında 12 İbrani kavimi simgeleyen 12 taş bulunmaktadır. 12 kavimi simgeleyen bu taşlar Kenan ülkesi rahiplerinin göğüslüklerinde de bulunmaktadır.
4. Britanya[İngiltere] bayrağı Hz. Yakup’un 12 kavminin yeniden birleşmesini simgelemektedir. Bayrağın kırmızı, beyaz ve mavi renkleri Mısır’ın üç tacıyla aynıdır.
5. İngiliz Kraliyet asası Eski Mısır’dan gelmektedir. Mısır putu Amen ve kendilerini Amen’in oğulları olarak tanıtan Mısırlı Firavunlar tarafından taşınmaktaydı. İngiliz Kraliyet asası şu anda Firavunların soyundan gelen 2. Elizabeth tarafından taşınmaktadır. Asasında dünyanın en büyük elması, “Afrika’nın Yıldızı” bulunmaktadır.
6. İngiltere Kraliçesi’nin cezalandırma kırbacı resmen kolunun altında gizlenmiştir. Bu kırbaç yine Eski Mısır Firavunlarından gelmektedir.
7. Arı simgesi İngiltere Kraliçesi’nin kraliyet giysilerinde görülmektedir. Eski Mısır’da bu Mısır Kraliyeti’nin ve Mısır’ın simgesiydi.
8. Britanya[İngiltere] Kraliyet armasındaki semboller, Britanya’nın İbrani kökenlerini göstermektedir.
9. Hâkimler ve kraliçenin üst düzey memurlarının giydiği başlıklar Eski Mısır’dan gelmektedir.
10. Prens Charles’ında giydiği fistanlar, beyaz fistan giyen Eski Mısır Firavunlarından gelmektedir.
11. Mısır Kraliyeti ensest[aile içi] ilişkiler yaşıyordu. Gücü ve parayı aile içinde tutmak için anneler oğullarıyla, erkek ile kız kardeşler birbirleriyle evleniyorlardı. Liste uzadıkça uzuyor.

Günümüzde hala aynı Firavun soyu tarafından yönetiliyoruz!

Şuan dünyayı 13’ler Kraliyet Konseyi[Dünya’nın en zengin ve güçlü aileleri] yönetmektedir. Dünya 13’ler Kraliyet Konseyi’nin, 300’ler Komitesine[Dünya’nın en zengin ve güçlü alt-aileleri] verdikleri emirler doğrultusunda yönetilmektedir.

Dünya’nın ekonomisini IMF, Dünya Bankası, Merkez Bankalar, Vergiler, Faizler, Uluslar Arası Ödeme Bankası, vs. ile kontrol ediyorlar.

Dünyadaki Hammaddeyi Kolektif şirketler ile denetliyorlar.

Dünya da yaşayan insanları camiler, kiliseler, sinagoglar, devletler, hükümetler, okullar, medya ve basın ile denetliyorlar.

Toplumun hammaddesi ise işçiler, yani borç köleleri.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, Firavun hanedanına da uyarılar gelmişti. Sadakallahül-Azıym.
[Kamer Suresi,41. ayet]

Dubai’deki Firavunun halkında garip bir şeyler var. Burj Dubai dünyadaki en uzun bina! Dubai’de her yerden görülebiliyor. Her zaman sisler içinde. DIFC binasıyla beraber onlara “KAPILAR” denmektedir. Sekizgen piramitler.
Şimdi de Dubai’deki WAFI alışveriş merkezine bakalım. Firavun putlarına adanmış. WAFI, sadık olan demektir. WAFI alışveriş merkezinin binası tamamen Mısır Heykelleri ve Eski Mısırlıların yapmış olduğu resimlerle doludur.

İçine bakıldığında ise, bir piramitin altında sekizgen oluşturan 8 sütun bulunmakta. Ve bütün piramitler de olduğu gibi masonların “her şeyi gören gözü” en üstte.

Ele geçirme işlemi.
Firavunların başlarındaki kuş neyi simgeler? ALLAH’a ibadet etmediklerini biliyoruz. O zaman kime hizmet ediyorlar?

WAFI alışveriş merkezinin içinde KARE kafe var. 2 sütun arasında 3. piramiti oluşturmakta.

Eski Mısırlıların ibadet ettikleri Eski Mısır’ın “her şeyi gören gözü” ve günümüz. Şeytanın planının yavaşladığını ya da değiştiğini hiç düşünmeyin bile. Artık uyanma ve hangi tarafa hizmet ettiğinizin farkına varma vakti. Binanın içinde bir yere çıkan sarmal girdap bulunuyor.

“Klon Yardımı” ve Rael adlı birini hatırlıyor musunuz? Hashemfilms ve John McGovan Yeti avcısı hakkında bir belgesel hazırladıktan sonra UFO tarikatı hakkında bir belgesel çekmeye karar veriyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin her yerini geziyorlar. “Ünlü” dizisinde Patton Oswalt TV adlı programın ve mühür büyüsü sistemini anlayabilmek için Hollywood’a ve New York’a sızıyorlar. “Bütün çocuklarım, Bizim Ev, Olağan Şüpheliler” filmlerinin setlerine sızıyorlar. Sahne arkalarında nelerin döndüğünü öğrendikten sonra Abdullah ve Hashemsfilms Deccal’ın sistemini açığa çıkarmak için bütün Amerika Birleşik Devletleri’ni gezmeye başladı. Yolculuklarında birkaç kişiyi ve birden fazla sahte peygamberi açığa çıkardılar.
Dünya masonluğunun, büyük şeytani sırlarını açığa çıkardı. UFO fenomeninin büyük sırlarını ortaya çıkarıp hepsini cinler ve kara büyüye bağladı. Bu hareketin ve peygamberlerinin Yeni Dünya Düzeni’ni destekleyen ajanlar olduğunu ortaya çıkardı.

Hepsi sizin Yeni Dünya Düzeni’ni kabul etmeniz için yapılan propaganda.

Aslında bir şey bilmiyoruz. Ne bildiğimizi kendimize açıklayamıyoruz. Ama hissedebiliyoruz. Hayatımız boyunca dünyada bir şeylerin yanlış olduğunu hissettik. Ne olduğunu bilemedik, ama var. Aklımızı çıldırtan bir kıymık gibi!

“Yeni Dünya Düzeni” nedir?

Hepimizin etrafında, pencereden dışarı baktığımızda ya da televizyonu açtığımızda görüyoruz. İşe gittiğimizde hissediyoruz, camiye, ibadethaneye gittiğimizde, … Bizi gerçeğe kör etmek için gözlerimizin önüne serilen dünyadır. “Hangi Gerçek?” Hepimiz birer köleyiz! Hepimiz esarete, kokusunu alamadığımız, tadamadığımız, dokunamadığımız bir hapishaneye doğduk. Aklımız için bir hapishane!

Deccal’ın anlamı nedir?
“Deccal” Arapların, bir devenin “uyuz” olduğunda kullandığı bir kelimeydi. Hasta olduğunda tedavi amacıyla üstüne zift dökerlerdi. Hastalığı görmemeniz için devenin üstüne zift dökerlerdi. Dıştan deve düzgün görünürdü çünkü üstüne zift dökülmüştür. Anlayabildiniz mi? Deccal hastalığın üstünü ziftle örter ve hastalıkların iyi gözükmesini sağlar. Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz nasıl ahiret için çalışmamız gerektiğini söylediyse Deccal da dünya için çalışmamız gerektiğini söyleyecektir. Nasıl Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dünyanın bir hayal olduğunu ve bizi aldatacağını söylediyse, Deccal da bizlere ahiretin hayal olduğunu söyleyecektir. Bizi bu hayat için yaşamaya zorlayacaktır.

Reklâmlarda ne derler? “Sadece bir kere yaşarsınız! Öyleyse olabildiğince dolu yaşayın.” Budweiser reklâmında olduğu gibi. “Ancak bir kere yaşarsınız. Ancak bir kere etrafında dönersiniz. Olabildiğince dolu yaşayın.” Bu çağımızın mesajı! Derin materyalizmin bir mesajıdır. İnsanlara daha çok satın alarak daha mutlu olunacağını anlatan bir mesaj. Daha fazla satın alın ve mutlu olun. Bu bir slogan! Mutlu ol! Dert etme, mutlu ol! 1 dolarlık banknotun arkasında bir mühür bulunmaktadır. O mühre Amerika Birleşik Devletleri’nin mührü denmektedir. Mührün arkasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük mührünün arkasında tek gözü olan bir piramit bulunmaktadır. Şimdi, tek göz, Eski Mısırlıların Güneş Putu RA’yı temsil etmektedir. Güneş ışınları kelimesi de bundan türemektedir. Mısırlıların Güneş Putudur. Aynı Mitraizm karakteri. Tekrar, tekrar gözükmektedir. Bu masonların putu RA’dır. 1 dolarlık banknota baktığınızda, piramitin tepesi haricinde tamamının yapıldığını görürsünüz. Tepesi haricinde yapılmıştır. Göz tepe noktasının üstünde durmaktadır. Ancak daha aşağıya inmemiştir, Masonik projeleri bitene kadar da inmeyecektir.

1 dolarlık banknotun arkasına “Novus Ordo Seclorum” ve “Annuit Coeptis” yazmışlardır. İnandıkları “putları projelerinden memnun” anlamına gelmektedir.
Proje nedir? Asıl soru o! Putlarının memnun olduğu proje ne? Proje harfiyen, bütün dünyanın laikleştirilmesidir. Bütün dünyayı dini inançlarından ayırmaktır! Projeleri budur. Bu yüzden adı “Novus Ordo Seclorum”dur. Yeni laik ya da dünyevi düzen! Eğer bunu Arapça’ya çevirirseniz şu anlama gelecektir: “Dünyanın Yeni Düzeni; Dünyevi, Yeni Din Dışı Düzen” olacaktır. Ya da “Yeni Dünyevi Düzen”.

Hayal ve materyalizm temelli, dünyevi bir düzen! “Amerikan Rüyasını yaşayın!”. “Fırsatların ülkesi”. Asla tam olarak ulaşamayacağınız dünyevi zevklerle dolu materyalist bir dünya. Ancak “Deccal”ın illizyonları ile hayatınızı onlara ulaşmaya adayabilirsiniz. Onlara ulaşabilmek için sistemin parçası olup ona hizmet etmelisiniz. Bu sizi ne yapacaktır? BiR KÖLE!

Deccal’ın sistemini canlı tutabilmek için birçok araç kullanılmaktadır. En etkili araçlardan bir tanesi insanların medya vasıtasıyla telkin edilmesi! Düzenli olarak size yönlendirilen mesajlar, örneğin haberlerde bulunmaktadır. Birçok insanın fark edemediği şudur: müziklerde, reklâmlarda, filmlerde, çizgi filmlerde ve televizyon şovlarında bilinçaltı telkinler vardır. Bu mesajları veren ünlüler, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, yavaşça bu hileye katılmaktadırlar. Hayranların takip ettiği ilahlar haline gelmektedirler. Gizli örgütler, sadece bu ünlüleri ve bu ünlülerin çalıştığı sektörleri kontrol edip, kendilerine bir kitlesel kontrol aracı edinmektedirler. 1960’lardan beri bu yapılmaktadır.

Bir sevgiliye yazılan aşk şarkısı olarak gözüken bir şarkı gerçekte Deccal’a ve sistemine adanmış bir ibadet olabilir.

[Britney Spears, şarkı] “Biliyorum. Genç olabilirim. Ama benimde duygularım var. Yapmak istediğim şeyi yapmak zorundayım. Beni bırakın ve sadece dinleyin. Senin kölenim. Kendimi tutamıyorum. Denetleyemiyorum. Senin kölenim. Reddetmiyorum. Gizlemeye çalışmıyorum.”

Sanatçıların şarkılarda verdiği mesaj tamamıyla şeytanidir. Deccal ve şeytandan, doğrudan size yönlendirilmiştir.

[Madonna, şarkı] “Gözlerin ne görmek isterse onu görürsün. Hayat nasıl senin istediğin şey olabilir ki? Kalbin açık değilse donuksundur. Ne kadar aldığınla kendini tüketiyorsun. Nefret ve pişmanlıkla vaktini harcıyorsun. Kalbin açık değilse, bozuksundur. Eğer kalbini eritebilirsem asla ayrı olmayız. Kendini bana ver. Anahtar sende. Birisini suçlamanın manası yok. Senin gibi benimde acı çektiğimi bilmelisin. Eğer seni kaybedersem kalbim kırılacaktır. Sevgi bir kuştur. Uçmaya ihtiyacı vardır. İçindeki acıları bırak, ölsün. Kalbin açık değilse, donuksundur. Eğer kalbini eritebilirsem asla ayrılmayız. Kendini bana ver. Anahtar sende.”
Bu şarkını klibin de şöyle yazar: “Karşı çıkarak vaktini harcıyorsun. Sadece “kendini bana ver”.

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre cinler siyah kargalara ve siyah köpeğe dönüşmektedir. Bu şarkının klibinde Madonna önce siyah kargalara, sonra siyah bir köpeğe dönüşmektedir.

Masonik görevine sadık Madonna, aynı klipte putuna ritüel bir dans sunmaktadır.
Madonna şarkıda “ommm” diye mırıldanmaktadır. Hindu putu “Om”un ilahisini söylemektedir.

Sözde bir Yahudi Kabalisti niye bir Hindu putu için ilahi söylemektedir? Çünkü Kabala’da ve Hinduizm’de aynı putlara ibadet edildiğini bilmektedir! Birçok uygarlıkta yeniden öne sürülen ve ibadet edilen aynı Mitraizm putlarıdır.

MADONNA ABC kanalında katıldığı bir programda: “Yahudi ayinlerine katılmıyorum. Tevrat’ı okuyorum ama Yahudi değilim, Musevi değilim. Dinler ötesi bir bağlantı kurduğumu düşünüyorum.” demiştir. Dinler ötesi bir bağlantı? Yani putperestlik!

Madonna İlluminati sanatçıların liderlerinden biri olmuştur. Bu müzik sektöründe çalışan bütün sanatçıların satanist ya da programın yürütücülerinden biri olduğu anlamına gelmemektedir. Ama müzik sektöründe çalışan bütün sanatçılar şeytana hizmet etmektedir. Şarkıcılar İlluminati ve Deccal’ın araçlarıdır. Bu temelde bu şarkıcıların gerçekte sanatçı olmadıklarından, müziklerini, sözlerini yazmadıkları ve seçmedikleri, ne yapmaları gerektiği söylendiğinden kaynaklanmaktadır. Şarkılar onların yerine seçilmektedir. Başkaları sözleri ve müziği yazmaktadır. Sektörü İlluminati kontrol ettiğine göre, başarılı olması gereken eserlere gerekli desteği veriyorlar. Bütün bu sanatçıların ortalama bir sesi var. Birçoğunda ses bile yok. En son trendleri dayatmak için kuklalık yapıyorlar. Bazıları büyük planı anlamıyorlar. Bazıları çok iyi biliyorlar. İlluminati insanları kontrol için müziği bu şekilde kullanmaktadır ve bu şekilde şeytani şarkılar yapılmaktadır.

[ŞARKI] İlluminati yıldızı damalı yıldız kapısından çıkmaktadır. “kalbim senindir. Asla dünyalarca uzakta olmayacağız. Belki dergilerde… Ama yine sen yıldız olacaksın. Çünkü karanlıkta parlak arabalar göremezsin. İşte bana orada ihtiyacın olacak. Seninle her şeyi paylaşırım. Çünkü güneş parladığında beraber parlayacağız. Sonsuza kadar burada olacağını söylemiştim. Her zaman arkadaşın olacağımı söyledim. Bir yemin ettim, sonuna kadar arkasındayım. Her zamankinden daha fazla yağmur yağdığına göre hala birbirimizin olduğumuzu bil. Şemsiyemin altında durabilirsin. Şemsiyemin altında. Şemsiyemin altında. Şemsiyemin altında.”

Tek göz, Mısırlıların Güneş Putu RA’yı temsil etmektedir. Güneş ışınları kelimesi de bundan türemektedir. Güneş Putudur. Aynı Mitraizm karakteri. Tekrar, tekrar gözükmektedir. Bu masonların putudur.

Ciddi olayları anlatmak için müziği kullanan bir sanatçı da işaretleniyor. Öncelikle halkın gözündeki değerini yok ediyorlar.
“Kel kafa, ölü kafa. Herkes döndü çılgına. Öfke nöbeti, spekülâsyon. Herkes kanıtlanmamış dayatış. Davada, haberlerde. Herkes, köpek maması. Siyah adam, şantaj. Kardeşinizi hapse tıkın. Sadece “onlar bizi umursamıyor” demek istiyorum. Sadece “onlar bizi umursamıyor” demek istiyorum.” [MİCHAEL JACKSON’ın, They Don’t Care About Us şarkısından bir bölüm] Michael Jackson’ı bitirdiler, kısıtladılar, en sonunda da öldürdüler.

Ya da doğrudan vururlar. Bob Marley’in bir fikri vardı. Irkçılık ve nefreti, insanların hayatına müzik ve sevgiyi enjekte ederek iyileştireceğine inanıyordu. Bir barış mitingindeki konserine gitmeden evvel evine silahlı bir adam gelip onu vurdu. İki gün sonra sahneye çıkıp şarkısını söyledi. Biri ona “neden?” diye sordu. “bu dünyayı daha kötü yapmaya çalışanlar bir gün ara vermiyor; ben nasıl veririm?” dedi. “Karanlığı ışıklandırın.” [BOB MARLEY]”Sizi aldatmalarına izin vermeyin. Ya da size bir şey öğretmelerine! Sizi değiştirmelerine izin vermeyin. Ya da yeniden sıralanmanıza!”

İnsanları uyaran müziklerin sektörde olmasına ve toplumun ihtiyaç duyduğu şeyleri vurgulamasını istemiyorlar. Bunun yerine belirledikleri şarkıcıların kendi mesajlarını aşılamalarını istiyorlar.

[Christina Aguilera “bir bakire gibi” şarkısını söylüyor] “bir bakire gibi, ilk defa dokunulmuş gibi. Bir bakire gibi kalbin attığında.” Sudaki kadın burgaç noktasından çıkıyor.

İlluminati, ellerindeki kızlardan birini serbest bırakıp, öbürünü terfi ettiriyor. Britney Spears serbest bırakıldı. Christina Aguilera terfi edildi. Christina Aguilera artık bir “bakire değil” ve İlluminati üyesi olmuştur. Britney Spears’la Christina Aguilera sahnede öpüşmüşlerdi, bu Britney Spears’a güle güle öpücüğüdür.

İlluminati kızlardan birini serbest bırakır, öbürünü terfi ettirir. Britney Spears serbest bırakıldı. Christina Aguilera terfi edildi. Christina Aguilera artık “bir bakire değil” ve İlluminati’nin bir üyesi.

“Kabala nedir?”

-Albert Pike kitabında Masonluğun/Siyonizmin/Satanizmin/İlluminatinin neredeyse tamamının Kabala’yı temel aldığını söylemektedir. Yahudi büyüsü. Birçok Yahudi bunu itiraf etmiştir.
Masonluğun bütün ritüellerinde Kabala’nın olduğunu söylemektedirler. Madonna buna bulaşmıştır, çünkü büyüyü sever. Mucizeler elde edebileceğini düşünür. Gücünü artırabilir. Tepeye kadar çıktı. Şeytana tapınarak tepeye kadar yükseldi. Bütün Kabalist gizli örgütler, Tantra ya da seks ayinlerine dayanmaktadır. Britney Spears ve Christina Aguilera daha sonra elleriyle uğruna çalıştıkları piramiti gösteriyorlar. Damalı yüzeyde Britney Spears serbest bırakıldı. Ancak gerçekten özgür mü oldu? İkinizde birer hatasınız! Britney Sperars çocuklarını kaybediyor. Britney Spears’ın dadıları her şeyi anlatıyor! Britney Spears’ın yeni sevgilisi. Evet, bir kadın! Damalı yüzeyde üye olan, Christina Aguilera her zamanki gibi zarif kalıyor. Bunlar birçok örnekten bir kaçı. Deccal’ın sisteminde kullanılan birçok araçtan biri! Kızıl giyinen kadın Christina Aguilera. Peki, kızıl giyinen kadının önemi ne?

“Şeytan’ın Avukatı” filminin oyuncularından Connie Neilsen’ı hatırlayın. Filmin başrol oyuncusu Keanu Reeves’e ülkedeki en başarılı hukuk şirketlerinden birinde çalışmak üzere hayati bir seçim fırsatı tanınmıştır. Filmin ilerleyen bölümlerinde görüldüğü gibi bu işi ona öneren şeytanın ta kendisidir. Şeytanın, Keanu Reeves’in ruhunu elde ettiği yöntemlerden biri Connie Nielsen’ın oynadığı karakterdir. Kızıl kadın! Film boyunca alevimsi saçıyla birlikte, hep kızıl renkte giyinmektedir. Keanu Reeves’in oynadığı karakter kızıl kadın hakkında film boyunca hayaller kurmaktadır. Kızıl kadına olan takıntısı, sonunda onun zayıflığını oluşturmaktadır. Kızıl kadın daha heyecanlı bir hayatı temsil eder. Daha iyinin sözünü veren bir oyalama aracıdır. Daha canlı bir şey! Kızıl kadın gerçek hayatın eğlenceli sorumluluklarından, doğruyu yapmaktan bir kaçış aracı. İnsanın titreşimlerini hızlandırması için hayatta seçtiği zor yollardan kurtulmasını temsil etmektedir. Bize istememiz gerektiği söylenen her şeyi temsil etmektedir. Kızıl kadını elde ettiğimizde hayatımızın daha iyi olacağına bizi inandırabilir. Ama öyle mi olur? Kızıl kadın, şeytanın gizli silahıdır. Cinsellik, para ve şöhret arzularınızın tamamını temsil eder. Onun sayesinde dünyevi zevkleri manevi zevklere tercih edersiniz. Onun sayesinde şeytan ruhunuzu elde eder. Onu, sizin için her köşede bekletir.

“Hollywood” bir kelime! İlginç bir kelime, çünkü putperestlerden gelmektedir. Hollywood, kutsal tahta demektir. Pagan büyücülüğünde kullanılan sihirbaz değnekleri bu tahtadan yapılırdı. Bu değneklerle büyücünün insanları transa sokup kontrol edebileceğine inanılırdı. Bu simgeseldir. Ancak gerçekte, Hollywood’un yaptıklarının bir bölümünün insanları transa sokmak olduğunu anlamak önemlidir. Bir rüya halidir. Amerika’da ona “rüya makinesi” derler. İnsanlar için hayaller kurar ve onları o durumlara sokar. İlginçtir ki, başka şeylerin yanı sıra sinema salonlarında, insanların televizyon izlediği karanlık odalarda bir trans hali oluşturulmaktadır. Buna inançsızlığın duraklatıldığı hal denmektedir. Kuşkunuzu duraklattığınız, içinde hayal olduğunu bilmenize rağmen inanmaya başladığınız bir hale girersiniz. Yalandır. Filmler büyüdür. Sadece büyüdür. Gidip bunları izlersiniz. Kimi insanlar da etkisi altında kalır. İnsanlar filmlerde ağlarlar. Bu hallerde hep duygular sömürülür. Birçoğu filmde ki bu kontrol mekanizmasında önemli bir öğedir, insanların belirli şekillerde duyguları sömürülür, duygulardan arınma, duyguların donuklaştırılması sağlanır. Aristo, trajedinin yaşanması için gerekli öğelerden birinin bir temizlenme, arınma deneyimi oluşturmanın olduğunu söylemektedir. Bu yüzden filmlerin çoğu ve haberler, vb.leri bu kültürde çok önemlidir. Haber izleyen herkes, başkalarının trajedilerini izledikten sonra kendilerini bu durağanlık durumundaki hayali refah deneyimlerinde güvende ve rahat hissederek, trajik ve katartik bir deneyim yaşarlar. Bu oldukça girift ve karışık bir yöntemdir. Aynı dünya görüşüne sahip birçok insanın beraberce çalışması büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Herkes Hollywood’a gelir ya da gitmek ister. Hollywood’da tutunmak isterler. Bu kadar güzel gözüküyorsa insanlara nasıl zarar verebilir? Hollywood’da ne gösterilir? “Kızıl kadın, Marilyn Monroe, vb.” peki, neler söylenir? “Şimdi ışığını yak. Bu sefer iyi olmalı. Bu sefer yaparsın. Başarırsın. Çünkü Hollywood’dasın. Hollywood’un havasında bir şey var.” Anlamalısınız. Hollywood daha fazla [kırmızı kadın’ı simgeleyen] Marilyn Monroe’lar üretmek zorunda. Sizi rüyada tutup, daha heyecanlı dünyevi hayaller elde etmeye hayatınızı adamanız için. Hollywood da putunu yüceltmeyi çok sevmektedir.


[Kral Süleyman’ın Hazinesi filminden] 1832 yılında bir gece Charles Carroll bağımsızlık ilanını imzalayıp canlı kalanların sonuncusuydu. Aynı zamanda Mason örgütünün üyesiydi ve öleceğini biliyordu. Gece yarısında seyis yamağını uyandırdı ve onu Beyaz Saray’a götürmesini ve Andrew Jackson’ı görmesi gerektiğini söyledi. Çünkü acil olarak Başkan’la konuşması gerekiyordu. Fırsatı olmadı. O gece başkan orada değildi. Charles Carroll’ın bir sırrı vardı. Sırrını paylaşabileceği tek kişiye söyledi. Seyis yamağı Thomas Gates’e söyledi. Sır bir hazineydi, hayaller ötesi bir hazine. Hollywood her zaman masonların görünüşünü, izleyicilere sanki iyi takım masonlarmış gibi göstererek temizlemeye çalışır.

Bizimle nasıl oynadıklarını görüyor musunuz? Tapınak Şövalyelerinin, Süleyman Mescidi’nin gizli bir bölmesinde buldukları “hazineydi”. Hazine, bu filmde gösterilen altın ve mücevherlerin aksine Tapınak Şövalyelerinin bulduğu büyü ve şeytana tapınmanın gizli ve mistik sanatını anlatan bir kitaptı. O zamandan beri dünyayı kontrol ediyorlar. Efendileri şeytanın olması için uğraştığı Yeni Dünya Düzeni’ni ilerlettiler.
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

A ncient M Ancient[Antik] Mystic[Mistik, Gizemli]
O rder A Order[Tarikat] Ancient[Antik]
N obles S Nobles[Soylular] Shrine[Tapınak]
M ystic O Mystic[Mistik, Gizemli] Order[Tarikat]
S hrine N Shrine[Tapınak] Nobles[Soylular]

MASON kelimesinin anlamı= Gizemli Antik[eski] Tapınak Soylular Tarikatı

Hollywood başka ne de ilerlemiştir? Müslümanlar Hollywood tarihinin en iftiraya uğramış topluluğudur. “Untermenschen”, Nazilerin çingeneleri ve Yahudileri kötülediği gibi. Bu görüntüler bir yüzyıldan fazladır bizimledir.
“Gerçek Kötü Araplar[Reel Bad Arabs]” [film]

Hollywood bir toplumu nasıl kötüler?

Dr. Jack Shaheen [Profesör Emeritur Güney İllinois Üniversitesi, Açıklaması]
“30 senedir biz, görüntü yapımcılarının Müslümanları beyaz perdeye nasıl yansıttığını inceledim. Son kitabım, “Gerçek Kötü Müslümanlar, Hollywood nasıl bir toplumu kötüler” de binden fazla film inceledim. Hollywood’un en karışık günlerinden, günümüz, kapalı filmlerine kadar. Çoğumuzun görmemeye çalıştığı tehlikeli bir biçimde tekrarlanan “Nefret Dolu Müslüman” basmakalıbını göz önüne çıkarmaya çalıştım. Bütün bir toplumun insaniyetini elinden alan basmakalıplar. Kültürümüzün her yönü Müslümanları kötü göstermektedir. Bu kesinlikle var. Hiçbir yerde sapmaz. Birkaç tane hazır görüntüyü alıp art arda tekrar ettik. Paduka Kentucky ya da Wood River İllinois’da yaşasak bile aynı şeyi biliyoruz. Mitolojiyi biliyoruz, Hollywood’un görüntülerinden oluşan Müslüman mitolojisini.
The MythsOf Arabland [Arap Ülkesi Mitleri] Müslüman tek boyutlu bir karikatürdür. Film yapımcılarının kullandığı çizgi film siluetleri, demirbaş kötü adamı ya da komedi unsurudur. ALI BABA THE MAD DOG OF THE DESERT [Ali Baba Çölün Deli Köpeği] [çizgi film]. Müslümanları filmlerde ucuz kahkahalar için kullanılan palyaçolar olarak art ardına görüyoruz. [Kutsal Hazine Avcıları [1981, film] Joey Heatherton’ın “Mutlu Fahişe Washington’da” filminde de görürsünüz. [kadın söylüyor] “her gece sünnetli köpeklerle ağza alınmayacak şeyler yaptım.” Basmakalıp çok yayıldığı için artık insanların fark edemediği bir hal aldı. Bunun sebebi de bu görüntülerle büyümemizdir. Sadece televizyona bir bakın. Artık “o taraftaki” Müslüman teröristlerin dışında “bu taraftaki” Müslümanlar da terörist. Showtime’ın yaptığı Sleeper Cell var. Bunda kötü bir İslami topluluklar ağı Amerikan sokaklarında çalışmaktadır. Herhangi evsiz bir adam bu ağın parçası olabilir. Batılı gözüken Müslümanlar bile bu Amerikan karşıtı komplonun parçası olabilir. Amerika ile savaş halindeyiz. O kadar. [Sleeper Cell, 2005, filminde Müslüman teröristi oynayan oyuncu İsrail’lidir.] Bu savaşı yeterince Amerakalı’yı korku, güvensizlik ve terör ile yaşantılarını değiştirmeye telkin ederek kazanacağız. Bu dersi vermenin en iyi yolu yaşadıkları, çalıştıkları ve eğlendikleri yerlere saldırmaktır. Bu paranoya oldukça derindir. Masum Müslümanlar öldürüldüğünde, bombalandıklarında, sakatlandıklarında, yaralandıklarında, Abu Ghraib gibi yerlerde işkence gördüklerinde merhamet hissetmememiz ya da daha da kötüsü şaka yapmamız şaşırtıcı mı? “Kuru Kafalar ve Kemikler” üyelik ayininden farksız bir şey bu ve biz insanların hayatını bununla rezil ediyoruz ve bunu kendi a******izle yapıyoruz. Hiç duygu patlaması diye bir şey duydunuz mu? Hiç rahatlama diye bir şey duydunuz mu? Yani bir kardeşlik birliği şakası gibi! O tip bir eğlence gibi. Ama asıl konu onları umursamıyorsun. El Kaide ve Saddam Hüseyin’in klonlarıyla masum sivillerin aynı olduğu ve bizim merhametimizi ve anlayışımızı hak etmediği yönünde koşullandırılmışız.
[Dr. Jack Shaheen, Profesör Emeritur Güney İllinois Üniversitesi]

Bu niye böyle?

Çünkü Hollywood ve medyanın sahipleri Siyonistler!

Siyonist olmak ne demek?
“Siyon”un kuruluşu için harcanan emekleri destekliyor olduğunuz anlamına gelir. “Siyon” nerededir ve nedir? Bu Yahudi mason “Siyon Yaşlıları”nın kendilerini gördüğü kadar kötü ve şeytani hiçbir topluluk var olmamıştır. Deccal’ı tanrısallaştırmışlardır ve Deccal sadece bir Deccal’ın korkusuyla bürünmüş dini akıllar tarafından ortaya çıkarılabilmiştir. Siyon’un başkenti Kudüs’tür. Ancak Siyon’un toprakları Mısır’daki Nil Nehri’nden Irak’taki Fırat Nehri’ne kadar uzanmaktadır. “VAAD EDiLEN TOPRAKLAR” Orta Asya’da. Bu plana kim karşı çıkacaktır? Tabii ki o topraklar da yaşayanlar, Müslümanlar. Müslümanları kötü adamlar olarak gösteren medyanın sahipleri Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatilerdir. Vaat edilen topraklar Orta Asya’da.

İnsanlar günümüz olayları ve gelecekte olacaklar için Siyonistler’in beklediği vaat edilen ülke Siyon’un kurulmasını sağlamak için telkin edilmektedir. Nil Nehri, Fırat Nehri, İsrail ya da Siyon da ortalarındaki alan.

Bunun Amerikan hükümetinin vaazını verdiği Yeni Dünya Düzeni ve Yeni Orta Asya’sına ne kadar uygun olduğunu görüyor musunuz? Müslümanların Hollywood ve medyada neden böyle gösterildiğini şimdi anlıyor musunuz? Siyon ya savaş ya da görüş birliği ile kurulacaktır. Nasıl bir görüş birliği? O ülkenin liderinin tamamıyla Siyonistler tarafından denetlenmesiyle. Hiçbir emre hayır diyemeyecek kadar onların desteğine bağımlı bir liderle.

Şimdi de 1948’de İsrail’in kurulmasıyla Orta Asya’da olanları karşılaştıralım.
Mısır, 1979 da İsrail’le Washington’da bir anlaşma imzalamıştır. Lideri Siyonist emirlerini uygularken yurttaşlarının acısını izlemekle yetinmektedir. Ürdün Kralı 1944’de İsrail’le anlaşma imzalar. Orta Asya’nın acı çekişini Siyonist emirlerini yerine getirirken izlemeye devam eder. Suudi Arabistan, [Suut Kraliyet Ailesi] tahtın korunması karşılığında Amerika’nın en büyük müttefiki kalmıştır. 1948’ten beri Filistin barış nedir bilmedi. 30 senedir Lübnan barış nedir bilmedi. Nisan 2003’te “Teröre Karşı Savaş” Amerika’yı uygun bir biçimde Irak[IraQ]’ı işgal etmeye iter. Suriye ve İran, Siyonist plana karşı çıkan 2 ülke ünlü “Kötülük Ekseni” listesinde kalmıştır. Suriye, Kuzey Kore, İran= Kötülük Ekseni. Gerçek Yahudiler şuna inanırlar. Gerçek HAHAMLAR her zaman Siyonizm ve İsrail devletine karşı çıkmıştır. 55 yıllık “İsrail” devletini acıyla anmışlardır. Planları şahinin kafasının üstünde duruyor. Savaş ya da görüş birliğiyle.

Kraliyet Ailesi, soylarının Thor, Büyük İskender, Hz. İbrahim Aleyhisselam, Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam, Hz. Davut Aleyhisselam, Hz. İsa Aleyhisselam ve tarihi değeri olan neredeyse herkesten geldiğini iddia etmektedir. İsrail’in yöneticisin tahtı Hz. Davut Aleyhisselam’ın tahtıdır.

FBI’dan alınan bilgilere göre, Müslümanlara ya da sadece Orta Doğu’lu gözüken kişilere karşı işlenen nefret suçları, 11 Eylül sonrası tavan yaptı. Nefret suçları, kategorize etmeler, içeri atılmaların etrafında bir bulut var. Gerçeğe ve doğru olduğunu bildiğimiz bilgilere rağmen mitolojiye inanıyoruz. Mitoloji hala aklımızın bir parçası! Basmakalıpların yok olması uzun sürer. Birçoğumuz da ön yargılarımızla rahatız. Değişmek istemiyoruz. Bu surata alıştık.

Gerçeği Görme
Müslümanları düşündüğümüzde ne görürüz?
Aklımıza hangi resimler gelir? Gerçek insanları mı görürüz? Kültürel ya da coğrafi farklılıklar dışında genellikle bizimle aynı şeyleri yaparlar. Müslüman kadınları düşündüğümüzde hangi resimler aklımıza gelir? Gülüp eğlenen, çocuklarını seven, hem evde hem dışarıda çalışan kadınlar mı görüyoruz? Zorunlu haller dışında evden dışarı çıkmamaları gerekirken, eğitimlerini evde almaları gerekirken birçok Müslüman ülkesinde üniversite öğrencilerinin çoğu kadındır! Müslüman erkeklerinin medya görüntüsü nedir? Sevgi dolu babaları, ailesi için imkân sağlamaya çalışan erkekler mi görürüz? Ya Müslüman gençleri? Dünyanın öbür yerlerindeki gençler gibi mi düşünürüz? Müslüman dünyasındaki dini “Her şeyi kapsayıp, hükmeden” bir şey olarak mı görüyoruz? İnanışın Müslüman dünyasında büyük bir rol oynamasına rağmen, Amerika’da, Türkiye’de olduğu gibi, Müslüman dünyasının büyük bir kısmının oldukça laik olduğunu biliyor muyuz? Müslümanlar ve dini düşündüğümüzde aklımıza Hıristiyanlık geliyor mu? Bölgede yüzyıllardır Müslümanlarla yan yana barış içinde yaşayan 20 milyon Hıristiyan olduğunu hatırlıyor muyuz? Doğrusu kimi film yapımcıları Müslümanları ve Amerikan-Müslümanları bütün özellikleri ile göstermiştir. Bir basmakalıbı yok etmenin en güzel yolu gülmektir. Komedidir. Komedyenler var. Komedyenler bunu tarih boyunca yapmıştır. Siyahi komedyenler, Yahudi komedyenler. Bunu yapan Müslüman komedyenler görüyoruz. Bu gerilimi azaltacaktır.

[Fahrenheit 911-DVD,2004 filminin DVD’sine eklenen bir bölüm] [Dean Obediallah konuşuyor] Kasadaki adam, kredi kartımı aldı, ismimi görüp garip bir biçimde baktı.
-“dostum? Bu nasıl bir isim?” dedi.
-“Arapça bir isim”
-“ne anlama geliyor?”
-İngilizce’ye çevirdiğimizde “Barışçıl, dostane Arap” demek.
Ama tatmin olmadı. Ailen hangi Arap ülkesinden?” diye sordu.
Hoşuna gidecek barışçıl bir şey söyleyeyim dedim. “biz ‘Alaaddin’in’ ülkesinden geliyoruz”, dedim.

Michael Moore, Fahrenheit 9-11’in DVD’sinde bu komediden oluşan bir sahne eklemiştir. [Ahmed Ahmed konuşuyor] ”Adım gerçekten Ahmed Ahmed ve ben hiçbir yere uçamıyorum. Siz beyazların işi kolay, havaalanına 1-2 saat evvel gelmeniz yetiyor. Ben 1,5 ay uğraşıyorum.”

Bir Müslüman için medyanın amacı oldukça açıktır. Müslüman olmayanlar için ya da kendini Müslüman zannedenler için bu, bu kadar açık olmayabilir ancak bu tip telkinlere kanmamak sizin kendinize olan sorumluluğunuzdur.

Fransız Gazeteci yazar Max Gallo Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in Karikatürlerinin yayınlanmasından sonra televizyon da konuşuyor:
“Alay edip, eleştirebildiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Anlayın, biz her şeyle alay ederiz. Bunu yapabilmemiz gerçeği beni tatmin ediyor. Çünkü bu bizim özgür olduğumuzu gösterir. Biraz daha bilge olup bu tip kışkırtmalara uymamalıyız. Ancak eğer sizin peygamberinize duyarlılık gösterip karikatür çizemezsek, Müslümanların duygularından dolayı, bu kendini sansür etmek olur. Bence fikir özgürlüğü ve saygı el ile işler. Ben Muhammed’in, İsa’nın ya da bir haham’ın karikatürünü yapma isteğini hissediyorsam yapabilmeliyim. Burası Fransa. Bu özgürlüktür. Bu kadar.”

Fransız Gazeteci yazar Max Gallo bir Museviyi oynayan Dieudonne’ adlı komedyenle röportaj yaparken;
[Fransız Gazeteci yazar Max Gallo] “Yaptıkların için özür dilemeyi düşünmüyor musun? ‘özür dilerim. Komik değildi. Duygularınızı incittiysem özür dilerim. Aptallıktı.’ diyebilirdin.”
[Oyuncu] “Bu benim işim. Oynadığım komedide o satırlar bulunmak zorunda.”
[Fransız Gazeteci yazar Max Gallo] “Seni anlamıyorum. Sarsıldım! Davranışlarını af edilmez buluyorum.”
[Oyuncu] “Kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Buna niye karşısın?”
[Fransız Gazeteci yazar Max Gallo] “Niye kendini özgürce ifade etme hakkına sahip olmayacağını söyleyeceğim. Holokost [Almanya'nın Nazi döneminde yaklaşık 6 milyon Yahudinin (kaynaklara göre ölü sayısı değişir) sistemli bir şekilde öldürüldükleri katliama verilen isimdir.] yüzünden. Komedin bu yüzden küçük bir sorun ortaya çıkarmaktadır.”
[Oyuncu] “400 sene boyunca 100 milyon siyahiyi de köleliğe gönderdik. Bu bizim siyahi karakterlerle komedi yapmamıza engel olmuyor. Michelle Led’in komedisinde maymun kıyafetli, gözlüklü bir siyahiyi gördük. Kimse onu durdurmadı ya da eleştirmedi. Bir kahraman olarak bile görüldü.”
[Fransız Gazeteci yazar Max Gallo] “Bütün ailesi toplama kampında öldürülen birisi TV’de “İsra-Heil” diyen birini görüyor. Durumun vahimliğini anlıyor musun? Bence anlamıyorsun. Kimi ünlülere ‘Sizi şovumuza çıkaramayız’ dediğimiz çok olmuştur ve artık çok geçtir. Bir daha bu programa davet edilmeyecek Lanceral gibi.”

Fransız Gazeteci yazar Max Gallo Öncesinde;
“Ancak eğer sizin peygamberinize duyarlılık gösterip karikatür çizemezsek, Müslümanları duygularından dolayı, bu kendini sansür etmek olur” diyor.

İkincisinde konuştuğu adam:
“Kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Buna niye karşısın?” diye sorduğunda;
[Fransız Gazeteci yazar Max Gallo] ”Niye kendini özgürce ifade etme hakkına sahip olmadığını söyleyeceğim. Holokost [Almanya'nın Nazi döneminde yaklaşık 6 milyon Yahudinin (kaynaklara göre ölü sayısı değişir) sistemli bir şekilde öldürüldükleri katliama verilen isimdir.] yüzünden. Komedin bu yüzden küçük bir sorun ortaya çıkarmaktadır.” diyor.

Dieudonne’ gibi birkaç Yahudi şakası yapan biri terk ediliyor. İş hayatı sona eriyor ve o ünlü bir komedyen. Dini her olguyla kendileri alay ediyor. Fakat kendileriyle alakalı bir konuda alay edilmesini kabullenmiyorlar!


Amaç belli ve “Teröre Karşı Savaş” ile “Yeni Dünya Düzeni”ne çok iyi uymaktadır.

Londra’daki sözde Müslüman yürüyüşlerinde size de bir şey garip gelmedi mi? Sizinle nasıl oynadıklarını bir bilseniz. Bir daha bakın. Ne ilginizi çekiyor?

Öncelikle; aynı nefret mesajlarını taşıyan sloganlar AYNI EL YAZISIYLA YAZILMIŞ!

Demek ki bütün sloganları sadece bir kişi yazmış!

Ayrıca, o günkü bütün göstericilerden sadece sloganları tutanların YÜZÜ KAPALIYDI!

[Pankartlarda yazanlar]
-özgürlük cehenneme git
-küfredenlerin kafasını kesin İslam’a küfredenleri katledin.
-liberalizm cehenneme git!

Terörle mücadele başladı. Ancak gerçekten 11 Eylül’de mi başladı? Bu mücadele aslında çok daha evvelden planlandı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden hemen sonra. Bombaya dikkat edin. Soğuk savaş.

Amerika’nın bir süper güç olarak askeri planlarını yürütebilmesi için sizi dünya çapında bir tehlikeye inandırması gerekiyor. Bu sebeple bu sahte terör siması Ortadoğu ve dünyadaki amaçlarına ulaşabilmeleri için oluşturulmuştur.

[Aaron Russo anlatıyor] “Rockefeller’larla tanıdığım bir avukat hanım vasıtasıyla tanıştım. Beni arayıp, “Rockefeller’lardan biri seninle tanışmak istiyor” dedi. O sıralar “Cehennem Kadar Öfkeli” adlı bir film yapmıştım. Filmi o da izlemiş ve benimle tanışmak istemiş. Nevada valisi olmaya çalıştığımı biliyordu. Çok zeki bir adam! Konuşup, fikir alışverişinde bulunurduk. 11 Eylül olayları olmadan 11 ay evvel bana bir olayın olacağını ve bu olay sayesinde Hazar Denizi üzerinden boru hatları ile petrol taşıyabilmek için Afganistan’a saldıracağımızı söyledi. Petrolüne hâkim olabilmek ve Ortadoğu da bir üs kurabilmek için Irak[IraQ]’a saldıracağımızı ve hepsini Yeni Dünya Düzeni’ne alacağımızı ve Venezuela’daki Chavez’a saldıracağımızı söyledi. Ondan sonra 11 Eylül olayları oldu. ‘Askerlerin mağaralarda, Afganistan’da, Pakistan’da ve birçok başka yerde nasıl bakıldığını söylediğini’ hatırlıyorum. Gerçek bir düşmanın olmadığı bir terörler mücadelenin olacağını, hepsinin devletin Amerikan toplumunu ele geçirebilmesi için yapılmış bir aldatmanın olacağını söyledi.”

11 Eylül 2001 Saldırılarını Gerçekleştirdiği söylenen Tim Osman Lakaplı Üsame Bin Ladin’in başına 5 milyon Dolar ödül konduğu halde yakalanmamasına şaşmamalı!

11 Eylül olaylarının içeriden tertiplendiği artık daha açık bir şekilde görülüyor.

“Tim Osman”ı araştırın. Tim Osman C.I.A’in yıllarca sadık hizmetçisi olmuş birinin C.I.A’ce verilmiş takma adıdır. Tim Osman’ın kim olduğunu biliyor musunuz? Üsame Bin Laden!

[George W. Bush’un 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yaptığı konuşma] “Bugün yurttaşlarımız, yaşam şeklimiz, özgürlüğümüz, kasıtlı ve ölümcül terör olayları ile saldırıya uğradı. Kurbanlar, uçaklarda ya da ofislerindeydiler, sekreterler, iş adamları ve kadınları, askeri ve hükümet personeli. Anneler ve babalar.”

Terörle mücadele bir aldatmadır!

[Amerika Birleşik Devletleri, Haberler] Başkan George W. Bush’un saldırı hakkında neyi ne zaman bildiğini bilmeniz için bir komplo kuramcısı olmanız gerekmiyor. Beyaz Saray’ın resmi açıklamasına göre Başkan George W. Bush şu anda, Florida’daki bir sınıfta ikinci uçağın Dünya Ticaret Merkezi’ne çarptığını ve Amerika’nın saldırı altında olduğunu öğrenmiştir. İşte bu da George W. Bush’un 3 ay sonra 11 Eylül 2001 saldırıları hakkında bir soru sorulduğunda verdiği cevaptır.
[George W. Bush] “sınıfın dışında, içeri girmeyi bekliyordum. Birinci uçağın kuleye çarptığını gördüm. Orada bir TV açıktı tabii ki. Bende eskiden uçardım ve görünce “bu çok kötü bir pilot” dedim. “bu çok kötü bir kaza olmalı” dedim. Oradan alıp götürüldüm ve pek düşünmeye vaktim olmadı.”

-Nasıl yani? George W. Bush sınıftayken ikinci uçaktan haberdar olmuştu. Deminse TV’de birinci uçağın çarpışını izlediğini duydunuz. Ama bu imkânsız! Kimse 11 Eylül’de birinci uçağın çarpışını TV’de izlemedi çünkü görüntüler ancak bir gün sonra yayınlanmaya başladı.

TV haberleri yalan söyler. Sizi aldatmalar, dikkati dağıtan öğeler, çarpıtmalarla, hayallerle cahil bırakır. Kolektif Medya, Dünya’nın 1 numaralı düşmanıdır.

Yalanlar! Yalanlar!

[11 Eylül,1990, Amerikan senatosunda konuşma] “Bahsettiğimiz şey küçük bir ülkeden büyüktür, büyük bir düşünce, Yeni bir dünya düzeni.”

[George W. Bush] “11 Eylül 2001 hakkında yapılmış zalimce komplo kuramlarını asla desteklemeyelim. Suçu gerçek teröristlerden, suçlulardan uzak tutmaya çalışıyorlar. Komplo kuramları”

Demokrasinin ikiyüzlülüğü

[George W. Bush Başkanlık yemini ederken] “Ben, George Walker Bush, Tanrı’nın yardımıyla Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık makamını inançla, en iyi şekilde ifa edeceğime ve Birleşik Devletler anayasasına uyup, onu koruyup, savunacağıma resmen yemin ederim.”

[Amerika’nın başlattığı savaşlarda oğlunu kaybeden bir vatandaşın konuşması] “Burada ne kadar konuştuğuma ben bile inanamıyorum. Sonuçlar şudur; oğlum öldürüldü. İstediğim cevapları alamadım. Üzgünüm ve kızgınım. Birçok kişiyle konuştum. Birçoğu oldukça mantıklı ve çok güzel cevaplar verdiler. Bu benim kötü bir yanım. Olumlu bir yanım ise bu işe tutkuyla yaklaşmamdır. Hatalı yanlarımdan biri ise şimdi, hemen bir cevap istemem, oğlumun ölümüne sebep olanları istememdir. 6 senedir bütün komisyon oturumlarına katıldım. Birçok insanla konuştum. Çok, çok basit sorular sordum. Medyanın bahsetmediği çok basit sorular sordum. 7. kulenin düşüşü hakkında komşumla konuşamıyorsam; bana bakıp “delirdin mi?” diyorlar. Bunlar komşularım. Onlarla 5 dakika konuşmak bile zor artık. Bu delilik. Tamamıyla delilik. Bu hep böyle devam ediyor. Hayatım boyunca devletimizin yaptığı her şeyin doğru olduğuna inandım. Buna her zaman inandım. Şimdi 50’li yaşlarımdayım. İlk defa devletimize bakıp “belki de her şey doğru değildir” dedim.

Demokrasi savaşla mı yayılır? Özgürlük savaşla mı yayılır?

Orta Doğu’nun ve Dünya’nın çoğu bölgelerinin Amerikan Hükümeti’ne asla güvenmemesinin sebebi dış politikalarında ikiyüzlü davranmalarıdır. Amerikan hükümeti demokrasinin yayıldığını iddia edebilir. En yakın müttefiklerinin demokrasiler değil, kraliyetler olduğunu bilmelisiniz. Her biri kan bağı ile yönetimi devretmektedir. Amerika’nın devirdiği hükümetlerse halk tarafından seçilmiştir. Amerikan hükümetinin etkinliklerinin Siyonist ve Yeni Dünya Düzeni planlarına göre yapıldığını anlamalısınız. Amerika Dünya halklarının iyiliğine kesinlikle hizmet etmemektedir. Bu açık bir şekilde ortadadır.

“Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları” kitabından: Amerika’nın dünyayı gerçekte nasıl ele geçirdiğinin şaşırtıcı hikâyesi! John Perkins, CIA için çalıştığı ömrü boyunca yaptıklarını ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. İşi, kâğıt üstünde harika gözüken ve gerçekte ilgili ülkeyi borca düşürecek anlaşmalar hazırlamaktı. Sonsuza kadar borçta tutacak! Neden mi? Çünkü bu borç sayesinde bu ülke sonsuza kadar Amerika’nın kölesi olacaktır. Örneğin; Perkins, Suudi Kraliyet Ailesine 70’lerde sunulan ve imzalanan bir anlaşmayı ortaya çıkarmıştır. Bu anlaşma petrolden kazanılan bütün Suudi Arabistan kazancının Amerikan bankalarına yatırılması zorunluluğunu getirmiştir. Karşılığında kraliyet tahtı korunmuştur. Bu sayede tutucu Suud Kraliyet Ailesi ile takip eden Amerikan hükümeti arasındaki bağlar sağlamlaştırılmıştır. Bu sayede 1. Körfez Savaşı için niye “Çöl Kalkanı” adının kullanıldığını anlayabiliriz. “Çöl Kalkanı” Suud petrollerini ve böylece Amerikan yatırımlarına “kalkan” olan bir tatbikat olmuştur.

2 Ağustos 1990’da Saddam Hüseyin’in güçleri petrol zengini Kuveyt’e saldırdı. Amerika ve koalisyon güçleri Arap yarımadasına yerleşip caydırıcı bir güç oluşturdu. Bu caydırıcı davranışın adı daha sonra ”Çöl Kalkanı” olarak bilinecektir. Sonucunda, hızlıca umutsuz bir hal alacak bir dizi diplomatik görüşme ve müzakereler yapıldı. 17 Ağustos 1991’de “Çöl Kalkanı” “Çöl Fırtınası”na dönüştü.

Savaş, CNN ve BBC vasıtasıyla, teknolojik siyasi ve ekonomik açıdan kat kat üstün koalisyonun, Saddam’ın güçlerinin sistematik yok oluşunun propagandası olarak yayınlandı. Ancak, savaş çoğunluğun bildiklerinin aksine Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler tarafından tasarlanıp, denetlenip, yönlendirilmiştir. Nükleer güce karşı, bir milyonluk bir orduya sahip bir düşman varmış gibi gösteren bir topluluk. Bir gece de dünya petrolünün beşte birine sahip olan bir adam. Ancak gerçekte birçok piyon arasında o da sadece bir piyondu. Körfez Savaşı’nın bir basamağını oluşturduğu büyük planda sadece bir kuklaydı.

[11 Eylül,1990, Amerikan Senatosunda konuşma] “Bahsettiğimiz şey küçük bir ülkeden büyüktür, büyük bir düşünce, yeni bir dünya düzeni.”

Orta Doğu’dan Güney Amerika’ya birçok ülke bu kötü planın kurbanı olmuştur.
“Amerika istemeyenlere kendi yönetim şeklini dayatmayacaktır. Amacımız başkalarının kendi seslerini duyurabilmesidir.” [Amerika”nın yayılma sloganı]

1998’de Hugo Chavez Venezuela Başkanlığı’na seçilmiştir. Sosyal reformlara karşı amansız saldırılar düzenlemiştir. [Fox-Haber]- Herhangi biri tarafından çok önceden öldürülmeliydi. Şu anda hapse atılıyor. Bu bir darbe!
Nisan 2002’de hükümeti devrildi.
[basın açıklaması] Başkan ve anayasa mahkemesi üyeleri geçici olarak görevlerinden alınmışlardır.

Özgürlük, demokrasi ve terör adına savaşlar sürerken neyi planlıyor biliyor musunuz?

UFO fenomeni

Yeni Dünya Düzeni’nin oluşumunu sağlayacak son planlarından birinin ne olduğunu biliyor musunuz? Planların en büyüğü!

Bu plan ilk defa öğrenen bazılarınıza oldukça saçma gelebilir.

Bu plan, dünyaya yapılacak sahte bir UFO saldırısıdır. Bütün medya kanalları tarafından son birkaç yıldır uzaylılar ve UFO’lara inanmamız telkin edilmiştir. Dünya dışı varlıklar ile boyutlar arası varlıklar iki farklı konudur. Günümüz UFO fenomenini incelediğimizde; şu ana kadar görülen UFO’ların %99’unun bilinmeyen uçan objeler değil askeri teknolojinin ürünleridir! Bir de anket ve soruşturmalar üzerinde durmak istiyorum. Devletlerimiz, yöneticilerimiz, resmi kurumlar vs. durmadan bize anket ve soruşturmalar yollarlar.
Yönetici güçlerin sizin ne düşündüğünüzü merak ettiğine gerçekten inanıyor musunuz?

Karar vermeden evvel sizin fikrinize danışacaklarına mı inanıyorsunuz?

Örneğin “sizce Amerika bundan sonra hangi ülkeye saldırmalı?” gibi bir anketi düşünelim. Eğer örneğin Amerikan toplumunun %70’i İran’ı seçmişse, bu medya propagandasının etkinliğini ölçen bir araştırma halini almaktadır. Böyle sonuçlar elde ettiklerinde “Harika, çok güzel. Propagandamız işe yarıyor. İnsanları İran’a saldırmamız gerektiği konusunda telkin edebilmişiz. Anket sonuçlarına bakın. Propagandamız çok başarılı” diyeceklerdir. Eğer sonuçlar uygun olmazsa, örneğin %20 İran’la savaşı ve %80 barışı tercih etmişse “Peki, bu yüzdeleri değiştirecek daha etkin propagandalar hazırlamalıyız.” diyeceklerdir. Bunları niye mi söylüyorum? UFO fenomeni yüzünden! 1960’lardan beri dünya dışı varlıklara inanan insan sayısı tavan yaptı. Günümüz dünyasında bu git gide artmaktadır. Bu, UFO fenomenine olan ve daha sonra olacak bir UFO saldırısıyla bütün dünyayı onlara karşı birleştirecek inancı oluşturan ve sonucunda Yeni Dünya Düzeni’ni getirecek planın başarısını göstermektedir.

[Amerika Birleşik Devletleri, Haberler] “Bir eski Kanada hükümet görevlisi, galaksiler arası savaşın olabileceğini söyledi. Bush hükümeti ile gelip giden ziyaretçileri denetlemek ve gerekli olursa ateş açmak için AY’a bir üs kurulması konusunda anlaşmaya vardıklarını söyledi.”

[Carol Rosin Sue açıklıyor]-Amerikan füze biliminin babası sayılan rahmetli Werner von Braun ile tanışma fırsatı buldum. İlk buluşmamızın ilk 3,5 saatinde, “Carol, sen uzayın silahlanmasını önleyeceksin, çünkü herkese bir yalan söylenmektedir. Uzayın silahlanması için ilk bahane kötü Rus İmparatorluğu olacak. Birçok düşmana karşı uzay bazlı silah sistemleri kurulacaktır. O dönemde var olanların ilki Ruslar’dı. Ondan sonra teröristler olacak. Onlardan sonra üçüncü dünya ülkeleri olacak. Şu sıralar onlara ‘serseri’ ya da ‘endişe uyandırıcı’ devletler diyoruz. Ondan sonra asteroitler olacak.” Ondan sonra art arda şunu tekrarladı. Son bahaneleri ise ‘dünya dışı varlıkların tehlikesi’ olacak. Bir askeri strateji uzmanı ve daha sonra MX füzesi üzerinde çalışmış biri olarak uzay bazlı silahlar üretmek için bir düşman bulunacağını göreceksin” demişti. Şu sıralar o bahane ortaya çıkacaktır. Planları bu. Tek sorun hepsinin bir yalandan türemesi.

“Gümüş Böcek” adlı bir süper sonik uçan daire. Adeta bilimsel bir devrim! Planlar son derece yüksek hız ve manevra kabiliyeti olan, çok püskürtmeli bir aracı ayrıntılarıyla göstermektedir. Bu konu 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’ya “uçan daire teknolojisini” getiren Alman bilim adamlarıyla ilginç bir şekilde örtüşmektedir.

[Melvin Goodman, CIA, Kıdemli Tahlilci, 66-88, anlatıyor] “Göstermelik bir öyküye ihtiyaç duyuldu. İnsanlar Nevada’daki hava üssünden kalkan olağan dışı uçan cisimler görüp bunu gazetecilere anlatırsa ne diyebilirsiniz? Çıktığı yer burasıydı. CIA, insanları UFO’lar gördüklerinde inandırmakla görevlendirildi. CIA ve ordu, gazetecilerin bu konuda yazmalarına yardımcı oluyordu. Bu bölgedeki ve ülkenin insanlarının gördükleri konusunda akıllarını çelmeye çalıştılar.

[Amerika Birleşik Devletleri, Haberler] “Meksika hava kuvvetleri pilotları 11 tane UFO’yu videoya kaydetti. Meksika Hava Kuvvetleri bazılarımızın inanmakta zorlanacağı bir görüntü yayınladılar. Bir gazeteci bu görüntünün bir Meksika askeri uçağını takip eden UFO’ları gösterdiğini söyledi.”

UFO’lar ilk ortaya çıktıklarında kaba ve şapka tipi uçan nesneler olarak gösteriliyordu. İnsanoğlunun teknolojide gelişmesiyle uzaylıların UFO teknolojisi de değişerek, insanlara ileri teknoloji de askeri uçan objeleri UFO diye gösteriyorlar.

UFO’lar hakkındaki gerçek ne peki? Büyük bir gizlilik içinde yeni uçuş yöntemleri bulmanın başarı dolu hikâyesi ayrılmaz bir şekilde son 60 senedir UFO’larla olan ilişkilerimize bağlıdır.

1942’de garip ışın toplarından gelen sinyaller gören müttefik pilotları ya da beş sene sonra Roswell’de olan olayları göz önüne alırsak gizli askeri teknolojinin çoğu UFO hikâyesini açıklamaktadır.

[Cathy O’Brien, hükümet sırları ve 1947 Ulusal Güvenlik Kanunu Hakkında konuşması]
-Bunları bize karşı kullanıyorlar. Yıllar içinde Yeni Dünya Düzeni’ni devreye sokacak planın bu ülkenin ve dünya insanlarının Yeni Dünya Düzeni’nin gelmesine karşı kendilerini çaresiz hissedeceğini duymuştum. Bu dünya hâkimiyeti planı, uzaylılar tarafından istilaya uğradığımızı söyleyerek bizim “Birleşmiş Milletler lütfen bize yardım edin” dememizi sağlayacaktır. Sözde Ulusal Güvenlik Kanunu ile gizli tutulan teknoloji ve insanları teslimiyete zorlayacaklardır.

Böyle bir olayı nasıl sahneleyebilirler?
Böyle bir yalana nasıl inanacağız?
Aynı daha evvel sahneledikleri diğer olaylara inandığımız gibi. Bu yalanlara inanmanızı sağlayacak aynı araçları kullanacaklardır.

[Amerikan Senatosunda Konuşma] “Bu ortak bağımızı fark edebilmemiz için belki de evrensel bir dış tehdide ihtiyacımız vardır. Bazen dünya dışı varlıkların tehdidi altında kaldığımızda farklılıklarımızı ne kadar da hızlı unutacağımızı düşünüyorum.”

UYUYUN!
İngiliz evrenbilimci Stephen Hawking, uzaylıların gerçekten var olduğunu, ancak onlarla irtibata geçilmesinin insanlık için tehlikeli olabileceğini söyledi. Belgesel kanalı Discovery Channel için hazırlanan bir programda konuşan Hawking, evrende 100 milyar galaksi, bu galaksilerin her birinde de 100 milyonlarca yıldız olduğunu söyledi. Bu şartlar altında sadece dünyada yaşam olduğunu düşünmenin imkânsız olduğunu savunan Hawking, “Benim matematiksel beynime göre, bu rakamlar bile uzaylıların varlığını gayet rasyonel kılıyor. Esas soru, uzaylıların neye benzediğini çözebilmek” dedi. Bu zeki yaşam formlarının insanlık için tehdit oluşturabileceğini söyleyen Hawking, bu canlılarla irtibata geçmenin yıkıcı sonuçları olabileceğini vurguladı. Uzaylıların dünyaya yapabileceği olası bir ziyareti kâşif Christoph Colomb’un Amerika’yı keşfine benzeten evrenbilimci, “İşin sonu, Amerikan yerlileri için pek iyi sonuçlanmamıştı” dedi.
[26 Nisan 2010, Radikal Gazetesi, Milliyet Gazetesi, Gazete5, Genç Haber Türk]

YAKINDA SALDIRACAKLAR!

UFO fenomenlerinin geri kalan %1’i ne acaba? Hiç gerçek bir temas gerçekleşti mi? Devletlerin ve halkın UFO’lar hakkındaki bilgilerinin farkının çok büyük olduğu bir sır değildir. Ne yazık ki kimi devletler ve örgütler bu fenomeni dünyevi kazançlar için kullanmaktadır.

[Richard C. Hoagland anlatıyor] “200.000 G uzaklıktaki objelere parçacık ışınları ile ateş ediliyor. Kesirli bölünüyorlar. Böylece savaşlar içinde savaşlar oluşturuyorlar. NASA bu görüntüleri yayınladı. NASA’da iyi olan, fakat kullanılan adamlar var. İyi adamlar gizli tutulacak bir şeyin olduğunu bile bilmiyorlar. Unutmayın, her kademe de yalan değişiyor. Onlara söylenen yalanlara inanıyorlar. Açık, dürüst ve mekik uçuşlarını TV’de canlı yayınlayacak bir örgüt kurduğunuzda size canlı yayın vereceklerdir. Denetçiler ‘şunu yayınlayın ama bunu yayınlamayın’ diyemezler, çünkü dürüst adamlar karşı çıkacaktır. O zaman insanlar bunun olduğunu söylerler ve ortaya çıkar. Katolik kilisesi Hıristiyanlara ‘uzaylıları sevmeliyiz, onlar bizim kardeşlerimiz’ diyorsa, bütün mezhepler, filmler, 80 olimpiyatlarında sahte uzaylıların indiği programlar yapıldığında, Dallas’ın üstünde 3 futbol stadyumu boyutunda şeyler uçtuğunda ve benzeri şeyler olduğunda arkasında bir şey vardır. Sahte uzaylı temasları hakkında devlet belgeleri bulundu. Northwoods harekâtını hatırlayın ya da 11 Eylül 2001 saldırılarını da düşünebiliriz. Devletler, toplumları tarihin belirli noktalarında yönlendirmek için çok büyük olaylar tertiplemektedir. Hileleri çok severler. Üretilmiş tarih denilebilir. Yapılandırıyoruz! Bir açıklamaya doğru gittiğimizi sanıyorlar. Gerçekte gizli örgüt üyesi, 2. Dünya Savaşı’ndan beri teknolojilerini mükemmelleştirmiş Nazi’lerin sahte oynayacağı, çok iyi hazırlanmış bir sahte olaya doğru gidiyoruz. Bütün dünyayı aldatacaklar. Gizli Nazi operasyonları konusunda çok derin bilgiler var. Savaşı yenmek için savaşın sonuna doğru bölümlere ayrılmış programlar. Bu hilenin temelinde, bazıları yer çekimini bile yenen teknolojiler yer almaktadır. Bu yine boyutlar üstü fizik konusun da ki çalışmalarımda görülmektedir. Bir yığın bastırılmış teknolojinin var olduğunu biliyoruz. B-2 bombardıman uçağının varlığı 20 sene kullanıldıktan sonra açıklanmıştı. Birçok böyle örneğin var olduğunu biliyoruz. Bir gölge hükümetin varlığını biliyoruz. Bu adamların yaptıkları bir mum ışığıyla hidrojen bombası yapacak kadar farklı teknolojilerdir. Piramitlerin içinde bölümleriniz var ve bu piramitlerin içinde piramitleriniz var. Bu yüzden zaten Yeni Dünya Düzeni’nin sembolü piramitlerdir. Ellerinde ne olduğunu bilmiyoruz, çünkü çok gizliler. Çok yalan söylüyorlar. Sadece ileri teknoloji olduğunu biliyoruz. Biz kendi deneylerimizi yaptık. Kendi verilerimiz var. 30 sene evvel Demir Perde indiği zamanki Sovyetler Birliği’nden veriler edindik. Glastnost’un sonunda ayakta kaldığı zaman KGB bir yığın bilgiyi açığa çıkardı. Bu bilgileri bir araya getirdik. Hem kullandıkları fiziği biliyoruz, hem de ne yapabildiğini ve neyi taban aldığını biliyoruz. Nasıl çalıştığını biliyoruz. Kendi deneylerimizde fazlasıyla ispat elde ettik. Amerika ve hatta Avrupa topraklarında bunun kimi örneklerini kanıtlayan deneyler gördük. En son üzerinde çalıştığım şey Von Braun’un da bu fizik deneyleri üzerinde derince çalıştığını göstermektedir. İyi olan tarafları kendilerine saklıyorlar. Çünkü eğer biz iyi taraflarına, teknolojiye, enerjiye erişebilirsek benzinin galonunun 4 ya da 10 dolar olması bizi düşündürmezdi. Bu teknolojiyle 6 milyar insanımızda, yaşaması gerektiği gibi Dünya’da yaşardı. Daha uzun yaşarız. Daha uzun ve daha iyi yaşarız. Yirmilerindeki gibi güçlü, 200-300’lere kadar yaşanır. Tıp, fizik, teknoloji ve enerji konularında inanılmaz gelişmeler var. Hepsi gizli tutuluyor. Uzayda salınan bir gezegendeyiz. Etrafımız gizemlerle dolu. Alternatif medya’daki, bazı deliller gölge devlet ve itiraf edildiği gibi NASA’yı bir yığın akıl dışı örgüt yerine Hollywood tarzı yeşil adamlardan bahsetmeleri yüzünden bunları sorgulamamızın gerektiği söyleniyor. Amerika Birleşik Devletleri Askeri UFO danışmanı Clifford Stone: “Bayanlar ve baylar, bu toplantı da size UFO fenomeninin tarihini, isimleriyle, grup halinde, araştırma grupları halinde gizli devleti, günümüzde kimler olduğunu, bunun ne hakkında olduğunu, çocuklarınıza kimlerin uyuşturucu sattığını ve Amerikan hükümetinin UFO’lar hakkındaki gerçeği bilmenizden niye korktuğunu açıklayacağım.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Daha sonra açıklamasını yapamadan emekli oldu. Takımın üyesi olduğunu, astronot olduğunu hatırlamasına rağmen dediklerinden hiçbir şey hatırlayamıyordu. NASA’da artık niye çalışmadığını hatırlamıyordu. Çok büyük hafıza boşlukları vardı ve bu normal değil. Bütün uçuş ekiplerinde aynı durum görülüyor. Acı gerçek şu! Beyinleri yıkandı, akılları kontrol edildi. Onlarda böyle bir teknoloji var. Gerçek görevi silen çok gelişmiş bir teknoloji.”

Yaz tatili dönüşü insan günümüz çocuklarına verilen pop kültürünü düşünmeden edemiyor. Şu ana kadar medyamızda akıl kontrolü yöntemlerinin nasıl etkin işlediğini anlattık. Beyninizi yıkamak için kaç milyon dolarların harcandığını gördünüz. Bu akıl kontrolü yöntemi sizi çeşitli “hayat tarzları” ile yönlendirmeye çalışıyor. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler yakıtı materyalizm olan, kontrol isteyen, yozlaşmayı seven ve Din ile ALLAH’tan nefret eden, tüketim yarışı yapan bir toplum oluşturup varlığını sürdürüyor!

Neden?
Bunun hükümetinizi devirmekle alakası yok, içinizdeki savaşı kazanmakla alakası var! Bu savaşta, siz hem asker hem de savaş alanısınız. Gerçekleri görmek için, dünyevi cazibeleri aşmalısınız. Sadece o zaman ışığın yaşayan bir örneği olursunuz. Çünkü bu sistemin size yedirmeye çalıştığı her şey karanlıktır.

2008’in “hit şarkılarına” bakalım.

2008’in bir numaralı şarkısı

“çok cesurdum, elimde içkim, aklımı bir kenara bıraktım. Alışkın olduğum şey değil, bir de seni üstümde deneyeceğim. Merak ediyorum, ilgimi çektin. Bir kızla öpüştüm ve hoşuma gitti, vişneli nemlendiricisi. Bir kızla öpüştüm, sadece denemek için umarım erkek arkadaşım rahatsız olmaz. Kötü hissettim, iyi hissettim, bu, bu gecelik aşık olduğum anlamına gelmiyor. Bir kızla öpüştüm ve hoşuma gitti. Hoşuma gitti.”

2008’in 2. en başarılı şarkısı
“benim neyim var? Niye böyle hissediyorum? Şimdi deliriyorum. Yakıt kalmamış, kırmızı ışıktayım, araba çalışmıyor bile. Hiçbir şey duymadım, söyleyemedim, hakkında konuşamıyorum bile. Hayatımda, kafamda, düşünmek bile istemiyorum. Galiba deliriyorum, evet. Geceleyin gelen hırsız gibi gelip seni kapabilir, içinize girip sizi tüketebilir. Bir akıl hastalığı; sizi kontrol edebilir. Yakın olmak için fazla yakın. Güzel yalanlarını hazırla, mucizeler şehrindesin. Efendi olmayacağım, dikkat et belki sende kanarsın. Bir kere daha düşün, düşüncelerin değiştirilecek. Bocalasan bile bilge ol. Aklın hasta. Karanlık artık aydınlıktır.”

2009’un “hit şarkılarına” bakalım.

Pitbull - I KNOW YOU WANT ME
“Biliyorum beni istiyorsun (beni istiyorsun). Biliyorsun seni istiyorum (seni istiyorum). Biliyorum beni istiyorsun. Biliyorsun seni istiyorum (seni istiyorum). Biliyorum beni istiyorsun (beni istiyorsun). Biliyorsun seni istiyorum (seni istiyorum). Biliyorum beni istiyorsun. Biliyorsun seni istiyorum (seni istiyorum). Saat 6, zirveye doğru yoldayım.
Pit bunu dolaba kilitledi biracıdan. Değil, ama lanet olsun o çekici. Etiket uçuyor ama Pit durmayacak. Onu arabaya aldı, (como) su ile çalmayı bıraktı. Onu film çekerken izle. Alba Hitch Hock gibi. Tadımı çıkar. Anneciğin eşek gibi kıçı var, maymunla. King Kong gibi gözüküyor. Gerçekten hızlı ne ise. Bir kadınla. Oyunlar oynama. Onlar zincire kalkışıyor ve onlar yapmasına izin veriyor. Her şey ve herhangi şey vur şu şeyi ve onlar onu almayı sever. Devam etmeyi, tüm gece boyu. Bebek onu alabilirsin, eğer bunu kazanırsan oynayabiliriz. Bebek yemliklerim var, bahçede evlerim var kalabileceğimiz. Hatta kral boyu minderlerim var uzanabileceğimiz. Bebek umurumda değil, umurumda değil, ne dedikleri.”

Pitbull - HOTEL ROOM SERVİCE
“Herkes her ne yapıyorsa durmasını istiyorum. Şimdi biliyorsan biriyle berabersen bu gece bir otel odası tutacaksın, biraz gürültü yapın. Benimle otel odasında buluş. Erkek arkadaşını unut ve benimle otel odasında buluş, kız arkadaşlarını da getirebilirsin ve benimle otel odasında buluş. Oteldeyiz, moteldeyiz, tatildeyiz.

İlluminati’nin kurucularından Rothschild’in sözü: “şeytan yaşıyor, o ilahımız ve biz şeytanın seçkin kullarıyız”

Temelde, pop kültürü, elit kesimin putu şeytana övgüler ile doludur. Elit kesimin sahibi olduğu sanatçılar, yayınlar, kuruluşlar ve organizasyonlara gelince, ortak şeytani temellerinden sapma görmek imkânsızdır.

Niye Washington’un yer planı şeytani pentagrama benziyor? Niye Beyaz Saray’a işaret ediyor? Niye bütün dünya başkentlerinde aynı dikilitaşlardan bulunuyor? Niye Washington’daki hükümet binasını bir baykuş çevreliyor? Şeytani yıldızın merkezindeki şekil ne? Bir beşgen[pentagon] [piramitteki göz, halkın gözü]

Şeytanın ve bu satanistlerin planı ALLAH’ı hayatımızdan kaldırmaktır.

Bu sistemin nasıl dünyevi zevklere odaklı çalıştığını ve bizi dünya illüzyonuna bağlamaya uğraş gösterdiğini anlıyor muyuz?

Neden?

“Dünya” Arapça’da “maddi” anlamına gelmektedir ve İslam’da olumsuz bir çağrışımı vardır. “Ahiret” sonsuz, sonraki yaşam demektir. Arapça’da “Dünya”nın ne anlama geldiğini biliyoruz. “Dünya” yer kürenin hayali kısmıdır. İnsanları ahiretten alıkoyan öğedir. İşte bu da şeytanın oyunu! Şeytanın oyunu insanları uzaklaştırmaktır. “şeytan” uzaklaştırmak anlamına gelmektedir. “Dünya” yakındadır. Şeytan “ahiretin” yerine “dünyanın” yakın olduğunu, bize hissettirmeye çalışır. İslam bize “dünyanın” uzak olduğunu söyler. “dünya” kelime kökünün anlamlarından biri “elde edilemeyecek üzümlere uzanmaktır”. Bu “dünyanın” doğasında vardır. Asla elde edemezsiniz. Her zaman elinizden kaçacaktır.

“Ademoğlunun bir dağ altını olsa ikincisini isteyecektir.”
[Buhari]

Etrafınıza bakın. Dünyadaki insanlar neyin peşinde koşuyor? Para, kumar, içki, araba, ev, uyuşturucu, sanatçılar. Hepsinin temeli fiziksel zevk!

Dünyanın bize sunacakları bunlar mı? Buyurun ve istediğiniz kadar peşinden koşun, ancak er ya da geç ne olduğunu göreceksiniz.

Nasıl yaratıldığımızı biliyor musunuz?
Bir ruh olarak yaratılıp, bu fiziksel bedene yerleştirildik. Bedenimiz sadece “aracımız”. Ruhumuzun sonsuz hayatımız için bu geçici fiziksel bölümü yaşayabileceği bir araç. Ruh için çalışıp, onu beslemeye yönlendirilmesi gerekilen bir araç. Ancak ne yapıyoruz? “aracı” fiziksel ve dünyevi zevklerle doyurmaya hayatlarımızı adıyoruz. Bu sistem akıllıca bu dünyevi illüzyona bizi bağlamak için tasarlanmıştır ki, denetlenebilelim! Bu, eğlenceye doymuş toplumun şans eseri ortaya çıkmadığını hiç düşündünüz mü?

[Haberler] “4 ton kokain taşıyan CIA uçağı kaza geçirdi.“

Sizce medya patronları sizi bilgilendirmeye mi yoksa kâr karşılığı eğlendirmeye mi çalışıyor?

İnsanlar ruh yerine bedene yatırım yapmaya devam ediyorlar. Karşılığı ne olursa olsun! Ruhu düzeltmeyi unutuyorlar. Güzellik anlayışımızın çarpık olmasına şaşmamalı. Ne büyük gayretle deneseniz de elde edemezsiniz. “dünya” insanı terk edip bırakır.

İnsanların birçoğu gerçekleri görmek, duymak istemez. Bu neden böyle olur? İnsanlar bu bilgileri niye reddeder, niye mücadele ederler? İnsanlar niye size saldırır? Çoğunlukla şu sebeplerden birinden olmaktadır.
1-Bu bilgilerin, psikolojik açıdan bakıldığında hazmı pek kolay değildir. Çünkü bunlar kabul edildiğinde hayata olduğu gibi devam edilemez. Beyin, yıllar içinde topladığı bilgileri yeniden düzenleyip yeni bir programa başlaması gerektiğini fark edecektir. Beyin karşı çıkacaktır. Çünkü bu oldukça güçlü bir zihinsel çaba isteyecektir. Bundan kurtulmanın en kolay yolu karşı çıkmaktır.
2-İkincil sebep egodur. Kişinin egosu yüzünden sizinle ve bilgilerinizle mücadele edecektir. Çünkü onun sözleri daha değerlidir. Onların daha evvel fark edemediği önemli gerçeklere rastladığınızı kabul edemeyeceklerdir. Egolarını koruma adına gerçekleri inkâr edeceklerdir.
3- Birçok durumda da insanlar hayatlarından o kadar memnundurlar ki ondan vazgeçip dünyada olan bitenlerle ilgilenmek istemeyeceklerdir. Kendilerine odaklı yaşamaktadırlar.
4- İnsanların çoğu bağını koparmak istemiyor. Çoğu o kadar durağan ve umutsuzca sisteme bağlı ki, onu korumak uğruna savaşacaklardır.
5-Sistemin sesine inanıp değer veriyorlardır. Onların gerçeklerine belirlemesine izin veriyorlardır. Sistemin sesi nedir? Medya! “Dünyadaki en başarılı hipnozcu odanın köşesinde ki tahta kutudur. Yani Televizyon! Aralıksız bir şekilde neyin gerçek olduğunu bize söyler. “ Eğer insanı gözünün gördüğünün doğru olduğuna inandırırsan insanları kullanırsın. Çünkü olanları daha geniş bir biçimde açıklayan her şeye güleceklerdir.
6-Şeytana boyun eğmeye alışmışlardır, gerçekleri duymak istemezler. Zaten gerçekler anlatılmaya başlanıldığında “olur mu öyle şey, ben şöyle biliyorum, böyle gösteriliyor, bu kadar insan yanlış mı biliyor?” vb. açıklamalarla savunmaya geçer.

[Amerika da bir televizyon kanalında program sunucusunun konuşması] “Siz ve 62 milyon Amerikalı şu anda beni dinliyor, çünkü %3’ten azı kitap okuyor, %15’inizden azı gazete okuyor. Bildiğiniz tek gerçek bu televizyondan çıkıyor. Şu anda bu televizyondan çıkmayan bir şeyi bilmeyen bir nesil var. Bu televizyon Cumhurbaşkanları, Başbakanları, Papaları seçtirir ya da yok eder. Bu televizyon Allah’sız dünyadaki en güçlü lanet kuvvettir. Yanlış kişilerin eline düşerse ne olurdu acaba? Dünyadaki en büyük 12. şirket Allah’sız dünyanın en büyük propaganda gücünü kontrol ediyorsa kim bilir ne saçmalıklar haber olarak yayınlanacaktır. Beni dinleyin. Beni dinleyin. Televizyon gerçek değildir. Televizyon lanet bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, karnaval, gezgin cambazlar, hikâye anlatıcı, dansçılar, şarkıcılar, ucubeler, aslan terbiyecileri ve futbol oyuncularıdır. Biz sıkıntı yok etme peşindeyiz. Eğer gerçeği istiyorsanız, ALLAH’a gidin. Öğretmenlerinize gidin. Kendinize danışın çünkü ancak orada gerçeği bulabilirsiniz. Bizden hiçbir gerçek alamazsınız. İstediğiniz her şeyi söyleriz. Deli gibi yalan söyleriz. Size Archie Bunker’ın evinde kimsenin kanser olmadığını söyleriz. Kahraman ne kadar başını belaya soksa da saatinize bakın, saatin sonunda kazanacaktır. Duymak istediğiniz her şeyi söyleriz. Hayallerle çalışıyoruz. Hiçbiri gerçek değil. Fakat sizler -her gün ve gece, bütün yaşlardan, renklerden, inançlardan- sadece bizleri tanıyorsunuz. Burada yaptığımız hayallere inanmaya başlıyorsunuz. Televizyonun gerçek olduğuna ve hayatlarınızın hayal olduğuna inanmaya başlıyorsunuz. Televizyon size ne diyorsa onu yapıyorsunuz. Televizyon gibi giyinirsiniz, televizyon gibi beslenirsiniz, televizyon gibi çocuklarınızı büyütürsünüz. Televizyon gibi düşünüyorsunuz. Bu toplu delilik, sizi manyaklar! Allah aşkına, siz insanlar gerçeksiniz, biz hayaliz. Televizyonları kapayın. Şimdi kapayın. Hemen, şimdi kapayın. Kapayın ve kapalı bırakın. Bu söylediğim cümlenin ortasında kapayın. Kapayın.”

İnsanların bu güce ve aldatmaya bağlı küresel komployu tek başına mı yapabildiğini düşünüyorsunuz? Düşünün, bu komployu araştırdıkça, elitlerin tarihini öğrendikçe, bu tarihi planın neredeyse mükemmel olduğunu fark ediyorsunuz. Elit ve gizli örgütler niye kendi hayatlarında sonuç vermeyecek bir plana hayatlarını adamaktadırlar? Çünkü bu planın amaçları insanlar tarafından belirlenmemiştir. Çok daha güçlü bir güçtür. Kimi insanlar ruhlarını bu plan uğruna, dünyevi varlık ve güç için sattılar. Bu plandan kim kârlı çıkmaktadır? Yeni Dünya Düzeni’nin mimarları ve bu planı ilerleten ahmak insanlar kârlı çıkmaktadır. Parçaları birleştirmenin vakti geldi. Aldatıcı dünyayı etrafınızda gördünüz. Yalanlardan oluşan bir dünya olduğunu görün artık! Peygamberlerin böyle bir aldatıcı dönemi kime atfettiğini biliyor musunuz? Deccal’a! Sahte peygamberlerin İslam’daki adını biliyor musunuz? “Tek Gözlü Aldatıcı” anlamına gelen “Al Aawar Dajjal”.

Sahte peygamberlere bu ismin verilmesi sizce bir tesadüf mü? Elit’in “Tek Gözü” sembol edinmeleri sadece bir tesadüf müdür? Deccal dünyaya yıllardır hükmetmektedir! O bir varlık mıdır yoksa bir bilinç midir? Her ikisi de!

“1 dolarlık banknota baktığımızda piramitin sadece tepesinin inşa edilmediğini görürüz. Tepesi dışında yapılmıştır. Göz üstündedir ancak daha inmemiştir. Çünkü onlar masonik plan gerçekleşmediği sürece piramiti tamamlamayacaklardır. 1 dolarlık banknotun arkasında “Novus Ordo Seclorum” ve “Annuit Coeptis”le belirttikleri, “planımızdan memnundur” anlamında, başka bir sözle inandıkları putun projelerinden memnun olduğuna inanmaktadırlar. Proje nedir? Asıl soru bu. Putlarının memnun olduğu proje nedir? Proje dünyanın sekülerleşmesidir. Dünyadan dini inancı silmektir. Proje budur. Bu yüzden de adı “Novus Ordo Seclorum” “Yeni Seküler ya da Dünyevi Dünya Düzeni”dir.

Kuran ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, Yecüc ve Mecüc kadar güçlü olacak Deccal’a dikkatimizi çekmişlerdir.

Hiç şüphe yok, deccal çıkacaktır. Onun sol gözü kördür. Ve üzerinde beyaz bir ben vardır. Körleri ve hastaları iyi eder. Ölüleri diriltir. Ve "ben rabbinizim" der. Kim onu tasdik ederse deccal fitnesine düştü. Kim de "Rabbim Allah" der ve böyle ölürse o zaman Deccalın fitnesine düşmemiş olur ve ona bir daha fitne ve azap yoktur.
[Ravi: Hz. Sumre Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 97]

Deccal, ilah olduğunu söyler.
[İ.Ebi Şeybe]

Adem Aleyhisselam’dan, Kıyamete kadar Deccaldan büyük fitne yoktur.
[Müslim]

Deccal, bir kimseyi öldürüp diriltecektir.
[Buhari; Müslim]

Yalancı Deccallar, sizin ve ceddinizin işitmediği şeyleri anlatırlar, onlardan sakının.
[Müslim]

Sizin için Deccaldan daha çok sapık liderlerden korkarım.
[İ. Ahmed]

(5011)- Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur."
[Buhârî, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebu Davud, Melahim 14, (4315); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/296.]

İsa Aleyhisselam dünyayı Kudüs’ten yönetmesi için gönderilmiştir. Deccal da dünyayı Kudüs’ten yani İsrail’den yönetmeye çalışacaktır.

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam: “Deccal çıktığında dünya da 40 gün kalacaktır. 1 gün 1 sene gibi, 1 gün 1 ay gibi, 1 gün 1 hafta gibi diğer günleri de sizin (normal) günleriniz gibidir" buyurdu.
[Müslim, Fiten 110; İbn. Mâce, Fiten 33 Tirmizî, Fiten 59; Ahmet b. Hanbel, III. 420, IV. 226; Sünen-i Ebu Davud Tercüme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/457-458.]

“Deccal 1 günün 1 yıl kadar olduğu dönemde İngiltere onun karargâhıydı. 1 günün 1 ay kadar olduğu dönemde Amerika onun karargâhıydı. En sonunda 1 günün 1 hafta gibi olduğu dönemde eve dönecektir, kutsal topraklara. Eve dönecektir, kutsal topraklara. Deccal birinci evresi, 1 yıl süreli gününü bitirmiştir. O zaman İngiltere dünya hâkimiydi ve Sterlin uluslar arası para birimiydi. Ondan sonra Deccal 1 günü 1 ay kadar olduğu evreye girdi ve Amerika dünya hâkimi olarak İngiltere’nin yerini aldı. Amerikan Doları uluslar arası para birimi oldu. Şu sıralar Amerika gücünü dünya hâkimi olacak İsrail’e devretmeye başlamıştır. Yeni para ne olacaktır? Cevap: Amerikan Doları saldırıya uğrayıp, yenilip bütün dünyanın kâğıt parasını peşinde götürecektir. Ondan sonra kâğıt para görmeyeceksiniz. Peki, yeni para ne olacak? İsrail’in dünyayı köle edeceği yeni para ne olacaktır? Aynı Amerika’nın dolarla yaptığı gibi İsrail’in insanları köle edeceği yeni para ne olacaktır? Cevap: İsrail görünmez para kullanacaktır. Göremeyeceksiniz. Soyut para olacak, dokunamayacaksınız! Elektronik para olacaktır. Elektronik paranın garip ve tehlikeli yanı dünya çapındaki bankalar sistemi tarafından denetlenmesidir. Bu sistemi ise Yahudiler denetlemektedir. Bu acımasız bir demeç değildir. Bu hatalı bir demeç değildir. Bu gerçektir. Yani kredi kartları ve banka kartları!

İslam’a göre bir ilahi yıl 1000 insan yılı gibidir ve bundan Deccal’ın İngiltere’de 1000 sene hüküm sürdüğü çıkmaktadır. İngiltere Kraliyet ailesinin 900 yılına dayanması bir tesadüf değildir. 900+1000=1900

Amerika 1917’de resmi olarak 1. Dünya Savaşı’na katılmıştır ve bu adımla kendisini yeni süper güç olarak tespit etmiştir.

[George Washington’ın sloganı] “Seni Amerikan Ordusuna istiyorum.”

Deccal orada “1 ay süreli 1 gün” hüküm sürdü. Eğer 1 yıl 1000 yıla eşitse, 1 ay 1000/12 olacaktır. Bu da 83 sene demektir. 1917+83=2000 yılı

[2000 yılında, George E. Bush’un yemin töreni] “Ben, George Walker Bush, Tanrı’nın yardımıyla Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık makamını inançla, en iyi şekilde ifa edeceğime..”

-2001’de 11 Eylül saldırısı. Bütün bağımsız araştırmalar 11 Eylül’ün içeriden düzenlendiğini ispatlıyor!
-2002’de Afganistan saldırıya uğradı.
-2003’te Irak[IraQ] saldırıya uğradı.
-2006’da Lübnan saldırıya uğradı.

11 Eylül’ü takip eden yıllarda Amerika Orta Doğu’da 10’dan fazla ülkede askeri üsler kurmuştur. Yeni Dünya Düzeni’nin son başkenti olarak İsrail’in hükümdarlığını güven altına almıştır. Aynen Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’ın 1400 sene evvel dediği gibi.

Sonra Deccal “1 haftalık gibi 1 gün” İsrail’den hüküm sürecektir. Aynı formülü kullanırsak, 83 yılı dörde bölerek, 21 yılı ortalama elde ederiz. Bu da bizi [güneş ya da ay yılı olmasına bağlı olarak] 2020-2023 yıllarına götürecektir. O vakitte İlluminati, İsrail’in hüküm sürdüğü dünyayı “güvenlik altına” alacaktır.

[11 Eylül,1990, Amerikan senatosunda konuşma] “Bahsettiğimiz küçük bir ülkeden çok daha büyüktür, büyük bir fikirdir, yeni bir dünya düzeni.”

11 Eylül 2001 İkiz kulelerin vurulması. Bütün bağımsız araştırmalar 11 Eylül’ün içeriden düzenlendiğini ispatlıyor!

2002’de Afganistan saldırıya uğradı.
2003’de Irak[IraQ] saldırıya uğradı.
2006’da Lübnan saldırıya uğradı.

Dünya’nın ve Ortadoğu’nun sorunlarının temelinde neyin olduğunu anlıyor musunuz? Önümüzdeki her türlü anlaşma ya da savaş İsrail Devleti’nin güvenliği ya da tesisi içindir. Karşıt düşüncelerle her zaman savaşılacaktır. Deccal somutlaşıp İsrail’deki tahtına oturacaktır ve ondan sonra bizim günlerimiz gibi günlerini yaşayacaktır. Kuran’da ve Peygamberimiz Aleyhisselatu Vesselam’ın hadislerinde İmam Mehdi ve Hz. İsa Aleyhisselam’a katılacaklar gerçek zaferi elde edeceklerdir. Ancak çoğunluk ne yazık ki Deccal’ı takip edip, Deccal’ın gerçek olduğunu zannedeceklerdir. Çünkü gerçek inananlardan olmamışlardır ve işaretleri incelememişlerdir.

[Amerika Birleşik Devletleri, Haberler] “Milli başkentin açıklarında bugün camları karartılmış siyah limuzinler özel güvenlik elemanlarının katı bir denetim uyguladığı bir otele yaklaştılar. Limuzinler Kraliyet Ailelerinden kimseleri, siyasi güç aracıları ve sanayi devlerini bir hafta sürecek Bilderberg Grubu olarak bilinen gizli bir toplantıya taşıdılar.”

Dünya çapında, etki alanını genişletmek için gizliliği kullanan yekpare ve zalim bir komplonun karşısındayız. Çok büyük insan ve hammadde gücünü, siyasi, diplomatik, istihbarat, ekonomik, bilimsel ve siyasi faaliyetleri birleştirip sıkça dokunmuş, yüksek etkinlikli bir makinenin yapımına adanmış bir sistemdir. Hazırlıkları gizlenip, yayınlanmıyor. Hataları manşetlerde görünmeyip gömülüyor. Firariler, susturuluyor, methedilmiyor.

Charlie Sheen serbestçe söylüyor: 11 Eylül’ün devlet tarafından örtbas edildiğine inanıyor musunuz? Evet: %83, Hayır: %17.

Bu sistemi ne bir arada tutuyor? Elit kesim bu plana niye büyük bir bağlılıkla sadık? Çünkü bu onların dinlerinin bir parçasıdır. Çünkü görünürde Müslüman, Hıristiyan ya da Musevi olmalarına rağmen gerçekte şeytana inanmaktadırlar. Bu planlar onları sistemin en üst konumlarına yerleştirmiştir. Yoksa George Walker Bush gibi birinin sadece aklı ve cesaretiyle böyle bir konuma geldiğini mi düşünüyorsunuz? Bu liderler şeytani bir plana uymaktadırlar. Deccal’ın hâkimiyetini öne sürmektedirler. Çünkü bu dinlerinin bir parçasıdır. Eğer gerekli araştırmayı yapmış olsaydınız bu liderlerin “Bohem Korusunda” yaptıkları şeytani ayinlerden haberdar olurdunuz.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 4 hükümetin başkanlık danışmanlığı görevini yapan David Gergen yıllar evvel Washington Times’ın bir makalesinde, bir organizasyon hakkında bir yorum yapmıştı. Şimdi ise Wall Street Journal’da ve birçok değişik gazete de “Bohem Korusu” hakkında haberler çıkmıştır. Onlara “Hey ben koruda çıplak koşmuyorum” demişti. David Gergen’in “Onlar gibi koruda çıplak koşmuyorum” dediği Washington Times makalesidir. Bu ne demektir?
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones bu konuyu hatırlatır ve sorar, aralarında geçen konuşma]
[David Gergen] “Hangi alıntıdan bahsettiğinizi bilmiyorum. Böyle bir alıntıdan haberim yok. Dinleyin, ben Bohem Korusu’nun mutlu bir üyesiyim. Oraya gelenleri severim. Bunun dışında topluluktan bahsetmem uygun değildir. Teşekkürler.”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Aldırışın Yakılması” törenine katıldınız mı?
[David Gergen] “Açıkçası bunu sizinle konuşmak zorunda olduğumu düşünmüyorum.”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Öyle mi?”
[David Gergen] “Evet.”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Ben Alex Jones’um ve oraya 2000 yılında girdim. Ben bunu ortaya çıkarıp görselleri elde ettim. Milli Televizyon’da yayınlandı.”
[David Gergen] “Size bu yüzden saygı duymuyorum.”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Öyle mi?”
[David Gergen] “Evet.”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Oraya çok resmi görevli gidiyor. Kimse bilmemeli mi?”
[David Gergen] “Sizi hiç tanımıyorum. Siz ve filminiz hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Oraya bir anlaşmayla girdiniz ve bu filmle o anlaşmayı bozdunuz. Bu yüzden size saygı duymuyorum.”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Öyle mi?”
[David Gergen] “Bu filmi yapmayacağınıza dair bir anlaşmayla girdiniz oraya değil mi? Oraya bir anlaşma vasıtasıyla girdiniz değil mi?”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Hayır.”
[David Gergen] “Oraya kaçak mı girdiniz?”
[The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones] “Evet. Ayin nedir? Ayin gerçek mi? Bir ayine katıldınız mı?”
[David Gergen] “Bu sizi hiç ilgilendirmez.”

David Gergen The Alex Jones Show’un sunucusu Alex Jones’un içeriye girdiğini öğrendiğinde kızmıştır. Çünkü bu işi çok ciddiye alıyorlar. Bu okült ve gizli örgütlerinin temel özelliğidir. Okült kelimesi gizli anlamına gelmektedir. Gizlilik onların dininin bir parçasıdır. Ondan zevk alıyorlar. Ortaya çıktığında çok kızıyorlar.

“şeytanın en büyük hilesi dünyayı var olmadığına inandırmasıdır”.

Dünyamızı yöneten İlluminati’nin ve gizli örgütlerin birçok yönü ortaya çıkarılmıştır. Konuyu derinlemesine inceleyenler, dünyadaki gizli örgütleri bir araya bağlayan şeytani ortaklığı anlamışlardır. Ancak kaç insan Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin bu karanlık yolu niye takip etmeyi seçtiğini biliyor? Kaçı “tepeden bakan insanların” niye şeytanı takip etmeyi ve ona tapınmayı seçtiğini biliyor? Kimse gizliyi ya da küresel komployu onu yönlendiren gücü anlamadan anlayamaz. İşaretler her tarafta.

[“Kim ve ne dünyayı kontrol etmektedir” teorisini araştıran, BBC kanalı spor spikeri ve siyasi yazar David Icke anlatıyor] “Washington’un şehir planlarında beşgenler bulacaksınız. Washington’un şehir planında iki beşgen var. Yukarıdaki hükümet meclisi binasına aşağıdaki ise Beyaz Saray’a dönüktür. Washington’un yerleşim planını hiç incelediniz mi? Kongre binası bilindiği üzere siyasi bir bina. Gerçekte ise masonların belli bir şekle göre yaptığı bir gizli örgüt tapınağıdır. Kongre, kongre binası. Adını nereden almıştır? Çok eskiden kalma, Romalılar camiasından kutsal bir mekandan, “Capitol Tepesi”nden. Bu camianın baş rahibesi Madeline Albright dış işleri bakanı olduğunda Avrupa’da bir yere gitti. Roma, Capitol Tepesi’ne, bu durumda hac yolculuğu sayılacak bir resmi ziyarette bulundu. İsmini buradan almaktadır. Son yüzyılda George Washington’un düzgün bir heykelinin olmadığına karar verildi. Ve bir Amerikalı’ya yaptırmak yerine Floransa, İtalya’dan birine yaptırttılar. Limana geldiğinde insanlar şaşırmışlardı. Çünkü burada George Washington, Amerika’nın ilk başkanı bel üstü çıplak ve Bill Clinton’ı üzerinde bir örtüyle, bir kolu yukarı ve bir kolu aşağıya gösterir bir şekilde resmedilmişti. Ne oluyor? Bu insanların nereden geldiğini bilmezseniz açıklayamazsınız. Bunu aklınızda tutun. Kol yukarıda, kol aşağıda, bel üstü çıplak ve Bill Clinton’ın üzerinde bir örtü. İşte buradan geliyor. Eski bir tasvir, negatif gücün toplamı anlamında kullanılan ve Tapınak Şövalyeleri”nin tapındığı Baphomet sembolü. Bu yüzden George Washington’u bu şekilde resmettiler.”

Dünyamızı yöneten insanlar satanisttir! Niye dinleri gizli toplantılar ve uygulamalar üzerine kurulu? Çünkü eğer Müslüman olmayan insanlar şeytanın var olduğunu fark ederlerse o zaman cinlerin, meleklerin, peygamberlerin ve dinlerin de var olduğunu fark ederler. Niye bu gizli örgütler ALLAH yerine şeytana tapmayı seçiyorlar?

“Hıristiyan ve Yahudi devletlere baktığımızda; iyi eğitimli sınıfın, mimarlar, doktorlar, avukatlar, din adamları, borsacılar ve eğlence sektöründe çalışanlarının arasında cadı meclisi üyelerinin olması bizi şaşırtmamalı. Bunlar şeytana tapınmaktan haz alıyorlar. Ve görünürde normal hayatlar yaşıyorlar. Dünyadaki ölümlü yaşamlarını para, kadınlar ya da gezilerle daha zevkli bir hale getirmek için şeytana tapıyorlar. Dünyevi olarak her ne istiyorlarsa yapıyorlar. Şeytanın varlığından haberdarlar. Bu da onları açık bir şekilde ALLAH’ın varlığından haberdar kılıyor. Buna rağmen bilinçli bir şekilde, kör ve ahmakça bu hayatta alabilecekleri için bu seçimi yapıp, şeytana tapıyorlar! Onlarla konuşanlardan öğrenilenlere göre, şeytana tapınmada hem hislere, hem cinselliğe hem de akla hitap eden bir keyif ve tatmin olduğunu söylüyorlar. Uyuşturucu gibi.”

Biz gafiller onlardan korkarken, onlar Kutsal Kitabımız ve ALLAH’tan dehşet şekilde korkuyorlar. Yani onların en rahat şekilde yaşamaları ve güçlü olabilmeleri için hayatımızda kutsal olan her şeyi kaldırmalılar. Bu yüzden “Yeni Seküler Düzen”.

Ateistler, yani dinsizler Siyonistlerin/Masonların/Satanistlerin/İlluminatinin Seküler projesinin başarılı bir sonucudur. İslam’dan korkanlar ise Siyonist projenin başarılı bir ürünüdür! Deccal için hazırlanan bir dünyada manevi olan her şey alaya alınacaktır.

İstediğinizi söyleyin ve istediğinize inanın. Ancak “Yeni Seküler Düzen’in var olacağını unutmayın. Hepiniz de davetlisiniz!

Şimdi de etkili kişilerin arkasında nelerin döndüğünü öğrenelim.

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau, cinlere, şeytana nasıl tapınmaya başladığını anlatıyor.] “Benimle aynı gemide çalışan bir arkadaşım günün birinde “muhteşem bir haberim var. Ölülerin ruhlarıyla konuşan insanları tanıyorum. Rahmetli annenin ruhuyla konuşmak ister misin?” dedi. Şaşırmıştım. “Rahmetli annenle konuşmaktan korkarsın değil mi?” dedi. “Bak önce biraz düşüneyim. Hayatımda hiç düşünmediğim bir şey bu” dedim. Çoğumuz düşünmemiştir ve böyle bir şeyden korkuyordur. “Suratından okunuyor. Bir seansa gitmekten korkuyorsun. Seni tanıyorum. Geleceğini biliyorum” dedi. Ondan sonra da gemideyken ne kadar cesur olduğumu söylemeye başladı. Bunun gibi şeyler. “Aynı adam değilsin, değiştin, korkaksın ” dedi. Bunu demesi yetti. “Ne zaman seansa gidiyoruz?” dedim. Bir cumartesi günü, ilk gidişimdi. Montreal’da çok güzel bir medyum bayanın evine gittik. Orada yirmi davetli vardı. Ben de onlardan biriydim. Ruhlarla konuşmaya başladı. Çeşitli insanlara ruhların söylediklerini iletti. Bir adam “6 ay önce ölen arkadaşımla görüşmek istiyorum ama onu görmek istemiyorum” dedi. Sadece konuşmak istiyordu. “Çünkü arkadaşımla benim yerime konuşmana güven duymuyorum” dedi. Medyum “ruhla irtibata geçeyim” dedi. “Ruh seninle konuşacak” dedi ve geniş bir erkek sesi mekân da duyuldu. “Merhaba Frank. Beni istemen ne güzel” dedi. Biraz konuştular. Bittikten sonra Frank “ölülerin ruhlarıyla konuşmak dünyanın en güzel şeyi” dedi. Daha sonra medyum bu gece bizi çok özel bir sürprizin beklediğini söyledi. Ruh açık bir şekilde şekil bulacaktı. Birkaç dakika bekledik. Ondan sonra büyük bir rüzgâr binaya çarptı. Duvarın içinden –ışıklar çok parlaktı- birkaç tane ayaklı lamba vardı. Bu yarı saydam varlık doğrudan duvarın içinden çıktı. Sanki kalbim bir anlık durmuştu. Çok garip bir histi. Çok güzel bir gecelik giymiş bir hanımdı. Uçuyordu. “Canım kardeşim Mary beni çağırman ne de güzel oldu” dedi. Mary bayılıp sandalyeden yere düştü. Onu kaldırdılar ve ruh kayboldu. Bu işin başlangıcıydı. Belirli bir zaman sonra insan aklının ilginç bir yanı var. Birçok dehşete alışabilirsiniz. Başlangıçta sizi korkutan birçok şeye alışabilirsiniz ve bunlar zamanla size normal ve sıradan gelecektir. Yani doğaüstüyle temas kimseyi rahatsız etmeyecek bir derece de normal ve olağan gelmeye başlıyor. Daha doğrusu yaptıkça daha az rahatsız edici oluyor. Ondan sonra bir gizli örgüte üye oldum. Ruhlara tapınıyorlardı. Seanslar o kadar sizi içine çekmiyor. Ancak eğer ruhlara tapınan bir gizli örgüte üye olursanız özellikle de üst seviye ruhlar sizi davet ettiyse oradan canlı çıkamazsınız. Arkadaşım ve ben buna bulaşmıştık ve ne yapacağımızı bilmiyorduk. Çok ünlü bir bando lideri de vardı. Caz müzisyeni. Çok ünlü. Bir gece onunla bir seansa katıldık. Eşi de vardı. Bir lokantadaydık. Orada oturup en sevdiğimiz alkollü içecekleri içiyorduk. Konuşurken grup şefi şunu dedi. “Ben güç istiyorum. Gücün kaynağına giderim. Sizce nasıl bu kadar ünlü oldum sanıyorsunuz?” dedi. Bende “Şanslı olmalısın.” dedim. “Şans diye bir şey yoktur. Ya sizin için çalışan bir güç vardır bir yerlerde ya da bu dünyada bir yere gelemezsiniz. Benim iş alanımda en azından.” diye karşılık verdi. Oradan da ruhlara tapınmaktan konuşmaya başladık. Bahsettiği şeyler ilgimi çekti. “Ölülerin ruhları olanlar gerçekte cinler” dedi. Cennetten kovulan şeytan ve cinleri! Bir anda söyledi. Biraz şok etti tabii. İlk defa duyuyorsunuz. Size söyleniyor. “Önünüz çok parlak çünkü gizli örgütümüzün başpapazına üstadın sizin için çok özel planları olduğunu söylemiş.” Üstat dediği şeytan! Bizde ne demek istediğini merak ettik. “Bak biz ruhlara tapınıyoruz” dedi. “Biz şeytana ve bütün cinlerine tapınıyoruz. Cennetten kovuldukları zamanki kadar güzeller. Evrende yaşayanlar arasında büyük bir yanlış anlaşılma oldu. Üstadımız yanlış anlaşıldı ve ALLAH hatalar yapan insanlarla yaptığı gibi onunla ne yapacağını bilemedi. Yani savaştayız. İyi kötüye karşı! Bizde kötü tarafız ama o kadar da kötü değiliz. İyi ve kötünün arasındaki meseleye şöyle bakıyorum. Birisi ALLAH’a inanır, biri de şeytana inanır. Siyaset gibi.” dedi. Bu örgütün üyeleri Hz. İsa Aleyhisselam’ın bu dünyaya büyük güç ve ihtişamla dönmeyeceğine inandırılıyorlar. Bu dünyanın her şeyinden vazgeçecek! Çünkü başpapaz bir keresinde “Hz. İsa Aleyhisselam’ın bu dünyadaki her şeyin kanunlar vasıtasıyla şeytanın olduğunu bildiğini” söyledi. O zaman öyle dedi. Başrahip siz yeni olanlar için ruhları memnun etmenin en iyi yolu Hz. İsa Aleyhisselam’ın ve kilisesinin her şeyini aşağılamak olduğunu söyledi. Hıristiyan ilahileri söylerler. Ancak Hıristiyan sözlerle değil. Birçoğunu değiştirdiler. İyi bir şekilde değil. Küfrün bir şekli! Rock müzik dünyasının gizemi bu. Çalanların haçları var. Küpe şeklinde haçlar, vb. küfrün bir şekli. Hz. İsa’yla alay ediyorlar. Anladınız mı? Cinler insanlara bunu yaptırıyor. Bu tip sembolleri giymekten zevk alırsınız, Hıristiyanlara Hz. İsa’yı hatırlatan haç gibi. “

Çoğu liderlerimiz bu gizli örgütlerin üyesi.

Şeytanın Avukatı filminde şeytan ne diyordu?
“-Cennette hizmet etmektense, cehennemde hâkim olmak daha iyi demek değil mi? Niye olmasın? Bu iş başladığından beri buradayım. İnsanın ilham aldığı her hissini tatmin ettim. Ne istediğiyle ilgilendim ve insanı asla yargılamadım. Neden? Çünkü bütün eksikliklerine rağmen ben onu hiç reddetmedim. İnsanın hayranıyım. Ben bir hümanistim. Belki de son hümanist. Aklı başında olan kim, 20. yüzyılın benim olduğunu reddedebilir? Hepsi. Hepsi benim. Tepedeyim. Artık benim vaktim. Bizim vaktimiz. [Filmde, bu konuşma damalı yüzey üzerinde yapılmaktadır]

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor]
Başrahip “Hayatımın üstadı size “Tanrılara” ibadet odasını göstermenin vaktini geldiğini ilham etti.” dedi. Şekil bulan cinlerin fotoğraflarını çekip resimlerini yaptılar. Belki de yüzlerce vardı. O odaya girdiğimde bu insanların güce sahip olduklarını hissettim. Hem de oldukça çok güce sahip olduklarını hissettim. Hem ilgimi çekti, hem çekmedi. Karışık duygularım vardı. Çünkü belirli bir yere kadar her şey bize güzel gözüküyordu. Kulağımıza güzel geliyordu. Ancak ben Hıristiyan bir ailenin içinde yetiştirildim. Babam eğer kötü şeyler yaparsam hesabını vereceğimi söylerdi. Bu dünyada her şeyin bir karşılığı var. Bu düşünce aklıma yerleşti. Bu cinlerle uğraşırken nerede hesabını vermeye başlayacağımızı düşündüm. Bu durum beni biraz gerdi. Buna rağmen devam ettim. Bize “bu işten çıkış yok!” deniliyordu. Öyle biliyorduk. Korktuğumuz için ilerliyorduk. Korktuğumuz için çünkü başpapaz üstadın hayatımız için özel planları olduğunu söylüyordu. Kimse örgüte cinler tarafından çağırılmadan giremiyordu. Bu oldukça açıktı. Gerçekte çok güçlü cinler tarafından seçkin ve özel bir insan topluluğuna davet edilmiştim. Montreal’daki bu insanlar, papazın bahsettiği örgüt, dünya çapında binlerce cinlere tapan örgüt olmasına rağmen, bu örgütün “elit” olduğunu söylüyorlardı. Biz üstat ve melekleri hakkındaki gerçeği biliyorduk. Şeytani gözükmüyorlar, çok güzel varlıklar ve tapınaktaki resimlerde de öyle gözüküyorlardı. Şükür celselerinde birçok başarı hikâyesi anlatılıyor. “üstat[şeytan] benim için şunu yaptı, bunu yaptı.” deniliyor. Çok uzun sürmeden papaz bize ‘artık cinlere güvenmemiz gerektiğini ve bizim için bir şey yapma hakkını vermemizi’ söyledi. Bir takım hediyelerden seçim yapabiliyorduk”

Bu adamın neler açıkladığını anladınız mı? Bu fenomen yeni mi? Medeniyetin başından beri olmaktadır. Bu ruhlar/ifritler nelerdir?
Onlar cinlerdir ve Kuran’da, İncil’de ve Tevrat’ta [ifrit, cin ya da düşen melekler olarak] açıkça belirtilmektedir. İnsanlar devirlerdir dünyevi karşılıklar için onların vesveselerine kanıyorlar. Şeytan sadece vaat eder. Sürekli vaat eder. Şeytana ve cinlerine veriyorsunuz. Küfre giriyorsunuz. Şeytana tapanlarda Küfre girenlere dünyadan çıkar sağlıyorlar, Küfre girenlerde, bu gizli örgütün üyeleri de bunu şeytan ve cinlerinin sağladığını sanıyor. Şeytana tapınmaya devam ediyor.

Bu fenomene o kadar sık rastlanıyor ki, artık her yerde görülüyor. Her şeyde! Müzik, filmler ve çizgi filmler de bile!

Hayali eğlence olarak izlenilen şeylerde ne kadar çok gizli bilginin verildiği sizi şaşırtacaktır. Alaattin’in sihirli lambasını bilmeyeniniz yoktur. Ünlü mavi cin! Mavi cin Alaattin’i kendine çekmek için ne diyordu?
“Usta. Elinde neyin olduğunu anlamıyorsun galiba? Bırak seni imkânlar konusunda aydınlatayım.”

Arapça’da “Genie” ya da “jinni” cin’in tek kelimelik halidir.

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre ifritler/düşmüş melekler daha doğrusu cinler boyutlar arası iletişim ile güç kazanırlar. Kendilerine İlluminati diyorlar çünkü bu gizli bilgiyle aydınlandıklarını sanıyorlar. Bu küresel komplonun temel taşıdır.

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor] “Papaz bize artık cinlere güvenmemiz gerektiğini ve bizim için bir şey yapma hakkını vermemizi söyledi. Bir takım hediyelerden seçim yapabiliyorduk”

[Alaattin’in Sihirli Lambası çizgi filminde mavi cinin şarkısı]
“Ali Baba’nın 40 haramisi vardı. Şehrazat’ın 1000 hikâyesi vardı. Usta şanslısın çünkü kollarında asla aksamayan bir büyü var artık. Artık güçlerin var. Kampında güçlü silahların var. Sadece lambayı ovman lazım ve ben “Sayın Alaattin ne istersiniz” derim. “Emrinizi alayım. Benim gibi bir ‘arkadaşın’ asla olmadı. Hizmetle övünürüz. Sen patronsun, kralsın, şahsın.”

“Benim gibi bir arkadaşın asla olmadı” anladınız mı? Çocuklarımıza neler gösteriliyor anladınız mı?

Çizgi filmde mavi cin, ateş saçan ejderin içinden Alaattin’e kırmızılı kadınları sunuyor. Ondan sonra mavi cin Alaattin’e anlaşmayı gösteriyor. Dünyevi zevklerle onu çekiyor. Bütün dünyevi istekleri böylece karşılık bulabiliyor.

İlluminati’nin dünyevi güç merkezlerini nasıl elinde tutuyor? Şimdi Elit’in nasıl aydınlandığını ve güçlerini neyin temel aldığını anlıyor musunuz? Her zaman şeytana taptıklarını anlıyor musunuz?

“Bazı cinlerin, evliya ya da Resul ve Nebilerin, dolayısıyla Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın kılığında görünmelerine gelince. Cinlerin şeytani vasıflı olanları, bu şahsiyetlerin suretlerine girerek bazı insanlara somutmuşçasına, gerçekmişçesine rüyalarda, sekaret halinde ya da bizatihi görünebilmekte ve onları akla hayale gelmedik şekilde kandırabilmektedirler.

Oysa bu suretler, gerçekten de Resul, Nebi ve Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a ait değildir. Çünkü şeytanlar, onların gerçek suretlerine giremezler. Onları, zaten gören, tanıyan olmadığı için de şeytanlar, kişilerin kendi zanlarına göre o insanlarmış gibi görüntü vermektedirler.

Resullerin, Nebilerin ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in orijinal suretlerine ise, ancak melekler girer ve sisteme ve hakikate dayalı olarak gereken bilgileri, işlemleri yaparlar. Buna karşılık şeytanların görüntü verdiği güya kutsal şahsiyetler ise, her zaman Kuran ve sünnete, hakikate ve sisteme ters düşen bilgiler vermekte ve o doğrultuda davranışlar sergilemelerini temin etmektedirler.”

Kim herhangi bir canlının resim ve heykelini yaparsa, o kıyamette bu yaptığına can ver diye teklif olunarak azap olunur. Hâlbuki ona can vermesi mümkün değildir.
[Buhari, Ta’bir, 45]

İbn-i Ömer Radıyallahu Anh rivayetine göre Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Bu resim ve heykelleri yapanlar kıyamet günü ‘bu yaptıklarınıza can verin bakalım’ diye azap edileceklerdir.”
[Buhari, Büyü, 40; Müslim, Libas, 96]

Kıyamet günü azabı en şiddetli olanlar resim ve heykelleri yapanlardır.
[Buhari, Libas, 89]

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh rivayetine göre Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:
“ALLAH [c.c.]: ‘Benim yarattığım gibi resim ve heykel yapmak suretiyle yaşatmaya kalkışandan daha zalim kim vardır? Haydi bir zerre kadar karıncayı yahut bir hububat tanesini veya bir arpa tanesini yoktan var etsinler bakalım. Ne mümkün?’ buyurdu!”
[Buhari, Libas, 90; Müslim, Libas, 101]

Said Bin Ebi’l-Hasen’den rivayet edilmiştir:
“Bir adam, Abdullah İbn-i Abbas Radıyallahu Anh’a gelip ona:
‘Ben şu suretleri yaparak geçimimi ondan sağlayan bir adamım. Onlar ve sanatım hakkında bana bir fetva ver!’ dedi. Abdullah
İbn-i Abbas Radıyallahu Anh, o adama: ‘Bana yaklaş dedi!’ dedi. Adam da Abdullah İbn-i Abbas Radıyallahu Anh’a yaklaştı.
Sonra yine o adama:
‘Bana yaklaş!’ dedi. Adam da yaklaştı. Nihayet elini onun başının üzerine koyup:
‘Sana Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan dinlediğim bir hadis-i haber vereceğim. Ben, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı: <Her ressam cehennemdedir. ALLAH, ressamın yaptığı her surete kıyamet gününde hayat verecek ve o canlı suret de cehennemde kendini yapan sahibine azap edecektir.> buyururken işittim’ dedi.”
[Sahih-i Müslim, 1938. hadis]

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir kabir, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi.. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: “Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. [bir süre] sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik kabir, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:
“Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”
[Ahmed Bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

Melekler, içinde köpek ve resim, heykel olan eve girmezler.
[Buhari, Libas, 94)

Ahir zaman geldiğinde, ümmetimin erkeklerine, peştemalla bile olsa hamama girmeleri haram olur,” dediler: “Ya Resulallah, bu nedendir?” buyurdu ki: “Zira onlar çıplak insanların üzerine girerler veya onların üzerine çıplak insanlar girer. Emin olunuz ki, ALLAH [c.c.] bakana da kendisine baktırana da lanet etmiştir.
[Ravi: Hz.zahri Radıyallahu Anhuma, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

Melekler, içinde köpek ve resim heykeli olan eve girmezler.
[Buhari, Libas, 94]
Hadisi Şerifinden yola çıkarak konu değerlendirildiğinde ve aşağıdaki 3 paragraftaki bilgiler dikkate alındığında:

“Bazı cinlerin, evliya ya da Resul ve Nebilerin, dolayısıyla Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın kılığında görünmelerine gelince. Cinlerin şeytani vasıflı olanları, bu şahsiyetlerin suretlerine girerek bazı insanlara somutmuşçasına, gerçekmişçesine rüyalarda, sekaret halinde ya da bizatihi görünebilmekte ve onları akla hayale gelmedik şekilde kandırabilmektedirler.

Oysa bu suretler, gerçekten de Resullere, Nebilere ve Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a ait değildir. Çünkü şeytanlar, Resullerin, Nebilerin ve Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın gerçek suretlerine giremezler. Resulleri, Nebileri, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’i zaten gören, tanıyan olmadığı için de şeytanlar, kişilerin kendi zanlarına göre Resullerdeni Nebilerden biriymiş gibi ya da Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz”miş gibi görüntü vermektedirler.

Resullerin, Nebilerin ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in orijinal suretlerine ise, ancak melekler girer ve sisteme ve hakikate dayalı olarak gereken bilgileri, işlemleri yaparlar. Buna karşılık şeytanların görüntü verdiği güya kutsal şahsiyetler ise, her zaman Kuran ve sünnete, hakikate ve sisteme ters düşen bilgiler vermekte ve o doğrultuda davranışlar sergilemelerini temin etmektedirler.”

Resullerin, Nebilerin ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in orijinal suretlerine ise, ancak melekler girer, açıklaması doğrultusunda; “Melekler, içinde köpek ve resim, heykel olan eve girmezler.” [Buhari, Libas, 94] Hadis-i şerifi doğrultusunda, evlerde televizyon, resim, biblo, en basitinden üzerinde resim olan para [olmazsa olmazlarımızdan] varsa eğer, melekler bu şekilde ortamlara giremezler. Yaşadığımız zamanda kendi yaptıklarımızla meleklerden mahrum olduğumuz düşünüldüğünde; Resulleri, Nebileri, Evliyaları ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’i biz görmediğimiz ve görüntülerini bilmediğimizden cinler ve şeytanlar insanları kandırabiliyorsa; şeytana tapanlara cinlerin ne kadar kolay görünüp, şeytana tapanlara neler anlatacaklarını ve ne şekilde yönlendireceklerini bir düşünün bakalım!


Eş zamanlı Vizyona giren filmler.
Firavun Tanrı “Horus”
Annunaki Tanrıları
Yeşil Firavun
Firavun Tanrı Anubis
Tüylü Yılan Maya Tanrısı Kukulkan
Yunan Tanrıları
Mavi Hindu Tanrıları
Mavi Tanrı ve Kutsal Yılan
Mavi Bebek Krişna [damalı yüzeyde]
Vb.

Ve yakın dönemde Vizyona giren filmler
Yeşil Uzaylılar
Şekil Değiştiren Sürüngenler
Dünya Dışı Varlıklar
Mutantlar
Tehlikeli Tür
Vb.

Kültürünüze uygun yapılmış şekiller. Anlıyor musunuz? Aynı aldatma, değişik çağ. Hepsinin temelinde cinlerin yönlendirmesi var!

[İngilizce Şarkı] “Ben şişedeki bir cinim bebeğim. Hadi, hadi çıkar artık beni.”

Damalı yüzey ve Putlar

İnsanlar gibi cinlerin de iyisi ve kötüsü var. İmanlı ve ALLAH’a inananları var. İmansız ve şeytana kulluk edenleri var. Nerde varlar? İçimizde!

Her insanın iki şeytanı vardır. Bu şeytanlar, en büyük şeytan iblise bağlıdır. Şeytanın emir komutasında, kişiyi şerre sevk eden bu şeytanlar, kişinin nefsi ve ahlakına göre şekillenmişlerdir. Bunlar kişinin damarlarında dolaşarak, kişiyi kendilerine bağlarlar. Şuuru bunların elinde olan kişi, faydalı, nurlu ve sevaplı amelleri kötülük, kötülüğü de faydalı, nurlu ve sevaplı amel olarak görmeye başlar. Bu şeytanlar şayet iman etmişlerse, kişiyi faydalı, nurlu ve sevaplı amellere sevk ederler. Şeytanın emir komutasından çıkanlar, şeytanın bir yalancı, sahte, aciz olduğunu söylerler.

Her insanın içinde vesvese veren iki şeytan, iki cin vardır!

Cinlere tapınanlar ya da cinlerle çalışarak aldananlar cinlerin üstadı şeytanın planına hizmet etmektedirler. Büyük bir iş ya da küçük bir işle.

Dünya da bilerek cinlerle iletişime geçen ya da iletişime geçmeye çalışanlar gibi cinlerin de amacı aynıdır. Falcılara, cadılara, iyileştiricilere, hipnozculara, büyücülere ve sıradan halka telkinlerde bulunurlar.

Şeytan Âdemoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır.
[Ravi: Hz. Safiyye Radıyallahu Anha, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 102]

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor]
“Adaklar putların tapınma odasında yapılmaktadır. Eski tarih hakkında bilgi verecek çeşitli cinlerle iletişime geçmek için bir trans-medyum kullanılmaktadır. Adam öyle duruyordu. Gözleri döndü ve yarım saat öyle durdu. Cin adamın vasıtasıyla konuştu. Danışman cin “Ne bilmek istiyorsun?” dedi. Orada bulunan insanlardan birinin sorusunu ona iletti. Sesi ve her şeyi değişti. Sesi tamamıyla değişti. Kendini ruhani bir öğretmen olarak tanımladı. Ruhani bir danışman olarak tanımladı. Sonrada soruyla ilgili bütün olayları anlatmaya başladı.”

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre cinler ile iletişime geçmek kolay bir şey değil. Belirli tarihlerde belirli enerjilerin çıkması için belirli ritüeller yapıyorlar. Bu ritüeller tiksindirici davranışlar, kurban ve kan dökülmesi üzerine kurulu. Kurbanlar sözde boyutlar arası kapılar “Yıldız Kapıları” açıp öbür boyutun en güçlü cinlerini çağırıyor. Boyutlar arası seyahat ve iletişim belirli yerlerde belirli ritüeller sayesinde oluyor. “Putlara Kurban Etme” işte budur! Her zaman cin çağırmakla alakalı! Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/İlluminatiye göre bu “kutsal” bölgeye ya da enerji ağına girebilmek için kan dökülüyor.

Maya Putu Kukulkan Filminden bir bölüm: “Bu günler büyük yasın günleri. Toprak susuyor! Ekinlerimize büyük bir veba musallat olmuş. Hastalıklar istediği anda bizi yok ediyor. Büyük Kukulkan [Maya putu]! Bu kurbanla seni memnun edelim. Büyüklüğünü gösterelim. İnsanlarımız gelişsin. Dönüşüne hazırlansın. [Kurban’a söyleniyor] “Savaşçı, korkusuz ve istekli! Kanınla dünyayı yeniliyorsun!” Dönemden döneme. Sana şükürler olsun. Kukulkan’ın kalbi! [filmde biri kurban ediliyor ve kalbi sökülüyor.]

Bu bugün yok mu sanıyorsunuz?

Yeni döneme giren her lider günümüzde aynı ritüeli uygulamaktadır.

Damalı yüzeyin ne olduğunu bilmek istiyor musunuz? Damalı yüzey Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inanışına göre boyutlar arası seyahatin simgesidir. Matrix Filminde Neo karakteri ancak damalı yüzeyde yürürken bu dünyadan ayrılıp Morpheus’u ziyaret edebiliyor. Ancak o zaman ”kapılar” açılıyor. Onlar seyahatin aracı.
Bir tarafta ışığı temsil eden bir sütun var. Öbür tarafta da karanlığı temsil eden bir sütun var. Merkezde ise hayvanları ve başka canlıları kurban ettikleri alan var. Bir tarafta ışığı temsil eden sütun, diğer tarafta karanlığı temsil eden sütun var. Işık bizim dünyamızı temsil ediyor. Karanlık cinlerin dünyasını temsil ediyor. Damalı yüzey ise iki dünyanın birleşimini temsil ediyor. Bütün mason ritüellerinin damalı yüzeyde yapılması gerekiyor. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancı budur!

Ancak bu sadece temsili, ritüeller asıl kapıları açıyor.
Yüzyıllardır İlluminati damalı yüzeyde şeytana tapındı ve şeytanı, cinleri çağırdı.

Masonların çektiği filmlere göz atalım. “Düşmüş Melekler”, “Tanrılar”, “Gri Uzaylılar”, “Şekil Değiştiren Sürüngenler”, vb.
Aslında filmlerde kullanılan görüntülerin hepsi, cinlerin girmiş olduğu şekillerin resmedilmiş hali. Hepsi Yeni Dünya Düzeni’ne uygun davranıyorlar.

Northamptonshire ve Huntingonshire’da Masonluk.

Masonlar Amerika Birleşik Devletleri Kongre Binası’nın önünde, halkın gözü önünde şeytan için bir rütüel yaptılar damalı yüzey üzerinde.

İlluminatinin büyük planı nedir? Bütün dönemlerin, geçmişin ve şu anın aldatmacası. Her çağ için farklı bir plan vardı ancak hepsi aynı hedefe yönelikti. İnsanı ALLAH’tan ve gerçekten uzaklaştıran aldatma.

Doğrudan Şeytandan geldiğini iddia edilen planları Roger J. Morneau’nun nasıl anlattığına dikkat edin.
[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor]
“Takip edeceğimiz 3 tane ilke var. Şeytan, ‘insanların şeytanın ve cinlerinin olmadığına inandırmalıyız’ dedi. Bu üç ilkeden ikincisi insanların akıllarına hükmetmenin bir yolu olan hipnotizmi gizlilikten çıkarıp insanlığın yararına yeni bir bilim olarak sunmaktı. Hipnotizmi gizlilikten çıkarıp insanlığın yararına bir bilim olarak tanıttıklarında ünlüleri, öğretmenleri, kabiliyetli insanları harika şeyler yaptırarak, örneğin; sözüm ona insanları zamanda geri gönderip önceki hayatlarını göstererek kullanacaktı. Tabii seans bittiğinde söz konusu kişi eski tarih hakkında hiçbir şey bilmeyecek ve transta bahsettiği kişiler 2000-4000 sene evvel bir şeyler yapmış olacaktır.” [Yani insanlar bu sayede eski tarihlerde olan olayları düzgün anlatan cinler tarafından kullanılacaktı. Bu olağan çünkü cinler binlerce sene yaşarlar.] Ancak bu İlluminatinin planıydı. Bu sayede toplumda büyük aldatmaya karşı güven uyandıracaklardı. Mistisizmle insanları dinden uzaklaştıracaklar. Üç ilke şunlar yani: Şeytanın ve cinlerinin var olmadığını insanları inandırmak. İkincisi insanların akıllarını ele geçirmek. Üçüncü ilke kutsal kitapları yakmadan yok etmek! Kutsal kitapları yakmadan yok etme planı çok ilginçti. Büyük konsül toplantısından sonra şeytanın Charles Darwin’e birebir evrim teorisi ilkelerini dikte edeceğine karar verildi. Kovulmuş şeytan tarafından eğitim aldığı söylendi. O zaman da şeytan ve cinler; eğer bir insan evrim teorisine inanırsa hayatında kutsal kitapların yaratılış haftasını, insanın düşüşü ve kurtuluş isteğini tamamıyla yok edeceğini anlıyorlardı. Evrim teorisini öğreten her kimse o dini inanışın önemli bir rahibi sayılıyordu. Bu teorinin her öğreticisi cinler tarafından önemli bir kişi olarak algılanıyor ve şeytanın kendisi tarafından ona özel bir karşılık ayrılıyor. Birisini inandırarak ruhani körlük, ikna ve dönüştürme ile büyük güç elde ettiklerine inanıyorlar.”

Charles Darwin’in yazdığı kitaplar: İnsan Tanrı’yı mı yarattı? Tanrı Yanılgısı, Büyük aldatma: Tanrı Yoktur,

Büyük gerçek: evrim teorisi şeytanın vesvese ve telkinleri sayesinde insanlara anlatıldı.

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor]
İlluminatinin dünyanın çoğunluğunu elde edecek asıl büyük planlarına gelince; İyi ve kötünün savaşının sonunda birçoğunu yanlarına çekecekler. Özgün bir şekilde yapılacak. İnsanlar bu fikirleri yutacak. Çünkü cinler kendilerini uzak gezegenlerden ve galaksilerden gelen ve onları dünyanın yok oluşuna karşı uyarmaya gelen varlıklar olarak tanıtacaklar. Dikkat edilip ciddi bir önlem alınmazsa bu gerçekleşecek.
1. planları: Cinler kendilerini dünya dışı gösterip bu fikre sizi inandırmak için her şeyi deneyecekler.
2. planları: İslam’ı bitirmek. İçeriden gerilim yaratacaklar.
3. planları: Yeni Dünya Dinini tanıtacaklar. O din ne olacaktır? İnsanın ilah olduğunu anlatan bir din, insanın ilah olduğunu anlatan bir inanç.”

“The Secret” kitabının ne hakkında olduğuna değinelim. Kendi tanımıyla bir medyum tarafından yazılmıştır. Aynı gizli örgütler tarafından sizi aldatmak için finanse edildi. Ancak gerçek sırları nedir? Neyi bilmememizi istiyorlar? Bu gizli örgütlerin temelinde Kabala yatıyor. Matematik ve sayıları kullanarak bir bilgiyi şifreleme yöntemidir. Gizli örgütler üyeleri bildiklerini herhangi bir dilde yazmaya cesaret edemediler, bildiklerini korudular. Çünkü birisi çalabilirdi ve sır yayılırdı. Bu bilgiyi alıp, gizlediler. Bu şifreleme sisteminin, bir yanı matematik ve sayılar, diğeri ise mimaridir. Niye masonlar isimli bir yardımlaşma derneği var diye düşündünüz mü? Duvar ustaları değiller miydi? Tabii ki duvar ustalığı yapıyorlar. Yaptıkları her duvarda sır saklı ve devirler boyunca binaların mimarileri ve ölçüleri, matematik ve geometrik formüller, yüksekliği ve genişliğinde bu sırrı gizlediler.

Bismillahirrahmanirrahiym. Kuşkusuz, göklerde ve yerde, iman sahipleri için sayısız ayetler vardır. Ve sizin yaratılışınızda, her yana yaydığı canlılarda, kesinliği yakalayan bir topluluk için ibretler, işaretler vardır. Göklerde ne var, yerde ne varsa tümünü, ALLAH’tan bir lütuf olarak size boyun eğdirmiştir. Bunda, derin derin düşünen bir topluluk için elbette ibretler vardır. Sadakallahül-Aziym.
[Casiye Suresi, 3, 4, 5. ayetler]

Birçok kişi “Eğer ALLAH [c.c.] varsa niye bu kadar çok savaş, acı, nefret, keder var?”
diye soruyor. ALLAH [c.c.] insana, insanlığını en değerli yaratılanlardan biri olarak yapabilmesi için en büyük hediyelerden birini verdi ve en büyük sorumluluklardan birini. Akıl!

İnşa edilen binalar, ülkeler insan yapımı. Şelaleler, ırmaklar ALLAH [c.c.] yapımı.
Ağaçlar ve ormanlar ALLAH [c.c.] yapımı. Aç çocuklar ve para insan yapımı.
Deniz, balıklar ALLAH[c.c.] yapımı, balık katliamları insan yapımı. Nehirler, kayalıklar, dağlar ALLAH [c.c.] yapımı, yangınlar insan yapımı. Sevgi ALLAH [c.c.] yapımı, çocukları öldürmek insan yapımı.

İkisi arasında açık bir fark var. Farkı öğrenin. Davranışlarımızdan sorumlu olmanın vakti geldi. ALLAH [c.c.] bize aklı verdi.

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey insan! Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir? Rabbin seni yarattı, düzgün hale koydu, ölçü ve ahengi tam bir varlık olarak şekillendirdi. Sadakallahül-Azıym.
[İnfitar Suresi, 6, 7. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık. Sadakallahül-Aziym.
[Tin Suresi, 4. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Öyleyse Rabbini, o büyük adıyla tesbih et. Sadakallahül-Aziym.
[Hakka Suresi 52. ayet]

Ancak hala çoğu reddeder. Bu gerçeği nasıl reddederler?

ALLAH, din ve insanlık hakkında günümüz kuramlarını okudunuz mu? Ortak yanlarını fark ettiniz mi? “Tanrı Yoktur”, “Tanrı Kendini Oluşturan Bir Hayaldir” “Siz Bir ilahsınız” “Bilinciniz Vasıtasıyla siz ilahsınız” “Maymunlardan Evrimleştiniz” “İstediğinizi Yapın”, vb. kuramları öne sürerler, insanlara anlatırlar.

“Kutsal kitaplarınızdaki mucizelerin ardında uzaylılar vardı”, “Genetik olarak uzaylılar tarafından yaratıldınız”,vb.
İlluminati, dini bir kontrol aracı olarak kullanmıştır!

Bu bahsedilenlerden herhangi birisine inandıysanız dünyevi bir hedefin tuzağına düşmüşsünüzdür. Bu planın amacı sizi gerçeğe kör etmek ya da uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu plan ALLAH’ı hayatınızdan uzaklaştırıp sizi dünyevi zevkler ve kazançlara çekmektir. Ancak ahiret hayatı yerine dünya hayatına odaklandığınızda İlluminatinin denetlenen bir kuklası olmaktasınız. Deccal’ın dünyası zevk ve tüketim üzerine yapılanmıştır. Bu yüzden şeytani dinin birinci kuralı “istediğinizi yapındır.” Eğer din insanlık, uzaylılar ya da İlluminatiler tarafından bir denetim aracı olarak kullanıldıysa çok tanrılı dinler niye hiç mücadeleyle karşılaşmıyorlar? ALLAH’ın [c.c.] gönderdiği peygamberler ve kutsal kitaplar niye hep gücü elde tutanlar tarafından saldırıya uğramıştır? Niye sadece ALLAH’ın [c.c.] gerçek peygamberleri İlluminati/Elitler tarafından saldırıya uğramıştır? Çünkü ALLAH’ın [c.c.] gönderdiği peygamberler ve kutsal kitaplar insanlığı haksızlıklardan ve yanlış yönetimlerden kurtarmaktadır. Bu da gücü elde tutanlar için en büyük tehdittir.

Dünyanın çok tanrılı dinlerine baktığımızda “yönetimi ve gücü elinde tutanlar” hiç biriyle mücadele etmemiştir!

Bu dinlerden hiç biri gücü elde tutanlarla mücadele etmemiştir. Böylelikle hangi dinlerin İlluminati/Elitler tarafından oluşturulduğunu anlıyoruz. ALLAH [c.c.] Hz. Adem Aleyhisselam’dan Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’a kadar aynı mesajı göndermiştir!

Günümüzde niye bu kadar çok farklılık vardır?

Niye ALLAH’ın gönderdiği kutsal kitaplara inananlar arasında birliktelik yoktur? Neden aynı dinin mezhepleri arasında bile birlik yoktur?

ALLAH’ın [c.c.] göndermiş olduğu kutsal kitaplar insan tarafından oluşturulmamasına rağmen her biri istismar edilmiştir. Nasıl istismar edildiklerini görmek için ALLAH’ın [c.c.] gönderdiği kutsal kitapların başlarına neler geldiğine bakalım. Farklılıkların nereden geldiğini görelim.

Tevrat’la başlayalım.
Yahudilerin Krallığı kimin tarafından yok edildi? Nebukadnezar. Babil Krallığı kutsal topraklarda ki Yahudi krallığını yok etti ve Yahudi Krallığını böldü. Sadece bölmekle kalmayıp, onları Irak[IraQ] ve Babil’e köleler olarak götürdüler. Onları Babil’e geri götürdüler. Yahudiler böylece Allah’ın dininden uzaklaştırıldılar. Yazıtlarından uzun bir süre uzak tutuldular. Babillilerin etkisi, diktası, baskısı ve hükümdarlığı altında kaldılar. Hz. Musa Aleyhisselam’ın dininden sapmaların çoğu burada, Babil’de yapılmıştır. “Talmud nerede ve kim tarafından yazılmıştır?” Babil’de bulunan 70 haham tarafından yazılmıştır. Şu anki Yahudilerin merkezi odak noktası ve kanunu olmuştur. İnsan yapımıdır! Tevrat’ı bırakıp Talmud’u takip etmişlerdir. Talmud, Babil rejimi ve çevresi etkisinde kalan hahamlar tarafından yazılmıştır. Talmud, Kudüs ve Süleyman Mescidi hakkında çeşitli planlara odaklanmıştır. Bu planların amaçları gizli örgütlerin oluşum ve amaçlarına güçlü bir biçimde bağlıdır. Süleyman Aleyhisselam’ın bu kötü planlarla bağı yoktur. “Süleyman’ın Tapınağı” diye bir şey yoktur. Mescidi Yakup Aleyhisselam yapmıştır. Süleyman Aleyhisselam Krallığı sırasında mescidi genişletmiştir. Bir tapınak değildi. Bir mescitti. Süleyman Aleyhisselam Mescidi Aksa’yı ALLAH adına genişletti. Her peygamber sonra gelecek peygamberleri ve birbirlerini tamamlayan kitapları onaylamasına rağmen bozuk liderler her zaman gerçekle mücadele etmişlerdir.

Bismillahirrahmanirrahiym. Allah katından kendilerine, ellerinde bulunanı tasdik edici bir resul geldiğinde, kitap verilenlerden bir grup, Allah’ın Kitabı’nı hiç bilmiyorlarmış gibi arkalarına attılar. Sadakallahül-Azıym.
[Bakara Suresi, 101. ayet]

Allah’ın Kitabı’nı arkalarına attılar. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam geldiğinde Resulullah’ı takip etmek istemediler. Neyi takip ettiler? Süleyman Aleyhisselam’ın Harut ve Marut’tan aldığı kitabı takip ettiler. Bu kitabın içeriği nedir? Şeytanlar insanlara büyüyü öğrettiler. Şeytan ve cinleri Süleyman Aleyhisselam zamanından önce ve Süleyman Aleyhisselam’ın hükümdarlığı zamanında insanlara büyüyü öğrettiler. Bu ayetin tefsirinde Süleyman Aleyhisselam’ın şeytanların insanlara büyü öğrettiğini öğrendiği söylenmektedir. Bütün kılavuzları ve kitapları şeytanların ve insanların ellerinden aldı ve büyü yapan ya da öğreten herkesin idam edileceği kanununu koydu. Bütün kitapları ve kılavuzları alıp tahtının altına gömdü. Gerçek budur!

Şimdi gizli örgütlerin büyük planlarını, yani niye “Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’ni” yeniden canlandırıp, neden Mescid-i Aksa’nın altını kazıp “gömülü hazineyi” geri almaya çalıştıklarını biliyoruz. Bu hedefe ulaşmak için hiçbir şey onları durduramayacaktır. Bu mescidin etrafında büyük bir komplo vardır. Filistin sizce gerçek barışı tadacak mı? Küresel komplonun merkezindedir. Yavaşça Deccal’ın gelişine hazırlanılmaktadır. Çoğumuz Mescid-i Aksa’yı bilmiyor bile ve bu bir tesadüf değildir. Bütün televizyonlarda Mescid-i Aksa yerine Kubbet-üs Sahra gösterilir. Yani Kubbet-üs Sahra Mescid-i Aksa olarak gösterilmektedir.

Müslüman ya da Avrupa medyasında Mescid-i Aksa’dan bahsedildiğinde hep Kubbet-üs Sahra gösterilir. Böyle düşünmek için yönlendiriliyoruz. Gerçek Mescid-i Aksa yok edildiğinde farkında bile olmayacağız. Farkı bilmek hepimizin görevidir. Bunları okuduğunuz sırada planları ilerliyor ve Mescid-i Aksa’nın altını kazıyorlar. Mescid-i Aksa’nın yok oluşu Mehdi Aleyhisselam’ın gelişinin büyük ve son alametlerinden biridir!

Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’ndeki gömülü hazinenin alınmadığını mı sanıyorsunuz? Bugün yapılan kazılar bu hazineye ulaşmak için mi? Hayır! Bugün yapılan kazıların amacı bu değildir! O hazine yüzyıllar evvel bulunmuştu. Kimin tarafından biliyor musunuz?

Birinci Haçlı Seferinin Şövalyeleri Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nde gizli kasalar bulmuşlardı. Şövalyeler bu hazinenin bir kişi için çok büyük olduğunu düşündüler. Bir kral için bile çok büyük bir hazineydi. Hazineyi Avrupa’ya getirdiler ve Tapınak Şövalyeleri adını aldılar. Gelecek yüzyıllarda Avrupa dışına kaçırdılar. Büyük tapınağın inşacıları onuruna Masonlar adı altında yeni bir cemiyet kurdular.

Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’ni inşa edenler kimdi peki? Amerika’nın kurucuları gibi masonlar bize bunun gibi ipuçları bıraktılar. [1 dolarlık banknotta] “bitmemiş piramit, her şeyi gören göz” Tapınak Şövalyelerinin sembolleri, Hazinenin bekçileri. Bizimle konuşuyorlar. Bunlar vasıtasıyla.

Büyük hazine nedir? Bütün hayallerin ötesinde bir hazine! Tapınak Şövalyeleri yasaklı büyü kitaplarını buldular. Yasaklı büyü kitaplarından öğrendikleri gizli sanat ile İlluminati’yi kurdular. Bu sanatı dünyadaki bütün güç birimlerine ulaşmak için kullandılar. Bunu şeytana taparak yaptılar. Bilerek ruhlarını sattılar. Gizli ritüeller, vaat ve anlaşmalarla bu bilgi saklı tutuldu. Bilgileri asla yazılmadı ancak semboller, ritüeller ve mimari vasıtasıyla aktarıldı.

Peki, bugün neden Mescid-i Aksa’da kazı yapılıyor? Mescid-i Aksa’nın önemi nedir?

Yüzlerce senedir Kudüs’ün Tapınak Tepesi olarak adlandırılan yerde, ALLAH’ın gönderdiği peygamberler ALLAH’ın dinini hâkim kılmak için savaşmışlardır. Bugün Mescid-i Aksa’yı yok etmeye çalışıyorlar. Bugünün kazıları Mescid-i Aksa’nın düzenli yıkımı içindir. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin krallarının kralı, Deccalın gelişine hazırlanıyorlar. Deccal yeniden yapılan tapınakla karşılanmak zorundadır. Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi yeniden yapılmadan önce Mescid-i Aksa [diğer isimleriyle Beytü’l-Makdis, Beyt-i Mukaddes] ALLAH’ın kutsal mescidi yok edilmek zorunda. Mescidin yapımına Dâvud Aleyhisselam başlamış ve Süleyman Aleyhisselam tarafından tamamlanmıştır. İsrail devleti ise Mescid-i Aksa’yı yavaş ve sinsi bir şekilde yıkmayı planlamıştır.

Şubat 2007’nin başında İsrail antikalar otoritesi Mescid-i Aksa’nın dışındaki Tapınak tepesini ve batı duvarını kazmaya başlamıştır. Otoriteler tapınak tepesinin kapılarından birine ulaşacak kalıcı bir duvara hazırlık olarak bu çalışmaların yapıldığını söylüyorlar. Kazıyı yapanlar yaptıkları kazının Tapınak Tepesi sınırları dışında olduğunu ileri sürüyorlar. Duvardan neredeyse 50 metre uzaktaymışlar. Duvarın sınırları içinde hiçbir şey yapılmamaktaymış.

Bölgedeki Filistinli Müslümanlar ve İsrail karşı karşıya geldi. Aynı ay içinde Mescid-i Aksa yakınında yapılan arkeolojik kazılar yüzünden üçüncü kere olay çıktı. Masonlar her taraftan tüneller kazdı. Biri bir mahalleden kutsal Mescid-i Aksa’ya gidiyor. Adım adım mescidi yok ediyorlar. Bu hareketle geniş çaplı bir dini savaşı ortaya çıkarıyorlar. İsrail Tapınak Tepesindeki ve Mescid-i Aksa altında yapılan kazıları şiddetli bir şekilde reddediyor. Saygı duyulan hahamlar kazıları bu bölgenin Yahudilikte çok kutsal olduğu ve birçok Yahudi’nin kutsallığından ötürü oraya giremeyecekleri iddiasıyla reddediyor. Hahamlar “Kutsal bir mekân olduğu için, Hz. İsa Aleyhisselam tekrar dünyaya gönderilene ve insanlar günahlardan temizlenene kadar o tepeye çıkıp dua edilemeyeceğini” söylüyorlar.

Aynı sırada Hamas ve Fatah liderleri Suudi Arabistan’da ihtilafları çözmeye çalışıyorlar. Mescid-i Aksa etrafındaki olaylar iki tarafı da İsrail’e karşı birleştirmiştir.

3. Dünya Savaşı’na hazır mısınız? 3. Dünya Savaşı çoktan başladı!

Ancak çoğunuzun düşündüğünün aksine bu savaş Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında ya da Müslümanlarla Yahudiler arasında değildir. Öyle gözükse bile gerçek öyle değildir. Neden?

3. Dünya Savaşı Mehdi Aleyhisselam önderliğindeki Müslümanlarla, Müslüman olmayan bütün insanlar arasında olacaktır. Müslümanların lideri Mehdi Aleyhisselam, Müslüman olmayanların liderleri ise Siyonistler/Masonlar/Satanistler/İlluminatiler olacaktır. Yani bu savaş Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin soyundan gelen Mehdi Aleyhisselam’ın ordusuyla Firavun’un soyundan gelenler arasında olacak! Şeytana tapanlar ve ALLAH’a hakkıyla inanan Müslümanlar arasında olacak!

Mehdi Aleyhisselam, dini Resulullah Aleyhisselatu Vesselam'ın zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak. İslam haricindeki bütün inançları kaldıracak. İslam’dan başka inanılan hiçbir inanç kalmayacak.
[Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 186-187]

Mehdi Aleyhisselam, ahir zamanda dünyaya gelecektir. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam'’n soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam'la buluşacak, İslam dışındaki bütün inançları kaldıracak, dünyada yalnız İslam kalacak.
[H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, sayfa 35]

Günümüz Firavunlarına karşı gelinememesinin sebebi nedir? Tamamıyla cahil ve köle bir toplumun oluşturulmuş olmasıdır! Peki, bu düzeni nasıl koruyacaklar? “Yeni Dünya Düzeni” kurarak koruyacaklar. Karşı çıkanları ise bölüp yenecekler. İlluminati, kendilerini satanist ilan eden Rothschild’ler tarafından kuruldu.

Günümüzde dünyayı kim yönetmektedir?

Siyonist Bankacı Aileler, Temelde Rothschild’lar & Rockefeller’lar.

Rothschild Ailesi Dünyayı nasıl yönetiyor?
2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan İsrail Devleti’nde her şey 1960 yılında John Fitzgerald Kennedy'nin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olmasından sonra değişmiştir. John Fitzgerald Kennedy Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en genç Başkan'ıdır ve aynı zamanda ilk ve tek Katolik Başkan’dır. John Fitzgerald Kennedy'den önce Amerika Birleşik Devletleri'nde Katolik bir Başkan hiçbir zaman olmamıştır. John Fitzgerald Kennedy'nin babası olan Joseph Kennedy de politikacı olup aynı zamanda İngiltere büyükelçiliği yapmıştı. Ne Joseph Kennedy, ne de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John Fitzgerald Kennedy Yahudilerle iyi geçinemiyorlardı. Joseph Kennedy büyükelçilik yaptığı dönemde Londra'da Yahudilerin boy hedefi haline gelmiş ve çeşitli saldırılara maruz kalmıştı. Sigmund Rotschild, John Fitzgerald Kennedy'ye "Başkan seçildiğinde Ortadoğu'da İsrail tarafını tutan bir politika izlemesi karşılığında, milyonlarca doları bulan seçim kampanyası masraflarını karşılamayı" teklif etmiştir. Ancak John Fitzgerald Kennedy ‘böyle bir teklifin bir daha yapılmamasını rica etmiş ve kendisini hakarete uğramış hissettiğini’ belirttirmiştir. John Fitzgerald Kennedy, İsrail Devleti’nin Amerika Birleşik Devletleri üzerindeki faaliyetlerinden son derece rahatsızdı. John Fitzgerald Kennedy'ye göre İsrail’in faaliyetleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığına vurulmuş bir darbeydi. İsrail kurulduğu günden beri Ortadoğu'da süper güç olmak için çalışmaktadır. Bu yüzden İsrail Devleti hızlı bir "nükleer silahlanma programı" izlemiştir. İsrail'in Dimona Çölü'nde kurduğu nükleer santralinde peynir-ekmek gibi atom bombası ve nükleer başlıklı füzeler üretmesi Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John Fitzgerald Kennedy'yi çok rahatsız etmiştir. İsrail'in nükleer füzelerinin Ankara, İstanbul, Şam, Tahran, Bağdat ve Riyad gibi şehirleri vuracak kapasitede ve menzilde olması Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John Fitzgerald Kennedy yönetimini önlem almaya mecbur bırakmıştır. John Fitzgerald Kennedy, Ben Gurion'a yazdığı sert bir uyarı mektubunda; ''İsrail'in nükleer programını durdurmaması durumunda Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin yaptırım uygulamaktan kaçınmayacağını” belirtmiştir. Ben Gurion da cevap olarak gönderdiği mektupta John Fitzgerald Kennedy'ye ''Genç Adam'' diye hitap etmiş ve bazı ağır ithamlarda bulunmuştur. Bu mektuplaşmalar iyice çığırından çıkmış ve hakaretleşmeye dönüşmüştür. Bu durum, üzerine tepki olarak Ben Gurion, istifa etmiştir. Ünlü Yahudi politikacı Henry Kissinger ''İsrail'in nükleer programına son vermesi İsrail'e büyük zarar verir'' diyerek John Fitzgerald Kennedy'yi ikna etmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır. John Fitzgerald Kennedy bununla da yetinmemiştir. 4 Haziran 1963'te Amerikan Temsilciler Meclisi'ne danışarak çıkarttığı 11110 sayılı kanunla Amerikan Dolar'ını basma yetkisini Rotschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank'ın elinden alarak Amerikan Merkez Bankası'na vermiş ve ''bir ülkenin parasının denetiminin şahısların elinde olmasının büyük bir sorun olduğunu'' belirterek kendi sonunu hazırlamıştır. Federal Reserve Bank, İsrail'in en büyük gelir kaynağıdır, tabiri caizse şah damarıdır. John Fitzgerald Kennedy, dolar basma yetkisini Federal Reserve Bank'ın elinden alarak adeta İsrail'in şah damarını kesmiştir.

Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati olmayan tek Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John Fitzgerald Kennedy’nin açıklaması “Biz dünya çağında gizli operasyonlara dayanan, etkisini genişletmek için acımasız bir komplo tarafından saldırıya uğruyoruz. Dev insani ve maddi kaynaklara taahhüt eden ve sıkı bir düğüm ile yüksek bir mekanizmaya, askeri operasyon, diplomatik, istihbarat, ekonomik, bilimsel ve siyasi nitelikleri birleştiren bir sistem. Hazırlıkları gizli ve açıklanmıyor. Hataları gizli tutulup açıklanmıyor. Eleştirmenleri susturuyorlar ve övülmüyorlar.” [Suikasta uğramadan önce yaptığı konuşma]

Neticede İsrail için John Fitzgerald Kennedy'nin etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. John Fitzgerald Kennedy'nin seçimleri kaybetmesini beklemek boş bir umuttu. Çünkü John Fitzgerald Kennedy halktan büyük destek görüyordu. John Fitzgerald Kennedy'ye seçimler kaybettirilse bile sonradan kazanması yüksek ihtimaldi. Üstelik John Fitzgerald Kennedy'nin kardeşi de gelecek vaat eden bir politikacıydı. Tek bir çare gözüküyordu. O da suikast idi. John Fitzgerald Kennedy bir şekilde öldürülürse Amerika Birleşik Devletleri yasaları gereği yerine yardımcısı getirilecekti. John Fitzgerald Kennedy'nin yardımcısı Lyndon Johnson'dı. Lyndon Johnson tam bir İsrail taraftarıydı. Üstelik John Fitzgerald Kennedy ile hiç iyi geçinemiyordu, John Fitzgerald Kennedy de Lyndon Johnson’ı kovmaya çalışıyordu. İsrail, suikast kararı alır ve bunu, Amerika Birleşik Devletleri içindeki Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati bağlantılarını kullanarak gizlice uygulamaya koyar. John Fitzgerald Kennedy'yi öldürmek için en uygun ortam seçim kampanyaları için geleceği Dallas'tır. Dallas'ta her zamanki gibi üstü açık araba ile halkı selamlayacak olan John Fitzgerald Kennedy'yi korumakla görevli CIA ajanları özel olarak ayarlanacak ve John Fitzgerald Kennedy’nin güvenliği sabote edilecekti. Böylece suikast çetesi John Fitzgerald Kennedy'yi rahatlıkla öldürebilecekti. Kaynaklara göre John Fitzgerald Kennedy’yi Fransız suikast çetesi ya da Kübalı sürgünler öldürmüştür. Kesin olan bir şey var ki, John Fitzgerald Kennedy'yi öldürenler çok profesyonel ve acımasız keskin nişancılardan (sniper) oluşan bir suikast timidir. John Fitzgerald Kennedy'nin ziyaretinden önce, yani 21 Kasım 1963 akşamı Dallas'ta bardaktan boşalırcasına yağmur yağmıştır. Ancak şehir halkı buna rağmen John Fitzgerald Kennedy’yi en iyi şekilde karşılamak için elinden geleni yapmıştır. 22 Kasım 1963 sabahı Washington’dan Air Force One uçağı ile gelen Başkan John Fitzgerald Kennedy ve eşi, sabah saat 9'da şehir merkezinde Dallas Valisi Connaly ile birlikte kahvaltı ettikten sonra üstü açık bir limuzine binerek halkı selamlamaya başlamışlardır. Tam 6 aracın olduğu kortejde en son arabada Başkan John Fitzgerald Kennedy ve Vali Connaly vardır. Önde motosikletli SS korumalar ve yanda CIA ajanlarının bulunduğu arabalarla John Fitzgerald Kennedy'nin arabası Kortejle birlikte Elm caddesinden Houston'a doğru beklenmedik bir dönüş yapar. O sırada silah sesleri yükselmeye başlar. Polisler telsizle anons etmeye başlar: ''Korteje ateş ediyorlar yere yatın'' diye. Tam 6 el silah sesi duyulur. Birinci mermi arabayı ıskalar ve alt geçitte bekleyen Edmund Harris adındaki taksi şoförünün kulağını parçalar. İkinci mermi John Fitzgerald Kennedy'yi tam omzundan vurur. Üçüncü mermi John Fitzgerald Kennedy'yi ıskalayıp ön koltuktaki Vali Connaly'i omzundan vurur. Dördüncü mermi John Fitzgerald Kennedy'yi boynundan vurur, aynı mermi John Fitzgerald Kennedy’nin vücudundan çıkıp Vali Connaly'i sırtından vurur. Beşinci mermi arabayı ıskalayıp dikiz aynasını kırıp dışarı çıkar. Ve Altıncı mermi... Altıncı mermi Başkan John Fitzgerald Kennedy'yi tam kafasından vurur. Başkan John Fitzgerald Kennedy’nin kafasını parçalayan mermi bulunamaz. Suikasttan sonra yapılan araştırmalarda John Fitzgerald Kennedy'yi sözde komünistlerden vatan haini Lee Harvey Oswald'ın vurduğu iddia edilir. Ortada altı mermi olmasına rağmen Lee Harvey Oswald'ın tek katil olduğu görüşüne varılır. İddialara göre Lee Harvey Oswald, Texas Okul kitapları bürosunun altıncı katındaki pencere dibinden İtalyan yapımı "Mannlicher Caracano" marka Sniper tüfeği ile 6 kez ateş ederek John Fitzgerald Kennedy’yi öldürmeyi başarmıştır. Lee Harvey Oswald apar topar hapsi boylamıştır. Deliller birden çok sayıda keskin nişancının olduğunu göstermesine rağmen, İsrail denetimindeki Amerika Birleşik Devleri içindeki Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler, suçu Lee Harvey Oswald'ın üzerine
atarak diğer delilleri bir bir yok etmiştir. Suikastı gören 57 kişi ölü bulunmuş, ölümler kaza veya intihar ile açıklanmıştır. Lee Harvey Oswald ise suikasttan iki gün sonra, mahkeme çıkışında yüzlerce FBI ajanı ve polisin arasında Yahudi bir bar işletmecisi olan Jack Ruby tarafından öldürülmüştür. Bu Amerikan milliyetçisi Yahudi, Lee Harvey Oswald'ı öldürmesinin nedenini ise "komünistlerden Amerika'nın aldığı intikam" olarak yorumlamıştır. Çok sayıda keskin nişancı tarafından vurulan John Fitzgerald Kennedy'nin otopsisini Amerikan ordusundaki üst düzey amiral ve generaller yürütmüş ve otopsideki suikast delillerini bir bir sabote etmişlerdir. Ailesi, John Fitzgerald Kennedy'nin kafasının kesilerek incelenmesini ve böylelikle gerçek suikastçıların bulunmasını istediğinde ise, Amerikan birimleri konuyu şiddetle reddetmişlerdir. John Fitzgerald Kennedy apar topar gömülerek konu örtbas edilmiştir. Başkan John Fitzgerald Kennedy'nin suikast sonucu öldürülmesinden sonra başkan adayı olan kardeşi Senatör Robert Kennedy de bir basın toplantısı sırasında Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatini emriyle kurşunlanarak öldürülmüştür. İsrail, John Fitzgerald Kennedy'nin kapattığı Dimona Çölü’ndeki nükleer santralini tekrar açmış ve nükleer silah üretimine eskisi gibi devam etmiştir. Başkan John Fitzgerald Kennedy'nin çıkarttığı, Federal Reserve Bank'ın elinden Amerikan Doları’nı basma yetkisini alan 11110 sayılı kanun iptal edilmiş ve Amerikan Doları’nı basma yetkisi tekrar Rotschild Ailesine ait olan Federal Reserve Bank'a verilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri özellikle John Fitzgerald Kennedy suikastından sonra soğuk savaş sürecini de başlatmıştır. Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Rusya arasındaki soğuk savaştan tüm dünya devletleri çok olumsuz yönde etkilenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Rusya arasındaki silahlanma rekabeti adeta bir sidik yarışına dönmüştür. Amerika Birleşik Devletleri tüm dünya genelinde emperyalist faaliyetlerine hız vermiş ve Vietnam'a saldırmıştır. Vietnam'da binlerce kişinin ölmesine ve birçok ülkenin bu savaştan dolaylı olarak zarar görmesine neden olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde İsrail Lobisi ise iyice pervasızlaşmış ve yönetimde söz sahibi olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri İsrail ile suç ortaklığı yapmaya başlamıştır. En basitinden örnek vermek gerekirse İsrail Devleti’nin çok gizlice yürüttüğü "Samuel Vanunu'yu Kaçırma Operasyonu"na istemeden şahit olan bir Amerikan Fırkateynindeki 23 deniz piyadesi İsrail hücum botları tarafından açılan ateşle öldürülmüştür. Denize düşüp kaçmaya çalışan askerler bile İsrailliler tarafından öldürülmüştür. Olayın basına sızmasına izin verilmemiş ve Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin kontrolündeki Amerikan basını konuyu haber bile yapmamıştır. CIA tüm dünyada ''komünizmle mücadele'' doğrultusunda adına GLADIO denilen ve Beyrut'taki gerilla kamplarında eğitilen katillerden ve paralı askerlerden oluşan gizli bir ordu hazırlamış ve bu paralı katilleri maaşa bağlayarak dünyanın her yerinde komünistleri ve sol düşüncelileri öldürmekle görevlendirmiştir. Bu bağlamda Türkiye'deki sağ-sol çatışmaları, siyasi amaçlar için işlenen cinayetler, katliamlar, terörist eylemler, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi ve 12 Eylül darbesi hep GLADIO'nun eserleridir. GLADIO ordularının kurulması John Fitzgerald Kennedy suikastından hemen sonraya denk gelir. Amerika Birleşik Devletleri’nin "Büyük Ortadoğu Projesi" hız kazanmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin diğer adı ise “Büyük İsrail Devleti” projesidir. John Fitzgerald Kennedy suikastından sonra Büyük İsrail Devleti Projesine hız verilmiştir. Büyük İsrail Devleti Tevrat'ta Tanrı Yehova'nın Yahudilere vaat ettiği topraklardan oluşmaktadır. 11 Eylül saldırıları, Münih'teki eylemler ve daha birçok terörist eylem aslında Büyük İsrail Devleti projesinin bir parçasından başka bir şey değildir. Rothschild’in nakit olarak 2004 bilgisine göre paraları ne kadar? 30 Trilyon dolar, mülkler hariç. Bazıları Büyük Ortadoğu Projesini sanki yeni bir şeymiş gibi algılıyorlar. Osmanlıların yıkılması, Müslümanların parçalanarak bir sürü ülkeye bölünmesi, Türkiye'deki terör eylemleri ve istikrarsızlık ve Irak, İran gibi ülkelerin periyodik olarak neredeyse her 10 yılda bir sorun çıkarması rastlantı değildir!

GLADIO’nun görevi nedir?

[Türkiye'yi şu anda öldü gösterilen ancak yaşayan Hiram Abas yönetmektedir]
Birinci görevi tüm dünya istihbaratlarının başında bulunan Yahudi kökenli şeflerin buluşumu olan Das Som aracılığıyla istihbari bilgilerin tümünü MOSSAD’a iletmek; İkinci görevi de gizli askeri komutanlıktır. Müttefik tüm askeri yaptırımların birinci planlayıcısıdır. [BM-Barış gücü, NATO bunun emrindedir.] Üçüncü görevi de tamamen Dünya Yahudi Lobileri birliği olan FPA aracılığıyla, kendi [askeri ve istihbari] planlarını "Yaptırım" ülkeleri üye başkan/başbakanlarına "EMİR VERMEK"tir. GLADIO tamamen Siyonist bir örgüttür. En tepedeki 3 Yahudi aracılığıyla [Biri Miss(H)ourie Geller] B'niath B'riath örgütünün en tepesindedir. Bu 3 Yahudinin adı BİG BOSS'dur. Bunun altındaki Sinarşik konsül ise Big Bross [Brothers/Biraderler] adını alır. Görüldüğü gibi BB simgesine kafayı takmış bulunuyorlar. En altta "Mahalle" düzeyinde Yaygın örgütlü LEO ve Lioness [Genç Erkek ve Dişi Aslan]’lar bulunmaktadır. Bunlar LYONAISE adıyla bir üste ve üsttekiler de Leon Klüplerine bağlıdırlar. Buradaki Leon aslında GOYİM [evcil/ehlileştirilmiş konuşan hayvan olan yani yahudi olmayan, yahudi efendilerine hizmet eden]lerin başı/en şahı anlamındadır. L harfi aslında bir Kabala yılanıdır ve G harfinin okunuşudur. L ile ilgisi yoktur.
İkinci elde ise diğer GOYIM’ler, yani ülkenin ekonomisini ellerinde tutan [TUSIAD gibi açık değil; Gizli] en zengin tüccarlar/Tüm ülke Holdingleri grubu vardır ve bunlara "Rotaya Girmiş/Yörüngeye oturmuş/Dönüştürülmüş/Gizli çarka dişli yapılmış" anlamında ROTARIEN denmektedir. Aslında o çark G harfinin ta kendisidir. Klüblerin başı ise ROTARY adını alır.

Dünya Savaşlarına ve Hitler’e kim maddi destek verdi?

Rothschild’lar & Rockefeller’lar.

Niye sözde Yahudi Rothschild’lar & Rockefeller’lar 2. Dünya Savaşı’nda yapılan Yahudi Soykırımını desteklediler? Çünkü Yahudi değil Satanistler! Ayrıca soykırım olmasaydı günümüzde İsrail Devleti de olmazdı!

Hitler’in ve Yahudi köle çalışma kamplarının ihtiyaçlarını karşılayan Rothschild’lar, Yahudi Soykırım mağdurlarını zulmedenlere çevirdiler. Dikenli teller arkasında mülteci kamplarında, Filistinliler Nazi toplama kampları mağdurlarına benzemeye başladılar. Bu gerçekler İsrail’in en ilginç sırlarından biridir.

Yazar Simon Shama’ya göre Rothschild’lar İsrail topraklarının %80’inin sahibi. İsrail’in bayrağının 6 köşeli yıldızı bile Rothschild ailesinin kırmızı kalkanından alıntıdır. 6 köşeli yıldızın merkezine bağlı 6 noktası, 6 üçgeni ve 6 yüzü vardır.

Dünya Savaşları’nı ve Yahudi Soykırımını finans edenler İsrail’in %80’inin sahibi! Bu aileler kimin için çalışıyor? Artık dünyamızdaki acıların çoğunun arkasında kimler var anlamaya başlıyor musunuz? Neden Kudüs? Neden Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nin yeniden yapılması? Kudüs çünkü Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre Deccal, İsa Aleyhisselam’ın Dünyayı yönetmek için gönderildiği yerden hükmetmek zorunda! Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nin konusu ne peki?

İsrail bayrağındaki 6 köşeli mavi yıldız aslında Süleyman Aleyhisselam’ın mührüdür.

Süleyman Aleyhisselam’ı diğer peygamberlerden farklı kılan özellik nedir peki?

Süleyman Aleyhisselam “Ya RAB! Bana hiçbir kimsede olmayan bir devlet ve kudret ihsan eyle” diye dua etmiştir. Süleyman Aleyhisselam'ın bu duası kabul olunur. Ve cinlerin, hayvanların, rüzgârın ve insanların efendisi olup onlara hükmetmiştir. Süleyman Aleyhisselam’a cinlere, hayvanlara, rüzgâra ve insanlara istediğini yaptırma gücü verilmiştir. Süleyman Aleyhisselam hayvanların dilinden anlardı. Süleyman Aleyhisselam cinlere hükmeder ve cinleri her işte çalıştırırdı. Süleyman Aleyhisselam Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'yı 7 yılda tamamlatmıştır. Süleyman Aleyhisselam rüzgâra da hükmettiği için istediği yere kısa sürede giderdi. Süleyman Aleyhisselam Rüzgâr ile bir yerden bir yere giderken tahtını da götürürdü. Süleyman Aleyhisselam'ın 9 Mucizesi Vardır.

1] Süleyman Aleyhisselam Rüzgâra Hükmederdi.
2] Bütün cinler Süleyman Aleyhisselam’ın emrindeydi.
3] Süleyman Aleyhisselam denizi geçmek istediğinde su yarılır ve Süleyman Aleyhisselam karşıya geçerdi.
4] Süleyman Aleyhisselam’ın mühründe İsm-i Azam Duası vardır ve bu dua ile her isteği kabul olunurdu.
5] Süleyman Aleyhisselam bütün hayvanların seslerini işitir, bütün hayvanların dillerini bilirdi.
6] Süleyman Aleyhisselam nereye gitmek isterse kolaylıkla giderdi.
7] Süleyman Aleyhisselam cinler vasıtasıyla her yerde ki hazineleri bilirdi.
8] Süleyman Aleyhisselam’ın istediği yer anında yeşillik haline gelirdi.
9] Süleyman Aleyhisselam bir yere gittiği zaman duvarlarda Süleyman Aleyhisselam ile gelirdi.

Süleyman Aleyhisselam cinlerden, hayvanlardan ve insanlardan oluşan ordulara sahipti. Cinler melekler tarafından zincirlere vurulur ve Süleyman Aleyhisselam’ın emirlerini yerine getirmeyen cinlerin başı kesilirdi.

Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nin neden bu kadar önemli olduğunu anladınız mı?

Zeitgeist filminde Horus’un hikâyesi nasıl anlatılmaktadır?
Milattan önce 3000’lerde Mısır’ın Güneş Putudur. İnsan şeklini almış Güneş’tir. Hayatı güneşin gökte hareketlerinin, mecazi bir takım mitlerini oluşturuyor. Genişçe bakarsak Horus’un hikâyesi şöyledir. Horus 25 Aralık’ta, bakire İsis Meryem’e doğmuştur. Doğumunu doğuda bir yıldızın çıkışı ve üç kralın bu yıldızı takip edip onu bulması ve süslemesi takip etmiştir.12 yaşında öğretmenlik yapmaya başlamıştır. 30 yaşında Anup adlı bir kişi tarafından vaftiz edilir ve böylece görevine başlamıştır. Horus’un 12 havarisi vardı ve onlarla gezip hastaları iyileştirme ve su üstünde yürüme gibi mucizeler gerçekleştiriyordu. Horus’un, “gerçek, ışık, Tanrı’nın kutsanmış oğlu, iyi çoban” gibi birçok jest isimleri vardı. Typhon tarafından ihanete uğradıktan sonra Horus çarmıha gerildi, üç gün gömülü kaldı ve yeniden hayata döndü.”

Hıristiyanlar İsa Aleyhisselam’ın hayatını nasıl bilir?
İsa Mesih Beytüllahim’de 25 Aralık’ta bakire Meryem’e doğdu. Doğumunu doğuda bir yıldızın çıkışı ve üç kralın bu yıldızı takip edip onu bulması ve süslemesi takip etmiştir. 12 yaşında öğretmenlik yapmaya başladı ve otuz yaşında Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edildi ve böylece görevine başladı. İsa Aleyhisselam’ın beraber seyahat ettiği, hastaları iyileştirdiği, su üzerinde yürüdüğü, ölüleri dirilttiği 12 havarisi vardı. Aynı zamanda “kralların kralı, Tanrı’nın oğlu, dünyanın ışığı, alfa ve omega, Tanrı’nın kuzusu” gibi birçok isimle tanınıyordu. Havarisi Yehuda tarafından ihanete uğradıktan ve 30 parça gümüşe satıldıktan sonra çarmıha gerildi, gömüldü ve üç gün sonra yeniden doğdu ve cennete yükseldi. [Hıristiyanların batıl inancına göre İsa Aleyhisselam’ın hayatı bu şekildedir.]
Şimdi burada bahsedilen yıldız Sirius’tur. Gece gökte gözüken en parlak yıldızdır. 24 Aralık’ta Orion kuşağındaki en parlak üç yıldızla hizaya giriyor. Orion kuşağındaki bu üç parlak yıldızın eski zamanlardaki isimleri kullanılmaktadır: üç krallar. Onlar ve en parlak yıldız Sirius hep beraber 25 Aralık’ta güneşin doğduğu yeri göstermektedirler. Bu yüzden üç krallar Sirius yıldızını takip etmektedirler. Gün doğumunu göstermek için. Güneşin doğumunu.

İsa Aleyhisselam gerçekte ALLAH’ın mesajını yayan, yaşayan, nefes alan bir peygamberdi. Niye bir hikâye üretilmiştir? Neden İsa Aleyhisselam’ın hayatı Hıristiyanların bildiği şekliyle Horus’un hayatına benzetilmiştir?

İnsanın dolandırıcılığı o kadar karanlık ki!

Horus hakkında başka ne biliyoruz?
Horus’un babası Osiris, kardeşi Set tarafından öldürülünce, Horus Set’le Mısır’ın tahtı için mücadele etti. Bu savaş Horus’un bir gözünün yaralanmasıyla son bulmuştur. Böylece Horus savaşı kazanıp “Tek Gözlü Güneş Putu” olmuştur. Zamanla RA ile birleşip Ra-Horakhty olup bütün Mısır’ın hükümdarı olmuştur. Ra-Horakhty Mısır’lılar için Tek Put olmuştur ve bütün diğer Putlar bu Tek Put’un farklı yüzleri olmuştur. Böylece Tek Gözlü Güneş Putu “Tanrı’nın Oğlu”, “Dünya’nın Işığı” ve “Herkesin Hükümdarı” olarak anılmaya başlanılmıştır.

Tek Gözlü Deccal’ın ilah olarak kabul edilmesi için dünya çapında bir komplo düzenlenmektedir! En baştan beri planları buydu!

Müslümanlara en büyük sınavlardan birinin Deccal’ın aldatmasıyla yüzleşme olacağı öğretilmektedir.

Hz. Meryem’in oğlu Hz. İsa Aleyhisselam’ın gerçek hikâyesi.
ALLAH’ın vahiy meleği Cebrail Aleyhisselam Hz. Meryem’in karşısına çıktı ve Hz. Meryem’e ALLAH’ın büyük bir peygamberinin annesi olacağını kararını verdiğini söyledi. Hz. Meryem Cebrail Aleyhisselam’ın görüntüsü karşısında korkuya kapıldı ve ona erkek eli değmemesine rağmen nasıl bir çocuk doğuracağını sordu. Cebrail Aleyhisselam korkmamasını ve her şeyin yaratıcısı ALLAH’a güvenmesi gerektiğini söyledi. İsa Aleyhisselam’ın gelişi “insanlığa bir işaret” ve “ALLAH’tan bir lütuf” olarak “kararı verilmişti”. İbn-i Cüreyc Radıyallahu Anh’ın rivayetine göre Cebrail Aleyhisselam Hz. Meryem’e bu sözleri söyledikten sonra Hz. Meryem’in gömleğinin yakasına ve yenine üfledi. [İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 11/175-180.] İbn Abbas Radıyallahu Anh’ın rivayetine göre: Cebrail Aleyhisselam parmağıyla Hz. Meryem’in gömleğinin kolunu yakaladı ve ona üfledi. Hz. Meryem İsa Aleyhisselam’a hamile kaldı.[İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 11/175-180.] Cebrail Aleyhisselam uzaklaştı ve İsa Aleyhisselam’ın doğumuna kadar Hz. Meryem’in karşısına çıkmadı. Ağustos ortasında Hz. Meryem evinden ayrıldı ve çöle gidip İsa Aleyhisselam’ı doğurdu. Dinlenmek için altına oturduğu palmiye ağacı altında doğum sancıları çekmeye başladı. Cebrail Aleyhisselam yeniden Hz. Meryem’e gözüktü. Hz. Meryem’i konuşmalarıyla rahatlattı ve palmiye ağacını salladığında olgun hurmaların düşeceğini söyledi. İçebilmesi için ALLAH’ın Hz. Meryem’in yanında bir akarsu yarattığını Hz. Meryem’e gösterdi. İsa Aleyhisselam doğdu. Cebrail Aleyhisselam Hz. Meryem’e herhangi birisini gördüğünde “Ben ALLAH için oruç adadım. Onun için bugün, insan cinsinden hiç kimseyle konuşmayacağım.” demesini öğütledi. İnsanlar bebeği sorduklarında bir şey söylemeyip çocuğu göstermesini ve İsa Aleyhisselam’ın Hz. Meryem’in yerine konuşacağını söyledi. Eve döndüğünde kalabalık etrafında toplandı ve Hahamlar onu sorgulamaya başladılar. “Ey Meryem, şaşılacak bir iş yaptın! Baban kötü bir adam değildi. Annen de kahpe değildi.” dediler. Hz. Meryem’i zina ile suçlamaya başladıklarında Hz. Meryem kendisine söylendiği gibi yaptı ve kucağındaki İsa Aleyhisselam’ı gösterdi. Hahamlar gülerek, “Beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?” dediler. Ondan sonra birkaç saattir yaşayan İsa Aleyhisselam konuştu: [Bismillahirrahmanirrahiym] “Ben İsa Mesih. ALLAH’ın kuluyum. ALLAH bana kitap verdi, beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım ALLAH’ın bereketi benimledir. Yaşadığım sürece bana namaz kılmamı, oruç tutmamı ve tertemiz anneme şefkatli davranmamı emretti. Beni zorba ve bedbaht kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, diri olarak [ALLAH katına] kaldırılacağım günde bana selam olsun.” Sadakallahül-Aziym. [Meryem Suresi, 30, 31, 32, 33. ayetler]

Bismillahirrahmanirrahiym. Böylece biz dünyadaki bütün insanlar için Meryem’i ve oğlunu bir mucize ve ayet olarak seçtik. Sadakallahül-Aziym.
[Enbiya suresi, 91. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Hani melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih'dir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'a çok yakın olanlardandır." Sadakalalhül-Aziym.
[Meryem Suresi, 45. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Ve Allah İsa’ya kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretecek. Sadakalalhül-Aziym.
[Meryem Suresi, 48. ayet]

12 Havârî'den biri olan Yahuda İskariyot, Yahudilerin baş kâhinine gidip para karşılığında Hz. İsa Aleyhisselam’ı onlara teslim edeceğini söyledi. Yahuda'ya 30 gümüş verdiler. Yahuda İskariyot İsa Aleyhisselam'ın yerini Yahudilere haber verdi. İsa Aleyhisselam çarmıhta öldürülmemiştir! İsa Aleyhisselam’ı ihbar eden Yahuda, Allah tarafından İsa Aleyhisselam’a benzetilmiş, Yahudiler de Yahuda’yı tutup çarmıha gererek öldürmüşlerdir.
[Neccâr, Kısasü'l-Enbiyâ, sayfa 403, 448 vd.; İbn Âşûr, Tefsîr, V, 22]

Kuran’ın açık ve kesin ifadesine göre İsa Aleyhisselam bir peygamberdir, düşmanları tarafından çarmıha gerilerek öldürülmemiştir, ALLAH[c.c.] peygamberini Yahudilerden korumuş, aralarından çıkarıp himayesine almış, diri olarak kendi katına yükseltmiştir.

Bismillahirrahmanirrahiym. O zaman ALLAH şöyle buyurmuştu; ‘Ey İsa, seni öldürecek olan onlar değil, benim. Seni katıma yükseltecek ve kâfirlerin iftiralarından arındıracağım, sana uyanları da kıyamet gününe kadar kâfirlere üstün kılacağım. Sonra hepiniz bana döneceksiniz ve ben anlaşmazlığa düştüğünüz konularda aranızda hüküm vereceğim.’ Sadakallahül-Aziym.
[Al-i İmran Suresi, 55. ayet]

Dezenformasyon nedir?

Yanlış bilgiyi kabul ettirecek kadar doğru bilgi verme sanatıdır. Zeitgeist filmi 3 bölümden oluşmaktadır. Birincisi din ile ilgiliydi. İkincisi 11 Eylül’le ilgili. Son bölümü ise ABD Merkez Bankası ve dünyamızın geleceği hakkındaydı. Filmde kullanılan yöntem neydi? 2. ve 3. bölümler bilgisi az olanlara 1. bölümü kabul ettirecek kadar doğru bilgi içeriyordu. Bu insanlar 1. bölümü doğru kabul ediyorlar çünkü 2. ve 3. bölümlerdeki bilginin doğruluğunu biliyorlar. 11 Eylül bölümü çok daha ünlü olan Loose Change filminin bir özetiydi, yani yeni bir şey söylenmemiştir. Son bölüm ise izleyicinin denetimi dışında olan ABD Merkez Bankası ve gelecek hakkındaydı. Bu tip bir belgesel yapıp bir yerinde bile İlluminati ve Mason kelimeleri geçmiyorsa bu film yapımcısının kime hizmet ettiğini sormak gerekir. Bu film yapımcısı filmi yaparken ne yaptığını çok iyi biliyordu. Hangi bölümün en çok konuşulacağını biliyordu. En etkili olacak bölümün hangi bölüm olacağını biliyordu. “Dünyadaki dini inanışı tamamen kaldırmak!” Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin projesi budur ve bu yüzden adı “Novus Ordo Seclorum”dur. Yeni Seküler, dünyevi bir dünya düzeni. Filmin din ile alakalı bölümünde hata vardır. Örneğin Horus’un bir bakireye doğduğunun ispatı yok. Annesini adı İsis’ti, İsis-Mary ya da İsis-Meri değil. Mısır tarihinde böyle bir isim yok. Horus çarmıha gerilmedi. Bir yerde iki sütun arasına asıldığı, başka bir yerde parçalara ayrıldığı ve annesinin parçaları toplayıp onu yeniden canlandırdığı yazmaktadır. “Putperest Hıristiyanlar” Mesih İsa Aleyhisselam’ın gerçek kişiliğini alıp güneşin bir temsili haline getirdiler. Takipçileri bu şekilde dolaylı yoldan güneşe tapındılar. Şeytanın binlerce senedir başarılı olduğu bir görev. Eğer Hıristiyanlığı denetleyenlerin adi planlarını incelerseniz bu gerçeklerin köküne varırsınız.

Sizce Hıristiyanlar neden Pazar günü [sun day] kiliseye gidip dua ediyorlar? Oğul Günü [sonday] değil Güneş günü [sunday]. Deccal için hazırlanılan bir dünyada her din istismar edilip değiştirileceğini anlamanız lazım.

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor]
Cinler Pazar gününün kutsallığını gösterebilmek, dini liderleri etkileyebilmek için bütün zamanlarını harcayacaklardır. Pazar gününü kutsal göstereceklerdir. Ondan sonra devletler kanunlar çıkaracaktır. “Cinlerin tavsiyelerini dinlemek istemeyen insanlar ne olacak?” diye sorduğumuzda papaz “hiç sorun olmaz” dedi. Hükümetler inansalar ya da inanmasalar da insanları uymaya zorlayacaklardır. Bütün büyük ve küçük devletler Güneş’e tapınmaya bulaşmışlardır. Yeniden olacağını söyledi. Güneşe tapınmak yerine pazarı kutsal sayacaklardır. Bu söylevini asla unutmayacağım. Üstat, “şeytanın otoritesini ve gücünü kazandığı günün kutsallığı kabul edildiği sürece insanlar kime inandıklarını sansalar bile şeytan amacına ulaşmış olacak” demişti.

Bütün ilahi dinler ALLAH [c.c.] tarafından gönderilmişti ve mesaj aynıydı. Bütün farklılıkları insanlar oluşturdu. İsa Aleyhisselam 325 yılında insanların oluşturduğu İznik Konsülü’ne kadar “Tanrı ve Tanrı’nın oğlu” sayılmadı! Böyle yaparak İlluminati İncil’i ve İsa Aleyhisselam’ın öğrettiklerini istediği gibi değiştirdi ve ALLAH’ın sözleri diyerek sorgulayanlara korku saldılar. 400 civarı İncil yazıldı ve İznik Konsülü’nde sadece 4 tanesi seçildi! Geriye kalanların okunması yasaklandı!

Çağdaş İncil’de İsa Aleyhisselam’ı kim öldürmüştür?
Yozlaşmış Yahudiler ve Romalılar.

Daha sonra İsa Aleyhisselam’ın dinini kimler yaymıştır?
Yozlaşmış Yahudiler ve Romalılar.

İsa Aleyhisselam’ı öldürdüklerini zannedenler İsa Aleyhisselam’ın dinini neden yaysınlar?
Siyaset İncil’i ve Hıristiyanlığı açık bir şekilde etkilemiştir.

O zamandan beri dünyayı kim yönetmektedir?
Yahudiler ve Roma İmparatoru, “Vatikan!”

Onların planlarını bilmek istiyor musunuz?

Şeytani tek gözlü “Güneş Putunu” kimler tanıtmaktadır?

Bratislava’daki Mavi Kilise duvarında tek gözlü piramit var.
[Slovakya Cumhuriyeti]
Aziz Anne Kilisesi çatısında tek gözlü piramit var.
[Budapeşte, Macaristan]
Aziz Anne Kilisesi içinde tek gözlü piramit var.
[Budapeşte, Macaristan]
New Jersey bir Katedral’in duvarında tek gözlü piramit var.
[Amerika Birleşik Devletleri]
Amerika Birleşik Devletleri’nde başka bir katedral da tek gözlü piramit var.
Katedral Dom’un kubbe tavanında tek gözlü piramit var.
[İtalya]
Katedral Kulluk Şapeli içinde tek gözlü piramit var.
[Filipinler]
Krakow Kilisesi çatısında tek gözlü piramit var.
[Polonya]
Mocni Nadzieja çatısında tek gözlü piramit var.
[Polonya]
Prag Kilisesi çatısında tek gözlü piramit var.
[Çek Cumhuriyeti]
Salt Lake Şehri, binanın girişinde tek gözlü piramit var.
[Utah, Amerika Birleşik Devletleri]
Fransa’da ismi bilinmeyen bir Katedral’in iç kubbesinde tek gözlü piramit var.

ALLAH’a ortak koşmak, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinden tesir görerek, uyman da ALLAH’a ortak koşmak ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, ALLAH’a ortak koşmuş olursun.
[Futuhu’l-Gayb//Abdülkadir Geylani]

İlluminati Kudüs ve Roma’da biten bir güç piramidi için çalışıyor. İlluminati, hem Vatikan hem de Siyonist kurumları temsil etmektedir. Beraber “Yeni Dünya Düzeni” olarak istediklerini yerine getiriyorlar.

İlahi dinler bilinçli olarak bizi ayrı tutabilmek için istismar edilmiştir! Elitler/Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler bu esnada bizim adımıza kendi sinsi planlarını gerçekleştiriyorlar.

19 Nisan 2005’te Papa seçilen Joseph Alois Ratzinger [16.Benedikt/16.Benedictus]’in Nazi olduğunu biliyor musunuz? 1 milyarı aşkın üyesi bulunan Katolik Kilisesinin lideri, Vatikan’daki Papa! Nazi Papa!

Bütün Müslümanlar için Kuran ALLAH’ın Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’a aktardığı sözlerdir. İsa Aleyhisselam’ın, Musa Aleyhisselam’ın ve ALLAH’ın diğer peygamberlerini ve onların mesajlarını onaylamıştır. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz birçok Müslüman olmayan büyük düşünür tarafından insanlık tarihinin en büyük kişiliği olarak görülmektedir.

İncil, Tevrat Babil’de saldırıya uğrayıp istismara uğradıktan sonra gönderildi. Daha sonra Romalılar, yozlaşmış Yahudiler, Konstantiniyeliler, krallar ve kiliseler tarafından İncil istismar edilip değiştirildiğinde Kuran gönderildi ve bu sefer ALLAH bu kutsal kitabı korumayı vaat ediyordu. Böylece geçmişte ve günümüzde Kuran Müslümanlar tarafından bütünüyle ezberlendi ve böylece istismarı engellendi. Ancak İslam’ın gerçek mesajı genellikle kitleler içinde çok az uygulanmaktadır. İnançla ilgili görülen hataların tamamı Müslümanların sırtındadır İslam’ın değil!

12 imam hakkında gerçekler!

Daha evvelde söylendiği gibi Kuran ALLAH’ın otoritesiyle korunmuştur. Bu kötülüğün İslam’dan vazgeçtiği anlamına mı geliyor? İslam’a hiç bulaşılmadı mı sanıyorsunuz? Geçmişte çokça istismar edildi ve günümüzde de istismar edildi. İnanç istismar edilmedi çünkü inanç Kuran’la korunmaktadır. Müslüman ümmeti ya da toplumu hem dıştan hem içten istismar edilmektedir.


632’de Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz vefat etti Son anlarında Ashabı Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in etrafında toplanıp son isteklerini dinlediler.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ne istedi biliyor musunuz?
Ashabı sordu: “Ey ALLAH’ın Resulü, bu son saatlerinde bizden ne istiyorsun?”
Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu: “Kadınlara iyi bakın ve kadınlara saygıyla muamele edin”.
[İmam Şeyh Habib Al Jifri]

Masonların/Satanistlerin/Siyonistlerin/İlluminatinin İslam toplumlarına girip kendi doktrinlerini bulaştırdıkları reddedilemez. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in öğrettiklerini göz önüne almadılar. Bu yüzden suç toplumdadır, İslam’da değil. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in diğer isteği neydi biliyor musunuz?

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu: “Size öyle bir şey bırakıyorum ki ben gittikten sonra bile bu sayede sapamazsınız. ALLAH’ın kitabı, cennetten dünyaya uzanan bir ip ve ev ahalime bağlı yakın akrabalarım” demiştir. “Bu ikisi havuza gelene kadar bir birinden ayrılmayacaklardır. Gidişimden sonra onlara nasıl davranacağınızı iyi düşünün.”
[Tirmizi]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in isteğine sadık kalındı mı?

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ailesi temelde 4 kişiden oluşmaktadır.
1) İmam Ali [Kerremullahi Vechehü]
2) Fatıma El Zehra [Radıyallahu Anha]
3) İmam Hasan [Radıyallahu Anh]
4) İmam Hüseyin [Radıyallahu Anh]

Ve onları izleyen 9 İmam’la toplamda 12 imam.

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in soyuna neler olduğunu çoğunluğun bilmemesi sadece bir tesadüf müdür? Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ailesine ve soyuna neler olmuştur? Çoğumuzun 12 İmam’ların isimlerini bile bilmememiz tesadüf değildir!

Bu İslami komployu ancak onlara neler olduğunu öğrenerek anlayabiliriz!

“Benden sonra hepsi Kureyş’ten olan 12 imam olacak.”
[Tirmizi]

Yalanları es geçip Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in soyuna neler olduğunu görelim.

1. İmam: İmam Ali [Kerremullahi Vechehü], Kufe’de bir camide namaz kılarken Bin Mulcem’in zehirli kılıcıyla yaralanarak şehit edilmiştir.

2. İmam: Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in torunu İmam Hasan [Radıyallahu Anh] Muaviye ve oğlu Yezid tarafından düzenlenen bir oyunla Hz. Hasan’ın [Radıyallahu Anh] eşi Ca’de binti Eş’as’a zehirletildi. Muaviye Hz. Hasan’ı [Radıyallahu Anh] kendinden sonra halife tayin eder gibi yaptı, Muaviye’nin oğlu Hz. Hasan’ın [Radıyallahu Anh] eşi Ca’de binti Eş’as “Seni ben alacağım, tepeden tırnağa kadar mal, süs eşyası içine koyacağım” diye kandırdı ve Hz. Hasan’ı [Radıyallahu Anh] zehirlemesi için Şam’dan zehir gönderdi. Ca’de binti Eş’as aldandı. Hz. Hasan’ı [Radıyallahu Anh] zehirledi.
[İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ//HİCRÎ BİRİNCİ ASIR ÂLİMLERİ]

3. İmam: Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in torunu İmam Hüseyin [Radıyallahu Anh], oğulları, akrabaları ve arkadaşları ile beraber Yezid’in emriyle Muharrem ayının 10. günü [Aşure günü] Kerbela’da [Irak/IraQ] şehit edilmiştir.

4. İmam: Kerbela’da yaşı küçük olduğu için öldürülmeyen İmam Hüseyin’in [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Zeynel Abidin [Radıyallahu Anh] Hicret’in 75. yılı [Milâdi 693] Muharrem ayının 12. günü Ümeyye oğullarından Abdülmelik oğlu Velid’in saltanatı zamanında, Hişâm bin Abdülmelik’in emriyle Osman bin Hayam tarafından Medine’de zehirlenmiştir.
[İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ//HİCRÎ BİRİNCİ ASIR ÂLİMLERİ]

5. İmam: Hz. Hüseyin’in [Radıyallahu Anh] torunu, Zeynel Abidin’in [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Muhammed Bakır [Radıyallahu Anh], Hicri 113 [Miladi 731] senesinde halife Hüşam tarafından Zilhicce ayının 7. gününde Medine’de İbrahim’in zehriyle öldürülmüştür.
[İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ//HİCRÎ İKİNCİ ASIR ÂLİMLERİ]

6. İmam: Zeynel Abidin’in [Radıyallahu Anh] torunu, İmam Muhammed Bakır’ın [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Cafer-i Sadık Abbasi Halifesi Mansur’un emriyle Hicri 148 [Miladi 766] yılında zehirletilmiştir.
[Usul-u Kafi, 1. cilt, sayfa 472. Delail-ul İmame, sayfa 111. İrşad-ı Müfid, sayfa 254. Yakubi Tarihi, 3. cilt, sayfa 119. Fusul-ul Mühimme, sayfa 212. Tezkiret-ul Havas, sayfa 346. Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, 4. cilt, sayfa 280.]

7. İmam: İmam Muhammed Bakır’ın [Radıyallahu Anh] torunu, İmam Cafer-i Sadık’ın [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Musa el-Kazım [Radıyallahu Anh] Miladi 799 [Hicri 183] yılında Recep ayının 25. günü Abbasi Halifesi Harun Reşid’in hapishanesinde zehirlenerek öldürüldü.
[İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ//HİCRÎ İKİNCİ ASIR ÂLİMLERİ]

8. İmam: İmam Cafer-i Sadık’ın [Radıyallahu Anh] torunu, İmam Musa El-Kazım’ın [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Ali er-Rıza [Radıyallahu Anh] Hicri 203 [Miladi 818] yılında Safer ayının 17. günü İran-Horasan’da Abbasi Halifesi Ma’mun emriyle zehirlenmiştir.

9. İmam: İmam Musa El-Kazım’ın [Radıyallahu Anh] torunu, İmam Ali er-Rıza’nın [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Muhammed Taki [Radıyallahu Anh], hanımı Ümmü Fazl tarafından Hicri 220 [Miladi 835] yılında Zilkade ayının 30. günü Bağdat’ta [hanımının babası] Abbasi Halifesi Mutasım’ın emriyle zehirletilmiştir.

10. İmam: İmam Ali er-Rıza’nın [Radıyallahu Anh] torunu, İmam Muhammed Taki’nin [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Ali Naki [Radıyallahu Anh] Hicri 254 [Miladi 868] yılında Recep ayının 3. günü Abbasi Halifesi Mütevekkil’in emriyle Bağdat’ta zehirlenmiştir.

11. İmam: İmam Muhammed Taki’nin [Radıyallahu Anh] torunu, İmam Ali Naki’nin [Radıyallahu Anh] oğlu İmam Hasan el-Askeri, Hicri 260 [Miladi 874] yılında Rebiülevvel ayının 8’inde Abbasi Halifesi Mutemid’in emriyle Bağdat’ta zehirlenmiştir.

Bu da bizi son ve 12. İmam’a getiriyor.

Muhammed El-Mehdi!

İmam Mehdi İlluminatilerin/Siyonistlerin/Satanistlerin/Masonların hareketine savaş açacaktır! İsa Aleyhisselam’ın dönüşü için Deccal’la savaşacaktır. Normal bir insan gibi savaşmayacak. Kaynaklar bir ölüm meleği gibi [Azrail gibi] kanatlarında hiddet taşıyacağını söylüyor.

Saçmalık, bunlar hep hikâye değil mi?

Talmud’a bakıldığında sürgün Yahudilerin devlet kurması yasaktır.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ailesini savunuyorsanız bile etiketleniyor ve rahatsız ediliyorsunuz. Sorun Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in ailesinin nasıl olup olmadığı, kimin tarafından ya da ne zaman öldürüldüğü değildir. Ancak hepsinin öldürüldüğü gerçeğidir!

Günümüzün sonuçlarını ortaya çıkarmaktadır.

Tarikat saldırılarında bulunanlar İslam’ı anlayamamışlardır.

İslam kelimesi Arapça’da bir zarftır. Temelde İslam bir isim değildir! Bir hayat şeklinin ve kalp durumunun tanımıdır. Ne yaptığınız ve kalbinizle neye inandığınız hakkındadır. Dışarıdan nasıl etiketlendiğiniz değil. Hıristiyanları, Yahudileri, Budistleri, Rastafarileri, Şiileri, Sufileri, Sünnileri etiketlerken bunu hatırlayın.

Hıristiyanlık ve Musevilik gibi çoğu dinde olduğu gibi Müslümanları kendi aralarında bölmek için insanların oluşturduğu farklılıklardan mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu fitnedir ve Müslümanların sınavıdır. Başkalarına karşı birleşmek kolaydır, ancak Müslümanlar günümüzde kendi aralarında birleşmeyi göze almıyorlar.

Gerçeği bulmak için insan kalbinden her türlü ön yargıyı silip insan yapımı etiketlerin ötesinin araştırılması gerekmektedir. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ve ALLAH [c.c.] tek bir ümmet olmamızı istemektedir!

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız Allah'tan en çok korkanınızdır. Allah bilendir, haber alandır. Sadakallahül-Azıym.
[Hucurat Suresi, 13. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Sakın kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp çatışmaya düşenler gibi olmayınız. Böyleleri için büyük bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.
[Al-i İmran Suresi, 150. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu? Senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra ALLAH, onların yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Sadakallahül-Azıym.
[En’am Suresi, 159. ayet]

Bismillahirrahmanirrahiym. İşte bu oluşturduğunuz ümmet, tek bir ümmettir, Rabbiniz de benim. Öyleyse sırf bana kulluk ediniz. Sadakallahül-Azıym.
[Enbiya Suresi, 92. ayet]

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin tuzağı “böl-yönettir!”

3. Dünya Savaşı kimler arasında olacak? Aleyhisselatu Vesselam Aleyhisselam’ın soyundan gelen Mehdi Aleyhisselam’ın önderliğindeki Müslümanlarla, Firavun soyundan gelen Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler arasında olacak!

Eski Mısır Kraliyet ailesinde ensest[aile içi] ilişkiler vardı. Anneler oğullarıyla, kız kardeşler erkek kardeşleriyle evlenip gücü ve parayı aile içinde tutuyorlardı. Firavun ataları gibi İngiliz Kraliyet Ailesi’nin de soy içi melezlenme tarihçesi vardır.

3. Dünya Savaşı iki eski ve farklı aile tarafından yönetilecek. Bir tarafta günümüzde dünyayı yöneten soy [Firavun soyu] ve bir tarafta Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in soyundan gelen Mehdi Aleyhisselam tarafından yönetilecek.

İlk soy Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati Kraliyet ailelerinden oluşmaktadır. Firavun soyuna dayanmaktadırlar. Eski Mısır Kraliyet Ailelerine ne oldu? Firavunlara ne oldu? Dünyayı Mısır’dan yöneten küresel bir güçlerdi. Peki, sonra ne oldu? Yok mu oldular? Mısır’dan Avrupa’ya göç ettiler. Bu soy daha sonra küresel gücünü Kutsal Roma İmparatorluğu’nu kurarak devam ettirdi. Aynı aile Avrupa’da yayılmaya başladı ve evlilik söz konusu olunca her şeyi yine “aile içinde” tuttular. Kraliyet bireylerinin sadece Kraliyet bireyleriyle evlenebilmesinin sebebi bu sapık soyu sürdürebilmektir. Bu soy daha sonra küresel gücünü Büyük Britanya’da kurdu. Büyük Britanya’nın yönetici ailesinin gerçek adı “Windsor” değildir. Bu sonradan gelen isim gerçek soyu gizlemek için kullanılan bir isimdir. Dünyayı yüzyıllardır Britanya’dan yöneten soy “Yeni Dünya”dan en iyisini elde edebilmek için gayret göstermiştir. Yavaşça ama emin adımlarla Washington’da küresel yönetimlerini kurmuşlardır. Bir aile, bir soy, bir yönetim!

Bazen gerçek hayalden daha gariptir.

Şimdi Yeni İngiltere Tarihi Akrabalık Cemiyeti’nin hazırlamış olduğu bilgiler incelendiğinde Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten başkanların hemen hepsinin birbirinin akrabası olduğu açıktır! Cheney’in kuzeni Barack Obama aynı zamanda George W. Bush’un 11. dereceden kuzenidir. Lincoln George W. Bush’un 7.derece kuzenidir ve George W. Bush ile John Kerry sadece bir seçimi paylaşmamıştır ancak aynı zamanda 9. derece kuzendirler. Soy ağacını takip edince Madonna, Celine Dion ve Tom Hanks gibi isimler karşımıza çıkıyor.

Siyasetin garip yatak ilişkilerine sebep olduğu söylenir. Siyaset garip akrabalıklara da yol açıyor.

George W. Bush’un 11. dereceden kuzeni olan Barak Obama seçim kampanyası zamanında ne diyordu?
“2002’de bu savaşa karşı çıktım.” [Barak Obama]

Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten başkanların hepsi birbirinin akrabasıdır! Barak Obama 6 başkanın uzaktan akrabasıdır. George W. Bush ve George H. W. Bush, Gerald Ford, Lyndonn Johnson, Harry S. Truman ve James Madison. Barak Obama’nın soyağacında aynı zamanda Sör Winston Churchill ve İç Savaş Generali Robert Lee bulunmaktadır. Aynı zamanda “Beatnick” yazar Jack Kerouac ve Prens Charles’ın eşiyle akrabadır. John McCain’in soyunun araştırılması daha zordu. John McCain Amerika Birleşik Devletleri Başkanı eşi Lady Laura Bush’un 6. dereceden kuzenidir.

Bu soy özgündür ve genleri çok ciddiye almaktadır. Bu dünyayı tarih boyunca yöneten Şeytani Firavun Soyu’dur. Çoğu insan onları elit olarak bilir. Günümüzde Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati/Elit olarak bilinmektedirler.

Şimdi Roma İmparatorluğu zamanında askerler nasıl sloganlarla toplanırdı?
“Roma ordusu sizi istiyor.”
Amerika’da nasıl sloganlarla toplanıyor?
“Sizi Amerikan ordusu için istiyorum.” [George Washington]

Siyonist Bankacı aileler ile Hitler’i kim desteklemiştir? George Bush’un büyük babası Prescott Bush.

Çağımız satanizminin yazarı kim biliyor musunuz?

“Bu yüzyılın en kötü adamı” lakabına sahiptir. Aleister Crowley.
Aleister Crowley aynı zamanda Barbara Bush’un babasıdır. Bu temel üzerine bu aile kuruldu.

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin aile içi evlenme şeklinde bir aile ağı vardır. Bunlar insanlar ve onlar tarafından aydınlanmış anlamındaki İlluminati olarak anılmaktadır. Göz önündeki diktatörlüğü insanlar reddettikçe sistemi yöneten insanlar haline geldiler. Bu insanlar genetiğe çok dikkat ederler. George W. Bush gibi insanlara bakıyorsunuz ve senin benim gibi duruyorlar. Asıl konu göremediğimiz alanda meydana geliyor. İlluminati soyları gerçekte budur. Şeytanın ve cinlerin insanları ALLAH yolundan saptırmak için kullandıkları kuklalardır. Prenses Diana temelde kendini Windsor’ların damızlık kısrağı olarak görüyordu. Bu ağa Prens William’ı taşıyacak araç olarak getirildi. Bunu anlamak için o kadar çok farklı konuyu araştırıp birbirine bağlamamız gerekiyor. Prenses Diana’nın hikâyesine baktığımızda sadece şu anda ya da 1997’de olana bakmamak gerekiyor. Babil gibi yerlere dayanıyor. Babil Putu Diana eski bir puttu ve İlluminati’nin putu, Babil putu Semiramis’in farklı bir adıdır. Babil Putu Diana’ya inanan ve Babil Putu Diana için ritüeller yapan bir diğer grubun adı Meroivingian’dir. Meroivingian’ler İlluminati ağının en önemli soylarından biridir.

Akrabalığı korumak; İlluminatinin önemli değerlerindendir ve önceden ayarlanmış kişilerle evlenirler. Akrabaları içerisinde, yöneticilik üzerine kurulmuş efsanevi nesil ve sözde saf kan vardır. Bundan dolayı onlar Kraliyet Seçkinleri içinde evlenir, kendilerini, kanlarını korumaya çaba gösterirler. Ve başka bir genetik üzerinden rekabete girerler. İngiliz Kraliyet Ailesi’nin İlluminati ile akrabalığı vardır. Bu insanların hepsi genetikle ilgileniyor. Prenses Diana temel olarak Windsor ailesinin damızlık kısrağıydı. Prenses Diana sadece William’ı doğurmak için bir ağ içerisine sadece araç olarak getirildi. Ve Prenses Diana aile içine almadığında ne oldu? Prenses Diana kaza geçirdiği gün arabasından bir not çıkmıştı. Prenses Diana’nın el yazısıyla yazılmış bir not. Notta ne diyordu? “Ben burada oturuyorum! Onlar benim arabamın içerisinde kaza planlıyorlar.” [Prenses Diana]

İngiltere’deki bu karanlık gizli örgüte üye olanlar destek vermedi Prenses Diana’ya. Bunlar sadece İngiltere’yi yönetmekle kalmadı. Prenses Diana’ya tehlike de olduğu söylendi. Barry Mannakee Prenses Diana’nın Kişisel Güvenlik Görevlisi oldu. Amerika’da yapılan bir belgesel de Barry Mannakee ve Prenses Diana birbirlerine aşık olduklarını söyledi. Kısa bir süre sonra Barry Mannakee araç içinde öldürüldü. Medya “Kaza” diye haber yaptı.
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Prenses Diana’nın İlluminatilere uygun olmadığı kolay anlaşılır. Kendi hayatının iyi olmasına özen gösterdiğinden beri sürekli kendini rahatsız ve Windsor’larla yanlış yere koyulmuş gibi hissediyordu. Barry Mannakee ve sonra başka bir kişi akraba dışından geldi. Ama bu kez nihai bir karar alınmıştır. Ve böylece, Prenses Diana’da öldürüldü. Babil Kraliçesi Diana, Babil putu Semiramis olarak biliniyordu. Babil Putu Diana’ya tapan gruplara ve Babil Putu Diana’ya ritüelleri yapanlara Meroivingian derler. Meroivingian’lar anahtar akrabalardan biridir. Tüm İlluminati şebeke de. Bazı Meroivingian Kral Şövalyeleri ve uygulanan Kabalistik Ritual üyesiydi. Meroivingian akrabalığı tarihimizde ana elit yönetici akrabalarından biridir. Meroivingian sülalesi; cinlerin emirleriyle beraber İlluminati’nin elit akrabalığını kurdular. Şeytana bağlı olmak için ritüelleri yüksek düzeydekiler başlatır ve liderler sıkı takip ederler. Onların önceden anlatıldığı gibi, aydınlanması; cinlerle iletişime dayanmaktadır. Deccal’ın gelişi için hazırlanıyorlar.

İlluminatiler/Masonlar/Siyonistler/Satanistler aynı zamanda bilgi kaçakçısıdır. Herkesin bildiği gibi tüm bunlar birer gizli bilgi parçalarıdır. Bütün medyaları ve bilgi kurumlarına sahiptirler, içlerinde adamları vardır. Bizim aldığımız haberler, bize göre seçilir.

Neden İlluminatiler “bekçiler” olarak bilinir biliyor musunuz?

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati sapık inançları için Dünya’daki tüm ana enerji noktalarını kontrolleri altında tutabilmek için tüm eski güzellikleri bu önemli enerji noktaları üzerine inşa etmişlerdir. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre bu özel girdap noktalarının tuşlarına basıldığında Yıldız Geçitleri açılır ve cinler dünyaya gelir.

Şeytan Âdemoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır.
[Ravi: Hz. Safiyye Radıyallahu Anha, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 102]

Her insanın iki şeytanı[yani cin] vardır. Bu şeytanlar[cinler], en büyük şeytan iblise bağlıdır. İblisin emir komutasında, kişiyi şerre sevk eden bu şeytanlar[cinler], kişinin nefsi ve ahlakına göre şekillenmişlerdir. Bunlar kişinin damarlarında dolaşarak, kişiyi kendilerine bağlarlar. Şuuru cinlerin elinde olan kişi, faydalı, nurlu ve sevaplı amelleri kötülük, kötülüğü de faydalı, nurlu ve sevaplı amel olarak görmeye başlar. Bu cinler şayet iman etmişlerse, kişiyi faydalı, nurlu ve sevaplı amellere sevk ederler. Şeytanın emir komutasından çıkanlar, iblisin bir yalancı, sahte, aciz olduğunu söylerler.

Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/İlluminatiye göre şeytanın ve cinlerin dünyaya gelebilmesi için “Yıldız Geçidi” dedikleri kapıların açılması gerekiyor. Şeytanlar, cinler zaten içimizde, vücutlarımızda dolaşıyor.

9-11/911/11 Eylül[dokuzuncu ay]’in sembolü
Masonlar/Satanistler/Siyonistler/İlluminatiler pratik sanat ve gizli ritüellerle hareket eder. Çünkü onlar hedeflerine ulaşmak için evrenin düzen ve kanunlarıyla oynamak zorundalar. Bu ritüelleri gerçekleştirmek için yasaları kullanarak enerji hat kontrol noktalarını kendi çıkarlarına kullanıyorlar.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati neden piramit kullanır?
Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inancına göre enerji geldiğinde, piramitler girdap noktaları üzerinde çok etkilidir. Uzay ve zamanı döndürmek için özel öğeler vardır. Bu nedenle İlluminati, geçmiş ve şimdiki Karanlık ritüelleri uygulayarak karanlık enerjiyi piramitlerdeki kanallara çekerler. Ne kadar çok karanlık olursa o kadar çok şeytana ve cine hâkim olduklarını sanıyorlar!

11 Eylül 2001 tarihinde ne olduğunu ve neden olduğunu biliyor musunuz?

9-11aslında Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin Mega Ritüelidir.

Yazar Relph Ellis’in açıklamasına göre, Masonik Öğretim Tablosundaki ilk şekil Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nin bir temsilidir. Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi, Giza gibi model olarak kullanılacak. Giza Plateu’un 3 dev piramit ve 3 sütunları olacak. Ayrıca piramitin 2 küp çıkış ve kapıları olacak. Kral odasının kat planında iki kare sembolü yani her masonik konum için loca bulunacak. Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’ndeki iki sütunu ve beş noktalı yanan yıldız araştırılıp incelendiğinde görülür. 9-11 durumunda insanlara gösterilenlere bakın aynı unsurlar beklendiği gibi görünüyor. 11 Eylül günü Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler bir Mega Ritüel gerçekleştirdi. Ne zaman sembolik sütunlar yani “ikiz kuleler” yıkıldı, 9-11 o zaman doğdu ve Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/İlluminatiye göre kutsal sayılanlar ortaya çıktı. İsis açıklandı. Herkül’ün kulelerini sütunlar olarak düşünün sonra ne oldu? Yeni Atlantis ortaya çıktı. Dünya Ticaret Merkezi’ni sol ve sağ kuleler temsil eder. Orta sütunun arasında oluşturduğu boşluk: kozmik aydınlanma ya da yüksek bilinç arasındaki şeyleri temsil eder. Orta sütunda Dünya Ticaret Merkezi 7 olarak görülebilir. 1. derece gösterilen Masonik tabloda 3. sütun Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’ni temsil eder. Giza’nın üç büyük piramitleri 9-11 Mega Ritüel sırasında uyarılmaya açılmıştır. Bu da bizi günümüzün en gözde karşılaştırması olan Yıldız Geçidi’nin yüksek bilincine götürüyor.” [Yazar Relph Ellis]

İkiz Kule’lerin arasına yapılan yapının ne olduğunu biliyor musunuz? Ve daha önemlisi ne biliyor musunuz? Bu kurumsal heykel ikiz kulelerin arasına Fritz Kunich tarafından yapılıp yerleştirildi. “The Spherical Cariatid”[kadın şeklindeki küresel taş sütün heykeli] olarak isimlendirildi. Takma adı küre oldu. Bu parça hakkındaki bilgi dünya barış kütüphanesine eklendi. Fritz Kunich Bavyera’da bu heykeli yaptı. Aynı yerde İlluminati kuruldu. Dünya Ticaret Merkezi Plaza kürenin yerleştirme hakkındaki en ilginç bilgi aslında mimar ve Dünya Ticaret Merkezi tasarımcısı olan Minoro Yamazaki hakkında olması. Mekke Ulu Cami, özellikle kürenin Kâbe yerini alarak kendisi büyük bir caminin temsili olarak plaza yapmayı amaçlamıştır. Yakında öğrenmiş olacaksınız neden Kâbe. Ayrıca büyük piramitin pi oranı matematiksel tasarım kodlanmış olduğunu bu konuda akılda tutmak gerekir. Benben dikilitaş piramit daire ve küre böylece hepsi yakından bağlantılıdır. Ralph Ellis: “Müslümanların Hac ibadetlerinin Eski Mısır’daki Giza Piramidindeki Dairesel ritüelinden geldiğini iddia eder. Bu yüzden küre dünya Ticaret Merkezi’nin çevresinde her 24 saat boyunca dönmesi için kurulmuştur. Bu küre; Kâbe’nin ve Giza piramitlerinin profesyonel ritüellerini taklit etti.“ demektedir.

Şimdi ki film yapımcıları din ve dini ritüeller konusunda diğerleri gibi yanlış sonuçlar çiziyorlar. İnsanlar araştırma yaptıkça onların gizli ritüellerini, tarihlerini, temalarını ve inançlarının kesiştiğini fark ediyorlar. Fakat onların her biri farklı amaçlara hizmet ediyor. Her birinin yolları farklı olsa da ortak benzerlikleri vardır. Bu benzerlik araştırmacıları dinlerin gizemini araştırmaya sevk ediyor. Ve dini uygulamaların bir gizliliğe sahip olduğu sanılmaktadır. Özü ise tam tersidir. Dinini gerçekten öğrenen ve anlayanlar bu gizli toplumları ve uygulamalarını en doğru şekilde analiz edebilir. Çünkü evrenin yasalarını gizli dinler oluşturmadı, onlarda bu dine tabidir. Bu tür keşifleri sadece ALLAH’ın kelimeleri doğrular. Gizli topluluklar asla ALLAH’ın varlığını yalanlamaz. Ama yine de şeytanı takip ederler. Neden biliyor musunuz?

Şeytanı takip edenler de kandırılmışlardır.

Gizli dinlerin mistik okullarında Tanrı ve insan eşittir. Ve Tanrı kindarlığından insanları cennet vaadi ile dünyaya kapatmıştır. Şeytanın insanları cehaletten kurtarmış ve insanın [haşa] ilah olabileceğini söylemiştir. Ve bu şeytani öğretiler nedeniyle Siyonistler/Masonlar/Satanistler/İlluminatiler şeytanın Adını Gurur ile anıp tüm çabalarıyla [haşa] ALLAH’a meydan okurlar.

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inançlarında ki Numaralojiye baktığımız anda hayat ağacını görürüz ve bu büyücülerin kullandığı extra boyutlar haritasıdır. Harita üzerinde 10 nokta vardır ve Sephiroth denir. Türkçe isimlendirmesine göre ise bahir ağacı yani yaşam ağacıdır. En üstte Trinity vardır. Hepsi birbirlerinin aynısıdır. Fakat birbirlerinin yansımalarını oluştururlar. Yukarı doğru çıkınca 10 tane nokta vardır. 10 Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin taptığı şeytandır. 10 Hermaproditic [çift cinsiyet, ırk, boyut] sembolüdür. Lucifer Yunanca da şeytan olarak geçer. Fakat Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/İlluminatiye göre Lucifer ve şeytan farklıdır. 1 ve 0. böylece Siyonistlerin/Satanistlerin/Masonların/İlluminatinin putlarına ulaşılır. İşte bu Hermaphrodite’dir [Baphomet]. Siyonistlerin/Satanistlerin/Masonların/İlluminatinin sapık inancına göre 9’u geçip 11’e atlarsan, Şeytan’ı atlayıp Lucifer’a ulaşılır. Çünkü 11 büyücülerin sayısıdır. 10 sayısına yukarı bir adım attığında yaşam ağacının büyücüsü olmayı başarırlar. Ama sadece 10 sayısında atlayabilirler. Çünkü 10 sayısı Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin ilah edindiği şeytandır. 9/11’in sembolü budur. 9-11 numaralojisi: tamamen ALLAH inancına meydan okumadır. Numaralojide ki 10 sayısı Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin ilah edindiği şeytandır. Bu hermafroditdir[çift boyutlu varlıktır] ama onların inancına göre 9’da durup 11’e atlarlarsa taptıkları şeytanı atlayıp Lucifer olurlar. Çünkü 11 büyücülerin sayısıdır. 10 sayısına yukarı bir adım attığında yaşam ağacının büyücüsü olmayı başarırlar. Ama Satanistler/Siyonistler/Masonlar/İlluminatiler tapındıkları şeytanı atlarlar. Bu 9-11’in sembolüdür.

Güneş dönüşünü 11 yılda tamamlar. Güneş en son 1989-1990 yıllarında dönüşünü tamamladı. Bir sonraki 2000-2001’de. Güneş dönüşü tamamladığı zaman Amerika Birleşik Devletleri senatosunda konuşan senatör ne demişti?
“Bu büyük bir fikir, Yeni Dünya Düzeni”. [11 Eylül 1990’da Amerika Birleşik Devletleri Senatosunda yapılan konuşma] ve 10 yıl değil, tam 11 yıl sonra ve güneş dönüşünü tamamladığında, 10 sayısını yani Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati tapındıkları şeytanı atlayıp Lucifer olabilmek için 11 yıl sonra Mega Ritüeli gerçekleştirmişlerdir.

11 Eylül 2001 de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki İkiz Kulelere Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati tarafından saldırı düzenlenmiştir.

[Amerika Birleşik Devletleri, Haberler] 9/11 saldırısının 2. yıl dönümünde Dünya Ticaret Merkezi için George W. Bush ordu için 87 milyon dolar istedi.

George W. Bush’un büyük babasını hatırlıyor musunuz? Büyükbabası Giza Piramidi’nin merkezinde “Satanist Kanunlar Kitabını” yazan kişi.

Aleiste Crowley 1904’de Büyük piramidin kral odasında meditasyon yaptı ve “yasalar kitabını” burada yazdı. “Aiwass” adlı varlık ile iletişime geçildiği iddia edilmektedir. Aleiste Crowley çalışmaların da, etrafında 7 köşeli yıldız olan bir sembol kullanmıştır. Sembolün yanında “z:” var. Bazı anlamlar 77 sayısına bağlanmaktadır. Bu da İbranice “Put Pan’a” işaret etmektedir. Aleiste Crowley ritüeller sırasında gördüğü insan kafatası olmayan bir çizim yaptı. Aiwass ve Oz büyücüsü arasında iletişim kurduğu ileri sürülür. Aleiste Crowley arasındaki benzerliklere işaret edip gri uzaylı gibi çizmiştir ve film versiyonunda Oz sihirbazı projeksiyor olarak tasvir edilmiştir.

George W. Bush Aleiste Crowley’in torunudur!

George W. Bush 9/11 ritüeli meydana gelirken, yani 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kule’lere saldırı düzenlenirken Aleiste Crowley’in ritüeller sırasında çizmiş olduğu kafatası olmayan resmin de bulunduğu “Benim Evcil Keçim” adlı kitabı okuyordu. Bu kitap daha önceden yasaklanmıştır. Çünkü ritüelistik satanist duygulara adanmış içerikler vardı.

Put Pan= Boynuzlu Keçi Putu

Dünyada bir sürü kitap varken, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı 11 Eylül 2001 günü bu kitabı okuyordu. Saldırılar varken bulunduğu yerde bu kitabı okuyordu. Satanistler her zaman tersine veya ters-aşağı semboller kullanırlar. George W. Bush 11 Eylül 2001 günü “Benim Evcil Keçim” kitabını ters okumuştur.

Şimdi 1978 yılında çekilen Oz büyücüsü filmine bakalım. Oz büyücüsü, “Whiz’in” yine New York’un Zümrüt şehrine bağlandığı görülmektedir. Sarı tuğladan yapılmış yolun sonuna geliyorlar. Dorothy ve arkadaşları dairesel kapının bir ucundan diğer ucuna üzerinden portala geçiyorlar ve görünen 3 piramidin arkasında piramit şekillerinin arasında Dünya Ticaret Merkezi’ni ve küreyi görülmektedir. Küre; Kâbe’yi temsil ediyor. Oz topluluğu kürenin çevresinde ritüalitik biçimde dans ediyorlar. Dev harfler şeklinde kubbenin üzerinde Oz yazısını görüyoruz. “Oz” Pan[Boynuzlu Keçi Putu] ve Aiwass’ın sembolüdür. Yıldız geçidinin kalbinin açıldığı yerde sonsuzluk başlamıştır. [Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin sapık inançlarını insanlara gösterme şekilleri]

İkiz Kulelerin arasındaki “küre”yi hatırlıyor musunuz?

Fritz Kunich tarafından yapıldı. Adı “The Spherical Cariatid” [kadın şeklindeki küresel taş sütun heykeli] oldu. Fritz Kunich bu heykeli Bavyera’da yapmıştır. Aynı yerde İlluminati kuruldu. Dünya Ticaret Merkezi Plaza kürenin yerleştirme hakkındaki en ilginç bilgi aslında mimar ve Dünya Ticaret Merkezi tasarımcısı olan Minoro Yamazaki hakkında. Kendisi Mekke Ulu Cami, özellikle kürenin Kâbe yerini alarak kendisi büyük bir caminin temsili olarak plaza yapmayı amaçlamıştır.

Kâbe’den ne istiyorlar biliyor musunuz?

Gelecekte Kâbe’yi yıkacaklarını ima ediyorlar!

Amerika Voice Of America TV’de bir yayında spiker milletvekiline soruyor:
Soru: Amerika’ya yönelik terör saldırıları devam ederse ne gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz?
Cevap: Gerekirse en kutsal yerlerini bombalamaya kadar gidebiliriz.
Soru: En kutsal yerlerden kastınız Kâbe’mi?
Cevap: Evet Kâbe, gerekirse bombalarız.
Saldırıları yapanlar kendileri, Müslümanları suçlayıp saldıranlar kendileri ve kıblemiz, kutsal yerimiz, Kâbe’yi bombalamakla tehdit eden Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler!

Kâbe’nin yıkılması kıyamet alametlerindendir.
[Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Kıyamet Alametleri; Müsned, (15/35); “el-Fiten ve’l-Melâhim” (1/156); “Sahih Hadisler” (2/120 Hadis no: 579); Müsned, (12/14-15 Hadis No: 7053); Müsned, (18/103 Hadis no: 9394); Buharî, Hac (3/460 Fethu’l-Bâri); Müslim, Fiten (18/35-Nevevî Şerhi); Müsned, (3/315-316 Hadis no: 2010); Müsned, (15/227 Hadis no: 8080)]

Dünya yüzeyinde çeşitli yerlerinde anahtar enerji noktaları vardır. Ne zaman 2 çizgi çapraz olarak kesişse veya ne zaman dünya üzerinde enerji şekil değiştirirse sarmal şekilde saat yönüne doğru döner. Enerjiler serbest haldedir ve aslında duygu ve düşüncelerin içinde de hareket enerjileri vardır. Ancak bir şey Kâbe hakkında çok farklı! Enerji hatları en fazla Kâbe’nin üzerinden geçer. Dünya üzerindeki en güçlü enerji noktası Kâbe’dir. Ama Kâbe’yi özel yapan bu değil sadece. Kâbe Dünya’daki en güçlü enerji kanallarını topluyor ve bırakıyor. Dünyadaki en çok ziyaret edilen yer olduğu için bunun sebebini anlamak kolay. Ama Kâbe’de enerji farklı bir şekilde akar. Saat yönünün tersine doğru hareket eder. Bu nedenle ALLAH’ın[c.c.] neden belirli bir eksen üzerinde dönmemizi istediği anlaşılıyor. Müslümanlar Kâbe’yi kaç kez tavaf eder? 7 kere. Her seferinde saatin ters yönüne doğru tavaf edilir. Neden biliyor musunuz? Biz insanları hayata bağlayan şeylerin, zaman ve mekânın sınırlı olması!

ALLAH’ın [c.c.] kulların yapacağı ibadet, namaz ve dualara ihtiyacı yoktur. Ama bizim ibadetlere ihtiyacımız var. Bizim başka yollara değil, sadece ALLAH’a ihtiyacımız var.
Ebû Hüreyre Radıyallâhu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Allah [c.c.] kendisinden istemeyene kızar"
[Tirmizî, Daavât 3, (3370); İbnu Mâce, Dua 1, (3827); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/547.]

Kâbe’nin çevresinde 7 kez dairesel olarak dönmenin özünde ibadet vardır. Ama bu ibadeti taş ya da bir eve değil ALLAH’a yapıyorsunuz. Kâbe sadece odak noktası ve tüm Müslümanların tek bir merkezde toplanıp bir enerji odağı oluşturması! Aslında duaların ALLAH’a ibadet olarak iletilmesi. Eğer Kâbe olmasaydı, tüm Müslümanlar yine de aynı nokta da dualarını yaparlardı. Çünkü Kâbe sadece ibadetlerle yüzümüzü ALLAH’a döndüren nokta. Şimdi, saat yönünün tersine dönmek bizi zaman ve mekândan ayırmıyor. Ama gerçekten Dünya üzerindeki en güçlü enerji Kâbe’de! Ve saatin tersi yönünü takip ederek bu manevi enerjiye bağlı olarak kalp gözümüzü açmış oluyoruz.

9-11’i anlamak için bir kez ve hepsine dikkat edin.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler cinlerle bu şekilde iletişim kurduklarına inanmaktalar. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatilerin sapık inancı sayı ve sembollerle çalışır. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler hakkında araştırma yapıldığında inançlarının öngördüğü sapkın dinlerinin sayılarını ve sapkın dinlerinin geometrik şekilleri görülür.

Bu ne anlama geliyor?

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin inancına göre; her numaranın ve her şeklin bir anlamı vardır. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati bu sayı ya da şekillerle cinlerle iletişime geçtiklerine inanmaktadır. Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin numerik tanımında 10 sayısı; Alfa veya Omega ya da tapındıkları Şeytan demektir. 11 tapındıkları şeytanın 1 adım yukarısıdır. 911 veya 9-11 Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin tapındığı şeytanı atlamaktır. Bu en büyük meydan okumadır. Bu 9’dan sonra 10’u önemsemeyip 11’e atlamak anlamına gelir. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati tapındıkları şeytanı atlar ve Lusifer’a ulaştıklarına inanır. Bu olayın 9/11’de olması tesadüf değildir!

Hangi olayları 911’e bağlıyoruz?
Amerika Birleşik Devletleri’nde acil durumlarda 911 numarası aranır. Acil yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmek elbette güzel bir şeydir. Buna kimse bir şey diyemez. Dünyada inançlı ya da mantıklı hiç kimse bunun kötü bir şey olduğunu söyleyemez. Ama Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin nasıl uğursuzca çalıştıklarını anladığın zaman, onlar senin düşündüğünden daha çok çalışırlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlar ne zaman acil bir duruma düşse, yardıma ihtiyaç duysa, telefonu eline alıp onlardan yardım isterler. Numara Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin tapındığı putu atlama ve üste çıkma sistemidir.

9-11 [11 Eylül 2001] saldırısı içeriden yapıldı. Büyük bir ritüeldi, kimse de suçluyu uzakta aramadı. İlluminati’nin nasıl çalıştığını anladığımızda bu ortada!

9-11’in planlanmasında 4 temel unsur var
-ALLAH’a giden bütün manevi yönelişleri Şeytani Güçler için şeytanın yolundan gidenlerce kapatılması ve [Haşa] ALLAH’a meydan okuma. Ve ister kabul edin ya da etmeyin şuan siyasi güç ellerinin altındadır.

-Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin amacı Dünya siyasetine en ihtiyaç duydukları zamanda dünyayı etkilemek ve Yeni Dünya Düzenini devreye sokmak.

-Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin Numerolojisi nasıldır anlamalıyız, tarihleri ve konuşmaları anlamalıyız, ritüalistik kurbanların neler olduğunu anlamalıyız.

-İkiz Kuleler. Dünya üzerindeki ikiz kuleler Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nin 2 sütununa benziyor. “Jachin” ve “Boaz” olarak daha iyi bilinir. Süleyman Aleyhisselam’ın Mescidi’nin girişindeki 2 sütun Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin inancında “Geçiş” olarak adlandırılır.

İnsan vücudu; mükemmel bir kare ve dairenin uyumu içerisine uzanan sadece bir organdır. Kare fiziksel bölgeyi temsil eder. Daire ruhsal bölgeyi temsil eder. Doğudaki ruh ile ilgili okullar; 7 çakrayı tartışırlar. Biz 5 tanesini anlatalım.

Kuyruk Sokumu Çakrası cinsel enerji ile ilgilenir. İslam da ALLAH tarafından “helal” ve “haram” veya “korunan” ve “yasaklı” kavramları vardır. Çoğu kez, bazı uygulamaları kendi durumunuza bağlı olarak korunmuş ya da yasaklı olabilir. Bu nedenle evlilik dışı ilişki yasak, bir evlilik süresi içinde yer alınır ve bir nimet olarak kabul edilir. Kuyruk Sokumu Çakrası sadece sağlıklı enerjiyi evliliğin uygun zaman ortamında zenginleştirilince üretebilir.

Göbek Çakrası midemizin yanında bulunan kişisel güç ve yaşam gücü depolama ile ilgilenir.[Prana] Doğru yaşam gücü oluşturmak için, sağlıklı ve doğal gıdalar yemek gerekir. Yani Helal gıdalar tüketmeliyiz. Haram gıdalar ruhumuza zarar verir.

Kalp Çakrası şefkat, sevgi, saygı ve duygusallıkların yerine getirilmesi ile ilgilenir. Bu sağlıklı ilişkiler aracılığıyla sevgi ve insanlar arasındaki uyum elde edilebilir. Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bahsi geçen övgü, nezaket ve iyi davranış öğretilerini bizlere gösterdi. İsa Aleyhisselam ve diğer peygamberlerin de insanlara gösterdiği gibi. Sadece sağlıklı bir toplum şefkat ile büyüyebilir.

Boğaz Çakrası iletişim ve insanın kendini ifade etmesi ile ilgilenir.
Bismillahirrahmanirrahiym. Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka[onlar ziyanda değillerdir.] Sadakallahül-Aziym. [Asr Suresi, 2 ve 3. ayetler]

Son olarak Taç Çakrası bilgi, sezgi, bilinç ve maneviyat ile ilgilenir. Sadece bütün çakraları doğru şekilde zenginleştirebilirsek, gerçek bir insan olabiliriz. Tüm fiziksel, zihinsel ve duygusal gereksinimleri doğru yolda zenginleştirmek için bir yatırım gerekiyor. Maneviyatımızın çoğalması için nefsimizin efendisi, yönetici olmamız gerekiyor. Ancak o zaman gerçek bir insan olabiliriz.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler bunları biliyor. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler özellikle bunları kullandıkları için bu şekilde savaşıyorlar. Bu anlatılanlar tesadüf değildir! Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler sırasıyla tek tek insanın çakralarına saldırıyorlar. Maneviyatımızın çoğalması için, insanın enerji çakralarını yükseltmesi gerekir. Kuyruk Sokumu Çakrası en düşük olmalı, Taç Çakrasını en yüksek yere yükseltmek gerekir.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler Kuyruk Sokumu Çakramızı kızıl giyinen kadınlarla, açık seçik giyinen kadınlarla, sex filmleriyle, açık saçık fotoğraflar ile besliyorlar.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler Göbek Çakramızı Mcdonald’s’la, Burger King’le, Dondurulmuş yemeklerle, katkı maddeleri katılarak son kullanma tarihi uzatılan yemeklerle, [GMO, Genetically Modified Organisms] GDO, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ile besliyorlar.
GDO, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Nedir? [GMO, Genetically Modified Organisms]
Günümüz dünyasında genetiği değiştirilmiş yaklaşık 1600 gıda maddesi var. Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerden uzak durmanın mümkün olmadığını belirtirken, mısır ve soyaya dikkat çekti. Çünkü bu ürünlerin katkı maddesi olarak kullanıldığını ve bu sebeple birçok ürünün içinde yer aldığını ifade etti. `Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor.` diyen Başak, araştırmaların gıdaların ömrünün uzatılması sürecinde oynanan genlerin zehirli proteinler ürettiğini ve bu proteinleri yiyen böcek ve kuşların da öldüğünü gösterdiğini belirtti. Hükümetin genetiği değiştirilmiş gıda üretimine kapı aralaması, tartışmaları da beraberinde getirdi. STK'lar genetiği değiştirilmiş ürünlerin ciddi tehlikeler taşıdığını ortaya koydu. [3 Haziran 2009]

Hükümetin genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine kapıyı aralaması, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bazı sivil toplum kuruluşları GDO'lu ürünlerin insan sağlığıyla ilgili ciddi riskler taşıdığını savunurken, Tarım Bakanı Eker sıkı denetim olacağını söyledi. Önce tanımını ortaya koyalım. Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara "Genetiği değiştirilmiş organizma" [GDO] deniyor. Ticari kaygılar yüzünden tarım ürünlerinde ilk olarak domates genleriyle oynandı. Biyolojik teknoloji şirketleri tarım ilacı azalacak, üretim maliyeti düşecek yüksek verim küçük çiftçiyi zengin edecek söylemleriyle, genleriyle oynadıkları tohumları 1990'lı yılların ortasında ülkelere soktular. 1996'da 6 ülkede 1.7 milyon hektarlık bir alanda başlayan GDO'lu ekim, günümüzde 25 ülkede 125 milyon hektarlık alanda yapılıyor. En son Mısır bu ülkelere katılırken, Tazmanya GDO'lu üretim projesini erteledi, Yunanistan ise GDO'lu mısır ithalatı yasağını 2 yıl uzattı. Türk hükümeti de, Haziran 2009’da aldığı bir kararla, Ulusal Gıda Güvenliği ile genetiği değiştirilmiş bitkilere izin verilmesinin önünü açtı. Bilimsel elekten geçen genetiği değiştirilmiş bitkiler, üretim hakkı elde edecek. Dünya genelindeki gıda açığı ve tarım sektörünün ülke ekonomisi açısından önemi dikkate alınarak hazırlanan yasa tasarısı, beraberinde endişeleri de gündeme getirdi. Tarım Bakanı Mehdi Eker, genetiği değiştirilmiş ürünlerin sıkı denetleneceğini vurgularken, "Bu konu AB için de Türkiye'nin kendi ihtiyaçları için de önemli" dedi.

BiYOLOJiK ÇEŞiTLiLiĞi YOK ETME RiSKi VAR!

1. İnsan sağlığı

Alerjik reaksiyona neden oluyor. Antibiyotik direncini zayıflatıyor. Toksik etki yaratıyor.

2. Ekosistem

Normal ve organik tarımı tehdit ediyor. Ne kadar uzak alanda olursa olsun rüzgâr ve arılar yoluyla organik ürünlere de bulaşıyor. GDO'lu tarım yapılan alanlardaki haşereleri yiyen kuşların türü tükeniyor. Canlı türleri açısından tehdit oluşturuyor. Biyolojik çeşitliliği yok ediyor. GDO'lu ekinler, tozlaşma yoluyla aynı türden akrabalarının da genlerini değiştirebiliyor.

Tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılabilmesini sağlaması, tarımsal verimi artırması, tarım ilacı kullanılmasına ihtiyaç duymaması, üretim verimliliğini 10 kata kadar artırması, vb. sebeplerden dolayı üretilmekteler.

'GENETİĞİ Değiştirilmiş Organizma' (GDO) ile üretim birçok ülkede tartışma konusu oluyor. Bazı ülkeler GDO projelerine ağırlık vererek biyolojik teknoloji tarım için sahalar açarken, sağlık açısından tehlikeli gördüğü için buna karşı çıkan ülkeler de mevcut. Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ile çok sayıda Avrupa Birliği ülkesi ve bazı Afrika ülkelerinde genetiği değiştirilen ürünler ya yasaklılar listesinde ya da bu ürünlere katı sınırlamalar getirilmiş durumda. Dünyanın dört bir tarafından çiftçi örgütleri ve ihracatçılar yayınladıkları bildirilerde GDO çalışmalarının insan sağlığı için tehdit içerdiğini savunuyor. Son olarak Yunanistan hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri tarafından üretilen genetiği değiştirilmiş mısır ithalatı ile ilgili yasağı 2 yıl daha uzatma kararı aldı. Tazmanya da ticari ölçekte genetik değişime uğramış ürün yetiştirilme kararını geçtiğimiz günlerde 2014 yılına kadar 5 yıllığına erteledi. Yaklaşan seçimlerle birlikte Almanya'da da GDO'lu ürünler tartışılıyor. Alman hükümeti, ulusal müzakere platformu oluşturarak politikacılarla birlikte çiftçi, gıda endüstrisi grupları ve bilim adamlarını bir araya getirdi. Dünya Sağlık Örgütü de ürünlerin sağlık risklerine dikkat çekiyor.

Türkiye de GDO hakkında neler söylendi?
- Türkiye Tohumculuk Endüstri Derneği Başkanı Dr. Mete Kömeağaç:
“GDO'LU üretim yapmak bir teknolojidir ve biz Türkiye'nin böyle bir teknolojiyi kullanmak için yeterli altyapı, bilgi ve beceriye sahip olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye doğal ürün cennetidir. GDO da bir üretim tekniği, kesinlikle bir sakıncası olmaz. Doğal ürünlerle artan nüfusu beslemek mümkün değil. Ancak tıp adamları çıkıp bu iş zararlıdır derse bunu kimse kullanamaz.”

- Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık:
“GDO'lar ne çiftçinin ne tüketicinin ne de hükümetlerin talebi. GDO’lu ürünler biyolojik teknoloji şirketlerinin çıkarı içindir. Bu şirketlerin başını MONSANTO adlı firma çekiyor. Amerikan Federal Mahkemesi'nde firmanın aleyhine açılmış onlarca dava var. Viyana Üniversitesi yaptığı araştırmada farelerin 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettiklerini ortaya koydu. Arjantin'de GDO'lu tarım yüzünden 1 milyon hektarlık alanı yabancı otlar bastı.”

- Ekolojik Ürün Üreticileri Derneği Başkanı - Levent Gürsel Alev:
“GDO'lu ürünlere karşı 4-5 yıl kampanya yürüttük. Bu ürünler kesinlikle yasaklanmalı. İnsan sağlığı ile ilgili ciddi riskler içeriyor. Bu üretimden kazançlı çıkan tek taraf GDO'lu tohum patentini elinde tutan şirketler. Madem tehlikeli değil neden Tarım Bakanlığı GDO'lu ürünlerin bebek mamalarında ve çocuk gıda ürünlerinde kullanılmasını yasaklıyor?”

Her ne kadar GDO'ların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmese de hayvanlar üzerindeki etkileri belirlendi. İskoçya Rowett Enstitüsü Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü. Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55.6'sı, doğumdan 3 hafta sonra öldü.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler bizi bunlarla besliyor!

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler Kalp Çakramızı şiddetle, açık saçık giyinen kadınlarla besliyorlar. Böylece duygularımız doğrudan değersizleşiyor.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler Boğaz Çakramızı yalanlarla besliyorlar. İslam’a saldırıyorlar, dans ettiriyorlar, şarkı söylüyorlar. Dünyayı gösteriyorlar. Filmler çekiyorlar.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler Taç Çakramızı medya düşünce kontrolü ile besliyor. USA Mk-Ultra[Amerika beyin yıkama programı] MK-ULTRA kod adlı programa ait çok sayıda dosya, program da başından beri yer alan CIA Başkanı Richard Helms tarafından, 1973 yılında görevi bıraktığı sırada yok edildi. CIA, beyin kontrolünün işkenceye dayanıklı kurye[bellek, önceden belirlenmiş bir sinyalle canlandırıyordu] ve bir programlanmış suikastçı oluşturmanın bir yolu olduğunu gördü. Sirhan Sirhan’ın Senator Robert Kennedy’i öldürmeden önce CIA bağlantılı bir beyin yıkayıcı tarafından eğitildiği yolunda kanıtlar var. CIA ayrıca karşıtlarını bozucu maddelerle saf dışı bırakılabileceğini fark etti. Mahkûm ve ajanlarına izinsiz test etti ve LSD deneklerinde ölüm emri verdi! Emir uygulandı.

Yüksek Frekanslı Aktif Atmosfer Araştırma Programı HAARP Projesi kontrol ve yapay deprem iklim silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu hâlini almıştır. [Tsunami’yi HAARP’ın yaptığı konusunda kanıtlar var]

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatilerin en büyük korkuları bizim her bir çakramız için mücadele ediyor olmamız. ALLAH’a inanıp, ALLAH’a güvenen bu savaşı kazanır. Çünkü tüm çakralarımız uyumlu ve doğru ise, Maneviyatımızı çoğaltırız.

Ya Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/İlluminatilere bir köle olacaksınız ya da tam bir insan!

[Amerika Birleşik Devletleri, Haberler] “Dolar hafta sonu yine düşüşte. Dolar 96 seviyesindeyken, Dow Jones Hisseleri 105 puan artıyı gördü ve yükselmeye devam ediyor. Enflasyon %0.8 çıkıyor, bunun gerçek olmasına imkan yok. Eğer hükümet bu konuda ayrıntılı bir rapor verseydi, gerileme durumunda olduğumuzu bilirdik. Piyasalarda %50-60 civarında düşüş olacağını düşünüyoruz. Karamsar konuşmaktan nefret ederim ama zaman iyimser ya da kötümser olma zamanı değil, gerçekçi olma zamanıdır. Bütün sistemimiz kredilerin gelişmesi üstüne kurulu. Ekonominin devamlı büyümesi için kredi oranlarının her yıl yükselmesi gerekli. Konjenktür gerilemesinde ekonomi küçülür ve bu devam ederse basamak basamak küçülme devam eder. Mühim olan ne kadar dolarınız olduğu değil, doların değerinin ne olduğu ve onunla ne satın alabildiğinizdir. Ve dolar ekonomideki kötü gidiş, büyüyen ticaret açığımız sebebiyle her geçen gün değer kaybetmeye devam ediyor. Yetersiz iç manifaktürümüz ve yetersiz iç tasarrufumuz yüzünden doların yapacağı tek şey var. O da batmaktır. Finansal bir krizle karşı karşıyayız. Senelik performans açığımız 600 milyar Dolar’ın üstünde. Dış borç 3 Trilyon Dolar’ın üstünde. Yabancıların devlet hazinesindeki payı 1.4 trilyon dolar. Harcama yapmak için her iş günü sermaye sahiplerinden 3 Milyar Dolar borç almamız gerekiyor. Açığımız her yıl 600 Milyar Dolar’ın üstünde ve bu maskaralığı durdurmak için biz daha fazla para basıyoruz. Bununda bir sınırı var ve ben sınırı aşmaktan endişeliyim.
[Kongre Üyesi: Ron Paul M.D. 17 Eylül 2005]

[Amerika Birleşik Devletleri Breaking News, Haberler] Dışarıda bir dolar krizi var ve insanların parası çalınıyor. Para biriktirmiş insanlar göz göre göre soyulacaklar.

Şeyh İmran Hüseyin’in Vaazı: “Deccal 1 ay kadar ömür süreceği yere gitti. Amerika Dünya’ya uzun süre hükmeden Britanya’nın yerine geçti. Ve Amerikan Doları uluslar arası para birimi olarak tanıtıldı. Ve şimdi Amerika gücünü İsrail’e devrediyor. Dünya’nın Egemen ülkesi İsrail olacak. Peki, yeni para birimi ne olacak? Cevap: Amerikan Doları batırılacak, beraberinde bütün dünya para birimlerini de götürecek. Sonra kâğıt paranın yüzünü görmeyeceksiniz. Sonra yeni para birimi ne olacak? İsrail dünyayı hangi para birimiyle köleleştirecek? Amerika’nın Dolar’ı kullandığı şekilde mi? Cevap: İsrail göremeyeceğin bir para birimi kullanacak. Dokunamazsın. Elektronik para olacak. Garip olan, tehlikenin elektronik para olması ve bunun dünya çapındaki bankacılarca kontrol edilmesi. Ve bankacılık sistemini Yahudiler elinde tutuyor. Bu asılsız bir iddia değil! Bu asla yalandan bir suçlama değil! Gerçek bu! İsrail’in büyük bir savaş planlıyor! MOSSAD ve CIA 11 Eylül saldırılarının suçunu Müslümanlara attıklarından beri hazırlanıyor. Onlar bunun yalan olduğunu biliyor, korkunç bir yalan olduğunu biliyorlar!”

Bizler şuan bile elektronik para kullanıyoruz. Çünkü çoğumuz birikimlerini paraya hiç dokunmadan kullanıyor. Uyumla dijital sayıları takip ediyoruz. Kredi kartları, bankamatik kartları kullanılıyor. Günümüz parası, geçmişteki gibi altın ve gümüşle kıyaslanmıyor. Faiz ve değeri geçici aldatma üzerine kurulu. Ve bu sebeple bugün tanık oldukların, sadece başlangıç! Bizi bekleyen ekonomik çöküntülerin ilk aşamasıdır!

Ulusal Bankaların sahipleri Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatilerdir. Ve bu çöküş önceden planlanmıştır.

Bilgisayarı nasıl kullanacağınızı bildiğimiz halde, çoğumuz toprağın nasıl işlendiğini bilmiyoruz! Yemek sipariş etmesini bildiğimiz halde, çoğumuz sebze yetiştirmeyi bilmiyoruz! Çocuklarımız oyunlar konusunda uzman! Peki, onlara yaşamın temellerini, bizi yaratanı öğretebildik mi? Biz doğal yaşamdan uzaklaştık ve biz makinelere dönüştürüldük. Mekanizmanın bir parçası olduk.

[Şeytanın Avukatı Filminde Şeytan ne diyordu?] “Şimdi buradayım ve geri döndüm. Her şey yeni başlıyor. 20. yüzyıl benim yüzyılım olacak, sadece benim. Her saniyesi benim olacak, her saniyesi. Benim. Başlıyor. Şimdi benim zamanım.”

Kıyametin kopmasına bir gün kalmış olsa, ALLAH[c.c.] o günü uzatır ve ehl-i beytimden Mehdi’yi gönderir.
[Sünen-i Tirmizi 4/92; Sünen-i Ebu Davud, 5/92; Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Muntazar, 10; El-Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, 27; Ölüm-Kıyamet -Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 437]

Hz. Mehdi Aleyhisselam 12 İmam’ın sonuncusu ve ALLAH’ın halifesidir.
HALİFETULLAH!

Mehdi tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman Aleyhisselam gibi dünyaya hükmedecektir.
[El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiy-il Muntazar, sayfa 29]

Mehdi bütün dünyaya malik olacaktır.
[Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 10]

Mehdi doğu ile batı arasındaki her yeri fetheder.
[El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 56]

Mehdi Aleyhisselam kimsenin bilemediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine Mehdi denilmiştir.
[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 77]

Kab'dan rivayet edildi ki: Mehdi Aleyhisselam, kimsenin bilemediği gizli bir gücün sahibi olduğu için kendisine Mehdi denilmiştir.
[Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman]

ALLAH Mehdi Aleyhisselam’a o kadar güç verecek ki, zulmü ve zulmedenleri ortadan kaldıracak, İslam’ı hâkim kılacak, İslam'ı ihya edecek, önemsenemez bir hale geldikten sonra İslam’a tekrar kıymet kazandıracak. İslam’ı, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak.
[Muhyiddin Arabi el-Endülüsu, Futuhat-ül Mekkiye, Bab 66, Kıyamet Alametleri, sayfa 186]

Mehdi Aleyhisselam kimin soyundan gelmektedir?
İbrahim Aleyhisselam’ın kanından gelmektedir! İshak Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam’ın soyundan gelmektedir. İshak Aleyhisselam soyundan gelen peygamberler Yakup Aleyhisselam, Yusuf Aleyhisselam, Musa Aleyhisselam, Harun Aleyhisselam, Davud Aleyhisselam, Süleyman Aleyhisselam ve İsa Aleyhisselam’dır.
İsmail Aleyhisselam’ın soyundan, Hz. Muhammed Aleyhisselatu Vesselam gelmiştir.

İmam Mehdi’yi özel kılan şey nedir? Mehdi Aleyhisselam İbrahim Aleyhisselam, İshak Aleyhisselam, İsmail Aleyhisselam, Yakup Aleyhisselam, Yusuf Aleyhisselam, Musa Aleyhisselam, Harun Aleyhisselam, Davud Aleyhisselam, Süleyman Aleyhisselam, İsa Aleyhisselam ve Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın soyundandır.

Peki, günümüzde Mehdi Aleyhisselam biliniyor mu?

İnsanların ümitsiz olduğu ve “Mehdi yokmuş” dediği bir sırada ALLAH [c.c.] Mehdi Aleyhisselam’ı gönderir.
[Ali Bin Husameddin el-Muttaki, Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 55]

Aşırı Hıristiyanlar Deccalın “İmam Mehdi” olduğunu sanıyorlar.
Aşırı Yahudiler Deccalın “İmam Mehdi” olduğunu sanıyorlar.
Aşırı Sünniler Deccalın “Şii İmam Mehdi” olduğunu sanıyorlar. [Türkiye haricindeki diğer ülkelerdeki Sünniler böyle sanmaktadır.]
Aşırı Şiiler Deccalın “Sünni İmam Mehdi” olduğunu sanıyorlar.

Peki, Gerçek Deccal nedir?

Hiç şüphe yok, Deccal çıkacaktır. Onun sol gözü kördür. Ve üzerinde beyaz bir ben vardır. Gözsüzleri ve hastaları iyi eder. Ölüleri diriltir. Ve "ben rabbinizim" der. Kim onu tasdik ederse Deccal fitnesine düştü.
[Ravi: Hz. Sumre Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 97]

Deccal, ilah olduğunu söyler.
[İ.Ebi Şeybe]

Âdem Aleyhisselam’dan, Kıyamete kadar Deccaldan büyük fitne yoktur.
[Müslim]

Deccal, bir kimseyi öldürüp diriltecektir.
[Buhari, Müslim]

Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:
"Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur."
[Buhârî, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebu Davud, Melahim 14, (4315). İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/296.]

İbnu Ömer Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm Veda haccı sırasında (bir ara): "Halk susup dinlesin!" buyurdular. Sonra Allah'a hamd ve senada bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve buyurdular ki:
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini Deccala karşı uyardı. Nuh Aleyhisselam ümmetini Deccala karşı uyardı, Nuh Aleyhisselam’dan sonra gelen peygamberler de kendi ümmetlerini Deccala karşı uyarmıştı. Deccal sizin aranızda çıkacak. Deccalın hali sizden gizli kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. Deccal ise sağ gözü kör birisidir. Deccalın gözü, sanki (salkımdan) dışarı fırlamış bir üzüm tanesi gibidir. [İki gözünün arasında kefere yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her Müslüman okuyacaktır]."
[Buhârî, Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103. (169)-(2933). İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/298.]

Şa'bî'nin, Fatıma Bintu Kays Radıyallahu Anhâ'dan nakline göre Fatıma şöyle anlatmıştır: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Temîmu'd-Dari Hıristiyan bir kimse idi. Gelip biat etti ve Müslüman oldu. O, benim Mesih Deccal'dan anlattığıma uygun olan bir rivayette bulundu. Bana anlattığına göre, Temim, bir gemiye binip denize açılmıştır. Yanında Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi vardı. (Hava şartları iyi olmadığı için) onlarla denizin dalgaları bir ay kadar oynadı. Sonunda güneşin battığı esnada denizde bir adaya yanaştılar. Geminin kayıklarına binerek adaya çıktılar. Derken karşılarına çok tüylü kıllı bir hayvan çıktı. Bunlar, tüylerinin çokluğundan hayvanın baş tarafı neresi, arka tarafı neresi anlayamadılar. [Şaşkın şaşkın]:
"Sen necisin, neyin nesisin?" dediler. O cevap verdi:
"Ben cessâseyim!"
"Cessâse nedir?" denildi.
"Ey cemaat! Şu manastıra kadar gelin! İçinde bir adam var, o sizin haberinizi istemektedir!" dedi. O, bir adamdan söz edince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk. Hemen koşarak manastıra girdik. İçeride bir adam vardı; yaratılanlar arasında gördüklerimizin en irisiydi ve elleri boynuna, dizlerinden topuklarına demirle sıkı şekilde bağlanmıştı.
"Vah sana! Kimsin sen?"
"Benim haberimi alabilmişsiniz. Şimdi siz kimsinizi? Bana söyleyin!" dedi. Arkadaşlarım:
"Biz bir grup Arabız. Bir gemideydik, denizin coşkun bir anına rastladık. Dalgalar bizi bir ay oynatıp oyaladı. Sonra şu adaya yaklaştık, sandallara binip adaya çıktık. Tüylü ve çok kıllı bir hayvanla karşılaştık. Tüyünün çokluğundan başı ne taraf, arkası ne taraf anlayamadık. "Vah sana, nesin sen?" dedik.
"Ben cessâseyim!" dedi. Biz: "Cessâse de ne?" dedik.
"Manastırdaki şu adama gelin, o sizin haberinize pek isteklidir!" dedi. Biz de koşarak sana geldik. Biz onun bir şeytan olmadığından emin olmadığımız için korktuk" dedik. Adam:
"Bana Beysan hurmalığından haber verin!" dedi. Biz:
"Onun neyinden haber soruyorsun?" dedik.
"Ben onun ağacından soruyorum, meyve veriyor mu?" dedi.
"Evet!" dedik.
"Öyleyse meyve vermeme zamanı yakındır!" dedi.
"Bana Taberiya gölünden haber verin!" dedi.
"Onun nesinden haber istiyorsun?" dedik.
"Onun suyunun çekilmesi yakındır!" dedi.
"Bana Zuğer gözesinden haber verin!" dedi.
"Sen onun neyinden haber istiyorsun?" dedik.
"Gözede su var mıdır? Orada su var mıdır?" dedi.
"Evet, onun çok suyu vardır! Sahipleri onun suyu ile ziraat yapıyorlar!" dedik.
"Ümmilerin peygamberlerinden bana haber verin. O ne yaptı?" dedi.
"O Mekke'den çıkıp Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti" dedik.
"Araplar O'nu öldürmeye çalıştı mı?" dedi. Biz:
"Evet!" dedik.
"Onlara karşı ne yaptı?" dedi. Biz de, (onu öldürmek için) peşine düşen Araplara üstünlük sağladığını, Arapların kendisine itaat ettiklerini haber verdik. (O da bize):
"Bu, onların itaat etmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Ben şimdi size kendimi tanıtayım: Ben Mesih Deccal'ım. Çıkış için bana izin verilme zamanı yakındır. O zaman çıkıp yeryüzünde dolaşacağım. Kırk gün içinde uğramadığım karye (köy) kalmayacak. Sonra Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm çubuğuyla minbere dürterek:
"Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Ben bunu size anlattım değil mi?" buyurdular. Halk da: "Evet!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu Vesselâm:
"Mesih Deccal Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Evet, Deccal doğu tarafından zuhur edecektir. Deccal doğu tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti."
[Müslim, Fiten 119, (2942); Ebu Davud, Melahim 15, (4325, 4326); Tirmizî, Fiten 66, (2254); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/290-292.]

AÇIKLAMA:

1- Deccal, kelime olarak örtmek manasına gelen bir asıldan gelir. Yalancıya deccal denmiştir. Çünkü batılıyla hakkı örter.
2- Bu hadis, rivayetin baş kısmından da anlaşılacağı üzere, Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm'ın Temîmu'd-Dâri'den rivayet ettiği bir haberdir.
3- Hadiste geçen bazı yer isimleri var: Beysan hurmalığı diye çevirdiğimiz Nahlu Beysan, Şam'da bir yerin adıdır. Zügar gözesi (Ayn-u Zugar) da yine Şam yakınlarında bir yer adıdır. Taybe, Medine'nin isimlerindendir. Medine'ye cahiliye devrinde Yesrîb dendiğini, daha sonra peygamber şehri manasına Medinetu Resulullah'dan kısaltılarak Medine dendiğini belirtelim. Taybe yerine, Tâbe de denir. Güzel koku demek olan tib'den gelir. Medine'nin toprağı güzel koktuğu için Tâbe denmiş olduğu söylenir. Taybe kelimesinin maddî manevî pisliklerden temiz manasını taşıdığı da söylenmiştir.
4- Hadisteki Şam kelimesi, daha ziyade Suriye bölgesinin ismidir. Tarsus, Maraş, Antakya gibi Türkiye’de ki şehirler de Şam'a dâhildir. Şam denizi ile Yemen denizi tabirlerinin, iki ayrı denizi değil, aynı denizin Yemen tarafını ve Şam tarafını ifade ettiği söylenmiştir. Bu, Kızıl Deniz'dir. Zira her iki tarafla da irtibatı var.
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/293.]

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin oyunlarıyla Mehdi insanlar tarafından bilinmiyor ya da Deccal olarak biliniyor. Mehdi hiçbir zaman Mesih ya da Hıristiyan olduğunu söylemeyecek.

Kiliselerdeki resimler, İsa Aleyhisselam’a ait değil! Kiliseler Hıristiyanları kandırdı!

Kiliselerdeki İsa Aleyhisselam’ın resmiymiş gibi gösterilen resimlerin arkasında hep güneş vardır! Bu Pagan sembolü güneşe tapmaktır!

Taht İsrail’den başka bir yerde kurulmadı. Ve Deccal dünyaya hükmetmek için; bu Dünya’nın bozuk liderleri tarafından kabul edilecektir. Birçok yanlış Mehdi beyanları olacak. Ama Deccal hiçbiri olmayacak.

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati kendilerini nasıl göstermeye çalışır? Masonlara/Siyonistlere/Satanistlere/İlluminatiye göre yaptıkları hızlı ve barışçıl İsrail çözümüdür. Yüzyıllar öncesi gibi insanlar bir arada olabilir.1948 den önce İsrail’de yaşayan hahamları gösterirler. Bu hahamların Müslümanlarla nasıl yaşadıklarını anlatırlar. Birbirlerinin çocuklarına baktıklarını anlatırlar. Puryomki’ye nasıl geldiklerini ve kadınların nasıl Puryomki’ye gittiklerini anlatırlar. Müslüman çocuklara baktıklarını iddia ederler. Müslümanların hayatlarındaki en değerli şeyleri olan çocuklarını onlara emanet ettiklerini iddia ederler. Bütün her şey Masonik/Siyonist/Satanist/İlluminatist bir KOMPLO!

Deccalın gelişine hazırlandıkları sırada insanları kışkırtmak için Siyonistlerin oyunu:
“Böl, Parçala ve Yönet!”

Aşırılık için çalışıyorlar, şu an dünyada bulunan bütün mezhepler ve tarikatlar için geçerli!

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler uyum içerisindeler ve bugün karşımızda ki tüm sorunların sebebi onlar. Onlar küçükken gelip büyük oldular! Dünyanın %1’inden azı zenginliği elinde tutuyor. Bu %1’in Siyonistlerin amaçlarını desteklemesi ve Deccalın tahtı için çalışması tesadüf değil!

Ulusal bankaları kurdular ve lanetlenmiş faize bağlı banka sistemlerini kurdular.

Faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana, bu senede şahit olana kıyamet gününde Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dilinden lanet edilmiştir.
[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Raduyallahü Anh, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, faiz yemeyen adam kalmaz. Onu yemese bile kendisine tozu isabet eder.
[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 141]

Faiz yiyenin hürmeti yoktur. Onun malında bereket yoktur.
[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

Allah, faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana ve zekâtı vermeyene de lanet etsin.
[Ravi: Hz. Ali Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

Kıyamet alametlerindendir; şüphenin açık olması ve açıkça faiz yenmesi.
[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

705. (2273) (6692)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu karınların içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışarıdan gözüküyorlardı. Ben: "Ey Cebrail bunlar kimlerdir?"diye sordum. "Bunlar faiz yiyenler!" dedi."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

706. (2274) (6693)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Faiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. En hafifi kişinin anasıyla zina yapması gibidir."
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

Yeni Dünya Düzeni’nin Global hâkimiyeti İsrail’den yönetiliyor. İsrail dünyanın en güçlü Nükleer cephaneliğine sahiptir.

İsrail’de yeni bir elit komando tugayı kurulmuştur! Adı çok fazla şok edici bir kısaltma olmuştur.
Kfir Brigade[Kfir Tugayı]

Sözde Müslüman liderler Filistin’in kurtulması için yapmaları gerekenleri yapmıyorlar! Sözde Müslüman liderler petrolden kazandıkları milyarlarca doları adi dünya için kullanıyorlar!

Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler ateist değil! Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler şeytana tapıyorlar ve Deccalın gelişi için hazırlanıyorlar. Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminatiler şeytana hizmet etmekten ve şeytanın namını dünyaya yaymaktan gurur duyarlar.

Bismillahirrahmanirrahıym. Ant olsun ki şeytan, insanlar hakkındaki iddiasını gerçekleştirdi. Müminlerden bir grup hariç, hepsi şeytana uydular. Aslında şeytanın insanlar arasında hiçbir nüfusu yoktu. Fakat biz, ahirete iman edenle ondan şüphe edeni ayırt etmek için şeytana bu fırsatı verdik. Her şey, senin Rabbinin gözetimi altındadır. Sadakallahül-Azıym.
[Sebe Suresi, 20, 21. ayetler]

George W. Bush Amerika Birleşik Devletleri başkanıyken, 11 Eylül 2001 saldırından sonra ne diyordu? “Şimdi karar verin, ya bizimlesiniz ya da teröristsiniz!” Peki, bunu nasıl yapabilirler? Ellerinde olan medya ve basın sayesinde.

[Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau anlatıyor]
“Rahip bize: “Biz ruhlara taparız, şeytana ve cinlerine taparız. İsa Aleyhisselam’ın tekrar dünyaya gönderilip Deccalı öldüreceğine inananlar satılmışlardır” dedi. [Masonların içine giren ve onların ayinlerine katılan Roger J. Morneau]

Zulümle dolu olan dünya, Mehdi Aleyhisselam geldikten sonra adaletle dolup taşacaktır.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam muhtelif depremlerin olacağı bir dönemde gönderilecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam, insanlar ALLAH’a dönünceye kadar mücadelesine devam edecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ‘Horasan tarafından bayraklar çıktığını gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa, o bayraklara katılınız, zira içlerinde Allahın halifesi Hz. Mehdi vardır.’ buyurmaktadır.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Huzeyfe’den gelen bir başka rivayet ise şöyledir: ‘Mehdi Aleyhisselam’ın ordusu, Rum kalelerini tekbirlerle fethederler. İstanbul’u fetheder ve bu arada 400 bin kâfiri de öldürürler. Altından ve çok çeşitli mücevherattan oluşan hazineleri çıkarıp mescitleri de inşa ederler. Burada bir sene kaldıktan sonra başka bir beldeye geçerek, o beldenin de hazinelerini çıkarırlar. O anda birisi ‘Deccal Şam’da çıkmış ve bütün çoluk çocuğunuzu elde etmiş’ şeklinde bağırır. ‘Hemen geriye dönerler, bir de bakarlar ki, yalandır. Sonra onlar, bin adet olan bineklerini hazırlayıp, aralarında Doğu ehli, Şam ve Hicaz ehliyle birlikte İstanbul ve çevresine gitmek üzere yola çıkarlar. Bir tekbirle o beldenin duvarları yıkılır ve bu ikinci defa da 600 bin kâfiri öldürürler’.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam aynen Zülkarneyn ve Süleyman Aleyhisselam gibi, bütün dünyaya hükmedecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam içkiyi helal kılan toplulukları yok edecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam İstanbul’u 4 tekbirle fethedecek ve burada 600 bin kişiyi yok edip Beytül Mukaddes’in hazinelerini, Tabut-u Sekine’yi [Hz. Davud Aleyhisselam’a ait, içinde mukaddes emanetlerin bulunduğu tabut.] , Ben-i İsrail sofrası ile levhaların madenlerini [Hz. Musa Aleyhisselam’a gelen, on emrin üzerine yazıldığı gerçek Tevrat levhaları.] Hz. Âdem Aleyhisselam’ın cübbesini, Hz. Süleyman Aleyhisselam’ın asasını ve Allah’ın Ben-i İsrail’e gönderdiği süt kadar beyaz olan eldivenleri çıkaracaktır.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Sonra Allah [c.c.], insanları darmadağın edecek olan bir yağmuru semadan boşaltacaktır. İnsanlar o hale gelecekler ki, eğer savaşsalar tilkiler bile onlara galip gelecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam, bütün haramların helal sayıldığı, büyük bir fitneden sonra çıkacaktır.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Allah [c.c.] Mehdi Aleyhisselam’ı 3 bin melekle destekleyecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam’ın işi zulüm ve kötülük değildir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam’ın zuhurundan önce her 6 kişiden 5 kişinin öleceği fitneler görülecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Mehdi Aleyhisselam şeytanı öldürecektir.
[Beklenen Mehdinin Alametleri//El-Kavlu’l Muhatasar fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar]

Ya Rasulullah; bir gün Kâbe’de namaz kılarken, müşrikler gelip üstüne deve işkembesi atmışları. Sen secdede öylece kalmıştın da, onlar katıla katıla gülüyorlar, düşmemek için birbirlerine yaslanıyorlardı. O anda Mekke sokaklarında kızın, anamız Fatıma koşa koşa gelmiş, sen ona “Ağlama! ALLAH babanı zayi etmeyecek kızım” demiş, onu teselli etmiştin. O terbiyesizliği yapanlara beddua etmemiş, kötü söz söylememiş, onların gıybetini hiç ama hiç yapmamıştın. Bugün Avrupada 1400 yıl önceki zihniyet hortladı! O gün senin üstüne deve işkembesi atanlardan farklı olarak, gazete köşelerinde çamur atıyorlar. Biz kendini Müslüman sanan kâfirlerse susuyoruz!

Ya Rasulullah; bir gün Taif’e gitmiştin. Onları Hakk’a çağırmak için. Fakat onlar seni aşağılamışlar, tükürmüşler, yuhalamışlardı. Bunlar yetmezmiş gibi çocuklarına da taşlatmışlardı. Hz. Zeyd gelen taşların önüne geçiyordu sana isabet etmesin diye. Sonra bir köşede oturmuştun kan revan içinde. ALLAH Cebrail Aleyhisselam’ı gönderip; “Habibim iste, şu dağı Taif’in tepesine indireyim” buyurmuştu. O ne merhametti ki sen “Belki bir gün içlerinden Müslüman çıkar” diyerek bunu istememiş ve onlara da dua etmiştin. 6900 yıl boyunca büyük çoğunluğu bir tek ALLAH’a iman eden bir ecdadın torunlarını, bizleri kâfir ettiler! Bizleri dinden, imandan ettiler. Bizleri putperest ettiler Ya Rasulullah.

Ya Resulallah! Uhud'daydın. Mübarek dişin kırılmış, miğferinin telleri mübarek yanağını kanatmıştı. Sen o kanları yüzüne, kollarına sürüyordun. Zira “peygamberinin kanı toprağa düşerse ALLAH o topluluğu helak eder” diye; ALLAH’ın kati emri vardı. Sen helak olmasınlar diye o kanları vücuduna sürüyor ve “Bilmiyorlar ya Rab, bilselerdi yapmazlardı” diyordun. Bugün bizim âlim dediğimiz sahtekârlar “Bu zamanda islamiyeti tam olarak yaşayabilmek için evden dışarı çıkmamak lazım diyerek; yaşamak için islamdan, dinden, imandan vazgeçin” diyorlar Ya Rasulullah.

Ya Resulallah! Öyle bir ashaba sahiptin ki, “Onlar birer yıldızdılar” derdin sen! Korku nedir bilmeyen, merhametin buluştuğu kavşaktı ashabın! Seni öyle seviyorlardı ki, ya zaferle döneceklerdi ya da şehitler tahtına yükseleceklerdi. Talha b. Ubeydullah savaşta can havliyle çarpışırken bir ara sendeledi ve Ebubekir Sıddık geliverince yardıma ilk “Sana bişey olup olmadığını” soruyordu.

Ya Resulallah! Musab b. Umeyr o kadar çok benziyordu ki sana; Uhud’ta müşrik ordusundan İbn-i Kamia Seni şehit etmeye gelirken Mus’ab b. Umeyr onun karşısına çıkıyordu! İbn-i Kamia Musab b. Ümeyr’in sağ kolunu kestiğinde, Musab b. Umeyr “Elhamdülillah! Resulullah’ın sağ kolu kurtuldu!” diyordu! İbn-i Kamia daha sonra Musab b. Umeyr’in sol kolunu kesiyordu. Musab b. Umeyr “Elhamdülillah! Resulullah’ın kolu kurtuldu” diyordu! Kolları kesilen Musab b. Umeyr sana siper ediyordu kendini! İbn-i Kamia son bir darbeyle Musab b. Umeyr’in kafasını kesiyordu! Musab B. Umeyr seni korumak için en son, seni korumak için kalan başını da uzatıyor ve senin yolunun uğruna şehit oluyordu. Şehit olduğunda mübarek başı utançtan toprağa gömülü haldeydi. Zira o seni koruyamadığının mahcubiyetini taşıyordu! Musab b. Umeyr sana o kadar çok benziyordu ki; müşrikler onu şehit edince seni şehit ettiklerini zannediyorlardı! Musab b. Umeyr’in şehit edildiğini gören ashabın senin şehit edildiğini sanarak bu acıyla duraksıyordu. Enes b. Nad bu acıyla duraksayan ashabına dönüp “Ne bekliyorsunuz daha? Allah’ın Resulü öldüyse biz niye yaşıyoruz!” diyordu.

Bizler İslam’a sahip çıkamadık! Bizler Müslüman olamadık! Bizleri sözde Müslümanlıkla oyaladılar! Bizleri Müslümanlara zulmetmek için kullandıkları birer kukla haline getirdiler! Bizleri dinden imandan ettiler! Bizleri kâfir ettiler, bizleri putperest ettiler Ya Rasulullah!

Hamd olsun Ya Rabbi! Hamd olsun! Biz kâfirleri, biz putperestleri, biz dinsizleri, biz şeytan perestleri, biz şehvetperestleri, nefslerine kul köle olan bizleri; yakacak olduğun; dünya ateşinden 70 kat üstün kıldığın cehennem ateşini yarattığın için, binlerce, milyonlarca hamd olsun Ya Rabbi! İzzetine, celaline şükürler olsun Ya Rabbi!

Hamd olsun Ya Rabbi! Hamd olsun! Biz Kemalist putperestlere, putuna saygı gösterene saygı gösterenlere, Hicret’ten sonra islamiyetten dönen bizlere, susadığımız zaman, başımızdan aşağı dökülecek kaynar suların eritecek olduğu organlarımızın irin halini içirteceğin için hamd olsun Ya Rabbi! İzzetine, celaline binlerce, milyonlarca hamd olsun Ya Rabbi!

Hamd olsun Ya Rabbi! Hamd olsun! Kuran’a küfretmek için resim çektiren bizlere, Mustafa Kemal’in resimleri bulunan paraları kullanan bizlere, Kuran’a küfretmek için televizyon izleyen bizlere; cehennemde acıktığımız zaman yedirilmek için; bir tanesi bile dünyaya düşmüş olsa; bütün dünyayı kokusundan zehirleyecek olan zakkumu yarattığın için şükürler olsun Ya Rabbi! İzzetine, celaline binlerce, milyonlarca hamd olsun Ya Rabbi! Hamd olsun!





Çok kan akacak ulan! Çok kan akacak! Sadece müslümanlara zulmeden Yahudilerin, Hıristiyanların, Siyonistlerin kanı değil, Siyonistlerin ekonomilerini güçlendirmek için, Siyonistlerin emellerine ulaşmak için, Siyonistlerin kölesi haline gelen bu Dünya’da çok kan akacak! Kuran’a küfretmek için resim çektiren, Kuran’a küfretmek için televizyon izleyen, 7 gün 24 saat her yerde şeytanın ezanını dinleyen bu Dünya’da çok kan akacak ulan! Marx’a, Lenin’e, Stalin’e, Firavun’a, Mustafa Kemal’e tapan bu putperest Dünya’da çok kan akacak! Yaptığı herşeyde küfrettiği halde, üstüne müslümanlık iddiasında bulunanların olduğu bu Dünya’da çok kan akacak! Toprak kâfir kanıyla sulanacak! Kâfir kanına doyacak! Ortalık kan gölüne dönecek ulan!

Ey Masonlar! Ey Siyonistler! Ey Satanistler! Ey İlluminatiler! Ey Siyonistlerin köleleri!
Ey Kâfirler! Ey kendini Müslüman zannedenler! Katiller! Tecavüzcüler! ALLAH’a yemin olsun! Gelen savaşta daha önce hiç görmediğiniz bir güçle karşılaşacaksınız!


Bu belki bir vasiyettir!
Belki bir nasihattir!
Belki yeni bir başlangıçtır!
Belki vuslat yolunda atılan ilk adımdır!

HÜKÜM ALLAH’INDIR EY LANETLENMİŞLER!







.:!ALLAHU AKBAR!:.
*********************************************************************************************

Bu bir İslam Cihad Fermanıdır!
***********
Cemâziyelâhir 1431-Mayıs 2010
***********
 
---> Hep bilmediğimiz farkına varamadan aramaktan vazgeçemediğimiz bir arayış içinde olmadık mı hep

Daha ben başlığı anlamadım hahaha
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst