GENİŞ Kitap Özeti ArŞivİ

KİTABIN ADI : TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI
KİTABIN YAZARI : HALİDE EDİP ADIVAR
YAYINEVİ : ATLAS KİTABEVİ
BASIM YILI : 1994 / 11. BASKI

KİTABIN KONUSU

Halide Edip Adıvar’ın 1. Dünya Savaşı sonrasından cumhuriyetin ilan edilinceye kadar yaşadığı anıları anlatılmaktadır.

ESERİN ÖZETİ

30 Ekim 1918’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesiyle Türk insanının durumu yorgun, şaşkın ve canından bıkkın bir haldeydi. Yıllarca süren savaştan, sefaletten sonra bir de yurdumuzun işgal edilmesi, yani özgürlüğümüzün elimizden alınmak üzere olması Türk insanını bu hale getirmişti. İstanbul’da yaşayan, çoğunluğunu genç subayların oluşturduğu milliyetçiler, gizli dernekler kurup İtilaf Devletleri’nin toplattığı silahları Anadolu’ya kaçırmaya çalışıyor, bir yandan da memleket için kurtuluş yolları arıyorlardı. Halide Edip, bu derneklerin başkanlarına yakın biri olarak, milliyetçilerin bir araya gelip toplantı yapmak için ne büyük zahmete katlandıklarını bizzat yaşamıştır. Halk ise gazeteler sansür altında olduğundan, olan bitenden habersiz, padişahın İngilizler’le kurduğu yakınlıktan ve İngilizler’in medeni bir devlet olmasından dolayı Anadolu’yu Osmanlı Türklerine bırakacaklarını sanıyordu. Bizi savaşa sokan ittihatçıların çoğu Meclis-i Mebusan’da vekildi ve halk bunlara tepki duyuyordu. Bunu fırsat bilen Tevfik Paşa meclisi kapatmıştı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonra İngilizler Anadolu’ya giden bütün yolları tutmuşlar, tenha yolları da Osmanlı içindeki Hristiyan çetelerine tutturmuşlardı. Dernekler faaliyetlerine devam edemez olmuş, Halide Edip gibi milliyetçi kişiler hakkında idam kararları çıkarılmaya başlanmıştı. Özellikle Halide Edip’in Sultanahmet mitinginde söylediği “…hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir.” sözü şimşekleri kendi üzerine çekmişti. Daha fazla İstanbul’da kalamayan milliyetçiler Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla Anadolu’ya kaçmaya başlamışlardır. Bu kaçış ikişer üçer kişilik gruplar halinde ve çok tehlikeliydi. Düzenli olarak silah kaçıran ve milliyetçilerin güvenliğini sağlayan, İzmit’teki ve Adapazarın’daki en kalabalığı 80 kişiden oluşan çetelerdi. Bu çeteler, geceleri milliyetçileri köylerde ağırlıyor, yağmur, çamur, yorgunluk gibi zor şartları hiçe sayıyorlardı. 11 gün süren yolculuğun ardından Ankara Garı’nda Mustafa Kemal ve halk tarafından karşılanan Dr. Adnan ve Halide, o gün bir eve yerleşir ve hemen ertesi gün eski Ziraat akültesi binasında olan karargahta çalışmaya başlarlar. Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi’nden sonra yeni bir meclis kurulması zorunluluğu gündeme gelmişti. Mustafa Kemal her ilden ikişer milletvekili seçilip Ankara’ya gönderilmesini talep eder. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurulur ve Mustafa Kemal meclis başkanı seçilir.

Bu olaya muhalefet olan Hilafet yanlılarının kurduğu ordu, meclisin kapanması için Ankara’ya doğru yürüyüşe geçer. Bu isyanı bastırabilecek bir tek bu çeteler vardı. Mustafa Kemal bunları durdurmak için Çerkez Ethem’i görevlendirdi. İzmit’te gerçekleşen bu kuvvetlerin çarpışmasından Çerkez Ethem galip geldi. Bu galibiyet çetelerin itibarını artırdı. Ali Fuat Paşa bile üniformasını çıkarıp dağlara çıkmıştı. Çeteler büyük bir kuvvet olmalarına rağmen ordunun himayesine girmeyi reddediyorlardı. İhtiyaçlarını da halktan zorla karşıladıkları için de sürekli sorun yaratıyorlardı.

İlk iş olan düzenli ordunun kurulması, Aralık ayının sonlarına doğru, büyük kavgalarla gerçekleştirildi. Ethem’in 3 bin kişilik ordusu, 100 makineli tüfeği ayrıca 4 topu vardı. Bu gücüne güvenerek meclise; faaliyetlerinin durdurmasını, halkı yeniden savaşa sokmamasını, İstanbul hükümetiyle işbirliği yapmasını söyleyen bir ültimatom gönderdi. Yunanlılar Bursa’ya yürümeye başlamıştı ama Ethem’le Albay Refet, yani kardeşler savaşıyordu. Ethem düzenli odunun kuvvetlerine karşı koyamayıp kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Ordumuzla 11 Ocak’ta (1.İnönü) Eskişehir’in batısında karşı karşıya gelen Yunanlılar Albay İsmet komutasında ağır bir yenilgiye uğradılar. Bundan dolayı, toplanan Londra Konferansı’na Ankara’dan da temsilcileri çağırdılar. Sevr’in bir benzeri olan bu konferanstan bir sonuç alınamamış ve Yunanlılar Afyaon’dan saldırıya geçmişlerdi. 31 Mart’ta (2.İnönü) yine bozguna uğratılan Yunanlılar geri çekilmek zorunda kaldılar.

Bu dönemde askerlere yardım amacıyla Hilal-i Ahmer (Kızılay) Hastahanesi’ne gönüllü olarak hastabakıcı olarak Eskişehir’de, cephe gerisindeki bir hastahanede çalışmaya başladı. Bu arada Yunanlılar boş durmuyor İzmir’I bir silah yığınağı haline çeviriyordu. Bunda İngilizlerin Yunanistan’a yaptığı silah ve maddi desteğin büyük payı vardır. Hazırlıklarını tamalayan Yunanlılar bizim 4 katıumız kadar bir kuvvetle, 9 Haziranda saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı koyamayan ordumuz, toparlanmak için Sakarya’nın doğusuna çekildi.

Bu geri çekilme mecliste büyük çalkantılara neden oldu. Yapılan oylamayla Mustafa Kemal başkomutan seçildi. Tekalif-I Milliye emirleri çıkartılıp ordumuzun ikmal işleri halk tarafından yapıldı. Ordunun kurulmasında en çok emeği geçen Refet Paşa durmadan çalışıyor, memleketin her tarafını arayıp, tarayıp gönüllü askerler topluyordu. Savaş başladığında 25.000 askerimiz vardı. Bunların 16.000’i şehit olmasına rağmen savaş sonunda 40.000 askerimiz vardı. 2 ay gibi kısa bir sürede hazırlıklarını tamamladı. İçindeki milli duygularla sürekli dürtülen Halide, silah altına girmeye karar verir. Mustafa Kemal’in karargahında çalışmaya başlar. Buradaki görevi, günlük zaiyat raporlarını tutmak ve yabancı gazeteleri takip edip, yabancı kamuoyunun savaşla ilgili düşüncelerini çevirip Mustafa Kemal’e iletmekti. Ordumuzun Yunanlılara göre sayısının az olmasından dolayı güzel bir savunma planı yapıldı. 25 Ağustos’ta çarpışmalar başladı. Fedakar Türk askerleri öleceklerini bilseler bile mevzilerini terk etmeyip çarpışırlar ve mevzilerimize Yunanlıları sokmazlar. Savaş 22 gün sürmüş ve dünyanın en uzun süren meydan muharebesi olmuştur. 19 Eylül’de başlayan yunan geri çekilişi 16 Eylül günü sonlanmıştı. Artık zafer bizimdi.

Mustafa Kemal’in sabahlara kadar çalıştığını yakından takip eden Halide ona “Savaş bitti. Artık dinlenmeye çekilme vaktiniz geldi.” dediğinde sert bir tepkiyle “Asıl savaş bundan sonra başlıyor.” cevabını almıştı.

22 Eylül’de Mudanya Mütarekesi imzalanmış resmi olarak savaş galibiyetimizle bitmişti. Yunanlılar kaçarken geçtikleri köyleri yakıp yıkmışlardı. Bu savaşta onbaşı rütbesi alan Halide’nin bir görevi daha vardı. Tetkik-i Mezalim Heyeti’nin başına geçmek ve Yunanlıların verdikleri zararları tespit etmek, Anadolu insanına ettiği işkenceleri kayıtlara geçirmekti. Çok acı olayların yaşandığı Anadolu köylerinde halkın yaşadıkları anlatmakla bitmez. Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Yusuf AKÇURA ve bir fotoğrafçının olduğu bu heyet çalışmalarını bitirdikten sonra Ankara’ya döner. Döndüğünde, asker üniforması giyen küçük çocuklar, Halide’nin dikkatini çeker. Bunların neci olduklarını yanındaki yüzbaşıya sorar. Bunlar Kazım Karabekir Paşa’nın evlat edindiği, yaşları 6 ile 14 arasında değişen, ailelei savaşta ölmüş, 2 bin kadar yetim Türk çocuğu idi. Bu örnek davranışından dolayı Kazım Paşa’yı ziyaret edip tebrik eder.

Halide Edip yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesinden duyduğu huzurla eşyalarını toplayıp İstanbul’a, çocuklarının yanına, doğup büyüdüğü eve döndüğünde Mahmure ablasıyla çocukluk günlerinde olduğu gibi kucaklaşır.

ANAFİKRİ

Her konuda risk almaktan korkup kaçmamalıyız. Eğer Mustafa Kemal kendi
hakkında çıkarılan idam cezasından korkup bir kenara çekilseydi, bugün, bu ülkede yaşamıyor olacaktık.

Hiçbir zaman sürü psikolojisiyle bir yere takılıp gitmemeliyiz. Yaptığımız her hareketi, söyleyeceğimiz her sözü inceden inceye düşünmeliyiz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

HALİDE EDİP ADIVAR: Kısa boylu, ingilizce ve fransızca bilen, tanştığı insanlarla çabuk kaynaşan, etkili konuşmalar yapabilen vatansever bir kadın, hastabakıcı, gazeteci, yazar, asker, çevirmen.

ADNAN ADIVAR: Çalışkan, insanlar arasındaki fikir uyuşmazlıklarını gideren, yüreği vatan sevgisiyle dolu bir doktor. Sağlık Bakanlığı ve Meclis İkinci Başkanlığı yapmıştır.

Mahmure: Hlide Edip’in evinde çalışan, ayrıca ona arkadaşlık eden bir mürebbiye

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap, ülkemizin kuruluş yıllarında çektiği çileleri başarılı bir şekilde dile getirmiştir. Fakat yazarın uslübü günümüz Türkçesine göre biraz ağırdır. Cumhuriyetin 5 yıl öncesine kadar olan bölüme ait bilgi edinmek isteyen arkadaşlarıma okumalarını tavsiye ederim.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

1882’de İstanbul’da doğmuş, 9 ocak 1964’te İstanbul’da ölmüştür.1901’de Amerikan Kız
Koleji’ni bitirir bitirmez Salih ZEKİ ile evlenmiş Ayet ve Zeki adında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Salih ZEKİ’nin ikinci defa evlenmesi nedeniyle ondan ayrılır.1917’de ikinci eşi olan Dr. Adnan Adıvar ile evlenir. Savaş Yıllarında eşi ve Mustafa Kemal için çevirmenlik yapmış, Kızılay’da çalışmıştır. Ordudaki çalışmaları nedeniyle önce onbaşılık sonra da başçavuşluk rütbesini almıştır. Fakat o, halkın da benimsediği onbaşı rütbesini kullanmıştır.

1839’da İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne tayin edilmiştir.
1950 yılına kadar bu görevinde kalan Halide Edip, 1950-1954 yılları arasında İzmir milletvekili olarak meclise girmiştir.
 
KİTABIN ADI : ÇANAKKALE ASKERİNE RÜTBE GEREKMEZ
KİTABIN YAZARI : SEZEN ÖZOL
YAYIN EVİ VE ADRESİ : KASTAŞ YAYIN EVİ
BASIM YILI : 1998

KİTABIN KONUSU

Çanakkale Savaşında Türk milletinin kahramanlıkları,katladığı zorluklar ve kalplerinde taşıdıkları akıl almaz vatansevgisi.Bunların dışında İngilizlerin Anzakları Türklere karşı insanlık dışı kışkırtmaları ve Anzakların da onlara karşı cevapları

KİTABIN ÖZETİ

Baş kahramanımız İbram Ağa Gönen kasabasında tellallık yapan,kasabanın neşe kaynağı,orta boylu birisidir.Günleri kaymakamlıktan aldığı haberleri davuluyla halka duyurmakla geçmektedir.1924 yılının mayıs ayında sabah namazından hemen sonra yüzbaşının emireri aceleyle ibram Ağanın yanına gelir ve acele şubeye gelmesini söyler.İbram Ağa apar topar gider,askerlerin tüfek çatıp rahatta tüfeklerin arkasında beklediklerini görür.Bunu Balkan Harbinden sonra ilk defa görmüştür ve haberlerin iyi olmadığını anlar.

İlanı eline aldığında inanamaz.Savaş çıkmıştır.Kasabaya döner,hükümetin Almanlarla birlup İngilizlere savaş açtığını,seferberliğin hızlanacağını,kurası tutanların bir hafta içinde şubeye teslim olmalarını,aksi halde asker kaçağı sayılacaklarını duyurur.
İbram Ağa ve Kellerin mustafa’nında askere gitmesi gerekmektedir. İbram Ağa babasının ölümünden sonra ilk defa bu kadar üzülmüştür. Ancak üzüntüsünün sebebi askere gidecek olması değil birkaç ay sonra evleneceği nişanlısı Kiraz’dan ayrılacak olmasıdır.ancak akşama sevinci tekrar yerine gelmiştir.Çünkü Kiraz ona dönene kadar bekleyeceğini söylemiştir.Bir hafta sonra İbram Ağa ve Kellerin Mustafa beraber teslim olurlar.
Öte yandan Ian Smıth 23 yaşında,teknik okul mezunu,bir çiftlikte araç bakımı yapan Avusturyalı bir gençtir.Birkaç ay sonra evleneceği komşu çiftlikte hizmetçilik yapan Elizabeth isimli bir nişanlısı vardır.İngiliz hükümeti tarafından askere çağrılır.Ancak İngilizlerin Hindistan,Senegal,Yeni Zelenda’dan da asker çağırdığnı duyan Ian İngilizlerin Türkler’den çok korktuğunu düşünmektedir.

İki hafta sonra Ian ve gelen askerler Arabistana gitmek için gemilere bindirilirler.Güvertede süngü ve yanaşık düzen eğitimleri almalarının yanında İngiliz subaylar tarafından sürekli Türklerin ne kadar gaddar,acımasız,cani, zorunlu olduklarında insan eti bile yiyen vahşi yaratıklar oldukların ikna edilmeye çalışılıyorlardı.
Acemi eğitiminde Kellerin Mustafa bahriyeye ayrılır.İbram Ağa ve Kellerin Mustafa ilk defa ayrılmışlardır.

Bir hafta sonra Çanakkale’nin hemen arkasında Maydos’a 9. Tümene katılacaklardır.İntikal günü İbram Ağanın bölüğü Tekirdağ’a giden gemiye sığmadığından bölük Gönen-Biga üzerinden yaya olarak Çanakkale’ye gidecektir.Mehmet Çavuşta bölükle beraber gelir.

14 günde yaya olarak gelirler.Buradan da Gelibolu Yarımadası’nda Kivle Koyu ‘na gitmek için tekneye binerler.İbrahim Ağayı çok sevdiğinden emir eri yapar.
Ian ve bölüğünde bir aydır Arapalrla birlikte karada eğitim yapmaktadır.Ian her zaman yanındakilere Türkleri hafife almadıkalrını ve sandıkları kadar kolay olmadıklarını söylemektedir.İmraz Adasına demir atarlar ve çıkarmaya 2 gün kalmıştır.Tüm askerleri bir korku sarmıştır.İlk çıkarmayı Arıburnu’nda yaparlar.

İlk çıkarma haberi Türk ordularının komutanı Liman von Sanders’a haber vermez.
Hamilto’nun yanıltma hareketleri ve çıkarma gösterileri Liman Paşa’nın kafasını karıştırmıştır.

Ancak M.Kemal bütün ,bu yanıltmalara rağmen çıkartmanın Arıburnu’ndan yapılacağını tahmin etmektedir.Ve nitekim ertesi gün burdan gelen top sesleriyle harekete geçmek için Esat Paşa’yı aradığında ulaşamadı.Ve tüm sorumlulukları üstlenerek buratı arekete geçirdi.

İbrahim Ağa’nıın bölüğü o gece giyinik yatmıştı ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte düşmanın top sesleriyle uyanmakta idi.O gün çok şiddetli çatışmalar olmuştu ve kahraman ve gözüpek 57.alayımız tamamen şehit olmuştur.
O gün İbram Ağa ve Ian karşılaşmıştır.İbram Ağa tek başına 3 Anzak askerinin arasına dalmıştır.İkisini temizledikten sonra tek kalan Anzak askeri tüfeği İbram Ağa’ nın üzerine doğrulttuktan sonra ateş etmiş fakat tüfek ateş almamıştır.Ağa önce bir süngü darbesiyle kolundan yaralanır ancak Anzağın dizlerine sapladığı süngüyle Anzak hareketsiz kalır.Süngüyü Anzak askerinin boğazına dayar ve Anzak cebinden bir şeyler çıkarmak ister.İbram Ağa’nın kadını aklına gelir ve Anzak’ı öldürmez.
Ian hastane gemisine geldiğinde baygındı.

Ayıldığında ilk işi yanında duran İngiliz subayına bağırıp çağırarak Türklerin zalim ,acımasız değil aksine çok merhametli iyi yürekli insanlar olduğunu söylemek oldu.

İbram Ağanın kahramanlıkları önce bütün bölükte daha sonra tüm alayda duyuldu.Bu kanlı çarpışmalarda bölük komutanları şehit oldu ve Tk. Kom. Seyfi Tğm. Bölük komutanı oldu.İbram Ağaya kahramanlıklarından dolayı onbaşı rütbesi verdiler ancak takmak istemedi.

Bir hafta sonraki çarpışmalarda İbram Ağanın arkasında patlayan bombadan sıçrayan şarapnel bacağına saplandı,mangasını yalnız bırakmak istemedi ancak bacağını kaldıramıyordu.Bayıldı.
Gözlerini açtığında ameliyathane de idi.Hemen bacağını kontrol etti ve yerinde olduğunu görünce yeniden savaşacağı için çok mutluydu.Memet Çavuş yanındaydı ve “Geçmiş olsun onbaşım “der.İbram Ağa ise “Çanakkale askeerine rütbe gerekmez onlara Çanakkale askeri demek yeterlidir”cevabını verir.
20 gün sonra taburcu olduğunda bütün bölük ona sarıldı.Ancak o bölüğün yarısından fazlasını tanıyamadı çünkü hepsi yeni katılmıştı.
İbram Ağa parçalanan elbiselerini sier uvalıyla yamayan arkadaşlarınıgörünce gözleri dolar

O hastane iken ölülerin kokusundan dolayı 24 saat ateşkes olmuştu.Bu zamanda Türk ve Anzak askerleri arkadaş olmuşlardı.Anzaklar Tüklere hatıra olması için ceket düğmelerini ,Türkler ise madeni paralarını zaman zaman 10 m kadar yaklaşan mevzilerden birbirlerine atıyorlardı.Birbirleriyle işaretlerle anlaşmışlardı.
Türkler yakaladıkları Anzak askerlere su, yemek verip,ellerini yüzlerini temizlemişlerdi.İade edilen esirler bunları Anzaklara anlattılar ve Anzaklar İngiliz subaylara bağırıp çağırmaya başladılar hatta 10 gün selam bile vermediler.İngiliz subaylar Türkler gaz atacaklar deyip gaz maskesi dağıtacakken
Anzak askerleri Türkler mert adamlardır,yapmazlar demişlerdir.Ve maskeleri suratlarına fırlatmışlardır.

Dostluk esnasında Ian süngüleştiği ve İbram Ağanın kurtardığı Salih onbaşıyı tanır.Ona bir ay önce süngüleşirken üzerine atılan kahraman askeri,İbramAğa’yı sorar.Ve sonra ona hedie olarak gümüş kaplama bir saat verir.
Artık mevzilerden birbirlerine yiyecek atıyorlardır.
İbrahim Ağa bölüğün postasını tümene götürünce,tümen komutana hakkında çok şey bildiği İbrahim Ağa’yı görmek ister ve bir sorunu olduğunda hiç çekinmeden gelmesini söyler.

Kış bastırınca Anzaklar kendilerine depolar,sığınaklar hazırlar.Kışlık,yün elbiseler alırlar.Bizimkiler ise siper çuvalıyla yamalı elbise giymektedir.
Bir hafta sonra Anzaklar hiç farkettirmeden çekip gider.
Bölükler yavaş yavaş diğer cephelere gitmek üzere toplanırlar.
İbrahim Ağa hiç düşünmeden,direk koşarak tümen komutanının yanına gider.Tümen komutanı İbrahim Ağa’yı görünce çok sevinir ve arzusunu sorar.
İbrahim Ağa Çanakkalede kalmak ister.Nedenini soran komutana;”Burda yatan bunca şehidi soğukta,yalnız başına,öksüz gibi bırakmak istemediğini söyler.
Bu sözler çadırdakileri çok üzer ve etkiler.
Tümen komutana buna yalnız başına karar veremeyeceğini,isteğini yarın gelen Limon ve Sanders Paşa’ya bildireğini söyler.
“Olmaz komutanım.”der.”O ne de olsa bildirmez.Bilmez bunca yiğidimizin,şehidimizin acısını.”der.”Şehitlerimizin başında bir Alman’ın emriyle duracaksam durmak istemem zaten.”der.
Şehitlerimizin başında bir Alman ‘ın emriyle duracaksam durmak istemem zaten der ve çıkar gider
Bunun üzerine tüm komutanlar, İbram Ağa yı görmese de onun arkasından yani Çanakkale Askeri’nin arkasından hazırola geçip selam durdular

KİTABIN ANA FİKRİ

İngilizler Çanakkale Savaşı’nı topuyla,tüfeğiyle,gemisiyle,hiç sakınmadan harcadığı mermisiyle,buna karşılık Türkler ise sadece canıyla kanıyla yapmışlardır.Her ne pahasına olursa olsun bu vatanın bir karış toprağını bile düşmana vermemek için seve seve canlarını verecek kadar gözleri kara,yürekleri vatan sevgisiyle çarpmaktadır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kitap içinde yer verilen olaylar Çanakkale Savaşı’nda yaşanan en çarpıcı,en etkileyici olaylardır.Her birisi insanlığa ders verici,Türk insanının vatanseverliğini açıkça ortaya koyan olaylardır.
Kitap içindeki şahıslar ise Türk insanını sembolize eden savaşı bizzat yaşamış,İbram Ağa ve Kellerin Mustafa savaş gazileridir.

İbram Ağa:Baş kahramanımız.Tellallık yaparak tüm kasabanın sevgisini kazanmıştır.Savaşta da yaptığı kahramanlıklarla herkes tarafından takdir edilmiştir.

Kellerin Mustafa:İbram Ağa’nın çocukluk akkadaşı.Savaşa kadar birbirlerinden hiç ayrılmamışlardır.Savaşı bizzat yaşamış Çanakkale gazisidir.

Kiraz:İbram Ağa’nın nişanlısıdır.Evinin tek çocuğudur.Bu yüzden istediği kişiyle evenme şansı vrdır.

Ian Smith:Çanakkala Savaşı’nda Anzak askeridir.Bir çiftlikte araç bakım taparak geçimini sağlamaktadır.

Elizabeth:Ian Smith’in nişanlısıdır.Ian’ın komşu çiftiğinde hizmetçilik yapmaktadır.
Mehmet çavuş:Savaş sırasında ibram Ağa’nın çavuşudur.Savaş sırasında İbram Ağa’yla en çok o ilgilenmiştir.

Seyfi Teğmen:Savaşta İbram Ağa’nın bölüğünde önce takım komutanı daha sonra bölük komutanı şehit olunca bölük komutanı olmuştur.

KİTAP HAKKINDAKİ SAHŞİ GÖRÜŞLER

Kitap Çanakkale Savaşı’nda Türk milletinin vatanına koruma pahasına canını hiç esirgemeden verdiği mücadelenin hikaye biçiminde anlatımıdır. Dili sonderece sade,olaylar ve şahıslar belgelerden,araştırmalardan ve anılardan faydalanılarak ortaya konulmuş gerçeklerdir.Kitap aynı zamanda çok etkileyici ve akıcı.Her Türk vatandaşının özellikle biz harbiyelilerin okuması gereken, Çanakkale Savaşı’nı ilk defa hikaye biçiminde ele alan bir kitap.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Yazarımız Sezen Özol 1942 yılında Balıkesir-Gönen’de doğmuştur.İlk ve orta öğrenimini Balıkesir’de yüksek öğrenimini Ankara’da yapmıştır. Kitapta ismi geçen Kellerin Mustafa isimli Çanakkale gazisinin yakın akrabasıdır.Uzun çalışmalar sonucu ‘Çanakkale Askerine Rütbe Gerekmez’ isimli kitabı oluşturmuştur.
 
KİTABIN ADI: Bütün Eserleri-2
KİTABIN YAZARI: Cengiz Aytmatov
YATIN EVİ VE ADRESİ: Ötüken Yayın Evi
BASIM YILI: 1990

KİTABIN KONUSU

Bir kırgız köyünden toplanan askerlerden biri askerden kaçar ve köyüne geri döner. Evinde kalamayan askerin ve karısının köyde başından geçenler anlatılıyor.

KİTABIN ÖZETİ

İsmail ve Seyde yeni evlenmişlerdir.Köydeki her genç gibi İsmail de askere gitmiştir; ancak İsmail kaçar ve evine geri gelir. Evde kalamayacağını, sadece geceleri uğrayabileceğini,savaş bittikten sonra da uzak bir memlekete gidip orada yaşayacaklarını söyler. Seyde hergün İsmail’in saklandığı yere yemek götürmek, için odun toplamaya gider gibi yapardı.Mevsim kıştı, Seyde çok yorgun düşüyor, yine de her işi yapıyordu.O günlerde tekrar bir kafile istediler askerden ve köyün daha gençleri de askere çağrılıyordu. Cumabay, ismail’in kardeşi, de çağrılmıştı. Son gece sabaha kadar eğlendikten sonra onlar da askere gitti.

Totoy Seyde’nin komşusudur ve onun kocası askerdedir.Postacı Kurman sonbahardan beri ikisine de muktup getirememekten çok üzgündür. Zaten bu iki kadına köy çok acıyordu.

Mırzakul köy başkanı idi ve sık sık bu iki kadını ziyarete gelirdi. Önce Totoy’a uğrardı. Seyde Mırzakul’u her görüşünde tedirgin olur, korkuya kapılırdı. Bu onda bir huy, refleks haline gelmişti. He defasında “senin İsmail nerde? Onu nerde saklıyorsun?” diyecekmiş gibi gelirdi ona.

Kışın en şiddetli günleri geldiğinde Seyde çok zor durumdaydı. Yiyecekleri çok azalmıştı. Mısırını kendi el değirmeninde övütüyordu. Bu zor günlerin gecelerinde İsmail eve zor gelirdi ki gelir gelmez üzerindeki bitli kabut atar ve ocağın başında bağdaş kurardı.
Bir gün köye baydalı’nın,Totoyun kocası,ölüm haberi geldi. Mektupta anlatılana göre birlik nehir ile mayın tarlası arasında sıkışmış ve askerler vurulup ölüyor ama kimse mayın tarlasına girmeye cesaret edemiyormuş. O zaman Baydalı öne atılmış, mayınlar patlamışve böylece açılan gedikten geçip kurtulmuşlar.Kimse bu haberi Totoy’a sonbahara kadar belli etmeyecekti ancak kadınlardan biri bir gün ağzından kaçırdı.
Ertesi gün Kurman Seyde’ye geldi ve konseyin onunla görüşeceğini söyledi.Köy meclisine geldiğinde çok bitkindi; çünkü niçin çağrıldığını biliyordu. Yine de kararlıydı kocasını teslim etmemeye.Müfettiş ona İsmail’in yerini sordu. Bütün olduğu gibi bu soruya da bilmiyorum dedi. Soruşturmadan sonra Mırzakul Seyde ile konuşmuş ancak Seyde’nin “senin gibi gitseydi de kollunu mu yitirseydi” sözünden sonra onu tartakladı hatta kamçıladı.
İlkbahar yaklaşırken yiyecek sorunu iyice artmıştı. Herkes ineklerin doğurmasını bekliyordu. İnekler doğurunca sütleri de olacaktı yağları da. O günlerde felaket sayılacak bir şey olmuştu. Totoy’ların inekleri yoktu ambarın kilidi kırılmış götürülmüştü. Hemen hemen bütün köy toplanmıştı Totoy’ların avlusuna. Sonra binebilenler atlara bindi binemeyenler yaya olarak aramaya koyuldular, her yöne dağıldılar. Seyde İsmail’in bulunacağından korktu. Bunun için bir an önce inek bulunmalıydı. Bulamadılar. Seyde de bulamadı. Eve sürünerek gelebilmişti. Hemen uykuya dalmıştı. Gecenin ilerleyen bir saatinde kapı çalmaya başladı. Seyde zor kalkabildi yerinden. Kapıyı açtığında karşısında İsmail’i gördü. İsmail’in elinde et vardı. Seyde donakaldı. İsmail konuşuyor, azarlıyor, kızıyor, nefret kusuyordu bir yandan da Seyde’ye yaptığının haklı olduğunu söylüyordu;ancak Seyde hiç konuşmuyordu. Ertesi gün seyde eti ve çocuğunu alıp evden çıktı. Seyde ilerliyor Mırzakul ve iki asker de peşinden geliyorlardı. İsmail’in saklandığı yere gelmişlerdi. İsmail mırzakul’u vurdu. Seyde ilerlemeye başladı birden yüzyüze geldiler. O zaman İsmail Seyde’yi tanıyamadı.onun karşısında kendini çok güçsüz hissetti ve teslim oldu

KİTABIN ANAFİKRİ

Toplumsal çıkarla kişisel çıkarlardan daha önemlidir. Bunu er ya da geç herkes anlar

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Olaylar genelde Seyde’nin etrafında gelişiyor. Seyde genç, güzel, kocasına bağlı bir kadın. İsmail ise Seyde’nin kocası başta iyi iken sonradan kötü adam oluyor. Mırzakul köy başkanı ve İsmail’in akrabası. İsmail’in savaştan dönmeyeceğini düşünüyor ve gözü seyde’de. Totoy seyde’nin komşusu kocası Baydalı askerde ölüyor. Çocukları var ve en büyüğünün ismi Asantay. Kurman köyün postacısı.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap sade bir dille yazılmış, sürükleyici ve kişi sayfaları okurken sahne kendiliğinden gözünde canlanıyor. Özellikle son bölüm. Kitabı hikaye severler için tavsiya ederim…
 
KİTABIN ADI : KENTE GİDEN YOL
KİTABIN YAZARI : NATHALİA GİNZBURG
YAYIN EVİ VE ADRESİ : CAN YAYIEVİ ,Ankara Caddesi 40. kat
BASIM YILI : 1988

KİTABIN KONUSU

Kitap şehir yaşantısına çok fazla özenen Delia isminde bir kızın başından geçen olayları anlatmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ

Kitapta Delia isminde , şehir yaşantısını çok seven fakat köyde oturan bir kızın başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Delia beş kardeşli ,babası çiftçi,annesi ev hanımı olan ve yavaş yavaş olgunlaşmaya başlayan bir kızdır.Kardeşlerinden en büyüğü de kentte oturan Azelia’dır. Ailesi fazla zengin olmayan Delia’nın en büyük isteği bir an önce zengin bir kişiyle evlenip şehirde lüks bir hayata sahip olmaktı.Ablası Azelia böyle yapmıştı ve şu anda şehirde çok lüks bir hayata sahipti.Delia kente her zaman kardeşleri ve uzaktan bir akrabası olan Nini ile beraber gider , annesi ve babasının kıyafetlerinin kötü olmasından dolayı onlarla dolaşmazdı.Kente gidiş dönüşlerde Delia ,Gulio isminde bir gençle tanışmıştı.Onu tanıdığı içinde çok mutluydu.Çünkü Gulio’nun babası çok zengindi ve o, Delia’dan çok hoşlanıyordu.Bir gün Delia’nın babasına kızının Gulıo ile dolaştığı haberi geldi ve ona çok kızdı.Ama kız gene de buna aldırış etmiyor onla dolaşmaya devam ediyordu.Kız devamlı evlilik hakkında konuşuyor ve Gulio da ona sınavlarından sonra evlenebileceklerini söylüyordu.Bu arada kız bir de Nini ile beraber dolaşıyor ve Guilo da bu olaya çok sinirleniyordu.Birgün Delia çok hastalandı ve kendisinin hamile olduğunu anladı.Ama bunu annesine söylemeye çok korkuyordu.Gene de cesaretini topladı ve annesine bu olayı söyledi.Annesinin kızmasını beklerken ondan umalmadık bir tepki aldı.Annesi bir çaresinin bulunabileceğini söylüyordu.Babası bu olayı duyduğunda ise çok fazla sinirlendi.Onu neredeyse öldürebilirdi.Kızı babasının hiç göremeyeceği bir yere saklamayı düşündüler.Bu amaçla da onu evin tavanına yerleştirdiler.Bir süre sonra buranın uygun olmadığını ve kızın halasının yanına gitmesi gerektiğini söyleyip oraya yolladılar.Halasında kaldığı sürece çok az kişi ziyarete gelmişti .Ama Gulio hiç gelmedi.Delia’yı bir korku sardı.Gulio’nun onunla evlenmek istemediğini düşünmeye başlamıştı.Bir gün şehre onun yanına gitti ve oğlanla buluştu .Gulio ona evlenmelerinin çok yakın olduğunu söyledi.Aradan belli bir süre geçtikten sonra Delia çocuğunu doğurmuş ve nikah tarihi gelmişti.nikah oldu.Nikaha kızın annesi ve babasını kıyafetleri kötü diye götürmemişlerdi.Nikahtan sonra Delia ‘ya Nini’nin ölüm haberi gelmişti.Bunun sorumlusunun da Delia olduğu apaçık ortadaydı.Çünkü Delia ,Nini’nin kendini sevdiğini bildiği halde ona yüz vermiyordu . O da zaten son günlerinde hayattan iyice kopmuştu.Aslında Delia’da onu seviyordu ama şehirde yaşama sevgisi bu sevgiden daha üstün geldi ve onunla beraber olmadı.Delia amacına ulaşmıştı ve şehirde yaşamaya başladı.Ama bunu sağlayabilmek için çok şeyini kaybetti.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanlar ellerinde bulundurduklarıyla bazen yetinmek zorundadırlar.Yoksa ellerindekileri de kaybedip, bundan çok daha kötü bir duruma düşebilirler.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

DELiA:Kendini beğenmiş ,lükse düşkün ,şehir hayatını çok seven bir kız.Bununla beraber de çok küstah birisi.İnsanın annesinin ve babasının kıyafetleri nasıl olursa olsun ,insan onlardan utanamaz.Ama kız utanacak kadar nankör.

AZALiA:Delia’nın ablası.O da Delia gibi kendini çok beğenmiş ,şehirde yaşayan bir lüks düşkünü.

NİNİ:Delia’yı çok seven fakat sevilmediğini düşünen ve fabrikada çalışan bir genç.

GULiO:Delia’yı o kadar da çok sevmemesine rağmen onunla evlenmek zorunda kalan bir genç.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Yaşanılabilecek bir olayı anlattığından ders verebilecek bir nitelikte.Yazarın uslubu da iyi.Olaylar çok akıcı bir şekilde anlatılmış.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Nathalia Ginzburg

İtalya/Polermo’da doğdu.Babası bir anatomi profesörü olan yazarın küçük yaştaki farklılıkları onu arkadaşlarından ayırmıştır.Yazı hayatına kısa hikayeler ile başlayan yazar ,Rus-İtalyan Edebiyatları ile ilgili bir çok yazı yazmıştır.İlk nobel ödülünü özgün adıyla ‘La strada che va in citta ’ (Kente Giden Yol) olan eseri ile 1942 yılında almıştır.1945-1949 yılları arasında İtalya Turin Üniversitesinde çalışmıştır.1950 yılında ikinci eşi ,Roma Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı ile uğreşan Gabriel Baldini ile evlenmiştir.Kocası ölünceye kadar (1969) Roma ‘da daha sonra da 1959-1961 yılları arasında çalıştığı Londra ‘da yaşamıştır.Yazarın eserlerinin çoğu küçüklükte yaşadıgı olaylardan ve Turin Üniversitesindeki hatıralarından esinlenerek yazılmıştır.Ginzburg 7 Ekim 1991 yılında kanser hastalığından dolayı ölmüştür.

Başlıca eserleri

• LA STRADA CHE VA IN CITTÀ, 1942 (Kente Giden Yol)The Road to the City
• È STATO COSI, 1947 - The Dry Heart
• VALENTINO, 1951
• TUTTI NOSTRI IERI, 1952 – Bütün Yarınımız / All Our Yesterdays
• LA MADRE, 1957
• SAGITTARIO, 1957
• LE VOCI DELLA SERA, 1961 – (Akş***i Sesler)Voices in the Evening
• LE PICCOLE VIRTÚ, 1962
• LESSICO FAMIGLIARE, 1963 –(Aile Söyleyişleri) Family Sayings
• TI HO SPOSATO PER ALLEGRIA, 1966 – (Seninle Eğlence Olsun Diye Evlendim)I Married You for the Fun of It
• FRAGOLA E PANA, 1966
• LA SEGRETARIA, 1967
• L’INSERZIONE, 1968 – (Reklam)The Advertisement
• MAI DEVI DOMANDARMI, 1970 –(Hiçbir Zaman Bana Sormamalısın) Never Must Ask Me
• PAESE DIE MARE, 1972
• CARO MICHELE, 1973 – (Yol Yok)No Way
• PAESE DI MARE, E ALTRE COMMEDIE, 1973
• VITA IMMAGINARIA, 1974 –( Hiçbir Zaman Bana Sormamalısın) Never Must You Ask Me
• FAMIGLIA, 1977 – (Aile)Family
• BORGHESIA, 1977
• LA FAMIGLIA MANZONI, 1983 –(manzoni Ailesi) The Manzoni Family
• LA CITTÀ E LA CASA, 1984 – (Şehir ve Ev)The City and the House - Kotina ystävyys
• L’INTERVISTA, 1988 - Haastattelu
• SERENA CRUZ, O LA VERA GIUSTICA, 1990 - Serena Cruz, or True Justice
 
KİTABIN ADI : İHTİYAR BALIKÇI
KİTABIN YAZARI : ERNEST HEMINGWAY
YAYIN EVİ VE ADRESİ : BİLGİ YAYINEVİ-MEŞRUTİYET CAD.
BASIM YILI : BİRİNCİ BASIM-MAYIS 1983

KİTABIN KONUSU

İhtiyar bir balıkçının tüm olumsuzluklara rağmen umudunu hiç yitirmeyişini ve her türlü zorluğa karşı nasıl mücadele ettiğini konu alıyor.

ROMANIN ÖZETİ

Golf Stream’de küçük teknesiyle yalnız başına avlanan ihtiyar bir balıkçı vardı. Zayıf, kavruk yüzü kederli, ensesi kırış kırış bir adamdı.Yanakları, güneşin tropik denizlerde meydana getirdiği yansımaların esmer lekeleriyle kaplıydı. Bu lekeler yüzünde aşağı çenesine kadar iniyordu. Elleri, oltasına takılan ağır balıkları çekerken açılan yarıklarla yol yoldu. Ne var ki bu yarıkların hiçbiri taze değildi. Bir çöl kuraklığını andıran balıksız günler kadar eskiydi bunllar.

Evet tam seksen dört gündür tek bir balık tutamadan dönüyordu. İlk kırk gün yanına birde çocuk almıştı. Fakat birbiri ardına birçok gün eli boş döndükten sonra çocuğun ailesi, ihtiyar balıkçının artık talihsizlikten de beter bir salao’ya uğradığına inanarak, çocuklarını ilk hafta içinde üç güzel balık yakalayan bir başka tekneye vermişlerdi. İhtiyar balıkçının her gün ufacık teknesiyle eli boş dönüşünü görmek çocuğa pek dokunuyordu. Teknenin gelişini görünce hemen aşağı sahile, olta yumaklarını, sereni, zıpkını, yelkeni taşımak için eski ustasının yardımına koşuyordu. Çocuk ihtiyar balıkçıya büyük bir hayranlık duyuyordu, herşeyi ondan öğrenmişti. Ama onun yanından ayrılmak zorunda kaldığı içinde bir okadar üzgündü. Çocuk ihtiyarın yanından ayrılmasına rağmen bütün boş vakitlerini onunla geçiriyordu. İhtiyar balıkçıda her sabah çocuğun evine giderek onu uyandırıyor ve sahile birlikte iniyorlardı. İhtiyar, çocukla balığa çıktığı günleri çok özlüyordu. ihtiyar teknesini yükleyip, gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra yavaş yavaş denize açılarak uzaklaştı. Hava kararmaya başladığında çocuk sahilde yine ihtiyarı bekliyordu. Ama ihtiyar o günde hiç balık tutamadan geri dönüyordu, çocuk bunu öğrenince yine çok üzüldü ve o gün tuttuğu iki büyük balığı ihtiyara verdi ve balıkları yem olarak kullanmasını istedi.

İhtiyar ertesi sabah, güneş doğmadan, bir gün o hayalini kurduğu kılıç balığını yakalayacağına olan inancıyla tekrar denize açıldı ve okyanusun bereketli olduğunu umduğu bir köşesinin yolunu tuttu. İhtiyar balıkçı bu sefer çok uzaklara gitmeye karar vermişti. Koyun çevresinde haftalarca uğraştım, yine bişey tutamadım diye düşünüyordu.

Ortalık iyice ağarmadan uçları yemli oltalarını suya atrak, akıntıya doğru sıyırtmaya başladı ve çok geçmeden güneşin doğuşunu büyük bir zevkle seyretti. Aradan birkaç saat geçmişti, tam bu sırada biraz ilersinde siyah kanatlarını açmış bir kuşun süzülmekte olduğunu gördü ve birşeyler bulduğunu, oldukça büyük bir sürü olduğunu düşündü.Aradan çok geçmeden kıç tarafındaki oltanın ipleri ihtiyarın ayaklarının altında geriliverdi; ihtiyar adam kürekleri bırakarak oltaya el attı, küçük bir balığın ağırlığını nı hissedince hızla içeriye doğru çekmeye başladı. İçeri aldığı balık güzel bir palamuttu. İhtiyar, balığın iyi yemlik olacağını düşünerek balığı teknenin ucuna doğru fırlattı. Artık sahilin yeşil çizgisi gözden kaybolmuş, güneş iyice ısınmıştı, kürek çekerken ihtiyarın sırtında, ensesinden kuyruk sokumuna doğru ter damlaları iniyordu. işte o anda, olta ipinin altında küpeşteye dayadığı tahta çubuklardan birinin düştüğünü gördü ve bir süre sonra bir balığın zokayı yuttuğunu anladı, ip öylesine geriliyordu ki balığın nekadar büyük olduğunu tahmin bile edemiyordu ama şunu çok iyi biliyorduki bu balık herzaman hayalini kurduğu kılıç balığıydı. İhtiyar büyük bir uğraştan sonra oltanın hakimiyetini tamamiyle sağladı. Ama balık öylesine güçlüydü ki tekneyi sürüklemeye başlamıştı, oltanın ipide gittikçe boşalıyordu. İhtiyar balıkçı diğer oltaların ipinden ekleme yaparak oltanın boyunu bir hayli uzattı, artık kendinden emindi.

Bir süre sonra hava karardı, balık hiçte yorulacak gibi gözükmüyordu. Artık olta omuzlarına çok ağır geliyordu ve ihtiyar oltayı sağ omzundan sol omzuna sürekli değiştirmeye başladı. Ne olursa olsun balığa yenilmeyeceğini sürekli söyleyip kendi kendine konuşuyordu. Bir an için çocuğun yanında olduğunu düşündü. Eğer o yanımda olsaydı bu kadar yorulmazdım diyerek onu çok özlediğini söyledi. İhtiyar, balığın ani bir hareketiyle kendine geldi, içinden acaba pes etmeye mi başladı diye geçirmeye başladı. Ama balık yoluna hala devam ediyordu. İhtiyar çok açıkmıtı ve yakaladığı palamutu temizledikten sonra yemeye başladı, çok az suyu kalmıştı buna rağmen sonuna kadar devam etmeye karalıydı. Bir an için suya baktı ve teknenin yavaşladığını hissetti, balığın yine pes etmeye başladığını düşündü ama bu sefer yanılmamıştı. Balık iyice yavaşlayarak su üstüne çıktı. İhtiyar, balığı gördüğünde çok heyecanlandı, bu hayatında tuttuğu en büyük balıktı. Gümüşü andıran rengi güneşte parıl parıl parlıyor, uzun ağzının sivriliği insanın içini ürpertiyordu. İhtiyar büyük bir zorlukla su üstüne çıkardığı balığa mızrağını fırlatarak tamamen ölmesini sağladı ve balığı teknenin yanına ağzından ve kuyruğun dan sıkıca bağladı. Artık evinin yoluna koyulabilirdi, çünkü savaştan ihtiyar galip çıkmıştı. Denizde birkaç saat yol aldıktan sonra suların hareketlendiğini gördü. Evet korktuğu başına gelmişti, bunlar köpek balığıydı. Hemen teknesinde ayağa kalktı ve mızrağını eline alarak köpek balıklarına saldırmaya başladı. Uzun bir uğraştan sonra birini öldürdü ve öbürünüde ağır bir şekilde yaraladı ama onlarda kılıç balığına zarar vermişti. İkinci köpek balığını öldürmek isterken mızrağıda kırılmıştı ve ilerde köpek balıklarının tekrar saldıracağındanda emindi. İhtiyar yorgun bir hareketle tekneye oturdu ve teknenin küreğini içeri aldı, belindeki bıçağını çıkararak küreğe bağlamaya başladı, evet artık yeni bir mızrağı vardı. Artık tek düşündüğü biran önce evine varmak ve çocuğu görebilmekti. Nihayet günler sonra evine yaklaştığını hissetmeye başladı.Tam o sırada sudaki hareketlilik tekrar görülmeye başladı, yine köpek balıkları gelmişti ve kılıç balığına saldırmaya başlamışlardı. Balıktan bir ısırık alan, yuttuktan sonra tekrar geliyordu. İhtiyar balıkçı yaptığı mızrakla bu köpek balıklarınıda yenmeyi başardı ama kılıçbalığındanda fazla birşey kalmamıştı. İhtiyar herşeye rağmen bütün gün yoluna devam etti ve nihayet evinin bulunduğu sahilin ışıklarını görebildi, teknesini kıyıya yanaştırıp bağladıktan sonra hemen evine gitti.

Sabah olduğunda çocuk ihtiyarın teknesini gördü, teknenin etrafı bir hayli kalabalıktı, herkes ihtiyarın tuttuğu balığa bakıyordu etkilenmek için balıktan arta kalanlar bile yetiyordu. Çocuk teknenin yanına inmeden hızla ihtiyarın evine doğru koşmaya başladı. Eve vardığında o hala uyuyordu. Çocuk ihtiyarı seyretmeye başladı ve bir süre sonra ihtiyar gözünü açıp çocuğa sıcak bir gülümseme attıktan sonra tekrar uykuya daldı.

ANA FİKİR

Bir amacımız olduğu zaman, bu amacı gerçekleştimek için karşımıza çıkan zorluklarla, elinmizden gelenin en iyisini yaparak mücadele etmeliyiz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

İhtiyar Balıkçı: İçindeki mücadele ve savaşma ruhunu hiç kaybetmememiş, her türlü olumsuzlukda dahi kendisine ve tecrübelerine güvenen yılların eskitemediği bir balıkçıdır.

Küçük Çocuk: Balıkçılık mesleğini öğrenmek için küçük yaşta ihtiyar balıkçının yanında işe başlamış orta halli bir ailenin çocuğudur. Küçük çocuk ihtiyara büyük saygı ve sevgi duyar, ailesinin zoruyla ihtiyarın yanından alındığı ve bir başkasıyla çalışmaya başladığı dönemlerde dahi ihtiyara sürekli yardım etmiştir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap içeriği açısından çok güzel bir kitap, kitabı okurken hiç sıkılmadım, baştan sona sürükleyici ve etkileyici bir kitaptı. Özellikle ihtiyar balıkçının azim ve karalılığı beni çok etkiledi.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ

Ernest Hemingway bugün 100 yaşında. Küba’dan Afrika’ya dünyanın dört bir yanında serüvenin, tarihin ve insan öykülerinin peşinde koşan Nobel ödüllü yazar, dünya edebiyatının başyapıtlarına imza attı. Onu en iyi anlatan metinlerden birini, 1961′deki intiharının ardından Marquez’in kaleminden çıkan yazıydı.

Ernest Hemingway

Doğum : 21 Temmuz 1899, Oak Park, Illinois, ABD
Ölüm : 2 Temmuz 1961, Ketchum, Idaho
Asıl adı : Ernest Miller Hemingway

Ernest Hemingway, Chicago’nun varoşlarında doktor bir babayla ev hanımı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Devlet okullarında eğitim gördü ve lise yıllarında yazmaya başladı, etkin ve göze batan bir öğrenciydi. Liseden mezun olduktan sonra Kansas City’ye gitti ve Star’ın muhabiri olarak çalışmaya başladı. Sağlıksız gözü yüzünden defalarca orduya girmesiengellendi ama Birinci Paylaşım Savaşımına Amerikan Kızıl Haçı’nın ambulans soförü olarak girmeyi başardı. 8 Temmuz 1918’de Avusturya-İtalya Cephesi’nde yaralandı –daha 19’unda bile değildi o zaman. Kahramanlık nişanı verildi ve Milan’da hastaneye yatırıldı. Orada Kızıl Haç hemşiresi Agnes von Kurowsky’ye aşık oldu ama von Kurowsky onunla evlenmeyi reddetti . Orada yaşadıklarını kendisi unutulmazanılar olarak adlandırıyor.

Evinde sağlığına kavuştuktan sonra tekrar yazmaya başladı ve bir süre Chicago’da düzensiz işlerde çalıştı. Sonrasında Toronto Star’ın dış muhabiri olarak Fransa’ya gitti. Orada diğer Amerikalı yazarlar tarafından -F. Scott Fitzgerald, Gertrude Stein, Ezra Pound- yüreklendirilen Hemingway, haber dışı yazılarını da yayınlamaya başladı. Seçma öykülerden oluşan ilk önemli kitabı, 1925 yılında “In Our Time” adıyla New York City’de yayınlandı. 1926 yılında “The Sun Also Rises”ı yayınladı, o bu romanını, “ilk somut başarısı” olarak tanımlıyordu. Fransa’da ve İspanya’da yaşayan “başıboş” göçmenlerin (savaş-sonrası “kayıp kuşak”) yaşamını anlatan “kötümser” ve parlak bir kitaptı bu. Bu çalışma ayrıca onu kamuoyuna tanıtan ilk çalışma olmuştu. (Hayatının geri kalan kısmında bir yansdan bu ilgiden hoşnut olur ve onu ararken diğer yandan da bu ilgiden sıkılmıştır Hemingway.) yine bir Amerikalı olan Sherwood Anderson’un “Dark Laughter” adlı kitabının bir parodisi olan “The Torrets of Spring”de yine aynı yıl yayınlandı.
Savaş sonrası yıllarda zamanının büyük bir bölümünü kitaplarına ayırdı. Paris’e yerleştiği halde kayak yapmak, boğa güreşi izlemek, balık avlamak ya da avlanmak için sürekli olarak seyahat ediyordu. Böyle bir yaşam bir yandan da yazın yaşamı için önemli bir arkaplan oluşturuyordu. “Men Without Women”la (1927) beraber kısa öykünün üstadı olarak anılmaya başlandı ve 1933’te yayınlanan “Winner Take Nothing” onun bu alanda ününün yerleşmesini sağlayan eseri oldu. En iyi öyküleri arasında “The Killers”, The Short Happy Life of Francis Macomber” ve “The Snows of Kilimajoro” sayılabilir. Ancak haklın gözünde “A Farewell to Arms” (1929) romanı böyle çalımalara gölge düşürdü. İtalya’da askerlik yaptığı günlere geri dönen Hemingway, aşk ile savaşı harmanlayarak sert ama lirik bir roman koydu ortaya. Birinci Paylaşım Savaşı sırasında İtalya Ambulans Servisi ile beraber çalışan Teğmen Frederic Henry yaralandıktan sonra sağlığına kavuşması sürecinde onunla ilgilenen bir İngiliz hemşire olan Catherine Barkley’e aşı kolur. Catherine, Teğmen’den hamile kalır, ama Teğmen kışlaya geri dönmek zorundadır. Teğmen, İtalyanlar’ın feciricatı sırasınsda firar eder ve tekrar birleşen cift İtalya’dan sınırı geçerek İsviçre’ye kaçarlar. Ancak orada, Catherine ve bebekleri doğum sırasında ölürler ve Frederic’i yalnız ve kendine küsmüşbir halde bırakırlar. Hemingway’in İspanya’ya ve boğa güreşine olan sevgisi “Death in The Afternoon”da (1932) somutlanır: bir spordan çok trajik bir tören olarak görmektedir ve eserinde bu seremoni üzerine çok bilgili olduğu da anlaşılmaktadır. Benzer biçimde 1933-34’te katıldığı bir safariyi de “The Green Hills of Africa”yla (1935) kaleme almış oldu.1937’de yayınladığı bir kısa roman olan “To Have and HaveNot” Büyük Kriz sırasında Key West’te alt-sınıf şiddetinden ve üst-sınıfın itibarını yitirmesinden oluşan bir arkaplana bir karşı çıkıştı.

Bundan sonra, İspanya İç Savaşı dolayısıyla ve ülkeye olan yoğun ilgisinin de bir sonucu olarak dört kez İspanya’ya gitti. General Fransisco Franco önderliğindeki Milliyetçilere karşı Cumhuriyetçiler için para topladı ve “The Fifth Column” adlı bir oyun yazdı. Oyun, işgal altındaki Madrid’te sergilendi. İspanya’ya son ziyaretinden sonra Havana’nın dışında mütevazi bir mülk edindi: “Finca Vigia” (Arayış Çiftliği), ve başka bir savaşı gözlemeye gitti –Japonya’nın Çin’e saldırısı.

Hemingway’in İspanya İç Savaşı’yla ilgili geniş deneyimi onun en ünlü eserinin ortaya çıkmasını sağladı “For Whom The Bell Tolls” (1940). Birçok eleştirmen bu romanın “A Farewell to Arms”tan daha iyi bir roman olduğunu iddia eder. Milliyetçi cephe ardındaki gerilla grubuna katılması için Guadarrama Dağları’na yollanan Amerikalı bir gönüllü olan Robert Jordan’ın öyküsünü anlatır bu romanında Hemingway. Roman daha çok Jordan’ın değişik kişilerle kurduğu ilişkiler üzerine kurulmuştur. Diyaloglar, geri-dönüşler ve öyküler yoluyla İspanyol karakterinin canlı bir profilini çizer ve İç Savaş’ın harekete geçirdiği acımasızlığı ve insanlık dışılığı gözler önüne serer. Jordan’ın görevi Cumhuriyetçiler’in atağına yardım etmek için Segovia yakınlarındaki stratejik bir köprüyü havaya uçurmaktır. Ancak kendisi bunun başarısızlığa mahkum olduğunu düşünmektedir. Yaklaşan bir felaket ortamında köprüyü uçurur ve yoldaşlarını geride bırakarak Milliyetçiler’e karşı bir son dakika direnişi hazırlamaya koyulur.
Hemingway yaşamı boyunca savaştan etkilenmiştir -“A Farewell to Arms”ta anlamsızlığı “For Him The Bell Tolls”ta meydana getirdiği yoldaşlık duygularına odaklaşmıştır- ve İkinci Paylaşım Savaşı ilerledikçe Heminggway’in yolu bir muhabir olarak Londra’ya düşmüştür.

Avrupa’daki savaştan sonra Hemingway evine dönerek ciddi bir çalışmaya gömülür. Yolculuklarından birinde (Afrika’ya giderken) bir uçak kazası sonucunda yaralandı. Daha sonra (1953’te) uzun bir mücadeleden sonra yakaladığı ve kayığına bağlayıp eve götürürken köpekbalıklarının saldırısına uğrayan ve balığından olan Kübalı bir denizcinin öyküsünü anlatan kısa romanıyla Pulitzer Ödülü’nü alır. 1954’te edebiyat alanında Nobel Ödülü’nü almasını sağlayan bu kitabı Viyana’yı terkettiği sırada ölen profesyonel bir askerin öyküsünü anlatan birönceki romanı “Across the River and into the Trees” (1950) kadar heyecaala övülmüştür.

1960’tan sonra Hemingway Ketchum’da (Idaho) yaşamaya başladı ve yaşamını ve çalışmalarını önceki gibi sürdürmeye çalıştı. Bir süre için başarılı oldu, ancak daha sonra, anksiyete ve depresyon dolayısıyla Rochester’da Mayo Clinic’te elektroşok tedavisi görmeye başladı. Eve dönmesine iki gün kala birsilahla yaşamınasonverdi.
 
KİTABIN ADI :Yüreğinin Götürdüğü Yere Git
KİTABIN YAZARI : Susanna TAMARO/Eren CENDEY
YAYINEVİ VE ADRESİ : Can Yayınları / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI

İnsanların İçlerinden Geldiği Gibi Davranmasını Hatırlatmak

KİTABIN ANA FİKRİ :

Bunca teknolojik gelişmeye rağmen hala insanların duygularının var olduğunu unutulmaması insanların ancak şartların gerektirdiği şekilde değil de içlerinden geldiği gibi hareket ettikleri zaman gerçekten mutlu olabilecekleri.

KİTABIN ÖZETİ

Kitap 80 yaşındaki ihtiyar bir kadının büyütüp yetiştirdiği ancak, Amerika’da yaşamaya karar veren torununa yazdığı fakat asla postalamadığı bir dizi tan oluşmaktadır.
Acı bir trafik kazası sonucu kaybettiği kızından ona kalan tek miras torunudur. Bir nevi kuşak çatışmasının sonucu aralarında hiçbir diyalog kalmayan torunu ani bir kararla onu terk etmiş ve Amerika’ya gitmiştir. O ise torununun sevimli köpeği ile koskoca evde tek başına yaşamak zorunda kalmıştır.

Gençliğinde çok akıllı, hareketli ve yaşam dolu bir kişiliğe sahip olan bu kadın kendi kafasına göre bir eş bulamadığı için oldukça geç yaşlarda bir evlilik yapmıştır. Uzun süre çocuğu olmadığı için tedavi görmek maksadıyla gittiği kaplıcalarda tanıştığı bir doktorla fırtınalı bir aşk yaşar. Sadece üçer haftadan oluşan iki tatil süresince birlikte olabilmişlerdir. Fakat bu aşkı telefonlarla ve larla sevdiği erkek ölene dek yoğun bir şekilde yaşar. İkinci buluşmalarının sonunda sevdiği erkekten hamile kalır. Fakat çocuğunun gerçek babasını kocasından ve herkesten gizler. Çocuğunu büyük bir sevgi ile büyütür. Kendi gençlik yıllarında yaşadığı kısıtlamaların hiçbirisini kızına yaşatmamaya kararlıdır. Ona her şeyin en iyisini vermeye çalışır. Fakat bu tutumu kızını tamamen asi ve geçimsiz bir insan yapmıştır.
Annesine hiçbir birsaygısı ve hoşgörüsü olmayan kızı, 60’lı yılların özgürlük çılgınlığına kendini kaptırmış ve Türkiye’de geçirdiği bir tatil sonrasında bir çocuk dünyaya getirmiştir. Çocuğunun babasını bile tanımayan kadın bazı saplantılarından ötürü psikolojik tedavi görmektedir. Duygusal bir ilişki içerisinde de olduğu doktoru onu aldatmış ve bir takım evraklar imzalatarak büyük miktarda bir paraya kefil etmiştir. Her şeyi anladığında iş işten geçmiştir. O hiç saygı duymadığı annesine yardım istemeye koşar. Çok hararetli bir tartışma sonrasında annesinin ağzından kaçan kısacık bir cümle onu alt üst eder.
Hiç ummadığı bir anda babasının öz babası olmadığını öğrenir. Arabasına atlayıp hızla annesinden uzaklaşmak isterken trajik bir kaza sonucu hayatını kaybeder. Hayatta tüm sevdiklerini bir bir yitiren ve kendisini hayata bağlayacak hiçbir şeyin kalmadığını düşündüğü bir anda torununa bakacak başka kimsenin olmaması bu ihtiyar kadını yeniden yaşama bağlamıştır. Çok büyük zorluklarla büyüttüğü torunu bir gün hiçbir sebep yokken Amerika’ya gitmek istediğini söylediğinde O hiç karşı çıkmamış, aksine onu desteklemiş ve içinden geldiği gibi davranmasını öğütlemiştir. Uzun bir yaşamın kendisi ile iç hesaplaşmasını, sorumlu hissettiği insana karşı bir itirafname, bu kitabı yaratmıştır.
Torununa, insanların hayatları boyunca önemli kararlar aşamasında yapmaları gereken tek şeyin, durup yüreklerinin sesini dinlemek olduğunu, ancak bu şekilde gerçek mutluluğun yakalanabileceğini anlatmakla geçmiştir. Onca postaya verilmemiş ….

KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Çok sade bir dille, harika bir edebi eser yaratılmıştır.

KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

İnsanın kişiliğinin olgunlaşmasında etkili olabilecek çok güzel bir eser. Herkes tarafından okunmalı.
 
---> GENİŞ Kitap Özeti ArŞivİ

Arkadaşlar bana bi kitabın özeti lazım eger elinizde varsa paylaşırsanız sevinirim Doğan Cüceloğlu'nun Mış Gibi Yaşamlar Şimdiden ilginize teşekkürler..
 
Son düzenleme:
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst