Farkındalık ayı olarak Ramazan

duyguMuhtar

Bayan Üye
Bütün İslâm âlemi için Ramazan ibadet, rahmet ve bereket ayıdır kuşkusuz. Ama aynı zamanda Ramazan, farkındalık ayıdır. Özellikle de bedenî zevkleri ön plana alan çağdaş dünyada Ramazan, inananların alışılmış düzenin dışına çıkıp ruhuna can verdiği bir aydır; bütün varlığıyla Rabbe kul olmanın, O’nun kulluğunda her türlü bağlarından kurtulup özgürleşmenin bilincine vardığı, bu bilincin kuvvetlendiği, yeniden tazelendiği bir aydır.
Kur’ân Kerîm’de “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki ittika edesiniz.” (el-Bakara 2/183) buyurulmakla belki de bu farkındalık haline işaret olunmaktadır. Allah korkusuyla günahlardan sakınma ve korunma anlamlarına da gelen ittika, aslında ilâhî hoşnutluğu kaybetme endişesiyle hareket etmektir ki bu da ancak kulluk bilinci ve şuuruyla gerçekleşir. Nitekim Muhammed Esed âyetin ilgili kısmını “Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız” şeklinde tercüme etmiştir.
Şüphesiz Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin hepsi, insanı kulluk bilincine ulaştıran birer vesiledir. Bu yönüyle de ibadetler insan için gerekli olup insan ruhunun ibadetle yücelmeye ihtiyacı vardır. Ancak Kur’ân’da orucun farz kılınma sebebi olarak ittikanın bilhassa zikredilmesi, kulluk bilincine ulaşmada orucun ayrı bir konumu bulunduğunu düşündürmektedir. Zira oruç tutmakla insan, günün belirli saatlerinde bir ay boyunca bedensel arzularına hayır demeyi başarmakta; iftarda ise az ve sade yemeye özen göstererek iradesini güçlendirmekte ve nefsini eğitime tabi tutmaktadır. Böylece kendi içine dönüp ruhunun sesini dinleme, kendi varoluşunun anlamını keşfetme imkânı bulmaktadır. Tabii böyle bir farkındalık durumunun doğmasında Ramazan ayı boyunca terâvih namazı kılmak, mukabele okumak, îtikafa girmek gibi farzların dışında yapılan ibadetler de çok etkilidir.
Kısa bir metinde tasvir edilmesi mümkün olmayan manevî atmosferi ile Ramazan ayında Müslüman bir fert, akıp giden düzen içinde kendinin farkına vardığı, sadece Aşkın olana boyun eğdiğinde özgürleşmesin mümkün olduğu şuuruna erdiği, içinde bulunduğu nimetlerin kadrini takdir etmeyi öğrendiği gibi bencillikten kurtulup kendi dışındaki insanların da farkına varabilmektedir. Zaten kendinin farkına varmak başkalarını da fark etmeye götürür. Oruçla oluşan farkındalıkta kendi dışındakilerin sadece varlığını değil hallerini de fark etme söz konusudur. Meselâ hayatında sınırlı bir zaman diliminde olsa dahi hiç aç kalmamış bir zengin, gün boyu oruç tutmakla yoksulun ve fakirin halini daha iyi anlayabilmekte, bu durum muhtaçlara, mahrumlara yardım ve infak etme hissini güçlendirmektedir. Dolayısıyla Ramazanda toplumsal dayanışmalar artmakta, İslâm kardeşliği de anlamını bulmaktadır.
Hz. Peygamber’in Ramazan ayı içinde Müslümanlara fıtır sadakası vermelerini emretmesi de toplumsal dayanışmayı güçlendiren bir başka ibadettir. Yılın herhangi bir gününde yerine getirilmesi mümkün olan zekât ibadetinin, Müslümanlar arasında geleneksel olarak Ramazan ayına tahsis edilmesi de böyle bir dayanışma ruhundan kaynaklanmaktadır.
Bireysel ve toplumsal hayata kazandırdığı manevî zenginliğiyle Ramazan, bir mümin için beklenen ve özlenen bir aydır. Tabii bu özlemi duyabilmek, iman hayatında belirli bir seviyeye ulaşmaya bağlıdır. Böyle bir seviyeye ulaşmamış insanlar için oruç ayı, sıkıntı ve zorluk ayı olarak algılanabilir. Belki de bu gerçeğe binaen oruç, vahyin iniş sürecinde namaz ve zekât emrinden daha sonra, imanda belirli bir kemal oluştuğu yıllarda farz kılınmıştır.
Burada iman ile oruç arasında, bütün ibadetlerde olduğu gibi, karşılıklı döngüsel bir ilişki bulunmaktadır. İman insana oruç tutturduğu gibi, oruç da imanı tutar; onun değerini artırır. Ramazan aynının sonunu bayram olarak kutlamak da oruçtan kurtuluşun değil, edinilen manevî zenginliğin bayramıdır. Eğer tutulan oruçlar bizim çok yönlü farkındalıklarımızın artmasına vesile olmuyorsa, o zaman oruç ibadeti yeme içme ile cinsel şehveti durdurma sınırında kalmıştır.
Hz. Peygamber (SAV) inananların oruçta kemali yakalamasını sağlayacak çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur. Bir hadiste Allah Resulü şöyle buyurmaktadır: “Oruç (kötülüklere karşı) bir kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu zaman kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Şayet biri kendine sataşır, kötü söz söylerse, ‘ben oruçluyum’ demekle yetinsin” (Buhârî, “Savm”, 9).
Böyle bir hassasiyet gözetilmeden tutulan oruç, İmam Gazzâlî’nin sınıflandırmasıyla “avam orucudur”. Bir başka ifade ile orucun en alt seviyesidir. İman hayatında daha üst mertebedekiler, oruç tutarken aynı zamanda bütün azalarını da günahlardan korurlar. En üst konumda bulunanlar ise kalplerini dünyevî emellerden kurtarıp sadece Allah’a bağlanırlar. Onların orucu O’nu düşünmekle geçer. (Gazzâlî, İhyâ, Beyrut 2000, I, 314) Her ne kadar Gazzâlî, yaptığı sınıflandırmada en alt seviyedeki bir orucu reddetmiyorsa da, bu konuda bazı âlimlerin daha farklı bir tutum içinde olduklarını da belirtmek gerekir. Meselâ İbn Hazm, kasten işlenen her türlü haram fiilin orucu bozacağını düşünmektedir. Süfyân es-Sevrî ve Evzâî gibi müctehidler ise yalan söylemenin ve gıybet etmenin orucu bozduğu dolayısıyla kaza edilmesi gerektiği hükmüne varmışlardır. (İ. Kâfi Dönmez, “Oruç”, TDV DİA, XXXIII, 422.) İslâm âlimlerinin geneli bu son görüşlere katılmasalar da oruç tutulduğu zaman emir ve yasaklara uyma ile erdemli davranma konusunda özel bir titizliğin gösterilmesinin önemi ve gereğini vurgulamışlardır. Bunlara riayet ederek geçirilen bir Ramazan ayı, öz eleştirilerin yapıldığı, ahlakî faziletlerin kazanıldığı; bir tür dinî iç-eğitimin gerçekleştiği, toplumsal dayanışmanın ve kardeşliğin güçlendiği bir aya dönüşür. İşte o zaman Ramazan eğlence ve ziyafet ayı olmaktan çıkarak gerçek anlamını bulur. O halde Ramazanın anlam kazanması biz Müslümanların gösterdiği gayret ve çabalara bağlı olarak gerçekleşir. Her birimizin böyle bir çaba içinde farkındalıkların arttığı bir Ramazan geçirme duası ile...

PORTRE-Doç. Dr. Hülya Alper
Aslen Elazığlı olan Hülya Alper 1969’da Bursa İnegöl’de doğdu. 1987’de Üsküdar İmam Hatip Lisesi’nden, 1991’de de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1993 yılında M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı’nda “araştırma görevlisi” olarak çalışmaya başladı. “Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Peygamberin Dindeki Konumu” adlı tezle M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Kelâm Bilim Dalı’nda yüksek lisansını (1993), “Bir Kelâm Problemi Olarak İmanın Psikolojik Yapısı” isimli çalışma ile de doktorasını tamamladı (2000). 2005 yılında yardımcı doçent 2009 yılında da doçent oldu. Bir Kelâm Problemi Olarak İmanın Psikolojik Yapısı (İstanbul: Rağbet Yayınları 2002), Tevhidin Esasları (Ebü’l-Muîn Nesefî’nin Kitâbü’t-temhîd lî kavâidi’t-tevhîd’inin çevirisi İstanbul: İz Yayıncılık 2007), Bendeki Kahire (İstanbul: Kesit Yayınları 2007), İmam Mâtürîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi (İstanbul: İz Yayıncılık 2008) adlı kitapları ile çeşitli dergilerde yayımlanmış bilimsel makaleleri bulunmaktadır.
HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL - 20.07.2012
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst