Düşe Düşenler

telaslipenguen

Kayıtlı Üye

Farzet ki bu gece yanındayım, farzet ki gül veriyorum gözlerindeki nefese. Hatta hece hece bütünleşen neşene.
Farzet ki bir tiyatro sahnesinde perdenin arkasındayım. Yaşamın her gününe çertik atıyorken düşle beni. Karartma gecelerine kurşun sıkarken, mavisi solmuş gökyüzünden sen de seyret seni benim gibi.

...
Farzet ki sendeyim… Şarap kadehinde bir yudum, ellerinde hançerim. Dilindeki kelime, yüreğindeki cümleyim. Cehennem istiyorsan ensende, güneş istiyorsan bakışında, aklına gelen her yerde, eğer istiyorsan seninleyim.
Yorulduğunda başını koyacağın omuz, ağladığında göz yaşlarını silen mendil, üşüdüğünde seni saracak yürek olmamı istersen seninleyim. Alışkanlığın, kokun, kalemin, duvarın, anlamsızlığın, anlamın, yorgunluğun olmamı istersen seninleyim. Ezilmişliğin, hatırlayamadıkların, anısız dünlerin, akreple yelkovanın olmamı istersen, bu gece sendeyim.
Eğer kimsesiz kalıp hala yaşamak istersen yağan yağmurun daha yeni sarmaladığı toprak kokusu olurum. Aklına kimsesizliğin takıldığında hiç duymadığın hikayelerde kalmak isterim. Ki sen istersen her doğan yıldızla çıkarım karşına.
Yolda rastladığın her yüz benimdir aslında. Gittiğin her yere gelirim, sen yorulduğunda yorulurum, bütün gece başucunda bekler, rüyalarında gezerim senin.
Eğer sen istersen yarınsız, vaatsiz ve düşsüz olurum. Kimsesiz yalnız ve yurtsuz olurum. Şarkısız, şiirsiz ve hecesiz olurum. Eğer istersen topraksız ve susuz, istersen kokusuz, elsiz ve göçsüz, biraz öyküsüz, biraz güneşsiz biraz da suskun olurum.
Eğer istersen sen, bu gece yalnızca gözlerin olurum.
İçinde seyrettiğin çığlıklardan biri, bozkır düşmüş bulutların hepsi, her kaybettiğinden kazandığın, her kaçtığında geldiğin, seni sen yapan gülümseyişin olurum…

Beni yanından hiç ayırma
Gözlerim gözlerinde kalsın
Seninle öyle doluyum ki
Her anımda inan sen varsın
*

Bu gece kendini gözümle gör, kulağımla duy, yüreğimle sev, neşemle gül. Aklında aklından gitmeyen düşüncelerde yaşa, kaldırım taşlarında hayal, ellerimde kelepçe ol.
Eğer sen istersen güvercin kanadındaki özgürlük ateşim, dilimdeki ıslaklık, devrile devrile yağan göz yaşlarım ol… Ki her yasak bir firarla sevişmekte. Ki sana bir demet güzellikle geldiğim gün, eğer istersen şarkısız sesler çıkacak nefesimden… Farzet ki gülüşün intiharıdır yüreğimdeki yalnızlık. Farzet ki bu gece, sensiz sancıda bir yeri yüreğimin…
Aslında ben sana hasretim. Yüzüyorken yalnızlığım bu çirkin okyanuslarda, sıcak çingene gülüşündeki özgürlüğe hasretim. Derim ki yüzümün güneşli yanı; tükendiği zamanda bir insanın, insana hasretim.
Farzet ki bir cana, yalnızca sana hasretim…

İstersen ver günahlarını
Razıyım al sevaplarımı
Koparma aşkın bağlarını
Ellerim ellerinde kalsın
*

....
Güldün, güldüm güldük. Gülerken bu gece, adını yazdım papatyalarla dolu yüreğimin hiç solmayan köşesine… Ki ben seni önce anamdan tanırım. Katıksız, karşılıksız sevecenliğinden. Seni, bozkırı işleyip yeşil eden yağmurundan, geleceği ısıtan ellerinden, taş duvarlar ardında haykırışından, savaşından tanırım.
Seni türkülerimden tanırım. Ezgisindeki burukluğu seslenişinden, gözlerindeki yazıdan tanırım. Kuşatmasız dönüşünden, çaresizliğime ilaçtan, bir dilim ekmeğin peşinde koşan felçli satıcılardan, ranzamda kalemimle baş başa kaldığım karanlıktan tanırım.
Yaktığım ağıttan, içtiğim şaraptan, sesindeki masmavi gökyüzünden, ki ben seni en çok ölüme kahkahalar atışından tanırım…
Oysa bıraksalar kuşatılmış dağlarımın üzerine özgürlüğü, patlayacak gamzeleri aydınlığımın. Ama olmuyor, bir gerillanın namlusunda ateşlenmeye hazır bir mermi gibi duruyor yalnızlığım. Senin gecende yaramı saramayan denizlere uzanırken, yığınlar içinde dirilemediğim sevinçler inliyor. Sesim, tenim, acımdan akan kanım, acımdan acıyan yüreğim inliyor.
Şimdi içimde bir hamal durmadan mezar kazıyor damarlarıma. Gittikçe azalan aydınlık, çocukluğumun rüyasında kaldı. Şu ağaçlar, şu kaya, şu şıp şıp damlayan oluk, şu kuş, şu kaçmam diyen rüzgar, şu göz, şu gök; ne kadar yabancı geliyor şimdi… Oysa farkındayım, yalnızlığın rahmindeki gece ayrılıklar sancısıyla büyümekte. Elleri olmayan taş toprağa yaslanmış uyurken, birkaç dalıyla oynayan ağaçlar kuruyor içimde.
Yoksulum, yorgunum, yılgın ve bozuğum…
Yürekli bir ölüyüm anlayacağın.

Tanımam senden başka
Dünyada yoktur eşin
Sanki yıllar öncesi
Seni görüp sevmişim
Anla artık halimden
Şüphe etme sevgimden
Sensizlik bir uçurum
Tut artık ellerimden
*

...

Farzet ki bu gece seninle varım. Yaşamımın en ince ayrıntısında, gözlerinde varım. Artığımdan peydahlanan bir avuç çiçekle, yıkılmayan kaldırım taşlarıyla varım. Kendime dönemediğim dönemeçlerle, şafak vakti kan pıhtılarıyla dolaşırken emanete bıraktığım gülümseyişle varım. Senin akşamlarında sönmesini istemediğim ışığımla, olamadığım yerlerde yaşatılmakla, doğmamış çocuk hasreti, doğmamış ayrılıklar türküsü, ve eskiden yazdığım çocuk yüzlü yazılarla varım. Sesimdeki tipiye tutulan yanlışlarımla, en öyküsüz tehditlerimin arasında kuyuya atılmış taş kadar acımasız, kurumuş bir ağaç kadar yorgun, ve çizilmemiş nefesimle varım. Zincirdeki el ıslaklığında, denizi kurumuş, rüzgarı sürgün, ayaklarımdaki kalıntılarla varım. Kaç papatya kurutmuşsam kokusuyla, düşteki umutlarımla varım.
Aslında sırf bu yüzden sıcaklığın açlığında buzdan kalelerle çevrili düşler çiziyorum gökyüzüne. Yani sırf bu yüzden yüreğime adressiz dönüşler biriktiriyorum. Belki gözlerim diyememeyi özlüyorum, belki de körlüğümden arta kalan savaşımı…
Şimdi ne desem de avutsam kendimi, yağmalanmaktayım. Gülebilirim de ölebilirim de. Hem farkı var mı ölümün böyle bir gülüşten. Oysa dipsiz bir uçurumdan düşerken öğrendim umut denen duyguyu… Ne bileyim, yalnızlık adına düzenlenmiş bütün suçlarla başucumda, hem zincirlerimden kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı ya, kaç nefeslik günahım varsa mahşere, sevaptan saydığım düşlerle yürümekteyim sana…
Çünkü ben seni, çünkü ben seni yağmurdan ürkmeyen güneşten bilirim. Çünkü ben seni yapamadığım bestelerde duyar yazamadığım şiirlerde hissederim.

Sana adadım herşeyimi
Sen çizdin benim kaderimi
Esirgeme benden sevgini
Ah gelde bu yalnızlık son bulsun
*

Sen, Anadolu’nun herhangi bir köy kahvesinde içtiğim çay kadar sıcak kadın; eğer sen istersen bu gece, bir ölünün ellerinden yudumlayacaksın kendini.


**Selami Şahin " Tanımam Senden Başka "**
 
---> Düşe Düşenler


Sana ne sözler birikti, bir bilsen.

Şarap tadındaki kokunla sevdalı tenime doğuyor önce güneş, sabahın ilk ışığını gören gözlerime doluyorsun sonra... Kalkıp aynadaki yüzüme bakıyorum, sen varsın, anla. Sana bakıyorum, gözlerimin içindeki kendime. Nedeni yok, nedensiz buluyorsun yolunu, biliyorsun çünkü; sana ait kaldığımı.

Sana ne sözler birikti, bilsen...


Gülümsüyorum sokakta insanlara. Sabah değil aslında, ben öyle görüyorum. Gözlerinin içindeki sevda nefesi geliyor peşimden, bekliyorum, anla. Martılar düşüyor yine bir bir, ama gülümseyerek ve gagalarında avuçlarıma bıraktıkları sana ait kırıntılarla...

Sana ne sözler birikti, bir bilsen...

Önce içli bir özleyiş sarıyor beni, sonra ayrılığının sesi. Peşi sıra vuruyor ellerimi sustukça sen; biriktiriyorum ben de istemeden...
Seni seviyorum, ben sana sevdalı melek; sözlerimi biriktirirken, gözlerinde kalacağım için gözbebeklerime dolduruyorum hayatı...
Anla, ben seni anlatamazken; yüreğimin sesini bekliyorum...
İnan, seni sevmelere doyamıyorum....
....

İçimden tuhaf şeyler geçiyor. Sanki içimde ağlıyorsun. Yokluğu sırtından vuran garip bir ağlayış bu. Bırakıp gittiğini düşünürken bile gidemediğini gördüğün için ağladığını söylüyor gözlerin, sağ yanına topladığın saçların karanlığın ıslak tekerlemesine karşı çıkmış; bana gülümsüyor... Gör hadi...
Aslında gelmen için sebepler vardı ellerinde, gelebilmen için... sevdalı bir tenin kokusu vardı hala içinde, belki de sen bu yüzden ağlıyordun...
Bildin işte; yalnızlığın yaralı memelerinden ağrısız bir ölüm akıp dudaklarımdaki dört mevsim değil artık bendeki; sensin.
Aradığım, sesimin en işlek caddesinde bana gülümseyenim, sigaram bittiğinde nöbetçi tiryakimsin artık sen...
Bildin işte, ağladıkça, bir istanbul tramvayında kaybolan yolcumsun içimde. Üstü başı açılmış denizimin fenerisin artık sen...

Hadi durdur karesini hayatımın, kopsun sensizliğimin filmi. Yazılamamış bir öyküden dön artık, uykumun sağrısına uzandığımda gel, gel, gel yine yeniden...
Sen içimde ağlıyorsun... Göğümle yerin arasında savrulan rüzgara bakıp; içimdeki yaralı kanatlara dokunuyorsun. Dudak kıvrımlarındaki uçuğa benzer hikayelerin için; sen meleğim, sen içimdeki bize ağlıyorsun...
Gözlerini sakladığın yerden çıkarıp bak hadi, zulasında beşinci kitap gibi sakladığın hikayenin ilk sayfalarını oku gizlice, tanrıya sor. İçimde özgürce yürüyen adımlarından kalbinin berraklığı gibi toza bulanmış yollarımı sor...
Hadi açtım damarını kuytusunda sakladığım seninle dolan hayatımın, boğ karanlığı, sil artık sensiz yazılanları...

....

Sen içimde ağlıyorsun, gecemin aylak saatlerinde yönünü çalan sevdalı bir melek gibi tanrımın sözlüğündeki gülümsemeye döküyorsun herşeyini... Sen içimde umutla ağlıyorsun, sen... Sen bende kendini bulduğun için, sen biz için yakılan sevda ağıtlarına ağlıyorsun...
....

Sana ne sözler birikti, bir bilsen...

Ama söyleyemediklerimi sen anla, hadi; bir martının kanatlarının tenindeki ışığından anla, üstüne hangi gülüşü taksan sana yakıştığından anla. İçimdeki ağlayışından...
Seninle bir sabahtı ve seninle gelendi herşey. Gündü, güneşin tam ortasıydı yedi tepeli şehre benzeyen gözlerin. Geceydi, aşkın sızışıydı sanki tenindeki terin. Sendin, hücremin duvarlarını yıkan, ve sendin saçlarını tel tel ayırırken bana ait şarkılar mırıldanan..
Hatırla, söyle derdin, bir şarkı da sen mırıldan...

Duyuyor musun; sen içimde gülerek ağlıyorken sahibini bulan kelimelerle sunuyorum şarkımı. Ezgisini yazdıkça, özleminden kırılan notalar haykırıyor sana, dinle... Kaçıncı perdesindeyse bu gece; ilkyazdan seslerle fısıldıyorum kulağına, dinle...

....

Farkında mısın; hangi ışığı kaldırsam altından sen çıkıyorsun artık. Dolunay akşamüstlerime geliyor yavaşça, ve sen ansızın vuruyorsun ayın bu halini, dönüyor, ardına bakmadan kaçıyor, farkında mısın?
Farkında mısın, kaç çıkmaz sokağın duvarlarını yıktın içimde. Kaç kaldırımı dizdim yeniden, kaç ağaç diktim,

görüyor musun...

 
---> Düşe Düşenler


"Erkekler de incinir tabi, taş mı sanıyor kadınlar bizi, kalbe, akla ve hayata bakarken neyimiz eksik sizden, hem hep hata mıdır erkekler size göre, hep suç bizde midir, neden sorarsınızki nerede ne zaman ne yaptığımızı, neden sadece senin için yaşıyorum dedikten üç gün sonra terkedersiniz ki bizleri, neden?
Bilmez misiniz size ait olduğumuzu, tanımaktan korkup da kaçarken incindiğimizi görmez misiniz, ne, sorun ne, kaybetmek korkumuz yok mu sanırısınız, anlaşamadığımızda, özlediğimizde bizim de bir yanımızın acımadığını neden düşünürsünüzki, neden, yorulduğumuz günlerde kapımızı vuran gülümseyişini neden saklarsınız gözlerimizden, bir hoş geldin hatrına neden kızılca kıyamat koparki düşlerde.
Neden?
Zor olan, bilsekleri toplayıp da bize karşı kullanmak değil mi, anlaşamadığımızı görmek için var gücünüzle uğraşmak bizimle, ne o, çok mu ağır geldi deyip "erkek milletisiniz ya" demek için çok mu uğraşıyoruz sizinle, hiç mi sabır yok yüreklerimizde, hiç mi ben varım denmeyecek yanınız da, ne çok seversen o kadar kaçıyoruz bak, ne siz ne de biz, hepimiz kaçıyoruz, kaçamaklar eşliğinde bir ihanet köprüsünden geçiyoruz sonra, kime inat, hem biz ne yapıyoruz, demez miyiz üç günlük dünyada hiçbir şeye değmez diye, o halde bu incinip incitmek niye, sabahım kör vakti sarıldığın erkeği incitmek niye, deniz kıyısında martılara ekmek atıp kahkahalarla neşe saçılan bir zamanı ortak yaşadığın bir kadını incitmek niye, neden sustuğumuzda artık beni sevmiyorsunlar başlarki, içimi gör diyen bakışlar neden şüpheye düşüyor bir zaman sonra, neden,
neden incitirsinizki biz erkekleri..."


İncinmek, varlığımın en kabul almaz şekli gibi geliyordu bana. Kabuğumu kırılıp hayata merhaba demek ve incinerek büyümek, anlamak, anımsanmayacak şeyleri akılda tutmak, acıda kalan ve acıyı yaşayan olmak.

Ne istenirki hayattan, hep gülmek, ama doğarken ağlamakla başlıyor hayat, gülerken de öleni görmedim zaten, ama hep gülmek ve mutluluk üzerine kurulmuştur felsefe, doğmak büyümek birini sevip onunla yuva kurmak, evine ekmek götürmek. Harıl harıl çalışarak dünyevi işlerden haz duymak, kimisinin arabası altında, kalacak onlarca evi var, kimisinin de sokakta yatmak için izni... Acayip bir dünya bu. Kadın gibi diyorlar ya, doğru, seversen senden iyisi yok, her şeyini verirse dünyadan da iyisi yok. Boktan ve çelişkili bir durum. Sinir oluyorum bazen, ancak bana ne demek de içimden gelmiyor değil hani. Kim bilir kaç gün daha yaşayacağım, kim bilir neler daha göreceğim, korkuyorum bu yüzden, ayak uyduramıyorum hıza, günden güne ellerimde bir tutam zaman kalıyor eski tarihli, çok geç olduğunu anlıyorum. Zoruma gidiyor bazen, acıyor bir yanım, acaba hep mi böyleydi, yoksa ben mi beceremiyorum yaşamayı... Garip ve çelişkili, sabah öğleye uymuyor, öğle akşama, en çok da gece, daha karanlık oluyor. Ve her şey de gecede yaşanıyor, kuytusunda karanlığın, güneşin o şaklaban yüzü gökte belirince yine yalanlar ve sahtelikler bir bir kapanıp kilitleniyor. Ben en çok sabahları seviyorum bu yüzden.

Dedimki, yeniden başladığım bir yaşam olsun içimde, süpürdüğüm geçmişin kırıntılarına da gelen rüzgarla yol vereyim. Olmadı. Kalkıp gitmiyorlar, zorla bekliyorlar alnımın tam ortasında. Yudumladığım şarap bile eskisi gibi tat vermiyor damağıma, her yer pas, her tarafta berbat bir koku, ben ortalarında debelenip duruyorum hala. İnciniyorum, bin kadın eli değmiş saçlarımda kendi tanımımı yapacak hiç bir his bulamıyorum, beyaza bulanmış aynadan bana bakar oldular hüzünle. Yüz hatlarım iyiydi oysa, çizgileri belirgin ve keskin bir anlam vardı soluma doğru bakınca, ki resimlerim de sol yanımdan düşerdi başka gözlere, utancımdan mı bilmiyorum, ama sağımın yokluğu harman ederdi beni, incindiğim bakışlarla buluşmak istemezdim, bakmazdım bu yüzden kimsenin yüzüne, kimse de bana bakmasın, yeğlerdim görünmemeyi, içtiğim sigaranın filtresi bile dudağımın sol yanına yerleşirdi, acıtan bir sağ vardı asılı benliğimde, acıyan bir ben belki de.

En son İstanbul'da seyretmiştim kendimi, en son marmaraya akmıştı gözümdeki yaş, adalar vapuruna can havlimle atlarken sıçramıştım en son havaya, derken her şey duruldu yine, kalp atışlarımın sıfıra yaklaştığı nice yoğun bakım odalarından koptum ve en sonlarla başlayan cümleler buldum dilimde, anlattım, anlaşıldım, anladım, hırçın bir mavininkoynunda uyuduğumu hayal ettim, ölmeyi bir de, utanmaktan kızaran yüzümü sakladım, korktum, incindim, affedilip affettim, yıldızlar kopardım yine kızgın bakışımla gökten, bulutlarla seviştim, güneşle dans ettim, yaptım, ettim, kırdım, kırıldım, yarattım, yaratıldım, küfürler ettim tanrıya, sonra da hiçbir şey olmamış gibi secdede günahlarımdan arındım, ne boktan bir yaşammış bu benimkisi, ama hala ucundan tutup da nereye gidiyorsun demedim, diyemedim, dedirtmediler, aşka nikotin yüklü bir yalnızlık verip işte tek yaşamda gözümden gözlerimi çıkarmayı öğrenemediler...

Boşver dedim kendime, kırılıp dökülmek nereye kadar,
Sayar sayar bir şiir eksik derim hala, ne çıkar...

 
---> Düşe Düşenler

paylaşımlarınız gerçekten çok hoş ve duygulu duygu dolu yüreginize saglık
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst