-£sPoiR-
Kayıtlı Üye
YUMURTADAKİ SANAT
BİR YUMURTA NASIL PAKETLENİR
“İnsan yediği şeylere bir baksın”(Abese Suresi,24)
Bir yumurta hiçbir zaman elimize paketlenmeden ulaşmaz .Yirmi Dört saatlik bir üretim faaliyetinin neticesi olan bu leziz nimet,mutfağımıza kadar güvenle ulaşabilmesi için son derece dikkatle planlanmış bir ambalaj içinde bize sunulur.Yumurta kabuğu deyip geçmeyin.Kırıp çöp sepetine attığımız bu mükemmel ambalaj,mimarisi ve estetiğiyle akılları hayrete düşüren bir sağlamlık,pratiklik ve geometri şaheseridir.
Yumurtanın sarısı ve akı,tavuk vücudunda ayrı ayrı yerlerde imla edilir.Sonra bu mamul yaklaşık on altı saat süren bir işlemle ambalajlanır.
Önce yumurtanın şekline bir bakın.Parmaklarınızla iki ucundan ne kadar kuvvetle bastırsanız,kırılmadığını göreceksiniz.Bu sağlamlığın yanında pürüzsüz ve kusursuz bir şekli de vardır.Normalde çok iyi bir kalıba ve tezgaha ihtiyaç duyan böyle bir eser ,içinde hiçbir kalıp bulunmayan tavuk vesilesi ile bize sunulmaktadır.Yumurtayı paketlemekle görevli olan bez,tavuğun vücudundaki bütün kalsiyum ve karbonat iyotlarını çekecek şekilde düzenlenmiştir.Öyle ki, tavuğun besininde kalsiyum eksildiği zaman ,kabuğun hammaddesi olarak tavuk kendi kemiklerini kullanır.
Öyle bir fabrika düşünün ki , tavuk kanı gibi pek de iştah açıcı olmayan bir maddeden hem yumurta sarısı hem de yumurta akını hem de kabuğunu ayrı ayrı çıkarsın ve beş-on santimlik bir üretim şeridi içinde bütün bu işleri tek tek gerçekleştirdikten sonra kan ve dışkı gibi iki pisliğin içinden yumurta gibi tertemiz ve faydalı bir gıda üretsin.Bir şeyden her şeyi yapan bir ilim ve kudretin sahibinden başka bu fiile mührünü basabilecek kim var?
Modern teknoloji tavuğun besininden ya da kanından yumurta yapabilecek bir fabrikayı kuramadı.Olmaz ya! eğer kurmuş olsaydı bugün bir yumurtayı on beş kuruşa değil ,yüzlerce liraya yiyemezdik.
Her yumurta
karşınızda,kabuğu
atmadan önce ona uzun
uzun bakın.Size bu nimeti
böyle mükemmel
bir ambalaj içinde göndereni
düşünün.O’nun adını anın ,afiyetle yiyin
ve O’na şükredin.
***********************************************************
YAPACAĞIM BİR ŞEY YOK
Şems-i Tebrîzî hazretleri Şam'dan Konya'ya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, câmide sabahlamak istedi. Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Cübbesini çıkarıp başının altına koyarak uzandı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti. Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak:
"Burada yatılmaz kalk!" dedi.
Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak:
"Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garibim, uzak yoldan geliyorum. Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım." dedi.
Câmiyi kilitlemek için gelen kişi;
"Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim." diye karşılık verdi.
Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Cübbesini toplayarak sessizce kapıdan dışarı çıktı. Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine;
"İmdât boğuluyorum!" diye bağırmaya başladı. Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi ve ona;
"Ne oldu, niye bağırıyorsun?" diye sordu. Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti.
Kendisine;
"Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş. Ne olur onu affedin!" dedi. Şems-i Tebrîzî hazretleri imâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde:
"Onun işi benden çıktı. Benim yapabileceğim birşey yoktur. Ancak îmânla ölmesi için duâ edebilirim." buyurdu.
**********************************************************
TESELLİ
Bir gün öğle vakti koltuğa uyumak için uzanmıştım. Tam uykuya dalacağım sırada bir çığlık duydum. Camdan dışarı baktım. Kimseyi göremedim. Tekrar uyumak için yerime döndüğümde yine tam uykuya dalacakken aynı çığlığı tekrar duydum. Tekrar baktım. Yine birşey göremedim.Üçüncü kez aynı şey tekrarlanınca bu sefer yatak odasına yöneldim. Camdan baktığımda komşunun bahçesinde bir karganın minicik bir kedi yavrusunu gagasıyla havaya kaldırıp, taşıyamadığı için yere düşürdüğünü gördüm. Karga tekrar hamle yapınca hızla evden çıkıp komşunun bahçesine koştum. Karga benim yaklaştığımı görünce kediyi bırakıp uçtu. Onu şevkatle eve getirdim. Evde süt yoktu. Koşarak markete çıkıp süt aldım. Sütü biraz sulandırıp kediye içirmeye çalıştım. Ama yutkunamıyordu.Kontrol ettiğimde siyah bir iple boğazının iyice sıkılmış olduğunu farkettim. Dikkatlice ipi boynundan çözdüm. Rahatlamıştı. Kedi yavrusu simsiyah ve bir o kadar da çirkindi. Kedilere sempatimde yoktu ayrıca. Ama nedense ona çok acıyordum. Akşam eşim eve geldiğinde gördüğü manzara karşısında çok sinirlendi."Derhal onu evden çıkar" dedi. Onun hasta olduğunu iyileşene kadar kalması için izin
istediğimi söyledim. Çok yalvardım, hatta ağladım. Ama o yine hayır dedi. Çaresiz kapıya koydum. Gece eşim uyuduktan sonra dışarı çıktım. Koyduğum yerde duruyordu. Gizlice içeri aldım. Salonda yere uzandım. Onu da yanıma yatırdım. Gecenin bir yarısı eşim beni kedi yavrusuyla yanyana yerde yatarken yakalayınca güldü ve onun evde kalmasına izin verdi. .Geldiğinin beşinci günü iyice fenalaşmıştı. Onu iyileştirmek için çırpınıyordum.Ama nafile. Nihayet altıncı gün acıları dayanılmaz bir hal almıştı. Sürekli inliyor, sağına soluna döndündükçe acıdan kıvranıyordu.Kapı çalındı. Komşunun kızı gelmişti. "Annem seni çağırıyor" dedi. Evden çıkarken " nolur ben gelene kadar ölme" dedim kedime.Yarım saat sonra eve döndüğümde içimden bir ses salon kapısını yavaşça aralamamı söyledi. Öyle de yaptım. Yerinden kıpırdamaya dermanı olan yavru belli ki sürünerek peşimden gelmeye çalışmıştı.Kapının ardındaydı hemen. İniltileri içimi parçaladı. Yavaşça ve sevgi sözcükleriyle elime aldım .Minicik patileriyle ellerimi kavradı, kafasını avucumun içine yasladı ve öldü. Sanki gerçekten ölmek için beni beklemişti. Başucunda saatlerce ağladım. Nihayet bedeni buz gibi olunca onu götürüp bahçenin bir köşesine gömdüm. Akşam eşim eve döndüğünde hala ağlıyordum. Meseleyi başından sonuna dek anlattım. Kediyi bahçeye gömmeme çok kızmıştı. Ertesi gün onu gömdüğüm yerden çıkaracak ve götürüp çöpe atacaktım! İstediği buydu.Söz verdiğim için ertesi gün toprağı açtım. Kediyi çıkarmaya çalışırken gördüğüm manzara tüyler ürperticiydi. Onu terkeden pireler sağa sola uçuşuyordu. Demek ki insanoğlu da böyleydi.Ona amelinden başka yoldaş yoktu.Bir saat yol yürüdükten sonra vardığım çöplüğe onu yavaşça bıraktım.Günlerce ağladım. Eşim acımı biraz olsun hafifletmek için bana tavşan ya da kuş alacağını söylüyordu. Hiç bir şey istemiyordum. Beni bu kadar etkileyen neydi doğrusu onu hala çözebilmiş değilim. Zira babam öldüğünde bile bu kadar ağlamamıştım.
Bir hafta geçmişti. Gece "Allah'ım neden bu kadar üzülüp ağladığımı biliyorum. Ama kendimi de bu durumdan alamıyorum. Yalvarırım bana bir teselli ver" diyerek uyudum. Gece rüyamda eşimle birlikte hac yolculuğuna çıktığımızı gördüm. Elimde bacağı kırık bir kedi yavrusu vardı. Hac yolu üzerinde tanımadığım bir kadının kapısını çalıp hacdan dönene kadar bakması için kediyi ona emanet etim. Ben kadınla konuşurken eşimin gittiğini gördüm.Sonra kaybettim onu.Hacca nasıl gideceğimi düşünürken yolda dört kişinin Mescid-i Aksa'dan bahsettiklerini duydum.Nedense onları takip edersem kabeye varacağımı hissettim. Sonunda kabeye gelmiştim. Kabe örtüsüyle karşımda duruyordu. Herşey öylesine netti ki,.(Nerdeyse kabeye gerçekten gittiğime yemin bile edebilirdim.) İlk gelenlerdendim. Hacılar yavaş yavaş geliyordu. Biraz daha kalabalık olunca eşimi bulamayacağımdan korktum. Sonra kendimi mağaranın başında buldum. Hala eşimi arıyordum.Kendi kendime "mağaranın ağzı dar, girip çıkanlara tek tek bakarım. Eşimi bulurum" diye söyleniyordum.Onu bulamadan uyandım. Uyandığımda kendimi kuş gibi hafif ve acılarımdan arınmış olarak buldum. Rabbim bana teselli vermişti. Canımı tek sıkansa eşimi kabede görememiş olmaktı. O günün akşamı eşim eve geldiğinde söylediklerine inanamadım. İlçeye gittiğinde hiç tanımadığı yaşlı bir kadın onun yolunu kesmiş. "Evladım sen ne hayır işledin ki, dün gece rüyamda seni hacda gördüm." demiş.
Neticede gördüklerimiz birer rüyaydı. Aslolan gerçek hayatta güzeli ve doğruyu yaşamaktı. Ama yine de Rabbime bana verdiği bu muhteşem teselliden dolayı sonsuz şükrediyorum.
BİR YUMURTA NASIL PAKETLENİR
“İnsan yediği şeylere bir baksın”(Abese Suresi,24)
Bir yumurta hiçbir zaman elimize paketlenmeden ulaşmaz .Yirmi Dört saatlik bir üretim faaliyetinin neticesi olan bu leziz nimet,mutfağımıza kadar güvenle ulaşabilmesi için son derece dikkatle planlanmış bir ambalaj içinde bize sunulur.Yumurta kabuğu deyip geçmeyin.Kırıp çöp sepetine attığımız bu mükemmel ambalaj,mimarisi ve estetiğiyle akılları hayrete düşüren bir sağlamlık,pratiklik ve geometri şaheseridir.
Yumurtanın sarısı ve akı,tavuk vücudunda ayrı ayrı yerlerde imla edilir.Sonra bu mamul yaklaşık on altı saat süren bir işlemle ambalajlanır.
Önce yumurtanın şekline bir bakın.Parmaklarınızla iki ucundan ne kadar kuvvetle bastırsanız,kırılmadığını göreceksiniz.Bu sağlamlığın yanında pürüzsüz ve kusursuz bir şekli de vardır.Normalde çok iyi bir kalıba ve tezgaha ihtiyaç duyan böyle bir eser ,içinde hiçbir kalıp bulunmayan tavuk vesilesi ile bize sunulmaktadır.Yumurtayı paketlemekle görevli olan bez,tavuğun vücudundaki bütün kalsiyum ve karbonat iyotlarını çekecek şekilde düzenlenmiştir.Öyle ki, tavuğun besininde kalsiyum eksildiği zaman ,kabuğun hammaddesi olarak tavuk kendi kemiklerini kullanır.
Öyle bir fabrika düşünün ki , tavuk kanı gibi pek de iştah açıcı olmayan bir maddeden hem yumurta sarısı hem de yumurta akını hem de kabuğunu ayrı ayrı çıkarsın ve beş-on santimlik bir üretim şeridi içinde bütün bu işleri tek tek gerçekleştirdikten sonra kan ve dışkı gibi iki pisliğin içinden yumurta gibi tertemiz ve faydalı bir gıda üretsin.Bir şeyden her şeyi yapan bir ilim ve kudretin sahibinden başka bu fiile mührünü basabilecek kim var?
Modern teknoloji tavuğun besininden ya da kanından yumurta yapabilecek bir fabrikayı kuramadı.Olmaz ya! eğer kurmuş olsaydı bugün bir yumurtayı on beş kuruşa değil ,yüzlerce liraya yiyemezdik.
Her yumurta
karşınızda,kabuğu
atmadan önce ona uzun
uzun bakın.Size bu nimeti
böyle mükemmel
bir ambalaj içinde göndereni
düşünün.O’nun adını anın ,afiyetle yiyin
ve O’na şükredin.
***********************************************************
YAPACAĞIM BİR ŞEY YOK
Şems-i Tebrîzî hazretleri Şam'dan Konya'ya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, câmide sabahlamak istedi. Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Cübbesini çıkarıp başının altına koyarak uzandı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti. Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak:
"Burada yatılmaz kalk!" dedi.
Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak:
"Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garibim, uzak yoldan geliyorum. Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım." dedi.
Câmiyi kilitlemek için gelen kişi;
"Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim." diye karşılık verdi.
Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Cübbesini toplayarak sessizce kapıdan dışarı çıktı. Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine;
"İmdât boğuluyorum!" diye bağırmaya başladı. Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi ve ona;
"Ne oldu, niye bağırıyorsun?" diye sordu. Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti.
Kendisine;
"Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş. Ne olur onu affedin!" dedi. Şems-i Tebrîzî hazretleri imâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde:
"Onun işi benden çıktı. Benim yapabileceğim birşey yoktur. Ancak îmânla ölmesi için duâ edebilirim." buyurdu.
**********************************************************
TESELLİ
Bir gün öğle vakti koltuğa uyumak için uzanmıştım. Tam uykuya dalacağım sırada bir çığlık duydum. Camdan dışarı baktım. Kimseyi göremedim. Tekrar uyumak için yerime döndüğümde yine tam uykuya dalacakken aynı çığlığı tekrar duydum. Tekrar baktım. Yine birşey göremedim.Üçüncü kez aynı şey tekrarlanınca bu sefer yatak odasına yöneldim. Camdan baktığımda komşunun bahçesinde bir karganın minicik bir kedi yavrusunu gagasıyla havaya kaldırıp, taşıyamadığı için yere düşürdüğünü gördüm. Karga tekrar hamle yapınca hızla evden çıkıp komşunun bahçesine koştum. Karga benim yaklaştığımı görünce kediyi bırakıp uçtu. Onu şevkatle eve getirdim. Evde süt yoktu. Koşarak markete çıkıp süt aldım. Sütü biraz sulandırıp kediye içirmeye çalıştım. Ama yutkunamıyordu.Kontrol ettiğimde siyah bir iple boğazının iyice sıkılmış olduğunu farkettim. Dikkatlice ipi boynundan çözdüm. Rahatlamıştı. Kedi yavrusu simsiyah ve bir o kadar da çirkindi. Kedilere sempatimde yoktu ayrıca. Ama nedense ona çok acıyordum. Akşam eşim eve geldiğinde gördüğü manzara karşısında çok sinirlendi."Derhal onu evden çıkar" dedi. Onun hasta olduğunu iyileşene kadar kalması için izin
istediğimi söyledim. Çok yalvardım, hatta ağladım. Ama o yine hayır dedi. Çaresiz kapıya koydum. Gece eşim uyuduktan sonra dışarı çıktım. Koyduğum yerde duruyordu. Gizlice içeri aldım. Salonda yere uzandım. Onu da yanıma yatırdım. Gecenin bir yarısı eşim beni kedi yavrusuyla yanyana yerde yatarken yakalayınca güldü ve onun evde kalmasına izin verdi. .Geldiğinin beşinci günü iyice fenalaşmıştı. Onu iyileştirmek için çırpınıyordum.Ama nafile. Nihayet altıncı gün acıları dayanılmaz bir hal almıştı. Sürekli inliyor, sağına soluna döndündükçe acıdan kıvranıyordu.Kapı çalındı. Komşunun kızı gelmişti. "Annem seni çağırıyor" dedi. Evden çıkarken " nolur ben gelene kadar ölme" dedim kedime.Yarım saat sonra eve döndüğümde içimden bir ses salon kapısını yavaşça aralamamı söyledi. Öyle de yaptım. Yerinden kıpırdamaya dermanı olan yavru belli ki sürünerek peşimden gelmeye çalışmıştı.Kapının ardındaydı hemen. İniltileri içimi parçaladı. Yavaşça ve sevgi sözcükleriyle elime aldım .Minicik patileriyle ellerimi kavradı, kafasını avucumun içine yasladı ve öldü. Sanki gerçekten ölmek için beni beklemişti. Başucunda saatlerce ağladım. Nihayet bedeni buz gibi olunca onu götürüp bahçenin bir köşesine gömdüm. Akşam eşim eve döndüğünde hala ağlıyordum. Meseleyi başından sonuna dek anlattım. Kediyi bahçeye gömmeme çok kızmıştı. Ertesi gün onu gömdüğüm yerden çıkaracak ve götürüp çöpe atacaktım! İstediği buydu.Söz verdiğim için ertesi gün toprağı açtım. Kediyi çıkarmaya çalışırken gördüğüm manzara tüyler ürperticiydi. Onu terkeden pireler sağa sola uçuşuyordu. Demek ki insanoğlu da böyleydi.Ona amelinden başka yoldaş yoktu.Bir saat yol yürüdükten sonra vardığım çöplüğe onu yavaşça bıraktım.Günlerce ağladım. Eşim acımı biraz olsun hafifletmek için bana tavşan ya da kuş alacağını söylüyordu. Hiç bir şey istemiyordum. Beni bu kadar etkileyen neydi doğrusu onu hala çözebilmiş değilim. Zira babam öldüğünde bile bu kadar ağlamamıştım.
Bir hafta geçmişti. Gece "Allah'ım neden bu kadar üzülüp ağladığımı biliyorum. Ama kendimi de bu durumdan alamıyorum. Yalvarırım bana bir teselli ver" diyerek uyudum. Gece rüyamda eşimle birlikte hac yolculuğuna çıktığımızı gördüm. Elimde bacağı kırık bir kedi yavrusu vardı. Hac yolu üzerinde tanımadığım bir kadının kapısını çalıp hacdan dönene kadar bakması için kediyi ona emanet etim. Ben kadınla konuşurken eşimin gittiğini gördüm.Sonra kaybettim onu.Hacca nasıl gideceğimi düşünürken yolda dört kişinin Mescid-i Aksa'dan bahsettiklerini duydum.Nedense onları takip edersem kabeye varacağımı hissettim. Sonunda kabeye gelmiştim. Kabe örtüsüyle karşımda duruyordu. Herşey öylesine netti ki,.(Nerdeyse kabeye gerçekten gittiğime yemin bile edebilirdim.) İlk gelenlerdendim. Hacılar yavaş yavaş geliyordu. Biraz daha kalabalık olunca eşimi bulamayacağımdan korktum. Sonra kendimi mağaranın başında buldum. Hala eşimi arıyordum.Kendi kendime "mağaranın ağzı dar, girip çıkanlara tek tek bakarım. Eşimi bulurum" diye söyleniyordum.Onu bulamadan uyandım. Uyandığımda kendimi kuş gibi hafif ve acılarımdan arınmış olarak buldum. Rabbim bana teselli vermişti. Canımı tek sıkansa eşimi kabede görememiş olmaktı. O günün akşamı eşim eve geldiğinde söylediklerine inanamadım. İlçeye gittiğinde hiç tanımadığı yaşlı bir kadın onun yolunu kesmiş. "Evladım sen ne hayır işledin ki, dün gece rüyamda seni hacda gördüm." demiş.
Neticede gördüklerimiz birer rüyaydı. Aslolan gerçek hayatta güzeli ve doğruyu yaşamaktı. Ama yine de Rabbime bana verdiği bu muhteşem teselliden dolayı sonsuz şükrediyorum.