Dev Tarih Ansiklopedisi

Balamber

Adı bilinen ilk Batı Hun Türk hükümdarı (IV. yüzyılın ikinci yarısı).
Doğu ve Batı Gotları ortadan kaldırdı. Hun topraklarını genişletti. Kafkasların kuzeyinde yaşayan Alanları, Volga-Don bölgesindeki Sarmat ve İskitleri buyruğu altına aldı. Daha sonra Doğu Got İmparatorluğuyla savaştı ve onları yendi (373-374 arası). Got kralı Ermanarik, intihar etti. Balamber, düşmana çok iyi davrandı. Memleketlerinde kalmalarına izin verdi. Kendilerine kral seçmelerini istedi. Yeni kral Vithimir, Doğu Got İmparatorluğunu eski haline getirmek için çalıştı. Komşu kavimlere saldırdı. Balamber, buna engel oldu. Vithimir öldürüldü. Halkı ise Batı Gotlara sığındı. Fakat bir gece ay ışığında nehri geçen Balamber, Gotları bastı ve bozguna uğrattı. Volga'dan, Aşağı Tuna'ya uzanan bir Hun İmparatorluğu kurdu.
 
Bayezid Han II

Sekizinci Osmanlı padişahı. Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlundan büyüğüdür. 1447 yılında doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en kıymetli alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşındayken, Hadım Ali Paşa nezaretinde Amasya valisi oldu. 1473 Otlukbeli Savaşına sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih, 3 Mayıs 1481 tarihinde sefere giderken Gebze’de vefat edince, 20 Mayıs 1481’de tahta çıktı.
Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultanın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa’yı alan ve adına hutbe okutan Cem’e karşı Yenişehir Savaşını kazanan Bayezid, duruma hakim oldu. Fakat Cem meselesi sona ermedi. Tersine olarak bu iş doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir problem halini aldı. Devlet bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Cem’in Avrupa’ya geçmesi Hıristiyan devletlerce ve bilhassa papalık makamınca Türkler hakkında beslenilen kötü fikirlerin tatbik sahasına konulması için bir fırsat olarak kabul edildi ve Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması için en müsait vaktin geldiği sanıldı. İşlerin tehlikeli bir yola girdiğini gören Bayezid Han, bu sebeple 16 Ocak 1482’de Venediklilerle bir antlaşma imzala¤¤¤¤¤ Hıristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı. Böylece, zahiren de olsa, onların dostluğunu temin ederek, 17 yıl Osmanlılar aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı.

Boğdan Voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında bu ülkeye karşı sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz'da Kili ve 11 Ağustos’ta Akkerman Kalesini fethetti.

Bu sırada Osmanlıların, daha önce Cem’e sahip çıkarak Bayezid’e karşı kışkırttığı gerekçesiyle aralarının açık olduğu Memlûklularla Dulkadır Beyliği üzerindeki hakimiyet meselesi yüzünden 1485’te başlayıp 1491’e kadar devam eden savaşlara girişildi. Genelde küçük birliklerin vuruşmaları şeklinde cereyan eden savaş sonunda kesin bir netice alınamadı.

Sultan Bayezid, kardeşi Cem’in 1495’te Napoli’de vefat etmesinden sonra, Osmanlı Devletinin dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey kumandasında 40 bin kişilik akıncı birliği Lehistan’a Osmanlı tarihinin en büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora üzerine tecavüzî hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499’da Mora seferine çıktı. 25 Ağustos’ta İnebahtı, 9 Ağustos 1500’de Modon ve 16 Ağustos’da Koron Venediklilerden alındı.

Bayezid Han, batıda daha önemli fetihlere başlama noktasındayken, doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. Bu sebepten Osmanlı Sultanı 1502’den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail’in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memluklularla birlikte ona karşı askeri tedbirler aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı. Çünkü Anadolu’da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutuyordu. Nitekim 1511’de patlak veren Şah Kulu Baba Tekeli isyanında Kütahya’yı ele geçiren asiler, güçlükle bastırılabildiler.

Sultan Bayezid’in son yılları, saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da desteklenen oğlu Selim, İstanbul’a davet edildi. Selim, 24 Nisan’da, Bayezid’in huzuruna gelerek el öptü. Bayezid, ellerini kavuşturarak duran Selim’e; “Adaletten ayrılma, acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana râm olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster; zaruret olmadıkça kimseye sert davranma” dedikten sonra çok dualar etmiş ve padişahlığını Allahü tealanın mübarek etmesi dileğiyle saltanatı kendisine teslim etmiştir.

Bayezid Han, daha sonra Dimetoka’daki saraya giderken, Abalar köyü mevkiinde hastalanarak 26 Mayıs 1512 günü vefat etti. Kabri İstanbul’da, Beyazıt'taki caminin yanındaki türbededir. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için Veli Bayezid olarak bilinir. Beyazıt meydanında kendi külliyesi ile birlikte camiinin inşası bitince Padişah: “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam olsun!” buyurmuştu. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhta ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştır. Sultan Bayezid’in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması onun kültür faaliyetlerini açıkça göstermektedir.

Bayezid Han, vaktinin çoğunu mütalaa ile geçirir, okuduğu kitaplar hakkında düşüncesini yazardı. Namına çok eser yazılmıştır. O, eserlerin açık ve anlaşılır bir dil ile yazılmasını emrederdi. Bu yönüyle Türk diline verdiği ehemmiyet ortaya çıkmaktadır.

Bayezid Hanın âlimliği, şairliği, hat sanatkarlığı, ilim ve şiir erbabına gösterdiği saygı ve sevgi, Fatih Sultan Mehmed’in oğluna yakışır derecedeydi. Adlî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Sultan İkinci Bayezid Hanın otuz seneden fazla süren saltanatı boyunca, sulh ve sükûnu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim Hanın fasılasız seferler ile meşgul olmasına vesile oldu. Zamanında yeniçeri ocağını genişletti. Ağa bölükleri kuruldu. Donanmaya ehemmiyet verilerek, yelkenli savaş gemileri yapıldı ve gemilere uzun menzilli toplar yerleştirildi. Timar teşkilatında değişiklik yapıldı. Sultan Bayezid, bir taraftan devlet teşkilatını sağlamlaştırarak halkın huzur ve sükûnunu temin etmek için uğraşırken, diğer taraftan doğudan batıya kadar bütün Müslümanların meseleleri ile ilgilendi.

Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler arasında Amasya’da medrese, cami ve zaviye, Edirne’de bir darüşşifa ve İstanbul’da Beyazıt Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir.
__________________
 
Belek Bey

Haçlılara karşı büyük zaferler kazanan Artuklu emiri. İsmi, Belek bin Behram bin Artuk olup, lakabı Nuruddevle’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Amcası İlgazi, Artukluların Mardin; diğer amcası Sökmen ise Hısn-Keyfa (Hasankeyf) kolunun beyiydi.
Sökmen Bey, Haçlılara karşı gösterdiği kahramanlıklardan dolayı Selçuklu Sultanı Tutuş tarafından kendilerine verilen Surve şehrini yeğeni Belek’e verdi. Ancak 1098 senesinde, Kudüs ve havalisinin Fatımilerin eline geçmesinden az sonra, Suruç, Hıristiyanların eline düştü. Belek Bey, bundan sonra bir süre daha amcası Sökmen ve İlgazi’nin hizmetinde bulundu.

Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar’ın 1110 senesinde bütün Türk emirlerini Mevdud’un komutasında haçlılara karşı sefere memur etmesi üzerine, Belek Bey de muharebeye katıldı. Büyük yararlılık gösterdi. 1113 senesinde amcası İlgazi’nin yardımı ile Harput ve Palu bölgesini ele geçiren Belek Bey, bu bölgede, Artukluların Harput kolunu kurdu. Malatya ile Mengücüklere ait Dersim (bugünkü Elazığ ve Tunceli çevresi) bölgesini ele geçirerek hakimiyet bölgesini genişletti.

Belek Bey, yine amcası İlgazi ile 1119 senesinde Antakya üzerine yürüdü. Frankları Antakya civarında büyük bir hezimete uğratarak pek çok ganimet elde etti. Bu sırada Mengücük oğlu İshak Bey ile Trabzon Dukası Konstantin Gabras, Belek Beye karşı ittifak etmişlerdi. Belek Bey, süratle harekete geçerek müttefik kuvvetleri Şiran bölgesinde imha etti (1120). Beş bin civarında Rum ele geçirildi. Esirler arasında Trabzon Dukası ile, Melik İshak da bulunuyordu. Duka Gabras, 30.000 dinar fidye ödemek suretiyle serbest bırakıldı. Melik İshak ise, Melik Gazinin damadı olduğu için esir muamelesi görmedi. Bu sırada amcası İlgazi’nin ölümü üzerine Haçlılara karşı yapılan savaşların idaresini Belek Bey üstlendi. 1122 senesinde Urfa kontu Jocelin ile Birecik senyörü Galeran’ın ordusunu imha ederek, kontu ve senyörü esir aldı ve Harput Kalesine hapsettirdi. Böylece Haçlıların önemli bir kolunu ortadan kaldırdı. Kudüs Kralı İkinci Baudouin intikam almak ve Haçlı kontlarını kurtarmak için büyük bir orduyla harekete geçti. Fakat, Belek Bey, daha hızlı davranarak, Haçlıları Raban’da pusuya düşürüp kılıçtan geçirdi. Kudüs Kralını ve yeğenini esir alarak, Harput Kalesine hapsetti. Selçuklu Sultanı Mahmud, kazandığı zaferlerden dolayı Belek Beyi Haçlılara karşı savaşan Türk kuvvetlerine baş kumandan tayin etti. Harran ve Tel-başer’i ele geçiren Belek Bey, Halep üzerine yürüdü. Kısa bir sürede Halep'e giren Belek Bey, şehri İsmaililerden temizledi.

Bu sırada Harput Kalesinin tamirinde çalışan Gerger Ermenileri, isyan ederek kaledeki esir Haçlı kralı ile kontları kurtardılar. Durumu haber alan Belek Bey, on beş günde Halep’ten Harput’a geldi. Bu işte parmağı bulunanları ve ihanet edenleri cezalandırdı. Kudüs kralı ile arkadaşlarını Harran’a göndererek orada hapsettirdi. Sonra tekrar Frankların üzerine sefer düzenledi. Müşhile mevkiinde Haçlıları hezimete uğrattı ve Mucaddat Kalesini fethetti.

Menbic Emiri Hasan bin Gümüştekin’in bazı hareketlerinden şüphelendi ve bu şehri ondan almaya karar verip, amcasının oğlu Timurtaş’ı bu işe memur etti. Timurtaş, Hasan’ı ele geçirdi. Fakat, Hasan’ın kardeşi İsa kaleye kapandı ve teslim olmayı kabul etmedi. Ayrıca, Franklara haber göndererek yardım istedi. Bunun üzerine, Maraş kontu Geofroy komutasında on bin kişilik Haçlı ordusu, Menbic önüne geldi. Kuşatmayı kaldırma¤¤¤¤¤ arkasını sağlama alan Belek Bey, 1124 senesi Mayıs ayının beşinde Haçlı ordusuyla karşılaştı. Çok şiddetli geçen muharebe, Türk ordusunun büyük zarferi ile sona erdi. Maraş kontu dahil olmak üzere, zulümleri ile meşhur Haçlı şövalyeleri öldürüldü ve pek çoğu esir edildi.

Bu zaferden sonra Belek Bey, Menbic’in muhasarasını şiddetlendirdi. Ancak Belek Bey, kuşatma sırasında mancınıkların yerleştirilmesi gereken yerleri gösterirken kaleden atılan bir ok, sol köprücük kemiğine saplandı. Oku bizzat kendisi çıkaran Belek Bey; “Bu ok bütün Müslümanlara vurulmuş bir darbedir” diyerek ruhunu teslim etti (1124). Yeğeni Timurtaş, ordunun komutasını ele alarak, cenazeyi Halep’e yolladı; İbrahim aleyhisselamın makamı önüne defnedildi. Daha sonra buraya mükemmel bir mezar yapıldı.

Belek Bey, ömrünü Haçlılara karşı savaşmakla geçirdi. Adil, dindar, devrinin en kahramanı ve Türkiye Selçuklu Sultanı Birinci Kılıç Arslan’ın takdirini kazanmış bir beydi. Ölümü, bütün İslam alemini mateme boğdu. Hıristiyan teb'ası bile, böyle adil ve şefkatli bir beyi kaybetmekten üzüldü. Haçlılar ise, onun ölümüne ve ondan kurtulmuş olduklarına sevindiler. Belek Bey, Müslümanlığın, Allahü tealanın emirlerini yapmak, yarattıklarına merhamet etmek olduğunu hakkıyla bildiğinden, herkese iyi davrandı ve insanların takdirini kazandı.
 
Berkyaruk

Büyük Selçuklu İmparatorluğunun beşinci sultanı. Melikşah’ın büyük oğludur. Babasının ölümü üzerine henüz çok küçük olan oğlu Mahmud, sultan ilan edildi. Ancak buna rıza göstermeyen vezir Nizamülmülk ve taraftarları, Rey şehrinde Berkyaruk’u tahta çıkarıp, sultan ilan ettiler. Kardeşinin kuvvetlerini Berucird mevkiinde bozguna uğratan Berkyaruk, daha sonra kendisini tanımak şartıyla ona, İsfahan ve Fars eyaletlerini devretti. Bu arada amcası Tutuş da harekete geçerek Musul’u ele geçirmişti. Berkyaruk Tutuş’u yenerek Bağdat’a girdi ve adına hutbe okuttu. Mücadeleye devam eten Tutuş, Halep, Harran ve Urfa’yı ele geçirerek, tekrar Sultanın üzerine yürüdü. Zor durumda kalan Berkyaruk, İsfahan’a kardeşi Mahmud’un yanına sığındı. Bu sırada Mahmud’un ölümü ile onun kuvvetlerine de sahip oldu. Daha sonra, Rey yakınlarında Tutuş’la giriştiği muharebeyi kazandı. Savaş sırasında Tutuş’un öldürülmesi ile de ülke içerisinde birlik ve beraberliği sağladı.
Sultan Berkyaruk, bundan sonra Anadolu ve Suriye’yi işgale başlayan haçlılar üzerine kuvvetler sevk etti. Ancak emirler arasındaki rekabetler ve Şii Fatımilerin aleyhte faaliyetleri sonucu, Haçlılara karşı kesin bir zafer elde edemedi.

Bu arada Berkyaruk’un karşısına Gence Melik’i ve kardeşi Mehmed Tapar, saltanat iddiasıyla çıktı. Berkyaruk, 1100 yılında Sefid-rud’da mağlup oldu ise de; Mehmed Tapar’ı arka arkaya dört defa bozguna uğrattı. Ahlat’a sığınan Mehmet Tapar, buranın hükümdarı Sökmen’i ve Ani emiri Menuçehr’i hizmetine alarak yeniden savaşa hazırlandı. Sultan Berkyaruk, çok kan aktığını, memleketin harap, emir ve askerlerin yorgun olduğunu, hazinenin boş kaldığını, vergilerin tahsil edilemez bir hale geldiğini ve nihayet İslam düşmanlarına fırsat verildiğini beyan ederek, gönderdiği bir elçi ile, kardeşini barışa ikna etti. Böylece, 1104’te Azerbaycan’da Sefid-rud hudut olmak üzere Kafkasya’dan Suriye’ye kadar bütün vilayetler Mehmed Tapar’da kalmak ve Bağdat'ta hutbe Berkyaruk namına okunmak şartıyla, bir antlaşmaya varıldı.

Selçuklu İmparatorluğu, iki devlete ayrılmak suretiyle Türkiye ile birlikte üç Selçuk sultanı meydana çıktı. Lakin bu durum çok kısa sürdü. Zira, Berkyaruk, vücutça hasta olduğu için, 1104 yılında yirmi altı yaşında öldü. Sultan Berkyaruk, ülkesini düşünen ve milletinin refahı için çalışan bir kimse idi. Ancak, kardeş kavgalarının hem de birlik ve beraberliğe en muhtaç olunduğu bir döneme rastlaması, Berkyaruk’u çok üzmüştü. Buna rağmen fırsat buldukça Haçlı kuvvetleri üzerine asker sevk etmekten ve onlara darbeler vurmaktan geri kalmadı.
 
Bilge Kağan

Göktürkleri, elli yıllık Çin esaretinden kurtararak, ikinci defa Göktürk Hakanlığını kuran, İlteriş (İl’i, devleti toplayıp tanzim eden) unvanı ile anılan Kutluk Kağanın büyük oğlu. 684 yılında doğdu. Babası Kutluk Kağan öldüğü zaman kardeşi Kültigin’le birlikte, küçük yaşta olmaları sebebiyle, amcaları Kapağan Kağanın ve millet emektarı, büyük müşavir Vezir Bilge Tonyukuk’un himayesinde büyüdü. O zaman Bilge Kağan 8, Kültigin Han 7 yaşında idiler.
Amcası Kapağan Kağan tarafından 14 yaşında “şad” tayin edilerek devlet hizmetine girdi. Vezir Tonyukuk kumandasında, Göktürk Hakanlığının İnal ile birlikte sevk ettikleri batı orduları grubunda yer aldı. İnal Kağanla birlikte Altayları aşarak Bolçu’da On-ok ordusunu mağlup etti ve Seyhun (Sir derya= İnci Nehri) kıyılarına ulaştı. Tonyukuk’un başkumandanlığını yaptığı bu ordunun başında Maveraünnehir’e kadar dayanan Bilge Kağan, Kızıl Kum Çölüne girerek güney istikametini aldı. Göktürk Abidelerinde tezik şeklinde zikredildiği gibi, ilk defa olarak batıda Müslüman Araplarla karşılaşıldı (701). 709 yılında Kırgızlar’ın komşusu olan ve Yukarı Kem-İrtiş arasında bulunan Çikler ile Isıg Gölünün batısında yaşayan Azları, Hakanlığa bağladı. 710 yılında kardeşi Kültiginle birlikte zaman zaman başkaldıran Kırgızları mağlup etti. 714’te Çin’in yığınak merkezi olan Beşbalık’ın kuşatılmasına, İnal Kağan, Tung-lu Tekin ve eniştesi ile birlikte katıldı. 22 Temmuz 716 tarihinde Çinlilerle münasebet kuran Bayırkular’ın amcaları Kapağan Kağanı pusuya düşürerek öldürmeleri üzerine karışıklığa sürüklenmiş olan devletin yükünü, Kapağan Kağanın oğullarını ve taraftarlarını bertaraf ederek, kardeşi Kültigin’le birlikte yüklendi. Kültigin’le birlikte seferler yaptı. Memlekette karışıklıklar çıkaran Dokuz Tatarlar ve Oğuzlar üzerine yürüyerek bozguna uğrattı. Kültigin’in aşırı derece ısrarı üzerine 716 yılında hükümdar oldu. Göktürk orduları başkumandanlığını yüklendi. O zamana kadar bu vazifede bulunan baba yadigârı, Bilge Kağanın kayın babası vezir Tonyukuk da devlet müşaviri olarak kaldı. İçte ve dışta yaptığı mücadelelerde büyük başarılar kazandı. Yurtsuz milleti yurtlu, fakir halkı zengin ettiği gibi, devleti ve milleti için canla başla çalıştı. 717 yılında Uygur İl-teber’i Kargan Savaşında yendi. Bir yıl sonra da isyana teşebbüs eden Karluklarla savaştı ve galip geldi.

Bilge Kağan, Çinlilerle iyi münasebet kurmak istiyordu. Bu Tonyukuk’un da arzu ettiği bir durumdu. Fakat Çinliler, Türk birliğini bozmak için Beşbalık’taki Basmıllar ile anlaşmışlardı. Bütün bunlar, Çinlileri çok iyi tanıyan ve vaktiyle Kutluk (İlteriş) Kağanla birlikte istiklal mücadelesi veren Vezir Tonyukuk tarafından gayet iyi biliniyordu. Onun planı sayesinde Basmıllar, Beşbalık’ta kuşatılarak mağlup edildi. Entrikalarının boşa çıktığını gören Çin de baskı altına alındı. Çin ordusu, Kan-su’da bozguna uğratıldı (Eylül 720). Daha sonra çeşitli seferler düzenlendi. Kitanlar ve Tatabılar saf dışı bırakıldı (722-723).

Bütün bu hadiselerden sonra Çin, iyi geçinme noktasına geldi. 725 yılında Çin İmparatoru tarafından gönderilen elçiyi Bilge Kağan, Kültigin ile Tonyukuk’un hazır bulunduğu bir mecliste kabul etti.

Bilge Kağan, 725 yılında kayınbabası Tonyukuk’u 731 yılında da 47 yaşında olan kardeşi Kültigin’i kaybetti. Bu iki Türk büyüğünün ölümü, hakanlıkta büyük boşluklar meydana getirdiği gibi, millet de, başta Bilge Han olmak üzere büyük üzüntü içine düştü. Orhun Kitabeleri’nde bu husus: “Küçük kardeşim Kültigin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu, zamanın takdiri Tanrı’nındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır, kendimi bıraktım, gözden yaş akıtarak, gönülden feryad ederek yanıp yakıldım” şeklinde Bilge Kağan’ın ağzından, kendi inançlarına göre, bir nevi tevekkül içinde anlatılmaktadır.

Bu iki büyük millet ve devlet emektarının hatırasına, Bilge Kağan zamanında bengü taşlar (kalıcı eserler) dikilmiş, hizmetleri ve düşünceleri kendi ağızlarından verilmiştir.

734 yılının yazında K’i-tan ve Tatabılara karşı Töngez Dağında kazanılan savaş, Bilge Kağanın en son zaferi oldu. Bütün ömrünü milletinin birliği ve büyüklüğü için geçirmiş olan Bilge Kağanın, 19’u “şad” 19’u da “kağan” olmak üzere 38 senelik bir hizmeti vardır. Son zamanlarında, Çinli bir prenses ile evlenme arzusu, Çin imparatoru tarafından kabul edilmişse de, Çinlilerce aldatılan Buyruk-çor tarafından zehirlenmiş ve 25 Kasım 734 tarihinde, milleti büyük bir yas içinde bırakarak 50 yaşında vefat etmiştir. Adına, oğlu tarafından Baykal Gölünün güneyinde, Orhun Nehri Vadisinde, Koşo Tsaydam Gölü civarında Bilge Kağan Abidesi diktirilmiştir. Abideyi, yeğeni Yollug Tigin kaleme almış ve 34 günde tamamlatmıştır.

Kitabelerde görüleceği üzere, Bilge Kağan, milletine bağlı, dindar bir hükümdardır. Böyle olmasına rağmen, yeni bir dinin arayışı içinde olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü onun yerleşik hayata geçmek isteği ve kuracağı şehirlerde Budist mabetlerine yer verme teklifi, kayın babası Tonyukuk tarafından reddedilmiştir. Şayet sağlıklarında İslamiyet, ülkelerine ulaşabilseydi, Türklüğün eski yurdunda alperenlerin, gazilerin daha erken görüleceği büyük ihtimal dahilindeydi. Tonyukuk’un, Bilge Kağanı bu iki düşüncesinden men edişi, Çin’e karşı kendilerini müdafaa şuuru iledir. Fakat bu fikir, netice olarak sonraları Türk dünyasının İslam'a girmesine zemin hazırlamıştır.
 
Bumin (Bumın) Kağan

Göktürk Devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı. Göktürkler târih sahnesine çıktıkları sıralarda Juan-juanlara tâbi olarak, Altay Dağlarında an’anevî sanatları demircilikle uğraşıyorlar ve bu devlete silah îmâl ediyorlardı. Devrin Çin yıllıklarından, Göktürklerin bu sıralarda da dağınık halde bulunmadıkları ve federatif bir mahiyette Juan-juanlara bağlı oldukları görülmektedir. Nitekim Tu-wa adlı başbuğun yerine hânedânın başına geçen Bumin, 534 yılında Kuzey-Tabgaç idârecileriyle siyâsî münâsebet kurdu. 542’de akıncıların başında Huagn-ho Nehri yakınlarına kadar ilerledi. 546’da Juan-juan Devletine karşı ayaklanan Tölesleri itaat altına aldı. Bu başarısından sonra Juan-juan Devleti hükümdarı ile eş değerde olduğunu göstermek maksadıyla kızına tâlip oldu. Ancak bu isteğinin kabaca reddedilmesi üzerine üst üste vurduğu darbelerle Juan-juan Devletini çökertip arâzisini tamâmen hâkimiyeti altına aldı. İl-kağan unvanını alarak tahta çıktıktan sonra eski Hun başkenti Ötüken’i ele geçirerek devlet merkezi yaptı (552). Bumin Kağan, hükümdarlığını ilan ettikten sonra, küçük kardeşi İstemi’ye, Yabgu unvanıyla ülkenin batı kanadının idâresini verdi. İstemi Han, yeni yerler fethederek Batı Göktürk Kağanlığının temellerini atarken, Bumin Kağan, tahta çıktığı yıl içerisinde öldü. Yerine, oğlu Kolo (Kara) ve bunun genç yaşta ölümü üzerine de diğer oğlu Mu-kan Kağan geçti.
 
Celaleddin Harezmşah

Harezmşahlar Devletinin son hükümdârı. Asıl ismi Mengüberti olup lakabı Celâleddîn’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. Babası, Harezmşâh Devleti Sultânı Alâüddîn Muhammed, annesi Ay-Çiçek Hâtun’dur. Küçük yaştan itibâren çok iyi bir eğitim ve öğretim gördü.
Genç yaşta Gazne ve çevresinin vâliliğine tâyin edildi. Bundan sonra babasının bütün seferlerinde yanında bulunup, başarısına yardımcı oldu. Cengiz oğlu Cuci kumandasındaki Moğol ordusuyla 1216’da yapılan muhârebede sağ cenah kumandanlığı yaptı ve bozulmaya başlayan Türk ordusuna zaferi kazandırdı. Târihler, Celâleddîn’in Cengiz’in hücûmuna karşı Mâverâünnehir şehirlerini ayrı ayrı müdâfaa etmek yerine bütün kuvvetlerle hücum etmeyi babasına tavsiye ettiğini, ancak bu teklifini kabul ettiremediğinden, Cengiz’in dağılmış durumda olan Türk kuvvetlerini ayrı ayrı imhâ ettiğini yazarlar.

Sultan Muhammed, annesi Terken Hâtun’un arzûsu ile küçük oğlu Uzlag’ı veliaht tâyin etti. Ancak ölümünden bir müddet evvel devleti, mâruz bulunduğu tehlikeden büyük oğlu Celâleddîn’in kurtarabileceğini düşünerek onu veliaht tâyin etti ve şehzâdelere de ona tâbi olmaları vasiyetinde bulundu. Babasının vefâtından sonra bâzı Türk emirleri, onun tahta çıkmasını istemediklerinden bir sûikast düzenleyip öldürmek istediler. Ancak, Celâleddîn, Harezm’den Horasan’a gitmek suretiyle bu tehlikeden kurtuldu. Cengiz tehlikesinden dolayı Harezm’de kalamayacaklarını anlayan kardeşleri onu tâkip ettilerse de yolda Moğollar tarafından öldürüldüler. Celâleddîn ise Moğol tâkip kuvvetlerini mağlup edip, tehlikeli bir yolculuktan sonra Gazne’ye ulaştı. Gazne’de tekrar kuvvet toplamaya başladı. Cengiz Han, Celâleddîn’e çok önem veriyordu. Ona karşı “Yenilmez Noyan” unvânı ile anılan komutanını gönderdi. Parvan civârında iki gün devâm eden şiddetli çarpışma neticesinde Moğollar perişân edildiler. Ancak, savaştan sonra kumandanlar arasında ganîmet ihtilâfından dolayı çıkan anlaşmazlık sebebiyle bu zaferden istifâde edilemedi. Birçok emir, askerlerini alıp kendi yuvalarına döndüler. Şâyet Türk ordusu dağılmamış olsaydı, bu sıralarda Hindikuş Dağlarını aşmakta olan asıl Moğol ordusunu durdurabilirlerdi. Moğollar, Gazne’yi ele geçirdiler. Sind Irmağı kıyılarına çekilen Celâleddîn, kuvvetlerinin dağılması yüzünden burada yapılan savaşı kaybetti. Alelacele yapılan gemilerle karşıya geçmek üzere yola çıktılar, ancak gemi nehrin ortasında parçalanınca pek çok kimse boğuldu. Atıyla nehri geçmeye muvaffak olan Celâleddîn, boğulmaktan kurtulan adamlarıyla Hindistan’a gidip orada üç yıl kaldı.

1224’te Harezm’e dönüp, Moğollarla yeniden mücâdeleye karar veren Celâleddîn, Kirman’a geldi. Buranın hâkimi Barak Hâcip, onun sultanlığını kabûl ederek, Sultan adına Kirman’ı idâreye başladı. Buradan Atabeg Sa’d bin Zengi’nin hükümdârı bulunduğu Fars’a geldi. Onun kızını aldı. Böylece Harezmşâh Devletini yeniden tesise çalışan Celâleddîn, bundan sonra İsfahan ve Irak-ı Acem’e ilerleyerek, burada bulunan kardeşi Gıyâseddîn Pir-Şâh’ın itâatini sağladı. Lur (Hindistan) reislerini de kendisine bağladıktan sonra Moğollarla mücâdele için Halîfe Nâsır’dan yardım istedi. Ancak Halîfe, onun Irak-ı Arab’a inip istilâ etmesinden korktuğundan karşı kuvvetler gönderdi. Bu kuvvetleri bozan Celâleddîn, Bağdat’tan Meraga’ya geldi. 1225’te Tebriz’i alarak karargâhını buraya nakletti. Anadolu’da hüküm süren Sultan Alâeddîn Keykubâd ile Mısır ve Suriye’de hâkimiyet süren Eyyûbî meliklerine elçiler göndererek Moğollara karşı yardım istedi. Diğer taraftan bir asırdan beri Arran, Âzerbaycan ve Şarkî Anadolu’daki İslâm emâret ve hükümetlerine karşı gâlip ve tehditkâr bir vaziyette bulunan Gürcüleri ezmek için Gürcistan krallığını istilâ ederek, Mart 1226’da Tiflis’i aldı. Bu sırada isyân eden Barak Hacib ve Âzerbaycan Türkmenlerinin isyanlarını bastırdı. Bir ara Ahlat’ı kuşattı ise de, Türkmenlerin yeniden karışıklık çıkarmaları üzerine Âzerbaycan’a döndü ve Türkmenleri cezâlandırdı. Kışı Tebriz’de geçirdiği sırada, Gürcülerin Tiflis’i yeniden ele geçirip oradaki askerlerinin öldürüldüğünü öğrendi. 1227’de Tiflis üzerine yürüyen Celâleddîn, şehrin yakılıp terk edildiğini gördü. Bu sırada Bâtınîlerin, Gence Vâlisi Orhan’ı öldürdüklerini öğrenen Sultan, onların memleketine girerek Alamut ve Kumis havâlisini itâat altına aldı.

Sultan, bu şekilde ülke içindeki karışıklıklarla meşgulken Moğol kuvvetlerinden bir kıt’anın Damgan civârına geldiğini öğrenip hızla üzerlerine gitti ve onları mağlup etti. İsyân hâlinde bulunan Eyyûbîlere karşı 1228’de bir sefer hazırlığı içinde olan Celâleddîn, Moğolların Ceyhun’u geçip Irak-ı Acem’e yürüdüklerini haber aldı. 26 Ağustos 1228’de İsfahan önünde meydana gelen Türk-Moğol savaşında Sultan Celâleddîn, kardeşi Gıyâseddîn’in ihânetine rağmen Moğolları hezîmete uğrattı ise de, tâkip esnâsında Moğolların kurduğu tuzağa düşen Celâleddîn’in sol cenahı bozuldu. Zor kurtulan Sultan, Luristan’a giderken, Moğollar da perişân bir vaziyette olduklarından geri döndüler. Bir hafta sonra İsfahan’a dönen Sultan Celâleddîn, yeniden kuvvet toplamaya başladı. Kardeşi Gıyâseddîn ise Alamut’a giderek Bâtınîlere ilticâ etmiş, daha sonra gittiği Kirman’da öldürülmüştür.

Sultan Celâleddîn, Âzerbaycan’a dönüp memleketin bozulmuş durumunu yeniden düzeltmekle meşgulken, 1229’da Gürcüler yeniden isyân ettiler. Topladığı tâze kuvvetlerle bu isyânı bastırmaya muvaffak olan Sultan, Tiflis’ten başka bâzı müstahkem kaleleri de ele geçirdi. Bu zamana kadar Celâleddîn’i, Sultan tanımayan ve yazdığı mektuplarda “Hâkan” yâhut “Şehinşâh” diye hitâp eden Bağdat Halîfesi, bu muvaffakiyetten sonra Celâleddîn’e “Sultan” unvânını tevcih etti. Celâleddîn Harezmşâh’a itâatini arz eden Şam hükümdârı Melik-ül-Muazzam Îsâ Eyyûbî’nin teşviki ile Ahlat’ı kuşatan Sultan, 14 Mayıs 1230’da kaleyi ele geçirmeye muvaffak oldu. Ancak kale müdâfîlerine ve halka şiddetli davranması, o zamana kadar Müslümanlığın kahramanı sayılan Celâleddîn’e karşı bir husumetin doğmasına yol açtı. Anadolu ve Mısır sultanları, onun kendi ülkelerine yürüme ihtimâli karşısında kuvvetlerini topla¤¤¤¤¤ müttefik olmuşlardı. Bu haberi duyan Sultan, Anadolu ve Suriye kuvvetlerinin birleşmesine mâni olmak için harekete geçti ise de, geç kaldı. Erzincan yakınında Yassıçimen Yaylasında 10 Ağustos 1230’da vuku bulan şiddetli muhârebede büyük bir hezîmete uğrayan Sultan Celâleddîn, sulha mecbur oldu.

Türk hükümdârları arasındaki savaşı dikkatle tâkip eden Moğollar ise, kendilerine en büyük engel olarak Celâleddîn’i görüyorlardı. Netîcede, Yassıçimen Muhârebesinde büyük bir darbe yemesi üzerine fırsatı kaçırma¤¤¤¤¤, Çermagun Noyan komutasında büyük bir Moğol kuvvetini Mâverâünnehir’e gönderdiler. Bu haberi duyan Celâleddîn, civar hükümdârlara vaziyeti bildirip yardım istedi. Ancak onlar, Celâleddîn’e güvenmediklerinden ve ayrıca Moğol tehlikesinin kendi ülkelerini saracak kadar genişleyeceğini tahmin edemediklerinden Sultana yardım elini uzatmadılar.

Sultan Celâleddîn’in mâiyeti ile Elcezire’ye doğru ilerlediğini öğrenen Moğollar, onu tâkip ederek yollarına devâm ettiler. Nihâyet, 1231 Ağustosunda Dicle Köprüsü kenarında, sabaha karşı düzenledikleri bir baskınla, Celâleddîn’in bütün mâiyetini öldürüp dağıttılar. Ölümden zor kurtulan Sultan, Meyyâfârıkîn civârına kaçıp Moğolların tâkibinden kurtulmak için sarp dağlara çekildi. Ancak, göçebeler tarafından yakalanıp obaya getirilen Celâleddîn, orada öldürüldü. Elcezire hükümdârı Mâlik el-Muzaffer Gâzi, Sultan’ın öldürüldüğünü öğrenince onun cesedini Meyyâfârikîn’e getirtip defnettirdi.

Türk İslâm târihinin en bahadır ve şecâat sâhibi şahsiyetlerinden olan Celâleddîn Harezmşâh, birçok harpleri hayâtı pahasına kazandığı hâlde, idâre ve siyâset bakımından zayıf olduğu için bunlardan istifâde edememiştir. Bütün meseleleri harp yoluyla halletmeye çalışması, düşmanlarını arttırmıştır. Buna rağmen Moğol saldırılarına ve Hıristiyan Gürcülere karşı mücâdele edebilen yegâne zât olması, ona gerek halk arasında ve gerek bütün Şark edebiyâtında büyük bir şöhret kazandırmıştır. Moğolların yakın şarkı tamâmen istilâ etmesinden sonra, Celâleddîn’in bölgede oynadığı rol daha iyi anlaşılmış ve İslâmiyetin müdâfii olarak büyük kahramanlar arasına dâhil edilmiştir.
 
Cihangir Şah

Bâbür İmparatorluğunun dördüncü hükümdârı. Ekber Şahın oğlu olup, asıl adı Selim’dir. 1569’da doğan Selim, babasının ölümü üzerine 1605’te “Nûreddîn Cihangir” unvânı ile tahta çıktı. Ancak oğlu Hüsrev, Sihleri etrâfında topla¤¤¤¤¤ Pencab’da isyân etti. Cihangir Şah, âsî kuvvetleri Cullandar Nehri kenarında bozguna uğrattı. Yakalanan oğlu Hüsrev’i Burhanpur’a sürgüne gönderdi. Hüsrev orada 1622 yılında öldü. Racput Prensliği ile yapılan savaş başarı ile netîcelendi. Ancak Safevî Hükümdârı Şah Abbâs’ın Kandehar’ı istilâsına karşı konulamadı. Cihangir Şah döneminde, Avrupalılar ve bilhassa İngilizler sık sık Bâbürlü Sarayında görüldüler. Bu münâsebetler netîcesinde, İngilizlere Surat limanında ticâret yapma hakkı verildi. Bu müsaade, iki asır sonra İngilizler’in Hindistan’a yerleşmelerine ilk zemîni hazırlaması bakımından çok mühimdir.
Cihangir Şahın saltanatının son yılları, huzursuzluk içerisinde geçti. Eşi Nurcihân ve veziri Mehabet Hanın sık sık devlet işlerine karışmaları sıhhatini bozdu. Tabiplerin isteği üzerine iklimi daha müsâit olan Lahor’a giderken, yolda 28 Ekim 1627 günü vefât etti. Cesedi Ravi Nehri kıyısındaki, Şah Dârâ denilen yerde toprağa verildi. Daha sonra mezarının üstüne büyük bir türbe yapıldı.

Âdil bir hükümdâr olan Cihangir, âlimleri sever, onlara izzet ve ikrâmda bulunurdu. Babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak Şiîlerin ve hasetçilerin iftirâlarına aldanarak, devrinin büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerini Gwalyar şehrinde hapsettirdi. İki yıl sonra hatâsını anlayıp bu büyük âlimi hapisten çıkaran Sultan, 1000 rupye ihsân edip bağışlanmasını diledi. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Cihangir Şaha yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcuttur.

Cihangir Şah, bayındırlık işlerine de önem vermiştir. Agra’dan Etek’e ve Bengâl’e giden ağaçlıklı yollar ve Agra ile Lahor arasında her üç kilometrede bir işâret kuleleri ve sulu gölgelikler yaptırmıştır. Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hâtırâtı, kıymetli bir eserdir.

Kendisinden sonra oğlu Şihâbuddîn Muhammed, “Şah Cihân” unvânı ile tahta geçmiştir.
 
Cihanşah (Mirza Muzafferüddin)

Karakoyunlu Devletinin üçüncü hükümdârı. Devletin kurucusu olan Kara Yusuf’un oğludur. 1405 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. 1415’te babası tarafından Sultâniye’ye vâli tâyin edildi. 1420’de babasının ölümü üzerine Sultâniye’den ayrılarak Bağdat vâlisi olan ağabeyi Şah Mehmed’in yanına gitti. Daha sonra onunla anlaşmazlığa düşerek diğer ağabeyi İskender’le birleşti. Ancak Karakoyunlu âilesi arasında çekişmeler uzun yıllar sürerek devletin zayıflamasına yol açtı. Nihâyet kardeşlerinden Şah Mehmed’in, Şahruh İskender’in de, oğlu Şah Kubad tarafından öldürülmesinden sonra Cihanşah, devletin başına geçti. İlk olarak baba kâtili Şah Kubad’ı ortadan kaldırarak devlete tamâmıyla hâkim oldu. 1440’ta Gürcistan’a büyük bir sefer düzenledi ve pek çok ganîmet elde etti. Aynı yıl Tebriz’e girerek burada faâliyet gösteren Hurûfîleri temizledi. Böylece İslâm âleminde çıkması muhtemel, korkunç bir sapıklık cereyânının önüne geçmiş oldu.
Bağlı olduğu Şahruh’un 1447’de vefâtı üzerine “Sultan” ve “Hakan” unvanlarını aldı. Şahruh’un vefâtı ile Timurlular arasında baş gösteren anlaşmazlık ve çekişmelerden faydalanarak, İsfahan ve Fars ülkelerini de ele geçirdi. Bu muvaffakiyetlerini Kirman’ı da fethederek tamamladı.

1457’de Horasan’a büyük bir sefer düzenledi. Herat’ı kolaylıkla zaptederek nâmına hutbe okuttu. Ancak bu sırada oğlu Hasan Ali’nin Tebriz’de isyânı üzerine, Horasan’ı terk etmek zorunda kaldı. Bir müddet sonra da Fars ve Irak-ı Arab’ı idâresi altında bulunduran diğer oğlu Pir Budak’ın itaatsizliği ile karşılaşan Cihanşah, oğlunu bu işten vazgeçirmeye çalıştı ise de, muvaffak olamayınca öldürttü. Fakat bu durum, onu, muvaffakiyetlerindeki en kuvvetli desteğinden mahrûm bıraktı.

Horasan’ın dışında, hemen hemen bütün İran, Arran, Irak ve Batı Anadolu’daki uç bölgelerinin hâkimi olan Cihanşah, son seferini Uzun Hasan üzerine yaptı. Fakat bu sefer, kendisinin ve devletinin felâketi ile netîcelendi. Uzun Hasan’ın bir baskınına uğraması sonucu kaçarken öldürüldü (1467). Esir alınan oğlu Muhammed ve diğer kumandanları da aynı âkıbete uğradılar. Cihanşah’ın cesedi sonradan Tebriz’e götürülerek, orada yaptırmış olduğu imâretindeki türbesine defnedildi.

Devrin târihçilerinden Abdürrezzak Semerkandî, Cihanşah’ın âdil, kudretli ve becerikli bir sultan olduğunu kaydetmiştir. Saltanatı devrinde Tebriz’i mâmûr bir belde hâline getirdi. Timur Hanın ortadan kaldırmasına rağmen o devirde yeniden ortaya çıkan Hurûfîlik adlı sapıklığın önüne geçerek, İslâmiyete büyük bir hizmet etti. İlme ve âlimlere hürmetkâr olup, ilmi ve âlimleri koruyup gözetmiştir. Medreseler ve câmiler yaptırdı. Bunlardan Tebriz’deki medrese ve câmisi meşhurdur. İyi bir şâir olan Cihanşah, Farsça ve Türkçe şiirler yazmış ve manzumelerinde ismini mahlas olarak kullanmıştır.
 
Çaka Bey

İzmir fâtihi ve Anadolu Selçuklu Devletinin müstakil beyi. Oğuzların Çavuldur boyuna mensup olan Çaka Bey, Malazgirt Zaferini tâkiben Anadolu’nun fethi işine girişen Selçuklu kuvvetlerinden ayrı olarak yaptığı savaşların birinde Bizanslılara esir düştü. İmparator Üçüncü N. Botaniates’in dikkatini çekerek saraya alındı. Burada çok büyük ilgi gördü ve serbestçe hareketlerde bulunmasına izin verildi. Grekçeyi öğrendi. Bizans deniz kuvvetlerini inceledi. 1081 yılında Bizans tahtına İmparator Aleksi Komnen geçince hürriyetine kavuştu.

Çaka Bey 1081 yılında elindeki kuvvetlerle İzmir’i kuşattı ve Bizanslılardan aldı. İzmir’de beylik kurarak sınırlarını genişletmek için mücâdeleye başladı. İki üç yıl içinde Urla, Çeşme, Sığacık ve Foça’yı zaptederek bu kesimdeki geniş sâhil boyunu sınırları içine aldı. Çaka Beyin hedefi Ege Denizinde hâkimiyeti sağlamaktı. Bu sebepten İzmir ve Efes tersânelerinde, bir kısmı yalnız kürekli, diğer kısmı yelken ve kürekle hareket eden 40 parçadan meydana gelen ilk Türk filosunu kurdu. Filo 1089’da Ege denizine açıldı. Çaka Beyin komutasındaki bu ilk Türk filosu 1090’da Bizans donanmasını Koyunadaları açıklarında mağlûb etti.

Çaka Bey, 1091’de yine denize açılarak Sisam ve Rodos adalarını ele geçirdi. Ege’deki hâkimiyeti tekrar ele geçirmek için Bizans İmparatoru yeni bir donanma hazırlattı. Gönderdiği donanma, Çaka Bey ile karşılaşmaya cesâret edemeyerek Sakız adasına sığındı. Çaka Bey adayı kuşattı ise de fethe muvaffak olamadı.

1095 senesinde Çaka Bey, Çanakkale ve Trakya’nın zaptı ve sonra da İstanbul’u fethederek Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) müjdesine nâil olabilmek için, donanmasının başında harekete geçti. Edremit dâhil, yolu üzerindeki Bizans merkezlerini zapt ede ede Çanakkale sınırlarına dayandı. Burada Anadolu Selçuklu Devletinin hükümdârı ve dâmâdı Kılıç Arslan’la buluştu. Berâberce boğazın en çetin kalesi olan Abidos’u kuşattı. Kale kolaylıkla alındı, ama Çaka Bey de aldığı yaraların tesirinden kurtulama¤¤¤¤¤ vefât etti.

Bizans kaynaklarında Çaka Beyin Kılıç Arslan tarafından öldürüldüğü yazılı ise de, sonraki olaylarda isminin geçmesi bu görüşün doğru olmadığını ortaya koymaktadır.

Çaka Bey'in ölümü İslâm mücâhidlerini büyük bir üzüntüye boğdu. Bizanslılar da ziyâdesiyle sevindi. Ömrü İslâmiyeti yaymak için uğraşmakla geçen Çaka Bey, hayatta bulunduğu müddetçe, Bizans’ın korkulu rüyâsı olmuştu. Ölümü ile sâhilde kurmuş olduğu beyliği de târihe karıştı.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst