Aziz Nesin - Tülsü'yü Sevmek

TaTLı-CaDı

Hayalperest.
Bayan Üye
aziznesin_portre.jpg


sevgili Z.G.

"seni seviyorum tülsü" yazılı telgrafımı alınca bu da ne demek oluyor tülsü de kim oluyor diye şaşırmış olmalısın.

aklı başında bir insanın yazacağı bir şey değildi doğrusu. ama o telgrafı çekerken tam olarak aklımın başında olduğunu söyleyemem. o gün bir uyur gezer gibiydim. istencim dışında o telgrafı çektim sana.

yabancısı olduğum dünyanın bu sayılı kalabalık kentinde bir haftadan beri ilk o gece bir başıma kalmıştım. yabancı bir kentte insanın yalnızlığı daha da katmerleniyor. yalnızlıktan içinde bulunduğum hava sanki yoğunlaşıp ağdalandı ve ben bu ağda içinde zorlukla kımıldıyorum. bu ruh hali içinde bilincimi içkide yitiripkendimi unutmaktan başka umarım yoktu. kaldığım otel dolaylarındaki pahalı restorantlara gazinolara gitmek istemedim. çünkü kolalı insanlar kolalı masa örtüleri kolalı konuşmalar değil; buruşuk insanlar buruşuk masa örtüleri buruşuk konuşmalar arasında salt kendimle baş başa kalmak istiyordum.
yan sokaklara daldım çıktım öyle ki bir zaman sonra o büyük kentin içinde kendimi kaybettim. yabancısı olduğum büyük kentlerde kendimi kalabalığın akışına bırakıp yitirmeyi seviyorum. nasıl olsa bir taksiye binip otele dönebilirim.

gönlümce bir kaç içkili yer buldum. kiminin kapısından girip kiminin dumanlı pencere cam.ından baktım. tek başıma kalabileceğim boş masası olan bir yer buldum. bir tek masa kalmıştı boş vestiyer yolu üzerinde olduğundan boş kalmış olacaktı!
hoşuma gitti. konuşmaların uğultusunda bile alkol kokusu vardı. yabancılığımı yüzüme çarpan hiç bir şey yoktu. hizmet eden üç kadın vardı bunlardan akdeniz esmerliğindeki kadın masama gelip istediğimi sordu. karışık peynirle salata beyaz şarap istedim. istediklerimi getiren kadın küçük cam vazo içinde bir tek kırmızı karanfil getirme inceliğini de gösterdi. teşekkür ettim. o tek karanfil göz için olan o irilerden değil ama yanık kokusu olan küçük karanfillerdendi. bütün kokusunu içime çekip bitirmek ister gibi kokladım.

içiyor yavaş yavaş kendime geliyordum. yüzüm kapıya dönüktü kapının açıldığını görmemiştim ama kapının girişinde duran o adamı görmüştüm. benim yaşımda biriydi. öylece dikilmiş oturacağı boş masa arıyordu bakışlarıyla. gözüne beni kestirmiş olacak ki yanıma gelip:
- müsaade ederseniz ben de oturabilirmiyim? dedi.
isteksizce
- elbette buyrun. dedim.
yalnızlığımı bölüşmek istemiyordum; hele böyle biri ile. canım sıkılmıştı teşekkür edip oturdu karşıma. o akdeniz esmeri kadından tıpkı benim gibi karışık peynirli salata ve beyaz şarap istedi.

benim yaptığım gibi tek karanfili derin derin kokladıktan sonra
- ben bu küçük kokulu karanfilleri o gösterişlilerinden daha çok severim. her kendini beğenmiş gibi gösterişli biçimleri vardır ama kokuları yoktur oysa bunlar her alçak gönüllü gibi kendi çığırtkanlığını yapmaz
nasıl da kokar yanık yanık.

doldurduğu şarap bardağını kaldırıp
-şerefe! dedi. bardağımı onunki ile tokuşturup ben de
-şerefe! dedim.

artık söyleşi açılmış oldu. bu kentin yabancısı olduğunu bir haftadan beri burada kaldığını söyledi.
- ben de öyle. dedim.
bu kez incelik olsun diye ben sözü açma gereği duyarak ne iş yaptığını sordum.
- tülsü'yü seviyorum. dedi.
sorumu yanlış anlamış olmalıydı.
- işinizi sordum. dedim.
- ben de söyledim. benim işim tülsü'yü sevmek.
şaşırdığımı anlayınca açıklamak gereği duydu.
- dünyada sevmekten önemli iş olur mu? bugüne dek hep tülsü'yü sevdim. ölene dek de seveceğim. en büyük mutluluk insanın sevdiği işi yapmasıdır. oysa insanların çoğunluğu neredeyse sevmediği işi yapıyorlar.
ne iş yaptığını sorarken ne işle geçindiğini öğrenmek istemiştim.
- işini sevmek ne demektir? diye sorup kendisi yanıtladı:
- her günün yirmidört saati hatta uykuda bile sevdiğin şeyi düşünmek.

şaraplarımızı tüketmiştik bir şişe daha getirttik. o yaşta adamın sevgilisi kimbilir nasıl bir şeydir diye düşündüm
- yaşınızı sorabilir miyim? dedim.
- benim yaşımda birinin sevmeyi yaşamının tek işi saymasını sizde yadırgıyorsunuz .
yetmiş yaşındayım. dedi.
- aynı yaştayız demek.
- elbette tülsü'yü merak ediyorsunuz değil mi? herkes merak ediyor çünkü 70 yaşındaki adamın sevgilisini.
- yaşamınızı adadığınız bu mutlu kadını merak ediyorum doğrusu.
bardaklarımızı yine tokuşturup şerefe dedik.
- tülsü'yü ilk görüşüm gerçekle düş arası bir olay. çünkü tülsü'yü ilk görüşümü babamın söylediklerinden anımsayabiliyorum. o zaman dörtbeş yaşlarında olmalıyım. br akşam üstüydü. babamla bir arkadaşının dükkanında oturuyorduk. bozuk kaldırımlı bir yokuştaydı. dükkan önümüzden bir kız geçti ya da geçmiş. uzun saçlı ondört-onbeş yaşında bir kızmış. ben birden "işte bu kızla evleneceğim!" dedim ya da demişim. babam bu olay o kadar çok yineledi ki onun anlatmalarından olay gözümde sonradan gerçekleşti kız da somut bir varlık oldu. babam anlata anlata anımsamadığım bu olayı yaşamış gibi oldum. işte tülsü o zaman gördüğüm kızdır.
- öyleyse şimdi seksenini aşmış olmalı.
- neden?
- siz dörtbeş yaşındayken o onbeşinde olduğuna göre.
- tülsü yaşlanmıyor ki.
- sonra gördünüz demek?
- hep onu arayıp duruyorum. benim niçin burada olduğumu sanıyorsunuz? dünyanın bilmediğim bir yerindebilmediğim bir adreste yaşayan beni bekleyen bilmediğim bir kadındır tülsü; o'nu bulacağıma inanıyorum ve bu yüzden bütün dünyayı dolaşıp duruyorum ya.
- ilk gördüğünüzden beri bir daha hiç görmediniz mi?
- gördüm. ben o zaman otuz yaşındaydım. yine o'nu aramak için büyük bir başkentteydim. metro merdivenlerinden iniyordum ki gördüm o'nu. yanımdan yukarı çıkmaktaydı. ancak yirmi yaşında vardı. kestane rengi saçlarını çok kısa kestirmişti. yürüyen merdivende yanımdan geçti. "tülsü!" diye seslenmek geldi içimden ama olduğum merdiven yürüyüp gitmişti aşağıya.
- başka hiç görmediniz mi?
- gördüm birkaç kez daha. tuna nehri kıyısındaki o kentte ilk gidişimdi. 40 yaşındaydım o zaman. trenden yeni inmiştim. gar çok kalabalıktı trene binenler inenler telaşla koşuşuyordu. işte o kargaşada birisiyle çarpıştım. başımı kaldırıp baktım ki sarışın mavi gözlü açık tenli ancak 25 inde bir kız: tülsü. bir an birbirimize bakakaldık. bana çarpınca elindeki paketler düşmüştü. bavulumu yere bırakıp paketleri toplayıp verdim. o da teşekkür edip yanındaki erkeğin koluna girip gitti.
bu karşılaşmamızdan beşaltı yıl sonra bir uzak asya ülkesinde otobüste gördüm. aynı otobüste dört durak beraber gittik.
- konuşmadınız mı?
- nasıl konuşabilirdim ki? o'nun dilini bilmiyordum ki. bir kez de küçük bir kuzey ülkesinin başkentindeki uluslar arası bir toplantıda gördüm tülsü'yü. aynı masada çok kısa bir süre karşı karşıya oturduk. yanındaki zenci de kocası olmalıydı.
- kocasi zenci miydi?
- evet tülsü de zenciydi olağanüstü güzel bir zenci.
- yine konuşmadınız mı?
- "sizde 3 sayılı bültenden fazla var mı?" diye sordu bana. fazla yoktu ama kendiminkini verdim. teşekkür etti. yıllar geçiyor ben hep tülsü'yü arıyorum.
- ama buluyorsunuz onu.
- bulmak ama nasıl. bir anlık. bir şimşek parlaması görür gibi ancak. birden parlayıp sönüveren. bulur bulmaz yitiyor yine. kavuşmak değil ki bu. o'na kavuşmak için yer yuvarlağını kaç kez dolaştım. bir balkan ülkesinin başkentindeki bir sarayda gördüm tülsü'yü. daha otuzunda bile değildi bense altmışımı geçmiştim. iki erkeğin arasında mermerden parmaklığın küpeştesine yanlamasına oturmuştu. elindeki geniş kenarlı bardaktakırmızı bir içki vardı. ayakta duran iki erkeğin anlattıklarına güldükçe kırmızı içki çalkalanıyordu. saçları kızılgözleri koyu siyahtı.
5 yıl önce hiç ummadığım bir yerde. hep ummadığım yerlerde ve zamanlarda görüyorum tülsü'yü. bir ilçedeki bir bankaya girmiştim. bir de baktım ki az ötedeki bir banka memuruyla konuşuyor. gözleri yeşildi saçlarını topuz yapmıştı. hemen çıktı bankadan kapıdaki arabaya binip gitti.
son olarak geçen yıl gördüm. bir akdeniz kentinin motelinde.
yirmi yaşında var yoktu incecik bir dal. ben odamın önündeki çardağın gölgesinde kitap okuyordum. "afedersiniz saatiniz kaç?" sesine başımı kaldırdım ki karşımda tülsü. yanında bir delikanlı. denizden daha yeni çıkmışlar su damlaları üstünde tomur tomur. saati söyledim. teşekkür etti. yüreğim duracak sandim. gittiler. bir daha da görmedim o motelde.

şarabımız yine bitmişti.
- bir şişe daha içer miyiz?. diye sordum
- içelim. dedi.
akdeniz esmeri kadın bir şişe daha getirdi.
- kime tülsü'ye tutkunluğumu anlatsam benimle alay ediyor. tülsü orada burada diye beni ordan oraya göndermeye kalkıyorlar. beni deli yerine koyup aşağılıyorlar. tülsü'ye tutkunluğumu dinleyip de benimle dalga geçmeyen ilk sizsiniz.
büyük bir acımayla:
- tülsü'yü bunca sevmenizin nedeni nedir? diye sordum.
- nedeni pek çok dedi. onu arayıp da bulamadıkça bulduğum zaman da kavuşamayınca tülsü'ye tutkum daha da artıyor. öyle bir tutku ki gittikçe harlanıp yalazlanıp beni yakıyor içim köz köz. o'na hiç kavuşamadan kendi yangınımdan kül olup tükeneceğimi biliyorum. tülsü öyle iyi öyle iyi ki. neden iyi? yanılıp da kendilerini tülsü sanarak birlikte olduğum diğer kadınlar gibi benimle kavga etmedi kavga fırsatları yaratmadı benimle ilişkilerinde çıkarcılık gütmedi ne versem daha da oburlaşan bir gözü doymaz değildi. "seni seviyorum" diye ne beni ne de kendini kandırdı hiç ikiyüzlülük etmedi hiç bir gizli hesabı olmadı. çünkü bütün bunların olabimesi için paylaşacağımız zamanımız olmadı ki. tülsü benim için hep üçüncü boyutsuz anlık yaşam olarak kalıyorbir şimşek parıltısı süresince yaşayabiliyorum o'nu. bu yüzden onu seviyorum hep seveceğim. tülsü'yü sevmekten başka işim yok olmayacak da
- bağışlayın dedim. geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? bir akarınız geliriniz varmi?
- hiçbir şeyim yok
- nasıl yaşıyorsunuz öyleyse?
- tülsü'yü düşünmeme sevmeme aramama bir an bile engel olmayan işler yaparak; engel olmanın tersinetülsü'yü sevmem önemli ama yeterli değil. tülsü'yü sevdiğimi bütün dünyaya duyurmalıyım. herkes bilmelidir kiben tülsü'yü seviyorum. bunu anlatmazsam yaşamamızın bir anlamı kalmaz. her insan bu dünyada var olduğunu kendine göre bir yol bulup başkalarına kanıtlamak zorundadır. yoksa anlamı kalmayan yaşam bir saçmalık olur.
anlayamamıştım. açıklaması için
- nasıl yani? diye sordum.
- bir insanın yaşamakta olduğunu salt kendisinin bilmesi yetmez; insan tek başına değildir ki. bir insanın bu dünyada var oldugunu yaşadığını; başka insanların da bilmesi gerekir ve bunu nice çok insan bilirse o insan o denli daha çok vardır. herkesin varolma nedeni başka başka; benimki tülsü'yü sevmek. ben tülsü'yü severeksevdiğimi de herkese duyurarak var olabiliyorum.
- nasıl yapıyorsunuz bunu?
- herkese anlatarak. işte örneğin bu gece size anlattım. şimdi siz de biliyorsunuz ki ben tülsü'yü seviyorum. bu yüzden de ben sizin için artık varım benim yaşamakta olduğumu biliyorsunuz. herkese de bunu anlatmaya çalışıyorum.eskiden dağlara boş kırlara çıkıp ormanlara gidip sesim çıkabildiğince bağırıyordum:
"tülsü seni seviyorum!"
sesimin yankısını dinlerdim. hep aynı biçimde bağırmak güzel olmadığından hem sözcüklerin yerini değiştirerek hem de inceltip kalınlaştırarak sesimi değiştire değiştire bağırmaya başladım.
ormanda haykırdığı gibi ama masadakilerin duymayacağı şekilde ince bir sesle bağırdı.
tülsü seni seviyorum!
seni seviyorum tülsü!
seviyorum seni tülsü!
seni tülsü seviyorum!
seviyorum tülsü seni!
tülsü seviyorum seni!
- sesimi tüm dünyaya duyurarak tülsü'yü sevdiğimi herkesin öğrenmesini; bunu herkes öğrenince de yaşadığımı var olduğumu bütün insanların bilmelerini istiyorum. bunun için de yollarda alanlarda kalabalıklarda başladım
şarkı söylemeye. "tülsü seni seviyorum!"
- sesiniz güzel midir?
- hayır. çok da çirkin üstelik. kulağım da hiç duyarlı değil. ya sizin?
- benim de öyle.
- kulağım duyarlı olmadığı sesim de çirkin olduğu için; her söyleyişim ayrı sesle ayrı biçimde oluyor. dünyayı dolaşıyorum böyle. her gitiğim yerin postanesinden "seni seviyorum tülsü!" diye tülsü'ye telgraf çekiyorum. parama göre bir günde beşyüz telgraf çektiğim oluyor.
- öyleyse tülsü'nün adresini biliyorsunuz.
- hayır nerden bilebilirim? rastgele bir adres yazıp gönderiyorum.
- bulunamayınca telgraf size geri geliyordur.
- sanırım. ama bana değil. zira benim adresim de uydurma. çokça kaldığım kent postanelerinde artık beni tanıyıp alay ettikleri için değişik postanelerden çekiyorum telgrafları. alay etsinler ama öğrendiler artık ben tülsü'yü seviyorum. tülsü'yü sevdiğim ne denli çok bilinirse ben de o denli varım.

o içkili yerdeki masalar boşalmaya başlamıştı. biz de gece yarısından sonra kalktık. yalpalayarak yürüyebiliyorduk ama ne konuştuğumuzu bilemeyecek konuşulanları anlamayacak kadar sarhoş değildik.
- dört gündür öğleden sonraları biriki saat kültür sarayı alanı'ndayım. yarın oraya gelin. dedi.
- ne yapıyorsunuz orada? diye sordum.
- orda "tülsü seni seviyorum!" diye haykırıyorum sesim kısılana dek. hani ne iş yaptığımı sormuştunuz ya işte bu benim işim oldu. bu işe nasıl başladığımı anlatayım:
son telgrafımı çekmiştim o gün tülsü'ye hiç param kalmamıştı. o yana bu yana dolanıp dururken kültür sarayı alanı'na geldim. gördünüz mü bilmem çok eğlenceli
bir yer. orada herkes kendi hünerini sanatını marifetini gösteriyor. kimisi köpek cambazlığı yapıyor kimi tek başına üçdört çalgı çalıp konser veriyor. biri çalgı çalıp biri de şarkı söyleyen ikililer de var. kimisi isteyenin hemen orada karikatürünü çiziyor. bir kızla bir oğlan pandomim yapıyor. bir adam kılıç yutup yine çıkarıyor. cam kırıkları üzerine yatıp karnına beş kişi çıkaran biri var. bir sakallı yere renkli tebeşirle resim çiziyor. beş maymununa cambazlık yaptıran biri alkışlanıyor. diğeri ağzından ateş çıkarıyor. daha neler neler kimler kimler var orada. bunların başına kalabalık toplanıp seyrediyor. en çok ilgi gören daha kalabalık oluyor. numara ve gösteri bitince o kalabalıktan isteyenler para atıyor göstericinin kutusuna ya da önüne bozuk paralar birikiyor orada.

olağanüstü bir yer orası hele benim için. tülsü'yü sevdiğimi ilan etmem için en güzel yer. ben de bir yere hem de kıyıda olan bir yere oturup başladım haykırmaya. tülsü'yü nasıl ve ne kadar çok sevdiğimi haykıra haykıra anlatıyordum. hiç ummamıştım benim başıma da toplanacaklarını. ama çok kişi toplandı. kimi alay ediyorkimi bağırıyor kimi de dinliyordu. yorulana dek haykırarak anlattım. sustum. paralar atmaya başladılar. öyle çok para ki. hemen postaneye koşup telgraf çektim tülsü'ye. o günden beri her gün öğleden sonraları o alana gidiyorum. isterseniz yarın siz de gelin.

bir taksiye bindiğimizi şoföre otelin adını söylediğimi anımsıyorum sonrasını hiç bilmiyo demek sandığımdan daha sarhoşmuşum.

ertesi sabah çok geç uyandığımda dün geceyi bir düş gibi anımsıyordum. o gün öğleden sonra kültür sarayı alanı'na gittim. gerçekten de dün gece adamın anlattığı gibi olağanüstü eğlenceli bir yerdi. marifetlerini sergileyen bir sürü insanın aralarından geçip dolaştım. sonunda onu buldum. alanın bir kıyı yerindeydi. "seni seviyorum tülsü!" haykırışını duymasam onu bulmam kolay olmayacaktı. başı çok kalabalıktı çepeçevre çevirmişlerdi. ben de kalabalığın arasına daldım. beni görmüş polabileceğini hiç sanmıyorum. çünkü ben oraya geldiğimde gözleri kapalı haykırmaktaydı buna ancak haykırmak denilebilir bir şarkı değildi bu. sesi gerçekten çirkindi ama acı çeken canı yanan bir insan gibi bağırıyor haykırıyor arada inliyordu. kalabalıkta kadınlar erkekler gençler yaşlılar hemen her kesimden insan vardı. kimileri teyp getirmişler onun haykırmalarını ses bandına alıyorlardı. kendisinin de dediği gibi o kalabalık içinde alay edenler bağıranlarhatta taş atanlar bile vardı. ama öbürleri taş atanları önlüyorlardı.

ben de yanımda bir teyp getirip haykırmalarını ses bandına almadığıma yandım. ama ertesi gün teyple gelecektim. birkaç kişi onun haykırmalarını yazıyordu. sonradan akıl edip ben de yazmaya başladım. parçapinçik yazabildiklerim şunlar:

"heeey duyun artık duyun ve öğrenin kii ben tülsü'yu seviyorum! bunu duymayan tek kişi bile kalmasın! emzikli kadınların süt dolu memeleri duysun! sevişenlerin kaynayan kanı yani doğanların damarlarında dolaşan taze kanı duysun! sevgililerin biribine değen patmakları duysun! ilk öpüş dudakları duysun! ve tarih ve zaman ve coğrafya duyup öğrensin ki ben tülsü'yü seviyorum!"

haykırışında sanki dahaca sözcükleri oluşmamış mağara adamının can acısı vardı. yüzbin yıl önceki insan daduyduğu can acısıyla işte böyle bağırır olmalı. o kalabalıktan pek çoğu adamın dilini bilmiyor ama yine de dikkatle dinliyordu. öyleyse dinledikleri anlam değil sesti; acıyı özlemi tutkuyu dinliyorlardı. arada kualk tırmalayan arada yürek burkan bir ses. kimileyin gürlercesine kimileyin ağlamaktan kısılmış boğuk bir seslekısık sesi de çıkmayınca fısıldayarak fısıldayamayınca da dudaklarını kıpırdatarak anlatıyordu. "tülsü seni seviyorum!"

bunca insanın bu ilkel haykırmalara neden ilgi duyduğunu düşündüm. yoksa kadın olsun erkek olsun genç olsun yaşlı olsun; bunların hepsi de "tülsü seni seviyorum!" diye haykırmak istiyorlar da bu yürekliliği gösteremeyince kendilerini böyle haykıran adamın yerine mi koyuyorlardı? belki de bu adam ağlayarakinleyerek hepimizin yerine tülsü'yü sevdiğini ilan ediyordu.

yığılıp kaldı. önüne paralar bıraktılar. kalabalık dağıldı. bir süre öyle kaldı. bu yaptığı bir oyun mu diye düşündüm. bu alandaki bütün göstericiler gibi o da mı bir oyun oynuyordu? biraz sonra toparlanıp kalktı beni gördü. selamlaştık. yerdeki paraları aldı
- haydi postaneye gidip tülsü'ye telgraf çekelim. dedi.
aynı gösteriyi yineleyip yineleyemeceğini sordum. hayır ancak bir kez yapabiliyordu.
- her gün aynı sözleri mi söylüyorsunuz? diye sordum.
- hayır dedi ben oyuncu değilim ki. her an yaşam değişiyor çünkü ses ve söz de zamana göre değişiyor.

bir postaneye girdik. yaşından umulmayan dinç adımlarla basamakları atlayarak çıktı. büyük salonda telgraf yazmak için masalarda boş yer arandı.

ben yanıbaşındaydım. "seni seviyorum tülsü!" yazdığını okudum. o uydurma adres yazmaktaydı. telgraf gişesindeki bir memurun yanındaki memura onu gösterip alaylı alaylı bir şeyler söylediğini gördüm. demekonu burada tanıyorlardı. ama telgrafını almamazlık etmediler.

postaneden çıktık.
- şimdi kentin başka postanelerinden de tülsü'ye telgraf çekip bu kentten ayrılacağım dedi.
- nereye gideceksiniz? dedim.
- bilemiyorum. dedi. tülsü'yü bulabileceğimi umduğum herhangi bir yere.
el sıkıştık ayrıldık. bir süre arkasından baktım. epey bir gittikten sonra arkasından baktığımı anlşamış gibi o da dönüp bana baktı el salladı. ben de el salladım.

sonra o postaneye girdim. gişeden bir telgraf kağıdı alıp "seni seviyorum tülsü!" diye yazdım. kime gönderebilirdim bu telgrafı?

sevgili Z.G. birden sen geldin aklıma senin adresini yazdım telgrafı verdim gişedeki memura.

"seni seviyorum tülsü!"

birşey anlamamışsındır telgrafımdan ve kimbilir nasıl şaşırmışsındır.

aziz nesin
bayramoğlu
19 haziran 1984
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst