çöl çiçeği
Banned
Serseri Olumlu Bir Sıfattır
Zardanadam'ın üç üyesi Tolga Kaya, Paşa Altın ve Utku Doğruak'ın İTÜ'lü olması nedeniyle İTÜ Vakfı Dergisi Şubat 2006 sayısında Zardanadam'la bir röportaj yaptı. Dergi Editörlerinden Derya Bengi'nin öğrencilik, hayat, mühendislik ve müzikle ilgili terleten sorularını Tolga ve Paşa Zardanadam adına cevapladı.
Rock'n Roll'a İTÜ'lüler Hayat Üflüyor: Zardanadam başlıklı röportajın tam metni haberin devamında...
İTÜ’lüler Rock’n Roll’a Hayat Üflüyor: Zardanadam
‘SERSERİ OLUMLU BİR SIFATTIR’
Türkiye'de son birkaç yıldır rock müziğinin yükselişte olduğundan söz ediliyor. Duman, Mor ve Ötesi, Manga başta olmak üzere pek çok genç topluluk birbiri ardına albümler yayınlıyor, özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin ilgisine mazhar oluyor... Çekirdeğini üç İTÜ mezununun oluşturduğu Zardanadam da "Dibini Gör" isimli başarılı çalışmasıyla bu ateşi canlandıranlar arasında. Gitarist Tolga Kaya ve bas gitarist Paşa Altın’la müzik, öğrencilik ve mühendislik üzerine uzun bir sohbet gerçekleştirdik...
Zardanadam grubunda üç İTÜ’lü var. Tanışıklıklarınız İTÜ'ye mi dayanıyor?
Tolga Kaya: Zaten tanışıyorduk. Daha sonra birlikte İTÜ'yü kazandık. Ben Endüstri Mühendisliğini bitirdim. İTÜ'deyken dostluğumuz vardı, ama birlikte müzik yapma kararı çok sonra, çok geç oluştu.
Paşa Altın: Ben İnşaat'ı bitirdim. Keşke gitaristimiz Utku (Doğruak) da burada olsaydı. Elektronik'ten mezun. Utku'nun Pis Yedili isminde bir grubu vardı İTÜ'de. Onlar İTÜ Müzik Kulübünün faal üyeleriydi, üniversite içinde çok konser verdiler.
Tolga: İTÜ'deyken müzik yapmak bizim için sadece bir hayaldi.
Sürekli bunun hayalini mi kuruyordunuz, yoksa ‘olmayacak işti’ anlamında mı söylüyorsun?
Tolga: Evet bu hayali kurardık, ama aynı zamanda olmayacak bir iş olduğuna inanırdık. Okul bitti, aradan birkaç sene geçti ve bu hayalimizi gerçekleştirebilir miyiz diye son bir kez gaza geldik. İş hayatının insan üstünde yarattığı baskılara göğüs germek için bir çıkış kapısı, bir mutluluk arayışına girdik: Müzik yapalım, bir arada olalım...
Gençler genellikle öğrencilikte grup kurar, sonra iş hayatına atılınca, grubu yarı yolda bırakırlar, Sizde tam tersi olmuş.
Tolga: Evet, galiba bunun bizden başka bir örneği yok.
Paşa: Biz o zamanlar kurulmuş olsaydık, muhtemelen çoktan dağılmıştık. Şimdi daha olgun bir yaşta, daha bilinçli olarak devam ediyoruz.
Öğrenciliğiniz sırasında neden böyle bir adım atmadınız? O yaşta insanın gözü daha kara olmaz mı?
Tolga: Ben Konya'da lisedeyken, solistimiz Erbatur'la (Çavuşoğlu) bir grubumuz vardı zaten. O günler çok heyecanlı günlerdi benim için. Tezekli Serzeniş, Konya'da çok bilinen bir gruptu.
Tezekli Serzeniş ismi nereden geliyordu?
Tolga: Daha ortaokulda yazdığımız bir şarkının sözlerinden geliyor:
‘Oklava hamur açar / Mandal çamaşır asar / Portakal vitamin yapar/Anlayacağın her şey bir işe yarar / Sen sen sen, ye iç yat / Elbet bunlar da gerek / Ama fabrikanın üretimi/Olmasın sadece tezek/Tezek bize ne gerek.’
Bu şarkının adı "Tezekli Serzeniş"ti. Grubun adını da öyle koymuştuk. Hep kendi parçalarımızı çalardık. Konya'daki tiyatro salonunda tamamen kendi çabalarımızla bir konser vermiştik. 50-60 kişi beklerken bir anda doldu bütün salon. O zaman artık müzik içimize işledi, bir daha çıkmayacak şekilde. Ama üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonra işlerin sandığımızdan zor olduğunu anladık. Etraftaki insanların müzisyenlikleri bizden çok daha ileri düzeydeydi, bizden daha iyi gruplar vardı, bar performansları yapıyorlardı. Ama müziğe kendilerinden çok az şey katıyorlar, genelde başkalarının şarkılarını çalıyorlar, "cover" yapıyorlardı.
İTÜ'de öğrencilik hayatı nasıl geçti? Genellikle İTÜ'nün sosyal yönünün zayıf olduğundan şikayet edilir. Dersler ağır mıydı? Müziğe ve kültürel etkinliklere zaman bırakıyor muydu?
Tolga: İTÜ'de çok iyi bir eğitim olmasına rağmen, sorunlardan biri, çok fazla erkek öğrenci olması, bütün muhabbetlerin aşırı erkek egemen olmasıdır. İTÜ'de eğitim ağırdır, zordur, ama kazanan öğrencilerin yeteneğiyle oranlandığında, onlara o kadar zor gelmez.
Paşa: Bitirdikten sonra, insan daha iyi anlıyor eğitimin iyi olduğunu. Öğrenciyken sadece anlamaya, öğrenmeye, dersi geçmeye çalışıyorsun.
Tolga: İnsanın sekiz aylık döneminin tamamını kapsayacak kadar zor değildir dersler. Hayatını dersler üzerine kurmuş bir öğrenci sıkıntı çekebilir, ama pekala müziğe, edebiyata, sinemaya, bambaşka hobilere zaman ayırıp, hatta biraz çalışıp para kazanarak da İTÜ kolayca bitirilebilir. Belki sınıf birincisi olamazsın ama...
Zardanadam, ilk "yasal" albümü "Dibini Gör’ü yeni yayınladı ama, senelerdir gençler arasında ismi kulaktan kulağa yayılan, tanınmış bir gruptu...
Tolga: Olayın gelişimi çok garip oldu. Bir demo hazırlamak istiyorduk. Tek bir şarkı kaydetmek için stüdyoya girdik, vakit arttı, sekiz şarkıyı daha canlı kaydettik. O demoda yer alan "Tamamböceği" şarkısı, Radyo D'de, Güven Erkin Erkal'ın programında 16 hafta listede 1 numarada kaldı. İlk birkaç hafta gerçekten şoka girmiştik... Böylece yurdun dört bir yanına demolar göndermeye başladık. Büyük sabırla ve bedava olarak her isteyene yolluyorduk. Çok keyifli bir süreçti. Çok az tanınmış bir grup olmamıza rağmen binlerce mail cevaplama olanağı bulduk.
Barlarda çaldınız mı?
Tolga: Barlarda konser verdik, ama düzenli olarak bar programı yapmadık. Çünkü cover şarkılar çalmak istemiyoruz. Kendi kendimize, prova yaparken dahi başkalarının parçalarını çalmıyoruz. Grubun anayasasındaki en önemli madde bu. Cover yaparsak Zardanadam çatlayabilir. Kendi şarkılarımızı yapacağız, kendimiz düzenleyeceğiz, enstrüman bilgimiz yettiğince temiz bir şekilde çalacağız. Virtuozite olarak karmaşık şeyler yapmaya müsait değiliz zaten. Basit, net, güzel bir ‘şarkı müziği’ olmasını istiyoruz. Sound o kadar önemli değil. Amacımız, bizi gerçekten seven, müziğimizden hoşlanan, reklam bombardımanı olmadan da sevdiği şeyleri kendi kendine arayıp bulabilecek bir kitleyle uzun soluklu bir ilişki kurabilmek.
Bunun yolu da bol bol konser vermekten geçiyor herhalde...
Paşa: Üniversite şenlikleri ve festivallerinde Zardanadam sık yer alıyor. İTÜ'de sadece bu sene iki konser verdik, Maçka'da, Taşkışla'da çaldık. Üniversite festivali düzenleyicileri tarafından bilinen bir grubuz. Eskişehir, Bursa, Ankara'dan çok davet alırız. Bahar ayları o yüzden çok yoğun geçiyor. Diğer gruplar daha çok İstanbul'da tanınırken, kendi dağıtım ağımızdan dolayı Anadolu'da biliniyoruz.
Bu yaz gene Banşarock festivalinde sahneye çıktınız, Nasıl geçti?
Tolga: Ancak üç parça çalabildik. Biz tam sahnedeyken polis konseri yarıda kesti, çünkü festivalin gece 12'de bitmesi gerekiyormuş. Program saatlerinde sarkmalar olmuştu. Bizden önce sahne alan Yaşar Kurt ve Bülent Ortaçgil de programlarını biraz kıstı. Aslında bizim onlardan önce çıkmamız doğru olurdu ama, öyle tercih etmişler. Bülent Ortaçgil'den sonra sahneye çıkmak biraz stres yaptı üzerimizde tabii. (gülüyor)
Festivalin atmosferi nasıldı?
Tolga: Ben çocuğumla gittim ve pazar günü bütün konserleri izledim. Standlar da iyiydi. Bir yanda eşcinsellerin söyleşisi oluyor, diğer yanda DİSK'e bağlı işçiler konuşuyor, çeşitli alternatif sivil toplum kuruluşları standlar açmışlar. Bir yanda da tabii ki konserler veriliyor ve hiç kimsenin maddi beklentisi yok, müzisyenlerle seyirciler içice. Barışarock'ın güzel yönü, biz de dahil, birçok grubun büyük kitlelerin önünde sahneye çıkıp bir özgüven kazanması. Yeni gruplar için inanılmaz büyük bir fırsat. Bunu başka hiçbir festival sağlamıyor. Biz bugüne kadar her üçüne de katıldık... Çoluğunu çocuğunu alan, cebine çekirdeğini koyan insanlar da geliyor. Çok farklı toplum kesimlerinden insanlar orada bir arada farklı bir şeyler izliyor.
Bu festivalin rock müziğiyle sınıflandırılması şart mı? Diğer müzik türlerine de açılamaz mı?
Tolga: Pekâlâ açılabilir. Zardanadam olarak, rock müziğinin diğer müzik türlerinden üstün olduğuna inanan bir grup değiliz. Biz kendimizi rock müzikle daha iyi ifade ediyor olabiliriz. Belki de elimizdeki tek olanak bu. Rock'ın, isyanın ve karşı çıkmanın tek temsilcisi olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Hatta rock son 20 yıldır kapitalist sistemin kontrolü altında, tıraşlanmış isyanımsı bir havayla, sponsor şirketlerin güdümünde devam ediyor... Sloganları, yaklaşımı, davul ritmi ve gürültülü gitarlarıyla çok erkek egemen bir müzik. Alternatif dünyanın tek temsilcisi olmak şöyle dursun, sistemi çoğu zaman yeniden üreten bir müzik türü. Ama çok güzel yönleri de var, heyecanlı, coşkulu, hakkı verilmesi gereken bir müzik türü...
Grupta kaç kişi evli?
Tolga: Üç kişi evli. Benim ve Paşa'nın birer çocuğu var. Albümdeki "Benim Gözlerim Ne Renk" benim çocuğuma doğum günü hediyesidir. Şarkı oluştukça, mama yedirirken ona söylemeye başladık. Birkaç aylıkken, bebeklerin göz rengi değişir ya, biz de "mavi desen mavi değil / yeşil desen yeşil değil / benim gözlerim ne renk?" diye yazdık. Canlı, yaşanmış bir şarkı oldu...
Şarkıdaki kafiye ne güzel: "Şaştım kaldım ben bu işe / Dur demeli bu gidişe / Söyler misin beş kuruşa / Benim gözlerim ne renk?’’
Tolga: "Kuruş" sözcüğünü, kafiye olsun diye koymuştuk. Şarkıyı yazarken kuruş yoktu... Ama artık var. Çocuğum büyüdüğünde "kuruş nedir baba?" diye sormayacak. (gülüyor)
Gençlerin çok rağbet ettiği Ekşi Sözlük isimli internet sitesinde, Zardanadam için "içlerinde evli ve çocukluların olduğu rock grubu" diye bir tarif yazmışlar. Evli ve çocuklu olmak biraz yadırganıyor mu? Rock grubu deyince daha serseri bir imaj mı akla geliyor?
Tolga: Serseri bizim için olumlu bir sıfat.
Paşa: Görsel olarak bir rock grubu izlenimi yaratmadığımız doğru.
Tolga: Zardanadam biraz da bizim toplamımız gibi. Bir Voltran gibi, bir çizgiroman kahramanı gibi. O bizim süper kahramanımız. Tek başına altından kalkamayacağımız bir sürü şey var ve bunların hepsini Zardanadam'a yaptırabiliyoruz. Olmak isteyip de olamadığımız kadar dürüst ve doğru davranıyor Zardanadam. Bizim olduğumuzdan daha iyi biri oldu o. Kendimiz olsak daha bencilce, daha sert çıkışlar yapabileceğimiz halde, Zardanadam'a bunu yakıştıramıyoruz.
Zardanadam ismini nasıl koydunuz?
Tolga: Etrafımızdaki herkeste şeffaflığı çağrıştıran bir isim oldu. Biz bu amaçla koymuştuk zaten. Ama bazılarına tavla zarını, kumar ruhunu da çağrıştırdı... En çok önemsediğimiz şey, herhangi bir anlamı olmayan, içini yaptığımız müzikle, tavrımızla, duruşumuzla doldurabileceğimiz bir kavram: Zardanadam dendiğinde akla biz gelelim! Onun anlamı biz olalım! Zardanadam'ı çok bilinçli seçmedik, biraz aceleye geldi, ama sonradan kendimiz anlamlar yükledik ve ismimizi sevmeye başladık. Çoğumuz içi dışı bir, naif, içi gözüken, zar gibi bir adamı düşünüyorduk.
Paşa: Bir konserimizi seyreden bir arkadaşımız, ismimizi tavla zarıyla bağdaştırarak bir çizim gönderdi. Grubun altı kişi olması, bir zarda da altı yüzün bulunması, bu yoruma elverişli. Zar, bir şans ve risk unsuru. Bizim hayatımızda da riske, şansa dayalı çok dönemlerimiz oldu.
Zardanadam'ın etki kaynakları neler? Hangi müzikleri, kimleri dinlerdiniz bugüne kadar?
Tolga: 10 yaşındayken Konya'da arabesk de dinliyordum. Sonra saçmasapan bir müzik olduğunu düşünerek bıraktım, ama şu anki fikrime göre hiç de saçmasapan bir müzik değil... Ortaokul çağlarımızda, Erbatur'un İTÜ'de okuyan abisinden bize Beatles kasetleri geldi. Şarkıların birbirine benzememesinden ve hepsinin ayrı ayrı güzel olmasından çok etkilendik. Anadolu Lisesinde yeni yeni İngilizce öğreniyorduk ve sözleri de çok beğeniyorduk. Simon & Garfunkel'ı da o dönem severek dinledik. Sonra Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple gibi gruplara ilgi duyduk..
Türkçe şarkılar yazarken örnek aldığınız kimseler oldu mu?
Tolga: Bülent Ortaçgil'den çok etkileniyorum. Cem Karaca'nın kendi yazdığı şarkılar da etkileyici. Mazhar Fuat Özkan çok iyi işler çıkarmış, saygı duyduğumuz bir grup. Denizli'de, şu anda müzikle uğraşmayan, kendi çapında gitar çalan, bol bol içen Oğuz (Öz) abimizden de çok etkilendik. "Dibini Gör" albümümüzde, onun "Balsaçlım" şarkısına yer verdik zaten... Bize beste yapmayı öğreten abimizdir.
İlk besteni hatırlıyor musun? Neler seni şarkı yazmaya yöneltti?
Tolga: İlk şarkı yaptığımda 12 yaşındaydım. Erbatur bir kıza aşık olmuştu, onun için besteler yapıp duruyordu. Sonra ben de bir kıza aşık oldum. Aşkla şarkı yapmayı paralel tutuyordum. Öğrendiğim birkaç akorla hemen bir şarkı yapıp, teybe kaydedip kız arkadaşıma göndermiştim mektupla. Lisedeyken devamlı aşk şarkıları yapardım. Ama sonra duruldu bu olay. Üniversitedeyken ölüm oruçlarıyla ilgili bir şarkı yazdığımı hatırlıyorum mesela. Zardanadam kurulduktan sonra üretimim sıklaştı. Bugün aşk kadar iş hayatı ve yabancılaşma benim şarkılarımın konuları arasında.
Öğrencilerin Zardanadam'ı tanıyorlar mı? Asistanlık yaptığın bölümde, bir müzisyen olarak da kapın çalınıyor mu?
Tolga: Pek değil. Ama grubu bilen öğrenciler var.
Akademisyen olmayı ne zaman kafana koydun?
Tolga: Küçükken öğretmen ve müzisyen olmayı çok istiyordum. Ama Türkiye'deki eğitim sistemi, insanın içindeki yetenekleri bulup çıkarmak şöyle dursun, en kısa yoldan prototip yetiştirme amacı güdüyor. Bence eğitimin hedefi, acaba bu insanın içinde ne yatıyor diye bulup çıkarıp o insana söylemek olmalı. Bana herkes "senden mühendis olur" deyip duruyordu. Aslında bir ara sosyoloji okumayı çok istedim. Çağlar Keyder'in, Zafer Toprak’ın çalışmaları çok ilgimi çekiyordu.
Okuduğunuz Kitaplar da şarkı yazarken Zardanadam elemanlarını tetikliyor mu?
Tolga: Tabii... Ben lisede Tommiks-Teksas ötesinde hiç kitap okumayan bir adamdım, üniversitede bir anda beni dumura uğratıp kitaplara çeken bir roman oldu: Kazancakis'in "Zorba"sı. Arkasından Jack London'dan "Martin Eden"i okudum. Üst üste çok güzel geldi.
Paşa: Gündüz Vassaf’ın "Cehenneme Övgü"sü de üniversitede elden ele dolaşan bir kitaptı, çok etkilenmiştik. Yerli yazarlardan da ilgi duyduklarımız oldu. Mesela İhsan Oktay Anar...
Tolga: Türkçe çevirilerinden bazen hiçbir şey anlamasam da Marx'ın, Engels'in kitaplarını aldım üniversitede. Marx'ın "1844 El Yazmaları" bana yakın geldi o dönem. Sonra, Erich Fromm'un "Sahip Olmak ya da Olmak" kitabı... Okuma sevgim bu şekilde başladı. Orijinal metinlerinden olmasa da, filozofların görüşlerini okumaya ve anlamaya başladım. Selahattin Hilav'ın "100 Soruda Felsefe" kitabı benim gibi bir mühendis için bayağı zihin açıcı oldu.
Bir İTÜ'lü olarak Oğuz Atay’ı sever misiniz?
Tolga: Evet, "Tutunamayanlar"ı, "Tehlikeli Oyunlar"ı, "Bir Bilim Adamının Romanı"nı okudum. İTÜ'den yazarlar da çıkıyor. Orhan Pamuk'un da İTÜ geçmişi var. Bence mühendislik güzel, ama mühendisliğin bir bağlam içinde anlatılması gerekir. Tüm sayısal bilimler için bir eksiklik bu. Sanki hiç bir alternatifi olamaz gibi, hiçbir bağlamı veya ideolojisi yokmuş gibi, tartışılmaz gerçekler olarak sunuluyor. Biraz eşelediğiniz zaman, en temel teknik bilginin dahi ciddi bir felsefi, siyasi arka planı olduğunu görüyorsunuz. Ben mühendisliği, olayları teknik açıdan anlamayı seviyorum, ama bir toplumu bir mühendis gibi algılamaya çalışmak, bir meseleyi sadece mühendis bakış açısıyla incelemek benim tarzım değil. Ama İTÜ bana bir şans verdi: Endüstri mühendisliğini anlamama olanak verdi. Taylor endüstri mühendisliğinin kurucusudur, ama taylorizme dair eleştirel yazına İTÜ içinde çok rahat ulaşabildim, fordizmi, post-fordizmi anlamama da İTÜ olanak sağladı. Ben İTÜ Endüstri mezunu olmama rağmen, İTÜ İşletme Mühendisliğindeki bir hocayla bitirme tezimi alabildim. Çünkü o bakış açısı bana daha yakın geliyordu. Teknolojinin kendi başına, her şeyden bağımsız ilerleyen bir şeymiş gibi anlatılmasındansa, gelişmesinin ardında yatan bütün toplumsal koşulların incelendiği bir mühendislik okumayı tercih ederdim. Ama dünyanın neresinde böyle bir eğitim var, bilmiyorum...
Birkaç sene önce, İTÜ'de Fen ve Edebiyat Fakültesine bağlı İnsan ve Toplum Bilimleri bölümü açıldı. Tüm mühendislik öğrencileri bu bölümden ders alıyor artık...
Paşa: Bence çok faydalı ve olması gereken bir şey. İnsanın vizyonunu açar. Mühendis olarak çok fazla teoriye odaklanıyorsun. Kendi içinde tutarlı olan şeyleri çözüp bir sonuca ulaşıyorsun. Sadece onları hesaplayarak bir şey yaratıyorsun. Ancak diğer taraftan sosyal bilimlerden geri kalabiliyorsun. İnsanın kendini geliştirebilmesi gerekiyor, oysa ikisini paralel götürebileceğin bir hayat yok, buna zaman da yok. Ama birer-ikişer ders almak bile olumlu ve mantıklı bir şey.
Tolga: Sosyal derslerin nasıl verileceği de önemli. Gün içinde peşi-sıra Matematik alıp, Statik alıp sonra da Siyaset Bilimi dersi almak çok faydalı olmayabilir... Ama mesela CNC tezgahlarının bilgisayar programcılığıyla ilişkisini bu açıdan çok ilginç buluyorum. 50'lerde bir teknoloji daha varmış: Bir usta bir işi bir kere yapıyor, bilgisayarlar ustayı taklit ederek devam ediyormuş. Bu yöntemin inatla önü kesilip çok daha hantal ve kötü bir teknoloji olmasına rağmen, işçiden, ustadan, yani insandan bağımsız olanın üstüne gidilmiş ve bugünkü CNC teknolojisine varılmış. Şu hedeflenmiş: Bir kişi bile olsa, insana bağımlı olmayalım! Bu çok teknik bir konu olmasına rağmen, içinde çok insani bir şey var. Mesela bu bağlamda dersler okutulamaz mı? Biz öğrenim yılı boyunca Bilgisayar Programlama da okuyoruz, Takım Tezgahları da okuyoruz, şimdi bir de Siyaset Bilimi alıyoruz. Üç ayrı şey değil bunlar. Bunları birbirine bağlayan iplerin içerildiği bir eğitim verilebilse çok iyi olacak.
Bunu belki sen önerebilirsin. Bir asistanın az buçuk da olsa bir söz hakkı yok mudur?
Tolga: Valla, ben çok yeni bir asistanım, (gülüyor) Şimdi Sayısal Yöntemler anabilim dalındayım. Dünyayı değiştirmek için daha çok yolum var. Önce büyük matematikçileri, istatistikçileri anlamam, kavramam lazım...
Gördüğünüz bütün mühendislik eğitimini, asistanlığı, iş hayatını bir kenara bırakıp sadece müzisyenliğe devam etmeyi hayal ettiğiniz anlar oluyor mu?
Paşa: İş hayatımızı bırakıp sadece müzikle uğraşırsak, müziğimiz bundan olumsuz etkilenir. Şarkılarımızın konularını hayatın içinde yaşadığımız sıkıntılarla örüyoruz. Hele özel sektör koşullarında, sabahın köründen akşamın geç saatlerine kadar, haftasonları bile çalıştığımız oluyor.
Tolga: Bu birkaç kişinin değil, bütün insanlığın sorunu. Hiç kimse zevk alarak, istediği kişilerle, istediği işi yaparak çalışmıyor. Sadece aç kalmamak için, hayatını devam ettirebilmek için çalışıyor. Zardanadam şarkıları da bu duygunun yarattığı etkilerle şekilleniyor. Kaldı ki Türkiye'de müzikten para kazanmak hiç kolay değil. Bu işi para kazanmak için yapanların işleri de giderek kötüye, kendini tekrara gidiyor. Zaten çok para kazanmak için yapanlar, giderek toplumdan kopuyor, çok meşhur olup büyük bir çarkın içine giriyorlar ve iyice ticari düşünmeye başlıyorlar... Ben akademik kariyeri de en az müzik kadar önemsiyorum, ailemi de öyle. Bir an önce doktoramı bitirip, kendi derslerimi açıp kendi öğrencilerime bir şeyler anlatabilmek istiyorum.
seviyorumm bu gurubu
Zardanadam'ın üç üyesi Tolga Kaya, Paşa Altın ve Utku Doğruak'ın İTÜ'lü olması nedeniyle İTÜ Vakfı Dergisi Şubat 2006 sayısında Zardanadam'la bir röportaj yaptı. Dergi Editörlerinden Derya Bengi'nin öğrencilik, hayat, mühendislik ve müzikle ilgili terleten sorularını Tolga ve Paşa Zardanadam adına cevapladı.
Rock'n Roll'a İTÜ'lüler Hayat Üflüyor: Zardanadam başlıklı röportajın tam metni haberin devamında...
İTÜ’lüler Rock’n Roll’a Hayat Üflüyor: Zardanadam
‘SERSERİ OLUMLU BİR SIFATTIR’
Türkiye'de son birkaç yıldır rock müziğinin yükselişte olduğundan söz ediliyor. Duman, Mor ve Ötesi, Manga başta olmak üzere pek çok genç topluluk birbiri ardına albümler yayınlıyor, özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin ilgisine mazhar oluyor... Çekirdeğini üç İTÜ mezununun oluşturduğu Zardanadam da "Dibini Gör" isimli başarılı çalışmasıyla bu ateşi canlandıranlar arasında. Gitarist Tolga Kaya ve bas gitarist Paşa Altın’la müzik, öğrencilik ve mühendislik üzerine uzun bir sohbet gerçekleştirdik...
Zardanadam grubunda üç İTÜ’lü var. Tanışıklıklarınız İTÜ'ye mi dayanıyor?
Tolga Kaya: Zaten tanışıyorduk. Daha sonra birlikte İTÜ'yü kazandık. Ben Endüstri Mühendisliğini bitirdim. İTÜ'deyken dostluğumuz vardı, ama birlikte müzik yapma kararı çok sonra, çok geç oluştu.
Paşa Altın: Ben İnşaat'ı bitirdim. Keşke gitaristimiz Utku (Doğruak) da burada olsaydı. Elektronik'ten mezun. Utku'nun Pis Yedili isminde bir grubu vardı İTÜ'de. Onlar İTÜ Müzik Kulübünün faal üyeleriydi, üniversite içinde çok konser verdiler.
Tolga: İTÜ'deyken müzik yapmak bizim için sadece bir hayaldi.
Sürekli bunun hayalini mi kuruyordunuz, yoksa ‘olmayacak işti’ anlamında mı söylüyorsun?
Tolga: Evet bu hayali kurardık, ama aynı zamanda olmayacak bir iş olduğuna inanırdık. Okul bitti, aradan birkaç sene geçti ve bu hayalimizi gerçekleştirebilir miyiz diye son bir kez gaza geldik. İş hayatının insan üstünde yarattığı baskılara göğüs germek için bir çıkış kapısı, bir mutluluk arayışına girdik: Müzik yapalım, bir arada olalım...
Gençler genellikle öğrencilikte grup kurar, sonra iş hayatına atılınca, grubu yarı yolda bırakırlar, Sizde tam tersi olmuş.
Tolga: Evet, galiba bunun bizden başka bir örneği yok.
Paşa: Biz o zamanlar kurulmuş olsaydık, muhtemelen çoktan dağılmıştık. Şimdi daha olgun bir yaşta, daha bilinçli olarak devam ediyoruz.
Öğrenciliğiniz sırasında neden böyle bir adım atmadınız? O yaşta insanın gözü daha kara olmaz mı?
Tolga: Ben Konya'da lisedeyken, solistimiz Erbatur'la (Çavuşoğlu) bir grubumuz vardı zaten. O günler çok heyecanlı günlerdi benim için. Tezekli Serzeniş, Konya'da çok bilinen bir gruptu.
Tezekli Serzeniş ismi nereden geliyordu?
Tolga: Daha ortaokulda yazdığımız bir şarkının sözlerinden geliyor:
‘Oklava hamur açar / Mandal çamaşır asar / Portakal vitamin yapar/Anlayacağın her şey bir işe yarar / Sen sen sen, ye iç yat / Elbet bunlar da gerek / Ama fabrikanın üretimi/Olmasın sadece tezek/Tezek bize ne gerek.’
Bu şarkının adı "Tezekli Serzeniş"ti. Grubun adını da öyle koymuştuk. Hep kendi parçalarımızı çalardık. Konya'daki tiyatro salonunda tamamen kendi çabalarımızla bir konser vermiştik. 50-60 kişi beklerken bir anda doldu bütün salon. O zaman artık müzik içimize işledi, bir daha çıkmayacak şekilde. Ama üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonra işlerin sandığımızdan zor olduğunu anladık. Etraftaki insanların müzisyenlikleri bizden çok daha ileri düzeydeydi, bizden daha iyi gruplar vardı, bar performansları yapıyorlardı. Ama müziğe kendilerinden çok az şey katıyorlar, genelde başkalarının şarkılarını çalıyorlar, "cover" yapıyorlardı.
İTÜ'de öğrencilik hayatı nasıl geçti? Genellikle İTÜ'nün sosyal yönünün zayıf olduğundan şikayet edilir. Dersler ağır mıydı? Müziğe ve kültürel etkinliklere zaman bırakıyor muydu?
Tolga: İTÜ'de çok iyi bir eğitim olmasına rağmen, sorunlardan biri, çok fazla erkek öğrenci olması, bütün muhabbetlerin aşırı erkek egemen olmasıdır. İTÜ'de eğitim ağırdır, zordur, ama kazanan öğrencilerin yeteneğiyle oranlandığında, onlara o kadar zor gelmez.
Paşa: Bitirdikten sonra, insan daha iyi anlıyor eğitimin iyi olduğunu. Öğrenciyken sadece anlamaya, öğrenmeye, dersi geçmeye çalışıyorsun.
Tolga: İnsanın sekiz aylık döneminin tamamını kapsayacak kadar zor değildir dersler. Hayatını dersler üzerine kurmuş bir öğrenci sıkıntı çekebilir, ama pekala müziğe, edebiyata, sinemaya, bambaşka hobilere zaman ayırıp, hatta biraz çalışıp para kazanarak da İTÜ kolayca bitirilebilir. Belki sınıf birincisi olamazsın ama...
Zardanadam, ilk "yasal" albümü "Dibini Gör’ü yeni yayınladı ama, senelerdir gençler arasında ismi kulaktan kulağa yayılan, tanınmış bir gruptu...
Tolga: Olayın gelişimi çok garip oldu. Bir demo hazırlamak istiyorduk. Tek bir şarkı kaydetmek için stüdyoya girdik, vakit arttı, sekiz şarkıyı daha canlı kaydettik. O demoda yer alan "Tamamböceği" şarkısı, Radyo D'de, Güven Erkin Erkal'ın programında 16 hafta listede 1 numarada kaldı. İlk birkaç hafta gerçekten şoka girmiştik... Böylece yurdun dört bir yanına demolar göndermeye başladık. Büyük sabırla ve bedava olarak her isteyene yolluyorduk. Çok keyifli bir süreçti. Çok az tanınmış bir grup olmamıza rağmen binlerce mail cevaplama olanağı bulduk.
Barlarda çaldınız mı?
Tolga: Barlarda konser verdik, ama düzenli olarak bar programı yapmadık. Çünkü cover şarkılar çalmak istemiyoruz. Kendi kendimize, prova yaparken dahi başkalarının parçalarını çalmıyoruz. Grubun anayasasındaki en önemli madde bu. Cover yaparsak Zardanadam çatlayabilir. Kendi şarkılarımızı yapacağız, kendimiz düzenleyeceğiz, enstrüman bilgimiz yettiğince temiz bir şekilde çalacağız. Virtuozite olarak karmaşık şeyler yapmaya müsait değiliz zaten. Basit, net, güzel bir ‘şarkı müziği’ olmasını istiyoruz. Sound o kadar önemli değil. Amacımız, bizi gerçekten seven, müziğimizden hoşlanan, reklam bombardımanı olmadan da sevdiği şeyleri kendi kendine arayıp bulabilecek bir kitleyle uzun soluklu bir ilişki kurabilmek.
Bunun yolu da bol bol konser vermekten geçiyor herhalde...
Paşa: Üniversite şenlikleri ve festivallerinde Zardanadam sık yer alıyor. İTÜ'de sadece bu sene iki konser verdik, Maçka'da, Taşkışla'da çaldık. Üniversite festivali düzenleyicileri tarafından bilinen bir grubuz. Eskişehir, Bursa, Ankara'dan çok davet alırız. Bahar ayları o yüzden çok yoğun geçiyor. Diğer gruplar daha çok İstanbul'da tanınırken, kendi dağıtım ağımızdan dolayı Anadolu'da biliniyoruz.
Bu yaz gene Banşarock festivalinde sahneye çıktınız, Nasıl geçti?
Tolga: Ancak üç parça çalabildik. Biz tam sahnedeyken polis konseri yarıda kesti, çünkü festivalin gece 12'de bitmesi gerekiyormuş. Program saatlerinde sarkmalar olmuştu. Bizden önce sahne alan Yaşar Kurt ve Bülent Ortaçgil de programlarını biraz kıstı. Aslında bizim onlardan önce çıkmamız doğru olurdu ama, öyle tercih etmişler. Bülent Ortaçgil'den sonra sahneye çıkmak biraz stres yaptı üzerimizde tabii. (gülüyor)
Festivalin atmosferi nasıldı?
Tolga: Ben çocuğumla gittim ve pazar günü bütün konserleri izledim. Standlar da iyiydi. Bir yanda eşcinsellerin söyleşisi oluyor, diğer yanda DİSK'e bağlı işçiler konuşuyor, çeşitli alternatif sivil toplum kuruluşları standlar açmışlar. Bir yanda da tabii ki konserler veriliyor ve hiç kimsenin maddi beklentisi yok, müzisyenlerle seyirciler içice. Barışarock'ın güzel yönü, biz de dahil, birçok grubun büyük kitlelerin önünde sahneye çıkıp bir özgüven kazanması. Yeni gruplar için inanılmaz büyük bir fırsat. Bunu başka hiçbir festival sağlamıyor. Biz bugüne kadar her üçüne de katıldık... Çoluğunu çocuğunu alan, cebine çekirdeğini koyan insanlar da geliyor. Çok farklı toplum kesimlerinden insanlar orada bir arada farklı bir şeyler izliyor.
Bu festivalin rock müziğiyle sınıflandırılması şart mı? Diğer müzik türlerine de açılamaz mı?
Tolga: Pekâlâ açılabilir. Zardanadam olarak, rock müziğinin diğer müzik türlerinden üstün olduğuna inanan bir grup değiliz. Biz kendimizi rock müzikle daha iyi ifade ediyor olabiliriz. Belki de elimizdeki tek olanak bu. Rock'ın, isyanın ve karşı çıkmanın tek temsilcisi olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Hatta rock son 20 yıldır kapitalist sistemin kontrolü altında, tıraşlanmış isyanımsı bir havayla, sponsor şirketlerin güdümünde devam ediyor... Sloganları, yaklaşımı, davul ritmi ve gürültülü gitarlarıyla çok erkek egemen bir müzik. Alternatif dünyanın tek temsilcisi olmak şöyle dursun, sistemi çoğu zaman yeniden üreten bir müzik türü. Ama çok güzel yönleri de var, heyecanlı, coşkulu, hakkı verilmesi gereken bir müzik türü...
Grupta kaç kişi evli?
Tolga: Üç kişi evli. Benim ve Paşa'nın birer çocuğu var. Albümdeki "Benim Gözlerim Ne Renk" benim çocuğuma doğum günü hediyesidir. Şarkı oluştukça, mama yedirirken ona söylemeye başladık. Birkaç aylıkken, bebeklerin göz rengi değişir ya, biz de "mavi desen mavi değil / yeşil desen yeşil değil / benim gözlerim ne renk?" diye yazdık. Canlı, yaşanmış bir şarkı oldu...
Şarkıdaki kafiye ne güzel: "Şaştım kaldım ben bu işe / Dur demeli bu gidişe / Söyler misin beş kuruşa / Benim gözlerim ne renk?’’
Tolga: "Kuruş" sözcüğünü, kafiye olsun diye koymuştuk. Şarkıyı yazarken kuruş yoktu... Ama artık var. Çocuğum büyüdüğünde "kuruş nedir baba?" diye sormayacak. (gülüyor)
Gençlerin çok rağbet ettiği Ekşi Sözlük isimli internet sitesinde, Zardanadam için "içlerinde evli ve çocukluların olduğu rock grubu" diye bir tarif yazmışlar. Evli ve çocuklu olmak biraz yadırganıyor mu? Rock grubu deyince daha serseri bir imaj mı akla geliyor?
Tolga: Serseri bizim için olumlu bir sıfat.
Paşa: Görsel olarak bir rock grubu izlenimi yaratmadığımız doğru.
Tolga: Zardanadam biraz da bizim toplamımız gibi. Bir Voltran gibi, bir çizgiroman kahramanı gibi. O bizim süper kahramanımız. Tek başına altından kalkamayacağımız bir sürü şey var ve bunların hepsini Zardanadam'a yaptırabiliyoruz. Olmak isteyip de olamadığımız kadar dürüst ve doğru davranıyor Zardanadam. Bizim olduğumuzdan daha iyi biri oldu o. Kendimiz olsak daha bencilce, daha sert çıkışlar yapabileceğimiz halde, Zardanadam'a bunu yakıştıramıyoruz.
Zardanadam ismini nasıl koydunuz?
Tolga: Etrafımızdaki herkeste şeffaflığı çağrıştıran bir isim oldu. Biz bu amaçla koymuştuk zaten. Ama bazılarına tavla zarını, kumar ruhunu da çağrıştırdı... En çok önemsediğimiz şey, herhangi bir anlamı olmayan, içini yaptığımız müzikle, tavrımızla, duruşumuzla doldurabileceğimiz bir kavram: Zardanadam dendiğinde akla biz gelelim! Onun anlamı biz olalım! Zardanadam'ı çok bilinçli seçmedik, biraz aceleye geldi, ama sonradan kendimiz anlamlar yükledik ve ismimizi sevmeye başladık. Çoğumuz içi dışı bir, naif, içi gözüken, zar gibi bir adamı düşünüyorduk.
Paşa: Bir konserimizi seyreden bir arkadaşımız, ismimizi tavla zarıyla bağdaştırarak bir çizim gönderdi. Grubun altı kişi olması, bir zarda da altı yüzün bulunması, bu yoruma elverişli. Zar, bir şans ve risk unsuru. Bizim hayatımızda da riske, şansa dayalı çok dönemlerimiz oldu.
Zardanadam'ın etki kaynakları neler? Hangi müzikleri, kimleri dinlerdiniz bugüne kadar?
Tolga: 10 yaşındayken Konya'da arabesk de dinliyordum. Sonra saçmasapan bir müzik olduğunu düşünerek bıraktım, ama şu anki fikrime göre hiç de saçmasapan bir müzik değil... Ortaokul çağlarımızda, Erbatur'un İTÜ'de okuyan abisinden bize Beatles kasetleri geldi. Şarkıların birbirine benzememesinden ve hepsinin ayrı ayrı güzel olmasından çok etkilendik. Anadolu Lisesinde yeni yeni İngilizce öğreniyorduk ve sözleri de çok beğeniyorduk. Simon & Garfunkel'ı da o dönem severek dinledik. Sonra Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple gibi gruplara ilgi duyduk..
Türkçe şarkılar yazarken örnek aldığınız kimseler oldu mu?
Tolga: Bülent Ortaçgil'den çok etkileniyorum. Cem Karaca'nın kendi yazdığı şarkılar da etkileyici. Mazhar Fuat Özkan çok iyi işler çıkarmış, saygı duyduğumuz bir grup. Denizli'de, şu anda müzikle uğraşmayan, kendi çapında gitar çalan, bol bol içen Oğuz (Öz) abimizden de çok etkilendik. "Dibini Gör" albümümüzde, onun "Balsaçlım" şarkısına yer verdik zaten... Bize beste yapmayı öğreten abimizdir.
İlk besteni hatırlıyor musun? Neler seni şarkı yazmaya yöneltti?
Tolga: İlk şarkı yaptığımda 12 yaşındaydım. Erbatur bir kıza aşık olmuştu, onun için besteler yapıp duruyordu. Sonra ben de bir kıza aşık oldum. Aşkla şarkı yapmayı paralel tutuyordum. Öğrendiğim birkaç akorla hemen bir şarkı yapıp, teybe kaydedip kız arkadaşıma göndermiştim mektupla. Lisedeyken devamlı aşk şarkıları yapardım. Ama sonra duruldu bu olay. Üniversitedeyken ölüm oruçlarıyla ilgili bir şarkı yazdığımı hatırlıyorum mesela. Zardanadam kurulduktan sonra üretimim sıklaştı. Bugün aşk kadar iş hayatı ve yabancılaşma benim şarkılarımın konuları arasında.
Öğrencilerin Zardanadam'ı tanıyorlar mı? Asistanlık yaptığın bölümde, bir müzisyen olarak da kapın çalınıyor mu?
Tolga: Pek değil. Ama grubu bilen öğrenciler var.
Akademisyen olmayı ne zaman kafana koydun?
Tolga: Küçükken öğretmen ve müzisyen olmayı çok istiyordum. Ama Türkiye'deki eğitim sistemi, insanın içindeki yetenekleri bulup çıkarmak şöyle dursun, en kısa yoldan prototip yetiştirme amacı güdüyor. Bence eğitimin hedefi, acaba bu insanın içinde ne yatıyor diye bulup çıkarıp o insana söylemek olmalı. Bana herkes "senden mühendis olur" deyip duruyordu. Aslında bir ara sosyoloji okumayı çok istedim. Çağlar Keyder'in, Zafer Toprak’ın çalışmaları çok ilgimi çekiyordu.
Okuduğunuz Kitaplar da şarkı yazarken Zardanadam elemanlarını tetikliyor mu?
Tolga: Tabii... Ben lisede Tommiks-Teksas ötesinde hiç kitap okumayan bir adamdım, üniversitede bir anda beni dumura uğratıp kitaplara çeken bir roman oldu: Kazancakis'in "Zorba"sı. Arkasından Jack London'dan "Martin Eden"i okudum. Üst üste çok güzel geldi.
Paşa: Gündüz Vassaf’ın "Cehenneme Övgü"sü de üniversitede elden ele dolaşan bir kitaptı, çok etkilenmiştik. Yerli yazarlardan da ilgi duyduklarımız oldu. Mesela İhsan Oktay Anar...
Tolga: Türkçe çevirilerinden bazen hiçbir şey anlamasam da Marx'ın, Engels'in kitaplarını aldım üniversitede. Marx'ın "1844 El Yazmaları" bana yakın geldi o dönem. Sonra, Erich Fromm'un "Sahip Olmak ya da Olmak" kitabı... Okuma sevgim bu şekilde başladı. Orijinal metinlerinden olmasa da, filozofların görüşlerini okumaya ve anlamaya başladım. Selahattin Hilav'ın "100 Soruda Felsefe" kitabı benim gibi bir mühendis için bayağı zihin açıcı oldu.
Bir İTÜ'lü olarak Oğuz Atay’ı sever misiniz?
Tolga: Evet, "Tutunamayanlar"ı, "Tehlikeli Oyunlar"ı, "Bir Bilim Adamının Romanı"nı okudum. İTÜ'den yazarlar da çıkıyor. Orhan Pamuk'un da İTÜ geçmişi var. Bence mühendislik güzel, ama mühendisliğin bir bağlam içinde anlatılması gerekir. Tüm sayısal bilimler için bir eksiklik bu. Sanki hiç bir alternatifi olamaz gibi, hiçbir bağlamı veya ideolojisi yokmuş gibi, tartışılmaz gerçekler olarak sunuluyor. Biraz eşelediğiniz zaman, en temel teknik bilginin dahi ciddi bir felsefi, siyasi arka planı olduğunu görüyorsunuz. Ben mühendisliği, olayları teknik açıdan anlamayı seviyorum, ama bir toplumu bir mühendis gibi algılamaya çalışmak, bir meseleyi sadece mühendis bakış açısıyla incelemek benim tarzım değil. Ama İTÜ bana bir şans verdi: Endüstri mühendisliğini anlamama olanak verdi. Taylor endüstri mühendisliğinin kurucusudur, ama taylorizme dair eleştirel yazına İTÜ içinde çok rahat ulaşabildim, fordizmi, post-fordizmi anlamama da İTÜ olanak sağladı. Ben İTÜ Endüstri mezunu olmama rağmen, İTÜ İşletme Mühendisliğindeki bir hocayla bitirme tezimi alabildim. Çünkü o bakış açısı bana daha yakın geliyordu. Teknolojinin kendi başına, her şeyden bağımsız ilerleyen bir şeymiş gibi anlatılmasındansa, gelişmesinin ardında yatan bütün toplumsal koşulların incelendiği bir mühendislik okumayı tercih ederdim. Ama dünyanın neresinde böyle bir eğitim var, bilmiyorum...
Birkaç sene önce, İTÜ'de Fen ve Edebiyat Fakültesine bağlı İnsan ve Toplum Bilimleri bölümü açıldı. Tüm mühendislik öğrencileri bu bölümden ders alıyor artık...
Paşa: Bence çok faydalı ve olması gereken bir şey. İnsanın vizyonunu açar. Mühendis olarak çok fazla teoriye odaklanıyorsun. Kendi içinde tutarlı olan şeyleri çözüp bir sonuca ulaşıyorsun. Sadece onları hesaplayarak bir şey yaratıyorsun. Ancak diğer taraftan sosyal bilimlerden geri kalabiliyorsun. İnsanın kendini geliştirebilmesi gerekiyor, oysa ikisini paralel götürebileceğin bir hayat yok, buna zaman da yok. Ama birer-ikişer ders almak bile olumlu ve mantıklı bir şey.
Tolga: Sosyal derslerin nasıl verileceği de önemli. Gün içinde peşi-sıra Matematik alıp, Statik alıp sonra da Siyaset Bilimi dersi almak çok faydalı olmayabilir... Ama mesela CNC tezgahlarının bilgisayar programcılığıyla ilişkisini bu açıdan çok ilginç buluyorum. 50'lerde bir teknoloji daha varmış: Bir usta bir işi bir kere yapıyor, bilgisayarlar ustayı taklit ederek devam ediyormuş. Bu yöntemin inatla önü kesilip çok daha hantal ve kötü bir teknoloji olmasına rağmen, işçiden, ustadan, yani insandan bağımsız olanın üstüne gidilmiş ve bugünkü CNC teknolojisine varılmış. Şu hedeflenmiş: Bir kişi bile olsa, insana bağımlı olmayalım! Bu çok teknik bir konu olmasına rağmen, içinde çok insani bir şey var. Mesela bu bağlamda dersler okutulamaz mı? Biz öğrenim yılı boyunca Bilgisayar Programlama da okuyoruz, Takım Tezgahları da okuyoruz, şimdi bir de Siyaset Bilimi alıyoruz. Üç ayrı şey değil bunlar. Bunları birbirine bağlayan iplerin içerildiği bir eğitim verilebilse çok iyi olacak.
Bunu belki sen önerebilirsin. Bir asistanın az buçuk da olsa bir söz hakkı yok mudur?
Tolga: Valla, ben çok yeni bir asistanım, (gülüyor) Şimdi Sayısal Yöntemler anabilim dalındayım. Dünyayı değiştirmek için daha çok yolum var. Önce büyük matematikçileri, istatistikçileri anlamam, kavramam lazım...
Gördüğünüz bütün mühendislik eğitimini, asistanlığı, iş hayatını bir kenara bırakıp sadece müzisyenliğe devam etmeyi hayal ettiğiniz anlar oluyor mu?
Paşa: İş hayatımızı bırakıp sadece müzikle uğraşırsak, müziğimiz bundan olumsuz etkilenir. Şarkılarımızın konularını hayatın içinde yaşadığımız sıkıntılarla örüyoruz. Hele özel sektör koşullarında, sabahın köründen akşamın geç saatlerine kadar, haftasonları bile çalıştığımız oluyor.
Tolga: Bu birkaç kişinin değil, bütün insanlığın sorunu. Hiç kimse zevk alarak, istediği kişilerle, istediği işi yaparak çalışmıyor. Sadece aç kalmamak için, hayatını devam ettirebilmek için çalışıyor. Zardanadam şarkıları da bu duygunun yarattığı etkilerle şekilleniyor. Kaldı ki Türkiye'de müzikten para kazanmak hiç kolay değil. Bu işi para kazanmak için yapanların işleri de giderek kötüye, kendini tekrara gidiyor. Zaten çok para kazanmak için yapanlar, giderek toplumdan kopuyor, çok meşhur olup büyük bir çarkın içine giriyorlar ve iyice ticari düşünmeye başlıyorlar... Ben akademik kariyeri de en az müzik kadar önemsiyorum, ailemi de öyle. Bir an önce doktoramı bitirip, kendi derslerimi açıp kendi öğrencilerime bir şeyler anlatabilmek istiyorum.
seviyorumm bu gurubu