'hayaL
Bayan Üye
Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin
Aslında her şey, İslamî yayın çizgisini beğendiği haftalık bir gazeteyi İstanbul'u sokak sokak, kahvehane kahvehane dolaşarak dağıtmasıyla başlamıştı. Onun bu şekilde yaptığı satış Anadolu'daki satışa denk gelince, gazetenin patronu ona, bugün güncel İslamî meseleler hakkında kalem oynatan Ahmed Şahin'in ortaya çıkmasına vesile olacak bir köşe yazmasını teklif etmişti.
1960'tan günümüze kadar, birkaç yıl hariç neredeyse aralıksız yazdığı yazılarla İslamî güncel meseleler hakkında 'akla kapı açıp iradelerini ellerinden almadan' insanlara yol gösteren Ahmed Şahin, Risale-i Nur'larla tanışınca da, sağ cenahta Minyeli Abdullah'tan sonra en fazla ilgiyi gören Tarihin Şeref Levhaları kitabının yazarı olarak da tanınacaktı.
Son devir Osmanlı ulemasına yetişerek ilmini tamamlayan Ahmed Şahin, hayatı boyunca sivri üsluptan ziyade insanlara kendini sevdiren bir yöntemi tercih etmişti. Tabii burada yine, 1960 senesinde, Süleymaniye Camii'nde din görevlisi iken, hemen yanı başındaki Kirazlımescit Sokak 46 Numara'da Bediüzzaman'ın talebeleriyle bir araya gelmesinin, ardından da Fethullah Gülen Hocaefendi'nin benimsediği üslubu kabullenmesinin büyük etkisi vardı.
ZOR ŞARTLAR ALTINDA İLK TAHSİL
O yılları yaşayan herkes gibi çetin şartlar altında yetişen Ahmed Şahin, 'Bugünkü gençler acaba bunun kıymetini bilirler mi?' diyerek günümüz şartları ile kendi çocukluğunun imkânlarını kıyaslamaktan kendini alamıyor, ister istemez. Hal böyle olunca da bakın ortaya nasıl bir hikâye çıkıyor.
1935 yılında Yozgat'ın Çayıralan kazasının Yahyasarayı köyünde dünyaya gelen Şahin, çocukluğunun geçtiği 1940 ile 45 yılları arasında hatta 1950'ye kadarki süreçte inanılmaz güçlüklere göğüs gererek içindeki ilim öğrenme aşkını yatıştırabilmişti. Kur'an okumak ve okutmanın yasak olması, okutan hocaların hapse gönderilmesi, onun yaşadığı güçlüklerin en başında geliyordu. Kendi köyündeki hocalar korkudan Kur'an okutmaya cesaret edemedikleri için, Ahmed Şahin de, yarım saat yürüme mesafesindeki komşu köyde çocuklara Kur'an öğretmesi ile meşhur, korku nedir bilmeyen ve iyi tedbir alan Mehmed Efendi'ye gidip o zor şartlarda ilk tahsilini almaya başlamıştı. Şartlar hakikaten çok zordu o zamanki insanlar için. Ahmed Şahin Hoca'dan dinliyoruz: "O köyde bir evde misafir olarak kaldım ve ev sahibi bana baktı. Mehmed Efendi'den hafızlığımı tamamlayıncaya kadar okudum ama nasıl? Köydeki tabiri ile horoz ötünce kalkar, hocaya okumaya gider, şafak söküp de insanlar yollarda görülmeye başlamadan önce kaybolur, evimize gelirdik. Çünkü gündüz gidersek tanınırdık. Belli olurdu o köyde talebe okuduğu. Ve karakola götürülür hocamız, perişan olurdu."
Zaten böyle birkaç vaka yaşanmış, Mehmed Efendi birkaç kez karakola götürülmüştü. Ama Ahmed Şahin'in şartlarını asıl zorlaştıran sebep başkaydı: "Sabaha karşı hocanın evine okumaya gittiğim için köyün bir başından bir başına, iki şeyden çok korkuyorduk. Birisi, köpekler vardı. Gece yolda köpeklerin hücumuna uğramaktan korkuyorduk. Bir de dine karşı olan o günün Halk Partilileri vardı. Köpekler bizi parçalar, onlar da görürlerse şikâyet eder diye korkuyorduk." Ahmed Şahin işte böyle bir korku ve üzüntü içerisinde hafızlık eğitimini tamamladığında yıl 1950'ydi.
Sıra icazet almaya gelmişti. Onun için de Kayseri'ye gitmiş, icazetini de Mümin Hafız ismiyle bilinen bir hocadan almıştı: "Hafızlık diploması beni tatmin etmedi. Ezberlediğim Kur'an'ın manasını öğrenmek istiyordum. Onun için de okutacak hocaya ihtiyaç vardı. 'İstanbul'da Gönenli Mehmed Efendi diye bir hocaefendi var. O, kendisine iltica eden talebelere ilgi gösteriyor. Bakımını, yemeğini, her şeyini hazırlıyor, hem de okutuyor' diyorlardı. Anadolu'ya yayıldığı için ben de o söylentiye bakarak İstanbul'a, Gönenli Hocaefendi'ye okumaya geldim."
Aslında Ahmed Şahin bir 'ağa çocuğuydu.' Babası, Yahyasarayı köyünün ağası sayılmaktaydı. Ağalık dediysek bilinen manada değil, yedirip içirmede, misafir ağırlamadaki cömertliğiyle bu unvanı almıştı Osman Efendi: "Bizim bir misafir odamız vardı. Babam ve annem bu odanın yegane hizmetkârları idi. Çevredeki yolcuların tümü adeta bu odada misafir olur, bedava yer içer, yatıp kalkardı. Bugünkü manada otel, ama parasız oteldi orası. Dolayısıyla babamın çok dindar olduğunu buradan anlamak mümkün. Hatta bir ara babamdan şöyle bir söz duymuştum. 'Ben şaşarım o odaya ki bir haneyi beslemesin.' Sonra merak ettim bu kadar misafirler geliyor. Bu odanın ihtiyaçlarını bizim ev karşılıyor. Ama babam da evin odayı değil de odanın evi beslediğini düşünüyor. Sonra öğrendim ki hocaefendilerden şu hadisi duymuş babam: 'Misafir geldiği yere on rızıkla gelir. Birini yer, dokuzunu misafir olduğu eve bırakır.' Bundan dolayı misafirle ev beslenmiş olur."
Yıllardır Yozgat'ta ikamet eden aile hep çiftçilikle meşgul olur. Osman ve Huri Şahin çiftinin Ahmed'den önce Arif, Kamil, Mustafa ile bir de Atike isminde çocukları gelir dünyaya. Ahmed Şahin, kardeşler içerisinde en küçüğüdür.
Tarlada, bağda, bahçede çalışırken koyun, keçi çobanlığı yaparken eline geçen bir elif cüzünden Kur'an'ı öğrenen Şahin, zor şartlar altında Kur'an-ı Kerim'i öğrenmiş, icazetini almış, ancak bu kadarını yeterli görmemiş, okuduğunu anlamak istediğinden, tanıdığı bir kimse olmadığı halde İstanbul'un yolunu tutmuştu: "İstanbul'daki öğrencilik devremde kendimi helikopterden düşmüş, kimsesiz biri olarak görüyordum. Bana sahip çıkan hiç kimse yoktu. Tanıdığımız yoktu. Sadece Gönenli'yi duymuştuk. Gönenli Mehmed Efendi'nin yurtları da camilerin harabeleri idi."
Şahin, önce Aksaray'daki Valide Camii'nin harabe odalarında kalıp ders almaya başlar. Bu devre de zorlukları beraberinde getirmiştir onun için.
1951 senesinde İstanbul'a ayak bastığında, ülkede siyasi iktidar değişmiş, Demokrat Parti artık iktidarı devralalı bir yıl olmuştu. CHP dönemine göre dinî eğitim imkânı daha iyi olmasına rağmen yine de korkular devam ediyordu: "DP iktidara gelmiş olmasına rağmen muktedir olamadı diye bir söz vardı. Dolayısıyla o günün CHP'lileri bu konuda çok engel oldular. Hep şikâyetleri onlar yaparlardı. Dolayısıyla, ders aldığımız Osmanlı hocalarının hepsi de bir hafta okutur, on beş gün tatil ederlerdi. Biz en çok Valide Camii'nde okuyorduk. İstanbul'da camilerin harabe odalarında kalıyor, caminin hocasından da sabah namazından sonra tefsir, hadis, fıkıh okuyorduk. Hocamızın bize tembihi şuydu: Namazda cemaat gibi safta oturun. Namazdan sonra cemaat gidince kapıyı arkasından kilitleyin. Cemaat tekrar öğleye doğru gelinceye kadar biz dersimizi devam ettiririz. Hakikaten de öyle yaptık."
Aslında her şey, İslamî yayın çizgisini beğendiği haftalık bir gazeteyi İstanbul'u sokak sokak, kahvehane kahvehane dolaşarak dağıtmasıyla başlamıştı. Onun bu şekilde yaptığı satış Anadolu'daki satışa denk gelince, gazetenin patronu ona, bugün güncel İslamî meseleler hakkında kalem oynatan Ahmed Şahin'in ortaya çıkmasına vesile olacak bir köşe yazmasını teklif etmişti.
1960'tan günümüze kadar, birkaç yıl hariç neredeyse aralıksız yazdığı yazılarla İslamî güncel meseleler hakkında 'akla kapı açıp iradelerini ellerinden almadan' insanlara yol gösteren Ahmed Şahin, Risale-i Nur'larla tanışınca da, sağ cenahta Minyeli Abdullah'tan sonra en fazla ilgiyi gören Tarihin Şeref Levhaları kitabının yazarı olarak da tanınacaktı.
Son devir Osmanlı ulemasına yetişerek ilmini tamamlayan Ahmed Şahin, hayatı boyunca sivri üsluptan ziyade insanlara kendini sevdiren bir yöntemi tercih etmişti. Tabii burada yine, 1960 senesinde, Süleymaniye Camii'nde din görevlisi iken, hemen yanı başındaki Kirazlımescit Sokak 46 Numara'da Bediüzzaman'ın talebeleriyle bir araya gelmesinin, ardından da Fethullah Gülen Hocaefendi'nin benimsediği üslubu kabullenmesinin büyük etkisi vardı.
ZOR ŞARTLAR ALTINDA İLK TAHSİL
O yılları yaşayan herkes gibi çetin şartlar altında yetişen Ahmed Şahin, 'Bugünkü gençler acaba bunun kıymetini bilirler mi?' diyerek günümüz şartları ile kendi çocukluğunun imkânlarını kıyaslamaktan kendini alamıyor, ister istemez. Hal böyle olunca da bakın ortaya nasıl bir hikâye çıkıyor.
1935 yılında Yozgat'ın Çayıralan kazasının Yahyasarayı köyünde dünyaya gelen Şahin, çocukluğunun geçtiği 1940 ile 45 yılları arasında hatta 1950'ye kadarki süreçte inanılmaz güçlüklere göğüs gererek içindeki ilim öğrenme aşkını yatıştırabilmişti. Kur'an okumak ve okutmanın yasak olması, okutan hocaların hapse gönderilmesi, onun yaşadığı güçlüklerin en başında geliyordu. Kendi köyündeki hocalar korkudan Kur'an okutmaya cesaret edemedikleri için, Ahmed Şahin de, yarım saat yürüme mesafesindeki komşu köyde çocuklara Kur'an öğretmesi ile meşhur, korku nedir bilmeyen ve iyi tedbir alan Mehmed Efendi'ye gidip o zor şartlarda ilk tahsilini almaya başlamıştı. Şartlar hakikaten çok zordu o zamanki insanlar için. Ahmed Şahin Hoca'dan dinliyoruz: "O köyde bir evde misafir olarak kaldım ve ev sahibi bana baktı. Mehmed Efendi'den hafızlığımı tamamlayıncaya kadar okudum ama nasıl? Köydeki tabiri ile horoz ötünce kalkar, hocaya okumaya gider, şafak söküp de insanlar yollarda görülmeye başlamadan önce kaybolur, evimize gelirdik. Çünkü gündüz gidersek tanınırdık. Belli olurdu o köyde talebe okuduğu. Ve karakola götürülür hocamız, perişan olurdu."
Zaten böyle birkaç vaka yaşanmış, Mehmed Efendi birkaç kez karakola götürülmüştü. Ama Ahmed Şahin'in şartlarını asıl zorlaştıran sebep başkaydı: "Sabaha karşı hocanın evine okumaya gittiğim için köyün bir başından bir başına, iki şeyden çok korkuyorduk. Birisi, köpekler vardı. Gece yolda köpeklerin hücumuna uğramaktan korkuyorduk. Bir de dine karşı olan o günün Halk Partilileri vardı. Köpekler bizi parçalar, onlar da görürlerse şikâyet eder diye korkuyorduk." Ahmed Şahin işte böyle bir korku ve üzüntü içerisinde hafızlık eğitimini tamamladığında yıl 1950'ydi.
Sıra icazet almaya gelmişti. Onun için de Kayseri'ye gitmiş, icazetini de Mümin Hafız ismiyle bilinen bir hocadan almıştı: "Hafızlık diploması beni tatmin etmedi. Ezberlediğim Kur'an'ın manasını öğrenmek istiyordum. Onun için de okutacak hocaya ihtiyaç vardı. 'İstanbul'da Gönenli Mehmed Efendi diye bir hocaefendi var. O, kendisine iltica eden talebelere ilgi gösteriyor. Bakımını, yemeğini, her şeyini hazırlıyor, hem de okutuyor' diyorlardı. Anadolu'ya yayıldığı için ben de o söylentiye bakarak İstanbul'a, Gönenli Hocaefendi'ye okumaya geldim."
Aslında Ahmed Şahin bir 'ağa çocuğuydu.' Babası, Yahyasarayı köyünün ağası sayılmaktaydı. Ağalık dediysek bilinen manada değil, yedirip içirmede, misafir ağırlamadaki cömertliğiyle bu unvanı almıştı Osman Efendi: "Bizim bir misafir odamız vardı. Babam ve annem bu odanın yegane hizmetkârları idi. Çevredeki yolcuların tümü adeta bu odada misafir olur, bedava yer içer, yatıp kalkardı. Bugünkü manada otel, ama parasız oteldi orası. Dolayısıyla babamın çok dindar olduğunu buradan anlamak mümkün. Hatta bir ara babamdan şöyle bir söz duymuştum. 'Ben şaşarım o odaya ki bir haneyi beslemesin.' Sonra merak ettim bu kadar misafirler geliyor. Bu odanın ihtiyaçlarını bizim ev karşılıyor. Ama babam da evin odayı değil de odanın evi beslediğini düşünüyor. Sonra öğrendim ki hocaefendilerden şu hadisi duymuş babam: 'Misafir geldiği yere on rızıkla gelir. Birini yer, dokuzunu misafir olduğu eve bırakır.' Bundan dolayı misafirle ev beslenmiş olur."
Yıllardır Yozgat'ta ikamet eden aile hep çiftçilikle meşgul olur. Osman ve Huri Şahin çiftinin Ahmed'den önce Arif, Kamil, Mustafa ile bir de Atike isminde çocukları gelir dünyaya. Ahmed Şahin, kardeşler içerisinde en küçüğüdür.
Tarlada, bağda, bahçede çalışırken koyun, keçi çobanlığı yaparken eline geçen bir elif cüzünden Kur'an'ı öğrenen Şahin, zor şartlar altında Kur'an-ı Kerim'i öğrenmiş, icazetini almış, ancak bu kadarını yeterli görmemiş, okuduğunu anlamak istediğinden, tanıdığı bir kimse olmadığı halde İstanbul'un yolunu tutmuştu: "İstanbul'daki öğrencilik devremde kendimi helikopterden düşmüş, kimsesiz biri olarak görüyordum. Bana sahip çıkan hiç kimse yoktu. Tanıdığımız yoktu. Sadece Gönenli'yi duymuştuk. Gönenli Mehmed Efendi'nin yurtları da camilerin harabeleri idi."
Şahin, önce Aksaray'daki Valide Camii'nin harabe odalarında kalıp ders almaya başlar. Bu devre de zorlukları beraberinde getirmiştir onun için.
1951 senesinde İstanbul'a ayak bastığında, ülkede siyasi iktidar değişmiş, Demokrat Parti artık iktidarı devralalı bir yıl olmuştu. CHP dönemine göre dinî eğitim imkânı daha iyi olmasına rağmen yine de korkular devam ediyordu: "DP iktidara gelmiş olmasına rağmen muktedir olamadı diye bir söz vardı. Dolayısıyla o günün CHP'lileri bu konuda çok engel oldular. Hep şikâyetleri onlar yaparlardı. Dolayısıyla, ders aldığımız Osmanlı hocalarının hepsi de bir hafta okutur, on beş gün tatil ederlerdi. Biz en çok Valide Camii'nde okuyorduk. İstanbul'da camilerin harabe odalarında kalıyor, caminin hocasından da sabah namazından sonra tefsir, hadis, fıkıh okuyorduk. Hocamızın bize tembihi şuydu: Namazda cemaat gibi safta oturun. Namazdan sonra cemaat gidince kapıyı arkasından kilitleyin. Cemaat tekrar öğleye doğru gelinceye kadar biz dersimizi devam ettiririz. Hakikaten de öyle yaptık."