Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

'hayaL

Bayan Üye
Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

Aslında her şey, İslamî yayın çizgisini beğendiği haftalık bir gazeteyi İstanbul'u sokak sokak, kahvehane kahvehane dolaşarak dağıtmasıyla başlamıştı. Onun bu şekilde yaptığı satış Anadolu'daki satışa denk gelince, gazetenin patronu ona, bugün güncel İslamî meseleler hakkında kalem oynatan Ahmed Şahin'in ortaya çıkmasına vesile olacak bir köşe yazmasını teklif etmişti.


1960'tan günümüze kadar, birkaç yıl hariç neredeyse aralıksız yazdığı yazılarla İslamî güncel meseleler hakkında 'akla kapı açıp iradelerini ellerinden almadan' insanlara yol gösteren Ahmed Şahin, Risale-i Nur'larla tanışınca da, sağ cenahta Minyeli Abdullah'tan sonra en fazla ilgiyi gören Tarihin Şeref Levhaları kitabının yazarı olarak da tanınacaktı.

Son devir Osmanlı ulemasına yetişerek ilmini tamamlayan Ahmed Şahin, hayatı boyunca sivri üsluptan ziyade insanlara kendini sevdiren bir yöntemi tercih etmişti. Tabii burada yine, 1960 senesinde, Süleymaniye Camii'nde din görevlisi iken, hemen yanı başındaki Kirazlımescit Sokak 46 Numara'da Bediüzzaman'ın talebeleriyle bir araya gelmesinin, ardından da Fethullah Gülen Hocaefendi'nin benimsediği üslubu kabullenmesinin büyük etkisi vardı.

ZOR ŞARTLAR ALTINDA İLK TAHSİL

O yılları yaşayan herkes gibi çetin şartlar altında yetişen Ahmed Şahin, 'Bugünkü gençler acaba bunun kıymetini bilirler mi?' diyerek günümüz şartları ile kendi çocukluğunun imkânlarını kıyaslamaktan kendini alamıyor, ister istemez. Hal böyle olunca da bakın ortaya nasıl bir hikâye çıkıyor.

1935 yılında Yozgat'ın Çayıralan kazasının Yahyasarayı köyünde dünyaya gelen Şahin, çocukluğunun geçtiği 1940 ile 45 yılları arasında hatta 1950'ye kadarki süreçte inanılmaz güçlüklere göğüs gererek içindeki ilim öğrenme aşkını yatıştırabilmişti. Kur'an okumak ve okutmanın yasak olması, okutan hocaların hapse gönderilmesi, onun yaşadığı güçlüklerin en başında geliyordu. Kendi köyündeki hocalar korkudan Kur'an okutmaya cesaret edemedikleri için, Ahmed Şahin de, yarım saat yürüme mesafesindeki komşu köyde çocuklara Kur'an öğretmesi ile meşhur, korku nedir bilmeyen ve iyi tedbir alan Mehmed Efendi'ye gidip o zor şartlarda ilk tahsilini almaya başlamıştı. Şartlar hakikaten çok zordu o zamanki insanlar için. Ahmed Şahin Hoca'dan dinliyoruz: "O köyde bir evde misafir olarak kaldım ve ev sahibi bana baktı. Mehmed Efendi'den hafızlığımı tamamlayıncaya kadar okudum ama nasıl? Köydeki tabiri ile horoz ötünce kalkar, hocaya okumaya gider, şafak söküp de insanlar yollarda görülmeye başlamadan önce kaybolur, evimize gelirdik. Çünkü gündüz gidersek tanınırdık. Belli olurdu o köyde talebe okuduğu. Ve karakola götürülür hocamız, perişan olurdu."

Zaten böyle birkaç vaka yaşanmış, Mehmed Efendi birkaç kez karakola götürülmüştü. Ama Ahmed Şahin'in şartlarını asıl zorlaştıran sebep başkaydı: "Sabaha karşı hocanın evine okumaya gittiğim için köyün bir başından bir başına, iki şeyden çok korkuyorduk. Birisi, köpekler vardı. Gece yolda köpeklerin hücumuna uğramaktan korkuyorduk. Bir de dine karşı olan o günün Halk Partilileri vardı. Köpekler bizi parçalar, onlar da görürlerse şikâyet eder diye korkuyorduk." Ahmed Şahin işte böyle bir korku ve üzüntü içerisinde hafızlık eğitimini tamamladığında yıl 1950'ydi.

Sıra icazet almaya gelmişti. Onun için de Kayseri'ye gitmiş, icazetini de Mümin Hafız ismiyle bilinen bir hocadan almıştı: "Hafızlık diploması beni tatmin etmedi. Ezberlediğim Kur'an'ın manasını öğrenmek istiyordum. Onun için de okutacak hocaya ihtiyaç vardı. 'İstanbul'da Gönenli Mehmed Efendi diye bir hocaefendi var. O, kendisine iltica eden talebelere ilgi gösteriyor. Bakımını, yemeğini, her şeyini hazırlıyor, hem de okutuyor' diyorlardı. Anadolu'ya yayıldığı için ben de o söylentiye bakarak İstanbul'a, Gönenli Hocaefendi'ye okumaya geldim."

Aslında Ahmed Şahin bir 'ağa çocuğuydu.' Babası, Yahyasarayı köyünün ağası sayılmaktaydı. Ağalık dediysek bilinen manada değil, yedirip içirmede, misafir ağırlamadaki cömertliğiyle bu unvanı almıştı Osman Efendi: "Bizim bir misafir odamız vardı. Babam ve annem bu odanın yegane hizmetkârları idi. Çevredeki yolcuların tümü adeta bu odada misafir olur, bedava yer içer, yatıp kalkardı. Bugünkü manada otel, ama parasız oteldi orası. Dolayısıyla babamın çok dindar olduğunu buradan anlamak mümkün. Hatta bir ara babamdan şöyle bir söz duymuştum. 'Ben şaşarım o odaya ki bir haneyi beslemesin.' Sonra merak ettim bu kadar misafirler geliyor. Bu odanın ihtiyaçlarını bizim ev karşılıyor. Ama babam da evin odayı değil de odanın evi beslediğini düşünüyor. Sonra öğrendim ki hocaefendilerden şu hadisi duymuş babam: 'Misafir geldiği yere on rızıkla gelir. Birini yer, dokuzunu misafir olduğu eve bırakır.' Bundan dolayı misafirle ev beslenmiş olur."

Yıllardır Yozgat'ta ikamet eden aile hep çiftçilikle meşgul olur. Osman ve Huri Şahin çiftinin Ahmed'den önce Arif, Kamil, Mustafa ile bir de Atike isminde çocukları gelir dünyaya. Ahmed Şahin, kardeşler içerisinde en küçüğüdür.

Tarlada, bağda, bahçede çalışırken koyun, keçi çobanlığı yaparken eline geçen bir elif cüzünden Kur'an'ı öğrenen Şahin, zor şartlar altında Kur'an-ı Kerim'i öğrenmiş, icazetini almış, ancak bu kadarını yeterli görmemiş, okuduğunu anlamak istediğinden, tanıdığı bir kimse olmadığı halde İstanbul'un yolunu tutmuştu: "İstanbul'daki öğrencilik devremde kendimi helikopterden düşmüş, kimsesiz biri olarak görüyordum. Bana sahip çıkan hiç kimse yoktu. Tanıdığımız yoktu. Sadece Gönenli'yi duymuştuk. Gönenli Mehmed Efendi'nin yurtları da camilerin harabeleri idi."

Şahin, önce Aksaray'daki Valide Camii'nin harabe odalarında kalıp ders almaya başlar. Bu devre de zorlukları beraberinde getirmiştir onun için.

1951 senesinde İstanbul'a ayak bastığında, ülkede siyasi iktidar değişmiş, Demokrat Parti artık iktidarı devralalı bir yıl olmuştu. CHP dönemine göre dinî eğitim imkânı daha iyi olmasına rağmen yine de korkular devam ediyordu: "DP iktidara gelmiş olmasına rağmen muktedir olamadı diye bir söz vardı. Dolayısıyla o günün CHP'lileri bu konuda çok engel oldular. Hep şikâyetleri onlar yaparlardı. Dolayısıyla, ders aldığımız Osmanlı hocalarının hepsi de bir hafta okutur, on beş gün tatil ederlerdi. Biz en çok Valide Camii'nde okuyorduk. İstanbul'da camilerin harabe odalarında kalıyor, caminin hocasından da sabah namazından sonra tefsir, hadis, fıkıh okuyorduk. Hocamızın bize tembihi şuydu: Namazda cemaat gibi safta oturun. Namazdan sonra cemaat gidince kapıyı arkasından kilitleyin. Cemaat tekrar öğleye doğru gelinceye kadar biz dersimizi devam ettiririz. Hakikaten de öyle yaptık."


 
---> Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

CAHİL BİR ORTAMDA ÂLİM SAYILMAK

Ahmed Şahin, Karagümrük'teki Üçbaş ve yine Aksaray'daki Muratpaşa camilerinde de eğitim alır. Zaten, talebeyi himaye ettiğini duyduğu Gönenli Hocaefendi'nin ismini duyarak İstanbul'a geldiğinden, Gönenli onun en önemli hocalarının başında yer alır. Bunların dışında, 1950-60 yılları arasında, son devir Osmanlı ulemasından ders alabilme imkanını da yakalar: "Osmanlı ulemasının sonlarına yetiştim. Onlar Ömer Nasuhi (Bilmen) Efendi, hadislerde Haki Efendi, fıkıhta dersiam Selahaddin Efendi gibi büyük âlimlerdi. Onlar 'mihraba, kürsüye insan yetişmiyor. Eyvah mihrap imamsız, kürsü vaizsiz kalacak' diye müthiş bir panik içindeydiler. Ve en büyük meseleleri talebe yetiştirmek, okumak isteyen talebeye sahip çıkmaktı o hocaların."

İşte o sıkıntılı süreç burada yüzünü gösteriyordu: "Ama korku içinde sahip çıkarlar, gizli yerlerde okuturlardı. Valide Camii'ndeki hocam bir hafta okutuyor, on beş gün ara verdiriyordu, baskıdan kurtulmak için. Ben bir gün kendisine 'Hocam ben böyle bir hafta okuyup on beş gün boş durmaktan sıkıldım. Bırakıp köye gideceğim. Bir köy imamı olurum hiç olmazsa' diye kahren bir söz söyledim. Hocam da bana dedi ki 'Git git. Ahili rüstak olursun.' 'Ne demek ahili rüstak?' dedim. 'Ne soruyorsun? Talebe sormaz, araştırır. Bakkal Mehmed Ağa hazırcıdır. O sorarak öğrenir. Talebenin şanı okumak, araştırmak, kitaplardan yerini bulmaktır' dedi. Sonradan aradım, kitaplardan yerini buldum. 'Bir köye imam olmak istiyorum' deyince hocam bana şunu demiş. 'Git git. Sen şimdi cahilsin ama senden daha cahil bir muhite gidersen âlim sayılırsın. Âlim gibi hürmet gösterirler sana' demiş bana. Biz de iyi ki o günlerde bırakıp gitmedik. Okumaya çalıştık."

BAZI NİMETLERE SAHİP OLMAMAK NİMETTİR

Hocasının, Ahmed Şahin'i etkileyen bir sözü daha vardı ki o da hayatının seyrini değiştirmeye yetmişti: "Bazı arkadaşlarımızın sesi güzeldi. Makamı iyi biliyorlar, bolca mevlit okuyorlar ve çokta itibar görüyorlardı. Biz de hocamıza 'Bize de makam öğret. Biz de mevlit okuyalım' dediğimizde bize dedi ki 'Bazı nimetlere sahip olmamak nimettir.' 'Ne demek?' dediğimizde yine bize 'talebe öğrenir. Sormaz' diye cevap verdi. Sonra öğrendik ki bazı nimetler yanında nikmetini de beraber getirir. 'Şimdi siz makam öğrenir, elinize üç-beş kuruş geçer, okumayı bırakır, mevlitçiliğe bozarsınız. İyisi mi siz o tarafa kaymayın' demiş bize hocamız. Gerçekten de o gün makam öğrenip işi mevlitçiliğe bozan arkadaşlarımız okumayı bıraktılar. Mevlitçi olarak emekli oldular. Ama biz okumaya devam ettik."

Ahmed Şahin Hoca, Türkiye'de talebe hizmetinin temellerinden birini attığını söylediği Gönenli Mehmed Efendi'nin fedakârlıklarını da hayatının hiçbir bölümünde unutamaz: "Burada bence bugünkü talebe yetiştirme hizmetinin o günkü temelini atan Gönenli Mehmed Efendi benim hayatımda unutulmaz. Bugün talebeler modern yurtlarda okuyorlar, sahip çıkanlar var. Masrafını karşılayanlar var. Ama o gün böyle bir şey yoktu. Tümüyle yasak, tümüyle suçtu bunlar. Buna rağmen İstanbul'da Gönenli Mehmed Efendi diye birisi sahip çıkıyordu talebeye. Camilerin harabe yerleri onun yurtları, Anadolu'dan gizli saklı okumaya gelmiş masum halk çocukları da onun talebeleriydi. Onun imamlık yaptığı Sultanahmet Camii de talebeleriyle muhatap olduğu yerdi. Gönenli Mehmet Efendi çok mübarek bir zattı. Duası kabul bir insan diye bilinirdi. Dolayısıyla İstanbul halkı ona sahip çıkar, o da İstanbul halkına dayanırdı. İstanbul halkı 'Gönenli'nin talebeleri bizim evlatlarımızdır. Onlar perişan olursa bize ayıp olur' derlerdi."

TALEBENİN İHTİYAÇLARINI HALKTAN TOPLARDI

Gönenli Hocaefendi'nin talebelerin masraflarını karşılama biçimi de enteresandı. Gönenli Hocaefendi'nin bir müddet talebe başkanlığını yapan Şahin Hoca, onun, yanına bir öğrenci alarak, İstanbul'un bazı sokaklarındaki esnafı haftanın belirli günlerinde ziyaret ederek, onlardan temin ettikleri ile talebenin ihtiyacını karşıladığını anlatmaktadır: "Hocaefendi'nin sokağın başında olduğunu gören kimi esnaf ayakkabı, ceket, pantolon veya yiyecek maddesi verir, kimi de talebe ihtiyaçlarını karşılamak için Hocaefendi'nin cebine para koyardı. Hocaefendi, öyle İstanbul caddelerinde dolaşarak halktan aldığı destekle akşam Sultanahmet Camii'nde, yatsı namazından sonra, talebeleri de karşısında, çuvaldakiler ortaya konmuş bir şekilde herkese sorar 'İhtiyacın nedir?' diye. Kimi pantolon, kimi ceket alır, kimi de 'Hocam bugün benim ihtiyacım çıkmadı' der. O da 'Yarın akşama gel' der. Hocaefendi ertesi akşam yine caddede dolaşır, ihtiyaçları toplardı. Böyle, emsali görülmemiş bir, halktan yardım ve talebelere bakış şeklini gördüm orda."


 
---> Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

İSTANBUL'DA GAZETE DAĞITIYOR

Bir yandan dinî eğitimine devam eden Ahmed Şahin, diğer yandan mahalli müftülük tarafından ramazan vaizi olarak Kırklareli'nin Dereköyü'ne tayin edilir bu dönemde. Zaten kendisini iyi yetiştirmiş birisi olan Şahin, çevresindekilerin telkini ile burada bir okul müdürüne gider ve imtihana girer. Ramazan vaizliği bitip de Valide Camii'ndeki odalara dönünce, arkasından sarı bir zarf içerisinde, almaya hak kazandığı ilkokul diploması adresine ulaştırılır. Şahin 1955-57 yılları arasında askerliğini de Ankara 12. Hava Üssü'nde yaparak aradan çıkarır.

1958 senesinde gönüllü olarak yapmaya başlayacağı bir iş, hayatının ileriki döneminde yapacağı mesleğin de başlangıcı olur. O yıl, Müslümanlara yapılanlara karşı cesur girişimleriyle bilinen Sinan Omur isimli bir kişi ilk defa dini savunan bir gazete çıkarmaya karar vermiştir. Hür Adam adıyla haftalık bir gazetedir bu: "Böyle dinî içerikli bir gazeteyi görünce çok ilgi duydum. O sırada İstanbul ulemasından ders okurken cuma günleri ara verirdik. Ben de tatil günü bu gazeteyi dağıtma, duyurma ihtiyacı hissettim. Cağaloğlu'ndaki matbaasına gidip gazeteyi yüklenip İstanbul'u bir uçtan bir uca dolaşıyor, kahvehaneler, kalabalıklar ve duraklarda gazete satıyordum. Benim bu gazete satışım gazetenin Anadolu satışına denk miktara ulaştı."

Ahmed Şahin'in bu başarısı gazetenin sahibinin dikkatinden de kaçmaz: "Sen gördüğüm gençler içerisinde farklı birisin. Madem gazeteyi böyle satıyorsun, sen yazı da yazarsın. Sana bir köşe ayırıyorum dedi. Yazı yazmak hayalimden bile geçmiyordu. 'Yazamam' filan dediysem de bana fıkıh ve fıkra köşesi diye bir yer ayırdı. Orada dinî yazılar yazmaya başladım." Burada, Türkçe Kur'an yazan İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun 'Türkçe Kur'an caiz olur' iddiasına karşılık bir cevap kaleme alır. Fakat gazete, köşe yazısını 'Baltacıoğlu 600 milyonun Kur'an'ına suikastte bulundu' başlığıyla manşete çekince Şahin de savcılığa çağrılır. İfadesi alınır ancak ceza almadan kurtulur.

Tarihler 1960 yılına geldiğinde Türk sosyal ve siyasî hayatının fay hatlarından biri kırılır. İçlerinde küçük rütbelilerin de bulunduğu bir grup subay, ülkede acı sonuçlar doğuracak 27 Mayıs 1960 darbesine imza atar: "Ne yapacağımızı, nasıl düşüneceğimizi şaşırdık. Ben o zaman valide Camii'nin odalarındaydım. Cuma günü camiler kapalıydı. Camimizin imamı 'Ne münasebet. Camiler kapalı olur mu? Açılacak cumada. Ben sorumluluğu alıyorum' dedi. Namaz için camiyi açtırdı ve cumayı kılmayı bir nimet bildik."

Ve beklenen olur. Darbe ile birlikte Hür Adam da kapatılır. Ahmed Şahin Hoca, gazeteden sonra Süleymaniye Camii'ne din görevlisi atanması ile ilgili bir sınava girer, kazanır ve bu göreve atanır. Cami görevlisi demek, caminin her şeyi demektir o zamanlar. Müezzine ihtiyaç varsa müezzin olur, imam yoksa imamlık yapar, hatta kabiliyetine göre vaaz kürsüsünde dahi yer edinebilir.

HAFIZIN YANINDA AYAK UZATMAYAN HOCA

Böyle bir durumda, Süleymaniye Camii İmamı, ihtilal hükümetinde Diyanet'e bakan Adnan Erzi'nin babası eski medrese hocalarından Hacı Sadık Efendi'dir. Ahmed Şahin Hoca, camide görev yaparken bir yandan da tefsir okutmaktadır talebelerine. Onun böyle hem öğrenip hem okutmasını gören Sadık Efendi, ona hayran kalır. Bir gün Fındıkzade'deki evinden yürüyerek yorgun argın bir şekilde camiye gelen Sadık Hocaefendi, biraz dinlenmek ister ve Şahin'e odadan çıkmasını söyler. Ahmed Şahin, odada biraz daha kenara çekilir. Bu olay iki defa daha tekrarlanır. Üçüncüsünü Ahmed Şahin'den dinleyelim: "Üçüncü defa Hocaefendi'den bir ikaz daha geldi. 'Ahmed Efendi oğlum çık dışarı diyorum sana. Ben de biliyorum burada uzanılacak yer var. Ama sen hafız-ı kelamsın. Bir de tefsir okutuyorsun. Hafız-ı kelamın yanında ben ayağımı uzatmaktan haya ediyorum. Çık dışarıya' dedi."

O günkü ulemanın övgüye şayan özellikleri bunlarla da sınırlı değildi: "Hocaefendi bazen namaza yetişemeyince namazı ben kıldırırdım. Ondan sonra Sadık Hocaefendi gelince hemen elini cebine sokar, bir miktar para çıkarır. 'Ben hocam Esad Efendi'den duydum ki insan kıldırmadığı namazın maaşını alamaz. 'Kim kıldırdıysa ona versin' derdi. 'Buyur oğlum. Al şu senin kıldırdığın namaza tekabül eden benim maaşımdaki miktarı' der, bana mutlaka para almayı kabul ettirmek isterdi."


 
---> Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

KİRAZLIMESCİT SOKAK 46 NUMARA

1960 senesinde Ahmed Şahin Hoca'nın hayatında yepyeni bir pencere daha açılır. Süleymaniye'de Kirazlımescit Sokağı 46 Numara'daki sohbetlerdir onun hayatına yenilikler getiren: "Nurcuların Risale-i Nur okudukları ilk dershane. Medrese diyorlardı. Camiye yakın olması hasebiyle oraya çok sık gidip geldim." O yıllarda gazeteler Risale-i Nur okuyanlara yönelik hezeyanlarla doludur. Kirazlımescit Sokak'taki ev de bu tür haberlere sık sık konu olmaktadır. Bu haberler Şahin Hoca'nın dikkatini de çeker: "Oradaki Nurcuların benim dikkatimi çeken birinci hususiyetleri şu oldu. Gelenler çok acayip sorular soruyorlardı, çok yersiz meseleleri konu ediyorlardı. Ben de içimden diyordum ki 'çıkıp gidince bunların aleyhinde 'Ne biçim adam bunlar? Böyle soru sorulur mu?' diye konuşacaklar. Onlar çıkıp gidiyordu, aleyhinde birisi konuşmak isterken 'Sus kardeşim, gıybet yasak. Allah korusun. Ne yapsın? Bilmiyor. Öğrenecek. Öğrenmek için gelmiş' diyor, aleyhte konuşmaya kesinlikle izin vermiyorlardı. Onların bu hali bana cesaret verdi. 'Ben de buraya gelip öyle yanlış bir soru sorarsam demek benim aleyhimde de konuşmayacaklar. Öyleyse ben buraya gelip gitmeye devam edeyim' dedim."

Ahmed Şahin tam on bir ay boyunca anlamadan Risale-i Nur sohbetlerine devam eder: "Ben anlamıyorum ama dinleyenlerden öyle kimseler vardı ki yer yer hayretlerini ifade ediyorlar, adeta buhar olup uçacak gibiydiler. O kadar etkileniyorlardı ki okunan konulardan. Bir gün yine orada dinlediği konulardan 'Allah Allah' diye hayrete düşen birisini dersten sonra takip ettim. 'Ağabey' dedim 'kusura bakma bir şey soracağım.' 'Buyur' dedi. 'Senin tahsilin nedir? Ben tefsir, hadis, fıkıh okuyorum, hatta yer yer de okutuyorum. Fakat senin kadar hayret, dehşet almıyorum okunanlardan. Sen ise çok farklı şekilde anlıyorsun bu okunanları. Tahsilin nedir?' dedim. 'Ben' dedi 'bir işportacıyım. Tahsilim falan da yok. Burada hüsnü niyet, samimiyet esastır.' O adamın o hali beni çok etkiledi. 'Madem bu tefsir, hadis bilmeyen adam anlıyor, öyleyse ben niye anlamayayım?' dedim ve devam ettim ama bir seneyi bulduktan sonra Risale-i Nur bana öyle kapılarını açtı ki, aynı hayreti, dehşeti ben de duymaya başladım. Risalelerden o kadar etkilendim, o kadar bende değer ölçüleri teşekkül ettirdi ki onlar, o güne kadar okuduğum tefsirde, hadiste, fıkıhta ne kadar olaylar varsa onların tümü adeta yeniden hayalimde canlandı. 'Ne müthiş bir iman kuvveti örneğidir bunlar' diyerek onları düşünmeye başladım. Ve bunlar kitapların sayfaları arasında kaybolmamalı diye tuttum bunları not ettim bir ajandaya. İşte sahabeleri, İslam büyüklerinin örnek hareketlerini bundan sonra yazmaya başladım."

1964 yılında İttihad Gazetesi yayına başlamıştır. Şahin, bu notlarını Mehmet Kutlular'a gösterir. O da İttihad Gazetesi'nin müdürü Mustafa Polat'a götürür onu: "Ben odaya girdiğimde Polat ile Kutlular şöyle diyorlardı. 'Bunlar müthiş bir iman kuvveti tezahürüdür. Gazetede hemen, aniden yayımlanmamalı. Ressam Gürbüz Azak'a her olayın resmini çizdirmeliyiz. Resimli tefrika halinde verilmeli İttihad Gazetesi'nde."

ERDOĞAN'IN EZBERLEDİĞİ KİTAP

Gazetede planlandığı gibi yayımlanır bu çalışmalar. Adına da Tarihin Şeref Levhaları denir. Daha sonra kitap olarak da okuyucuya sunulan çalışma, Hekimoğlu İsmail'in Minyeli Abdullah'ından sonra sağ cenahta ilgi görmesi bakımından ikinci sıraya yerleşir uzun yıllar: "Suffa Vakfı'ndan Tayyip Erdoğan Bey'le karşılaştık. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı idi o zaman. Beni görür görmez ileriden koşarak geldi, öyle bir kucakladı ki kemiklerim kırılacak zannettim. Çok samimi bir kucaklama idi. İlk defa görüşüyoruz. Bu samimi kucaklama beni düşündürdü, demek daha evvel görüşmüşüz de ben hatırlamıyorum gibi. 'Hayırdır Tayyip Bey' dedim 'daha evvel bir yerlerde görüştük mü?' Geriye çekildi. Gözlerimin içine bakarak 'Ahmed Ağabey. Ben Tarihin Şeref Levhaları'nı ezberledim. Hutbe olarak okudum bir sene boyunca' dedi. Kitap o gün, imam hatip okulu talebelerinin arasında da yaygınlaşmıştı. Ezberleyecek derecede okumuşlardı."

Süleymaniye'ye yakın olduğu için Kirazlımescit'e sık giden Şahin Hoca, burada Bediüzzaman'ın ilk talebelerinden Zübeyir Gündüzalp, Tahiri Mutlu, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci, Mehmet Kutlular gibi önde gelen Nur talebeleri ile tanışır, görüşür. Fakat sadece Risale-i Nur dersleri üzerine sohbetlerin yapıldığı dershaneye girip çıkmak o tarihlerde çok ciddi bir iştir: "Dershaneye girip çıkmak, baştan bir defa mimlenmeyi, hapishaneyi göze almak demekti. O günlerde şu kanaat yaygındı. O sokağın girişi ile çıkışında iki sivil görevli bulunur, oraya girip çıkanları tespit edip mimler ve günün birinde de fırsatını bulup, şu veya bu bahane ile onu yakalayıp hapse atarlardı. Dolayısıyla dershaneye gitmek demek hapishaneyi göze almak demekti. Bu kanaat değil vakıa idi. Bir gün bana birisi 'Şu Nurculuk çok güzel ama sonunda hapis olmasaydı' demişti."

Dershaneye zaten gidip gelen Şahin Hoca'yı Süleymaniye Camii'nde iken bir gün Tahiri Ağabey çağırır: "Tahiri Ağabey beni çağırır da ben durur muyum? Sokağı gözetleyenlere rağmen girdim içeri. Biz artık nasıl olsa saklanamaz hale gelmiştik. Tahiri Ağabey sakallı, uzun boylu, Osmanlı leventleri gibi heybetli bir insandı. Beni görür görmez ayağa kalktı. Ben utandım. 'Şahin kardaşım seni niçin çağırdım, biliyor musun?' dedi. 'Bilmiyorum ağabey' dedim. 'Hele otur şuraya' dedi. Önüme bir rahle, üzerine de risaleler koydu ve o da karşımda diz çöktü."

Basılacak olan risalelerin içinde mevcut Arapça ibarelerin, okuyanlarca doğru anlaşılması için Arapça bilen birisi tarafından harekelenmesi için çağırmıştır Ahmed Şahin Hoca'yı: "Tahiri Ağabey'in karşımda diz çökmesi beni rahatsız etti. 'Ağabey' dedim ben senin karşında diz çökmem lazım.' 'Sen rahat otur. Hz. Ali Efendimiz 'Bana bir harf öğretene köle olurum' demiş. Sen bir harf öğretmiyorsun. Risalelerin ibarelerini baştan sona doğru harekeliyorsun. Birçok şey öğretiyorsun. Dolayısıyla senin karşında diz çökmek benim için ibadettir' dedi."


 
---> Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

DEMİREL: ZAMANIN ŞEYHÜLİSLAMI

Ajandasına not tuttuğu çalışmaları çok beğenilen Ahmed Şahin Hoca, artık İttihad'da Âlem-i İslam sayfasını hazırlamaya başlamıştır: "İnsanlara en faydalı yazı hangisi olur diye düşündüm. Çünkü toplumun dindar insana ihtiyacı var. Dindar insan toplumun aradığı insan. Bir insan ne kadar dindarlaşırsa, topluma o kadar faydalı olur. Her sahada iyi insan dindar insandan olur. 'Öyle ise okuyucunun dindarlaşmasını sağlamak, imanının kuvvetlenmesini temin etmek en mühim hizmettir' der, hep okuyucunun imanını kuvvetlendiren, maneviyatını takviye eden, dindarlıkta tekamüle sebep olan yazılar yazardım. O yazılar hep okuyucuların teklifi ile belli aralıklarda kitap olarak basıldı. Hiçbirini ben teklif etmedim, kitap olarak basmaya layıktır diye."

Süleymaniye Camii'ndeki vazifesinden ayrılan Şahin Hoca, 1970 yılında ise yeni kurulan Yeni Asya Gazetesi'nde günlük köşe yazılarına başlar; hem de tam 12 yıl boyunca ve hiçbir gün köşesine ara vermeden. Kitaplarının geliri de yine hizmet için kullanılır. Burada yazarken, gazetenin yazarları bir bayram Süleyman Demirel'i Bayramoğlu'ndaki yazlığında ziyarete gider: "Ziyarette Demirel bana çok iltifat etti, o gün, gazetenin dinî yazarı olarak. Ayrılırken de elimi tuttu ve havaya kaldırdı. 'Dikkat edin' dedi 'zamanın şeyhülislamını takdim ederim size."

Çok uzun zamandır yazdığı yazılar sebebiyle, yazının içindeki inceliğe vâkıf olmayanlar tarafından zaman zaman mahkemeye de verilir o. Ancak, camiadaki herkesin davasını üstlendiği gibi onun davasını da rahmetli Bekir Berk üstlenince ceza almadan kurtulur.

Evliliğini Çanakkaleli Sabite Hanım ile gerçekleştiren ve birliktelikten Cahid ve Cahide isminde iki çocuğu olan Şahin Hoca, 1982 senesinde Yeni Asya'dan ayrılıp arkadaşları ile birlikte Cihan Yayınevi'ni kurar. Burada Zaman Gazetesi'nde yazmaya başlayacağı 1988 yılına kadar telif olmak üzere eserler kaleme alır: "Ali Kervancı'nın evinde idik. Orada sohbet sırasında benim bir gazetede yazmadığım, o anda kitap hazırladığım söylendi. Fethullah Gülen Hocaefendi o zaman biraz durakladı. 'Senin çok velut kalemin var. Sen nasıl olur da yazmazsın?' dedi. Ve sonra da 'Biz senin yazmanı isteriz. Yazmalısın sen. Bir yazın vardı ki ben onu defalarca okuttum. İşte arkadaşlar da biliyor' dedi. Birisi bir yalan yazmış bir başka gazeteci de o yalanı yamamıştı. Ben de 'Bir yalancının yamayıcısı' diye bir makale yazmıştım. Hocaefendi de 'O makaleyi defalarca okuttum ben' dedi."

Bu sohbetten kısa bir süre sonra Zaman'ın o zamanki müdürü Uğur Öztaş'tan teklif gelir ona. Ve böylece Zaman'da halen devam eden yazılarına başlamış olur. 1994 yılında ise Moral FM'de Cuma Konuşmaları programıyla, sevenleriyle buluşur.

HOCAEFENDİ İLE BİR HUTBE SONRASI TANIŞTI

Ahmed Şahin Hoca'nın Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışıklığı aslında çok eskilere uzanmaktadır. İstanbul'da gerçekleştirilen bir İslam Konferansı Teşkilatı toplantısı esnasında, Başbakan Süleyman Demirel dahil olduğu halde teşkilat üyeleri cuma namazını Sultanahmet Camii'nde kılar. Ve o zaman cami avlusunda kıldığı cumada, o güne kadar duymadığı güzellikte bir hutbeyi dinler Şahin Hoca: "Ben daha önce böyle bir hutbe dinlememiştim. Hutbede siyasetten de bahsediliyor, tasavvuftan da. Ama hepsi dengeli. Böyle hutbe okuyacak biri var mıymış Türkiye'de diye merak ettik. Ve hutbeyi okuyan hocanın çıkışta nasılsa etrafı kalabalık olur, kim olduğunu anlarım' dedim. Ve bekledim. Baktım çevresinde büyük bir genç kitle ile dışarı çıkan Fethullah Gülen Hocaefendi oldu. Beni görünce bana yöneldi. Ben de ona doğru koştum. Ortada kucaklaştık. Yüz yüze başlangıç böyle oldu."

HOCAEFENDİ SENİN YAZILARI OKUYOR

Bu muhabbet, İzmir'deki sohbetlerde ve ilk talebe kamplarının gerçekleştirildiği yıllarda meydana gelen baskın olayları başta olmak üzere Şahin Hoca'nın Hocaefendi'ye her daim destekleriyle artarak günümüze dek gelir: "Bana dediler ki 'Hocaefendi senin yazılarını okuyor.' O zaman beni bir telaş aldı. Benim yazımı başkaları okusa olur da Hocaefendi'nin okuması beni çok memnun etmez. Çünkü o her manada en nihayeti bilen insan. Onun beğeneceği bir yazı yazmamız mümkün değil. Bir defasında ziyarete gittik Hocaefendi'yi. Bizi kapıda karşıladı. Ve her birimizin elini sıktı. Benim de elimi sıkarken biraz yaklaştım kulağına ve dedim ki 'Yazılarım konusunda bazı tenkitlerinizi bekliyorum bu sohbet sırasında.' Sohbet boyunca hep bekledim. Ama bir türlü beni ima eden ya da yazıları biraz tenkit eden bir ifadeye rastlayamadım. Çıkarken yine Hocaefendi kapıda bizi uğurlarken bizi kucakladı. Ben de o sırada kulağına yaklaşmışken 'Ben tenkit bekliyordum ama yapıldı da farkına mı varamadım yazılarım hakkında?' dedim. Hocaefendi durakladı. Elimden tuttu. Beni cemaatin içine götürdü. Kapıdan 'Cemaat-i Müslimin' dedi. Herkes baktı. 'Şahin Hoca cemaatin 20 senelik yazarıdır değil mi?' Cemaat de 'Evet' deyince başka hiç bir şey demedi ve beni uğurladı. Ondan şunu anladım. Daha önceki yazılarımıza da Hocaefendi sahip çıkıyor ve diyor ki 'Tamam eksiğin var ama şimdi bu eksiği, noksanı düşünme zamanında değiliz. Eksiği ile noksanı ile sen elinden geldiği kadar dikkatli yazmaya devam et' diyor."

Şahin Hoca, kamuoyunda çokça tartışılan bir konu hakkında Fethullah Gülen Hocaefendi'nin düşünceleri ile ilgili bir hatırasını da şu şekilde dile getirmektedir: "Bir gün bizim binada (Osman) Demirci ile (Mehmed) Kırkıncı Hocaefendiler ve benim bulunduğum bir sohbette Fethullah Gülen Hocaefendi'ye şöyle bir soru sordum. 'Gazetelerde sizin okula giderken başın örtülmesi gerekmez, açık da olabilir' diye ifade kullandığınız yazılıyor. Ben de bugünlerde başörtüsü hakkında bir yazı yazmak istiyorum. Nasıl yazayım?' Hemen böyle irkildi. Dikkat kesildi. Hakkındaki o yayınlardan rahatsız olduğunu hissettim. 'Başınızı açın diyemezsin bir defa. Hangi delile müsteniden bunu söylüyorsun diye sorarlar adama' dedi. 'Başınızı açmayın, okulu terk edin dersen, bu defa da, son sınıfta okuyan bir tıp talebesi, senin yazın yüzünden bunca emeklerini heba eder, okulunu terk eder ve sonra da bir gün hastaneye gider bakar ki, kendisiyle beraber okulunu terk etmeyip okuyan arkadaşları beyaz gömleği giymiş, doktor olmuşlar. Ama kendisi hiçbir şey değil. O zaman okulunu terk ettiren sana karşı nasıl bir beddua fırtınası doğar onun içinde biliyor musun? Sen girme araya. Her iki tarafı da açıkla, anlat. Ondan sonra da kanaati vicdaniyenize göre hareket edin diye insanları kendi vicdanı ile baş başa bırak' dedi. Gerçekten de benim o günlerde yazdığım yazının başlığı 'Kanaati vicdaniyenize göre hareket edin'di. Sorumluluğu üzerime almadım ve şimdi vicdanen rahatım."


 
---> Zamanın fetva emini:Ahmed Şahin

BAŞÖRTÜSÜ FÜRUATTIR, TEFERRUAT DEĞİL

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kamuoyunda yanlış anlaşıldığı bir hadise de konuşulur o sohbette: "İlim dilinde bir asıl, bir de füruat vardır. Asıl, inançlardır, amentüdür asıl. Bir de amel vardır. O da füruat, aslın yanında. Mesela insanın imanında eksiklik olursa, Allah korusun, imandan, Müslümanlıktan çıkar. Ama amelinde eksiklik olursa imandan çıkmaz. Günahkâr Müslüman olur. Bunun için Hocaefendi'ye başörtü konusunda sorular sorduklarında 'Başörtüsü imandan değil, ameldendir manasında 'başörtüsü usulden değil füruattandır' demiş. Ki ilmin ifadesi budur. İlimdeki bu füruat kelimesini, 'mühim değildir' manasına getirerek günlük hayattaki teferruata naklettiler. 'Hocaefendi başörtüsü mühim değildir, teferruattandır diyor' diye bir sürü yanlış yayınlar yaptılar."

Yine o zamanlarda Hocaefendi ile ilgili gazetelerde 'Trilyonlara hükmeden Hocaefendi' diye haberler çıkar. Şahin Hoca, bir gün rahmetli Hacı Kemal Erimez'in daveti ile Hocaefendi'nin ikamet ettiği yere doğru yol alır. Ancak Şahin Hoca'nın bu ziyaretteki amacı 'trilyonlara hükmeden Hocaefendi'nin' yaşantısına dair alıcı gözlerle etrafı incelemektir: "Orada hep halılara, köşedeki çekyatlara, duvardaki denizaltılara, uçaklara, dünya haritasına baktım. Biraz da ürperti hissettim. Çünkü uzay dairesi gibi bir yer geldi bana orası, duvarlardaki görüntülerden dolayı. Demek fazla tecessüs etmişiz ki bir baktım kapının arkasından birisi bana işaret ediyor, 'Gelir misin?' diyor. Çevreme baktım beni işaret ediyor. Vardım yanına. Kim ise o, halen bilmiyorum. Koridordan geçip bir yere gittik. Sonra bir kapının önüne geldik. Beni götüren genç bana baktı dedi ki, 'O senin baktığın yer var ya, orası Hocaefendi'nin misafirleri kabul yeridir. Hocaefendi'nin asıl özel yeri burasıdır.' Kapıyı açtı, içeri girdik. Bir şok başladı bende. Halıdan hasıra geçiş. L şeklinde idi orası. El kadar halı yok. Zemin tümüyle hasır. Hatta çekyat gibi görülen yüksek yerlerin üzeri de hasır. Merakla o çekyat gibi yerin üzerine hasıra bastım, altı yumuşak mıdır diye. Muhtemelen altı da tahta idi. Yalnız bir köşede bir sandalye, bir masa, yazı hazırlıkları vardı. Dedi ki 'Hocaefendi işte burada yaşar. Burada yazısını yazar. Şu tarafta da yatağı var, istirahat odası orasıdır.' Bu hasıra ben hemen yakınlık hissettim. Çünkü öğrencilik devremde hep o hasırla yaşamıştım cami harabelerinde. Ama ben o hasırı terk ettim, şimdi halı üstündeyim. Hocaefendi demek o hasırı terk etmemiş, özel hayatında trilyonlara hükmettiği devrede (!) bile o hasırla yaşıyor. Müthiş etki yaptı bana bu. Sonra yemeğe geçildi. Herkes bir yere oturdu. Baktım karşımda Hocaefendi. Önünde küçük bir kâse yoğurt. Bir elinde de simsiyah, zannederim diyet ekmeği. Ekmeği yoğurda uzatıyor, şöyle ucundan dokunduruyor, yavaşça ağzına götürüyor ve o yoğurda temas eden kısmı alıyor. Sonra yine sanki yiyormuş gibi aşağıya indiriyor. O yiyenlerin içerisinde bir rahatsızlık meydana getirmemek için yiyor görüntüsünü koruyor. Ne pilav ne döner yiyor. O sırada bir şok daha yaşadım. Trilyonlara hükmeden hocanın yaşadığı hasır hayatı, yediği de kimsenin yemediği diyet ekmeği ile yoğurttan ibaretti."

HOCAEFENDİ BİZİ SİVRİLİKTEN KURTARDI

Ahmed Şahin, 'Müzik, insanın ruhi âlemine hitap ediyor, yüksek duygularını canlandırıyorsa meşrudur. Cinsi duygularına hitap ediyorsa zararlıdır' diyerek, ruhi yönden tatmin edici bütün müziklere ilgi duyduğunu anlatıyor. Özellikle mehter marşlarını heyecanlanmadan dinleyemeyen Şahin Hoca, Allah'ın insanı yaratırken musikiden istifade edecek duygularla yarattığını da ifade etmektedir. Kendisinde, elinde depolamadan, biraz kullandıktan sonra isteyenlere hediye edilmek üzere önce tespih, sonra da takke toplama merakı başladığını söyleyen Şahin Hoca, işi espriye vurarak, 70 yaşın üzerinde olduğuna vurgu yapmak için önümüzdeki günlerde bir baston merakının başlayacağını anlatıyor. Anne ve babalara 'Çocuklarının ne alışkanlıkları, ne kusurları olursa olsun, onları şefkatle kucaklamanın dışında bir seçenekleri olmadığını' da ısrarla hatırlatan Ahmed Şahin Hoca, dini sevdirme derdini taşıyanların ilk önce kendini sevdirmesi gerektiği düşüncesini de paylaşıyor bizlerle: "Risale-i Nur'un çizdiği 'tahrip etme tamir et. Yeis verme ümit ver. Korkutma sevdir' hareket düsturuyla yoluna devam eden Şahin Hoca, 'eskiden sokaklar tenha idi. Günahlar ve sevaplar arasında bir duvar vardı. Bu duvar kalktığı için artık bugün her şey göz önünde yaşanıyor' demektedir: "Hocaefendi'yi okumasaydık zannederim radikallikten nasibimizi alır, sivri üslup, ifade bizi bir yerlere götürürdü. Hocaefendi'nin yaklaşımları, onun topluma verdiği mesaj, kitaplarındaki açıklamaları bizleri sivrilikten, iticilikten kurtardı. Hoşgörü ve diyaloga açtı. Ve herkese kucağımızı açma duygusuna girdik, Hocaefendi'nin sayesinde."



 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst