ashli
Bayan Üye
SONSUZ İLERLEME
İnsan bilgisi ve yeteneği giderek ilerlemektedir; bu, durdurulamaz ve durdurulmamalıdır. 18. y.y.da bu süreç hızlanmaya başlamış, daha göze çarpar hale gelmiştir.Anne-Robert Turgot ona; “ilerleme” diye bir isim vermiş, bununla da ekonomik gelişmeye dayalı “ilerleme” nin, sonunda insan mizacını kesinlikle yumuşatacağını kastetmiştir.
Bu kelime sonradan yorumlara tabi tutulmuş, evrensel ve gururlu bir hayat felsefesi haline gelmiştir: ilerliyoruz! Eğitimli insanlar inançlarını bu “ilerleme” kavramına çabucak ve tereddütsüz adamışlardır. Ama her nasılsa, hiç kimse akla gelmesi gereken soruyu sormamıştır: ilerleme, tamam ama hangi konuda? İlerlemenin hayatın tüm yönlerini ve tüm olarak da insanları içereceği, hevesle varsayılmıştır. Marx’ın da “tarih bizi Tanrı’nın yardımı olmaksızın adalete götürecektir.” Sonucuna varması, işte ilerleme konusundaki bu yoğun iyiymserliğin bir sonucudur.
Zaman geçmiş, “ilerleme”nin gerçekten devam ettiği, hatta beklentileri bile şaşılacak biçimde aştığı görülmüştür ama bunu teknolojik uygarlık alanında gerçekleştirmektedir (özellikle de canlıların konforu ve askeri yenilikler alanında başarılıdır).
İlerleme gerçekten de görkemli bir biçimde sürmektedir, ama bir önceki kuşağın asla öngöremeyeceği bir takım sonuçları beraberinde getirmiştir.
Gözden kaçırdığımız ve ancak son zamanlarda farkına vardığımız bir ayrıntı, sınırsız “ilerleme” nin, bizim gezegenimizdeki sınırlı kaynaklarla olamayacağıdır: doğanın fethedilmekten çok, desteklenmeye ihtiyacı vardır. Biz ise bize tahsis edilen çevreyi başarıyla yiyip bitirmekten başka bir şey yapmıyoruz.
İkinci yanılgımız da insan mizacının bize vaat edildiği gibi “ilerleme”yle yumuşayacağını sanmak olmuştur. Bizim tek unuttuğumuz, insan ruhudur.
İsteklerimizin sınırsız büyümesine izin verdik, şimdi de onları nereye yönelteceğimşiz konusunda kararsızız. Ticari şirketlerin yardımıyla yeni ve daha yeni istekler de yaratılmakta, bunların bazıları da yapay şeyler olmaktadır; biz de kitle halinde onların peşinden koşmakta, fakat hiçbir tatmin bulamamaktayız. Asla da bulamayacağız.
Çağdaş ulaşım, dünyayı batıda yaşayanların önüne açıvermiştir. Bu tam olmasa bile, neredeyse kendi benliğinin sınırlarından bir sıçrayışla çıkabilmenin eşiğine gelmiştir; teelvizyonun gözü sayesinde aynı anda gezegenin her yerinde olunabilmektedir. Ama görünüşe göre bu tekno merkezli “ilerleme”nin spazmlı temposu, okyanular dolusu gereksiz enformasyon ve ucuz gösteri, insanoğlunun ruhunu hiç büyütemekte, tersine onu daha sığ hale getirmektedir, manevi hayatımız daralmakta, küçülmektedir.
Canlıların konforu, ortalam bir insan için bir insan için iyileşmeye devam ederken, ruhsal gelişme de durağanlaşmaktadır. Aşırı tıkınmak, yanı sıra yüreklere bir hüzün sokmakta, bunca zevkin hiç tatmin getirmediği anlaşılmaktadır, hatta çok geçmeden bunun bizi boğacağı sezilmektedir.
Hayır,tüm umutların bilime, teknolojiye, ekonomik büyümeye bağlanması mümkün değildir. Teknolojik uygarlığın zaferi aynı zamanda içimize bir manevi güvencesizlik tohumu da ekmiştir. Onun armağanları bizi hem zenginleştirmekte hem de kendine köle etmektedir. Her şey çıkarla ilgilidir-çıkarlarımız ihmal edemeyiz-herşey maddesel varlıklar uğrunadır; ama içimizden bir ses de bize, saf,yüce, kırılgan bir şeyi kaybettiğimizi fısıldamaktadır. Amacı göremez olmuş durumdayız…
Kabul edelim; yalnız kendimizin duyabileceği küçük bir fısıltıyla bile olsa, itiraf edelim: hayatı böyle çılgın bir hızla yaşarken ne uğruna yaşıyoruz biz?
İnsan bilgisi ve yeteneği giderek ilerlemektedir; bu, durdurulamaz ve durdurulmamalıdır. 18. y.y.da bu süreç hızlanmaya başlamış, daha göze çarpar hale gelmiştir.Anne-Robert Turgot ona; “ilerleme” diye bir isim vermiş, bununla da ekonomik gelişmeye dayalı “ilerleme” nin, sonunda insan mizacını kesinlikle yumuşatacağını kastetmiştir.
Bu kelime sonradan yorumlara tabi tutulmuş, evrensel ve gururlu bir hayat felsefesi haline gelmiştir: ilerliyoruz! Eğitimli insanlar inançlarını bu “ilerleme” kavramına çabucak ve tereddütsüz adamışlardır. Ama her nasılsa, hiç kimse akla gelmesi gereken soruyu sormamıştır: ilerleme, tamam ama hangi konuda? İlerlemenin hayatın tüm yönlerini ve tüm olarak da insanları içereceği, hevesle varsayılmıştır. Marx’ın da “tarih bizi Tanrı’nın yardımı olmaksızın adalete götürecektir.” Sonucuna varması, işte ilerleme konusundaki bu yoğun iyiymserliğin bir sonucudur.
Zaman geçmiş, “ilerleme”nin gerçekten devam ettiği, hatta beklentileri bile şaşılacak biçimde aştığı görülmüştür ama bunu teknolojik uygarlık alanında gerçekleştirmektedir (özellikle de canlıların konforu ve askeri yenilikler alanında başarılıdır).
İlerleme gerçekten de görkemli bir biçimde sürmektedir, ama bir önceki kuşağın asla öngöremeyeceği bir takım sonuçları beraberinde getirmiştir.
Gözden kaçırdığımız ve ancak son zamanlarda farkına vardığımız bir ayrıntı, sınırsız “ilerleme” nin, bizim gezegenimizdeki sınırlı kaynaklarla olamayacağıdır: doğanın fethedilmekten çok, desteklenmeye ihtiyacı vardır. Biz ise bize tahsis edilen çevreyi başarıyla yiyip bitirmekten başka bir şey yapmıyoruz.
İkinci yanılgımız da insan mizacının bize vaat edildiği gibi “ilerleme”yle yumuşayacağını sanmak olmuştur. Bizim tek unuttuğumuz, insan ruhudur.
İsteklerimizin sınırsız büyümesine izin verdik, şimdi de onları nereye yönelteceğimşiz konusunda kararsızız. Ticari şirketlerin yardımıyla yeni ve daha yeni istekler de yaratılmakta, bunların bazıları da yapay şeyler olmaktadır; biz de kitle halinde onların peşinden koşmakta, fakat hiçbir tatmin bulamamaktayız. Asla da bulamayacağız.
Çağdaş ulaşım, dünyayı batıda yaşayanların önüne açıvermiştir. Bu tam olmasa bile, neredeyse kendi benliğinin sınırlarından bir sıçrayışla çıkabilmenin eşiğine gelmiştir; teelvizyonun gözü sayesinde aynı anda gezegenin her yerinde olunabilmektedir. Ama görünüşe göre bu tekno merkezli “ilerleme”nin spazmlı temposu, okyanular dolusu gereksiz enformasyon ve ucuz gösteri, insanoğlunun ruhunu hiç büyütemekte, tersine onu daha sığ hale getirmektedir, manevi hayatımız daralmakta, küçülmektedir.
Canlıların konforu, ortalam bir insan için bir insan için iyileşmeye devam ederken, ruhsal gelişme de durağanlaşmaktadır. Aşırı tıkınmak, yanı sıra yüreklere bir hüzün sokmakta, bunca zevkin hiç tatmin getirmediği anlaşılmaktadır, hatta çok geçmeden bunun bizi boğacağı sezilmektedir.
Hayır,tüm umutların bilime, teknolojiye, ekonomik büyümeye bağlanması mümkün değildir. Teknolojik uygarlığın zaferi aynı zamanda içimize bir manevi güvencesizlik tohumu da ekmiştir. Onun armağanları bizi hem zenginleştirmekte hem de kendine köle etmektedir. Her şey çıkarla ilgilidir-çıkarlarımız ihmal edemeyiz-herşey maddesel varlıklar uğrunadır; ama içimizden bir ses de bize, saf,yüce, kırılgan bir şeyi kaybettiğimizi fısıldamaktadır. Amacı göremez olmuş durumdayız…
Kabul edelim; yalnız kendimizin duyabileceği küçük bir fısıltıyla bile olsa, itiraf edelim: hayatı böyle çılgın bir hızla yaşarken ne uğruna yaşıyoruz biz?