meridyen2
Kayıtlı Üye
Yürüme Mucizesi
İnsan vücudunu gelişmiş bir bilgisayara benzetebiliriz. İçinde son derece karmaşık devreler barındıran bir bilgisayar. Eğer bu devreyi oluşturan elemanlardan bir teki eksik olsaydı ya da yanlış kullanılsaydı bilgisayar çalışmazdı. İnsanın yürüyüşü ve hareket sisteminde bu bilgisayardaki tek bir devre gibidir. Tek başına bu devreyi incelememiz bile insan vücudunun ne kadar büyük bir mucize olduğunu anlamak için yeterlidir.
Yürümek, daha çok küçük yaşlardan itibaren, hepimizin hiç zorlanmadan yaptığı bir eylemdir. İnsanın hayatta ilk öğrendiği şeylerden biri yürümektir. Yürümeye başlamadan önce hiçbir zaman kendimize "acaba adımımı hangi açıyla atmalıyım", "şöyle basarsam dengemi kaybeder miyim", "şu engeli aşmak için ayağımı ne kadar yukarı kaldırmalıyım", "çok kaldırırsam düşer miyim" gibi sorular sormamışızdır. Yürümek bizim için her zaman çok basit bir işlem olmuştur.
Yürümenin ilk şartı vücudu taşıyan özel bir sistemin var olmasıdır. Vücudumuzdaki taşıyıcı sistem diğer organları taşıyabildiği gibi ekstra yükleri ve zorlanmaları da kaldırabilir: Örneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. İskelet sisteminin vücudumuzdaki temel özelliklerine kısaca göz atalım:
Kemiklerin ana görevi vücudu taşımaktır. İnsan vücudunun ağırlığının yaklaşık %20'sini kemikler oluşturur. Yani 16 kilogram ağırlığında kemik, 80 kilo ağırlığında bir insan bedenini taşır. Atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Peki, bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir? Sorunun cevabı kemiklerin eşsiz tasarımında gizlidir.
İnsanoğlunun kullandığı en sağlam ve kullanışlı malzemelerden biri çeliktir. Çünkü çelik hem sağlam, hem de esnek bir maddedir. Ancak kemikler katı çelikten daha sağlamdır. Üstelik kemik, çelikten 10 kat daha esnektir. Kemikler hafiflik bakımından da çelikten daha üstündür. Çelik insan iskeletine kıyasla 3 kat daha ağırdır.
Kemiklerin iç yapısı, insanların binalarda ve köprülerde kullandığı kafes yapı sistemine benzer. Kemiklerin içindeki sistem, insanların geliştirdiğinden çok daha üstün ve karmaşıktır. Bu yapı kemiklerin, hem son derece sağlam, hem de çok hafif olmasını sağlar. Kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, kemikler taşıyabileceğimizden ağır olurdu. Tek bir adım atmak için çok büyük kuvvet ve enerji harcamak zorunda kalırdık. Üstelik içi dolu olan kemikler daha sert ve kırılgan hale gelirdi. Atılan ilk adımda ya da sıçramada hemen çatlar veya kırılırlardı.
Ağır Yük Taşıyan Omurga
İnsanın rahat hareket edip yürüyebilmesini sağlayan bir başka yapı omurgadır. Omurga, "omur" denilen 33 tane küçük yuvarlak kemiğin birbirlerinin üzerine dizilmesiyle oluşur. Bu kemiklerin içine de omurilik isimli çok önemli bir sinirsel iletişim ağı döşenmiştir.
İskelet sistemimizde vücudun üst kısmının ağırlığını omurga taşır. Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren omurlar birbirlerine sürtünecek şekilde hareket ederler. Bu durumda omurların zaman içinde aşınarak yapılarının bozulması beklenebilirdi. Ancak hiçbir zaman böyle olmaz. Omurların arasına yerleştirilmiş olan kıkırdak yapılı diskler otomobil tekerleklerindeki yükü emen amortisörler gibi çalışarak aşınmayı engellerler.
Omurganın S şeklinde kıvrımlı yapısı, üzerindeki yükün eşit dağıtılmasını sağlar. Yürümek için attığınız her adımda, vücut ağırlığınız nedeniyle yerden vücudunuza doğru bir tepki kuvveti gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan amortisörler ve kıvrımlı özel yapı olmasa, atılan her adımda, ortaya çıkan kuvvet direkt olarak kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi.
Eklemler Neden Yağlanmaya İhtiyaç Duymazlar?
Hareketli mekanik parçalar birbirine sürtündüklerinden zaman içinde aşınmaya uğrarlar. Bu nedenle basit bir kapı menteşesinden, motoruna kadar her hareketli mekanik sistemde yağlamaya ihtiyaç vardır. Ancak yağlama aşınmayı tam olarak engellemez, yalnızca geciktirir. Gerek yürürken gerekse başka hareketler yaparken vücudumuzdaki eklemler bir ömür boyunca hareket ederler. Buna rağmen hiçbir zaman yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Peki ama nasıl? Bilim adamları yaptıkları araştırmalarda, olayın hayranlık uyandıracak bir sistemle çözüldüğünü gördüler: Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştır ve bu tabakaların altında ağdalı ve kaygan bir sıvı bulunur. Kemik, eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı gözeneklerden dışarı fışkırır ve eklem yüzeyinin "yağ gibi" kaymasını sağlar.
Kemiklere Destek Veren Ayaklar
Yürüme esnasında en önemli görevi üstlenen bölüm ayaklardır. Ayak tabanındaki kavisli şekil vücut ağırlığına karşı, kemiklere destek verecek özelliğe sahiptir. Bu kavisten yoksun olan düz tabanlar bu yüzden yürüme zorluğu çekerler. Kemerli yapılar taşıyıcı sistemlere dayanıklı hale getirdiği için insanların yaptığı binalarda ve köprülerde de kullanılır.
Ayağa kalktığınızda ayaklarınızın üzerine uygulanan ağırlığın aynısı ellerinize uygulanmış olsaydı ne olurdu? Bunun için de elinizi masanın üzerine koyup sonra üzerine 70–80 kilo ağırlığında bir yük yerleştirdiğimizi varsayalım. Bu durumda çok kısa bir süre sonra dokularınız ezilir, damarlarınız patlar, hatta kemikleriniz etinizi parçalardı. Ancak bütün bir gün insan vücudunu taşıyan ayaklarda ne damarlar patlar, ne de dokular ezilir. Çünkü ayak özel olarak yük taşımak için tasarlanmış bir organdır. Ayak tabanı vücut ağılığının olumsuz etkisini yok eden yastığa benzer özel bir yapıya sahiptir. (Harun Yahya, İnsan Mucizesi)
Kaslardaki Mikroskobik Motorlar
Yapısı ne kadar mükemmel olursa olsun taşıyıcı sistemin varlığı yürümek için tek başına yeterli değildir. Taşıyıcı sistemi hareket ettirecek bir kas sisteminin varlığı şarttır. Vücudumuzdaki hareketleri sağlayan kaslar bünyelerinde milyarlarca küçük mikroskobik motor barındırırlar. Söz konusu motorlar "kas liflerimiz"dir. Vücudunuzda 6 milyardan fazla motor vardır. Bu küçük motorlar bize su içirir, araba kullandırır, yürütür, konuşturur, kalbimizi attırır, gözümüzü kırptırır, nefes aldırır, yemek yedirir, boynumuzu çevirmemizi sağlar
Yürürken 100 ' e yakın kas çalışır. Bu kadar çok kas çalışmasına karşın yürüme sırasında harcanan enerji oldukça düşüktür.
İnsanın yürüyebilmesi dahası hareket edebilmesi için kasların ve kemiklerin birbirine bağlanmasının da ayrı bir önemi vardır. Kaslar kemiklere özel bir yapı ile bağlanırlar. Eğer bu bağ şimdikinden daha gevşek olsaydı kemik kastan ayrılırdı. Daha sıkı olsaydı kaslar hareket edemezdi. Şüphesiz bu bağlayıcı dokunun yapısını belirleyen ne kemikler ne kaslar ne de bu dokuyu oluşturan hücrelerdir. Hücrenin de, dokunun da bir bilinci yoktur. Bu bilgilerin herhangi bir şekilde hücreye yerleştirilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla hücrelere bilgileri yerleştiren, nasıl davranmaları gerektiğini öğreten, kısacası onları yöneten bir güç vardır. Bu, Allah ' ın benzeri olmayan yaratmasının bir örneğidir.
Vücuttaki Hassas Denge Mekanizması
Yürüyebilmenin dahası hareket edebilmenin olmazsa olmaz şartlarından biri de dengedir. Ne kadar mükemmel bir kas ve iskelet sisteminiz olsa da, bu sistem olmadan dengenizi sağlayamazsanız. Tüm bedenimizi her saniye sürekli olarak kontrol eden ve ayarlar yapabilen denge sistemimizin önemli bir parçası iç kulakta yer alır.
Bu son derece küçük ve karmaşık bir sistemdir. Sistem 6,5 mm çapında içi özel bir sıvı ile dolu kanallar ve bu kanallarda algılayıcı olarak çalışan tüycüklü hücrelerden oluşur. Biz başımızı sağa sola çevirdiğimizde, yürüdüğümüzde ya da herhangi bir hareket yaptığımızda, bu yarım dairelerin içindeki sıvı hareket eder ve tüycükleri titreştirir. Tüycüklerdeki bu titreşim, aynı salyangozda olduğu gibi tüycüklerin bağlı olduğu hücrelerin iyon dengesini değiştirir ve elektrik sinyali üretir. İç kulaktaki labirentte üretilen bu elektrik sinyalleri, labirentten çıkan sinirler aracılığıyla beynimizin arka tarafındaki "beyincik" denen organa iletilir. Beyincik, iç kulaktaki labirentten gelen bu bilgileri her an yorumlar. Ancak dengeyi sağlamak için başka bilgilere de ihtiyaç vardır. Bu nedenle beyincik, gözlerden ve vücudun dört bir yanındaki kaslardan da devamlı olarak bilgi alır. Tüm bu bilgileri müthiş bir hızla analiz eder ve vücudun yerçekimine göre konumunu hesaplar. Bundan sonra ise, bu hesaplamaya dayanarak, kasların nasıl bir hareket yapmaları gerektiğini belirler. Ortaya çıkan sonuç, kaslara yine sinirler aracılığıyla emir olarak bildirilir. Bu olağanüstü işlemler, saniyenin yüzde biri kadar bile sürmeyen bir zaman dilimi içinde gerçekleşir. Biz de, içimizde gerçekleşen bu mucizenin hiç farkında olmadan rahatlıkla yürür, koşar, en zor sporları yaparız. Oysa bu işlerin tek bir anı için vücudumuzda gerçekleştirilen hesaplamaları kağıda döksek, binlerce sayfa yazmamız gerekecektir.
Bugün bilim adamları yaptıkları yoğun çalışmalar sonunda insan gibi iki ayağı üstünde dik olarak yürüyebilen merdiven çıkabilen robotlar yapmayı başardı. Ama bizler bu robotlarla kıyas kabul edemeyecek kadar büyük bir hareket kapasitesine sahibiz. Yapımları için onlarca mühendisin yıllarca çalıştığı, uğruna yüz milyonlarca dolar harcanarak yapılan bu robotlar düştükleri yerden kalkamıyorlar. Oysa 2 yaşındaki bir bebek bile kendisinde var olan mükemmel koordinasyon ve denge sistemi sayesinde kendisini toparlayıp ayağa kalkabilir. Çünkü insan bu robotlardan farklı olarak mükemmel bir denge ve koordinasyon sistemine sahip olarak yaratılmıştır.
Hareket için gerekli olan kemiklerin kasların birbirleriyle ve vücuttaki diğer yapılarla uyumlu çalışması koordinasyon olarak adlandırılır. Vücudumuzda gözlerden, iç kulaktaki denge mekanizmasından, kaslardan, eklemlerden ve deriden gelen bilgileri değerlendirerek düzenleyen mükemmel bir sistem vardır. Bu sistem her saniye milyarlarca bilgiyi işler, değerlendirir ve bunlara göre yeni kararlar verilir.
Tüm bunlar tek bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır: Yürümek için gerekli sistem tesadüfen oluşamaz. İnsan mükemmel bir kemik yapısına ve kusursuz bir iskelete sahiptir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu yapı sayesinde rahatlıkla yürüyebilir, hareket edebilir, koşabilir, istediği hareketi yapabilir. Şüphesiz bilim adamları ve mühendisler, tüm bunları bilim için uzun deneyimler ve uzun zamanlar sonunda tasarlayabilmişlerdir. Peki öyleyse bundan milyonlarca yıl önce hiçbir bilim adamı ya da mühendis yokken böyle mükemmel bir sistem nasıl ortaya çıkmıştır?
Şöyle bir düşünelim:
Hareket sistemimizin tamamı var olsa; ancak taşıyıcı sistemimizdeki kemiklerin boyları, ağırlıkları, esneklikleri ya da sağlamlıklarında en ufak bir farklılık olsaydı yürüyemez dahası hareket bile edemezdik.
Hareket sistemimizin tamamı var olsa; omurgamızın darbeleri emme özelliği olmasaydı yürüyemez dahası hareket bile hareket edemezdik.
Hareket sistemimizin tamamı var olsa; ama omurgamız S şeklindeki özel kıvrıma sahip olmasaydı yürüyemez ve bugünkü gibi hareket edemezdik. Hareket sistemimizin tamamı var olsa; ama eklemlerimizdeki yağlayıcı sistem olmasaydı yürüyemez ve kolumuzu hareket ettiremezdik.
Ayak tabanlarımızdaki özel kıvrımlar olmasaydı, ayaklarımız vücudumuzu taşıyamaz, dik olarak ayakta kalamazdık.
Kasların kemiklere olan bağlantısı daha sıkı veya daha zayıf olsaydı tek adım bile atamazdık.
Diz kapağımız diz eklemine daha yakın olsaydı aşınır giderdi.
Uyluk kemiği leğen kemiğine farklı bir açı ile bağlansaydı asla dik olarak yürüyemezdik...
Tüm bunlar insanın aklına şöyle bir soru getiriyor: Mükemmel bir mekanizma gibi işleyen bedenimiz nasıl var olmuştur? Akıl ve vicdan sahibi bir insan için, bu vücudun "yaratılmış" olduğunu anlayıp hissetmek zor değildir kuşkusuz. Bu vücudun tesadüfler sonucu var olduğunu öne süren evrimcilerin iddiası son derece gülünçtür. Çünkü, evrimciler, tesadüflerin birbiri üzerine eklenerek bir organizma var ettiğini öne sürerler. Oysa insan vücudu, ancak tüm organları birden var olduğunda çalışabilir. Böbreksiz, kalpsiz, bağırsaksız bir insan yaşayamaz. Bu organlar var olsa bile eğer görevlerini tam yerine getirmiyorlarsa yine insanın yaşamını sürdürmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla, insan vücudu, yaşayabilmek ve neslini sürdürebilmek için, bir bütün olarak eksiksiz bir biçimde var olmuş olmalıdır. İnsan vücudunun, "bir anda, tümüyle eksiksiz bir biçimde var olması"nın diğer bir söyleniş tarzı da "yaratılmış olması"dır. Yüce Allah Kuran’ da insanın yaratılışını şöyle açıklamıştır:
“Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir; benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde inşa etme konusunda.” (Vakıa Suresi 57–61)(makale harun yahya)
İnsan vücudunu gelişmiş bir bilgisayara benzetebiliriz. İçinde son derece karmaşık devreler barındıran bir bilgisayar. Eğer bu devreyi oluşturan elemanlardan bir teki eksik olsaydı ya da yanlış kullanılsaydı bilgisayar çalışmazdı. İnsanın yürüyüşü ve hareket sisteminde bu bilgisayardaki tek bir devre gibidir. Tek başına bu devreyi incelememiz bile insan vücudunun ne kadar büyük bir mucize olduğunu anlamak için yeterlidir.
Yürümek, daha çok küçük yaşlardan itibaren, hepimizin hiç zorlanmadan yaptığı bir eylemdir. İnsanın hayatta ilk öğrendiği şeylerden biri yürümektir. Yürümeye başlamadan önce hiçbir zaman kendimize "acaba adımımı hangi açıyla atmalıyım", "şöyle basarsam dengemi kaybeder miyim", "şu engeli aşmak için ayağımı ne kadar yukarı kaldırmalıyım", "çok kaldırırsam düşer miyim" gibi sorular sormamışızdır. Yürümek bizim için her zaman çok basit bir işlem olmuştur.
Yürümenin ilk şartı vücudu taşıyan özel bir sistemin var olmasıdır. Vücudumuzdaki taşıyıcı sistem diğer organları taşıyabildiği gibi ekstra yükleri ve zorlanmaları da kaldırabilir: Örneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. İskelet sisteminin vücudumuzdaki temel özelliklerine kısaca göz atalım:
Kemiklerin ana görevi vücudu taşımaktır. İnsan vücudunun ağırlığının yaklaşık %20'sini kemikler oluşturur. Yani 16 kilogram ağırlığında kemik, 80 kilo ağırlığında bir insan bedenini taşır. Atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Peki, bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir? Sorunun cevabı kemiklerin eşsiz tasarımında gizlidir.
İnsanoğlunun kullandığı en sağlam ve kullanışlı malzemelerden biri çeliktir. Çünkü çelik hem sağlam, hem de esnek bir maddedir. Ancak kemikler katı çelikten daha sağlamdır. Üstelik kemik, çelikten 10 kat daha esnektir. Kemikler hafiflik bakımından da çelikten daha üstündür. Çelik insan iskeletine kıyasla 3 kat daha ağırdır.
Kemiklerin iç yapısı, insanların binalarda ve köprülerde kullandığı kafes yapı sistemine benzer. Kemiklerin içindeki sistem, insanların geliştirdiğinden çok daha üstün ve karmaşıktır. Bu yapı kemiklerin, hem son derece sağlam, hem de çok hafif olmasını sağlar. Kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, kemikler taşıyabileceğimizden ağır olurdu. Tek bir adım atmak için çok büyük kuvvet ve enerji harcamak zorunda kalırdık. Üstelik içi dolu olan kemikler daha sert ve kırılgan hale gelirdi. Atılan ilk adımda ya da sıçramada hemen çatlar veya kırılırlardı.
Ağır Yük Taşıyan Omurga
İnsanın rahat hareket edip yürüyebilmesini sağlayan bir başka yapı omurgadır. Omurga, "omur" denilen 33 tane küçük yuvarlak kemiğin birbirlerinin üzerine dizilmesiyle oluşur. Bu kemiklerin içine de omurilik isimli çok önemli bir sinirsel iletişim ağı döşenmiştir.
İskelet sistemimizde vücudun üst kısmının ağırlığını omurga taşır. Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren omurlar birbirlerine sürtünecek şekilde hareket ederler. Bu durumda omurların zaman içinde aşınarak yapılarının bozulması beklenebilirdi. Ancak hiçbir zaman böyle olmaz. Omurların arasına yerleştirilmiş olan kıkırdak yapılı diskler otomobil tekerleklerindeki yükü emen amortisörler gibi çalışarak aşınmayı engellerler.
Omurganın S şeklinde kıvrımlı yapısı, üzerindeki yükün eşit dağıtılmasını sağlar. Yürümek için attığınız her adımda, vücut ağırlığınız nedeniyle yerden vücudunuza doğru bir tepki kuvveti gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan amortisörler ve kıvrımlı özel yapı olmasa, atılan her adımda, ortaya çıkan kuvvet direkt olarak kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi.
Eklemler Neden Yağlanmaya İhtiyaç Duymazlar?
Hareketli mekanik parçalar birbirine sürtündüklerinden zaman içinde aşınmaya uğrarlar. Bu nedenle basit bir kapı menteşesinden, motoruna kadar her hareketli mekanik sistemde yağlamaya ihtiyaç vardır. Ancak yağlama aşınmayı tam olarak engellemez, yalnızca geciktirir. Gerek yürürken gerekse başka hareketler yaparken vücudumuzdaki eklemler bir ömür boyunca hareket ederler. Buna rağmen hiçbir zaman yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Peki ama nasıl? Bilim adamları yaptıkları araştırmalarda, olayın hayranlık uyandıracak bir sistemle çözüldüğünü gördüler: Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştır ve bu tabakaların altında ağdalı ve kaygan bir sıvı bulunur. Kemik, eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı gözeneklerden dışarı fışkırır ve eklem yüzeyinin "yağ gibi" kaymasını sağlar.
Kemiklere Destek Veren Ayaklar
Yürüme esnasında en önemli görevi üstlenen bölüm ayaklardır. Ayak tabanındaki kavisli şekil vücut ağırlığına karşı, kemiklere destek verecek özelliğe sahiptir. Bu kavisten yoksun olan düz tabanlar bu yüzden yürüme zorluğu çekerler. Kemerli yapılar taşıyıcı sistemlere dayanıklı hale getirdiği için insanların yaptığı binalarda ve köprülerde de kullanılır.
Ayağa kalktığınızda ayaklarınızın üzerine uygulanan ağırlığın aynısı ellerinize uygulanmış olsaydı ne olurdu? Bunun için de elinizi masanın üzerine koyup sonra üzerine 70–80 kilo ağırlığında bir yük yerleştirdiğimizi varsayalım. Bu durumda çok kısa bir süre sonra dokularınız ezilir, damarlarınız patlar, hatta kemikleriniz etinizi parçalardı. Ancak bütün bir gün insan vücudunu taşıyan ayaklarda ne damarlar patlar, ne de dokular ezilir. Çünkü ayak özel olarak yük taşımak için tasarlanmış bir organdır. Ayak tabanı vücut ağılığının olumsuz etkisini yok eden yastığa benzer özel bir yapıya sahiptir. (Harun Yahya, İnsan Mucizesi)
Kaslardaki Mikroskobik Motorlar
Yapısı ne kadar mükemmel olursa olsun taşıyıcı sistemin varlığı yürümek için tek başına yeterli değildir. Taşıyıcı sistemi hareket ettirecek bir kas sisteminin varlığı şarttır. Vücudumuzdaki hareketleri sağlayan kaslar bünyelerinde milyarlarca küçük mikroskobik motor barındırırlar. Söz konusu motorlar "kas liflerimiz"dir. Vücudunuzda 6 milyardan fazla motor vardır. Bu küçük motorlar bize su içirir, araba kullandırır, yürütür, konuşturur, kalbimizi attırır, gözümüzü kırptırır, nefes aldırır, yemek yedirir, boynumuzu çevirmemizi sağlar
Yürürken 100 ' e yakın kas çalışır. Bu kadar çok kas çalışmasına karşın yürüme sırasında harcanan enerji oldukça düşüktür.
İnsanın yürüyebilmesi dahası hareket edebilmesi için kasların ve kemiklerin birbirine bağlanmasının da ayrı bir önemi vardır. Kaslar kemiklere özel bir yapı ile bağlanırlar. Eğer bu bağ şimdikinden daha gevşek olsaydı kemik kastan ayrılırdı. Daha sıkı olsaydı kaslar hareket edemezdi. Şüphesiz bu bağlayıcı dokunun yapısını belirleyen ne kemikler ne kaslar ne de bu dokuyu oluşturan hücrelerdir. Hücrenin de, dokunun da bir bilinci yoktur. Bu bilgilerin herhangi bir şekilde hücreye yerleştirilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla hücrelere bilgileri yerleştiren, nasıl davranmaları gerektiğini öğreten, kısacası onları yöneten bir güç vardır. Bu, Allah ' ın benzeri olmayan yaratmasının bir örneğidir.
Vücuttaki Hassas Denge Mekanizması
Yürüyebilmenin dahası hareket edebilmenin olmazsa olmaz şartlarından biri de dengedir. Ne kadar mükemmel bir kas ve iskelet sisteminiz olsa da, bu sistem olmadan dengenizi sağlayamazsanız. Tüm bedenimizi her saniye sürekli olarak kontrol eden ve ayarlar yapabilen denge sistemimizin önemli bir parçası iç kulakta yer alır.
Bu son derece küçük ve karmaşık bir sistemdir. Sistem 6,5 mm çapında içi özel bir sıvı ile dolu kanallar ve bu kanallarda algılayıcı olarak çalışan tüycüklü hücrelerden oluşur. Biz başımızı sağa sola çevirdiğimizde, yürüdüğümüzde ya da herhangi bir hareket yaptığımızda, bu yarım dairelerin içindeki sıvı hareket eder ve tüycükleri titreştirir. Tüycüklerdeki bu titreşim, aynı salyangozda olduğu gibi tüycüklerin bağlı olduğu hücrelerin iyon dengesini değiştirir ve elektrik sinyali üretir. İç kulaktaki labirentte üretilen bu elektrik sinyalleri, labirentten çıkan sinirler aracılığıyla beynimizin arka tarafındaki "beyincik" denen organa iletilir. Beyincik, iç kulaktaki labirentten gelen bu bilgileri her an yorumlar. Ancak dengeyi sağlamak için başka bilgilere de ihtiyaç vardır. Bu nedenle beyincik, gözlerden ve vücudun dört bir yanındaki kaslardan da devamlı olarak bilgi alır. Tüm bu bilgileri müthiş bir hızla analiz eder ve vücudun yerçekimine göre konumunu hesaplar. Bundan sonra ise, bu hesaplamaya dayanarak, kasların nasıl bir hareket yapmaları gerektiğini belirler. Ortaya çıkan sonuç, kaslara yine sinirler aracılığıyla emir olarak bildirilir. Bu olağanüstü işlemler, saniyenin yüzde biri kadar bile sürmeyen bir zaman dilimi içinde gerçekleşir. Biz de, içimizde gerçekleşen bu mucizenin hiç farkında olmadan rahatlıkla yürür, koşar, en zor sporları yaparız. Oysa bu işlerin tek bir anı için vücudumuzda gerçekleştirilen hesaplamaları kağıda döksek, binlerce sayfa yazmamız gerekecektir.
Bugün bilim adamları yaptıkları yoğun çalışmalar sonunda insan gibi iki ayağı üstünde dik olarak yürüyebilen merdiven çıkabilen robotlar yapmayı başardı. Ama bizler bu robotlarla kıyas kabul edemeyecek kadar büyük bir hareket kapasitesine sahibiz. Yapımları için onlarca mühendisin yıllarca çalıştığı, uğruna yüz milyonlarca dolar harcanarak yapılan bu robotlar düştükleri yerden kalkamıyorlar. Oysa 2 yaşındaki bir bebek bile kendisinde var olan mükemmel koordinasyon ve denge sistemi sayesinde kendisini toparlayıp ayağa kalkabilir. Çünkü insan bu robotlardan farklı olarak mükemmel bir denge ve koordinasyon sistemine sahip olarak yaratılmıştır.
Hareket için gerekli olan kemiklerin kasların birbirleriyle ve vücuttaki diğer yapılarla uyumlu çalışması koordinasyon olarak adlandırılır. Vücudumuzda gözlerden, iç kulaktaki denge mekanizmasından, kaslardan, eklemlerden ve deriden gelen bilgileri değerlendirerek düzenleyen mükemmel bir sistem vardır. Bu sistem her saniye milyarlarca bilgiyi işler, değerlendirir ve bunlara göre yeni kararlar verilir.
Tüm bunlar tek bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır: Yürümek için gerekli sistem tesadüfen oluşamaz. İnsan mükemmel bir kemik yapısına ve kusursuz bir iskelete sahiptir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu yapı sayesinde rahatlıkla yürüyebilir, hareket edebilir, koşabilir, istediği hareketi yapabilir. Şüphesiz bilim adamları ve mühendisler, tüm bunları bilim için uzun deneyimler ve uzun zamanlar sonunda tasarlayabilmişlerdir. Peki öyleyse bundan milyonlarca yıl önce hiçbir bilim adamı ya da mühendis yokken böyle mükemmel bir sistem nasıl ortaya çıkmıştır?
Şöyle bir düşünelim:
Hareket sistemimizin tamamı var olsa; ancak taşıyıcı sistemimizdeki kemiklerin boyları, ağırlıkları, esneklikleri ya da sağlamlıklarında en ufak bir farklılık olsaydı yürüyemez dahası hareket bile edemezdik.
Hareket sistemimizin tamamı var olsa; omurgamızın darbeleri emme özelliği olmasaydı yürüyemez dahası hareket bile hareket edemezdik.
Hareket sistemimizin tamamı var olsa; ama omurgamız S şeklindeki özel kıvrıma sahip olmasaydı yürüyemez ve bugünkü gibi hareket edemezdik. Hareket sistemimizin tamamı var olsa; ama eklemlerimizdeki yağlayıcı sistem olmasaydı yürüyemez ve kolumuzu hareket ettiremezdik.
Ayak tabanlarımızdaki özel kıvrımlar olmasaydı, ayaklarımız vücudumuzu taşıyamaz, dik olarak ayakta kalamazdık.
Kasların kemiklere olan bağlantısı daha sıkı veya daha zayıf olsaydı tek adım bile atamazdık.
Diz kapağımız diz eklemine daha yakın olsaydı aşınır giderdi.
Uyluk kemiği leğen kemiğine farklı bir açı ile bağlansaydı asla dik olarak yürüyemezdik...
Tüm bunlar insanın aklına şöyle bir soru getiriyor: Mükemmel bir mekanizma gibi işleyen bedenimiz nasıl var olmuştur? Akıl ve vicdan sahibi bir insan için, bu vücudun "yaratılmış" olduğunu anlayıp hissetmek zor değildir kuşkusuz. Bu vücudun tesadüfler sonucu var olduğunu öne süren evrimcilerin iddiası son derece gülünçtür. Çünkü, evrimciler, tesadüflerin birbiri üzerine eklenerek bir organizma var ettiğini öne sürerler. Oysa insan vücudu, ancak tüm organları birden var olduğunda çalışabilir. Böbreksiz, kalpsiz, bağırsaksız bir insan yaşayamaz. Bu organlar var olsa bile eğer görevlerini tam yerine getirmiyorlarsa yine insanın yaşamını sürdürmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla, insan vücudu, yaşayabilmek ve neslini sürdürebilmek için, bir bütün olarak eksiksiz bir biçimde var olmuş olmalıdır. İnsan vücudunun, "bir anda, tümüyle eksiksiz bir biçimde var olması"nın diğer bir söyleniş tarzı da "yaratılmış olması"dır. Yüce Allah Kuran’ da insanın yaratılışını şöyle açıklamıştır:
“Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir; benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde inşa etme konusunda.” (Vakıa Suresi 57–61)(makale harun yahya)
Son düzenleme: