Yük Almak mı Yük Olmak mı ?
Çevrenizde vardır...
...yoo... çevreye kadar çıkıp uzaklaşmaya gerek yok... ailenizde vardır...
...yine yooo...
aileye kadar çıkıp uzaklaşmaya gerek yok... kendi iç aleminizde vardır...
...saçınızı süpürge ediyorsunuzdur birilerine... ev halkına... eşinize... çocuklarınıza... anne/babanıza... kardeşlerinize... teyzenize... amcanıza... arkadaşlarınıza... komşunuza... iş arkadaşlarınıza... elemanınıza... patronunuza... hatta yoldan geçen insana bile...
...ahhh bir de insanları memnun edebilseniz!
Hem saçını süpürge et... hem de memnun edeme kimseyi... gel de çıldırma...!
...
Mesleğim gereği, kendisini sürekli birilerine "kullandırdığını" düşünen insanlarla çalışıyorum. (Bu kullanılma kavramını başka bir yazıda ayrıca inceleyeceğiz.) Yani bu insanlara terapötik anlamda destek olmaya çalışıyorum. Terapiler sürüyor... sürüyor... sürüyor... sonra?
...sonra başlıyorlar bazı gerçekleri görmeye!
Hangi gerçekleri mi?
Yaslanın geriye sevgili okurlar...
Bugün biraz sarsılacaksınız... ama bu sarsıntı eminim ki hepinizin işine yarayacak...!
...
"Ben severlik" ya da "Özseverlik" dediğimiz bir kavram vardır psikolojide. Her normal insanda olması gereken, hayatın olmazsa olmaz cinsinden duygularından birisini temsil eder.
Her insan önce kendisini sevmelidir. Kendinden yola çıkarak, yaşam yolculuğunu yapmalıdır. Kendini severlik, öz severlik duygusunun yerine oturması son derece önemlidir sevgili okurlar...
Kendi değerini, kendine ispat edememekten kaynaklanan bir durum vardır psikolojide... kişi bensever yanını, özsever yanını göremiyordur... ben sever yanı gelişmemiştir... bencil olmamak adına, kendini düşünen, sadece kendisini düşünen kişi olmamak adına, kendini sevmesi gereken yanlarını bir kenarda bırakmıştır.
Terapilerde yakalanan, psikoterapi veya analiz içinde yakalanan bu durum, kişinin özsever kimliğini bulmasına yardımcı olur.
Çünkü kişi, kendi değerini, kendine ispat edememiştir. Kendi değerinin olduğu duygusunu, önce kendisine ispat etmek için uğraşır hayatı boyunca... koşturur... didinir... yırtınır... saçını süpürge eder... aslında kendi değerini, kendine ispat etmek için uğraşıp durur da haberi bile yoktur...
Kendimizi sevmek bir anlamda kendimizle barışık olmaktır. Hepimiz kendimiz kadarız sevgili okurlar... ne eksik ne de fazla... sadece kendimiz kadarız...
Her yere yetemeyiz... her şeyi biz düzeltemeyiz... her zaman biz iyi olamayız... her zaman biz anlayamayız... her zaman biz veremeyiz... her zaman biz koşturamayız...
...çünkü sadece kendimiz kadarız... gücümüz neye yetiyorsa onu yapacak kadarız... daha fazlasını değil...
Daha fazlası için uğraşanlar, uğraşıp dururlar ama... ahhh bir de ne için uğraşıp durduklarını bir bilseler... saçlarını süpürge ederler ama... ahh bir de neyi süpürdüklerini bir anlasalar...!
Süpürülen biziz aslında... kendimiz... benliğimiz... kendimizle barışma halimiz...!
Oysa ki kendimizle barışık olduğumuz oranda, dünyaya açarız kendimizi... kendimize bile yardım edemiyorsak, başkalarına nasıl yardım edeceğiz...?
Ancak nesnel yardımlarla kendimizi yatıştırmaya çalışırız o kadar. Kendimizi yatıştırmak diyorum, halk arasında "kendimizi kandırmak" da diyebiliriz bu duruma...
Ne kadar çok koşturursak o kadar sevgiyi hak ettiğimize inanırız. Ne kadar çok kalkındırırsak başkalarını, o oranda kendimizi kalkındırmış oluruz...
Yani en saçımızı süpürge ettiğimiz anlarımızda bile, son kertede aslında "Kendi narsizmimiz için" bir şeyler yapmış oluruz... kendi öz severliğimizi kendimize ispat etmek için koşturmuş oluruz...
Halbuki... her yerde olmaya çalıştığımız gibi, kendi ilişki alış-verişlerimizde bile "adaletli" olmayı öğrenmeliyiz sevgili dostlar...
İletişim kurduğumuz insanlara fazla veriyor, onlardan az alıyorsak, ilk adaletsizliği önce "kendi"mize yapmış oluruz. Alırken adaletli olmak kadar, verirken de adaletle vermeliyiz...
Karşı tarafa yük olmadan vermeliyiz... çünkü fazla vermek, fazla iyilik yapmak, karşımızdakine verilen bir "yük"tür. Yük olmayacak kadar verici olmayı öğrenmek gerek...
Peygamberimizin şu sözü aklıma gelince (yukarıdaki bilgiler ışığında) cidden tüylerim ürperiyor benim... insanın bilinçaltı dünyasının derinliklerinden çıkmış ve insana bu kadar uygun diğer sözlerden etkilendiğim gibi bir garip hissediyorum kendimi...
"Size kötülük edene, siz iyilikle cevap verin..."
Önceleri bu sözü okuduğumda saçma geliyordu... "ohhh ne iyi... adam benim gözümü oysun... ben ona iyilik yapayım... ne güzel...!" diyordum...
Terapötik eğitimle ve insan psikolojisinin derinlikleriyle buluşunca, bu cümlenin muhteşem bir tespit olduğuna inanmaya başladım...
İlk olarak, kötülük edene iyilikle cevap vermek; karşımızdaki insanın öfke duygularını doğrudan harekete geçirmeyeceği için, ondan gelecek olan yeni kötülüklerden bizi uzak tutacaktır. Çünkü insan karşısındakine onun gibi kötülük yapmak istediğinde, önce kendisine zarar verir... önce kendisi yıpranır... önce kendisinin adrenalini yükselir... tüm bunlar bir araya gelince önce kendisinin fiziksel ve ruhsal bünyesi hasar alır...
Oysaki iyilikle cevap verdiğinde, kendisini, kendi benliğini kışkırtacak bir oluşuma meydan vermemiş olur. Ve en önce kendi ruhsal bünyesini korumuş olur...
İkinci ve daha da önemlisi; iyilik yapmak, karşımızdakine "yük yüklemek"tir. Bir insana verilecek en güzel ceza (-ki ceza kelimesi, Arapçada "karşılık" anlamında kullanılmaktadır), onu ciddi bir yük altında bırakmaktır. Karşı karşıya kaldığı yükle ne yapacağına kendisi karar verir... bu yükü nereye koyacağını bile bilemez... taşımak zorunda kalır... çünkü bırakamaz bir yere...
Aslına bakarsanız, bir insana verilecek en güzel ceza (hele de psikolojik süreçleri önemsiyorsak), bize kötülük yapana, iyilikle karşılık vermektir...
...
Bu yazıları yazarken kimseye iyilik yapmıyorum ben
Sakın merak etmeyin... içinizi ferah tutun...
...en çok kendim için yazıyorum...
Akşamları eve yorgun argın geldiğimde, bilgisayarın başına oturup, tuşlara hiç bakmadan, sadece ekrana bakarak, aklımdan geçenlerin, ekranda kelimelere döküldüğünü gördükten sonra uyumak hoşuma gidiyor...
Kişinin sevdiği iş, kendi terapisi halini alır... yazı yazmayı seviyorum ben... ve kendime terapi uygulamış oluyorum...
Sevgiyle kalın...
-Mehtap Kayaoğlu-
Çevrenizde vardır...
...yoo... çevreye kadar çıkıp uzaklaşmaya gerek yok... ailenizde vardır...
...yine yooo...
...saçınızı süpürge ediyorsunuzdur birilerine... ev halkına... eşinize... çocuklarınıza... anne/babanıza... kardeşlerinize... teyzenize... amcanıza... arkadaşlarınıza... komşunuza... iş arkadaşlarınıza... elemanınıza... patronunuza... hatta yoldan geçen insana bile...
...ahhh bir de insanları memnun edebilseniz!
Hem saçını süpürge et... hem de memnun edeme kimseyi... gel de çıldırma...!
...
Mesleğim gereği, kendisini sürekli birilerine "kullandırdığını" düşünen insanlarla çalışıyorum. (Bu kullanılma kavramını başka bir yazıda ayrıca inceleyeceğiz.) Yani bu insanlara terapötik anlamda destek olmaya çalışıyorum. Terapiler sürüyor... sürüyor... sürüyor... sonra?
...sonra başlıyorlar bazı gerçekleri görmeye!
Hangi gerçekleri mi?
Yaslanın geriye sevgili okurlar...
Bugün biraz sarsılacaksınız... ama bu sarsıntı eminim ki hepinizin işine yarayacak...!
...
"Ben severlik" ya da "Özseverlik" dediğimiz bir kavram vardır psikolojide. Her normal insanda olması gereken, hayatın olmazsa olmaz cinsinden duygularından birisini temsil eder.
Her insan önce kendisini sevmelidir. Kendinden yola çıkarak, yaşam yolculuğunu yapmalıdır. Kendini severlik, öz severlik duygusunun yerine oturması son derece önemlidir sevgili okurlar...
Kendi değerini, kendine ispat edememekten kaynaklanan bir durum vardır psikolojide... kişi bensever yanını, özsever yanını göremiyordur... ben sever yanı gelişmemiştir... bencil olmamak adına, kendini düşünen, sadece kendisini düşünen kişi olmamak adına, kendini sevmesi gereken yanlarını bir kenarda bırakmıştır.
Terapilerde yakalanan, psikoterapi veya analiz içinde yakalanan bu durum, kişinin özsever kimliğini bulmasına yardımcı olur.
Çünkü kişi, kendi değerini, kendine ispat edememiştir. Kendi değerinin olduğu duygusunu, önce kendisine ispat etmek için uğraşır hayatı boyunca... koşturur... didinir... yırtınır... saçını süpürge eder... aslında kendi değerini, kendine ispat etmek için uğraşıp durur da haberi bile yoktur...
Kendimizi sevmek bir anlamda kendimizle barışık olmaktır. Hepimiz kendimiz kadarız sevgili okurlar... ne eksik ne de fazla... sadece kendimiz kadarız...
Her yere yetemeyiz... her şeyi biz düzeltemeyiz... her zaman biz iyi olamayız... her zaman biz anlayamayız... her zaman biz veremeyiz... her zaman biz koşturamayız...
...çünkü sadece kendimiz kadarız... gücümüz neye yetiyorsa onu yapacak kadarız... daha fazlasını değil...
Daha fazlası için uğraşanlar, uğraşıp dururlar ama... ahhh bir de ne için uğraşıp durduklarını bir bilseler... saçlarını süpürge ederler ama... ahh bir de neyi süpürdüklerini bir anlasalar...!
Süpürülen biziz aslında... kendimiz... benliğimiz... kendimizle barışma halimiz...!
Oysa ki kendimizle barışık olduğumuz oranda, dünyaya açarız kendimizi... kendimize bile yardım edemiyorsak, başkalarına nasıl yardım edeceğiz...?
Ancak nesnel yardımlarla kendimizi yatıştırmaya çalışırız o kadar. Kendimizi yatıştırmak diyorum, halk arasında "kendimizi kandırmak" da diyebiliriz bu duruma...
Ne kadar çok koşturursak o kadar sevgiyi hak ettiğimize inanırız. Ne kadar çok kalkındırırsak başkalarını, o oranda kendimizi kalkındırmış oluruz...
Yani en saçımızı süpürge ettiğimiz anlarımızda bile, son kertede aslında "Kendi narsizmimiz için" bir şeyler yapmış oluruz... kendi öz severliğimizi kendimize ispat etmek için koşturmuş oluruz...
Halbuki... her yerde olmaya çalıştığımız gibi, kendi ilişki alış-verişlerimizde bile "adaletli" olmayı öğrenmeliyiz sevgili dostlar...
İletişim kurduğumuz insanlara fazla veriyor, onlardan az alıyorsak, ilk adaletsizliği önce "kendi"mize yapmış oluruz. Alırken adaletli olmak kadar, verirken de adaletle vermeliyiz...
Karşı tarafa yük olmadan vermeliyiz... çünkü fazla vermek, fazla iyilik yapmak, karşımızdakine verilen bir "yük"tür. Yük olmayacak kadar verici olmayı öğrenmek gerek...
Peygamberimizin şu sözü aklıma gelince (yukarıdaki bilgiler ışığında) cidden tüylerim ürperiyor benim... insanın bilinçaltı dünyasının derinliklerinden çıkmış ve insana bu kadar uygun diğer sözlerden etkilendiğim gibi bir garip hissediyorum kendimi...
"Size kötülük edene, siz iyilikle cevap verin..."
Önceleri bu sözü okuduğumda saçma geliyordu... "ohhh ne iyi... adam benim gözümü oysun... ben ona iyilik yapayım... ne güzel...!" diyordum...
Terapötik eğitimle ve insan psikolojisinin derinlikleriyle buluşunca, bu cümlenin muhteşem bir tespit olduğuna inanmaya başladım...
İlk olarak, kötülük edene iyilikle cevap vermek; karşımızdaki insanın öfke duygularını doğrudan harekete geçirmeyeceği için, ondan gelecek olan yeni kötülüklerden bizi uzak tutacaktır. Çünkü insan karşısındakine onun gibi kötülük yapmak istediğinde, önce kendisine zarar verir... önce kendisi yıpranır... önce kendisinin adrenalini yükselir... tüm bunlar bir araya gelince önce kendisinin fiziksel ve ruhsal bünyesi hasar alır...
Oysaki iyilikle cevap verdiğinde, kendisini, kendi benliğini kışkırtacak bir oluşuma meydan vermemiş olur. Ve en önce kendi ruhsal bünyesini korumuş olur...
İkinci ve daha da önemlisi; iyilik yapmak, karşımızdakine "yük yüklemek"tir. Bir insana verilecek en güzel ceza (-ki ceza kelimesi, Arapçada "karşılık" anlamında kullanılmaktadır), onu ciddi bir yük altında bırakmaktır. Karşı karşıya kaldığı yükle ne yapacağına kendisi karar verir... bu yükü nereye koyacağını bile bilemez... taşımak zorunda kalır... çünkü bırakamaz bir yere...
Aslına bakarsanız, bir insana verilecek en güzel ceza (hele de psikolojik süreçleri önemsiyorsak), bize kötülük yapana, iyilikle karşılık vermektir...
...
Bu yazıları yazarken kimseye iyilik yapmıyorum ben
Sakın merak etmeyin... içinizi ferah tutun...
...en çok kendim için yazıyorum...
Akşamları eve yorgun argın geldiğimde, bilgisayarın başına oturup, tuşlara hiç bakmadan, sadece ekrana bakarak, aklımdan geçenlerin, ekranda kelimelere döküldüğünü gördükten sonra uyumak hoşuma gidiyor...
Kişinin sevdiği iş, kendi terapisi halini alır... yazı yazmayı seviyorum ben... ve kendime terapi uygulamış oluyorum...
Sevgiyle kalın...
-Mehtap Kayaoğlu-