ol dümdüz gitmez.
Dostlarımız hep dost ve düşmanlarımız hep düşman değildir.
Bir bakarız daha önce sevmediğimiz biriyle yakın oluvermişiz. Ya da yakın olduğumuz birine kırılmış
darılmışız.
Bir gün yüz yüze bakacağız.
O gün utanmamak için
bakabilmek için gözlerimizin ta içine
yan yana olabilmek için; kızdığımızda
darıldığımızda ne yapmalıyız?
Sonuçta biz inanmada birleşenleriz. Sevgide birleşenleriz.
Allah Rasulü inanan her insana dosttu. Yollar tıkandığında
yolu O’nun duruşuyla açmaya muhtacız. Ve O ne yaptı
bakmaya...
O yalnızca Allah için kızdı
Allah için düşman oldu. O’na kızanlar da bâtıl ilâhları ve saplantıları uğruna kızdılar.
Peki O
düşmanlarına nasıl davrandı?
O’ndan öğrenmeye
O’ndan duymaya ihtiyacımız var. O’nunla yürümeye bu çetin yolda…
Kalplerin kapıları açılır O’nunla
Zor günler... Müslümanlar muhasara altında.
Siz misiniz günah işleyen
atalarının ilâhlarına dil uzatanlar? Güya tanrı adına ceza veriyorlar.
Zor günler.
Bazen yiyecek bir şey bulamayıp yaprak yer müslümanlar
bazen kuru bir deri parçasını ateşte yumuşatarak yemeye çalışırlardı.
Ama geçti gitti.
Kuru yerde de olsa uykular bitiyor. Kuş tüyü yataklarda da olsa bitiyor.
Rüyaların ya hafifliği ya da ağırlığı kalıyor geriye.
Ve bir gün Kureyş susuz kalıyor. Peygamber s.a.v.’e geliyor:
“Ya Muhammed! Kavmin helak oluyor. Kavminin kurtulması için Allah’a yalvar.”
O kavim değil miydi Peygamber s.a.v. ve bağlılarını helake uğratmaya çalışan?
Onlar değil miydi bir lokma ekmeğe
bir yudum suya muhtaç eden?
Şimdi birden suyun sahibini mi hatırladılar?
Ne oldu
ne olacak?
Peygamber s.a.v. intikam peşinde değildir.
Kollarını kaldırarak dua eder. Allah Tealâ bu duasını kabul eder. Damlalar iner Mekke üstüne.
* * *
Uhud Savaşı sırasında düşmanlar Hz. Peygamber s.a.v.’in üzerine taş yağdırmış
dişini kırmış
alnından yaralamışlardı. Fakat Allah Rasulü s.a.v. ellerini kaldırır dua eder.
Dua eder ki Allah gazap etmesin. Dua eder ki O
rahmet peygamberidir. Dua eder ki O
“Rahmetim gazabımı geçti.” diyen Rabbin sözcüsü
halifesidir.
Ve “gönderilen gönderenin kadrincedir”
O’na merhamet yakışır:
“Ey Rabbim! Kavmimi hidayet et. Çünkü hakikati bilmiyorlar.”
* * *
Bir şehir bu kadar üzülür mü
bu kadar utanır sıkılır mı hiç?
Toprağında Allah’ın Rasulü s.a.v. taşlanmış.
Yaralanmış. Üzülmüş. Kovulmuş şehirden.
Taif üzgün.
Lakin toprağın sesinden
hayatın ve kendi gönlünün sesinden uzak insan nasıl duysun şehrinin sessiz gözyaşlarını? Semada yankılanır:
– İstersen şu dağı üzerlerine yıkayım!
– Hayır Rabbim
istemem. Belki onların soyundan sana ibadet edecek çocuklar doğar.
On iki sene geçmiştir bu hadisenin üzerinden ve Taifliler hâlâ aynı inattadır. İslâm ordusu üzerine mancınıkla ateşler atmıştır. Arkadaşları Peygamber s.a.v.’den Taiflilere lânet okumasını ister. Allah Rasulü s.a.v. ellerini kaldırır ve dua buyurur:
– Allahım
Taif’i doğru yola ilet ve bize kat.
Duaları ses verdi. Ve Taif heyeti Medine’ye gelerek İslâm üzre biat ettiler.
* * *
Dua gönülden gönle varan yolu açandır. İlk adımdır o bilinen ve görünenin ötesinde.
Allah Rasulü s.a.v. Mekke’nin
Taif’in kapılarını kılıçla değil duayla açtı. Zira o şehrin duvarları değil gönlü teslim oldu.
Kılıca teslim olmaz gönüller.
Sahibine teslim olur ancak yollar açılırsa.
Vefa benden bana
Übey oğlu Abdullah münafıkların başıydı.
İslâm’a fenalık etmek
müslümanların arasına fitne sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Savaşlarda adamlarıyla meydanı terk ederek mücahitlerin moralini bozmaya çalışırdı. Temiz ve pak Hz. Aişe’ye dil uzatmaya kadar her türlü fenalığı yapıyordu.
Allah Rasulü s.a.v. ise affederdi. Zira O büyük düşünüyordu. Af ve merhamet
dua ve vefa illâ ki karşılık bulurdu.
O insandan bulmasa
onların çocuklarından bulurdu. Ve nice çocuklardan...
Übey oğlu Abdullah öldüğünde Allah Rasulü s.a.v. kendi gömleğini gönderdi. Ona sararak gömsünler diye. Şaşırdı müslümanlar. Allah Rasulü s.a.v. anlattı:
– O
amcam Abbas’a gömleğini vermişti.
Hz. Abbas r.a. Bedir esirleri arasındaydı. Esirler bitap vaziyetteydiler
elbiseleri parçalanmıştı. Kendileri de zor durumda olmalarına rağmen sahabiler neleri varsa esirlerle paylaştılar
esirleri giydirdiler. Ancak Abbas r.a. uzun boylu olduğu için ona elbise ayarlayamamışlardı. Ona Übey oğlu Abdullah elbise göndermişti.
Allah Rasulü s.a.v. Bedir gününde amcasına yapmış olduğu iyiliği unutmadı.
Bir münafığa karşı duyulsa da vefa
duyanı yüceltir.
Kadirşinaslık bizi büyütür.
Bu hadiseleri izleyen gelecek nesilleri büyütür
doğrultur.
Adalet
zor zamanda
Hayber Kalesi fethedilmişti. Toprakları İslâm mücahitleri arasında paylaştırıldı. Fakat yine o toprakları Yahudiler işleyecek
müslümanlara vergi ödeyeceklerdi.
Mahsul zamanında Abdullah bin Süheyl r.a. yeğeni Muhayyise r.a. ile vergileri almaya Hayber havalisine gittiler. Yahudiler tuzak kurarak Abdullah bin Süheyl r.a.’ı öldürdüler. Ve cesedi bir çukura attılar.
Muhayyısa r.a. Medine’ye dönerek amcasının Yahudiler tarafından öldürüldüğünü söyledi. Rasul-i Ekrem s.a.v. sordu:
– Amcanı yahudilerin öldürdüğüne yemin eder misin?
Muhayyise r.a. yemin veremedi:
– Hayır
çünkü amcamı yahudilerin öldürdüğünü gözümle görmedim.
Rasul-i Ekrem s.a.v. buyurdu:
– O halde yahudiler yemin etsinler.
Yahudiler yalan yere yemin edebilirdi. Fakat adaleti ve doğruluğu Peygamber s.a.v.’den öğrenmiş bir müslüman ise asla…
Olayı gören hiç kimse olmadığı için Rasul-i Ekrem s.a.v. yahudilere ceza vermedi. Oysa o yerlerde onlardan başkası yaşamıyordu. Ve yahudilerin hilekârlığı olsun
İslâm düşmanlığı olsun gayet iyi biliniyordu.
Vazife başında öldürüldüğü için de İslâm memurunun ailesine diyet ödendi.
Allah Rasulü s.a.v. adaleti en zor zamanda en büyük düşmanlarına karşı uyguluyordu.
O eskidendi
sen yenileyensin
Her kabile gelerek biat ediyor
gönlüne teslim oluyordu. Fakat yalancı Müseyleme’yi yetiştiren Hanifeoğulları müslümanlara karşı çıkmaya yeltendiler.
Onların reisi Üsal oğlu Sümame müslümanlar tarafından yakalandı.Rasul-i Ekrem s.a.v. mescide gelince Sümame’yi gördü ve sordu:
– Benden ne bekliyorsun?
Sümame konuştu:
– Muhammed! Beni öldürecek olursan
evet
ölümü hak etmiş bir adamı öldürmüş olursun. Fakat affedecek olursan beni ağır bir sıkıntıya sokarsın. Fidye istiyorsan vermeye hazırım.
Allah Rasulü s.a.v. biraz düşündü. Ertesi gün ve üçüncü gün yine aynı soruyu sordu Sümame’ye. Ve aynı cevabı aldı. Bunun üzerine Sümame’nin serbest bırakılmasını söyledi.
Sümame
Efendimiz s.a.v.’e şöyle dedi:
– Ey Muhammed! Şu dünyada en nefret ettiğim insan sendin. Bugün ise en sevdiğim insansın sen.
Eskiden en hoşlanmadığım din senin dinindi. Şimdiyse canımdan fazla sevdiğim din senin dinin.
Eskiden hiç görmek istemediğim şehir bu şehirdi. Bugün kendisinden hiç ayrılmak istemediğim şehir bu şehir.
* * *
Hiç kimse sevilmedi O’nun kadar.
O’na duyulan öfke de canına kastettirecek kadar büyüktü
derindi.
O
ölçüyü koydu ve O’nunla ölçüsünü buldu duygular.
Kalplerimiz kimi sevecek
kime öfke duyacak bildi.
Nasıl sevecek
nasıl öfke duyacak bildi.
Yoksa biz şaşıranlardandık.
Bugün gönüller gittikçe birbirinden uzaklaşıyorsa
biz kendi gönlümüzden uzaklaştığımız içindir.
Düşmanlarının gönlünü kazanan bir Peygamberin ümmeti dostlarını kazanamıyorsa
Peygamberinden uzak kaldığı içindi
Dostlarımız hep dost ve düşmanlarımız hep düşman değildir.
Bir bakarız daha önce sevmediğimiz biriyle yakın oluvermişiz. Ya da yakın olduğumuz birine kırılmış
Bir gün yüz yüze bakacağız.
O gün utanmamak için
Sonuçta biz inanmada birleşenleriz. Sevgide birleşenleriz.
Allah Rasulü inanan her insana dosttu. Yollar tıkandığında
O yalnızca Allah için kızdı
Peki O
O’ndan öğrenmeye
Kalplerin kapıları açılır O’nunla
Zor günler... Müslümanlar muhasara altında.
Siz misiniz günah işleyen
Zor günler.
Bazen yiyecek bir şey bulamayıp yaprak yer müslümanlar
Ama geçti gitti.
Kuru yerde de olsa uykular bitiyor. Kuş tüyü yataklarda da olsa bitiyor.
Rüyaların ya hafifliği ya da ağırlığı kalıyor geriye.
Ve bir gün Kureyş susuz kalıyor. Peygamber s.a.v.’e geliyor:
“Ya Muhammed! Kavmin helak oluyor. Kavminin kurtulması için Allah’a yalvar.”
O kavim değil miydi Peygamber s.a.v. ve bağlılarını helake uğratmaya çalışan?
Onlar değil miydi bir lokma ekmeğe
Şimdi birden suyun sahibini mi hatırladılar?
Ne oldu
Peygamber s.a.v. intikam peşinde değildir.
Kollarını kaldırarak dua eder. Allah Tealâ bu duasını kabul eder. Damlalar iner Mekke üstüne.
* * *
Uhud Savaşı sırasında düşmanlar Hz. Peygamber s.a.v.’in üzerine taş yağdırmış
Dua eder ki Allah gazap etmesin. Dua eder ki O
Ve “gönderilen gönderenin kadrincedir”
O’na merhamet yakışır:
“Ey Rabbim! Kavmimi hidayet et. Çünkü hakikati bilmiyorlar.”
* * *
Bir şehir bu kadar üzülür mü
Toprağında Allah’ın Rasulü s.a.v. taşlanmış.
Yaralanmış. Üzülmüş. Kovulmuş şehirden.
Taif üzgün.
Lakin toprağın sesinden
– İstersen şu dağı üzerlerine yıkayım!
– Hayır Rabbim
On iki sene geçmiştir bu hadisenin üzerinden ve Taifliler hâlâ aynı inattadır. İslâm ordusu üzerine mancınıkla ateşler atmıştır. Arkadaşları Peygamber s.a.v.’den Taiflilere lânet okumasını ister. Allah Rasulü s.a.v. ellerini kaldırır ve dua buyurur:
– Allahım
Duaları ses verdi. Ve Taif heyeti Medine’ye gelerek İslâm üzre biat ettiler.
* * *
Dua gönülden gönle varan yolu açandır. İlk adımdır o bilinen ve görünenin ötesinde.
Allah Rasulü s.a.v. Mekke’nin
Kılıca teslim olmaz gönüller.
Sahibine teslim olur ancak yollar açılırsa.
Vefa benden bana
Übey oğlu Abdullah münafıkların başıydı.
İslâm’a fenalık etmek
Allah Rasulü s.a.v. ise affederdi. Zira O büyük düşünüyordu. Af ve merhamet
O insandan bulmasa
Übey oğlu Abdullah öldüğünde Allah Rasulü s.a.v. kendi gömleğini gönderdi. Ona sararak gömsünler diye. Şaşırdı müslümanlar. Allah Rasulü s.a.v. anlattı:
– O
Hz. Abbas r.a. Bedir esirleri arasındaydı. Esirler bitap vaziyetteydiler
Allah Rasulü s.a.v. Bedir gününde amcasına yapmış olduğu iyiliği unutmadı.
Bir münafığa karşı duyulsa da vefa
Kadirşinaslık bizi büyütür.
Bu hadiseleri izleyen gelecek nesilleri büyütür
Adalet
Hayber Kalesi fethedilmişti. Toprakları İslâm mücahitleri arasında paylaştırıldı. Fakat yine o toprakları Yahudiler işleyecek
Mahsul zamanında Abdullah bin Süheyl r.a. yeğeni Muhayyise r.a. ile vergileri almaya Hayber havalisine gittiler. Yahudiler tuzak kurarak Abdullah bin Süheyl r.a.’ı öldürdüler. Ve cesedi bir çukura attılar.
Muhayyısa r.a. Medine’ye dönerek amcasının Yahudiler tarafından öldürüldüğünü söyledi. Rasul-i Ekrem s.a.v. sordu:
– Amcanı yahudilerin öldürdüğüne yemin eder misin?
Muhayyise r.a. yemin veremedi:
– Hayır
Rasul-i Ekrem s.a.v. buyurdu:
– O halde yahudiler yemin etsinler.
Yahudiler yalan yere yemin edebilirdi. Fakat adaleti ve doğruluğu Peygamber s.a.v.’den öğrenmiş bir müslüman ise asla…
Olayı gören hiç kimse olmadığı için Rasul-i Ekrem s.a.v. yahudilere ceza vermedi. Oysa o yerlerde onlardan başkası yaşamıyordu. Ve yahudilerin hilekârlığı olsun
Vazife başında öldürüldüğü için de İslâm memurunun ailesine diyet ödendi.
Allah Rasulü s.a.v. adaleti en zor zamanda en büyük düşmanlarına karşı uyguluyordu.
O eskidendi
Her kabile gelerek biat ediyor
Onların reisi Üsal oğlu Sümame müslümanlar tarafından yakalandı.Rasul-i Ekrem s.a.v. mescide gelince Sümame’yi gördü ve sordu:
– Benden ne bekliyorsun?
Sümame konuştu:
– Muhammed! Beni öldürecek olursan
Allah Rasulü s.a.v. biraz düşündü. Ertesi gün ve üçüncü gün yine aynı soruyu sordu Sümame’ye. Ve aynı cevabı aldı. Bunun üzerine Sümame’nin serbest bırakılmasını söyledi.
Sümame
– Ey Muhammed! Şu dünyada en nefret ettiğim insan sendin. Bugün ise en sevdiğim insansın sen.
Eskiden en hoşlanmadığım din senin dinindi. Şimdiyse canımdan fazla sevdiğim din senin dinin.
Eskiden hiç görmek istemediğim şehir bu şehirdi. Bugün kendisinden hiç ayrılmak istemediğim şehir bu şehir.
* * *
Hiç kimse sevilmedi O’nun kadar.
O’na duyulan öfke de canına kastettirecek kadar büyüktü
O
Kalplerimiz kimi sevecek
Nasıl sevecek
Yoksa biz şaşıranlardandık.
Bugün gönüller gittikçe birbirinden uzaklaşıyorsa
Düşmanlarının gönlünü kazanan bir Peygamberin ümmeti dostlarını kazanamıyorsa