AySe^^
Bayan Üye
En kötüsü ne biliyor musun? Bulup bulup yitirmek.. hiç meyus bir aslan yüzüyle karşılaştın mı? Ya da
pençesini avının sırtına atmak üzereyken onu kaçıran bir kaplanın düştüğü hayal yıkıntısıyla?.. Bir şey
olmamış gibi geri dönerler ve burunlarının ucuna konmak üzere olan bir sineği şöyle bir silkelenerek
kovalarlar. Sanırsın ki o sırada dünyada yapılabilecek en önemli iş odur: o sinek oradan kovulunca bu
dünyada başarılması gereken iş tamamlanmıştır ve gerisi boştur.. sırt üstü yatıp gerneşebilirsin..
---
İşte hayatın devam ettiğini düşünüyorum. Önümde kat edilecek daha çok mesafe var. Onu ele geçirdiğimi
sandığım her seferinde elimden kayıp gitmesine ne anlam vermeli-yim? Bir anlamı bulunmalı bunun. Yoksa
filozofumuz mu haklı: eğer bir şey sürekli yineleniyorsa o şey abese dönüşür. Bu bir ceza hükmüdür. Sanırım
filozofumuz tezini inşa ettiği temel kaziyeyi bu fikirden almış: Dosto da bir katili bile titretecek cezanın ona
yaptığı hizmetin faydasızlığını ve anlamsızlığını bildirmektir diyordu. Benim üstünde yürüdüğüm arayış
sonuçsuz olabilir ama asla onun faydasız ve anlamsız bir iş olduğunu düşünmüyorum. Düşünmedim.
Ben hiç kilerlere sandık odalarına o işe yaramayan karanlık bölmeçlerin çukurlarına kapatılarak
cezalandırılmadım. Çocukluğumdan bahsediyorum. Ama aramızda bu tür cezalara reva görülen
arkadaşlarımızın olduğunu biliyor(d)um. Yüzü sapsarıydı. Elleri de titriyordu sanırım. Ne olduğunu sormadım
ona. Sorsam gücenebilirdi. Ama sormayınca kendiliğinden anlatırdı. İzzeti nefsiyle oynanmamalıydı. Bir süre
konuşmadan dut ağacının altındaki tümsekte çöküp kaldık. Sonra ağır ağır başladı anlatmaya: "Gece beni
kilere kilitlediler. Ben orda bir defasında bir lağım faresi görmüştüm. Kocaman. Kedimiz bile korkmuştu o koca
kara kazuletten. Kapıyı yumrukladım. Babam müsaade etmiyordu ordan çıkmama. Neden sonra annem
karnımı doyurmaya dürüm getirdi. Ama beni salıvermeyi göze alamadı. Orada uyuyakalırsam o kazuletin beni
kemireceğini düşünerek acı çekiyordum. Öylece uyumuşum. Oradan hiç çıkartılmayacağımı düşünüyordum."
Umutsuz bekleyişin ne büyük ceza olduğunu daha ceza üzerine hiç fikrim yokken bile kavramıştım. Kapatılmış
olmak bir başına esaslı bir cezadır. Bunun ömür boyu oluşu aynı cezayı katmerli hale getirir. Fare tarafından
ısırılma kemirilme korkusu falan.. onlar ceza değildir onlar işkence kapsamına girer.
Kapatılmışlığın ne olduğunu iyi kavramak gerekiyor. Kapatılmışlık yalnızca etrafı dört duvarla kapatılmış olmak
demek değildir. Kapatılmış olmak oradan bir çıkış deliği bulunmamak demektir. Kişinin o mekânı öyle farz
etmesi yeterlidir o kadar. Kapalı yerde kalma korkusu olan biri her yanı açık sanılan bir köprünün üstünde bile
kendini kapatılmış olarak duyumsayabilir.
Avcının -insan avcı veya avcı hayvan- avını her defasında elinden kaçırışı ona kapatılmışlık yasaklı olma
duygusunu vermez: o avını sürgit yakalayamasa bile avcı daima umuduyla birlikte yoluna devam eder. Elinin
boşa gelişi avcıyı mutlak meyusluğa sevk etmez. Öyle olsa zaten avlanma güdüsünü yitirir. O zaman
burnunun ucundaki sineği bile kovmaya mecal bulamaz kendinde.
Ben o yitiğimin ardından koşarken onu arama çabamı sürdürürken hiç umutsuzluk yaşamadım. Bu boşa
çıkmış teşebbüsü de arayışın ve sonunda tecelli edecek başarının dolayısıyla sürecin bir evresi olarak
gördüm. Elden kaçırma veya yitirme hayır kapatılmış olmakla eşanlamlı değildir.
pençesini avının sırtına atmak üzereyken onu kaçıran bir kaplanın düştüğü hayal yıkıntısıyla?.. Bir şey
olmamış gibi geri dönerler ve burunlarının ucuna konmak üzere olan bir sineği şöyle bir silkelenerek
kovalarlar. Sanırsın ki o sırada dünyada yapılabilecek en önemli iş odur: o sinek oradan kovulunca bu
dünyada başarılması gereken iş tamamlanmıştır ve gerisi boştur.. sırt üstü yatıp gerneşebilirsin..
---
İşte hayatın devam ettiğini düşünüyorum. Önümde kat edilecek daha çok mesafe var. Onu ele geçirdiğimi
sandığım her seferinde elimden kayıp gitmesine ne anlam vermeli-yim? Bir anlamı bulunmalı bunun. Yoksa
filozofumuz mu haklı: eğer bir şey sürekli yineleniyorsa o şey abese dönüşür. Bu bir ceza hükmüdür. Sanırım
filozofumuz tezini inşa ettiği temel kaziyeyi bu fikirden almış: Dosto da bir katili bile titretecek cezanın ona
yaptığı hizmetin faydasızlığını ve anlamsızlığını bildirmektir diyordu. Benim üstünde yürüdüğüm arayış
sonuçsuz olabilir ama asla onun faydasız ve anlamsız bir iş olduğunu düşünmüyorum. Düşünmedim.
Ben hiç kilerlere sandık odalarına o işe yaramayan karanlık bölmeçlerin çukurlarına kapatılarak
cezalandırılmadım. Çocukluğumdan bahsediyorum. Ama aramızda bu tür cezalara reva görülen
arkadaşlarımızın olduğunu biliyor(d)um. Yüzü sapsarıydı. Elleri de titriyordu sanırım. Ne olduğunu sormadım
ona. Sorsam gücenebilirdi. Ama sormayınca kendiliğinden anlatırdı. İzzeti nefsiyle oynanmamalıydı. Bir süre
konuşmadan dut ağacının altındaki tümsekte çöküp kaldık. Sonra ağır ağır başladı anlatmaya: "Gece beni
kilere kilitlediler. Ben orda bir defasında bir lağım faresi görmüştüm. Kocaman. Kedimiz bile korkmuştu o koca
kara kazuletten. Kapıyı yumrukladım. Babam müsaade etmiyordu ordan çıkmama. Neden sonra annem
karnımı doyurmaya dürüm getirdi. Ama beni salıvermeyi göze alamadı. Orada uyuyakalırsam o kazuletin beni
kemireceğini düşünerek acı çekiyordum. Öylece uyumuşum. Oradan hiç çıkartılmayacağımı düşünüyordum."
Umutsuz bekleyişin ne büyük ceza olduğunu daha ceza üzerine hiç fikrim yokken bile kavramıştım. Kapatılmış
olmak bir başına esaslı bir cezadır. Bunun ömür boyu oluşu aynı cezayı katmerli hale getirir. Fare tarafından
ısırılma kemirilme korkusu falan.. onlar ceza değildir onlar işkence kapsamına girer.
Kapatılmışlığın ne olduğunu iyi kavramak gerekiyor. Kapatılmışlık yalnızca etrafı dört duvarla kapatılmış olmak
demek değildir. Kapatılmış olmak oradan bir çıkış deliği bulunmamak demektir. Kişinin o mekânı öyle farz
etmesi yeterlidir o kadar. Kapalı yerde kalma korkusu olan biri her yanı açık sanılan bir köprünün üstünde bile
kendini kapatılmış olarak duyumsayabilir.
Avcının -insan avcı veya avcı hayvan- avını her defasında elinden kaçırışı ona kapatılmışlık yasaklı olma
duygusunu vermez: o avını sürgit yakalayamasa bile avcı daima umuduyla birlikte yoluna devam eder. Elinin
boşa gelişi avcıyı mutlak meyusluğa sevk etmez. Öyle olsa zaten avlanma güdüsünü yitirir. O zaman
burnunun ucundaki sineği bile kovmaya mecal bulamaz kendinde.
Ben o yitiğimin ardından koşarken onu arama çabamı sürdürürken hiç umutsuzluk yaşamadım. Bu boşa
çıkmış teşebbüsü de arayışın ve sonunda tecelli edecek başarının dolayısıyla sürecin bir evresi olarak
gördüm. Elden kaçırma veya yitirme hayır kapatılmış olmakla eşanlamlı değildir.