Vivaldi
Kayıtlı Üye
Yine böyle bir yaz akşamıydı. Uzun uzun konuştuktan sonra karar vermiştim sana ve bize.Aklımda hiç yoktu oysaki sensiz geçebilecek saniyelerin ızdırap dolu ağlayışları. Olur tabiki dedim.O kadar güzel günler var ki dedim portakalın kabuğunu soymadan sırf vitamini kabuğunda diye yiyebilirim dedim.Kabuğunu soymadım büyü bozulmasın diye.Hep öyle bıraktım ama yemedimde.Sadece büyüsü bozulmasın diye uzaktan içimde bir ukde ile izledim.Küçükken sobalı evimizin salonunda soba üzerinde pişen patatesleri izleyip almaya, dokunmaya korktuğum, kıyamadığım gibi..
İnsanın gece rüyasında gördüğünü sabah uyandığında yanında bulması kadar güzel birşey var mı şu dünyada?
Bekliyordum.Uzun, çok uzun merdivenlerden apar topar inmeye çalışan ama ayağındaki topuklu ayakkabının esiri olmuş güzelliğinle senin için bekliyordum umuda bakan gözlerle.Sonra bir anda sendeleyip çimenlerin üzerine düşüyordum gözüm ay ışığının parıltısında.Ne gündemde ki keneler beni bu mutluluktan ırak tutuyor ne de sensiz geçebilme ihtimalini bildiğim o uzun gece.
Alıyordum seni yanıma, içimde şafağın bir daha doğmamasına ve bu güzelim gecenin bitmemesine dua eden bir masum çocuk tavrıyla.Evet o geceydi.Tam tamına bundan...Amaan boşversene ne kadar olduysa oldu.Yaşadıklarımın güzelliği ile bir ömür yetinirim ben.Zaten varsın 3 ay olsun varsın 3 yıl olsun.Ne farkederki zincirlere vurulmuş bir mirasın çocukları olarak sen ve ben vardık.Geleceğimiz hep birilerinin ellerinde olmasına inat seninle omuz omuza ilerledik, dikenli tellerin, kırılgan yüzlerin, umutsuz evlerin arasından.
Sen olmuştum bir anda. Kendimi hiç bu güzelim peri masalından uyanacak gibi hissetmemiştim.Belkide hiç alarm çalmayacaktı.Belki hiç yalnız kalmayacaktım.Bu bana o kadar güven veriyordu ki adeta sen ve ben dünyadan izole edilmiş bir karantina bölgesinde ölümü bekleyen iki hasta gibiydik.Öyle sarılmıştık ki birbirimize, ellerimiz diğerinin elindeki terden kaygan, yüzlerimiz diğerinin yüzündeki tebessümde aşikâr ve gözlerimiz diğerinin gözündeki umuttan muteber.Birbirine gemici düğümü ile bağlanmış iki sevda...İki hayal yuvası...
Derken bir kasvet çöküyordu dağların tepesine.Bir dolu, bir yağmur, bir kar derken donup kalıveriyorduk olduğumuz yerde.Öyle kuvvetliymişiz ki eridiğimizde yeniden yoğunlaşıp, lise yıllarında kimya derslerinde öğrendiğimiz o deney hede hödösü civa gibi inanılmaz birşey oluyorduk.Apolar mıdır yoksa polar mıdır bilinmez ama kovalent bağı ile sımsıkı bağlanıyorduk tekrar birbirimize ama asla bilmiyorduk bir tepkime ile tuz ve buza dönüşeceğimizi.
Belkide bir nohut tanesi gibi pamuk içinde çillendirmiştik sevdamızı.Sonrada toprağa karıştık.Toprakta dallandık..Budaklandık..Meyve verecek hale geliyorduk ama asla bilmiyorduk meyve veren ağacı taşlayacaklarını. Sonra gökten bir elma düşüyordu ama bu elmanın meyvemiz olduğunu bilmez gibi birbirimize bakıyorduk.Ama sen bilmiyordun her bakışımda tekrar sana aşık olduğumu.Hiç bilmiyordun ki.Bilsen zaten fenafillaha ermiş iki özdeyiş olurduk.Severek ölmek gibi.Susarak ağlamak gibi.Bilerek unutmak gibi.Görerek idrak edememek gibi.Ya da en kötüsü ölerek sevmek gibi..
Açıyordum dağ başında bir yerlerde telefonumdan o en sevdiğim şiiri.Yılmaz abi başlıyordu yine sana bakmanın güzelliklerini anlatmaya.Başlıyordu bir beyaz kağıda neler yazılıp çizileceğini zikretmeye.O söylüyor ben ağlıyordum.Erkekler ağlamazmış yalan.Onlar üzülmezmiş palavra..Benim hiç heybem olmadı.Ya da olsaydı içerisinde sana benzeyecek kadar güzel birşey olur muydu muallak; ama bildiğim tek bir şey ver ki sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeye inanmaktı..Mucize diyorum ya aldırma.Sen benim hayatımdaki tek mucizeydin ama gerçekleşen tek mucize.Uçmak isterdim evet uçsaydım mucize olurdu.Annemin ve babamın hiç üzülmesini istemezdim üzülmeseler mucize olurdu.Hiç iyileşmesi gereken bir yaram olmasın isterdim ya da hiç kanamamak olsa mucize olurdu.Yalnız seni görmek tanımak bilmek sevmek isterdim, bunları yapsam mucize olmazdı çünkü zaten sen mucizenin ta kendisiydin ve ben sana öyle derinden duygular besliyordum ki..Mucize sendin.Seni sevmekti...
Işıldayan güneşin etkisiyle gözler kamaşırmış.Ya da karanlık bir odada belli bir süre durup ışığa çıkınca göz bebekleri küçülür ve gözler kamaşırmış.Ben bunları göz kamaşması sanırdım ta ki bana yazdıklarını ve söylediklerini duyana kadar.Sadece kamaşan bir göz olsa inan belki aldırmazdım ama insanın tüm hayatı kamaşınca o zaman çok tez idrak ediyor durumun ciddiyetini..
Küçükken sümüklü sokak arkadaşlarımla oynadığım oyunlardaki masumluğu hatırladım seninle tanışınca.Masumluk nedir orda kaldı sanıyordum.Hiç bilemedim bu kadar masum olacağımı ya da bu kadar masum duygular besleyeceğimi. İnsan hiç çıkarsız, apansızca ve umudu cebine koyarak sevebiliyormuş öyle basit bir gecenin ardından.
Benzetme bulamadığım ve sana karşı olan bütün hislerim için bir betimleme yapmak istesem sanırım doğadaki bütün canlı cansız, acıtan güldüren, öldüren can veren nesneleri kullanmam gerekir.Aksi taktirde böyle bir betimleme yapılamaz.Sanki bütün kelimeleri kullansam yapabilirmişim gibi...Kendimi avutuyorum işte bilirsinya..
Seni özlüyorum kimseye belli etmeden.
Nerden baksan hasret kurusu, nerden baksan üveylik..
Sana soruyorum...Ne kadarını sustuk konuştuklarımızın? Paylaşılan bir yudum su ile bir kuru ekmekse evet yaptık ama asla susmayı beceremedik biz birbirimize.Yinede sevdik ya birbirimizi o kadar mutluyum ki bunu söyleyebildiğim için...Seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım.Hangi türküden bahsedilse bu çölde ben "şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor"da bahsedilen şair olurum..Ne kadar güzel değil mi? Belki ironik ya da biraz ütopik ama kesinlikle metaforik.. Beton yığınlarının arasında çürümeye mahkum olmuş iki çaresiz yürekken nasılda buluverdik birbirimizi..Nasılda seviverdik koşulsuz şartsız.Ne destanlar yazdık biz.Şimdi adın yadigâr T cetvelimde bir sembol.
Ne zaman ona baksam içim acıyor..
ve ben hâlâ belkide ilk günki gibi başım dönerek
seni
bu yeryüzünde hiçbir hacme sığmayacak bir sevgi ile
asla unutulmayacak bir umut ile
ve harcanması imkansız bir sadakat ile
çok
belkide imkansızın gölgesinde
mucizenin parıltısıyla
seviyorum...
Kırık dökük s/onsuz satırlar
İnsanın gece rüyasında gördüğünü sabah uyandığında yanında bulması kadar güzel birşey var mı şu dünyada?
Bekliyordum.Uzun, çok uzun merdivenlerden apar topar inmeye çalışan ama ayağındaki topuklu ayakkabının esiri olmuş güzelliğinle senin için bekliyordum umuda bakan gözlerle.Sonra bir anda sendeleyip çimenlerin üzerine düşüyordum gözüm ay ışığının parıltısında.Ne gündemde ki keneler beni bu mutluluktan ırak tutuyor ne de sensiz geçebilme ihtimalini bildiğim o uzun gece.
Alıyordum seni yanıma, içimde şafağın bir daha doğmamasına ve bu güzelim gecenin bitmemesine dua eden bir masum çocuk tavrıyla.Evet o geceydi.Tam tamına bundan...Amaan boşversene ne kadar olduysa oldu.Yaşadıklarımın güzelliği ile bir ömür yetinirim ben.Zaten varsın 3 ay olsun varsın 3 yıl olsun.Ne farkederki zincirlere vurulmuş bir mirasın çocukları olarak sen ve ben vardık.Geleceğimiz hep birilerinin ellerinde olmasına inat seninle omuz omuza ilerledik, dikenli tellerin, kırılgan yüzlerin, umutsuz evlerin arasından.
Sen olmuştum bir anda. Kendimi hiç bu güzelim peri masalından uyanacak gibi hissetmemiştim.Belkide hiç alarm çalmayacaktı.Belki hiç yalnız kalmayacaktım.Bu bana o kadar güven veriyordu ki adeta sen ve ben dünyadan izole edilmiş bir karantina bölgesinde ölümü bekleyen iki hasta gibiydik.Öyle sarılmıştık ki birbirimize, ellerimiz diğerinin elindeki terden kaygan, yüzlerimiz diğerinin yüzündeki tebessümde aşikâr ve gözlerimiz diğerinin gözündeki umuttan muteber.Birbirine gemici düğümü ile bağlanmış iki sevda...İki hayal yuvası...
Derken bir kasvet çöküyordu dağların tepesine.Bir dolu, bir yağmur, bir kar derken donup kalıveriyorduk olduğumuz yerde.Öyle kuvvetliymişiz ki eridiğimizde yeniden yoğunlaşıp, lise yıllarında kimya derslerinde öğrendiğimiz o deney hede hödösü civa gibi inanılmaz birşey oluyorduk.Apolar mıdır yoksa polar mıdır bilinmez ama kovalent bağı ile sımsıkı bağlanıyorduk tekrar birbirimize ama asla bilmiyorduk bir tepkime ile tuz ve buza dönüşeceğimizi.
Belkide bir nohut tanesi gibi pamuk içinde çillendirmiştik sevdamızı.Sonrada toprağa karıştık.Toprakta dallandık..Budaklandık..Meyve verecek hale geliyorduk ama asla bilmiyorduk meyve veren ağacı taşlayacaklarını. Sonra gökten bir elma düşüyordu ama bu elmanın meyvemiz olduğunu bilmez gibi birbirimize bakıyorduk.Ama sen bilmiyordun her bakışımda tekrar sana aşık olduğumu.Hiç bilmiyordun ki.Bilsen zaten fenafillaha ermiş iki özdeyiş olurduk.Severek ölmek gibi.Susarak ağlamak gibi.Bilerek unutmak gibi.Görerek idrak edememek gibi.Ya da en kötüsü ölerek sevmek gibi..
Açıyordum dağ başında bir yerlerde telefonumdan o en sevdiğim şiiri.Yılmaz abi başlıyordu yine sana bakmanın güzelliklerini anlatmaya.Başlıyordu bir beyaz kağıda neler yazılıp çizileceğini zikretmeye.O söylüyor ben ağlıyordum.Erkekler ağlamazmış yalan.Onlar üzülmezmiş palavra..Benim hiç heybem olmadı.Ya da olsaydı içerisinde sana benzeyecek kadar güzel birşey olur muydu muallak; ama bildiğim tek bir şey ver ki sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeye inanmaktı..Mucize diyorum ya aldırma.Sen benim hayatımdaki tek mucizeydin ama gerçekleşen tek mucize.Uçmak isterdim evet uçsaydım mucize olurdu.Annemin ve babamın hiç üzülmesini istemezdim üzülmeseler mucize olurdu.Hiç iyileşmesi gereken bir yaram olmasın isterdim ya da hiç kanamamak olsa mucize olurdu.Yalnız seni görmek tanımak bilmek sevmek isterdim, bunları yapsam mucize olmazdı çünkü zaten sen mucizenin ta kendisiydin ve ben sana öyle derinden duygular besliyordum ki..Mucize sendin.Seni sevmekti...
Işıldayan güneşin etkisiyle gözler kamaşırmış.Ya da karanlık bir odada belli bir süre durup ışığa çıkınca göz bebekleri küçülür ve gözler kamaşırmış.Ben bunları göz kamaşması sanırdım ta ki bana yazdıklarını ve söylediklerini duyana kadar.Sadece kamaşan bir göz olsa inan belki aldırmazdım ama insanın tüm hayatı kamaşınca o zaman çok tez idrak ediyor durumun ciddiyetini..
Küçükken sümüklü sokak arkadaşlarımla oynadığım oyunlardaki masumluğu hatırladım seninle tanışınca.Masumluk nedir orda kaldı sanıyordum.Hiç bilemedim bu kadar masum olacağımı ya da bu kadar masum duygular besleyeceğimi. İnsan hiç çıkarsız, apansızca ve umudu cebine koyarak sevebiliyormuş öyle basit bir gecenin ardından.
Benzetme bulamadığım ve sana karşı olan bütün hislerim için bir betimleme yapmak istesem sanırım doğadaki bütün canlı cansız, acıtan güldüren, öldüren can veren nesneleri kullanmam gerekir.Aksi taktirde böyle bir betimleme yapılamaz.Sanki bütün kelimeleri kullansam yapabilirmişim gibi...Kendimi avutuyorum işte bilirsinya..
Seni özlüyorum kimseye belli etmeden.
Nerden baksan hasret kurusu, nerden baksan üveylik..
Sana soruyorum...Ne kadarını sustuk konuştuklarımızın? Paylaşılan bir yudum su ile bir kuru ekmekse evet yaptık ama asla susmayı beceremedik biz birbirimize.Yinede sevdik ya birbirimizi o kadar mutluyum ki bunu söyleyebildiğim için...Seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım.Hangi türküden bahsedilse bu çölde ben "şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor"da bahsedilen şair olurum..Ne kadar güzel değil mi? Belki ironik ya da biraz ütopik ama kesinlikle metaforik.. Beton yığınlarının arasında çürümeye mahkum olmuş iki çaresiz yürekken nasılda buluverdik birbirimizi..Nasılda seviverdik koşulsuz şartsız.Ne destanlar yazdık biz.Şimdi adın yadigâr T cetvelimde bir sembol.
Ne zaman ona baksam içim acıyor..
ve ben hâlâ belkide ilk günki gibi başım dönerek
seni
bu yeryüzünde hiçbir hacme sığmayacak bir sevgi ile
asla unutulmayacak bir umut ile
ve harcanması imkansız bir sadakat ile
çok
belkide imkansızın gölgesinde
mucizenin parıltısıyla
seviyorum...
Kırık dökük s/onsuz satırlar