LaNéDLy qHz
Bayan Üye
Ya Rab!
Ölüm gecelerine ‘seb-i arüs’ (asikin masukuna kavustugu gece, vuslat gecesi) dedikleri Mevlana’lar misali ölümü bize senin de sevgilin olan sevgililerimize kavusma vesilesi kil.
Ve ey ölüm!
Öyle yasayayim ki seni sevenleri, geldiginde bana beni alnimdan sehadetle öpesin!
Ölüm! Ön cephesi vahset arka cephesi rahmet olan kelime..
Bizi korkutan ölüm müdür sizce?
“Eger Imam-i Rabbani Ahmed-i Faruki bugün Hindistan’da hayattadir deseler ve bir davet de olsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gidecegim.” der. Bediüzzaman Hazretleri (rh).
Ve bugün bize deseler ki “Hz. Yüsuf (as) Misir’a geldi!” Hangi birimiz merak edip de gidip görmek istemeyiz ki, içi güzel disi güzel Hz. Yüsuf’u?! Ve yine dense ki; “Bu yil hac mevsiminde iki cihanin günesi Hz. Muhammed (asm) dünya cesediyle dahi gelip ümmetiyle birlikte hac yapacak!” Heyecan ötesi bir heyecan ile imkansizlikta imkani olusturup ne yapar ne eder katilmak istemez miyiz?! Peki kabrin öbür tarafinda milyonlar Yusuflar ve Ahmed Faruklar ile bekliyorken Resülullah Efendimiz (asm) bizi, ölümün siyah peçesini aralamaktaki cesaretsizligimizin nedir sebebi?
Ahiret alemine iman eden her bir akla malümdur ki ölüm; hayat vazifesinden bir terhis, dünya imtihanindaki ubüdiyetten bir paydos, öteki aleme gitmis ahbap ve akrabalara kavusmaya bir vesile, hakiki vatana ve ebedi saadete girmeye bir vasita, sikintili dünya hayatindan cennet bahçelerine bir davettir.
“De ki: Elbette sizin kendisinden kaçtiginiz ölüm, süphesiz sizinle karsilasip bulusacaktir.
Sonra gaybi da müsahede edilebileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz;
O da size yaptiklarinizi haber verecektir.”
(Cuma,
Resülullah (sav) söyle buyurdular:
«Sizden hiç kimse, maruz kaldigi bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse, bari söyle söylesin: Rabbim, hakkimda hayat hayirli ise yasat, ölüm hayirli ise canimi al!»
Ölüm ki; müstak oldugumuz ölümsüzlüge açilan bir kapiyken bizi korkutan elbette günahlarimizdan baskasi degildir. Güzelleri en güzele kavusturan ölüm, güzeldir.
Zira Rahmet ve saadetin mukaddemesi olan ölüm bütün nimetlerin baslangicidir. Öyleyse kendisi de nimetin ta kendisidir. Sair de ne güzel ifade etmistir. “Hiç güzel olmasaydi, ölür müydü peygamber?”
“Allah’tan hayirli uzun ömür isteyiniz!” buyurur Efendimiz (asm). Lakin dünya lezzetlerinden daha çok istifade etmek, çoluk çocugunun mürüvvetini görmek, dünyevi is ve planlari mükemmellestirmek için degildir bu talep. Ölümün istenmeyisinde tek makul sebep vardir. O da Allah’in rizasina vesile olacak daha çok amel yapabilmek ve ölüme hazirlanabilmek adinadir.
Yoksa iman nüruyla ebediyete öyle bir vuslat arzusu hasil olmali ki ruhlarimizda, ömrün geçip tükenmesiyle esef almak surada dursun, Niyazi-i Misri’den mülhem bir eda ile; “Bina-yi ömrümün bir tasi daha düstü, rühumun hasretiyle kavruldugu vatan-i aslime biraz daha yaklastim” misralarini ruhlarimiz terennüm edebilmelidir.
ÖLÜMÜN SIYAH PEÇESINI ARALAYABILMEK..
Yaratilmislar harabiyete mahkumdur. Günes batar, çiçekler solar, zamanin geçmesiyle saniyeler, dakikalar ölür. Lezzetler gibi musibetler de fanidir. Her dakika binler hücresi ölen beden-i insani gün gelir kendisi de ölür. Dünya da içindekiler gibi gün gelecek harap olacaktir. Tevessu’ (büyüme gelisme) kanununa dahil olan her sey ölüme mahküm oldugu içindir ki; küçük kainat olan insanin ölmesi gibi sürekli büyümekte olan su koca kainat da gün gelecek ölecektir.
Ölümden kurtulusu yoktur cisimlerimizin. Allah’in bekasindan beka verdigi ruhlarimizdir geriye kalan. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin yakaladigi “El mevtü hakkun” tefekkürünü keske yapabilsek her an. “Benden öncekiler öldü, ben de ölecegim, hemasirlarim da ölecek, ölüp gidenlerin ardinda kalan eserleri de, dünya da, kainat da ölecek.” Ve simdi dünya sahnesinin oyunculari olan insanlar elli sene sonrasinin iskeletleri degil midir? Evet su an yasayan, nefes alan, konusan, kosusturan, gülen, eglenen, yazan ve okuyan bizler.. elli sene sonrasinin ehl-i kubüru degil miyiz!? Ve su fani dünyada bildigimiz belki de en kat’i hakikat her sey ya cennet ya cehennemde açmak üzere ölecektir.
Ölümün getirdigi firkat azabiyla müteessir olan kalplerimize ise Allah (cc) ne büyük mütesellidir. Ölüm öldürülmüyor. Lakin öleni tekrar diriltecek olan var! Öyleyse “Madem O (cc) var her sey var.”
Ölümü ümit ile yeis arasinda sik tefekkür etmek ve dünyadaki bu en büyük ve kaçinilmaz gerçegi güzel bir hazirlik içinde sevebilmektir marifet. Her mü’min onun karanlik, siyah ve çirkin peçesini cesurca aralayabilmelidir. Ve o peçenin altinda fevkalade güzel nurani sima ile karsilasilacak ve ölüm gelmeden ölüm özlenecektir. Öbür alemde olan sevgililer ise ölümü bize özlemek için zaten kafi birer sebeptirler.
“Ehl-i iman için ölüm, rahmet kapisidir. Ehl-i dalalet için, zulümat-i ebedi kuyusudur.”
Ya Rab! Ölüm gecelerine «seb-i arüs” (asikin masukuna kavustugu gece, vuslat gecesi) dedikleri Mevlana’lar misali ölümü bize senin de sevgilin olan sevgililerimize kavusma vesilesi kil.
Ve ey ölüm! Öyle yasayayim ki seni sevenleri, geldiginde bana beni alnimdan sehadetle öpesin!
Nasihat istersen ölüm yeter, evet ölümü düsünen
hubb-u dünyadan kurtulur ve ahiretine ciddi çalisir..
Bediüzzaman Said Nursi (rh)
Bugünü düsünürüm, dün geçti yarin var mi?
gençligime de güvenmem, ölen hep ihtiyar mi?
Ölüm gecelerine ‘seb-i arüs’ (asikin masukuna kavustugu gece, vuslat gecesi) dedikleri Mevlana’lar misali ölümü bize senin de sevgilin olan sevgililerimize kavusma vesilesi kil.
Ve ey ölüm!
Öyle yasayayim ki seni sevenleri, geldiginde bana beni alnimdan sehadetle öpesin!
Ölüm! Ön cephesi vahset arka cephesi rahmet olan kelime..
Bizi korkutan ölüm müdür sizce?
“Eger Imam-i Rabbani Ahmed-i Faruki bugün Hindistan’da hayattadir deseler ve bir davet de olsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gidecegim.” der. Bediüzzaman Hazretleri (rh).
Ve bugün bize deseler ki “Hz. Yüsuf (as) Misir’a geldi!” Hangi birimiz merak edip de gidip görmek istemeyiz ki, içi güzel disi güzel Hz. Yüsuf’u?! Ve yine dense ki; “Bu yil hac mevsiminde iki cihanin günesi Hz. Muhammed (asm) dünya cesediyle dahi gelip ümmetiyle birlikte hac yapacak!” Heyecan ötesi bir heyecan ile imkansizlikta imkani olusturup ne yapar ne eder katilmak istemez miyiz?! Peki kabrin öbür tarafinda milyonlar Yusuflar ve Ahmed Faruklar ile bekliyorken Resülullah Efendimiz (asm) bizi, ölümün siyah peçesini aralamaktaki cesaretsizligimizin nedir sebebi?
Ahiret alemine iman eden her bir akla malümdur ki ölüm; hayat vazifesinden bir terhis, dünya imtihanindaki ubüdiyetten bir paydos, öteki aleme gitmis ahbap ve akrabalara kavusmaya bir vesile, hakiki vatana ve ebedi saadete girmeye bir vasita, sikintili dünya hayatindan cennet bahçelerine bir davettir.
“De ki: Elbette sizin kendisinden kaçtiginiz ölüm, süphesiz sizinle karsilasip bulusacaktir.
Sonra gaybi da müsahede edilebileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz;
O da size yaptiklarinizi haber verecektir.”
(Cuma,
Resülullah (sav) söyle buyurdular:
«Sizden hiç kimse, maruz kaldigi bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse, bari söyle söylesin: Rabbim, hakkimda hayat hayirli ise yasat, ölüm hayirli ise canimi al!»
Ölüm ki; müstak oldugumuz ölümsüzlüge açilan bir kapiyken bizi korkutan elbette günahlarimizdan baskasi degildir. Güzelleri en güzele kavusturan ölüm, güzeldir.
Zira Rahmet ve saadetin mukaddemesi olan ölüm bütün nimetlerin baslangicidir. Öyleyse kendisi de nimetin ta kendisidir. Sair de ne güzel ifade etmistir. “Hiç güzel olmasaydi, ölür müydü peygamber?”
“Allah’tan hayirli uzun ömür isteyiniz!” buyurur Efendimiz (asm). Lakin dünya lezzetlerinden daha çok istifade etmek, çoluk çocugunun mürüvvetini görmek, dünyevi is ve planlari mükemmellestirmek için degildir bu talep. Ölümün istenmeyisinde tek makul sebep vardir. O da Allah’in rizasina vesile olacak daha çok amel yapabilmek ve ölüme hazirlanabilmek adinadir.
Yoksa iman nüruyla ebediyete öyle bir vuslat arzusu hasil olmali ki ruhlarimizda, ömrün geçip tükenmesiyle esef almak surada dursun, Niyazi-i Misri’den mülhem bir eda ile; “Bina-yi ömrümün bir tasi daha düstü, rühumun hasretiyle kavruldugu vatan-i aslime biraz daha yaklastim” misralarini ruhlarimiz terennüm edebilmelidir.
ÖLÜMÜN SIYAH PEÇESINI ARALAYABILMEK..
Yaratilmislar harabiyete mahkumdur. Günes batar, çiçekler solar, zamanin geçmesiyle saniyeler, dakikalar ölür. Lezzetler gibi musibetler de fanidir. Her dakika binler hücresi ölen beden-i insani gün gelir kendisi de ölür. Dünya da içindekiler gibi gün gelecek harap olacaktir. Tevessu’ (büyüme gelisme) kanununa dahil olan her sey ölüme mahküm oldugu içindir ki; küçük kainat olan insanin ölmesi gibi sürekli büyümekte olan su koca kainat da gün gelecek ölecektir.
Ölümden kurtulusu yoktur cisimlerimizin. Allah’in bekasindan beka verdigi ruhlarimizdir geriye kalan. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin yakaladigi “El mevtü hakkun” tefekkürünü keske yapabilsek her an. “Benden öncekiler öldü, ben de ölecegim, hemasirlarim da ölecek, ölüp gidenlerin ardinda kalan eserleri de, dünya da, kainat da ölecek.” Ve simdi dünya sahnesinin oyunculari olan insanlar elli sene sonrasinin iskeletleri degil midir? Evet su an yasayan, nefes alan, konusan, kosusturan, gülen, eglenen, yazan ve okuyan bizler.. elli sene sonrasinin ehl-i kubüru degil miyiz!? Ve su fani dünyada bildigimiz belki de en kat’i hakikat her sey ya cennet ya cehennemde açmak üzere ölecektir.
Ölümün getirdigi firkat azabiyla müteessir olan kalplerimize ise Allah (cc) ne büyük mütesellidir. Ölüm öldürülmüyor. Lakin öleni tekrar diriltecek olan var! Öyleyse “Madem O (cc) var her sey var.”
Ölümü ümit ile yeis arasinda sik tefekkür etmek ve dünyadaki bu en büyük ve kaçinilmaz gerçegi güzel bir hazirlik içinde sevebilmektir marifet. Her mü’min onun karanlik, siyah ve çirkin peçesini cesurca aralayabilmelidir. Ve o peçenin altinda fevkalade güzel nurani sima ile karsilasilacak ve ölüm gelmeden ölüm özlenecektir. Öbür alemde olan sevgililer ise ölümü bize özlemek için zaten kafi birer sebeptirler.
“Ehl-i iman için ölüm, rahmet kapisidir. Ehl-i dalalet için, zulümat-i ebedi kuyusudur.”
Ya Rab! Ölüm gecelerine «seb-i arüs” (asikin masukuna kavustugu gece, vuslat gecesi) dedikleri Mevlana’lar misali ölümü bize senin de sevgilin olan sevgililerimize kavusma vesilesi kil.
Ve ey ölüm! Öyle yasayayim ki seni sevenleri, geldiginde bana beni alnimdan sehadetle öpesin!
Nasihat istersen ölüm yeter, evet ölümü düsünen
hubb-u dünyadan kurtulur ve ahiretine ciddi çalisir..
Bediüzzaman Said Nursi (rh)
Bugünü düsünürüm, dün geçti yarin var mi?
gençligime de güvenmem, ölen hep ihtiyar mi?
Son düzenleme: