Babam hala küçükken galatasaray formasını alırsa nasıl çöpe atacağımı anlatır durur. 5 yaşındaydım, o yaşta pes ettirdim hasta cimbomlu babamı ve beyaz forma siyah şortu aldırdım kendime, tabii kramponuyla. O gün bugündür yalnızca ailemde değil girdiğim her ortamda once Beşiktaş kimliğim benimsendi.
Ailemin en büyük hobisi daha okuma yazma bilmeyen çocuklarının Beşiktaş kadrosunu 1 Enginden 11 Sarı Fırtınaya nasıl ezbere saydığını göstermekti. Bazen rakamlar karışsada hala ezberimde. Küçüklük anılarımda radyo başında dinlediğim 10-0'lık galibiyet hala taptaze duruyor. Ne büyük gururdu o, vay anasını! Velhasıl büyüdük. Üniversite sınavı geldi çattı, hedef belli Istanbul'u kazanmak.
Çok şükür zar zor onu da becerdik. Bir sene yurtta kaldıktan sonra artık semtte ev tutmanın zamanıydı. 2 hasta Beşiktaşlıyı daha yanıma aldım ve Beşiktaş serüvenimiz başladı. O yıl aynı zamanda benim yeni açıktan ömürlük kombine aldığım kapalı üste geçtiğim yıla tekabül eder. Kutuda ayağını yere deydiremediğin, her yenilgiden sonra daha da kalabalıklaşan tribünlerin olduğu yıllar. Yinede yaptığım hiç bir fedekarlık üstü kapanmadan önceki açıkta 90 dakika boyunca donuna kadar inadına ıslanmanın verdiği gibi olmadı. Bir şeyleri başarma, mücadele arzusu hiç o zamanki kadar sorgusuz, saf ve yalnız olmadı.
Zamanla semtin kokusunu almaya başladıkça, insanlarla tanıştıkça eskiden yaptığım "en büyük kim tartışmaları" da geride kaldı tabii haliyle. Hayatımın belki de en akılsız çağında hedefi tam 12den vurmuşum meğerse. Hala iddia ediyorum, hayatımda verdiğim en doğru karar Beşiktaş'ı seçmekti. Zaten belliydi, babam hep söyler Fırat’ın bir şey yapması istiyorsan yapmamasını söylemen yeter!
Bu sure zarfında kaç kızın kendisini Beşiktaşla aldattığımı söylediğini hatırlamıyorum bile. Anlatması gibi anlaması da zordu bu sevgiyi. Kime anlatabilirdim hayatımın en güzel anının “Sergen attı şampiyonluk geldi” olduğunu, kartal heykelinin altında şarapla uyumanın verdiği mutluluğa kim ne anlam verebilirdi? Adak diye bir de püro bıraktık seneye aynı yerde içmek üzere, 6 yaşına bastı o püro, şarap değilki mübarek, çabucak tüketmek gerek. Bir de o yıl doğan Beşiktaşlı babaların çocukları var di mi...
Çocukken kimi zaman Ferdinand, sırasıyla M-A-F, bazen Amokachi, bazen Mansız, kimi zaman da Şifo olduk. Her birinin ayrı yeri vardı hayatımda. Zaman içinde hepsi bir bir gitti, ne Ahmet Durdu ne Seba. Ama değerlerimiz yerindeydi, Beşiktaşlı olmak bize yeterdi. Artık formalarımda sadece Beşiktaş amblemi var. Herkesin boş sandığı sırtım aslında o kadar doluki...
Abilerimizden çokça duyduğumuz melankolik yıllar sonrasında bize de isabet etti. Zaman makinesiyle 90lı yıllara dönmeyi kim bilir kaç kez hayal ettim. Ama yine de itiraf edeyim kötü günlerde daha çok sevdim Beşiktaşımı. Sevinmek için sevmedik sakız markası olmadan çok önce yapışmıştı benliğime. Fazla olmanın değil az olmanın gururuyla götürdüm Beşiktaşımı her gittiğim yere. Beşiktaşa küsenleri hiç affetmedim, çünkü Beşiktaş’a küsülmez!
Ama umutsuzluğa kapılmadım mı; kapıldım hem de defelarca. Fakat her Beşiktaşlı gibi bende de çok derinlerde de olsa bir umut hep olurdu. Çünkü o Beşiktaştı, umudun takımı. Ama artık yok, çünkü dün gözümü açtığımda farkettimki aslında o Beşiktaş yok. İşte bu yazıyı yazma sebebim. Ben pes ettim arkadaşlar, benim tuttuğum takım hiç bir zaman buna yakın bile olmadı..
Farkettimki hayatı Beşiktaş olan ben artık ne bir spor haberi izliyor, ne bir röportaj dinliyorum. Transfer dönemlerinde her sabah 3 saat boyunca bütün spor sayfalarını didik didik ettiğim günler, artık yerini sadece başlıklardan takip etmeye bıraktı. Ne basketbole bakar oldum ne PAF’ı umursar. Lige ara verildiğinde hayattan soğuyan ben, artık hiç başlamasın istiyorum. Ne yalan söyleyim maç sonrası muhabbeti bile eskisi gibi tat vermiyor, renktaşları göreyim yeter. Kendime kızmıyorum, fenerli kuzenim bile beni arayıp Beşiktaştan bıktığını söylüyorsa, hayatı Beşiktaş olan ben ne yapayım?
20 küsür senedir Beşiktaşı daha fazla sevmeme neden olan her şey gözümüzün önünde tek tek erirken, bizler tepki diye forumlara sayfalarca yazı yazarken aslında nasıl tükendiğimizi farkına bile varamıyoruz. Çocuğumuza miras diye bırakacağımız değerlerden yalnızca bir kaç damla kaldığını bile bile hangi barikatın altında omuz omuzayız artık bilemiyorum.
Şimdi kimisi yönetimi kimisi muhalefeti, kimisi medyayı kimisi federasyonu, hakemleri, kimi futbolcuyu kimi teknik direktörü vs. suçluyor. Belki haksız da sayılmayız ama söz konusu Beşiktaş olunca iplerin kimin elinde olduğunu unutacak kadar aptal değiliz biz!
Sorarım size, desibel rekoru kırmak mıdır taraftarlık, yoksa deplasman otobüsünde çile çekmek midir. Söz sahibi olmadığın bir şirkette işçi yaşayıp işçi ölmek midir taraftarlık, yoksa işçi yaşayıp patron olabilmek midir diğerlerinin aksine.
Bu taraftar barikattan çıkıp ıslanmaya karar verdiği gün, Beşiktaş bu kabustan uyanacak. Şimdi tek umudum bu...
YENİDEN HALKIN TAKIMI BEŞİKTAŞ!
Ailemin en büyük hobisi daha okuma yazma bilmeyen çocuklarının Beşiktaş kadrosunu 1 Enginden 11 Sarı Fırtınaya nasıl ezbere saydığını göstermekti. Bazen rakamlar karışsada hala ezberimde. Küçüklük anılarımda radyo başında dinlediğim 10-0'lık galibiyet hala taptaze duruyor. Ne büyük gururdu o, vay anasını! Velhasıl büyüdük. Üniversite sınavı geldi çattı, hedef belli Istanbul'u kazanmak.
Çok şükür zar zor onu da becerdik. Bir sene yurtta kaldıktan sonra artık semtte ev tutmanın zamanıydı. 2 hasta Beşiktaşlıyı daha yanıma aldım ve Beşiktaş serüvenimiz başladı. O yıl aynı zamanda benim yeni açıktan ömürlük kombine aldığım kapalı üste geçtiğim yıla tekabül eder. Kutuda ayağını yere deydiremediğin, her yenilgiden sonra daha da kalabalıklaşan tribünlerin olduğu yıllar. Yinede yaptığım hiç bir fedekarlık üstü kapanmadan önceki açıkta 90 dakika boyunca donuna kadar inadına ıslanmanın verdiği gibi olmadı. Bir şeyleri başarma, mücadele arzusu hiç o zamanki kadar sorgusuz, saf ve yalnız olmadı.
Zamanla semtin kokusunu almaya başladıkça, insanlarla tanıştıkça eskiden yaptığım "en büyük kim tartışmaları" da geride kaldı tabii haliyle. Hayatımın belki de en akılsız çağında hedefi tam 12den vurmuşum meğerse. Hala iddia ediyorum, hayatımda verdiğim en doğru karar Beşiktaş'ı seçmekti. Zaten belliydi, babam hep söyler Fırat’ın bir şey yapması istiyorsan yapmamasını söylemen yeter!
Bu sure zarfında kaç kızın kendisini Beşiktaşla aldattığımı söylediğini hatırlamıyorum bile. Anlatması gibi anlaması da zordu bu sevgiyi. Kime anlatabilirdim hayatımın en güzel anının “Sergen attı şampiyonluk geldi” olduğunu, kartal heykelinin altında şarapla uyumanın verdiği mutluluğa kim ne anlam verebilirdi? Adak diye bir de püro bıraktık seneye aynı yerde içmek üzere, 6 yaşına bastı o püro, şarap değilki mübarek, çabucak tüketmek gerek. Bir de o yıl doğan Beşiktaşlı babaların çocukları var di mi...
Çocukken kimi zaman Ferdinand, sırasıyla M-A-F, bazen Amokachi, bazen Mansız, kimi zaman da Şifo olduk. Her birinin ayrı yeri vardı hayatımda. Zaman içinde hepsi bir bir gitti, ne Ahmet Durdu ne Seba. Ama değerlerimiz yerindeydi, Beşiktaşlı olmak bize yeterdi. Artık formalarımda sadece Beşiktaş amblemi var. Herkesin boş sandığı sırtım aslında o kadar doluki...
Abilerimizden çokça duyduğumuz melankolik yıllar sonrasında bize de isabet etti. Zaman makinesiyle 90lı yıllara dönmeyi kim bilir kaç kez hayal ettim. Ama yine de itiraf edeyim kötü günlerde daha çok sevdim Beşiktaşımı. Sevinmek için sevmedik sakız markası olmadan çok önce yapışmıştı benliğime. Fazla olmanın değil az olmanın gururuyla götürdüm Beşiktaşımı her gittiğim yere. Beşiktaşa küsenleri hiç affetmedim, çünkü Beşiktaş’a küsülmez!
Ama umutsuzluğa kapılmadım mı; kapıldım hem de defelarca. Fakat her Beşiktaşlı gibi bende de çok derinlerde de olsa bir umut hep olurdu. Çünkü o Beşiktaştı, umudun takımı. Ama artık yok, çünkü dün gözümü açtığımda farkettimki aslında o Beşiktaş yok. İşte bu yazıyı yazma sebebim. Ben pes ettim arkadaşlar, benim tuttuğum takım hiç bir zaman buna yakın bile olmadı..
Farkettimki hayatı Beşiktaş olan ben artık ne bir spor haberi izliyor, ne bir röportaj dinliyorum. Transfer dönemlerinde her sabah 3 saat boyunca bütün spor sayfalarını didik didik ettiğim günler, artık yerini sadece başlıklardan takip etmeye bıraktı. Ne basketbole bakar oldum ne PAF’ı umursar. Lige ara verildiğinde hayattan soğuyan ben, artık hiç başlamasın istiyorum. Ne yalan söyleyim maç sonrası muhabbeti bile eskisi gibi tat vermiyor, renktaşları göreyim yeter. Kendime kızmıyorum, fenerli kuzenim bile beni arayıp Beşiktaştan bıktığını söylüyorsa, hayatı Beşiktaş olan ben ne yapayım?
20 küsür senedir Beşiktaşı daha fazla sevmeme neden olan her şey gözümüzün önünde tek tek erirken, bizler tepki diye forumlara sayfalarca yazı yazarken aslında nasıl tükendiğimizi farkına bile varamıyoruz. Çocuğumuza miras diye bırakacağımız değerlerden yalnızca bir kaç damla kaldığını bile bile hangi barikatın altında omuz omuzayız artık bilemiyorum.
Şimdi kimisi yönetimi kimisi muhalefeti, kimisi medyayı kimisi federasyonu, hakemleri, kimi futbolcuyu kimi teknik direktörü vs. suçluyor. Belki haksız da sayılmayız ama söz konusu Beşiktaş olunca iplerin kimin elinde olduğunu unutacak kadar aptal değiliz biz!
Sorarım size, desibel rekoru kırmak mıdır taraftarlık, yoksa deplasman otobüsünde çile çekmek midir. Söz sahibi olmadığın bir şirkette işçi yaşayıp işçi ölmek midir taraftarlık, yoksa işçi yaşayıp patron olabilmek midir diğerlerinin aksine.
Bu taraftar barikattan çıkıp ıslanmaya karar verdiği gün, Beşiktaş bu kabustan uyanacak. Şimdi tek umudum bu...
YENİDEN HALKIN TAKIMI BEŞİKTAŞ!