Bezmi$h
Banned
Yıldız Ramazanoğlu feminist ve aktivist kimliğiyle öne çıkan kadın yazarlarımızdan. Araştırma, deneme, roman ve hikâye yazarı Ramazanoğluyla, Görme Bahçesindeki denemeleri, edebiyatı, Türkiyede kadın yazar olmanın zorluklarını ve hikâyelerini konuştuk
- Bir röportajınızda olan biteni yazarak anlamaya çalıştığınızı söylemiştiniz.
Dünyanın bu kadar örseleyici olması karşısında ne kadar savunmasız kalıyoruz. İnsanın hazin bir öyküsü var. Aslında tek bir hikâye var ve herkes kendine düşen parçayı yaşıyor. Yaşam öyle hızla akıp gidiyor ki gerçekten kayda değer bir hikâyemiz olup olmadığını anlamak için birilerinin durup olanlara bakması ve kayıt altına alması lazım. Bu karşı koymakla adalet arayışıyla da alakalı. Yazmak bir direniştir o yüzden. Her yazar gibi benim de çocuksu bir yanım var. Yazdıkça, başımızdan geçenler ifşa edildikçe dünyanın iyiye doğru evrileceğine inanıyorum.
- Türkiyedeki dindar kadın yazarların durumunu sormak istiyorum. Sizce göz ardı ediliyorlar mı?
Bu göreceli bir konu. Türkiyede genelde edebi kamudan değil edebi kamulardan söz etmek mümkün. Birçok alanda yaşanan ayrımcılık edebiyatta da kendini hissettiriyor elbette ama sonuçta iyi bir eserin ışığının kapatılması mümkün değil. Bir şekilde kendini gösterir diye düşünüyorum. Farklı bilinçlerden gelen eserleri okumak ve var olana bütün yönleriyle bakabilmek bir tercih meselesi. Bu ülkenin ve dünyanın farklı yazarlarını okumazsam, onların hakikatine eğilmezsem kaybeden ben olurum.
- Bir önceki kitabınız Angelikadaki bir öykünüzde, yazıyı sarp bir kayaya tırmanıp aşağıya bakmaya benzetiyorsunuz.
Bu kitaptaki hikâyeler kadınların gündelik hayatın rutinini aşma çabasıyla ilgili. Artık tanımlanmış görevler içinde, kuşatılmış bir benlikle yaşamaya devam edemiyor kadınlar. Bu dünyadaki maceralarına yazarak sinemayla resimle ve başka birçok yolla karşılık vermek, yaşanan gerçekliği muhayyileyle birlikte özgürce çözümlemek istiyorlar. Sinemacı Kadınlar hikâyesi mesela. Bir kadının sinema yapması için ne çok toplumsal ve bireysel bariyeri aşması lazım.
- Bir öykünüzde yazar adayı bir karakterinizin temiz şeyler yazmak için temiz bir evde masaya oturmanın iyi bir başlangıç olacağı gibi bir ritüeli vardı. Sizin yazıya ilişkin böyle ritüelleriniz var mı?
Genelde evdeki odamda yazarım. Kafama takılacak, zihnimi meşgul edecek bir şey kalmamasına dikkat ederim. Bu manada temizlik ve düzen benim için önemli. Kelimelerin dünyasına kapılıp gittikten sonra artık dış dünya beni fazla etkilemez ama o noktaya kadar her şey bir engele dönüşebilir.
- At Hikâyesi öykünüzde bir bakıma kadının yazıyla imtihanı var. Yazı, biçilen roller, yüklenen ödevler nedeniyle kadın yazarı daha mı zorluyor?
Aslında hayat hiç kimsenin yazmasına izin vermez. Öyle hızlı akıp gidiyor ki. Fakat gündelik yaşamın aman vermez döngüsünün de bir o kadar çekilip insanın başından geçenlere bakması bize hikâyemizi vermesi lazım. Bu iş bir meslek değil ve hayatınızı kazanmanız için başka işler yapmak zorundasınız. Ancak durdurulamaz bir yazma aşkı varsa buna kalkışacak gücü bulabilirsiniz. Bizler bohem yaşayan kadınlar değiliz sonuçta. Türkiyenin birçok kadın yazarı çocuklarını büyütürken, hayatını kazanmak için tam mesai çalışırken üretiyor kitaplarını. Zaten hayatın tamamen dışından bir yerden yazılanlar edebiyatın can damarı olan içtenliğin yok olup gitmesi riskini getirir. Yazmak için çok da yüreklendirildiğimizi düşünmüyorum. Ailenin zamanını çalmakla suçlanabilir bir kadın kolaylıkla. Bu noktada erkek olmak biraz daha geniş ve serbest bir alan sağlayabiliyor. At Hikâyesinde bu yüzden yazmaya kalkışan bir kadın her şeyden özür dileyerek çıkar bu uçurumlu yola.
Dile dönmek eve dönmeye benzer
-Yine bir öykünüzde İnsanın anadilini konuşması şifalı bir işti diyorsunuz. Bunu biraz açalım mı?
Anadilimizi konuşmanın ne kadar şifalı bir iş olduğunu onu konuşamadığımızda anlarız. Refik Halit Karayın Eskici hikâyesini hatırlar mısınız? Anne babası ölen küçük Hasan akrabalarının yanına Filistine yollanır bir vapurla. Türkçeden uzaklaştıkça derin bir boşluk oluşur içinde. Suskunlaşır. Dilden uzaklaşmak böyle travmatik işte, onu her şeye yabancılaştırır çünkü. Sonunda eve gelen bir eskicinin Türkçe konuşmasıyla yuvasına kavuşmuş gibi olur. Aslında en hakiki evimiz dildir çünkü. Dile dönmek uzaklardan eve dönmek gibi. Burada Türkçenin yerine bütün başka dilleri mesela Kürtçeyi de koyarak yeniden okuyabiliriz bu hikâyeyi.
- Köşe yazısı ve denemeler de yazan bir isim olarak edebiyatın sizdeki yerini sormak istiyorum.
Edebiyat hikâye demek. Hatta sanatın bütün dallarının temelinde sağlam bir hikâye olmak zorunda. Var olanla olması özlenen şey arasında zihnimizi harekete geçiren bir uğraş. Kelimelerle istenmeyeni, inciteni belli belirsiz ama etkili bir yolla aşındırma sanatı. Görünmeyeni nazara vermek, bilinene bir kez daha bakılmasını sağlamak. Hepimizi ezip enkaza çeviren bu dünyada tutunduğumuz bir tahta parçası sanki. Benim yazarkenki hissiyatım böyle. Allahın inayetiyle ümit ve beklenti önümüzde sonsuzca uzanıyor. Sürüklenen insanları da müdahil olma yetisini harekete geçiren insanları da yazmak istiyorum. Hepsi bizim hikâyemiz. Ürkütücü dalgalara rağmen insani tekâmülde önemli yollar kat edilebildiğini de en çok edebiyatla fark edebiliyoruz. Gerçi bizim için bu kadar anlamlı olan bir çabanın başkaları nezdinde hiçbir önemi olmayabilir, hayatında esamisi bile okunmayabilir, bu da hayata bakışımızla ilgili. Edebiyat bir fetişizm alanı değil, insanın önünde sonsuz yollar var hakikatle buluşmak ve ilerlemek için.