Heulwen
Kayıtlı Üye
Yavuz Sultân Selim ve Alevî Katliamı İddiaları
Osmanlı Padişahları Müslümandırlar ve kendi idare ettikleri devlette de İslâm Hukukunu tatbik etmişlerdir. İslâm Hukukunda ise, kâfirlerle yapılan savaşlarda dahi katliam yani soykırım yapmak haramdır. Zira Hz. Peygamber, savaş halinde dahi, çocuklar, kadınlar, din adamları ve yaşlılar gibi yedi grup insanı katletmenin caiz olmadığını bütün komutanlarına tâlimat olarak vermiştir. Müeyyed min indillah denecek kadar maneviyâtı yüksek olan Yavuzun dinin yasakladığı katliamı ve hem de Müslümanım diyen bir gruba karşı yapmış olması mümkün değildir. Ancak tarihî olayları doğru olarak öğrenmek şarttır. Şöyle ki;
Daha önce de açıkladığımız gibi, Erdebil Şeyhlerinden Şeyh Cüneyd şeyhliğine şahlık katmak istemiş ve ancak muvaffak olamayarak 1460 yılında katl edilmiştir. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi devam ettirmiş ve Anadoluyu Şîalaştırmak metodunu kullanarak şahlığını pekiştirmek istemiştir. Kucaklarında büyüdüğü Akkoyunlu Devletine de hıyânet edince, Yakub Bey tarafından 1488 yılında o da öldürülmüştür. Yerine geçen Şah İsmail ise, Erdebil Sofuları veya Halifelerini Anadoluya göndererek, hem Anadoluyu Şîalaştırmayı ve hem de böylece Anadoluyu hâkimiyeti altına almayı hayatının gayesi edinmiştir. Nitekim temkinli davranmayan Akkoyunlu Devleti, torunları olan Şah İsmail tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran ve hem şeyhliği ve hem de şahlığıyla Anadolu üzerine yürüyen Şah İsmail, halifeleri vasıtasıyla Anadoluyu tam bir anarşiye sürüklemekte maalesef muvaffak olmuştur. 1507 yılında üzerine yürüdüğü Alâüddevle Beyin mağlubiyeti üzerine Elbistan, Harput ve Diyarbekiri yakmış ve yıkmıştır. Bu arada Erdebil Sofuları da Anadoluda anarşi çıkarmaya başlamışlardır. Şah İsmailin taraftarları olan askerler, kırmızı çuhadan taclar giydiklerinden dolayı onun taraftarı olan herkese Sürhser yani Kızılbaş denmiştir. Şah İsmailin halifelerinden olan Rumiyeli Nur Ali Halife başkanlığındaki Erdebil sofu ve müritleri, Tokata saldırmışlar ve yüzlerce insanı kılıçtan geçirmişlerdir. Maalesef Şehzâde Ahmed üzerlerine ordu göndermişse de muvaffak olamamıştır.
Bu arada Antalyalı Hasan Halife ve oğlu Şahkulu veya Osmanlı tarihçilerinin ifadesiyle Şeytan Kulu (Şahkulu Baba Tekeli veya Karabıyıkoğlu da denmektedir) eliyle Anadoludaki Alevîleri Osmanlı Devleti aleyhinde teşkilâtlandırmaya başlamıştır. Antalyadan Manisaya dönen Şehzâde Korkutun hazinesini vuran Şahkulu, bununla da yetinmeyerek Antalyayı basmış, baş kâdî ile birlikte çok sayıda insanı katletmiştir. Bundan sonra sırasıyla Kızılcakaya, İstanos, Elmalı, Burdur ve Keçiborlu kasabalarını yakıp yıkan Şahkulu Kütahyaya kadar gelmiştir. Anadolu beylerbeyisi Karagöz Ahmed Paşa da öldürülenler arasındadır. Amasyada bir araya gelen 20 bin Erdebil Sofuları çevreye dehşet saçmaya başlamışlardır. Bunların yaptığı katliamla Erzurum ve Erzincan 20-30 yıl harâbe olarak kalmıştır. Çubukovada 1511 yılında Şahkulunun bir okla öldürülmesinden sonra da Şiîlerin Anadoludaki tahribatları devam etmiştir. Bunların Müslümanları nasıl kırıp geçirdiklerini, Diyarbekir ve çevresindeki Kürt beylerinin mektuplarından da anlıyoruz. Şu cümleler bunlardan sadece biridir:
Bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslâm Sultânına muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zâlimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inâyetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız
İşte 918/1512 yılında Anadoluyu Şia tehlikesinden kurtarmak üzere Padişah olan Yavuz, Şah İsmailin üzerine gitmeden evvel, yukarıdan beri vesikalar ışığında anlattığımız olayları biliyordu ve Anadoludaki Şiî Türkmenlerin binlerce insanı katlettiklerinin de farkındaydı. Bu yaraya parmak basmak için, meseleyi müzâkere etmek gayesiyle bir Divan toplantısı yapmış ve başta İbn-i Kemal olmak üzere büyük âlimlerin de katıldığı bu toplantıda Kızılbaşlarla ilgili neler yapılmasını kararlaştırmıştır. İbn-i Kemal gibi bir âlimden de gerekli fetvâyı aldıktan sonra, Anadoluyu kasıp kavuran ve Kızılbaş adı altında her yerde Osmanlı Devletine karşı kıyam eden bu insanların teftiş ve tahkik olunarak, uslanmayanlarının katl edilmelerini ve uslanması muhtemel olanlarının ise haps edilmelerini emr etmiştir. Bunların sayıları bazı tarihçilere göre yaklaşık 40.000 kişidir ve bunlardan ne kadarının öldürüldüğü de kesin belli değildir. Ancak bu isyancı grupların bastırılmaması halinde, Şah İsmailin üzerine gitmenin tamamen yararsız olduğu da gün gibi ortadadır. Olayı inceleyen Uzunçarşılı, Kızılbaşların ne kadar insan öldürdüğüne dair binleri bulan rakamlar verdikten sonra, Yavuzun başka çaresi yoktu demektedir.
Şunu da belirtmeliyiz ki, Osmanlı Devleti, herkesi zorla Sünnî yapmak için zorlamamıştır. Ancak dinî inançlar kullanılarak devletin arkadan vurulması tehlikesi karşısında tedbirler almıştır. Hem Şiîler ve hem de Sünnîler için, idarecilerinin yaptıkları hata ve zulümleri tamim etmek çok yanlıştır[1].
Yavuz Sultan Selim ve Siyasî Müceddidliği
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber, Şüphesiz ki, Allah, her yüz yılın başında kendi dinini tecdid edecek birisini gönderir buyurmaktadır. İslâm âlimleri, İslâma hizmet edecek olan bu müceddidlerin maneviyât alanında ve ilim sahasında olduğu kadar, siyâset alanında da olabileceğini ifade etmektedirler. Âsafnâme müellifi ve Kanuninin sadrazamı olan Lütfi Paşanın naklettiğine göre, İslâm âlimleri siyâset alanındaki müceddidleri şöyle sıralamaktadırlar:
Hicrî tarih esas alınmak üzere, II. Yüzyılın başında Ömer bin Abdülaziz; III. Yüzyılın başında Abbasî Halifesi Mutasım; IV. Yüzyılın başında Abbasî Halifesi Kâdir billah Ahmed bin Emir İshak; V. yüzyılın başında Selçuklu Sultânı Sultân Muhammed bin Melikşah; VI. Yüzyılın başında İlhanlı Sultânı Gazan Hân; VII. Yüzyılın başında Osmanlı Devletini kuran Osman Gâzi; VIII. Yüzyılın başında Çelebi Mehmed ve IX. Yüzyılın başındaki müceddid ise Yavuz Sultân Selimdir.
Osmanlı tarihçileri, Osmanlı padişahlarından iki kişinin müeyyed min indillah yani Allah katından teyid edilmiş Padişahlar olduklarını ifade etmektedirler. Bunlardan birincisi, İstanbulu fethederek Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olan Fâtihtir. İkincisi ise, Yavuz Sultân Selimdir. Bazı mana adamları, Yavuzun Hz. Ali tarafından müjdelendiğini dahi ifade etmektedirler. Hz. Aliye ait bir kasidede Mutlaka Âl-i Osmandan Selim isimli birisi, Rum, Acem ve Arab memleketlerine hâkim olacaktır ifadesinin geçtiği nakl olunmaktadır. Hatta İbn-i Kemal dahi, Mısırın Yavuz tarafından fethedileceğini, bazı âyetlere dayanarak çıkarmıştır ve bu konuda hususi bir Risâlesi vardır.
Yavuza müceddidlik vasfını kazandıran, onun müslümanlara yaptığı iki hizmettir: Birincisi, babaları Bâyezid-i Velinin yaratılışındaki tevazudan yararlanarak Anadoluyu hâkimiyeti altına almak isteyen Şah İsmail liderliğindeki Şia seline karşı, ciddi bir ehl-i sünnet bendini teşkil etmesidir. Çaldıran zaferi bu fitneyi önlemiştir. İkincisi, Şah İsmailin hem mürşidlik ve hem de Şahlık ünvanları ile tahrik ettiği Anadoludaki isyanları bastırarak Anadolu birliğini ve Memlüklüleri ortadan kaldırarak İslâm birliğini temin etmesidir. Memlüklüler üzerine giderken de, Şah İsmail üzerine giderken de, İbn-i Kemal ve Zenbilli Ali Efendi gibi büyük İslâm hukukçularından fetvâ alarak hareket etmiştir.
İhtilâf u tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde dahi bî-karar eyler beni;
İttihâdken savlet-i adâyı defa çaremiz,
İttihâd etmezse millet, dağıdâr eyler beni
şuuruyla hareket eden Yavuz, İslâm tarihinde ittihâd-ı İslâma önem veren nadir devlet adamlarından biridir. Tarihçi Âli ve Lütfü Paşa, Yavuzun müceddid olduğunu yaptığı hizmetleri ve ilgili hadisi zikrederek kaydetmektedir[2].
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı
[1] Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. 6522, 6636, 5321, 5035, 3062, 5812; Solakzâde, 359 vd; Âli, Künhül-Ahbâr, Esad Efendi, nr. 2162, vrk. 233/a vd.; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcüt-Tevârîh, c. II, sh. 245 vd.; Koca Müverrih, Bedâyi, c. II, vrk. 452/a-b; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 225-231, 253-270.
[2] Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 7-16; Âli, Künhül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 2162, vrk. 232/b-233/a; 234/a (Müceddidlik meselesi burada işlenmektedir), 259/a-260/a; 263/a-b; Matbu nüsha, c. V, sh. 25; Solakzâde, sh. 350-431; Akgündüz, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, c. II, sh. 40-53; Münâvî, Muhammed Abdürraûf, Feyzül-Kadîr Şarhul-Câmi-is-Sağîr, Mısır 1938, c. II, sh. 281-282.
Osmanlı Padişahları Müslümandırlar ve kendi idare ettikleri devlette de İslâm Hukukunu tatbik etmişlerdir. İslâm Hukukunda ise, kâfirlerle yapılan savaşlarda dahi katliam yani soykırım yapmak haramdır. Zira Hz. Peygamber, savaş halinde dahi, çocuklar, kadınlar, din adamları ve yaşlılar gibi yedi grup insanı katletmenin caiz olmadığını bütün komutanlarına tâlimat olarak vermiştir. Müeyyed min indillah denecek kadar maneviyâtı yüksek olan Yavuzun dinin yasakladığı katliamı ve hem de Müslümanım diyen bir gruba karşı yapmış olması mümkün değildir. Ancak tarihî olayları doğru olarak öğrenmek şarttır. Şöyle ki;
Daha önce de açıkladığımız gibi, Erdebil Şeyhlerinden Şeyh Cüneyd şeyhliğine şahlık katmak istemiş ve ancak muvaffak olamayarak 1460 yılında katl edilmiştir. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi devam ettirmiş ve Anadoluyu Şîalaştırmak metodunu kullanarak şahlığını pekiştirmek istemiştir. Kucaklarında büyüdüğü Akkoyunlu Devletine de hıyânet edince, Yakub Bey tarafından 1488 yılında o da öldürülmüştür. Yerine geçen Şah İsmail ise, Erdebil Sofuları veya Halifelerini Anadoluya göndererek, hem Anadoluyu Şîalaştırmayı ve hem de böylece Anadoluyu hâkimiyeti altına almayı hayatının gayesi edinmiştir. Nitekim temkinli davranmayan Akkoyunlu Devleti, torunları olan Şah İsmail tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran ve hem şeyhliği ve hem de şahlığıyla Anadolu üzerine yürüyen Şah İsmail, halifeleri vasıtasıyla Anadoluyu tam bir anarşiye sürüklemekte maalesef muvaffak olmuştur. 1507 yılında üzerine yürüdüğü Alâüddevle Beyin mağlubiyeti üzerine Elbistan, Harput ve Diyarbekiri yakmış ve yıkmıştır. Bu arada Erdebil Sofuları da Anadoluda anarşi çıkarmaya başlamışlardır. Şah İsmailin taraftarları olan askerler, kırmızı çuhadan taclar giydiklerinden dolayı onun taraftarı olan herkese Sürhser yani Kızılbaş denmiştir. Şah İsmailin halifelerinden olan Rumiyeli Nur Ali Halife başkanlığındaki Erdebil sofu ve müritleri, Tokata saldırmışlar ve yüzlerce insanı kılıçtan geçirmişlerdir. Maalesef Şehzâde Ahmed üzerlerine ordu göndermişse de muvaffak olamamıştır.
Bu arada Antalyalı Hasan Halife ve oğlu Şahkulu veya Osmanlı tarihçilerinin ifadesiyle Şeytan Kulu (Şahkulu Baba Tekeli veya Karabıyıkoğlu da denmektedir) eliyle Anadoludaki Alevîleri Osmanlı Devleti aleyhinde teşkilâtlandırmaya başlamıştır. Antalyadan Manisaya dönen Şehzâde Korkutun hazinesini vuran Şahkulu, bununla da yetinmeyerek Antalyayı basmış, baş kâdî ile birlikte çok sayıda insanı katletmiştir. Bundan sonra sırasıyla Kızılcakaya, İstanos, Elmalı, Burdur ve Keçiborlu kasabalarını yakıp yıkan Şahkulu Kütahyaya kadar gelmiştir. Anadolu beylerbeyisi Karagöz Ahmed Paşa da öldürülenler arasındadır. Amasyada bir araya gelen 20 bin Erdebil Sofuları çevreye dehşet saçmaya başlamışlardır. Bunların yaptığı katliamla Erzurum ve Erzincan 20-30 yıl harâbe olarak kalmıştır. Çubukovada 1511 yılında Şahkulunun bir okla öldürülmesinden sonra da Şiîlerin Anadoludaki tahribatları devam etmiştir. Bunların Müslümanları nasıl kırıp geçirdiklerini, Diyarbekir ve çevresindeki Kürt beylerinin mektuplarından da anlıyoruz. Şu cümleler bunlardan sadece biridir:
Bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslâm Sultânına muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zâlimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inâyetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız
İşte 918/1512 yılında Anadoluyu Şia tehlikesinden kurtarmak üzere Padişah olan Yavuz, Şah İsmailin üzerine gitmeden evvel, yukarıdan beri vesikalar ışığında anlattığımız olayları biliyordu ve Anadoludaki Şiî Türkmenlerin binlerce insanı katlettiklerinin de farkındaydı. Bu yaraya parmak basmak için, meseleyi müzâkere etmek gayesiyle bir Divan toplantısı yapmış ve başta İbn-i Kemal olmak üzere büyük âlimlerin de katıldığı bu toplantıda Kızılbaşlarla ilgili neler yapılmasını kararlaştırmıştır. İbn-i Kemal gibi bir âlimden de gerekli fetvâyı aldıktan sonra, Anadoluyu kasıp kavuran ve Kızılbaş adı altında her yerde Osmanlı Devletine karşı kıyam eden bu insanların teftiş ve tahkik olunarak, uslanmayanlarının katl edilmelerini ve uslanması muhtemel olanlarının ise haps edilmelerini emr etmiştir. Bunların sayıları bazı tarihçilere göre yaklaşık 40.000 kişidir ve bunlardan ne kadarının öldürüldüğü de kesin belli değildir. Ancak bu isyancı grupların bastırılmaması halinde, Şah İsmailin üzerine gitmenin tamamen yararsız olduğu da gün gibi ortadadır. Olayı inceleyen Uzunçarşılı, Kızılbaşların ne kadar insan öldürdüğüne dair binleri bulan rakamlar verdikten sonra, Yavuzun başka çaresi yoktu demektedir.
Şunu da belirtmeliyiz ki, Osmanlı Devleti, herkesi zorla Sünnî yapmak için zorlamamıştır. Ancak dinî inançlar kullanılarak devletin arkadan vurulması tehlikesi karşısında tedbirler almıştır. Hem Şiîler ve hem de Sünnîler için, idarecilerinin yaptıkları hata ve zulümleri tamim etmek çok yanlıştır[1].
Yavuz Sultan Selim ve Siyasî Müceddidliği
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber, Şüphesiz ki, Allah, her yüz yılın başında kendi dinini tecdid edecek birisini gönderir buyurmaktadır. İslâm âlimleri, İslâma hizmet edecek olan bu müceddidlerin maneviyât alanında ve ilim sahasında olduğu kadar, siyâset alanında da olabileceğini ifade etmektedirler. Âsafnâme müellifi ve Kanuninin sadrazamı olan Lütfi Paşanın naklettiğine göre, İslâm âlimleri siyâset alanındaki müceddidleri şöyle sıralamaktadırlar:
Hicrî tarih esas alınmak üzere, II. Yüzyılın başında Ömer bin Abdülaziz; III. Yüzyılın başında Abbasî Halifesi Mutasım; IV. Yüzyılın başında Abbasî Halifesi Kâdir billah Ahmed bin Emir İshak; V. yüzyılın başında Selçuklu Sultânı Sultân Muhammed bin Melikşah; VI. Yüzyılın başında İlhanlı Sultânı Gazan Hân; VII. Yüzyılın başında Osmanlı Devletini kuran Osman Gâzi; VIII. Yüzyılın başında Çelebi Mehmed ve IX. Yüzyılın başındaki müceddid ise Yavuz Sultân Selimdir.
Osmanlı tarihçileri, Osmanlı padişahlarından iki kişinin müeyyed min indillah yani Allah katından teyid edilmiş Padişahlar olduklarını ifade etmektedirler. Bunlardan birincisi, İstanbulu fethederek Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olan Fâtihtir. İkincisi ise, Yavuz Sultân Selimdir. Bazı mana adamları, Yavuzun Hz. Ali tarafından müjdelendiğini dahi ifade etmektedirler. Hz. Aliye ait bir kasidede Mutlaka Âl-i Osmandan Selim isimli birisi, Rum, Acem ve Arab memleketlerine hâkim olacaktır ifadesinin geçtiği nakl olunmaktadır. Hatta İbn-i Kemal dahi, Mısırın Yavuz tarafından fethedileceğini, bazı âyetlere dayanarak çıkarmıştır ve bu konuda hususi bir Risâlesi vardır.
Yavuza müceddidlik vasfını kazandıran, onun müslümanlara yaptığı iki hizmettir: Birincisi, babaları Bâyezid-i Velinin yaratılışındaki tevazudan yararlanarak Anadoluyu hâkimiyeti altına almak isteyen Şah İsmail liderliğindeki Şia seline karşı, ciddi bir ehl-i sünnet bendini teşkil etmesidir. Çaldıran zaferi bu fitneyi önlemiştir. İkincisi, Şah İsmailin hem mürşidlik ve hem de Şahlık ünvanları ile tahrik ettiği Anadoludaki isyanları bastırarak Anadolu birliğini ve Memlüklüleri ortadan kaldırarak İslâm birliğini temin etmesidir. Memlüklüler üzerine giderken de, Şah İsmail üzerine giderken de, İbn-i Kemal ve Zenbilli Ali Efendi gibi büyük İslâm hukukçularından fetvâ alarak hareket etmiştir.
İhtilâf u tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde dahi bî-karar eyler beni;
İttihâdken savlet-i adâyı defa çaremiz,
İttihâd etmezse millet, dağıdâr eyler beni
şuuruyla hareket eden Yavuz, İslâm tarihinde ittihâd-ı İslâma önem veren nadir devlet adamlarından biridir. Tarihçi Âli ve Lütfü Paşa, Yavuzun müceddid olduğunu yaptığı hizmetleri ve ilgili hadisi zikrederek kaydetmektedir[2].
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı
[1] Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. 6522, 6636, 5321, 5035, 3062, 5812; Solakzâde, 359 vd; Âli, Künhül-Ahbâr, Esad Efendi, nr. 2162, vrk. 233/a vd.; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcüt-Tevârîh, c. II, sh. 245 vd.; Koca Müverrih, Bedâyi, c. II, vrk. 452/a-b; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 225-231, 253-270.
[2] Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 7-16; Âli, Künhül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 2162, vrk. 232/b-233/a; 234/a (Müceddidlik meselesi burada işlenmektedir), 259/a-260/a; 263/a-b; Matbu nüsha, c. V, sh. 25; Solakzâde, sh. 350-431; Akgündüz, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, c. II, sh. 40-53; Münâvî, Muhammed Abdürraûf, Feyzül-Kadîr Şarhul-Câmi-is-Sağîr, Mısır 1938, c. II, sh. 281-282.