` nazLı ..
Bayan Üye
Bir varmış bir yokmuş pireler berber, develer tellal iken, bir padişahın iki kızı varmış yaprak ve fidan isimli bu kızlar küçük yaşta annelerini kaybetmişler Padişah, kızlarının anne özlemini gidermek amacı ile başka bir kadınla evlenmiş
bu kadın, üvey kızlarıyla öz kızları gibi ilgilenirmiş onlara öksüzlük duygusunu yaşatmamak için çok çaba gösterirmiş
fidan sekiz, yaprak dokuz yaşına girmiş bu kızların hem yüzleri hem de huyları çok çirkinmiş üvey annelerine devamlı sorun çıkarırlarmış yemeklerini yemezler, vaktinde yatağa girmezlermiş
üvey annenin bir kızı olmuş onun adınıda dal koymuşlar bu kız, çok güzel ve iyi huyluymuş padişah ve anne sultan, kızların üçünede eşit davranırlarmış ne var ki, yaprakla fidan, dal'ı kıskanırlarmış
hindistan padişahı, bu padişahı kızının düğününe davet etmiş yola çıkmadan önce padişah, her üç kızınada, Hindistan'dan neler istediklerini sormuş yaprak bir top Hint kumaşı: fidan bir altın bilezik; dal ise önce " siz neyi uygun görürsniz onu getirin babacığım" Demesine rağmen, babasının ısrarı ile gümüş bir tas getirmesini istemiş
padişah aylarca sürecek bir yolculuğa çıkmış karadan denizden derken, Hindistana varmış düğüne katılmış geri dönerken bir top hint kumaşı ile bir altın bilezik almış ama gümüş tası unutmuş gemiyle ülkesine dönerken bir rüyaya görmüş rüya da: denizden başını uzatan bir balık, dal'ın istediği gümüş tası almak için, hemen geri dönmesni söylemiş padişah hatasını anlamış ve tekrar hindistana dönerek gümüş tası almış az gitmiş, uz gitmiş, altı ay bir güz gittikten sonra ülkesine varmış kızlarının hediyelerin vermiş ama yaprakla fidan teşekkür bile etmemişler dal ise teşekkür ederek babasının elini öpmüş ablalarınada getirilen hediyeleri iyi günde kullanmalarını söylemiş onlar ise çok kıskanç oldukları için iyi dilekte bulunmamışlar
yaprak kumaştan elbise diktirmiş fidan altın bileziğini koluna takmış ikiside çok sevinmiş
dal ise gümüş tası ile sarayın bahçesinde bulunan gölden su alıp, dökerek eğlenirmiş derken, birden bire gümüş tas göle düşüvermiş
onu izleyen ablaları Dal'a hiç yardım etmemişler Dal hemen göle girmiş tasını almak istemiş ama sudan çıkamamış dalgalar kıyıya doru yayılmaya başlamış bu sırada gölün kıyısında bir kavak ağacı belirmiş kızlar çok korktukları için gördüklerini annne ve babalarına anlatmamışlar
Dal'ın kaybolmasına en çok padişah üzülmüş
günlerin birinde, sarayın çobanı, bu kavak ağacının dibine oturmuş kavağın dalından bir kaval yaparak çalmaya başlamış kavaldan tuhaf bir ses çıkmış:
- ben küçük dalım, ben küçük dalım, düttürüü düttürüü!
çoban bu işe şaşırmış tam bu sırada padişah oraya gelmiş çoban olup biteni anlatmış padişah kavalı eline almış, şöyle bir üflemiş yine aynı ses kaval oldukça şaşıran padişahın elinden düşmüş, iki parçaya ayrılmış bu sırada bir şey olmuş sevgili küçük kızı Dal padişahın karşısına çıkıvermiş sevinçle birbirlerine sarılmışlar birlikte saraya doğru yürürlerken, öteki kızlar, babası ile üvey kardeşini birlikte görünce, çok korkmuşkar padişah onları affetmemiş iki parçaya ayrılan kavalın bir parçasını yaprağın diğer parçasını fidanın yüzüne atmış kızlar büsbütün çirkinleşmişler artık kimsenin yüzüne bakaçak halleri kalmadığı için sarayı terk edip, bilinmeyen ülkelere gitmişler
böylece, kıskançlığın ve kötü kalpliliğin cezasını bulmuşlar..
bu kadın, üvey kızlarıyla öz kızları gibi ilgilenirmiş onlara öksüzlük duygusunu yaşatmamak için çok çaba gösterirmiş
fidan sekiz, yaprak dokuz yaşına girmiş bu kızların hem yüzleri hem de huyları çok çirkinmiş üvey annelerine devamlı sorun çıkarırlarmış yemeklerini yemezler, vaktinde yatağa girmezlermiş
üvey annenin bir kızı olmuş onun adınıda dal koymuşlar bu kız, çok güzel ve iyi huyluymuş padişah ve anne sultan, kızların üçünede eşit davranırlarmış ne var ki, yaprakla fidan, dal'ı kıskanırlarmış
hindistan padişahı, bu padişahı kızının düğününe davet etmiş yola çıkmadan önce padişah, her üç kızınada, Hindistan'dan neler istediklerini sormuş yaprak bir top Hint kumaşı: fidan bir altın bilezik; dal ise önce " siz neyi uygun görürsniz onu getirin babacığım" Demesine rağmen, babasının ısrarı ile gümüş bir tas getirmesini istemiş
padişah aylarca sürecek bir yolculuğa çıkmış karadan denizden derken, Hindistana varmış düğüne katılmış geri dönerken bir top hint kumaşı ile bir altın bilezik almış ama gümüş tası unutmuş gemiyle ülkesine dönerken bir rüyaya görmüş rüya da: denizden başını uzatan bir balık, dal'ın istediği gümüş tası almak için, hemen geri dönmesni söylemiş padişah hatasını anlamış ve tekrar hindistana dönerek gümüş tası almış az gitmiş, uz gitmiş, altı ay bir güz gittikten sonra ülkesine varmış kızlarının hediyelerin vermiş ama yaprakla fidan teşekkür bile etmemişler dal ise teşekkür ederek babasının elini öpmüş ablalarınada getirilen hediyeleri iyi günde kullanmalarını söylemiş onlar ise çok kıskanç oldukları için iyi dilekte bulunmamışlar
yaprak kumaştan elbise diktirmiş fidan altın bileziğini koluna takmış ikiside çok sevinmiş
dal ise gümüş tası ile sarayın bahçesinde bulunan gölden su alıp, dökerek eğlenirmiş derken, birden bire gümüş tas göle düşüvermiş
onu izleyen ablaları Dal'a hiç yardım etmemişler Dal hemen göle girmiş tasını almak istemiş ama sudan çıkamamış dalgalar kıyıya doru yayılmaya başlamış bu sırada gölün kıyısında bir kavak ağacı belirmiş kızlar çok korktukları için gördüklerini annne ve babalarına anlatmamışlar
Dal'ın kaybolmasına en çok padişah üzülmüş
günlerin birinde, sarayın çobanı, bu kavak ağacının dibine oturmuş kavağın dalından bir kaval yaparak çalmaya başlamış kavaldan tuhaf bir ses çıkmış:
- ben küçük dalım, ben küçük dalım, düttürüü düttürüü!
çoban bu işe şaşırmış tam bu sırada padişah oraya gelmiş çoban olup biteni anlatmış padişah kavalı eline almış, şöyle bir üflemiş yine aynı ses kaval oldukça şaşıran padişahın elinden düşmüş, iki parçaya ayrılmış bu sırada bir şey olmuş sevgili küçük kızı Dal padişahın karşısına çıkıvermiş sevinçle birbirlerine sarılmışlar birlikte saraya doğru yürürlerken, öteki kızlar, babası ile üvey kardeşini birlikte görünce, çok korkmuşkar padişah onları affetmemiş iki parçaya ayrılan kavalın bir parçasını yaprağın diğer parçasını fidanın yüzüne atmış kızlar büsbütün çirkinleşmişler artık kimsenin yüzüne bakaçak halleri kalmadığı için sarayı terk edip, bilinmeyen ülkelere gitmişler
böylece, kıskançlığın ve kötü kalpliliğin cezasını bulmuşlar..