Yalnızlık Paradoksu: Özelini Korurken İlişkiden Mahrum Kalmak .
Atalarımızın hayal edemeyeceği bir şekilde yalnız kalmak ve özelimizin bize ait olması artık çok kolay. Ancak insanlara mesafe koyma arzumuz daha güçlü bir ihtiyacımızı bize unutturabiliyor: ilişki kurmak.
Danışanlar, görüşmede sıklıkla yakın ilişkilerinde dahi kendilerini anlaşılmış hissetmemekten şikayet eder. Dostlar, akrabalar veya iş arkadaşlarıyla kurulan ilişkiler, insanın ihtiyacı olan manevi desteği vermiyordur. Yoğun çalışma saatleri ve “network” kaygısı ile kurulmuş ilişkilerin sayısının çokluğu anlaşılması zor bir tatminsizliğe sebep olur. İnsanlar arasında bulunan, ancak onlarla içten bir ilişki yaşayamayan insan derin bir huzursuzluk yaşar.
Zamanı geriye aldığımızda atalarımızın, aile ve arkadaşlarının yakınında yaşayıp çalışmaktan başka şansı olmamış olduğunu biliriz. İnsanlık yakın ilişkilerin yaşandığı kabileler içinde evrimleşmiştir. Zorunluluktan da olsa paylaşılan bu ortak yaşam insanın bireyselliğini ön plana çıkarmasını neredeyse imkansız kılmıştır. Tanımadığımız yüzlerle dolu dünyamızda ise bunun tam tersine özele sahip çıkma ve yalnızlık kolay ulaşılan bir durumdur. Ancak tek kaldığımızda farklı bir riskle karşılaşırız: kopukluk, izolasyon ve endişe.
Gün içinde fiziksel olarak yalnız olmasak da çevremizdeki insanlarla seyrek olarak manalı bir iletişim içinde bulunuruz. Postacımızı veya en sık gittiğimiz cafenin garsonunu tanımayız. İş yerinde kurduğumuz ilişkiler de genellikle resmi ve mesafelidir. Bize samimi davranmayan insanlar arasında bulunmak, çalışmak veya yemek yemek ise ruh halimizi derinden etkiler.
Evrim sürecinde yabancılardan korkmayı ve kabileye yakın kalmayı öğrenmişizdir. Yalnızlık ise sadece az dozda deneyimlenen bir durum olagelmiştir. Savanda yalnız gezinenin ölme riski büyük olduğundan, kabileden çok uzaklaşıldığında olumsuz ruh hali insana hakim olmuştur. Bu duygu durumu ise insanı uyarıp, kabilesine geri dönmesini sağlamıştır. Yalnızlar, türünün devamını getirmek bir yana hayatta kalamamışlardır.
Bugün ise yalnız kalmak için kapıyı kapayıp, telefonu fişten çekmek yeterlidir. Artık romantik ilişkiler ve anne-çocuk ilişkileri dışında insanların birbirine genelde sıcaklık göstermediği bir dünyada yaşıyoruz. Etkileşime mantık hakim. Hoşlandığımız birinin gözlerine sevgi dolu bakmak bile zaman zaman risk taşıyor. Televizyonda izlediğimiz insanları tanıdığımızı düşünebiliyor, ilişkileri çevrimiçi yaşayabiliyoruz. Sosyal ortamlarda bile yalnız hissedebiliyor, zamanı spor merkezlerinde geçiyoruz. Yakın ve uzak ilişkiler arasındaki denge kaybolmaya yüz tutmuş durumda.
Atalarımızın yalnızlığı arzulamasında ise bir sebep vardı: Derin düşünceye dalmak için alan yaratmak. Ancak modern hayatımızda yalnız kalsak da tefekkür denilen düşünsel boyuta geçmekte zorlanıyoruz. Kendine acıma duygularının kabarma ihtimali yalnızken artıyor.
Bu tabloyu göz önünde bulundurup ilişkilerde dikkat edilebilinecek noktalar...
E-mail, chat ve hatta telefon gibi dolaylı iletişim araçlarının sınırları, dolayısıyla bu araçlarla kurulan ilişkilerin sınırları kabul edilmeli. Beklentiler ve hayal kırıklıkları bu bilinçle yaşanmalı.
İlgi alanlarını başkalarıyla paylaşmak ve yetenekleri keşfetmeyi denemek ilişkiye derinlik getirir.
İlişkide gerçek duygulardan, radikal fikirlerden, mizahtan kaçınmamak rahatlatır.
İlgi duyulan insanlara özen göstermek ve verici davranmak ilişkiye olan inancı da besler.
Sosyal risk almak yeni başlangıçları mümkün kılar.
Seçici olmak, samimi olmak ve ilişkileri farkında yaşamak insanın sosyal ağından alacağı desteği güçlendirir
Atalarımızın hayal edemeyeceği bir şekilde yalnız kalmak ve özelimizin bize ait olması artık çok kolay. Ancak insanlara mesafe koyma arzumuz daha güçlü bir ihtiyacımızı bize unutturabiliyor: ilişki kurmak.
Danışanlar, görüşmede sıklıkla yakın ilişkilerinde dahi kendilerini anlaşılmış hissetmemekten şikayet eder. Dostlar, akrabalar veya iş arkadaşlarıyla kurulan ilişkiler, insanın ihtiyacı olan manevi desteği vermiyordur. Yoğun çalışma saatleri ve “network” kaygısı ile kurulmuş ilişkilerin sayısının çokluğu anlaşılması zor bir tatminsizliğe sebep olur. İnsanlar arasında bulunan, ancak onlarla içten bir ilişki yaşayamayan insan derin bir huzursuzluk yaşar.
Zamanı geriye aldığımızda atalarımızın, aile ve arkadaşlarının yakınında yaşayıp çalışmaktan başka şansı olmamış olduğunu biliriz. İnsanlık yakın ilişkilerin yaşandığı kabileler içinde evrimleşmiştir. Zorunluluktan da olsa paylaşılan bu ortak yaşam insanın bireyselliğini ön plana çıkarmasını neredeyse imkansız kılmıştır. Tanımadığımız yüzlerle dolu dünyamızda ise bunun tam tersine özele sahip çıkma ve yalnızlık kolay ulaşılan bir durumdur. Ancak tek kaldığımızda farklı bir riskle karşılaşırız: kopukluk, izolasyon ve endişe.
Gün içinde fiziksel olarak yalnız olmasak da çevremizdeki insanlarla seyrek olarak manalı bir iletişim içinde bulunuruz. Postacımızı veya en sık gittiğimiz cafenin garsonunu tanımayız. İş yerinde kurduğumuz ilişkiler de genellikle resmi ve mesafelidir. Bize samimi davranmayan insanlar arasında bulunmak, çalışmak veya yemek yemek ise ruh halimizi derinden etkiler.
Evrim sürecinde yabancılardan korkmayı ve kabileye yakın kalmayı öğrenmişizdir. Yalnızlık ise sadece az dozda deneyimlenen bir durum olagelmiştir. Savanda yalnız gezinenin ölme riski büyük olduğundan, kabileden çok uzaklaşıldığında olumsuz ruh hali insana hakim olmuştur. Bu duygu durumu ise insanı uyarıp, kabilesine geri dönmesini sağlamıştır. Yalnızlar, türünün devamını getirmek bir yana hayatta kalamamışlardır.
Bugün ise yalnız kalmak için kapıyı kapayıp, telefonu fişten çekmek yeterlidir. Artık romantik ilişkiler ve anne-çocuk ilişkileri dışında insanların birbirine genelde sıcaklık göstermediği bir dünyada yaşıyoruz. Etkileşime mantık hakim. Hoşlandığımız birinin gözlerine sevgi dolu bakmak bile zaman zaman risk taşıyor. Televizyonda izlediğimiz insanları tanıdığımızı düşünebiliyor, ilişkileri çevrimiçi yaşayabiliyoruz. Sosyal ortamlarda bile yalnız hissedebiliyor, zamanı spor merkezlerinde geçiyoruz. Yakın ve uzak ilişkiler arasındaki denge kaybolmaya yüz tutmuş durumda.
Atalarımızın yalnızlığı arzulamasında ise bir sebep vardı: Derin düşünceye dalmak için alan yaratmak. Ancak modern hayatımızda yalnız kalsak da tefekkür denilen düşünsel boyuta geçmekte zorlanıyoruz. Kendine acıma duygularının kabarma ihtimali yalnızken artıyor.
Bu tabloyu göz önünde bulundurup ilişkilerde dikkat edilebilinecek noktalar...
E-mail, chat ve hatta telefon gibi dolaylı iletişim araçlarının sınırları, dolayısıyla bu araçlarla kurulan ilişkilerin sınırları kabul edilmeli. Beklentiler ve hayal kırıklıkları bu bilinçle yaşanmalı.
İlgi alanlarını başkalarıyla paylaşmak ve yetenekleri keşfetmeyi denemek ilişkiye derinlik getirir.
İlişkide gerçek duygulardan, radikal fikirlerden, mizahtan kaçınmamak rahatlatır.
İlgi duyulan insanlara özen göstermek ve verici davranmak ilişkiye olan inancı da besler.
Sosyal risk almak yeni başlangıçları mümkün kılar.
Seçici olmak, samimi olmak ve ilişkileri farkında yaşamak insanın sosyal ağından alacağı desteği güçlendirir