ashli
Bayan Üye
Batı insanında sessizlik ve yalnızlık isteği artıyor
Koşuşturma ve keşmekeşin giderek tırmandığı dünyamızda insanların ruhsal sağlıklarını yitirmemek için her şeyden el etek çekip, tek başına kalma gereksinimleri de her geçen gün artıyor. Görünüşe bakılırsa, çoğumuzun istediği tek şey sessizlik, huzur ve başımızı dinleyebileceğimiz bir yer.
Google’dan "inziva" sözcüğüne girdiğinizde size sunulan onca seçenek karşısında şaşkınlığa kapılmanız işten değil. British Retreat Association adıyla bilinen ve insanların kendilerine zaman ayırmalarını hedefleyen derneğe bakılırsa, günümüzde yalnızlık ve dinginlik insanlar için her zamankinden de daha güçlü bir gereksinim.
Peki, insanlar neden dış dünyadan uzaklaşmaya çalışıyorlar? Neden yalnız kalmaya her zamankinden çok daha fazla can atıyorlar? Bunun nedeni kısmen günümüzde kaçılacak çok daha fazla şeyin olmasından kaynaklanıyor. Britanya’da insanların çalışma saatleri öteki Avrupa ülkelerine kıyasla çok daha fazla.
Çalışma Kurumu yöneticilerinden Will Hutton’a göre, araştırmalar Britanya’da büyük bir çoğunluğun işverenlere kan kustuğunu ve insanların yaşamlarını yalnızca işe adamaktan usandıklarını, artık kendilerine de biraz zaman ayırmak istediklerini ortaya koyuyor.
Bu kişiler, Richard Reeves’in "Mutlu Pazartesiler" adlı kitabında betimlediği çalışmaktan büyük bir keyif alan insanların tam tersine, çalışma saatlerinin daha esnek olmasını ve kendilerine dinlenme olanağı tanınmasını istiyorlar. Hutton iç huzuru arayan insanların sayısının her geçen gün daha da arttığına inanıyor.
Madeleine Bunting’in işverenlerimize bile bile teslim olduğumuzu öne sürdüğü "Gönüllü Köleler" adlı kitabı da bu kişilerin ekmeğine yağ sürüyor. Bunting’e hiç inzivaya çekilip çekilmediği sorulduğunda ise, "Tabii ki," diye yanıtlıyor.
Ruhbilimciler ne diyor?
Ruhbilim uzmanı ve yazar Adam Phillips inzivaya çekilme eğiliminin giderek yaygınlık kazanmasının hiç de şaşırtıcı olmadığına inanıyor. "Insanlar dış dünyada kendilerini devinime geçirecek yığınla uyarıcı olduğunun bilincindeler. Bu uyarıları duymazdan gelirseniz ne olur? Asıl sorun, insanın artık kendine ait bir iç dünyasının olup olmadığı," diyor.
Cep telefonları, kimi zaman gereksiz yere de olsa, insanları sürekli ulaşılır kılıyor. Kimi kullanıcıların şimdiden yaka silkmeye başladıkları Blackberry türü taşınabilir e-posta sistemleri ise teknolojik olanakları fazlasıyla ileriye götürüyor.
Biz insanlar haftanın yedi günü, günde 24 saat iletişim kurmak üzere donatılmış gürültü bağımlılarıyız. Öyle ki, Britanya Inziva Derneği’nin her yıl kutlanan geleneksel Ulusal Sessizlik Günü’nü bu yıl tüm hafta sonuna uzatmasına da hiç şaşmamak gerekir.
Tipik bir annenin kaçışı
Dünyanın karmaşasından el etek çekenler TV programlarına bile konu oldu. Kısa bir süre önce BBC2’de yayına giren "The Monastery" adlı dizide 40 gün 40 gece boyunca bir Benedikt manastırında kalan beş adamın öyküsüne yer veriliyordu.
Orada yaşananlar yalnızca bu beş adamı değil, onları izleyen yaklaşık 2,5 milyon kişiyi de derinden etkilemişti. Diziyle birlikte insanlar kendi çevrelerinden ne çok kişinin her şeyden el etek çekip bundan hiç söz etmediklerini de fark ettiler. Gelgelelim, bu uzaklaşmalar yaz tatiline çıkmaktan farklıdır. Burada havadan sudan sohbetlere yer yoktur. Sessizlik sözcüklere karşı durur.
Örneğin tüm yaşamını, yaşları üç ile 10 arasında değişen, üç oğluna adamış bir anneyi ele alın.. Okul bitmişti ve yine yalnızca onların peşinde koşuşturacağı yedi haftalık yaz tatili başlıyordu. Ama anne ne istediğini biliyordu. Havasız bir odada insan nasıl ansızın bunalıp bir pencere açmak isterse, o da tatile çıkmaya can atıyordu.
Onun bu gereksinimi, yalnızca anababaların değil, herkesin anlayabileceği türde bir gereksinimdi. Kocasına, "Yalnızca kendime ayıracağım beş günlük bir süreye gereksinimim var," diyordu. Epey zorlu bir yıl olmuştu.
Bunalımın eşiğine gelmiş, burnundan solumaya başlamıştı. Tek başına kalma isteği neredeyse bir takıntıya dönüşmüştü. "Tek başına kalabilmek çok önemli. İnsanlar yalnızca kendilerine zaman ayırmaktan korkuyorlar, ya da bunun bencilce bir davranış olduğunu düşünüyorlar. Oysa, bu bir ayrıcalık," diyor.
Mutlu günler
Anne, "araya sıkıştırdığı" bu beş günü bir tatil yerinde geçirdi. On yılı aşkın bir süredir ilk kez tek başına kalmıştı. Karşı koymadığı tek lüks olarak birinci sınıfta yolculuk ederken bu 10 yılın nasıl akıp gittiğini kafasından geçirdi. Yolda çok gerekmedikçe kimseyle konuşmamaya karar verdi. Rastgele karşısına çıkan deniz manzaralı çift kişilik bir ev tuttu. Orada evinde kimsenin alışık olmadığı türde şeylerle oyalandı. Bir bisiklet kiraladı (kocası bisikletten nefret ediyordu). Saatlerce kitap okudu. Sahilde uzun yürüyüşlere çıktı.
Yemek pişirmeyi aklından bile geçirmedi. Meyve ve yoğurtla besleniyor, istediği zaman yatıp kalkıyordu. Evinde yaşamını sürekli bir karmaşa içinde, başkalarının işlerini yaparak geçiriyordu, orada olduğu sürece kafasına hiç bir şey takmadı. Kimse onun nerede olduğunu bilmiyordu ve bu duygu karşısında kendini kuşlar kadar özgür hissediyordu.
Cep telefonunu kapatmıştı. Evde televizyon yoktu. Ancak eleğini duvara asmış yaşlı bir insan gibi hissetmiyordu; tam tersine, gençleşmişti. Kırk yaşına merdiven dayamış olmasına karşın, bisikletiyle tepelere tırmanıyordu. Insanların ne düşündüğü umurunda bile değildi. Komşular meraklı gözlerle onu izliyorlardı. Caitlin onlara nazik davranıyor, ancak sohbete yanaşmıyordu.
Suçluluk duymuyor
Bu yaşadıklarının kocasıyla birlikte tatile çıkmaktan çok daha önemli olduğuna inanıyordu. Kocası ve çocuklarıyla son derece mutlu bir yaşamı vardı, ama onları hiç özlememişti. Üstelik, özlememiş olmaktan ötürü bir an bile suçluluk duymamıştı. Bunu hak ettiğine inanıyordu.
Dört yıl öncesine dek yoğun tempolu bir işte çalışmakta olan anne bu kısacık sürede yaşamını yeniden gözden geçirip kendisine eş ve anne olmanın dışında bir rol biçme olanağını buldu. "Yaşamın onca yükü altında hala benden bir şeylerin kaldığını fark etmek müthiş bir duygu," diyordu. Evine döndüğünde görenler onu tanıyamıyor, olgunlaştığını söylüyorlardı. Çok kişi ona imrenirken, bu yaptığına bir anlam veremeyenler de yok değildi.
Psikologlar, gerçekleşmesi güç bir düş olsa bile, sessizliğin insanların kendi benlikleriyle doğrudan ve kesintisiz iletişim kurup gerçek kişiliklerini keşfetmelerine olanak sağlayacağını umut ediyor. Sözcüklerin genellikle dinlemeyi engellediğine, kişinin zırhını takınmasının bir yolu olduğuna dikkat çekiyor.
Çoğu insan için inzivaya çekilmenin iletişim kurmanın değeri konusunda duyulan hüsranla, ilişkinin umutsuzlukla sonuçlanmasıyla bağlantılı olduğunu dile getiriyor.
Manastırda bir gün
Kimileri iş dünyasından elini eteğini çekip günlerce hiç konuşmadan toprağa tohum ekip, çiçek dikerek kafa dinlemeye çalışırken, kimilerine psikoterapi dinsel içerikli kaçışlardan çok daha cazip geliyor. 1913 yılında fabrikada çalışan kadınların bir soluk almaları amacıyla kurulan bir Hıristyan örgütü olan Britanya Inziva Derneği günümüzde 200’ü aşkın merkezinde insanlara sessiz bir gün geçirme olanağı sunuyor.
Bu merkezlerden biri olan St. Michael’s Manastırı kırmızı tuğlalardan yapılmış yüksek bir bina. Kapıda sizi bir rahibe karşılıyor. Kilise, kitaplık ve yemekhanenin yerini göstermek üzere yapılan kısa bir turdan sonra, sessiz bir gün yaşamak isteyen kişi odasına yerleştiriliyor.
Odada yatak, masa, lavabo ve bir de dolap dışında başka bir eşya bulunmuyor. Manastırın her bir yanında "Bugün Sessiz Günümüz" yazan uyarılar ve "Buraya bir günlüğüne huzur bulmaya gelen konuklarımızdan, herkesin olabildiğince yarar sağlaması için, ellerinden geldiğince sessiz kalmalarını rica ederiz," yazısı göze çarpıyor.
Koşuşturma ve keşmekeşin giderek tırmandığı dünyamızda insanların ruhsal sağlıklarını yitirmemek için her şeyden el etek çekip, tek başına kalma gereksinimleri de her geçen gün artıyor. Görünüşe bakılırsa, çoğumuzun istediği tek şey sessizlik, huzur ve başımızı dinleyebileceğimiz bir yer.
Google’dan "inziva" sözcüğüne girdiğinizde size sunulan onca seçenek karşısında şaşkınlığa kapılmanız işten değil. British Retreat Association adıyla bilinen ve insanların kendilerine zaman ayırmalarını hedefleyen derneğe bakılırsa, günümüzde yalnızlık ve dinginlik insanlar için her zamankinden de daha güçlü bir gereksinim.
Peki, insanlar neden dış dünyadan uzaklaşmaya çalışıyorlar? Neden yalnız kalmaya her zamankinden çok daha fazla can atıyorlar? Bunun nedeni kısmen günümüzde kaçılacak çok daha fazla şeyin olmasından kaynaklanıyor. Britanya’da insanların çalışma saatleri öteki Avrupa ülkelerine kıyasla çok daha fazla.
Çalışma Kurumu yöneticilerinden Will Hutton’a göre, araştırmalar Britanya’da büyük bir çoğunluğun işverenlere kan kustuğunu ve insanların yaşamlarını yalnızca işe adamaktan usandıklarını, artık kendilerine de biraz zaman ayırmak istediklerini ortaya koyuyor.
Bu kişiler, Richard Reeves’in "Mutlu Pazartesiler" adlı kitabında betimlediği çalışmaktan büyük bir keyif alan insanların tam tersine, çalışma saatlerinin daha esnek olmasını ve kendilerine dinlenme olanağı tanınmasını istiyorlar. Hutton iç huzuru arayan insanların sayısının her geçen gün daha da arttığına inanıyor.
Madeleine Bunting’in işverenlerimize bile bile teslim olduğumuzu öne sürdüğü "Gönüllü Köleler" adlı kitabı da bu kişilerin ekmeğine yağ sürüyor. Bunting’e hiç inzivaya çekilip çekilmediği sorulduğunda ise, "Tabii ki," diye yanıtlıyor.
Ruhbilimciler ne diyor?
Ruhbilim uzmanı ve yazar Adam Phillips inzivaya çekilme eğiliminin giderek yaygınlık kazanmasının hiç de şaşırtıcı olmadığına inanıyor. "Insanlar dış dünyada kendilerini devinime geçirecek yığınla uyarıcı olduğunun bilincindeler. Bu uyarıları duymazdan gelirseniz ne olur? Asıl sorun, insanın artık kendine ait bir iç dünyasının olup olmadığı," diyor.
Cep telefonları, kimi zaman gereksiz yere de olsa, insanları sürekli ulaşılır kılıyor. Kimi kullanıcıların şimdiden yaka silkmeye başladıkları Blackberry türü taşınabilir e-posta sistemleri ise teknolojik olanakları fazlasıyla ileriye götürüyor.
Biz insanlar haftanın yedi günü, günde 24 saat iletişim kurmak üzere donatılmış gürültü bağımlılarıyız. Öyle ki, Britanya Inziva Derneği’nin her yıl kutlanan geleneksel Ulusal Sessizlik Günü’nü bu yıl tüm hafta sonuna uzatmasına da hiç şaşmamak gerekir.
Tipik bir annenin kaçışı
Dünyanın karmaşasından el etek çekenler TV programlarına bile konu oldu. Kısa bir süre önce BBC2’de yayına giren "The Monastery" adlı dizide 40 gün 40 gece boyunca bir Benedikt manastırında kalan beş adamın öyküsüne yer veriliyordu.
Orada yaşananlar yalnızca bu beş adamı değil, onları izleyen yaklaşık 2,5 milyon kişiyi de derinden etkilemişti. Diziyle birlikte insanlar kendi çevrelerinden ne çok kişinin her şeyden el etek çekip bundan hiç söz etmediklerini de fark ettiler. Gelgelelim, bu uzaklaşmalar yaz tatiline çıkmaktan farklıdır. Burada havadan sudan sohbetlere yer yoktur. Sessizlik sözcüklere karşı durur.
Örneğin tüm yaşamını, yaşları üç ile 10 arasında değişen, üç oğluna adamış bir anneyi ele alın.. Okul bitmişti ve yine yalnızca onların peşinde koşuşturacağı yedi haftalık yaz tatili başlıyordu. Ama anne ne istediğini biliyordu. Havasız bir odada insan nasıl ansızın bunalıp bir pencere açmak isterse, o da tatile çıkmaya can atıyordu.
Onun bu gereksinimi, yalnızca anababaların değil, herkesin anlayabileceği türde bir gereksinimdi. Kocasına, "Yalnızca kendime ayıracağım beş günlük bir süreye gereksinimim var," diyordu. Epey zorlu bir yıl olmuştu.
Bunalımın eşiğine gelmiş, burnundan solumaya başlamıştı. Tek başına kalma isteği neredeyse bir takıntıya dönüşmüştü. "Tek başına kalabilmek çok önemli. İnsanlar yalnızca kendilerine zaman ayırmaktan korkuyorlar, ya da bunun bencilce bir davranış olduğunu düşünüyorlar. Oysa, bu bir ayrıcalık," diyor.
Mutlu günler
Anne, "araya sıkıştırdığı" bu beş günü bir tatil yerinde geçirdi. On yılı aşkın bir süredir ilk kez tek başına kalmıştı. Karşı koymadığı tek lüks olarak birinci sınıfta yolculuk ederken bu 10 yılın nasıl akıp gittiğini kafasından geçirdi. Yolda çok gerekmedikçe kimseyle konuşmamaya karar verdi. Rastgele karşısına çıkan deniz manzaralı çift kişilik bir ev tuttu. Orada evinde kimsenin alışık olmadığı türde şeylerle oyalandı. Bir bisiklet kiraladı (kocası bisikletten nefret ediyordu). Saatlerce kitap okudu. Sahilde uzun yürüyüşlere çıktı.
Yemek pişirmeyi aklından bile geçirmedi. Meyve ve yoğurtla besleniyor, istediği zaman yatıp kalkıyordu. Evinde yaşamını sürekli bir karmaşa içinde, başkalarının işlerini yaparak geçiriyordu, orada olduğu sürece kafasına hiç bir şey takmadı. Kimse onun nerede olduğunu bilmiyordu ve bu duygu karşısında kendini kuşlar kadar özgür hissediyordu.
Cep telefonunu kapatmıştı. Evde televizyon yoktu. Ancak eleğini duvara asmış yaşlı bir insan gibi hissetmiyordu; tam tersine, gençleşmişti. Kırk yaşına merdiven dayamış olmasına karşın, bisikletiyle tepelere tırmanıyordu. Insanların ne düşündüğü umurunda bile değildi. Komşular meraklı gözlerle onu izliyorlardı. Caitlin onlara nazik davranıyor, ancak sohbete yanaşmıyordu.
Suçluluk duymuyor
Bu yaşadıklarının kocasıyla birlikte tatile çıkmaktan çok daha önemli olduğuna inanıyordu. Kocası ve çocuklarıyla son derece mutlu bir yaşamı vardı, ama onları hiç özlememişti. Üstelik, özlememiş olmaktan ötürü bir an bile suçluluk duymamıştı. Bunu hak ettiğine inanıyordu.
Dört yıl öncesine dek yoğun tempolu bir işte çalışmakta olan anne bu kısacık sürede yaşamını yeniden gözden geçirip kendisine eş ve anne olmanın dışında bir rol biçme olanağını buldu. "Yaşamın onca yükü altında hala benden bir şeylerin kaldığını fark etmek müthiş bir duygu," diyordu. Evine döndüğünde görenler onu tanıyamıyor, olgunlaştığını söylüyorlardı. Çok kişi ona imrenirken, bu yaptığına bir anlam veremeyenler de yok değildi.
Psikologlar, gerçekleşmesi güç bir düş olsa bile, sessizliğin insanların kendi benlikleriyle doğrudan ve kesintisiz iletişim kurup gerçek kişiliklerini keşfetmelerine olanak sağlayacağını umut ediyor. Sözcüklerin genellikle dinlemeyi engellediğine, kişinin zırhını takınmasının bir yolu olduğuna dikkat çekiyor.
Çoğu insan için inzivaya çekilmenin iletişim kurmanın değeri konusunda duyulan hüsranla, ilişkinin umutsuzlukla sonuçlanmasıyla bağlantılı olduğunu dile getiriyor.
Manastırda bir gün
Kimileri iş dünyasından elini eteğini çekip günlerce hiç konuşmadan toprağa tohum ekip, çiçek dikerek kafa dinlemeye çalışırken, kimilerine psikoterapi dinsel içerikli kaçışlardan çok daha cazip geliyor. 1913 yılında fabrikada çalışan kadınların bir soluk almaları amacıyla kurulan bir Hıristyan örgütü olan Britanya Inziva Derneği günümüzde 200’ü aşkın merkezinde insanlara sessiz bir gün geçirme olanağı sunuyor.
Bu merkezlerden biri olan St. Michael’s Manastırı kırmızı tuğlalardan yapılmış yüksek bir bina. Kapıda sizi bir rahibe karşılıyor. Kilise, kitaplık ve yemekhanenin yerini göstermek üzere yapılan kısa bir turdan sonra, sessiz bir gün yaşamak isteyen kişi odasına yerleştiriliyor.
Odada yatak, masa, lavabo ve bir de dolap dışında başka bir eşya bulunmuyor. Manastırın her bir yanında "Bugün Sessiz Günümüz" yazan uyarılar ve "Buraya bir günlüğüne huzur bulmaya gelen konuklarımızdan, herkesin olabildiğince yarar sağlaması için, ellerinden geldiğince sessiz kalmalarını rica ederiz," yazısı göze çarpıyor.