Gözde'
Bayan Üye
Yaşam bir ihtiyaç, yaşamak bir hissiyat meselesidir. Uyku ile uyanıklık arasındaki fark yaşamın değil, yaşamanın temelini oluşturur. Hissiyat noksanlığıdır bir insomnia hastasınınki.
Fiziken uyanık, ruhen bitik bir vaziyette ihtiyaçlarını giderir durur. Aldığı primden, tuttuğu takıma, yediği yemekten, izlediği diziye kadar üzerinde düşündüğü tek şey aslında hiçbirşeydir.
Hem tarihi, hem evrensel sorunlar değişedursun, bu hayatta tarihten bağımsız tek evrensel sorun ihtiyaçların tanrısallaşmasıdır. Gezegeni ayakta tutan bütün ekonomi, birinin ihtiyacının diğeri tarafından karşılanması ile oluşan sektörel faaliyetler üzerine kuruludur. Birinin talebi diğerinin ekmek kapısı ise, daha fazlasını elde etmek isteyen insan aslında hayatta kalmayı daha fazla garanti altına almaya çalışan insandır.
“Ölmek” bile en fazla bir James Bond filmindeki kadar trajiktir. Yenecek bir Popcorn, yumulacak bir sevgili kadar basittir hayatın bu en mühim konusu. İhtiyaçlar dünyasında, üzerine oturulup düşünülmesi gereken bir masal, dibine dalınması gereken bir deniz kalmamıştır artık.
Bir kapsül din midir bu sentetik dünyada kendine gelmenin yolu. Dinin felsefesi süsüdür. O da en temelde bir ihtiyaç meselesidir. Fiziksel dünyada yasaklanan şeyler, vaat edilen öte dünyada (huriler, hurmalar, şarap nehirleri), temel ihtiyaçların aşkınsal olarak tanrılaştırılmasıdır. Dinin ilk çıktığı andan bu yana gösterdiği kitlesel başarı, felsefi düşüceye değil pratik insanların pratik taleplerine yaptığı bu basit vurgulardan ileri gelir. Halbuki tanrı kavramı başlı başına, dinin değil felsefenin konusu olmalıdır.
Hakkında ne kadar düşünülürse, önemi o kadar artar.
Sayın Gamaro: “Dindar kendini felsefe üstü zanneder” demekle aslında dinin en temel problemine parmak basar. Felsefesizlik ve dolaylı olarak biraz önce bahsettiğim ihtiyaçların nesnelleşmesi problemine. Bir diğer deyişle, Sayın Yabancı’nın dile getirdiği Hedonizm sıkıntısına.
Hissiyatın başladığı yer, ihtiyacın tahttan indirildiği yere denk düşer. Hep avuç içine bakmaya alışmış gözün açısı biraz biraz yukarı kayar. Gökyüzündeki yıldızlar daha bir hayret verir. Varoluş, üzerinde oturulup düşünülmesi gereken bir problem haline gelir. Bu fırtınada başlar insanın yalnızlığı. “Biz” ile çıkılan yola “ben” ile devam edilir. Bu bir mülkiyet meselesidir.
Düşünmek, “bana ait” diyebileceğimiz belki de tek şey olur. İnsan olmanın hakkı merak etme, düşünme ve ifade etme ile verilir. Fazla düşünmeyin! Sadece, bilime verilen değerin teknolojiyle paralellik göstermesini, felsefenin para etmemesini, sanatın bir Ermeni soykırımı veya bir arabesk yavşaklığı ile anılmasını göz önüne alın yeter.
Bilim adamı, filozof, sanatçı her zaman yalnızdır. Onların yalnızlığı, ihtiyaçların sohbet konusu olduğu dünya düzenine yeterince adapte olamamasından ileri gelir.
Fiziken uyanık, ruhen bitik bir vaziyette ihtiyaçlarını giderir durur. Aldığı primden, tuttuğu takıma, yediği yemekten, izlediği diziye kadar üzerinde düşündüğü tek şey aslında hiçbirşeydir.
Hem tarihi, hem evrensel sorunlar değişedursun, bu hayatta tarihten bağımsız tek evrensel sorun ihtiyaçların tanrısallaşmasıdır. Gezegeni ayakta tutan bütün ekonomi, birinin ihtiyacının diğeri tarafından karşılanması ile oluşan sektörel faaliyetler üzerine kuruludur. Birinin talebi diğerinin ekmek kapısı ise, daha fazlasını elde etmek isteyen insan aslında hayatta kalmayı daha fazla garanti altına almaya çalışan insandır.
“Ölmek” bile en fazla bir James Bond filmindeki kadar trajiktir. Yenecek bir Popcorn, yumulacak bir sevgili kadar basittir hayatın bu en mühim konusu. İhtiyaçlar dünyasında, üzerine oturulup düşünülmesi gereken bir masal, dibine dalınması gereken bir deniz kalmamıştır artık.
Bir kapsül din midir bu sentetik dünyada kendine gelmenin yolu. Dinin felsefesi süsüdür. O da en temelde bir ihtiyaç meselesidir. Fiziksel dünyada yasaklanan şeyler, vaat edilen öte dünyada (huriler, hurmalar, şarap nehirleri), temel ihtiyaçların aşkınsal olarak tanrılaştırılmasıdır. Dinin ilk çıktığı andan bu yana gösterdiği kitlesel başarı, felsefi düşüceye değil pratik insanların pratik taleplerine yaptığı bu basit vurgulardan ileri gelir. Halbuki tanrı kavramı başlı başına, dinin değil felsefenin konusu olmalıdır.
Hakkında ne kadar düşünülürse, önemi o kadar artar.
Sayın Gamaro: “Dindar kendini felsefe üstü zanneder” demekle aslında dinin en temel problemine parmak basar. Felsefesizlik ve dolaylı olarak biraz önce bahsettiğim ihtiyaçların nesnelleşmesi problemine. Bir diğer deyişle, Sayın Yabancı’nın dile getirdiği Hedonizm sıkıntısına.
Hissiyatın başladığı yer, ihtiyacın tahttan indirildiği yere denk düşer. Hep avuç içine bakmaya alışmış gözün açısı biraz biraz yukarı kayar. Gökyüzündeki yıldızlar daha bir hayret verir. Varoluş, üzerinde oturulup düşünülmesi gereken bir problem haline gelir. Bu fırtınada başlar insanın yalnızlığı. “Biz” ile çıkılan yola “ben” ile devam edilir. Bu bir mülkiyet meselesidir.
Düşünmek, “bana ait” diyebileceğimiz belki de tek şey olur. İnsan olmanın hakkı merak etme, düşünme ve ifade etme ile verilir. Fazla düşünmeyin! Sadece, bilime verilen değerin teknolojiyle paralellik göstermesini, felsefenin para etmemesini, sanatın bir Ermeni soykırımı veya bir arabesk yavşaklığı ile anılmasını göz önüne alın yeter.
Bilim adamı, filozof, sanatçı her zaman yalnızdır. Onların yalnızlığı, ihtiyaçların sohbet konusu olduğu dünya düzenine yeterince adapte olamamasından ileri gelir.
ALINTI