ashli
Bayan Üye
William Faulkner (1897-1962) - Biyografi
İtibarlı fakat fakir düşmüş bir ailenin oğlu olan William Cuthbert Faulkner, New Albany, Mississippi'de 25 Eylül 1897 yılında dünyaya geldi. Tembelliğiyle tanınan Faulkner, 17 yaşındayken öğrenimini yarıda bıraktı ve büyükbabasının bankasında çalışmaya başladı. O yıllarda bir yandan acı dolu, melankolik şiirler yazıyor bir yandan da çocukluk yıllarından kalma alışkanlıkla resim sanatıyla ilgileniyordu. Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü olarak katılmış olmakla birlikte 1,67 metrelik boyu kısa bulunduğu için orduya alınmadı. Ancak bu karar onun askerlik tutkusunu daha da körükledi ve takvimler 1918 yılını gösterdiğinde William Faulkner, hava kuvvetlerinin bir eri olmuştu. Toronto'da, Royal Air Force'da yani dilimizdeki anlamıyla Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde uçma aşkı büsbütün alevlendi.
Her ne kadar yaşamının sonuna kadar bir asker olarak kalmaya kararlı olsa da, babasının isteği üzerine Mississippi'deki Oxford Üniversitesi'nde Avrupa Dilleri bölümüne kaydını yaptırdı. Ama bir yıl sonra buradaki eğitimini de yarıda bırakarak edebiyat dünyasına sahne yazarı sıfatıyla adımını attı. İlk oyunu Kuklalar'ı tamamladıktan sonra New York'a giderek bir kitapçı dükkanı açtı. Ancak başladığı diğer uğraşlar gibi bunu da kısa bir süre devam ettirebildi ve eski üniversitesinin postahanesini yönetmek üzere Mississippi'ye döndü. 1924'te okurun dikkatini pek çekmeyen Mermer Faun adlı bir şiir kitabı yayınlandı. Bunu izleyen iki yılda ise Birinci Dünya Savaşı'nda düşmanlarla çarpışan bir hava kuvvetleri pilotunun öyküsünü anlattığı ilk romanı Askerin Ödülü üzerine çalıştı.
32 yaşına geldiği 1929'da gençlik aşkı Estelle Oldham ile dünyaevine giren William Faulkner'in bu evlilikten bir çocuğu oldu. Aynı yıl Sartoris adlı eseriyle kayda değer bir başarı kazandı. Sartoris'in odak noktası, yazarın hayali olarak yarattığı, Mississippi yakınlarındaki Yoknapatawpha Kasaba özelinde bütün ABD'nin güney devletlerinin sorgulanması yapıldı. Faulkner'in Sartoris'ten sonraki hemen hemen bütün yapıtlarında hayali yöreye yer verdiği görünür. Yazar bu romanda daha sonraki yapıtlarında da olduğu gibi çoğu zaman okuru şaşırtan anlatım perspektiflerinden yararlanarak bilinç akımı tekniğini kullandı. Bir figürün bilinç içeriklerinin tümünün; düşsel ve duygusal anlatımlarına bir sonraki romanı Yatağımda Ölürken'de de yer vermiştir.
Kutsal Sığınak adlı romanında güney ülkesi vatandaşının karakterini, olumsuz yaşam tecrübelerini daha da keskinleştirip güçlendiren William Faulkner, iktidar, zorbalık ve rüşvetin kol gezdiği adaletsiz bir dünyada cinayetleri, tecavüz ve sapıklıkları anlattı. Kutsal Sığınak'ın devamı olarak görünen Bir Rahibeye Ağıt adlı eserinde yazarın aradan geçen 20 yıla rağmen tutumundan vazgeçmediği anlaşılmaktadır. Gerek eleştirmenler gerekse okur tarafından oldukça başarılı bulunan romanı Ağustos Işığı, yıkıcı bir toplumsal eleştirinin ürünü olarak değerlendirilir. Tıpkı Absalom, Absalom'da olduğu gibi Ağustos Işığı da William Faulkner', vatanı olan güney ülkelerinde siyahlara karşı uygulanan politikaları eleştirmekte ve ırkçılığa karşı olan tavrını ortaya koymaktadır. Bu romanın dikkat çekici bir diğer özelliği de okuyucuyu yazarın isteği doğrultusunda şekillendiren anlatım tarzıdır. Böylesi bir anlatım tarzının son yapıtlarını ise Yaban Palmiyeleri adlı iki bölümden oluşan romanı ile altı öykünün bir araya geldiği ve bir nevi Faulkner ailesinin tarihi sayılabilecek kitabı Go Down Moses'tır. Elde ettiği başarılara rağmen basından ve toplum önüne çıkmaktan çekinen biri olarak tanınan William Faulkner, 30'lu ve 40'lı yıllarda zaman zaman Hollywood'ta yaşamış, 1932'de memleket özlemi çeksede ekonomik nedenlerle Metro-Golden-Mayer şirketi için senaryo yazarlığı yapmıştır. Çalışma aralarında sık sık kör kütük sarhoş olana kadar içen yazar bir çok kez tedavi görmüşse de alkol bağımlılığından kurtulamamıştır.
20. yüzyılın ortalarına doğru yazdığı Tozun İçine Giren adlı romanında diğer eserlerinden farklı bir konu ele alarak siyahlara yardım eden bir beyazın öyküsünü anlatır. 50'li yıllardaki çalışmalarının merkezinde tohumlarını 1940'da attığı üçlemesi olmuştur. Üçlemenin ilk kitabı Köy'dür. Snopes ailesinin yaş******* yola çıkarak yazdığı geniş kapsamlı olarak güney ülkelerinin öyküsünü ele aldığı Kasaba ile Malikhane üçlemenin diğer iki kitabıdır. Üçlemede, yeni zenginler arasına katılan, başını zorbalığı ve vicdansızlığı ile tanınan Flem Snopes'in çektiği ailenin yükselişi, geleneksel değerleri savunan ve eskiden beri o kasabada yaşayan insanların mücadelesiyle sona erer. Son romanı Yağmacıların yayınlanmasından kısa bir süre sonra atla çıktığı gezinti sırasında kaza geçiren yazar, üç hafta boyunca yatağa bağımlı bir yaşam sürmüştür. William Faulkner, 6 Temmuz 1962'de Oxford'da kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi.
Eserleri
Roman: Askerin Ödülü (Soldiers Pay, 1926), Sartoris (1929), Döşeğimde Ölürken (As I Lay Dying, 1930), Kutsal Sığınak (Sanctuary, 1931), Ağustos Işığı (Light in Auguste, 1932), Yaban Palmiyeleri (The Wild Palms, 1939), Bir Rahibeye Ağıt (Requiem for a Nun, 1951), Tozun İçine Giren (Intruder in the Dust, 1948), Köy (The Hamlet, 1940), Kasaba (The Town, 1957), Malikhane (The Mansion, 1959), Yağmacılar (The Reivers)
Öykü: Go Down Moses (1942)
Oyun: Kuklalar (The Marionettes, 1920)
Şiir: Mermer Faun (The Marble Faun, 1924)
William Faulkner: Acı çeken bilinç: William Faulkner
20. yüzyılın şaşırtıcı büyüsü, edebiyat tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş ve görülemeyecek kadar farklı mizaçta onca yazarı bir araya toplamış olmasından geliyor.
Çağın başında henüz kendi temellerini yeni yeni kurmaya başlayan ve Avrupa edebiyatının gölgesini izleyen Amerikan edebiyatının üç çağdaş ve çok farklı yazar (Faulkner, Fitzgerald ve Hemingway) çıkarmış olması bile bu bereketliliği anlamak için yeterlidir.
Bu üç yazar içinden, dönemlerinin ruhunu anlamak ve heyecan verici biyografiler oluşturmak için öteki ikisi kadar bol malzeme vermeyen Faulkner, yüzyılın ilk yarısındaki bu bereketliliğe en iyi örnektir. Önümüzdeki günlerde Türkçede yayımlanacak bir Faulkner kitabı, ‘Faulkner: Güneyin Bilinci’, bunu yeniden hatıra getiriyor.
Peter Nicolaisen’in imzasını taşıyan kitap, Faulkner’ın yapıtları üzerinden kurgulanmış, bir tür izlenimler toplamı. William Faulkner’ın yaşamı boyunca her tür biyografik ilgiye kapılarını sımsıkı kapatması, zaman zaman vahşileşen inzivası zaten kendisi üzerine nitelikli yaşamöyküsü yazılma şansını baştan azaltıyor. Bir Alman olan (neyse ki iyi İngilizce bilen) yazar da bunu baştan kabullenerek yola çıkmış. İngiliz dilini uçlara götüren Faulkner’ı konu edinen bir kitabın Almanca yazılması ve Almanca aslında çevrilmiş olması kafalarda soru işaretleri oluşturabilir. Ne var ki, yapıtın, bir Faulkner okurunun izlenimlerine ve birtakım belgelerin incelemesine dayanan bir ‘ilk adım’ kitabı olduğunu söylersek, herhalde beklentileri azaltmış, fakat soru işaretlerini gidermiş oluruz.
Uyumsuz, münzevi, aylak
Kitapta Faulkner’ın yapıtlarından yola çıkılması, yaşamına ilişkin bazı durumların yer almasını da zorunlu kılıyor. En basitinden, romancının yazıya karşı tuhaf bir biçimde takındığı umursamazlık tavrının daha ilk yazma deneyimlerinden beri var olduğunu öğreniyoruz. Çağdaş edebiyatın kimi soy yazarlarında görülen bu tavır, William Faulkner’ın yaşamı boyunca sadık kaldığı temel felsefesiydi. Başından beri, biraz pervasızca, bir şeyleri tamamlamayı hayal etmişti; ama yeteneğine güveniyordu. Daha da ötesi, dâhilerde görülen kendi yeteneğine inanç, onda işkoliklikle birleşiyordu. Faulkner’da sorun, sık sık kendini yüceltmek ya da tam aksine, yapay bir alçakgönüllülükle bunu inkâr etmek değil, bu yeteneğin kendisine verilmiş olmasından duyulan şaşkınlıktı. Her zaman, gelecekte bir hiç olarak anılmak istediğini söyledi. Mektuplarında ve söyleşilerinde, her an kalemini kırıp yazmayı bırakabilecek, bunu da umursamayacak bir insanın ruh halini buluruz. Bu durumun, Faulkner’a ayrı bir çekicilik kattığına da kuşku yok. Kitapta, Faulkner’ın yapıtlarının yazılış süreçlerine dair ipuçları bulsak da bunlar, yüzeysel kalmaktan kurtulamıyor. Örneğin yazar, evliliğin, Faulkner’ın sanatsal gelişimine darbe vurduğunu söylese de bunu açımlamayı göze alamamış ya da ertelemiş. Her büyük yaşamda mutlaka olan ‘karşılıksız aşk’ın da Faulkner’ın yaşamındaki ve dolayısıyla yapıtlarındaki izine odaklanmamış. William Faulkner’ın özel evreninin psikolojik katmanlarını irdelemenin çok daha farklı bir donanım ve çalışma gerektirmesinden olsa gerek. (Böyle bir irdeleme gerekli midir? Bu da ayrı bir soru.)
Her iyi romancı, başarısız bir şairdir
Faulkner’ın zor ve büyük yapıtları -başta ‘Abşalom, Abşalom!’- lirik olanlar değildi. Fakat bu, kitapta da anılan çok önemli bir noktayı görmezden gelmeyi gerektirmiyor: William Faulkner, gençliğinde uzun süre şiir yazdı ve hep vasatın üstünde bir şair olabilmeyi umdu. Türkçesini henüz okumadığımız bu şiirlerde, Faulkner’ın pek çok şiirini İngilizceye çevirdiği (o çevirileri görmek de heyecan verici olurdu) Verlaine’in etkisinden söz ediliyor. Faulkner, şiir yazmaktaki kısa süreli ısrarının ardından, gençlik yıllarında da şiirdeki başarısızlığını söz konusu etmemiştir. Ne var ki, geç gelen dahi yazar efsanesiyle birlikte yaşamöyküsü hakkındaki efsanevî duvarı yıkan birkaç söyleşiden birinde, şiirdeki başarısızlığını kabul ediyor ve ekliyor: “Her romancı önce şiir yazmak ister, yazamadığını görür ve roman yazmayı dener.” Kitaplık dergisinin geçen yılki sayılarından birinde de yayımlanan bu cümle, şiirin konumunun, düzyazının en yetkin ağızlarından birince onaylanması anlamına geliyor.
William Faulkner, yazdıkça, yaşamın çözümü olmadığına inanıyor ve kendisine acı veren bilincini susturmanın yolunu alkolde buluyordu. Çiftçilik yaparak mutlu olabileceğine inandı. Şaşırtıcı bir iradeyle, Amerikan edebiyat piyasasının o yıllardaki parıltılı cazibesine aldanmadı. Fakat onun yaşadığı, o kuşakta bir yeteneğin uğradığı en büyük trajedi değildir; o paye Scott Fitzgerald’ın hakkı. Faulkner, ısrarla reddedeceğini söylemesine ve hattâ bunu denemesine karşın Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı, törene katılıp smokin bile giydi. Sonraları pek çok kez alıntılanan Nobel konuşmasında umut dağıtmayı da ihmal etmedi. Yine de, Fitzgerald gibi Amerikan hayatının sahte parıltısıyla uğraşmak yerine, ayrıksı karakterleri yazmayı seçti. Faulkner, bir sanatçının, bir kez denediği yeteneğinin sınırları içinde kalıp beklemesi gerektiğini sezmişti. Bunu yaptı ve ödülünü aldı. İşte, geriye kalan her şey, edebiyattır.
Faulkner: Güneyin Bilinci
Peter Nicolaisen
Çev.: Yasemin Bayer
Dünya Kitap
Bir Faulkner klasiği daha
William Faulkner'ın "Köy"ü taşralı orta sınıfın doğuş ve yükselişini anlatan üçlemenin ilk kitabı.
Roman yazma sanatının Türk edebiyatındaki geçmişi pek eski değil.Burada ne romanın tanımından, ne de roman sanatını oluşturan öğelerden bahsetmek istiyorum. Bizim bir huyumuz vardır; entelektüel kavramları, bir içsel durum bizi onlara yönlendirdiği için değil, şık durdukları, moda oldukları için katarız yaşamımıza ve sanatsal yaratımımıza. Örneğin postmodernizm, Türk romanına, Türkiye'deki postmodern durumu yansıtmak niyetiyle değil, moda olduğu için girdi. Aynı şey büyülü gerçekçilik ve birçok başka avangart edebiyat akımları için de az ya da çok geçerli. Elbette, Oğuz Atay gibi, modernizm ya da postmodernizmi gerçekten içeriksel bir durumu yansıtmak için kullanan romancılarımız da var . Yine de postmodern roman dendiğinde, aşırı derecede deneysel, zor anlaşılır, kapalı, karanlık metinler geliyor insanların aklına. Oysa bunlar daha çok modernizme özgü niteliklerdir, postmodernizm ise tam tersine neşeye, mizaha, eğlenceye, hazza ve popüler kültüre açıktır. Şimdi Dünya Edebiyatından bahsetmek istiyorum. Nobel ödüllü Amerikalı yazar William Faulkner'ın "Köy" adlı romanı YKY tarafından yayımlandı. ABD'nin "Avrupalı" yazarı olarak tanımlanan William Faulkner pratik, ekonomik bir dil olarak kullanılmaya alışılmış İngilizce'ye farklı bir yoğunluk sağlamıştır. Romanlarını, karakterlerini Yoknapatawpha adını verdiği yarı-kurgusal bölgede yaşama geçirir. Günlük olayları, karakterleri ayrıntılarıyla verirken Güney'in havasını, toprağını, ruh halini, tarihini, kısaca duyumsanabilecek neredeyse tüm varlığını yansıtır.YKY'de daha önce yayımlanan William Faulkner romanları "O Akşam Güneşi" (1993) ve "Abşalom Abşalom" (2000) çok ilgi görmüştü. Snopes ailesi üzerine üçlemesinin ilki olan "Köy" yoğun, ağır, çarpıcı bir roman. Kurnaz ve entrikacı Flem Snopes, akrabalarıyla birlikte, Frenchman's Bend köyünü yavaş yavaş ele geçirmeye başlar. Snopes klanı bir anlamda ABD'de "kalın enseli" tabir edilen taşralı orta sınıfın ortaya çıkışının ve yükselişinin hikayesi. Geçmişte kalmış bir Avrupalı etkisinin kalıntıları üzerinde kendine özgü bir derinlik kazanmış Güney'in geleneklerine, mirasına ters düşen yeni girişimci ticaret her şeyi etkiler, değiştirir. "Köy" insani güdülerin, zaafların, tutkunun, kaybetmenin ve değişimin romanı. Dili ne kadar karmaşık, kalabalık karakter ve olay örgüsü ne kadar yöresel olursa olsun; keskin, evrensel ve çağdaş bir okuma. Anılarla, öykülerle, kahramanlarla, perilerle dolu. Sevim Ak'ın anı-izlenim türündeki çarpıcı kitabı "Güneşin Çocukları" Ağustos başında piyasaya çıkacak. Çocuk kitapları yazarı Sevim Ak, "Gezici Deneyler" projesinin otuz üç gönüllüsüyle Ankara'dan başlayan bir yolculuğa çıkar. Bu proje kapsamında okullara 500- 700 kitaplık kütüphaneler kurar, oyuncak, bilgisayarlar, ders araç-gereçleri verirler. Her çocuğa bir kitap armağan ederler. "Güneşin Çocukları" bu yolculuğun hikayesi. Almanya'da öğretmenlik yapan yazar Şakir Bilgin'in son kitabı "Bir Daha Susma Yüreğim" An Yayıncılık tarafından yayımlandı. "Bir Daha Susma Yüreğim" yüzleşmeyi, bakmayı, görmeyi, anlatmayı bilen bir gencin dilinden Almanya'da yaşayan Türklerin gerçeği. Bu kitabı okurken; unuttuğunuz bazı gerçeklerle karşılaşacak; Almanya'da Türk olmanın ne demek olduğunu bir de Meryem'den dinleyeceksiniz.
İtibarlı fakat fakir düşmüş bir ailenin oğlu olan William Cuthbert Faulkner, New Albany, Mississippi'de 25 Eylül 1897 yılında dünyaya geldi. Tembelliğiyle tanınan Faulkner, 17 yaşındayken öğrenimini yarıda bıraktı ve büyükbabasının bankasında çalışmaya başladı. O yıllarda bir yandan acı dolu, melankolik şiirler yazıyor bir yandan da çocukluk yıllarından kalma alışkanlıkla resim sanatıyla ilgileniyordu. Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü olarak katılmış olmakla birlikte 1,67 metrelik boyu kısa bulunduğu için orduya alınmadı. Ancak bu karar onun askerlik tutkusunu daha da körükledi ve takvimler 1918 yılını gösterdiğinde William Faulkner, hava kuvvetlerinin bir eri olmuştu. Toronto'da, Royal Air Force'da yani dilimizdeki anlamıyla Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde uçma aşkı büsbütün alevlendi.
Her ne kadar yaşamının sonuna kadar bir asker olarak kalmaya kararlı olsa da, babasının isteği üzerine Mississippi'deki Oxford Üniversitesi'nde Avrupa Dilleri bölümüne kaydını yaptırdı. Ama bir yıl sonra buradaki eğitimini de yarıda bırakarak edebiyat dünyasına sahne yazarı sıfatıyla adımını attı. İlk oyunu Kuklalar'ı tamamladıktan sonra New York'a giderek bir kitapçı dükkanı açtı. Ancak başladığı diğer uğraşlar gibi bunu da kısa bir süre devam ettirebildi ve eski üniversitesinin postahanesini yönetmek üzere Mississippi'ye döndü. 1924'te okurun dikkatini pek çekmeyen Mermer Faun adlı bir şiir kitabı yayınlandı. Bunu izleyen iki yılda ise Birinci Dünya Savaşı'nda düşmanlarla çarpışan bir hava kuvvetleri pilotunun öyküsünü anlattığı ilk romanı Askerin Ödülü üzerine çalıştı.
32 yaşına geldiği 1929'da gençlik aşkı Estelle Oldham ile dünyaevine giren William Faulkner'in bu evlilikten bir çocuğu oldu. Aynı yıl Sartoris adlı eseriyle kayda değer bir başarı kazandı. Sartoris'in odak noktası, yazarın hayali olarak yarattığı, Mississippi yakınlarındaki Yoknapatawpha Kasaba özelinde bütün ABD'nin güney devletlerinin sorgulanması yapıldı. Faulkner'in Sartoris'ten sonraki hemen hemen bütün yapıtlarında hayali yöreye yer verdiği görünür. Yazar bu romanda daha sonraki yapıtlarında da olduğu gibi çoğu zaman okuru şaşırtan anlatım perspektiflerinden yararlanarak bilinç akımı tekniğini kullandı. Bir figürün bilinç içeriklerinin tümünün; düşsel ve duygusal anlatımlarına bir sonraki romanı Yatağımda Ölürken'de de yer vermiştir.
Kutsal Sığınak adlı romanında güney ülkesi vatandaşının karakterini, olumsuz yaşam tecrübelerini daha da keskinleştirip güçlendiren William Faulkner, iktidar, zorbalık ve rüşvetin kol gezdiği adaletsiz bir dünyada cinayetleri, tecavüz ve sapıklıkları anlattı. Kutsal Sığınak'ın devamı olarak görünen Bir Rahibeye Ağıt adlı eserinde yazarın aradan geçen 20 yıla rağmen tutumundan vazgeçmediği anlaşılmaktadır. Gerek eleştirmenler gerekse okur tarafından oldukça başarılı bulunan romanı Ağustos Işığı, yıkıcı bir toplumsal eleştirinin ürünü olarak değerlendirilir. Tıpkı Absalom, Absalom'da olduğu gibi Ağustos Işığı da William Faulkner', vatanı olan güney ülkelerinde siyahlara karşı uygulanan politikaları eleştirmekte ve ırkçılığa karşı olan tavrını ortaya koymaktadır. Bu romanın dikkat çekici bir diğer özelliği de okuyucuyu yazarın isteği doğrultusunda şekillendiren anlatım tarzıdır. Böylesi bir anlatım tarzının son yapıtlarını ise Yaban Palmiyeleri adlı iki bölümden oluşan romanı ile altı öykünün bir araya geldiği ve bir nevi Faulkner ailesinin tarihi sayılabilecek kitabı Go Down Moses'tır. Elde ettiği başarılara rağmen basından ve toplum önüne çıkmaktan çekinen biri olarak tanınan William Faulkner, 30'lu ve 40'lı yıllarda zaman zaman Hollywood'ta yaşamış, 1932'de memleket özlemi çeksede ekonomik nedenlerle Metro-Golden-Mayer şirketi için senaryo yazarlığı yapmıştır. Çalışma aralarında sık sık kör kütük sarhoş olana kadar içen yazar bir çok kez tedavi görmüşse de alkol bağımlılığından kurtulamamıştır.
20. yüzyılın ortalarına doğru yazdığı Tozun İçine Giren adlı romanında diğer eserlerinden farklı bir konu ele alarak siyahlara yardım eden bir beyazın öyküsünü anlatır. 50'li yıllardaki çalışmalarının merkezinde tohumlarını 1940'da attığı üçlemesi olmuştur. Üçlemenin ilk kitabı Köy'dür. Snopes ailesinin yaş******* yola çıkarak yazdığı geniş kapsamlı olarak güney ülkelerinin öyküsünü ele aldığı Kasaba ile Malikhane üçlemenin diğer iki kitabıdır. Üçlemede, yeni zenginler arasına katılan, başını zorbalığı ve vicdansızlığı ile tanınan Flem Snopes'in çektiği ailenin yükselişi, geleneksel değerleri savunan ve eskiden beri o kasabada yaşayan insanların mücadelesiyle sona erer. Son romanı Yağmacıların yayınlanmasından kısa bir süre sonra atla çıktığı gezinti sırasında kaza geçiren yazar, üç hafta boyunca yatağa bağımlı bir yaşam sürmüştür. William Faulkner, 6 Temmuz 1962'de Oxford'da kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi.
Eserleri
Roman: Askerin Ödülü (Soldiers Pay, 1926), Sartoris (1929), Döşeğimde Ölürken (As I Lay Dying, 1930), Kutsal Sığınak (Sanctuary, 1931), Ağustos Işığı (Light in Auguste, 1932), Yaban Palmiyeleri (The Wild Palms, 1939), Bir Rahibeye Ağıt (Requiem for a Nun, 1951), Tozun İçine Giren (Intruder in the Dust, 1948), Köy (The Hamlet, 1940), Kasaba (The Town, 1957), Malikhane (The Mansion, 1959), Yağmacılar (The Reivers)
Öykü: Go Down Moses (1942)
Oyun: Kuklalar (The Marionettes, 1920)
Şiir: Mermer Faun (The Marble Faun, 1924)
William Faulkner: Acı çeken bilinç: William Faulkner
20. yüzyılın şaşırtıcı büyüsü, edebiyat tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş ve görülemeyecek kadar farklı mizaçta onca yazarı bir araya toplamış olmasından geliyor.
Çağın başında henüz kendi temellerini yeni yeni kurmaya başlayan ve Avrupa edebiyatının gölgesini izleyen Amerikan edebiyatının üç çağdaş ve çok farklı yazar (Faulkner, Fitzgerald ve Hemingway) çıkarmış olması bile bu bereketliliği anlamak için yeterlidir.
Bu üç yazar içinden, dönemlerinin ruhunu anlamak ve heyecan verici biyografiler oluşturmak için öteki ikisi kadar bol malzeme vermeyen Faulkner, yüzyılın ilk yarısındaki bu bereketliliğe en iyi örnektir. Önümüzdeki günlerde Türkçede yayımlanacak bir Faulkner kitabı, ‘Faulkner: Güneyin Bilinci’, bunu yeniden hatıra getiriyor.
Peter Nicolaisen’in imzasını taşıyan kitap, Faulkner’ın yapıtları üzerinden kurgulanmış, bir tür izlenimler toplamı. William Faulkner’ın yaşamı boyunca her tür biyografik ilgiye kapılarını sımsıkı kapatması, zaman zaman vahşileşen inzivası zaten kendisi üzerine nitelikli yaşamöyküsü yazılma şansını baştan azaltıyor. Bir Alman olan (neyse ki iyi İngilizce bilen) yazar da bunu baştan kabullenerek yola çıkmış. İngiliz dilini uçlara götüren Faulkner’ı konu edinen bir kitabın Almanca yazılması ve Almanca aslında çevrilmiş olması kafalarda soru işaretleri oluşturabilir. Ne var ki, yapıtın, bir Faulkner okurunun izlenimlerine ve birtakım belgelerin incelemesine dayanan bir ‘ilk adım’ kitabı olduğunu söylersek, herhalde beklentileri azaltmış, fakat soru işaretlerini gidermiş oluruz.
Uyumsuz, münzevi, aylak
Kitapta Faulkner’ın yapıtlarından yola çıkılması, yaşamına ilişkin bazı durumların yer almasını da zorunlu kılıyor. En basitinden, romancının yazıya karşı tuhaf bir biçimde takındığı umursamazlık tavrının daha ilk yazma deneyimlerinden beri var olduğunu öğreniyoruz. Çağdaş edebiyatın kimi soy yazarlarında görülen bu tavır, William Faulkner’ın yaşamı boyunca sadık kaldığı temel felsefesiydi. Başından beri, biraz pervasızca, bir şeyleri tamamlamayı hayal etmişti; ama yeteneğine güveniyordu. Daha da ötesi, dâhilerde görülen kendi yeteneğine inanç, onda işkoliklikle birleşiyordu. Faulkner’da sorun, sık sık kendini yüceltmek ya da tam aksine, yapay bir alçakgönüllülükle bunu inkâr etmek değil, bu yeteneğin kendisine verilmiş olmasından duyulan şaşkınlıktı. Her zaman, gelecekte bir hiç olarak anılmak istediğini söyledi. Mektuplarında ve söyleşilerinde, her an kalemini kırıp yazmayı bırakabilecek, bunu da umursamayacak bir insanın ruh halini buluruz. Bu durumun, Faulkner’a ayrı bir çekicilik kattığına da kuşku yok. Kitapta, Faulkner’ın yapıtlarının yazılış süreçlerine dair ipuçları bulsak da bunlar, yüzeysel kalmaktan kurtulamıyor. Örneğin yazar, evliliğin, Faulkner’ın sanatsal gelişimine darbe vurduğunu söylese de bunu açımlamayı göze alamamış ya da ertelemiş. Her büyük yaşamda mutlaka olan ‘karşılıksız aşk’ın da Faulkner’ın yaşamındaki ve dolayısıyla yapıtlarındaki izine odaklanmamış. William Faulkner’ın özel evreninin psikolojik katmanlarını irdelemenin çok daha farklı bir donanım ve çalışma gerektirmesinden olsa gerek. (Böyle bir irdeleme gerekli midir? Bu da ayrı bir soru.)
Her iyi romancı, başarısız bir şairdir
Faulkner’ın zor ve büyük yapıtları -başta ‘Abşalom, Abşalom!’- lirik olanlar değildi. Fakat bu, kitapta da anılan çok önemli bir noktayı görmezden gelmeyi gerektirmiyor: William Faulkner, gençliğinde uzun süre şiir yazdı ve hep vasatın üstünde bir şair olabilmeyi umdu. Türkçesini henüz okumadığımız bu şiirlerde, Faulkner’ın pek çok şiirini İngilizceye çevirdiği (o çevirileri görmek de heyecan verici olurdu) Verlaine’in etkisinden söz ediliyor. Faulkner, şiir yazmaktaki kısa süreli ısrarının ardından, gençlik yıllarında da şiirdeki başarısızlığını söz konusu etmemiştir. Ne var ki, geç gelen dahi yazar efsanesiyle birlikte yaşamöyküsü hakkındaki efsanevî duvarı yıkan birkaç söyleşiden birinde, şiirdeki başarısızlığını kabul ediyor ve ekliyor: “Her romancı önce şiir yazmak ister, yazamadığını görür ve roman yazmayı dener.” Kitaplık dergisinin geçen yılki sayılarından birinde de yayımlanan bu cümle, şiirin konumunun, düzyazının en yetkin ağızlarından birince onaylanması anlamına geliyor.
William Faulkner, yazdıkça, yaşamın çözümü olmadığına inanıyor ve kendisine acı veren bilincini susturmanın yolunu alkolde buluyordu. Çiftçilik yaparak mutlu olabileceğine inandı. Şaşırtıcı bir iradeyle, Amerikan edebiyat piyasasının o yıllardaki parıltılı cazibesine aldanmadı. Fakat onun yaşadığı, o kuşakta bir yeteneğin uğradığı en büyük trajedi değildir; o paye Scott Fitzgerald’ın hakkı. Faulkner, ısrarla reddedeceğini söylemesine ve hattâ bunu denemesine karşın Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı, törene katılıp smokin bile giydi. Sonraları pek çok kez alıntılanan Nobel konuşmasında umut dağıtmayı da ihmal etmedi. Yine de, Fitzgerald gibi Amerikan hayatının sahte parıltısıyla uğraşmak yerine, ayrıksı karakterleri yazmayı seçti. Faulkner, bir sanatçının, bir kez denediği yeteneğinin sınırları içinde kalıp beklemesi gerektiğini sezmişti. Bunu yaptı ve ödülünü aldı. İşte, geriye kalan her şey, edebiyattır.
Faulkner: Güneyin Bilinci
Peter Nicolaisen
Çev.: Yasemin Bayer
Dünya Kitap
Bir Faulkner klasiği daha
William Faulkner'ın "Köy"ü taşralı orta sınıfın doğuş ve yükselişini anlatan üçlemenin ilk kitabı.
Roman yazma sanatının Türk edebiyatındaki geçmişi pek eski değil.Burada ne romanın tanımından, ne de roman sanatını oluşturan öğelerden bahsetmek istiyorum. Bizim bir huyumuz vardır; entelektüel kavramları, bir içsel durum bizi onlara yönlendirdiği için değil, şık durdukları, moda oldukları için katarız yaşamımıza ve sanatsal yaratımımıza. Örneğin postmodernizm, Türk romanına, Türkiye'deki postmodern durumu yansıtmak niyetiyle değil, moda olduğu için girdi. Aynı şey büyülü gerçekçilik ve birçok başka avangart edebiyat akımları için de az ya da çok geçerli. Elbette, Oğuz Atay gibi, modernizm ya da postmodernizmi gerçekten içeriksel bir durumu yansıtmak için kullanan romancılarımız da var . Yine de postmodern roman dendiğinde, aşırı derecede deneysel, zor anlaşılır, kapalı, karanlık metinler geliyor insanların aklına. Oysa bunlar daha çok modernizme özgü niteliklerdir, postmodernizm ise tam tersine neşeye, mizaha, eğlenceye, hazza ve popüler kültüre açıktır. Şimdi Dünya Edebiyatından bahsetmek istiyorum. Nobel ödüllü Amerikalı yazar William Faulkner'ın "Köy" adlı romanı YKY tarafından yayımlandı. ABD'nin "Avrupalı" yazarı olarak tanımlanan William Faulkner pratik, ekonomik bir dil olarak kullanılmaya alışılmış İngilizce'ye farklı bir yoğunluk sağlamıştır. Romanlarını, karakterlerini Yoknapatawpha adını verdiği yarı-kurgusal bölgede yaşama geçirir. Günlük olayları, karakterleri ayrıntılarıyla verirken Güney'in havasını, toprağını, ruh halini, tarihini, kısaca duyumsanabilecek neredeyse tüm varlığını yansıtır.YKY'de daha önce yayımlanan William Faulkner romanları "O Akşam Güneşi" (1993) ve "Abşalom Abşalom" (2000) çok ilgi görmüştü. Snopes ailesi üzerine üçlemesinin ilki olan "Köy" yoğun, ağır, çarpıcı bir roman. Kurnaz ve entrikacı Flem Snopes, akrabalarıyla birlikte, Frenchman's Bend köyünü yavaş yavaş ele geçirmeye başlar. Snopes klanı bir anlamda ABD'de "kalın enseli" tabir edilen taşralı orta sınıfın ortaya çıkışının ve yükselişinin hikayesi. Geçmişte kalmış bir Avrupalı etkisinin kalıntıları üzerinde kendine özgü bir derinlik kazanmış Güney'in geleneklerine, mirasına ters düşen yeni girişimci ticaret her şeyi etkiler, değiştirir. "Köy" insani güdülerin, zaafların, tutkunun, kaybetmenin ve değişimin romanı. Dili ne kadar karmaşık, kalabalık karakter ve olay örgüsü ne kadar yöresel olursa olsun; keskin, evrensel ve çağdaş bir okuma. Anılarla, öykülerle, kahramanlarla, perilerle dolu. Sevim Ak'ın anı-izlenim türündeki çarpıcı kitabı "Güneşin Çocukları" Ağustos başında piyasaya çıkacak. Çocuk kitapları yazarı Sevim Ak, "Gezici Deneyler" projesinin otuz üç gönüllüsüyle Ankara'dan başlayan bir yolculuğa çıkar. Bu proje kapsamında okullara 500- 700 kitaplık kütüphaneler kurar, oyuncak, bilgisayarlar, ders araç-gereçleri verirler. Her çocuğa bir kitap armağan ederler. "Güneşin Çocukları" bu yolculuğun hikayesi. Almanya'da öğretmenlik yapan yazar Şakir Bilgin'in son kitabı "Bir Daha Susma Yüreğim" An Yayıncılık tarafından yayımlandı. "Bir Daha Susma Yüreğim" yüzleşmeyi, bakmayı, görmeyi, anlatmayı bilen bir gencin dilinden Almanya'da yaşayan Türklerin gerçeği. Bu kitabı okurken; unuttuğunuz bazı gerçeklerle karşılaşacak; Almanya'da Türk olmanın ne demek olduğunu bir de Meryem'den dinleyeceksiniz.
Son düzenleme: