Voodoo(Vudu) Dini
Voodoo, müritleri için "korku"nun ve "zafer"in iç içe girdiği bir yaşam tarzı... Afrika´nın Benin Cumhuriyeti´nde konuşulan bir etnik dil olan "Fon" dilinde "voo" içe bakış, "doo" ise "bilinmeyen" anlamına geliyor. Voodooistler Tanrı "Djo"ya inanıyorlar. "Evrensel nefesin efendisi" olan Tanrı Djo, dolaysız olarak insanların kaderiyle ilgilenemeyecek kadar büyük bir varlık... Bu nedenle her insan, Voodoo dininde, potansiyel bir hayvandan farksız olarak dünyaya geliyor. Başlangıçta, her insana rehber olarak bir ruh, yani "loa" veriliyor. Böylece, potansiyel olarak hayvandan farksız olan "insan", "ruhsal bir varlığa" dönüşüyor. Bu ruhsal varlık "birer küçük melek" olan üç ruhsal parçadan oluşuyor. İnsanın yaşamı boyunca bu ruhsal parçalarını kendi iradesiyle geliştirmesi ve mükemmelleştirmesi gerekiyor. Böylece "savunmasız" bir yaratık olan insanın yeniden "tanrı"ya dönmesi sağlanıyor. Voodoo dini, animist inançlarla da yakından ilişkili... Nitekim başlangıçta "birer küçük melek" olan üç ruhsal parça, tapınaklardaki özel odalarda, kilden yapılmış kavanozlar içine konuluyor. Amaç, onları kötü ruhlardan, büyücülerden korumak... Kişi öldüğünde, bu kavanoz kırılıyor ve serbest kalan ruh parçaları, cansız bedenin etrafında yedi gün boyunca dolaşıyor. Voodoo dini, tektanrılı dinlerin aksine, ruhun fiziksel olarak tekrar dirileceğine inanmıyor. Ama, ruhun bedenden ayrılıp yeni bir serüvene başladığını kabul ediyor. Ruhun bedenden ayrılma işlemi ise, ölümün üstünden 7 gün geçtikten sonra yapılan"asıl ölüm ayini" ile gerçekleştiriliyor. Bu ayinin sonunda bedenden ayrılan ruh, suların altında yaşamaya gidiyor. Derinliklerde bir yıl bir gün kalan ruh, daha sonra "Wete Mo Nan Dlo" töreni sırasında yeniden geri çağrılıyor ve bir kavanoza konup ormana bırakılıyor. 16. yeniden doğuştan sonra ise bu ruh, Tanrı Djo ile birleşiyor ve her yeni doğan insana rehber olarak verilen "loa"ları üretiyor. Böylece voodooistler, ölümle sadece tanrılarına hizmet etmekle kalmıyor, onun yeniden doğmasını da sağlıyorlar. Tabii, böyle bir dini anlayışta, ölüm bir "son" değil, tam aksine "kutsal" bir göreve dönüşüyor. Voodoo dini, Afrika´nın batı sahillerindeki Benin (eski Dahomey), Nijerya ve Kongo bölgelerinde yaygın bir dinken, nasıl oluyor da 20. yüzyılda Karaibler´de, Amerika´nın kuzey sahillerinde ve Kanada´da ortaya çıkıveriyor ve giderek Haiti´nin resmi, ulusal dini haline geliyor ?
Bunu anlamak için 500 yıl kadar geriye, Batı ve Orta Afrika´nın günlük yaşamına kadar gitmek gerekiyor... O çağlarda bazı kabileler, kendilerini temiz tutabilmek için, belirli zamanlarda binlerce kabile üyesini zehirleyerek kurban ediyordu. Bu, temel olarak belirli bir nüfus planlaması gereğiydi ama, Goa adasında demir alan ilk köle gemileri bu geleneğe daha temiz ve karlı bir yol getirmişti... Tarihler 1503 yılını gösterdiğinde, Atlantik Okyanusu´nu aşan bu gemiler, o zamanlar adı San Domingo adası olan Haiti´ye ulaştılar. Köle ticareti böylesine karlı bir hale gelmişti ama, siyahi Afrikalıları köleliğe ikna etmek pek de kolay olmuyordu... İşte tam bu sırada "Zombi"ler de ortaya çıktı... 18. yüzyıla gelindiğinde, Haiti adasındaki köle sayısı 400 bini geçmişti. Başını Dahomey Kraliyet Ailesi´nin çektiği bu köle ticareti sonucu, büyük Afrika krallıkları bir bir yıkılmış, ve kıtanın nüfusu hızla azalmaya başlamıştı. Ancak, köle olarak satılan Afrikalıların çoğu zehir ve zombiler hakkında çok şey biliyordu ve tüm bu bilgileri kendileriyle birlikte Yeni Dünya´ya taşıyorlardı... Haiti´ye getirilen bu köleler arasında "Fon" ve "Yoruba" kökenli Voodoo inanışları da hızla yayılmaya başlamıştı. Bu Afrika dini, farklı dil ve inançlardaki Afrika´lıları birbirine bağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bağımsızlık hareketinin de "motoru" haline geliyordu. Afrikalı köleler giderek "Ougan" denen şeflerin etrafında gizli cemiyetler biçiminde örgütleniyorlardı.
Gizli cemiyetler, Batı Afrika´nın en önemli sosyal gücüydü. Kölelerin gözetim olmaksızın toplanmasına izin vermeyen acımasız sömürge sahiplerine karşı direniş başlatabilmek için gizliliği de sağlamaları gerekiyordu. Bu nedenle, gizli şifreler, değişik el işaretleri geliştirdiler. Köle´ye talep arttıkça, sıradan Afrika´lıların yanı sıra iyi eğitim görmüş Afrika soyluları da bu kalabalığa eklendi. Bunlar, Arap öğretmeler tarafından askeri disiplin, tıp, büyü ve fizik konularında eğitim görmüş kişilerdi. Sonuçta da, eğitimli köleler içlerinden ayaklanma liderleri, gizli cemiyet başkanları ve Voodoo büyücüleri çıkardılar. Ne var ki, 1985 yılında, zencilerin bu faaliyetlerinden kuşkulanan beyazlar, "zenci toplantılarını ve danslarını" yasaklamakla kalmamış, "davul çalınmasını"da suç olarak kabul etmişlerdi. Köleler, batı ordularında görülen liderlerle kıyaslanabilecek güçlü kişilikler çıkaramadılar ama, bu ordular karşısında yenilmelerinin asıl nedeni başka bir unsurun yokluğuydu: Zehir... Ancak, Fransız Devrimi´nin dünyaya yaydığı bağımsızlık rüzgarları, bir süre sonra Haiti´de de ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Köleler önce şef Haalaou´nun önderliğinde isyan bayrağını açtılar. Haalaou, savaşa giderken kolunun altında beyaz bir tavuk taşıyor ve bu tavuğun ona tanrının isteklerini ilettiğini söylüyordu. Haalaou´nun öldürülmesinden sonra isyanın bayrağını devralan Toussaint Louverture´e de halk arasında "Siyah Spartaküs" adı takılmıştı... Kuşkusuz bu ayaklanmaların sonunda, Haiti hemen bağımsızlığını kazanamadı ama, beyazlar da önemli ödünler vermek zorunda kaldılar... Örneğin, köleler katolik kiliselerinde vaftiz olmaya hak kazanmışlardı. Bir köle için vaftiz olmak, günlük eziyetlerden az da olsa uzak bir hayat anlamına geliyordu. Kölelerin birçoğu vaftiz olmanın kendilerine rahibinkine benzer güçler kazandıracağını sanıyordu ve bunun için de vaftiz kuyruğuna giriyorlardı. Ancak, kısa sürede Fransızca´yı Batı Afrika dilinin kesik ritimlerine uyarlayan köleler, Katolik dinini isyan dinleri olan Voodoo ile özdeşleştirmekte gecikmediler. Örneğin, cennetin anahtarını elinde tutan Aziz Petrus´u Voodoo dininin "Legba"sı olarak kabul edip, her Voodoo ayininin başında onu çağırıyorlardı. "Syncretism" denilen ve "farklı din sistemlerinden alınan parçaların birleştirilmesi" demek olan bu uygulama, aslında maske takmaktan farksızdı ve köleler, geçerli olan bir dinin örtüsü altında kendi dinlerinin kurallarını uygulamayı sürdürüyorlardı.
Voodoo dini özellikle 1915-1934 yılları arasında adayı işgal eden Amerikan Deniz Piyadeleri döneminde kanlı bir baskı altına alınmıştı. Bu dönemde binlerce Voodooist, Amerikan askerleriyle işbirliği yapan yerli şefler tarafından öldürüldü. Voodoo dini ancak, 1957 yılında iktidara gelen Diktatör Duvalier döneminde yeniden soluk almaya başladı. Bu din Duvailer döneminde kağıt üzerinde yasaktı ama, diktatör, halkı baskı altında tutmak için Voodoo liderleriyle işbirliği yapıyordu. 1986 yılında Duvalier´in devrilmesinden sonra, iş başına geçen rejim Voodoo şeflerinin etkinliğini azaltmak için bu dini resmen yasallaştırma yoluna gitti.Ancak, arka planda "Bizango" adıyla örgütlenen gizli cemiyetler, bu dinin "resmi olmayan"kimliğini hala kontrol altında tutuyor ve sürdürüyorlar. Haitililer´in dedikleri gibi, bugün ülkenin yüzde 85´i Katolik ise, yüzde 110´u da Voodoo dini mensubu...
Günümüzde 2004 yılında Bağımsızlığının 200. yılını kutlayan 8 milyon nüfuslu Haiti´de Vodoo resmi din oldu. Başta Benin olmak üzere Güney Amerika´da mensupları bu
BAZI VODOO İNANÇ UYGULAMA VE BÜYÜLERİ
GELENEKSEL YÖNTEMLERLE BİR "ZOMBİ" YAPMAK
MALZEME
Bir yıldırımtaşı... Bu, yıldırım çarpması sonucu bir tepeden kopmuş ve bir yıl bir gün bekledikten sonra bir "houngan" tarafından dokunulmuş bir taş olmalı. (Eğer bu bulunamazsa, Kolomb öncesi dönemlerde Sarawak kızılderililerinin yaptığı bir balta sapı.)
Bir adet insan kafatası ve çeşitli kemikler.
Sebze yağı
İki adet mavi agamont kertenkelesi
Büyük bir kurbağa, (Bufo marinus)
Bir deniz yılanı (Polychaete solucanı)
Gülibrişim filizi
Bir çeşit ısırgan
İki adet (dişi olursa iyi olur) kirpi balığı, (Spheroeroides testudineus)
Tarantula, kırkayak ve beyaz ağaç kurbağası.
HAZIRLAMA
Zehir ya da "coup poudre", dişi kirpi balığının bol miktarda tetrodotoksin içerdiği Haziran ayında hazırlanmalı... Denizyılanı kurbağanın bacağına bağlanır ve bir kavanoza koyup gömülür. Kurbağa öfkeden ölür ve böylece zehirin yoğunluğu artar. Kafatası ile yıldırımtaşı, okunmuş yağ ile birlikte ateşe konur ve kararana dek yakılır. Tarifteki bütün hayvanlar kızartılır ve pişirilmemiş sebzelerle birlikte bir havanda ezilir. İnsan kemikleri yontulup sıyrılarak bu karışıma eklenir. Karışım ezilerek toz haline getirilir ve bir kavanoza konularak (tercihen kullanılan insan iskeleti ile birlikte bir tabutun içine koyarak) üç gün gömülü tutulur.
"Coup poudre" artık hazırdır...Seçilen kurbanın kapısının eşiğine bir haç şeklinde serpilmesi gerekir. Daha kesin bir yol ise, karışımı kişinin arkasına ya da ayakkabısına dökmektir. Kurbanınız o anda bir ölüden farksız olarak yere yıkılacaktır... Kurban gömülüp cenazeye gelenler dağıldığında, gece olması beklenir ve karanlıkta mezara gidilir. Davul çalarken ölen kişinin adı söylenir. Tabutun gömülü olduğu yer kazılır. Ceset, hemen cevap verecektir.
Şimdi, kurbanın biraz dövülmesi gerekecektir. Zombi, çok sakin bir yapıda olsa da, kabaca uyandırıldığı için aniden çıldırabilir. Ayrıca, kurbanın kontrolünü tamamen ele geçirmek için, "ti bon ange"sinin, yani kişisel ruhu ya da iradesinin hiçbir zaman onun vücuduna geri dönmeyeceği anlatılmalıdır... Dövme sırasında bazı "houngan"lar, "ti bon ange"yi cam bir kavanozun içinde alı koyabilirler. Aynı kavanoza bir böcek koyulması, kurbanın acısını daha da arttırır. Daha sonra zombi bir haçın altına getirilir ve yeni bir isimle -tercihen onu aşağılayan- vaftiz edilir. OOna zorla tatlıpatates püresi, böğürtlen şurubu ve "Datura stramonium" (Zombi salatalığı-Tatula) yedirilir. En sonuncusu, sanrılara neden olan ilaçların en kötülerinden biridir. Böylece, zihin karıştırma işlemi tamamlanmış ve zombi tamamen itaatkar hale gelmiş olur. Tatula, ruhsal çılgınlığa neden olduğu gibi, "atropin" de (hekimlikte de kullanılan bir uyarıcı madde) içerir. Bu madde tetrodotoksinin tek bilinen panzehiridir. Zombi artık işe gitmeye hazırdır. Günde ona sadece bir öğün yemek yedirilir ve asla tuz verilmez.
alintidir
Voodoo, müritleri için "korku"nun ve "zafer"in iç içe girdiği bir yaşam tarzı... Afrika´nın Benin Cumhuriyeti´nde konuşulan bir etnik dil olan "Fon" dilinde "voo" içe bakış, "doo" ise "bilinmeyen" anlamına geliyor. Voodooistler Tanrı "Djo"ya inanıyorlar. "Evrensel nefesin efendisi" olan Tanrı Djo, dolaysız olarak insanların kaderiyle ilgilenemeyecek kadar büyük bir varlık... Bu nedenle her insan, Voodoo dininde, potansiyel bir hayvandan farksız olarak dünyaya geliyor. Başlangıçta, her insana rehber olarak bir ruh, yani "loa" veriliyor. Böylece, potansiyel olarak hayvandan farksız olan "insan", "ruhsal bir varlığa" dönüşüyor. Bu ruhsal varlık "birer küçük melek" olan üç ruhsal parçadan oluşuyor. İnsanın yaşamı boyunca bu ruhsal parçalarını kendi iradesiyle geliştirmesi ve mükemmelleştirmesi gerekiyor. Böylece "savunmasız" bir yaratık olan insanın yeniden "tanrı"ya dönmesi sağlanıyor. Voodoo dini, animist inançlarla da yakından ilişkili... Nitekim başlangıçta "birer küçük melek" olan üç ruhsal parça, tapınaklardaki özel odalarda, kilden yapılmış kavanozlar içine konuluyor. Amaç, onları kötü ruhlardan, büyücülerden korumak... Kişi öldüğünde, bu kavanoz kırılıyor ve serbest kalan ruh parçaları, cansız bedenin etrafında yedi gün boyunca dolaşıyor. Voodoo dini, tektanrılı dinlerin aksine, ruhun fiziksel olarak tekrar dirileceğine inanmıyor. Ama, ruhun bedenden ayrılıp yeni bir serüvene başladığını kabul ediyor. Ruhun bedenden ayrılma işlemi ise, ölümün üstünden 7 gün geçtikten sonra yapılan"asıl ölüm ayini" ile gerçekleştiriliyor. Bu ayinin sonunda bedenden ayrılan ruh, suların altında yaşamaya gidiyor. Derinliklerde bir yıl bir gün kalan ruh, daha sonra "Wete Mo Nan Dlo" töreni sırasında yeniden geri çağrılıyor ve bir kavanoza konup ormana bırakılıyor. 16. yeniden doğuştan sonra ise bu ruh, Tanrı Djo ile birleşiyor ve her yeni doğan insana rehber olarak verilen "loa"ları üretiyor. Böylece voodooistler, ölümle sadece tanrılarına hizmet etmekle kalmıyor, onun yeniden doğmasını da sağlıyorlar. Tabii, böyle bir dini anlayışta, ölüm bir "son" değil, tam aksine "kutsal" bir göreve dönüşüyor. Voodoo dini, Afrika´nın batı sahillerindeki Benin (eski Dahomey), Nijerya ve Kongo bölgelerinde yaygın bir dinken, nasıl oluyor da 20. yüzyılda Karaibler´de, Amerika´nın kuzey sahillerinde ve Kanada´da ortaya çıkıveriyor ve giderek Haiti´nin resmi, ulusal dini haline geliyor ?
Bunu anlamak için 500 yıl kadar geriye, Batı ve Orta Afrika´nın günlük yaşamına kadar gitmek gerekiyor... O çağlarda bazı kabileler, kendilerini temiz tutabilmek için, belirli zamanlarda binlerce kabile üyesini zehirleyerek kurban ediyordu. Bu, temel olarak belirli bir nüfus planlaması gereğiydi ama, Goa adasında demir alan ilk köle gemileri bu geleneğe daha temiz ve karlı bir yol getirmişti... Tarihler 1503 yılını gösterdiğinde, Atlantik Okyanusu´nu aşan bu gemiler, o zamanlar adı San Domingo adası olan Haiti´ye ulaştılar. Köle ticareti böylesine karlı bir hale gelmişti ama, siyahi Afrikalıları köleliğe ikna etmek pek de kolay olmuyordu... İşte tam bu sırada "Zombi"ler de ortaya çıktı... 18. yüzyıla gelindiğinde, Haiti adasındaki köle sayısı 400 bini geçmişti. Başını Dahomey Kraliyet Ailesi´nin çektiği bu köle ticareti sonucu, büyük Afrika krallıkları bir bir yıkılmış, ve kıtanın nüfusu hızla azalmaya başlamıştı. Ancak, köle olarak satılan Afrikalıların çoğu zehir ve zombiler hakkında çok şey biliyordu ve tüm bu bilgileri kendileriyle birlikte Yeni Dünya´ya taşıyorlardı... Haiti´ye getirilen bu köleler arasında "Fon" ve "Yoruba" kökenli Voodoo inanışları da hızla yayılmaya başlamıştı. Bu Afrika dini, farklı dil ve inançlardaki Afrika´lıları birbirine bağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bağımsızlık hareketinin de "motoru" haline geliyordu. Afrikalı köleler giderek "Ougan" denen şeflerin etrafında gizli cemiyetler biçiminde örgütleniyorlardı.
Gizli cemiyetler, Batı Afrika´nın en önemli sosyal gücüydü. Kölelerin gözetim olmaksızın toplanmasına izin vermeyen acımasız sömürge sahiplerine karşı direniş başlatabilmek için gizliliği de sağlamaları gerekiyordu. Bu nedenle, gizli şifreler, değişik el işaretleri geliştirdiler. Köle´ye talep arttıkça, sıradan Afrika´lıların yanı sıra iyi eğitim görmüş Afrika soyluları da bu kalabalığa eklendi. Bunlar, Arap öğretmeler tarafından askeri disiplin, tıp, büyü ve fizik konularında eğitim görmüş kişilerdi. Sonuçta da, eğitimli köleler içlerinden ayaklanma liderleri, gizli cemiyet başkanları ve Voodoo büyücüleri çıkardılar. Ne var ki, 1985 yılında, zencilerin bu faaliyetlerinden kuşkulanan beyazlar, "zenci toplantılarını ve danslarını" yasaklamakla kalmamış, "davul çalınmasını"da suç olarak kabul etmişlerdi. Köleler, batı ordularında görülen liderlerle kıyaslanabilecek güçlü kişilikler çıkaramadılar ama, bu ordular karşısında yenilmelerinin asıl nedeni başka bir unsurun yokluğuydu: Zehir... Ancak, Fransız Devrimi´nin dünyaya yaydığı bağımsızlık rüzgarları, bir süre sonra Haiti´de de ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Köleler önce şef Haalaou´nun önderliğinde isyan bayrağını açtılar. Haalaou, savaşa giderken kolunun altında beyaz bir tavuk taşıyor ve bu tavuğun ona tanrının isteklerini ilettiğini söylüyordu. Haalaou´nun öldürülmesinden sonra isyanın bayrağını devralan Toussaint Louverture´e de halk arasında "Siyah Spartaküs" adı takılmıştı... Kuşkusuz bu ayaklanmaların sonunda, Haiti hemen bağımsızlığını kazanamadı ama, beyazlar da önemli ödünler vermek zorunda kaldılar... Örneğin, köleler katolik kiliselerinde vaftiz olmaya hak kazanmışlardı. Bir köle için vaftiz olmak, günlük eziyetlerden az da olsa uzak bir hayat anlamına geliyordu. Kölelerin birçoğu vaftiz olmanın kendilerine rahibinkine benzer güçler kazandıracağını sanıyordu ve bunun için de vaftiz kuyruğuna giriyorlardı. Ancak, kısa sürede Fransızca´yı Batı Afrika dilinin kesik ritimlerine uyarlayan köleler, Katolik dinini isyan dinleri olan Voodoo ile özdeşleştirmekte gecikmediler. Örneğin, cennetin anahtarını elinde tutan Aziz Petrus´u Voodoo dininin "Legba"sı olarak kabul edip, her Voodoo ayininin başında onu çağırıyorlardı. "Syncretism" denilen ve "farklı din sistemlerinden alınan parçaların birleştirilmesi" demek olan bu uygulama, aslında maske takmaktan farksızdı ve köleler, geçerli olan bir dinin örtüsü altında kendi dinlerinin kurallarını uygulamayı sürdürüyorlardı.
Voodoo dini özellikle 1915-1934 yılları arasında adayı işgal eden Amerikan Deniz Piyadeleri döneminde kanlı bir baskı altına alınmıştı. Bu dönemde binlerce Voodooist, Amerikan askerleriyle işbirliği yapan yerli şefler tarafından öldürüldü. Voodoo dini ancak, 1957 yılında iktidara gelen Diktatör Duvalier döneminde yeniden soluk almaya başladı. Bu din Duvailer döneminde kağıt üzerinde yasaktı ama, diktatör, halkı baskı altında tutmak için Voodoo liderleriyle işbirliği yapıyordu. 1986 yılında Duvalier´in devrilmesinden sonra, iş başına geçen rejim Voodoo şeflerinin etkinliğini azaltmak için bu dini resmen yasallaştırma yoluna gitti.Ancak, arka planda "Bizango" adıyla örgütlenen gizli cemiyetler, bu dinin "resmi olmayan"kimliğini hala kontrol altında tutuyor ve sürdürüyorlar. Haitililer´in dedikleri gibi, bugün ülkenin yüzde 85´i Katolik ise, yüzde 110´u da Voodoo dini mensubu...
Günümüzde 2004 yılında Bağımsızlığının 200. yılını kutlayan 8 milyon nüfuslu Haiti´de Vodoo resmi din oldu. Başta Benin olmak üzere Güney Amerika´da mensupları bu
BAZI VODOO İNANÇ UYGULAMA VE BÜYÜLERİ
GELENEKSEL YÖNTEMLERLE BİR "ZOMBİ" YAPMAK
MALZEME
Bir yıldırımtaşı... Bu, yıldırım çarpması sonucu bir tepeden kopmuş ve bir yıl bir gün bekledikten sonra bir "houngan" tarafından dokunulmuş bir taş olmalı. (Eğer bu bulunamazsa, Kolomb öncesi dönemlerde Sarawak kızılderililerinin yaptığı bir balta sapı.)
Bir adet insan kafatası ve çeşitli kemikler.
Sebze yağı
İki adet mavi agamont kertenkelesi
Büyük bir kurbağa, (Bufo marinus)
Bir deniz yılanı (Polychaete solucanı)
Gülibrişim filizi
Bir çeşit ısırgan
İki adet (dişi olursa iyi olur) kirpi balığı, (Spheroeroides testudineus)
Tarantula, kırkayak ve beyaz ağaç kurbağası.
HAZIRLAMA
Zehir ya da "coup poudre", dişi kirpi balığının bol miktarda tetrodotoksin içerdiği Haziran ayında hazırlanmalı... Denizyılanı kurbağanın bacağına bağlanır ve bir kavanoza koyup gömülür. Kurbağa öfkeden ölür ve böylece zehirin yoğunluğu artar. Kafatası ile yıldırımtaşı, okunmuş yağ ile birlikte ateşe konur ve kararana dek yakılır. Tarifteki bütün hayvanlar kızartılır ve pişirilmemiş sebzelerle birlikte bir havanda ezilir. İnsan kemikleri yontulup sıyrılarak bu karışıma eklenir. Karışım ezilerek toz haline getirilir ve bir kavanoza konularak (tercihen kullanılan insan iskeleti ile birlikte bir tabutun içine koyarak) üç gün gömülü tutulur.
"Coup poudre" artık hazırdır...Seçilen kurbanın kapısının eşiğine bir haç şeklinde serpilmesi gerekir. Daha kesin bir yol ise, karışımı kişinin arkasına ya da ayakkabısına dökmektir. Kurbanınız o anda bir ölüden farksız olarak yere yıkılacaktır... Kurban gömülüp cenazeye gelenler dağıldığında, gece olması beklenir ve karanlıkta mezara gidilir. Davul çalarken ölen kişinin adı söylenir. Tabutun gömülü olduğu yer kazılır. Ceset, hemen cevap verecektir.
Şimdi, kurbanın biraz dövülmesi gerekecektir. Zombi, çok sakin bir yapıda olsa da, kabaca uyandırıldığı için aniden çıldırabilir. Ayrıca, kurbanın kontrolünü tamamen ele geçirmek için, "ti bon ange"sinin, yani kişisel ruhu ya da iradesinin hiçbir zaman onun vücuduna geri dönmeyeceği anlatılmalıdır... Dövme sırasında bazı "houngan"lar, "ti bon ange"yi cam bir kavanozun içinde alı koyabilirler. Aynı kavanoza bir böcek koyulması, kurbanın acısını daha da arttırır. Daha sonra zombi bir haçın altına getirilir ve yeni bir isimle -tercihen onu aşağılayan- vaftiz edilir. OOna zorla tatlıpatates püresi, böğürtlen şurubu ve "Datura stramonium" (Zombi salatalığı-Tatula) yedirilir. En sonuncusu, sanrılara neden olan ilaçların en kötülerinden biridir. Böylece, zihin karıştırma işlemi tamamlanmış ve zombi tamamen itaatkar hale gelmiş olur. Tatula, ruhsal çılgınlığa neden olduğu gibi, "atropin" de (hekimlikte de kullanılan bir uyarıcı madde) içerir. Bu madde tetrodotoksinin tek bilinen panzehiridir. Zombi artık işe gitmeye hazırdır. Günde ona sadece bir öğün yemek yedirilir ve asla tuz verilmez.
alintidir