Vampirizm: Efsane ve Gerçeklik

nones

Bayan Üye
Giriş
“Vampir” ve “Vampirizm” Sözlerinin Kökeni ve Anlamı
Vampirlerin Diğer Benzer Efsanevi Varlıklardan Farkı
Vampirizm Mitinin Tarihi ve Diğer Milletlerde Vampir Karakterleri
Diğer Vampir Karakterleri
Kilisenin ve Din Görevlilerinin “Vampirizm” Efsanesine Tepkisi
Vampirizm Kâbusuna Karşı Mücadele
Vampirler Güzel Sanatlar ve Sinema Filmlerinde
Mitoloji ve Folklor Vampirleri
Vlad Tepeş Kimdir?!
Broum Stouker Hakkında Birkaç Kelime
Broum Stouker'in Drakulası
“Dracula” Romanının Kısa Özeti
Gizemli Olay
“Vampir” Efsanesinin Yaşamasına Sebep Olmuş Hasta Ruhlu İnsanlarla İlgili Tarihte Kısa Bir Gezi
Dünyanın Tanınmış Vampir Araştırmacısı Rosemary Ellen Guiley'in Vampir Hakkındaki Görüşleri
Vampirlere Ait Terimler
Not Kitabı
Dünyada Tanınan Vampir Teşkilatları ve Cemiyetleri
Vampirlerle İlgili Bâzı Batıl İnançlar
Rüyada Vampir Görmenin Tâbiri
Vampirlerin Zayıflıkları
Vampirizm Efsanesinin Meşhurlaşma Sebepleri
Vampirlere Ait Alametler
Vampirizm Kabusunu Çürüten Mantıkî ve İlmî Deliller
Sonuç
Kaynaklar
Vampir ve Vampirizme Dair Tavsiye Olunan Kitaplar Listesi
Yazar hakkında
Giriş
Vampir denilen yarı insan - yarı hayvan yaratıkların varlığı hakkında tutarlı deliller yoktur. Fakat herkes aynı sözleri söylüyor: korkunç bir sıfat, kanlı yırtıcı dişler, pençeye benzeyen uzun tırnaklar, iri ve yöndemsiz bir beden, dehşetli bir ses, güneş ışığından korkma ve daha neler neler...

Onun hakkında, özellikle de son dönemlerde, ardı-arkası kesilmeyen korkunç sinema filmleri çekiliyor, sayısız makaleler yazılıyor. Dünyamızda halledilmeyi bekleyen problemler azmış gibi, bâzı insanlar bu ütopik düşünceyi de bu problemler sırasına dahil etmekten çekinmiyorlar. Asıl maksatsa, göz kapağındadır: Sinema ekonomisi kazancından gelir götürmek, insanlarda kuruntulara sebep olacak sansasyonel haberler yaratmak ve diğer şahsî meraklar. Sanki bu miti yaşatmaktan özel zevk alınıyor. Yerde kalan zavallı halksa safça bu kabusun korku ve heyecanı altında yaşayarak hayatlarını devam ettiriyorlar.

Varlığını kanıtlayacak bir tanecik olsun inandırıcı ve inkâr edilemez bir delili olmayan bu gülünç mitin XXI. yüzyılda yaşadığımıza bakmayarak, hâlâ yaşamaya devam etmesi, sizce de tuhaf değil mi?! Neyse. Konudan uzaklaşmayalım.
“Vampir” ve “Vampirizm” Sözlerinin Kökeni ve Anlamı
İngilizcedeki “vampir” sözü, Macar kökenli olup XVIII. asırdan önce, Avrupa devletlerinin kıtanın doğu uckarlarını merak etmeye başlamasından sonra işlenmeye başlanmıştır. Bâzı tarihçiler, bu sözün Sırp veya Türk kökenli olduğu fikrini ileri sürerler.

Güneşin batması ile yeniden doğması arasında olan zaman çizgisinde, dirilerek mezarlardan çıktığına, insanlara saldırıp onların kanlarını içtiğine inanılan doğaüstü varlıklar kimi tasavvur edilen “vampir” sözünün kelime anlamı “kan içen” demektir.[1]

John Heinrich Zopfius, 1733'te, “Sırp Vampirleri” adlı ilmî çalışmasında (tezinde) şöyle yazmıştır:

“Vampirler, geceleri mezarlarından çıkarak yataklarında uyuyan insanlara saldırır, bedenlerindeki kanlarını emer ve onları yok ederler. Vampirler, kadın-erkek ve çocuk demeden, yaşlarına ve cinslerine bakmadan onlara zarar verirler”.

Scoffern ise “Stray Leaves of Science and Folklore” adlı eserinde şöyle yazıyor: “Vampirlere verebildiğim en güzel tanımlama, onların yaşayan, kötü ruhlu, katil ve ölü beden olmalarıdır. Yaşayan ölü beden!..”.

Bu söz, farklı dillerde, farklı çeşitlerde adlandırılır. Örneğin, Azerbeycanca: hortdan, Türkçe: hortlak, Rusça, Ukrayna, Belarus, Slovak ve Çek dillerinde: upir, Bulgarca: vampir, Polonya dilinde: wapierz, Yunanca: rikoklas, Tatarca: uvır vs.

Kerb edebiyatında “vampir” sözüne ilk defa, 1734'te İngiltere'de yayınlanmış olan “Oxford English” sözlüğünde [2] rastlanılır. Daha sonra bu söz, 1745'te Harleian Misscelllany'de yayınlanmış “Travels of Three English Gentlmen” (Üç İngiliz Centilmenin Seyahati) adlı macera eserinde [3] işlenmiştir. Eserde, mezardan kötü ruhla hortlayarak insanları öldürüp kanını içen ölüler, vampir adlandırılmıştır.

“Vampirizm” anlayışına gelince, “vampir” sözü ve “izm” sözdüzeldici şekilçisinden meydana gelip sözlüğümüze girmiştir ve bu da demek oluyor ki, bütün dünya dillerinde işlenen bu söz, dar manada vampirlerin varlığı ile ilgili akımı ifade eder. Geniş manada ise bu söz, kanaatimce, vampirlerin gerçek olmasına, başka sözle, gerçekte var olduğuna dair hem nazariyede, hem de tecrübede yaranan ziddiyyetli meselelerin hallini içeren fikirlerin topl******* ibaret bir dünya görüşü anlamını aksettirir.

Vampir ve vampirizmle ilgili sistemli ve düzenli araştırmalar yapan kişilereyse vampirolog (ing. vampirologist) adlanır.
Vampirlerin Diğer Benzer Efsânevî Varlıklardan Farkı
Tarihte, insanlar tarafından vampirler gibi diğer efsânevî varlıklara da safçasına inanılmıştır. Bunlara bahamut, su perisi, zombi, golem, griffon, enkebit, faun, fantom, yutpa, dev, gulyabânî, hayalet, kurt adam, simurg, pegasus, troll, tek boynuz, tepegöz ve diğer yaratıkların adlarını örnek gösterebiliriz. Bunlar içerisinde vampirlere en çok benzeyen, fakat onlardan önemli derecede farklı olan efsânevî varlıklar; Zombi, Kurt Adam ve Gulyabânî'dir. İsimleri zikredilen bu efsânevî varlıkların vampirlerden daha farklı yaratıklar olduğunu göstermek için onlar hakkında kısa malumat vermenin amaca uygun düşeceğini düşünüyoruz;

Zombi: Voodoo'nun Afro-Caribbean ve Creole rûhânî inanç sisteminde ölümsüz bir insan olduğuna inanılır. Güya zombiler (insanların ölü bedenleri), doğaüstü güçlerin tesiri aracılığıyla insanlarda korku yaratmak için canlandırılır. “Zombi”, Voodoo Tanrısı Niger-Congo'nun adıdır. Bu söz, Konko dilindeki tanrı manasını ifade eden “nzambi” kelimesine benziyor.

Kurt Adam: Kurda dönüşebilen, yarı kurt - yarı insan özelliklerine sahip efsânevî varlıktır. Yunan tarihçisi Herodot, istediği zaman insana veya kurda dönüşebilen bir varlıktan bahsetmiştir. Söylenenlere göre kurt adam adlı bu yaratık, insan yer ve kurda dönüştüğü zaman kendi insan sesini ve gözlerini değişmiyor. O vakit, o vahşi bir kurt gibi güçlü olur. Çeşitli milletlerin tarihinde kurt adamla ilgili birçok efsânelere rastlamak mümkündür.

Gulyabânî: Efsaneye göre bu varlık, seyahat edenlere saldırıp onları yok edermiş. İnsan yiyen bir varlık gibi tasavvur edilen Gulyabânî, güyâ çok yaşlı olup uzun bir sakala sahipmiş.

Uyarmalıyım ki genellikle hiçbir ilmî esası olmayan bu efsânevî varlıklar, gerçekte mevcut olmayıp yalnız ve yalnız insan beyninin fantezilerinin ürünü gibi sadece cehalet neticesinde meydana çıkmıştır. Konudan çok uzaklaşmamak ve yazının hacmi imkan vermediği için ben, bu efsânevî varlıklar hakkında ne yazık ki, geniş şekilde malumat veremeyeceğim. Ümit ediyorum ki, yakın gelecekte hemin yaratıklarla ilgili ayrıca makaleler yazarak bu efsânevî varlıkların var olduğuna dair fikirlerin esassız varsayımlardan başka bir şey olmadığını tutarlı, faktlar ve sağlam kanıtlarla kapsamlı bir şekilde izah edeceğim.
Vampirizm Mitinin Tarihi ve Diğer Milletlerde Vampir Karakterleri
Vampir efsanesinin kökünü Mezopotamya'daki Dicle ve Fırat nehirlerinin yakınlarında olan kil ve taş levhaların üzerinde yazılmış Assuri yazılarında aktarmak lazımdır.

Assuri'de göze görünmeyen ve insanları tesiri altına sala bilen “Ekimmu” adlı vampirin varlığına inanılırdı. Efsaneye göre o, tahtadan yapılmış silahlarla, yahut da kötü ruhları kovan birinin yardımıyla yok edilebilirmiş.

Vampirler hakkında olan efsânelerin tohumlarının kadim Babil'e dayandığını iddia edenler de az değil.

Bundan başka, İbranilerin mukaddes kitabında adı geçen Lilith, büyük ihtimalle, ilk vampirlerdendir. Lilith, geceleri baykuş kılığına girip dolaşarak avlamak için çocukları ve kadınları kullanırdı. Efsaneye göre Lilith, Hz. Adem'in güyâ Havva'dan sonraki karısı olmuş, sonraları Adem'e itaat etmekten imtina ederek Şeytan'ın tarafına geçmişti. Çünkü o, artık her şeye kötülük gözü ile bakıyordu. Netice olarak o, Adem'le Havva'nın evlatlarına, yeni bütün insan soyundan olanlara saldıran bir vampire dönüşmüştür.

Vampire benzeyen, kanı beynine sıçramış insan gibi tasavvur olunan “Ching shih” adlı varlığa kadim Çin efsanelerinde de rastlamak mümkündür. Efsaneye göre bu yaratık, kurbanını zehirli nefesi veya kanını emerek öldürürmüş. Anlatılanlara göre onu adi silahla veya güneş ışığından istifade etmekle yaralamak ve hatta öldürmek mümkünmüş..

Kadim Hindistan tarihinde ise “kan içenler” hakkında olan mitlerin kökü, hele eramızdan evvel 3. minilliye kadar uzanır. Şimdiki Hindistan'ın, Nepal'ın ve Tibet'in genel hatlarının geçtiği Hint Irmağı vadisinde, kayalar üzerinde yeşil renkli, tutkun göy bedenli ve uzun köpek dişleri aydın seçilen tanrıların tasvirleri ve putları kalmaktadır. Onlardan biri olan Kadim Nepal ölüm tanrısısı içerisinde kanlı bir havuzun içinde kaya kimi ucalan iskelet yığınları üzerinde elinde kanla dolu kelle kapağına (kafa tası) benzeyen bir kadeh tutmuş vaziyette tasvir olunmuştur. Duvara çizilmiş bu tasvirlerden bazılarının tarihi, m.ö. 3000'e kadar uzanır. Vampirizmle ilgili fikirleri ile tanınan Delhi Üniversitesi'nin profesörü Varma hemin ölüm tanrısını, elece de Tibet iblisini ve kadim monkal zaman tanrısını mitoloji tarihinde ilk vampirler olarak tanımlar. Hint edebiyatı tarihinde, vampirler, tahminen günümüzden 1500 yıl öncesine ait olan yazılarda rakşasa, kadim Hint dilinde “muhafaza eden” demektir. hayvan özlü bir insan veya insan üzlü bir hayvan olarak tasavvur edilen bu varlıklar, güyâ kurbanlarının etini yiyip, kanını içerlermiş) ve laksuiram (körpelerin kanını emen çekici ve güzel kadınlar) olarak adlandırılmıştır. Şunu da belirtelim ki, Kadim Hindistan rivayetlerinde ağaçtan baş aşağı vaziyette asılmış, yarasaya benzer ve kana ihtiyaç duyan “Baital” adlı vampire benzeyen varlıktan da söz edilir.

Bundan başka, Kerbi Hindistan'da, yaşlı kadın kılığında gece vakti insanları avlayan “Loogaro” adlı vampirden de bahsedilir..

Malezya efsanelerinde ise vampirlere “penangalen” adı veriliyor. Bu bedensiz baş, güyâ çocukların karnında yuva kurarak onları içeriden yiyormuş.

Doğu Avrupa'da karaçılar, “Mulo” adlı yaratığın varlığına inanırlardı. Anlatılanlara göre “Mulo”, ölmüş insanların ruhu olup geceleri cesedini mezarında terk ederek güneşin ilk şafağı ile geri döerlermiş. Efsaneye göre, onlar görünmez olsalar da, ona inanan insanların gözüne asıl bedenleri ile görünebilirmiş. Doğu Avrupa'da karaçılar hemçinin, “erkek mulolar”ın dul karaçı kadınları hamile ettiğine ve ondan doğulan “dhampir” adlı vampirin de var olduğuna inanırdılar.

Vampirlerle bağlı efsanelere başka halkların mitolojisinde da rastlamak mümkündür. Örneğin, Arapların 1001 Gece Masalları'nda insan etini yiyen “Akul” adlı dişi vampire benzer yaratıklarla ilgili hikâyeler vardır.

Kökü ruhlara dayanan Afrika inançlarında da vampir efsanesinin izleri vardır. Bunun gibi, Afrika'nın bâzı kabilelerinde bir ölünün tekrar dirileceğine, onun canlı bir varlığın kanı ile yaşayabileceğine inanılır. Kerbi Afrika'da demir dişleri ve karmak ayakları olan insana benzer “Asasabonsam” adlı vampirlerin de var olduğuna inanılırdı. Efsaneye göre onlar, karmak ayakları ile ağaçtan başaşağı vaziyette sallanarak yaşıyor, kurbanlarının parmaklarından dişliyorlardı.

Yeni Gine'nin Camma kabilesinde Ovengua cini veya Borneo adasında yaşayan Dayak kabilesindeki “Buau” adlı yaratık da bu tür inanışlara dayanan varlıklardır.

Vampirlerle bağlı diğer ilgi çekici rivayetse, İngiltere tarihine aittir. 1200'lerde İngiltere'de yaşayan dindar Walter Map adlı şahıs, bir vampirin bütün kent ahalisinin kanını emerek öldürdüğünü iddia etmiştir. Map'ın söylediğine göre, güyâ kentte sağ kalan sonuncu insan, kılıcı ile kana susamış vampirin başını iki yere bölmüştür.

Tanınmış vampir araştırmacısı Montague Summers, 1928'te Londra'da, 1929'da ise New York'ta tekrar basılan “The Vampire: His Kith & Kin” (“Vampir – kohumları ve ailesi”) adlı eserinde (Giriş, 5 bölme ve bibliyografya hisselerinden ibaret olan bu kitapta vampirlerin kökeni, kökü, onlara ait edilen hususiyetler, hemçinin Assuri'de, Doğu'da ve bir sıra kadim ülkelerde vampirlerin tarihi, benzeri edebiyatta vampirlerle bağlı yazılan eserler hakkında etraflı şekilde bahsedilir) ispanyolların gelişinden evvel vampirlerin Meksika'da primaeval meşelerinde yaşamış olduğunu söyleniyor. Bu ülkede, geceleri insanları avlayıp kanlarını içen, ayaklarını bedeninden ayırarak kılık değiştirebilen “Tlahuelpuchi” adlı vampirin var olduğuna inanılırdı. Meksika efsanelerinde, genç insanları vampire çeviren “Civaveteo” adlı vampirlerden de bahs olunur.

Brezilya'da “Jaracara” adlı vampirlerin var olduğuna inanılırdı ki, güyâ o, Yılan gibi görünüp, uyuyan kadınların kanını ve sütünü emermiş.

Cenubi Amerika'da “Azerman” adlı, gündüzleri kadın cinsinden olan, insan kılığında; fakat geceleri yarasa veya diğer bir hayvana dönüşen bir vampirin var olduğuna inanılırdı. Efsaneye göre eğer tohumlar yerde sepelenmiş halde olsalardı, vampir hemen onları saymak için dayanırmış. Yahut eğer kapının karşısında süpürge olsa, o, asla eve girmezmiş.

Mısır'da şehvet ve aşk maceraları ile meşgul olan kara saçlı “Kyra” adlı vampirin var olduğuna inanılırdı.

İrlanda'da bir kelt efsanesinde, Waterford da Strongbow ağacının yanında basdırılmış – kişileri baştan çıkararak onlara sarılıp kanlarını kurtarana kadar içmek için yılda bir defa mezarından çıkan – “Dearg-due” (“Kızıl kan emici”) adlı meşhur bir kadın vampirden bahsedilir.

Avustralya'da yarasa gibi kanatları olan, pis kokan, insan kılığında “Garkain” adlı vampirlerin var olduğuna inanılırdı. Efsaneye göre tüfeyli gezen bir avcı veya köpekmiş. Bir insan, onun “mangrov” adlı meşesine girerse, o, ağaçtan avınınn üzerine çullanır ve kanatları ile onu tutarmış. O zaman kurbanının pis kokudan nefesi kesilir, “Gurkain” ise onun bedenini yermiş.

Bulgaristan'da tek burun deliği olan “Krvopijacs” (“obour” adı ile de tanınır) adlı vampirin var olduğuna inanılırdı. Efsaneye göre bu vampirler, mezarların etrafında güller gördüğünde hareketsizleşirlermiş. Onları öldürmenin tek yoluysa büyü yaparak ruhlarını bir şişe içerisine katıp ateşte yakmaktı.

Albania'da gece vakti sinek kılığına girerek insanların kanını içen “Shitriga” adlı vampirin var olduğuna inanılırdı. İlginçtir ki, XX asrın ilk yıllarında bir çok ermeni, bu yaratığı insan ölümlerinin esas sebebi gibi kabul etmiştir (Şaşılacak birşeydir ki, göresen, ne için kondarma “kırğın” ve “katliam” olayları uydurarak kendilerini ezilen bir millet gibi keleme veren menfur Ermeniler, bu insan ölümlerinin de sebebini Azerbaycan, bütövlükde ise Türk milletinin üzerine atmak istemedi?. Yoksa, akıllarına mı gelmedi?!).

Polonya ve Rusya'da, normal insan gibi göze görünen, fakat ağzında diş evezine arı iğnesi olan ve avına gün battıktan geceyarısına kadar çıkan “Vampir” adlı vampirin var olduğuna inanılırdı. Efsaneye göre o, yalnız kaldığı zaman vücudu patlar, bedeninden yüzlerle iğrenç hayvanlar meydana gelirdi. Anlatılanlara göre onlardan biri kaçarsa, “vampir”in ruhu da kaçmış olurdu ki, bu da onun gelecekte intikam almak için geri dönmesine sebep olurdu.

Kadim Yunanistan ve Roma mitolojilerindeyse, kan içenler – güzel kadın veya korkunç ruh kılığına girerek insanları avlayan lamiyalar, rikolaklar ve başka suretlerle temsil olunmuştur. Lamiya yunan mitolojisine göre Tanrılar Tanrısı Zeus'un aşık olduğu kadındır. Zeus'un karısı Hera, ona karşı savaşmıştır. Lamiya, delirmiş ve öz oğlunu öldürmüştür. Bundan sonra o, geceleri insanların çocuklarını hemen üsulla öldürmek için ava çıkmıştır.

Yunan efsanelerinde yeni ile geçen gün göze görünen, yarı insan, yarı hayvan olan “Callicantzaros” adlı vampirden de bahsedilmiştir. Anlatılanlara göre o, kasabaların girişinde veya düzenlik yerlerde gezip yeraltındaki mağaralarda yatarmış. Güya “Callicantzaros” yeryüzüne çıktığında, ölümlü bir kadını yeraltı dünyasına gelin getirmek ve ondan bir çocuğu olması için kaçırlarmış. Efsâneye göre ana ve babası ölümlü olan bu vampirin dişledikten sonra yediği ilk kurbanı, kendi erkek ve kız kardeşi olmuştur.

Yunan rivayetlerinde muhkem pençelere sahip olan, kurbanlarının kanını içen vampire benzer “Keres” adlı varlıktan da söz edilir.

Yunan ve Roma mitolojisinde yer alan bir hikâyeyse “Mennipus” adlı genç bir adamın düğününden bahs eder. Bu düğünde, tanınmış bir filozof olan Tyanalı Apollonius, çok güzel olduğu söylenilen gelini araştırır. Sonunda, gelini vampir olmakla suçlar ve hikâyeye göre gelin, vampir olduğunu itiraf eder. Efsâneye göre gelinin Mennipus ile evlenmesinin sebebi, elinin altında her zaman içebileceği tâze kan saklamaktır. (Bu hikâye, bizim eranını birinci yüzyılda Philostratas adlı şahıs tarafından da ifâde edilmiştir).

Roma halkı, geceler, baykuşa dönüşerek çocukların kanını emen ve onların iç organlarını yiyen “Stryx” adlı vampirin var olduğuna da inanırdı.

Azerbaycan'ın ve Türkiye'nin bâzı bölgelerinde toprağa gömüldüğü gün mezarlarından çıkarak insanları korkudan “hortdan” ve “hortlak” adlı varlıkların var olduğuna inanılır. Anlatılanlara göre, yaşadığı zamanlarda kötülük yapan, insanların arasını açan ve dedikodu ile meşgûl olan insanlar, öldükten sonra dirilirler. Farz edilir ki, bir insanın hortlaması hoş, karşılanmayan bir olaydır. Çünkü hortlayan insanın ahretten kovulduğuna inanılır. Güyâ geceleri mezarından çıkan, kefenle ortalıkta dolaşan her iki yaratık, onları öfkelendiren insanlara sataşıyor, hızla kaçıyor, ata biniyor, silahtan istifade ediyor, istediği insanı dövüyor, sevdiği insanı kaçırıyor, evlere saldırıyor, yol kesebiliyor. Bu yaratıklar, kadın veya erkek olabilirler, fakat genellikle çirkin kadın olurlar. Onların mekânı, kimsesiz ve tenha yerler, özellikle de mezarlıklardır. İnanca göre hortdan ve hortlağın saldırmasından korunmak için, mezarlığın yanından geçerken duâ okumak gerekir.
Diğer Vampir Karakterleri
Diğer milletlerin inançlarında mevcut olmuş hakkında bahsedilen “vampir” imajından başka, çeşitli milletlerde diğer vampir imajlarına da da rastlamak mümkündür. Örneğin İncubus ve Succubus (Avrupa), Glaistig (Şotlandiya), Leanansidhe (Man adası), Soucouyan (Dominik), Strigoi (Romanya), Veshtitza (Sırbistan), Vrykolakas (Yunanistan) vs.

Bâzı vampirlerse aşağıdaki gibi tasavvur olunmuştur:

Aswang – Gündüz insan, geceyse vampir olan güzel bir kız gibi tasvir olunmuştur. Avlandığı zaman büyük bir kuşa dönüşür ve içi boş olan dilini kurbanının boğazına sokarak kanını içermiş;

Bas – Esasen domuz, bâzen de insan kanı içen vampir;

Kappa – Su olan yerlerde yaşayan, hayvan kanı ile beslenen vampir;

Tenatz – Ölmüş insanların bedenlerini ele geçirip rûhlarına hâkim olan ve insan kanı içip geceleri mezarlıklara girdiği zaman fareye dönen vampir.

Diğer vampirler ve vampire benzer varlıkların ise adlarını zikretmekle yetiniyoruz: Asema, baobban sith, nora, polong, redcaps, ustrel, vetala vs.
 
---> Vampirizm: Efsane ve Gerçeklik

Kilisenin ve Din Görevlilerinin “Vampirizm” Efsanesine Tepkisi

Tarihten bilindiği gibi, 1215'te Roma'da toplanan Dördüncü Lateran Meclisi'nde vampirlerin varlığı kilise tarafından kabul olundu ve kilise, kendisini vampirlerin kökünü kurutacak kudrette olan tek güç ilan etti. 1347'ten itibaren başlayan üç yıl müddetince, Avrupa'da veba hastalığı (kasıkta lenf düğümlerinin iltihabı) yayıldığı dönem, kilise bunun asıl sebebini vampirlerle ilişkilendirdi. Hastalığın mahiyeti konusunda hiç bir fikre sahip olmayan câhil halkınsa, 25 milyon insanın ölümüne sebep olan bu belanın doğaüstü güçlerin gazabı gibi düşünmekten başka çaresi kalmadı.

Bu devirde hastalığın yayılma kaynağı, şöyle kabul görüyordu: Güyâ, hortlayan ölüle,r insanlardan intikam almak için onları ısırmış, neticede ise vampirler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, kilisenin vampirlere karşı mücâdelesi yalnız kuru bir tebliğatla sınırlı kaldı ve bununla alakalı hiç bir faaliyet yapılmadı. Bu durumsa, “hortlama” durumlarının, vampirizm kabusunun yazılı şekle dönüşmesine de yol açtı. Bir başka deyişle, halk arasında şifâhi şekilde dolaşan bu efsaneler, artık yazılı şekilde ifâde edilmeye başlandı. Tesadüfi değil ki, tahminen 200 yıl sonra, yâni 1489'te, “Malleus Maleficarum” adlı kitap kaleme alınmıştır. Esasında büyücülerin zulmünden bahseden kitap olmasına rağmen, bu kitaptan vampirlere karşı mücâdele ederken (!) de yararlanılmıştır. Bu yüzden de, ne yazık ki, yazılanlar tatbik edilerek bir çok masum insan, günahsız yere vampir olmakla suçlanıp idam edilmiştir. Bu kitap, güyâ Şeytan'a uyanları tanımak ve onların zulmünden korunmak için bir takım yollar gösteriyordu. Dini bilginlerden Leo Allatius'un 200 yıl sonra bulunan yazıları, kilisenin uzun müddet vampirlere olan inancının davam ettiğini gösteren bir belgedir. 1645'te “On The Current Opinions of Certain Greeks” adlı araştırması ile Allatius, kilisenin bir talebesi gibi Yunanlarda vampir anlayışını araştırmıştır. Kanaatimizce, Allatius, belki de, vampirlerin Şeytan'a hizmet eden ve geceleri insan avlamak için ortaya çıkan varlıklar olduğunu resmen ilan eden ilk bilgindirdir.
Vampirizm Kâbusuna Karşı Mücâdele

Nihayet, 1700'lerin başlarında, Paris'teki Sarbonna Üniversitesi, ölülerin vampire dönüştüğü fikrini çürütmek için bedenin şekil değişmesi fikrine resmî olarak karşı çıktı. Bununla da bu üniversite, mantıksız batıl inançların sebep olduğu vampir olmakla suçlanan cesedin beden şeklinin değişmesi fikrine karşı çıkarak radikal bir tutum sergiledi. Bundan sonra vampirlerle bağlı batıl inançları eleştiren diğer bilginler de fikirlerini beyan etmeye başladılar. Örneğin, Fransız rahip Don Augustine Calmet, cesurca 1746'te “A Treatise on Apparations Spirits And Vampires a.k.a. The Phantom World” (“Hayaletler, Ruhlar ve Vampirler Hakkında Bilimsel Bir Kitap – Hayâlî Dünya”) adlı, vampirlerin varlığını ciddi şüphe altına alacak kadar güçlü bir kitap yazmıştır. Calmet, hele o vakitler kitabında vampirlerin varlığını kabul etmek için önce tutarlı olgular ve reddolunamaz delillere ihtiyacın duyulduğunu belirtmiştir.
Vampirler, Güzel Sanatlar ve Sinema Filmlerinde

Dünya toplumlarında, güzel sanatlarda ve Sinema filmlerinde bir dizi meşhur vampirlerin adı bilinir. Örneğin, Dr. John Polidorin'in “Vampyre” eserindeki (1819) günahkar vampir Lord Ruthven (bâzı kaynaklara göre adı geçen eser, ünlü İngiliz şairi Lord Byron tarafından yazılmıştır), İrlandalı yazar Joseph Sheridan Le Fanun'un “Carmilla” eserindeki (1872) lezbiyen dişi vampir, diğer İrlandalı yazar Bram Stouker'in “Drakula” romanındaki (1897) Drakula, “Kueen of The Damned” filmindeki esmer tenli Atasha, 1931'te vampirler hakkında çekilmiş korku filmindeki Bela Lukoşi'nin canlandırdığı vampir karakteri vs.



Bela Lukoşi'nin canlandırdığı siyah saçlı, solgun benizli, yırtıcı dişleri ve uzun iri pençeleri olan, hüzün ve korkuyla karışık aksanı ile konuşan, insandan dönme varlık “vampir” adlı hayâlî varlığın beyinlerde işlenen karakteri oldu. Şunu da belirtelim ki, Sinema tarihinde vampirler hakkında ilk film, 1922'te Alman yönetmen Murnau tarafından çekilmiştir. 1930'lu yıllardaysa Hollywood'un film konuları içerisinde en dikkat çekici olanı, vampirlerle ilgili olan konulardı. Sinema'nın en tanınmış vampir oyuncusu ise Christopher Lee'ydi. Daha sonraları, vampirler hakkında çekilen en ünlü sinema filmlerinden bazıları şunlardır:


1. Fearless Vampire Killers (Korkusuz Vampir Katilleri)

Yönetmen: Roman Polanski;
Senaryo: Gerard Brach, Roman Polanski;
Aktörler: Jack MacGowran, Roman Polanski, Sharon Tate;
Çekim Yılı: 1967;
Ülke: ABD, İngiltere.

Konu: Yaşlı bir yarasa araştırmacısı Profesör Abronsius (Jack MacGowran) ve onun yeteneksiz yardımcısı Alfred (Roman Polanski), soğuk hava şartlarında Transilvanya'da kasaba kasaba gezerek vampir ararlar. Profesör, soğuktan donma tehlikesi karşısında kaldığından yakınlardaki kentte bir evde kalmağa karar verirler. Alfred, ev sahibinin yıkanmaya meyilli kızına (Sharon Tate) möhkem tutularak aşık olur. Lakin kız, yakınlardaki sarayda yaşayan vampir Kont Krolock tarafından kaçırılır. Profesör Abronsius ve yardımcısı Alfred, isminden bile korktukları vampir Kont Krolock'un sarayına tamamen farklı sebeplerle gelirler ve vampirleri doğduklarına pişman ederler.
2. Hunger (Açlık)

Yönetmen:Tony Scott;
Senaryo: James Costigan, Ivan Davis, Michael Thomas, Whitley Strieber;
Aktörler: Catherine Deneuve, Susan Sarandon, David Bowie, Dan Hedaya;
Çekim Yılı: 1983;
Ülke: İngiltere.

Konu: Kadim Mısır döneminden beri yaşayan bir vampir prensesi olan Miriam (Catherine Deneuve), kendisine mesken ettiği New-York'da sevgilisi John (David Bowie) ile birlikte yaşarlar. Herşeyin düzenli gittiği bir sırada işler varlıklı John'un ihtiyarlamaya başlaması ile bozulur. Vampir John, ihtiyarlık üzerine ihtisaslaşmış tanınmış uzman hekim Sarah Roberts'e (Susan Sarandon) müracaat eder. Lakin Sarah Roberts, John'u ölümün pençesinden kurtaramaz ve John, hadsiz kırışıklık neticesinde can verir. Dul kalmış vampir prensesi, kendisine yeni sevgili olarak Sarah Roberts'i seçer.


3. Lost Boys (Kayıp Çocuklar)

Yönetmen: Joel Schumacher;
Senaryo: Janice Fischer, James Jeremias, Jeffrey Boam;
Aktörler: Jason Patric, Kiefer Sutherland, Corey Haim, Dianne Wiest, Bernard Hughes, Edward Herrmann, Billy Wirth;
Çekim Yılı: 1987;
Ülke: ABD
.
Konu: Kocasınan ayrılan ve maddi sıkıntılarla karşı karşıya kalan bir kadın, biri bedence çok iri, diğeri ise küçük olan iki oğlu ile birlikte babasının Kaliforniya'nın küçük bir kenti olan Saint Karla'daki evine göçer. Çocuklardan küçüğü Sam (Corey Haim), yerli çizgi romanlar mağazasında çalışan iki asker akrânı ile tanışır. Bu iki dostu, Sam'a vampir avcıları olduklarını söyleyerek bu kentin vampirlerle dolu olduğunu iddia ederler. Diğer taraftan büyük kardeş Mike (Jason Patric), bir motosiklet çetesinde olan tehlikeli görünüşlü bir kıza aşık olur. O, psikopat görünüşlü David'in (Kiefer Sutherland) rehberlik ettiği bu guruba katılıp kıza yakınlaşmak için elinden geleni yapar. Mike'nin bilmediği şeyse, bu gençlerin basit bir motosiklet gurubundan farklı olarak, başka bir işle meşgul olmalarıdır.
4. Vampires (Vampirler)

Yönetmen: John Carpenter;
Senaryo: Don Jakoby, John Steakley;
Aktörler: James Woods, Daniel Baldwin, Sheryl Lee, Thomas Ian Griffith, Tim Guinee, Maximilian Schell;
Çekilim Yılı: 1998;
Ülke: ABD.

Konu: Çocukken ailesi gözlerinin karşısında vampirler tarafından öldürülen Jack Crow (James Woods), bu olayın tesiriyle kendini vampir öldürme işine adar. Mükemmel bir grup oluşturan Crow, her tarafı gezerek öldürmediği vampir bırakmaz. İnsanlar vampirlerin varlığından habersiz olsa da, yüzyıllardır, onların gizli varlığı Vatikan'ca bilinmektedir. Crow ve grubu ise Vatikan için, fakat ondan ayrı ve bağımsız şekilde vampir avcılığı yaparlar. Basit bir ameliyat zamanı usta vampir Jan Valek (Thomas Ian Griffith) ve vampir ordusu ile üzerlerine gelen Crow ve gurubundan geriye yalnızca kendisi ve adamı Montoya (Daniel Baldwin) kalır. Vampirler tarafından ısırılan ve yakın vakte kadar vampire dönüşecek bir fahişe ve genç bir rahibi gurubuna katarak genişlendiren Crow, Valek ve diğer vampirlerle savaşını davam ettirir. Valek, vampirlerin günışığında da faaliyet gösterebilmesini mümkün kılan yeni bir teknoloji aramaktadır ve geç olmadan onu durdurmak ve etkisiz hâle getirmek artık zaruret hâline gelmiştir.
5. Underworld (Karanlıklar Ülkesi)

Yönetmenler: Len Wiseman, Tony Pierce-Roberts;
Senaryo: Kevin Grevioux , Danny McBride , Len Wiseman;
Musiki: Paul Haslinger;
Çekim Yılı: 2003;
Ülke: ABD, Almanya, Macaristan;
Filmin süresi: 121 dakika.

Konu: Şehirlerde yaşayan insanlar, yeraltında neler döndüğünü bilmezler. İki farklı ırk arasında yaşanılan gerginliğin ise hiç farkına varılmaz. Yerin altı, aristokrat vampirlerle sokaklara hâkim olan kurt adamlar – Lycanlar arasında bölünmüş durumdadır. Bu yeraltı dünyası, bir vampirin bir Lycan'a aşık olması ile alt üst olur. Kısası, savaş, bir vampirin bir kurt adamı sevmesi ile başlar!
6. Frostbiten (Vampirlerin Şafağı)

Yönetmen: Anders Banke;
Senaryo: Daniel Ojanlatva, Pidde Andersson;
Aktörler: Petra Nielsen, Grete Havnesköld, Emma Aberg, Carl-Ake Eriksson;
Çekim Yılı: 2006;
Ülke: İsveç.

Konu: İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, doğu cephesinde yolunu kaybeden bir grup SS Alman askeri, peşlerine düşen Ruslardan canlarını kurtarmak için karlı bir meşeye yönelirler. Burada buldukları terk edilmiş bir binaya sığınan askerler, buranın bir vampir barınağı olduğunu öğrendiklerinde artık iş işten geçmiştir. Bu gizemli olaydan uzun yıllar sonra, uzman hekim olan Annika adlı biri ve onun 17 yaşındaki kızı Sega, çok uzaklarda İsveç'in kuzeyindeki bir kente göçerler. 30 gün boyu karanlıkta kalacak olan bu küçük kuzey kasabasında hayat, kentin gençleri basit bir hata neticesinde vampirlere dönüşmeye başladığında korkulu bir kâbusa dönüşecektir.
7. Blood Hunter (Kan Avcısı)

Yönetmen: Sebastian Gutierrez, John Toll;
Senaryo: Sebastian Gutierrez;
Aktörler: Lucy Liu, Robert Forster, Cameron Richardson, Allan Rich, Samantha Shelton, Kevin Wheatley, James D'Arcy, Michael Chiklis , Cameron Goodman;
Müzik: Nathan Barr;
Çekim Yılı: 2007;
Ülke: ABD;
Filmin süresi: 94 dakika.

Konu: Yetenekli bir araştırmacı olan Saide Blake (Lucy Liu), Los Angeles'te gizli bir tarikatla ilgili araştırmalar yapar. Dolayısıyla genç ve modern insanları hedef seçen bu tarikatın iç yüzü, aslında çok korkunç gerçeklerle doludur. Korkuya kapılan gençlerin hepsi de ortadan kaybolurlar; fakat Saide, araştırmaları neticesinde aslında bu insanların tümünün ölmüş olduğunu anlar. Bütün bu işlerin arkasındaki insana yaklaşmasına çok az kalmışken kendisi de bir kurban olmaktan kurtula maz. Artık gerçekleri dışarıdan araştıran bir ajan değil, tarikatın içerisinde yaşayan bir kurban olur.

Vampirlerle ilgili en korkunç 10 sinema filmini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
A) Klasik sıralama:

1. Nosferatu (1920);
2. Dracula (1931);
3. Horror of Dracula (1958);
4. Nosferatu (1979);
5. Near Dark (1987);
6. The Hunger (1983);
7. Fright Night (1985);
8. Salem's Lot (1979);
9. The Lost Boys (1987);
10. The Fearless Vampire Killers (1967).
B) modern dönemde çekilen vampir filmlerinin sıralaması:

1. Bram Stoker’s Dracula (1992);
2. Interview with The Vampire (1994);
3. Underworld, series (2003 – 2006);
4. From Dusk Till Dawn, series (1996 - 2000);
5. Blade Trilogy (1998 – 2004);
6. Van Helsing (2004);
7. John Carpenter’s Vampires (1998);
8. Shadow of The Vampire (2000);
9. The Night Flier (1997);
10. Kueen of The Damned (2002).
Mitoloji ve Folklor Vampirleri

Mitolojik vampirlerle folklor vampirleri birbirinden önemli oranda farklıdır ve kesinlikle karıştırılmamalıdır. Örneğin, Slav folklorundaki vampir, Bram Stouker'in yarattığı vampir karakterine kati şekilde benzer. Benzer şekilde, Broum Stouker'in “Kont Drakula” adlı vampiri, Transilvanya'da yaşayan bir Macardır. Onun prototipi ise Romanya kralı Vlad Tepeş adlı biridir ki, gösterdiği kahramanlıklara göre o, imparator Sikizmund tarafından özel armayla ödüllendirilmiştir. Armanın üzerinde haçın üzerine çarmıha çekilmiş kanatlı ejderha (Drakula) tasviri olduğundan onların sülalesi Drakulalar adlandırılmış, 1476'te Türklerle savaşta yenik düşerek sülalenin varlığı sona ermiş ve bundan sonra hiçbir iz kalmamıştır. Broum Stouker'in adı geçen romanında, ışık yüzü görmesi ile tarihte böyle bir kişinin ve sülalenin olması bütün dikkati özüne yöneltmiştir.

Güzel sanatlarda “vampir” karakteri, ister “iş üslubu”na, isterse de dış görünüşüne göre farklıdır. O, dev bedenli, dağınık saçlı, kızarmış ten rengi ve ölgün gözleri olan, pislik içerisinde yaşayan bir slavdır. Mitolojik vampir, kurbanının kanını boynundan ısırarak emdiği halde; bu pis kokulu yaratık, pis kokulu dişlerini avının göğsüne veya el ya da ayağına batırır, debdebeli bir kalede değil, mezarlıkta ömür sürer.
Vlad Tepeş kimdir?!

Tarihe göz attığımızda görürüz ki, Vlad Tepeş Drakula, XV. yüzyılda yaşamış ve Türk ordusuna karşı savaşmış gerçek bir Romanya kralıdır. Günümüzde Vlad Tepeş Drakula, Romanya tarihinde kahraman olarak anılır. Tesadüfi değildir ki, Romanya ordusu onun şerefine modern bir hücum helikopterine “AHO1-RO Drakula” adını vermiştir. Kahraman olması bir yana, o, bir katildi. Canavar ruhlu olan bu adamın en sevimli yok etme usulüyse kurbanını kazığa geçirerek öldürmekti.



Onun sarayı, Romanya'da Wallachia bölgesinde, yani ünlü Transilvanya'da Arges ırmağı sahillerinde yerleşmiştir. 1456'te Vlad Tepeş, buraya hakimdi. Onun sarayı, kayalar üzerinde erişilmez bir yerde olduğundan, stratejik bakımdan çok elverişliydi. O vakitler Wallachia'da iki sınıf vardı: köleler ve boyarlar. Vlad Tepeşin amacı, boyarları korumak idi. Bu dönemde Osmanlıların hücumları, nefes almağa imkan vermiyordu. Osmanlı tahtınaysa Fatih Sultan Mehmet oturmuştu. Bizans'ı mahveden genç sultanın gözü, şimdi Balkan topraklarındaydı. O, boyarların silahlanmasına ve ordu kurmalarına hiçbir imkan vermiyordu. Vlad Tepeş ise, Türklere karşı gizli şekilde teşkilatlanıyordu. Nihayet, o, 1457'te bir hücum hazırladı ve geceyarısı Osmanlıların tarafını saklayan boyarların saraylarını tek tek ele geçirerek onları aileleri ile birlikte esir etti. Vahşet ve barbarlık, bu gecede başladı. Öyle ki, o, esirleri aylarca yürüterek tek tek öldürttü. İnanılmaz işkenceler yapıyordu. Esirlerden bazılarını uçurumlardan atıyor, bazılarının diri diri derilerini yüzüyor, bir kısmını öldürtüyor, bir kısmınıysa buzlu sularda boğduruyordu. Bu haber, Türk fatihine ulaştıktan sonra Osmanlı ordusu, bölgeye dahil oldu. Vlad Tepeş, önce bir çok dövüşü kazandı ve esir götürdüğü Türkleri trajik şekilde katletti. Çoğunun sarığını başına çivileyerek kazığa oturttu. Anlatılanlara göre Vlad Tepeş, o vakit 20 bin türkü kazığa geçirmek üsuluyle öldürtüp cesetlerini kazığa geçirilmiş halde yanyana sıralatarak düzdürtmüşdü. O, tam manasıyla, azgınlaşmıştı. Yağ kazanları kaynatıyor, insanları diri diri içlerine attırıyordu. Kestiği başlardan gülleler yığını oluşturup karşısında oturarak şarap içirdi. Böyle vahşice katliam merasimlerini günlerce davam ettirdi. Vlad Tepeş, öldürttüğü insanları pişirip doğramaktan da zevk alırmış. O, yemeklerinde kurbanlarının kanlarını çöreğe batırıp yiyormuş. Bütün bu anlatılanlar, 1463'te dürüst olarak hazırlanmış “The story of a Bloodthirsty Madman called Dracula of Wallachia” belgesinde yerini bulmuştur. Görüldüğü gibi, Vlad Tepeş Drakula'nın gerçekten insan kanı içmekten zevk alması, tarihi belgelerle de doğrulanır. Fakat tüm bunlar, onun bir vampir olduğunu kanıtlamıyor. Çünkü insan kanına olan meylinden başka, vampirlere has olan hiçbir işareti onda gören olmamıştır. Yaptığı vahşilikler, onun sadece inanılmaz derecede gaddar biri olduğunu kanıtlar. Böyle kan içen gaddarlaraysa tarihin her döneminde rastlamamız mümkündür.

Fox televizyon kanalında canlı yayınlanan, yapımcısı Tim White, davet edilen konakları ise Rosemary Ellen Guiley ile birlikte, Vincent Hillyer, Stephen Martin ve Vlad olan televizyon programında ünlü vampir araştırmacısı Rosemary Ellen Guiley, Vlad Tepeş'le ilgili fikirlerini şöyle ifade eder: “Vlad Tepeş, vampir değil; gerçek bir insandı. XV. yüzyılda yaşamış gaddar bir yöneticiydi. Broum Stouker, onu “Count Dracula”sına model gibi seçmişti. Burada yalnız birkaç benzerlikleri vardı ki, o da onun kan içmesiydi... Bu ise, ona vampir demeye olanak vermiyor”.

Osmanlı ordusu, Tepeş'i sarayındae köşeye sıkıştırdı. Fakat sarayı ele geçirmek, çok çetin bir işti. Beş güllesi olan sarayın stratejik durumu ve dik kayalar, Türklerin top ateşine ciddi bir engel teşkil ediyordu. Bu vakit, Türkler devamlı olarak çapraz ateş altında kaldılar. Bir rivayete göre saraydan uzak mesafeli yerlere çıkışı olan gizli geçitler vardı. Osmanlı askerleri, savaşırken Tepeş'in saraydan kaçtığı konusunda haberler yayıldı. Türk ordusu, Tepeş'in gerçekten sarayda olmadığından emin olduktan sonra geri çekildiler. Fakat savaş, hâlâ bitmemişti. Düzenli şekilde Türklerle savaş aparan Tepeş, 1462'te yine köşeye sıkıştırılarak geri çekildiği Poenari'de etrafı sarıldı. Karısı, nehre atlayarak intihar etti. Ancak Tepeş, buradan da kaçabildi. Anlatılanlara göre, kısa bir müddet sonra Türklere yenilmiş, daha sonra öldürülmüş ve başı kesilerek İstanbul'a getirilmiş; bedeni ise kayalardan aşağı atılmış, cesedinin parçalarını toplayan rahipler, onu Snakov'da bir manastırın gizli mahzeninde saklamışlar. İlginç olan şey şudur ki, 1931'te manastırda açılan bu mezar, boş çıkmıştır.

Vlad Tepeş'in sarayına gelince, bu saray, Türkler tarafından Tepeş'ten intikam almak için yıkılmıştır. Sarayın kalıntıları, 1940'te meydana gelen depremle tamamen mahvolmuştu. Şunu da belirtelim ki, 1960'lı yıllara gelindiğinde, sarayın yeri bilinmiyordu. Onun yerini Raymond T. McNally ve Radu F. Florescu bulmuştur. Daha sonra saray tamir edilmiş, Romanya için çok önemli gelir kaynağı olmuştur.

Tarihten malum olduğu gibi Vlad Tepeş'in sarayının yerini bulan Radu F. Florescu, elde ettiği belgelerle Tepeş'in kurbanlarının kanını içmesini ve ölümsüz olmayı istemesini yazılı olarak açıklamıştır.
 
---> Vampirizm: Efsane ve Gerçeklik

Vampirizm Efsanesinin Meşhurlaşma Sebepleri

(Bu metnin Türkçeleştirilmesi, henüz tamamlanmamıştır.)

1734'te yayınlanan “Üç İngiliz Centilmeninin Seyahati” adlı kitabın hızla yayılmasından sonra vampirizm kabusu dünyada birdenbire ünlü oldu ki, bunun da sebepleri aşağıdadır:

Birincisi, vampirizm kabusunun bu esrarengiz meşhurluğunun kökü insanların spesifik psikolojik hususiyetleri, onların efsanelere ve hurafelere yatkınlığı, korku instinkti ve diğer etkenlerin tesiriyle ilgilidir.

İkincisi, kan içen hortlak karakterlerine, bütün milletlerin şifahi edebiyatında rastlanıldığından bu karakterlerin çoğu, genellikle insanın beynine sıçramakta zorlukla karşılaşmamıştır

Üçüncüsü, tarihin çeşitli devirlerinde yaşamış sapık ruhlu ve hasta insanların iğrenç ve ürpertici cinayetler işlemesi olguları, insanların beyninde vampirlerin gerçeklikte var olduğuna dair bir kanaat oluşturmuştur.
Vampirlere Ait Alametler

Vampirlere ait belirtileri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

- Vampirler, gün ışığından korkarlar;
- Vampirler, geceleri mezarlarından çıkar;
- Vampirler, kurbanlarını ısırarak boğar, onların kanlarını içer ve mikrop yayarlar;
- Mezardan hortlayan vampir, sıradan bir cesede has olan çürüme belirtilerine sahip değildir. Onun burnu ve kulakları kopup düşer, saçı ve tırnakları uzar, soyulmuş derisinin altından yeni deri meydana gelir.
- Vampir, semiz olup derisine dokunulduğunda sıcaklık hissedilir;
- Ağızları daima kanlı olur, kanları pıhtılaşmaz. Onları yaralayınca normal insanlarda olduğu gibi kan dökülür. O zaman onlar, dehşetli derecede inler ve korkunç bir şekilde saldırırlar;
- Erkek vampirlerde bezen ereksiyon baş verir vs.
Vampirizm Kabusunu Çürüten Mantıkî ve İlmî Deliller

Şimdi de, uzun zamanlardan beri insanoğlunun beyninde kök salmış vampirizm kabusunun, boş hayâllerden başka, hiçbir bilimsel esasa dayanmadığını tıbbî ve diğer delillerle kanıtlamaya çalışalım.

Mezarda normal çürümenin nasıl başladığına göz attığımızda, vampirlere atfedilen yukarıdaki belirtilerden çoğunun sebebini aydınlatmış oluruz. Örneğin, bilindiği gibi normal çürüme işlemi müddetinde deri, yeşilimsi renge çalar, surat şişer, mide gazlarla dolarak karın bölgesini doldurur (sanki ceset “şişer”), sağken mavi renkte olan damarlar kahverengileşir, deride zaman zaman patlayan kabarcığa benzer şişler oluşur, bu patlamalar neticesinde bedenin derialtı bölgeleri görünmeye başlar, ağız-burun bölgesi kırmızımtırak maya ile dolar vs. ilh.

Görüldüğü gibi, güya vampirlerin mezarlarından çıkması zamanı gelince, onlarda görülen “belirtiler”, cesedin normal çürüme işlemi zamanı meydana gelen belirtilerle aynıdır. Karşılaştıralım:

“Vampirin ağzının kanlı olması” – cesedin ağız-burun boşluğunun kırmızımtrak maya ile dolması: Bilindiği gibi kimi çürüme işlemi zamanı meydana gelmiş pis-kanlı çürüme mayası, cesedin organ ve hücrelerine sıçrar ve onun doğal deliklerinden, hususiyle de ağız-burun deliklerinden dışarı çıkar. Bundan başka, boyun ve gırtlak halkasının yumuşak hücrelerine toplanmış çürüme gazları, dili ağız boşluğundan dışarı iteler ve dil, diş olduğundan daha ileri çıkmış halde olur. Karın boşluğunda çürüme gazlarının tazyiki bazen iki atmosfere çatar. Gazların tazyikinden mide muhteviyatı, yemek borusundan ağız boşluğuna geçebilir ki, bununla da ölümden sonra “kusma” diye bilinen hal yaşanır.

“Vampirin şişmesi” – cesedin derisinin şişmesi: Çürüme gazları bütün hücreler arasına, boşluklara dolarak ve onu şişirerek ceset emfizemasını meydana getirir. Dolayısıyla, yüz, dudaklar, süt bezleri, karın, hayalık ve çevresi, daha da şişkin olur. Çürüme gazları, soğal deliklerden dışarı çıktığı için artık ölümden 1 gün sonra cesetten çürüme iyi gelebilir. Cesedin bedeni olduğundan büyük ölçülerde olur. Deri altında krepitasi – derialtı hücrelerde gazın olması - işareti (ceset emfizeması) görülür.

“Vampirin burun ve kulaklarının kopup düşmesi” – cesedin çürüyen azalarınınn birbirinden ayrılarak parçalanması: Bastırıldığı şartlardan asılı olarak (toprağın karakterinden, kirlenmesinden vs.) tahminen 2 yıldan sonra cesedin organ ve hücreleri, pis-boz, bircinsli, dağılan kütleye sönüşür ve ilikleri çıplaklaşır. Kemik ilikleri gayri-düzenli uzun bir süre kalabilirler.

“Dayanılmaz koku” – ceset kokusu: Çürüme işlemi zamanı hem aerob, hem de anaerob mikroorganizmalar katılırlar. En intensiv işlem, aerobların tesiri altında gerçekleşir. Anaerob çürüme, daha yavaş gerçekleşir ve bu zaman zarfında organizmadan çok pis koku veren maddeler ifraz edilir.

Bu karşılaştırmaların sayısını artırmak mümkündür. Yukarıda belirttiğimiz gibi, cesedin şişmesi, içindeki gazlarla, özellikle de metan gazının tesiriyle ilgilidir. Tıbbî bakış açısıyla bu gazların içte toplanması, bazen cesedin kendi hacminden iki kat daha büyümesine, başka sözle şişmesine sebep olabilir.

Bundan başka, çürüme işlemi müddetince geçen kimyevi reaksiyonların büyük bir kısmı, ekzotermiktir; yani sıcaklık farkıyla gözlenebilir. Cesetteki bu sıcaklıksa, vampirlerin derisinin sıcak olması hakkında şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.

Cesedin hayalığının şişmesi ve iç sıkılma neticesinde cinsiyet bezlerinin boşalması ise güya “Erkek vampirlerde ereksiyon baş gösterir.” gibi gülünç bir fikrin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Hatta bazıları, daha da ileri gidip vampirlerin korkunç ses çıkarmasından bahsederler. Onlar anlamıyorlar ki bu, cesedin gazla dolan mide bağırsağının patlaması neticesinde meydanan gelen gürültülü sesler veya bu gazların ağızdan dışarı çıkma zamanı, onların ses telleri ile temasa girerek yarattıkları hırıltılardır.

Vampirlerin bedeninde pıhtılaşmış kanın olması da aslında bütün cesetlere has olan tipik belirtilerdendir. Şöyle ki, ölüm anından başlayarak damarlardaki kan, pıhtılaşmaya doğru istikamet götürür. Fakat bu zamanda kanın çok olduğu yürek (aorta) ve dalakta onun belli bir kısmı, bir müddet pıhtılaşmış kalır. Vampir oluğu ileri sürülen cesedin “öldürülmesi” amacıyla ona darbeler indirilmesi, bu pıhtılaşmış kanın yüzeye çıkmasına sebep olur ki, bu da yukarıdaki gülünç “belirtinin” ferklendirilmesine insanların bu inançlarını şekillendirmiştir.

Vampirin diş, tırnak ve saçlarının uzun olması hakkında olan fikirler, cesedin diş eti ve derisinin çekilmesi olgusuyla ilgilidir. Bu zaman diş, tırnak ve tüylerin kapalı kısmı biraz seyrelir ve açılır ki, bu da ilk bakışta onların uzun olması izlenimini verir. Bundan başka, yeni ölmüş insanın tırnakları ve saçının mezarda bir müddet uzadığı da tıbbî bakış açısıyla kanıtlanmıştır.

Deride oluşan kabarcığa benzer şişlerin patlaması zamanı, üstü açılan kısımların normal derinin rengine benzemesi ise güya vampirin derisi altından yeni derinin oluşması konusunda absürd fikirlerin oluşmasına sebep olmuştur.

Vampirizm efsanesinin meydana çıkma sebeplerinden biri de sağ adamların (katalepsi hastalığına düçar olanların, klinik ölüm, bazen de “minimal ölüm” vaziyetine düşenlerin vs.) diri defnolunması, bazen de porfiri hastalığıdır.

Katalepsi hastalığına tutulmuş kişi, kıcolma zamanı özünden asılı olmayarak hareket etme kabiliyetini tam yitirerek bir defa aldığı beden duruşu vaziyetini değiştiremez. Hasta, sanki “donar”. İlginç olansa, bu tür hastalar, normal insanlar için rahat olmayan duruş vaziyetlerinde saatlerce dayanabilirler. Kıcolma zamanı bu tür hastalar görme, işitme ve hissetme duygularını yitirmeseler de, fiziki bakımdan hareket edebilmedikleri için yardım isteyemezler. Ne yazık ki, ortaçağda halk kitlesi bu hastalıktan habersiz olmuş, bu hastalık diri insanların ölmeden önce kefene sarılmasına, son neticedeyse mezarından dirildiği zannedilen bu insanların mezardan çıkarılarak “vampir” damgası vurulup öldürülmelerine sebep olmuştur.

Şunu da belirtelim ki, tıbbî literatürde ölme zamanı üreyin dayanmasından sonra kısa müddetli “kataleptik ezele kacıması” deyilen ceset kacımasından da bahsedilmiştir. Bu kacıma zamanı bedenin hayati duruş durumu olduğu kimi saklanılır. Bele kacıma ise o vakit baş verir ki, ölümden evvel güçlü kıcolmalar olsun ve ATF ehtiyatı ölümün baş vermesine keder tükenmiş olsun. Örneğin, tetanozdan ölümde, kıcolma veren zehirlerle zehirlenmelerde olduğu kimi vs. Böyle olaylarda ezelelerin hayati kontrakturaları birbaşa kacımaya keçir. Kataleptik ezele kacıması uzunsov beynin, hususiyle ateşli silah yaralanmalarında dağılması neticesinde de meydana gelebilir.

Klinik ölüme gelindiğinde ise, bu, ölümle hayat arasında özünemexsus keçid veziyyetidir. Klinik ölüm merkezi sinir sisteminin uzunsov beyinle birlikte faaliyetlerinin daha derin yitirilmesi, neticede kan dövranı ve solunum sisteminin dayanması ile karakterize olunur. Yalnız hayatın dış belirtilerinin yokluğu vaziyetinde organizmanın toxumalarında minimal seviyede mübadile prosesleri (klikoliz) saklanılır. Bu dövr tıbbî müdahale yolu ile geriye dönen dövr ola biler. Klinik ölüm dövrünün ömrü normotermiya şeraitinde 8 dakikaya yakındır ve bu müddet merkezi sinir sisteminin filogenetik bakımdan en son töremesi olan baş beyin kabuğunun yaşaya bilmek kabiliyeti müddeti ile tayin edilir (bknz: Musayev Ş.M. Musayev. Mahkeme tababeti. Ali okullar üçün derslik. “Elm” yayınları, Bakı, 2002, sayfa. 68). Mübadilenin klikolitik tipinden istifade etmekle, en uzun süre yaşama kabiliyetini saklayan kabukaltı merkezler ve omur beynidir. Hipotermide bu müddetler önemli derecede artır (30 dakikaya kadar ve bundan çok).

Adi şartlarda klinik ölüm biyoloji ölüm dövrü ile evez olunur. biyoloji ölüm evvelce merkezi sinir sisteminde, sonra ise organizmanın diğer toxumalarında geden tamir edilemez değişiklerin baş vermesi ile karakterize olunur (Klinik ölüm hakda daha etraflı bilgi üçün bknz: Raymond Moudi. Ölümden sonraki hayat. Azerbaycan Devlet yayınları, Bakı, 1994).

Tıpta “minimal ölüm” adlanan terim de vardır. “Minimal ölüm” zamanı organizmanın hayat faaliyeti o derecede zayıflar ki, ölümün baş vermesi hakkında gerçek tasavvur yaranır (meselen, derin ve uzun müddetli bayılma, letarjik (anksiyete) durum ve s.). Bu zaman yürek ve solunum faaliyetinin dış tezahür alametleri adi diaknostik usullerle tayin olunmaya biler ve ölümün hata olarak konstatasisine sebep ola biler. modern dönemde bele hatalara yol verilmemesi ve aradan kaldırılması maksadıyla hastane şeraitinde ölmüş kişilerin cesedi morga en azı iki saatten sonra, başka sözle, ölümün gerçek alametleri özünü biruze verdikten sonra (ilkin ceset değişikliklerinden sonra) gönderilir.

İstatistikî rakamlara göre sadece keçen yüzyılda dünyada insanların sağ iken basdırılma hallarının sayının 50-ye çatdığı iller olmuştur. Bele hallarda ise kebirde hayat alametleri müşahide olunmuş, “meyit” defn olunduğu yerden çıkarılmış ve o, vampir hesab edilerek öldürülmüştür.

Porfiriya hastalığına gelince, Kaliforniya Devlet Üniversitesi'nin araştırmacılarından kimya profesörü Wayne Tikkane'nin araştırmalarına göre vampirizm efsanesinin meydana çıkma sebeplerinden biri mehz bu hastalıktır. Porfiriya hastalığı deri hastalığıdır. Onun ağır formasını yaşayan insanların kanında dehşetli genetik pozuntular töreyir, toxumalarda ise pigment mübadilesi dağınık karakter alır. Bu hastalığa tutulan kişilerde güneşin ultra-benövşeyi şuaları organizmadaki hemoglobin maddesinin keyri-zülalı hissesini (hemi) zehirli maddeye çevirir ki, neticede derialtı toxumanın yayılıp dağılması halı müşahide olunur. Bu zaman hastanın derisi kehveyi renge çalar, zayıflar, güneş şuasının azca tesirinden çatlayır, çürüyür ve ğyrenc koku saçır. Prosesin davam etmesi son neticede sümüklerin deformasyonuna - etrafların, elece de parmakların çirkin formada eyilmesine getirib çıxarır. Dözülmez ağrılar hastayı güneş şuasından gizlenmeye mecbur eder. Gündüz vaxtı onları görmek mümkün olmaz. Bilgilere esasen bele hastalar gece düşdükden sonra çiy et ve kan ovuna çıkarlar. Çünkü onlar kan içerken ağrını unudur, pozulmuş maddeler mübadilesi müeyyen keder tamir olundukdan sonra bir müddet sakinleşir, sonra ağrılar yeniden baş kaldırır. Bu mesele ile bağlı Wayne Tikkanen deyir: “Hekayelerde vampirlerin ne üçün geceler bayıra çıxıb kan içtiklerinin cevabı mehz budur”. devamlı ağrıların şiddetlenmesi neticesinde kan içenler hatta özlerinden fiziki yönden güçlü adamları bele avlaya bilirler. Bu cür hastaları yalnız yarımdan durumda salmakla ve ya öldürmekle susturmak olur. Wayne Tikkanen bu hastalığın belirtilerini bele genelleştirir: “Xestede anormal kıllanma müşahide olunur. dudaklar kuruyup çekildiği üçün dişler ortaya çıkar. hasta çok acı çeker. Asırda özünden çıkar”.

İspanyalı nevropatolog Viko Xuan Komes Alonso vampirizmi izah eden orijinal ve son derece ilginç bir nazariye ireli sürmüştür. Bele ki, o, vampirizmin tasvir olunan belirtilerinin, hususen de agresiflik ve yüksek cinsi düşkünlüğün kuduzluk hastalığı ile aynı olması kanaatine gelmişdir. Viko Xuan Komes Alonso'nun fikrince, kuduzluk hastalığına tutulanların tahminen dörtte biri diğer insanları ısırırlar ki, bu da hastalığın yayılmasına sebep olur. Kuduzluk hastalığına tutulanlar arasında kadınlar azlık teşkil eder, daha dekik desek, her yeddi hastadan biri kadın olur. Analoji halı vampirlere de aid etmek olar. Bele ki, onların da arasında kadınların az olması hakda fikirler seslendirilir.

Bundan ek olarak, Viko Xuan Komes Alonso tetkikler apararak müeyyen etmiştir ki, tarihte vampirizm kabusunun daha kabarık şekilde baş kaldırdığı dönemlerde kuduzluk epidemisinin yayılması üst-üste düşür. Bunun en bariz örneği kimi ise o, 1721-1723ler erzinde Macaristan'da itler, canavarlar ve başka hayvanlar arasında geniş yayılmış kuduzluk epidemisini misal getirir. Takriben ele hemin illerde melum topraklarda tez-tez vampirlerin peyda olması konusunda efsaneler yaranmışdır.

Kuduzluk hastalığına tutulmuş insanların sıfat ve boyun ezelelerinin keskin kıcolmaları onların sıfatını kudurmuş itin sıfat nahiyyesine benzedir. Bele hastalar sudan korkar, ışığa ve iylere, hususiyle de sarımsak iyine karşı keskin reaksiyon gösterirler, onlar aynaya baktıklarında dehşetli derecede korkarlar. Çene ezelelerinin , ses tellerinin felç olması onların insana has olmayan hırıltılı sesler çıkarmasına, dişlerini it kimi kıcamasına getirib çıxarır, ağızlarının etrafı köpüklenir.



Psikiyatrinin babası Carl Gustav Jung, “vampirizm” efsanesinin meydana çıkmasını psikolojik sebeplerle ilişkilendirerek izah etmeye çalışmıştır. O, vampir korkusunun insanın şuuraltında yaşandığını bildirerek bu vahimenin kökünün neden kaynaklandığını bilimsel şekilde şerh etmiştir.

Bundan başka, Bonn Üniversitesi'nin Alman tarihçisi Peter Kreuter de vampirlerin var olup olmamasına dair yaptığı geniş araştırmalarında sonra, böyle bir varlığın yalnız cahil insanların hayal ürünü olduğu kanaatine varmıştır.

Kanaatimizce, vampirizm efsanesinin meydana çıkmasına bir dizi psikolojik hastalıklar da sebep olmuştur. Makalenin yazarı, bu fikre “Psikiyatri” (N.V. İsmayılov. “Maarif” yayınları, Baskı, 1992) derslerini okuduktan sonra gelmişdir. Şöyle ki, tüm derslerde bahsedilen bâzı psikolojik hastalıklarının semptomlaı, vampirlere isnat edilen belirtilerle aynıdır. Konudan çok uzaklaşmamak ve makalenin hacmi imkan vermediği için ben, vampirlere isnat edilen belirtilerle bâzı psikolojik hastalıklarının belirtilerinin benzerliğine dair şahsen kendi araştırmalarım ve geldiğim neticeler hakkında ne yazık ki, geniş bilgi veremeyeceğim. Ümit ediyorum ki, yakın gelecekte bu konuya yeniden dönecek ve vampirizmle ilgili, bir o kadar de geniş ve iri hacimli üçüncü makalemi (belki de, bir kitap) yazarak vampirizm efsanesinin boş bir faraziyeden başka bir şey olmadığını tutarlı olgular ve reddolunamaz kanıtlarla bir daha kapsamlı şekilde izah edeceğim.

Farklı farklı milletlerin efsanelerinde vampir karakterlerinin meydana gelmesi ise yukarıda zikrettiğimiz sebeplerle birlikte, bu milletlerin spesifik hususiyetleri, adet ve ananeleri,dolayısıyla da onların yaşam tarzları ile ilgili olmuştur. Örneğin, Malezya efsanelerindeki “penangalen” hakkındaki efsanenin de yaratılma sebebini tahmin etmek mümkündür. Şöyle ki, Malezya'da kütlevi şekilde hijyen olmayan şartlarda yaşayanlar arasında, hususen de temiz olmayan hayat süren çocuklarda büyük parazit kurdu oluşurdu. Bu mikrobun hacmi, az kala başı boyda olup esasen iri boynuzlu mal-karada müşahide olunurdu. Hazırda insanlar arasında bu kurda nadir hallerde rast gelinir ve modern tıbbî nailiyyetler neticesinde onu kolaylıkla yok etmek mümkündür.

Vampirlere isnat edilen, aslında yukarıda doğal sebeplerini izah etmeye çalıştığımız bir çok belirti, Kadim Mısır'da cesedi mumyalayanlar tarafından bilinmekteydi. Onlar, cesette yaranacak hemin belirtilerin karşısını almak için tedbirler görmeye çalışırdılar.

Sonuç

Böylelikle, büyük ihtimal ki, yukarıda zikrettiğimiz doğal sebepler ve hastalıklar, kompleks şekilde veya çeşitli devirlerde onlardan biri ve ya birkaçı, vampirizm efsanesinin meydana çıkmasına sebep olmuş, “vampir” adlı korkunç varlıkların var olduğuna dair saf insanlarda asılsız bir inanç yaratmıştır.



Tüm dünyayı gezerek vampirizm efsanesini araştıran ve çeşitli ülkelerde bir çok insanlarla görüşüp vampirlerle ilgili akademik araştırmalarını yansıtan kitaplar yazan, dünyanın tanınmış vampir araştırıcısı Rosemary Ellen Guiley'in vampirizmle ilgili geldiği neticeyi dikkatinize sunuyorum:

“Aslında hepsi de asılsızdır. Vampir anlayışı, insandan insana değişse de, genellikle film ve kitaplardan etkilenir. Ortada daima ölümsüz, fiziki ve cinsî bakımdan çok güçlü, sûni, geceleri yaşayan ve doğaüstü güce sahip bir varlığın olmasından bahsedilir. Bu saçma inanca göre bir vampir, pislikle doludur. Çünkü yaşayan insanların kanlarını emerek hayatını davam ettirir. Sonuç olarak, tüm bunlar vampir folklorundan kaynaklanır ve gerçeklikten uzaktır”.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst