Ünlü edebiyatçılarla Ramazan söyleşisi
Ünlü edebiyatçılarımızın ramazanla ilgili hatıralarının bir mülakat içerisinde yan yana geldiğine daha önce şahit olmuş muydunuz? Bu kurgu röportaj, onların yazılarından seçilerek derlenmiştir.
Ahmet Can'ın röportajı
Eski ramazanlarda, ramazan öncesi hazırlık nasıl yapılırdı?
REFIK HALIT KARAY: Berat Kandili geçince evde ramazan hazırlığına başlanırdı; iki hafta süren bu hazırlık esnasında evler baştan başa yıkanır, günlerce tahta gıcırtıları İstanbul şehrine, sokaklarından kağnılar geçen bir Anadolu kasabası ahengi verirdi.
Asıl ehemmiyet verilen yer, mutfak ve kilerdi. Babam, köşesine hususî bir ehemmiyetle oturur, evin erkanını nezdine çağırırdı. Ramazan erzakını tespit eder, listesini yapardı.
Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu. Gözüne kestirdiğine girerdin. Kimse ne olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormazdı. Otuz gün ramazanı böylece, yabancı konaklarda iftar etmek suretiyle lord gibi yiyip içerek geçiren binlerce adam vardı!
Eski ramazanlardaki İstanbulu anlatır mısınız
SAMIHA AYVERDI: Ramazanlarda İstanbul, görücüye çıkacak bir kız kadar heyecanlı hazırlıklarla içten içe coşar ve didinirdi. Evlerden konaklara, kenar sokaklardan cadde ve meydanlara kadar her köşenin kendine mahsus bir tavır değiştirişi, kendine bir çekidüzen verişi olurdu. Ramazan hangi aya düşerse düşsün, at cambazları, sirkler, pandomim, hokkabaz grupları da şehre o mevsimde akın ederlerdi.
Ramazanın geldiği nasıl tespit edilirdi?
HALIT FAHRI OZANSOY: Şeyhülislâm kapısında İstanbul kadısının önünden yüksek bir yerden yahut bir minareden ilk defa hilâli gören bir gözcü bu gözlemini iki şahit önünde ispat eder, ondan sonra ramazan ilân olunurdu. Mahallelerde bekçi babanın tokmağı davulunu gümbürdetmeye başlayınca rüyet-i hilâl deyimi ile ay görünmüş demekti. Bu dini müjde bütün İstanbula dalga dalga yayılırdı.
Mahyacılık ve mahya nasıl ortaya çıkmıştır? İlk mahya hangi camide kurulmuştur?
SÜHEYL ÜNVER: Minareler arasında kurulan mahyaların Ahmed-i Evvel zamanında icad olunduğu söylenir. Rivayete göre Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız Ahmed Kefevi sanatkârane bir şevre işlemiş ve bunu Ahmed-i Evvele hediye etmiştir. Çok beğenilen bu işlemenin, ramazan gecelerinde minareler arasında mümkün olursa kandillerle tatbik edilmesi arzu edilmiştir. İlk mahya Sultanahmet Camiinde kurulmuştur.
İlk orucunuzu kaç yaşında tuttunuz?
HÜSEYIN RAHMI GÜRPINAR: İlk orucumu dokuz yaşında tuttum. Bu da ömrümde hiç unutamayacağım günlerden biridir. Oruç ben yaşta çocukların ifasına tahammül edemedikleri büyük sevaptır. Tutmaya dayanabilirsem hacı ninem, bu orucu benden bir mecidiyeye satın alacaktı. Çünkü küçüklerin oruçlarının büyüklerinkinden daha makbul olduğunu söylüyordu.
Çocukluğunuzda oruç tutarken, son dakikalarda yaşadığınız sabırsızlık nasıl aşılırdı?
BEŞIR AYVAZOĞLU: Çocuklar, ilk oruçlarını tuttukları zaman üzerlerine nasıl titrenir, bilirsiniz. Ceplerimiz bir an önce mideye indirmek için sabırsızlanırdı. İftarlıklarla dolardı. Bazen çok acıkır, nazlanırdık; büyüklerimiz bizi omuzlarında gezdirerek avuturlardı.
İftar sofrasında topun atılmasını ve ezanın okunmasını heyecanla ve sükûnetle beklemek nasıl bir duygu?
RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN:
En büyüğümüzden en küçüğümüze kadar on-on iki kişi, sabırsızlığımızı duaların kerametiyle gidererek topu nasıl dindar ve hürmetkâr beklerdik. Bembeyaz başörtüleri içinde kadınların oruçtan sararmış yüzleri bir nevi şefkatle ruhanîleşirdi. Gözlerini yanıbaşındaki saatten ayırmayan erkekler ufak bir sandalye gıcırtısından bile huysuzlanırlardı.
Ve iftar anı...
MUSTAFA KUTLU: Ses kesiliyor. Rüzgâr duruyor. Güneş dağların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız göz kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. Kuşlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç, örsün kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor. Ve ağızları mis gibi kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiş olanlar ve o gün almayı değil, hep vermeyi düşünenler ve o gün sabredenlere hesapsız ecirler verilecektir müjdesi ile müjdelenmiş olanlar meleklerle birlikte iftar sofrasına oturuyorlar.
Ramazana veda edileceği zaman yaşadığınız duyguları bizimle paylaşır mısınız?
YAKUP KADRI KARAOSMANOĞLU: Çocukluğumda ramazanın yirmisinden itibaren beni garip bir hüzün kaplardı. Oyunlarıma bir neşesizlik, çalışmalarıma bir isteksizlik gelirdi. Her sabah yatağımdan kalbimde bir derin acıyla uyanırdım ve kendi kendime Bir gece daha bitti derdim. Müslüman evlerinde ramazanın son günleri teneffüs edilen havada mukaddem bir yaz kokusu sezilirdi.
Çocukluğunuzda Kadir gecelerini nasıl yaşardınız?
NIHAT SAMI BANARLI: Ben, henüz yavru sayılacak yaşlarımda, Ayasofyadaki Kadir gecelerini görmüştüm. Çocuk ruhum, o gecelerde on binlerce Müslümanın, bir ses, bir ruh, bir vücut gibi dalgalanışı karşısında derin heyecan duyar, sanki ruhum yanardı. Itrînin ilâhi Tekbirini de ilk defa o gecelerde sanki uçsuz bucaksız bir korodan dinlemiştim.
Sizce eski ramazanların lezzetine kavuşmak için neler yapmak gerekiyor?
YAHYA KEMAL BEYATLI: Biz cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyanetine sahip, onlar kadar imanı hararetli olursak, bu mübarek ay yeni bir şaşaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrâyin olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur. Kimi eski ramazanlara mütehassir, kimi ramazanı cedlerimizin lezzetiyle hâlâ yaşıyor. Kimi ramazanın da her şey gibi zevalinden korkuyor. Mamafih, ramazan eski medeniyetimizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor.
Siz de Eski Ramazanları özleyenlerden misiniz?
İSKENDER PALA: Günümüzde Ramazanlar eskisi kadar olmasa da sosyal hayata bir canlılık getiriyor. Eski meddahların yerini medyahlar; eski cami avlularının yerini de Ramazan çadırları alalı büyük şehirlerimizde yine fakir fukaranın eğlencesi çıkıyor ve karnı doyuyor.
Eski bayramlar nasıl geçerdi?
AHMET HAMDI TANPINAR: Eski İstanbul bayramları çok başka türlü idi. Bayram sabahı güneş bile başka türlü, adeta ruhani doğardı. Şehir, daha birkaç gün önceden bayrama hazırlanırdı. Dolaplarıyla, atlıkarıncalarıyla gümüş kırbaçlı Çerkez eğerli pırıl pırıl atlarıyla, bin türlü sürprizleriyle bayram yerleri şehre gündelik hayatından çok başka bir görünüş verirdi. Çocuk bu günlerin tek hakimiydi.
Son olarak; halkımıza göndereceğiniz bir mesaj var mı?
ERCÜMENT EKREM TALU: Gönül ister ki, Müslümanlar her akşam camilerde toplansın, secde-i Rahmana varsın. Camilerin pencerelerinden fışkıran nur, caddenin mülevves kaldırımlarında dolaşan kapkara vicdanlı kalabalığın gözlerini kamaştırsın. Camilerimiz Ramazandan sonra da cemaatsiz, duasız, sessiz ve ıssız kalmasın.
Ünlü edebiyatçılarımızın ramazanla ilgili hatıralarının bir mülakat içerisinde yan yana geldiğine daha önce şahit olmuş muydunuz? Bu kurgu röportaj, onların yazılarından seçilerek derlenmiştir.
Ahmet Can'ın röportajı
Eski ramazanlarda, ramazan öncesi hazırlık nasıl yapılırdı?
REFIK HALIT KARAY: Berat Kandili geçince evde ramazan hazırlığına başlanırdı; iki hafta süren bu hazırlık esnasında evler baştan başa yıkanır, günlerce tahta gıcırtıları İstanbul şehrine, sokaklarından kağnılar geçen bir Anadolu kasabası ahengi verirdi.
Asıl ehemmiyet verilen yer, mutfak ve kilerdi. Babam, köşesine hususî bir ehemmiyetle oturur, evin erkanını nezdine çağırırdı. Ramazan erzakını tespit eder, listesini yapardı.
Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu. Gözüne kestirdiğine girerdin. Kimse ne olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormazdı. Otuz gün ramazanı böylece, yabancı konaklarda iftar etmek suretiyle lord gibi yiyip içerek geçiren binlerce adam vardı!
Eski ramazanlardaki İstanbulu anlatır mısınız
SAMIHA AYVERDI: Ramazanlarda İstanbul, görücüye çıkacak bir kız kadar heyecanlı hazırlıklarla içten içe coşar ve didinirdi. Evlerden konaklara, kenar sokaklardan cadde ve meydanlara kadar her köşenin kendine mahsus bir tavır değiştirişi, kendine bir çekidüzen verişi olurdu. Ramazan hangi aya düşerse düşsün, at cambazları, sirkler, pandomim, hokkabaz grupları da şehre o mevsimde akın ederlerdi.
Ramazanın geldiği nasıl tespit edilirdi?
HALIT FAHRI OZANSOY: Şeyhülislâm kapısında İstanbul kadısının önünden yüksek bir yerden yahut bir minareden ilk defa hilâli gören bir gözcü bu gözlemini iki şahit önünde ispat eder, ondan sonra ramazan ilân olunurdu. Mahallelerde bekçi babanın tokmağı davulunu gümbürdetmeye başlayınca rüyet-i hilâl deyimi ile ay görünmüş demekti. Bu dini müjde bütün İstanbula dalga dalga yayılırdı.
Mahyacılık ve mahya nasıl ortaya çıkmıştır? İlk mahya hangi camide kurulmuştur?
SÜHEYL ÜNVER: Minareler arasında kurulan mahyaların Ahmed-i Evvel zamanında icad olunduğu söylenir. Rivayete göre Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız Ahmed Kefevi sanatkârane bir şevre işlemiş ve bunu Ahmed-i Evvele hediye etmiştir. Çok beğenilen bu işlemenin, ramazan gecelerinde minareler arasında mümkün olursa kandillerle tatbik edilmesi arzu edilmiştir. İlk mahya Sultanahmet Camiinde kurulmuştur.
İlk orucunuzu kaç yaşında tuttunuz?
HÜSEYIN RAHMI GÜRPINAR: İlk orucumu dokuz yaşında tuttum. Bu da ömrümde hiç unutamayacağım günlerden biridir. Oruç ben yaşta çocukların ifasına tahammül edemedikleri büyük sevaptır. Tutmaya dayanabilirsem hacı ninem, bu orucu benden bir mecidiyeye satın alacaktı. Çünkü küçüklerin oruçlarının büyüklerinkinden daha makbul olduğunu söylüyordu.
Çocukluğunuzda oruç tutarken, son dakikalarda yaşadığınız sabırsızlık nasıl aşılırdı?
BEŞIR AYVAZOĞLU: Çocuklar, ilk oruçlarını tuttukları zaman üzerlerine nasıl titrenir, bilirsiniz. Ceplerimiz bir an önce mideye indirmek için sabırsızlanırdı. İftarlıklarla dolardı. Bazen çok acıkır, nazlanırdık; büyüklerimiz bizi omuzlarında gezdirerek avuturlardı.
İftar sofrasında topun atılmasını ve ezanın okunmasını heyecanla ve sükûnetle beklemek nasıl bir duygu?
RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN:
En büyüğümüzden en küçüğümüze kadar on-on iki kişi, sabırsızlığımızı duaların kerametiyle gidererek topu nasıl dindar ve hürmetkâr beklerdik. Bembeyaz başörtüleri içinde kadınların oruçtan sararmış yüzleri bir nevi şefkatle ruhanîleşirdi. Gözlerini yanıbaşındaki saatten ayırmayan erkekler ufak bir sandalye gıcırtısından bile huysuzlanırlardı.
Ve iftar anı...
MUSTAFA KUTLU: Ses kesiliyor. Rüzgâr duruyor. Güneş dağların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız göz kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. Kuşlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç, örsün kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor. Ve ağızları mis gibi kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiş olanlar ve o gün almayı değil, hep vermeyi düşünenler ve o gün sabredenlere hesapsız ecirler verilecektir müjdesi ile müjdelenmiş olanlar meleklerle birlikte iftar sofrasına oturuyorlar.
Ramazana veda edileceği zaman yaşadığınız duyguları bizimle paylaşır mısınız?
YAKUP KADRI KARAOSMANOĞLU: Çocukluğumda ramazanın yirmisinden itibaren beni garip bir hüzün kaplardı. Oyunlarıma bir neşesizlik, çalışmalarıma bir isteksizlik gelirdi. Her sabah yatağımdan kalbimde bir derin acıyla uyanırdım ve kendi kendime Bir gece daha bitti derdim. Müslüman evlerinde ramazanın son günleri teneffüs edilen havada mukaddem bir yaz kokusu sezilirdi.
Çocukluğunuzda Kadir gecelerini nasıl yaşardınız?
NIHAT SAMI BANARLI: Ben, henüz yavru sayılacak yaşlarımda, Ayasofyadaki Kadir gecelerini görmüştüm. Çocuk ruhum, o gecelerde on binlerce Müslümanın, bir ses, bir ruh, bir vücut gibi dalgalanışı karşısında derin heyecan duyar, sanki ruhum yanardı. Itrînin ilâhi Tekbirini de ilk defa o gecelerde sanki uçsuz bucaksız bir korodan dinlemiştim.
Sizce eski ramazanların lezzetine kavuşmak için neler yapmak gerekiyor?
YAHYA KEMAL BEYATLI: Biz cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyanetine sahip, onlar kadar imanı hararetli olursak, bu mübarek ay yeni bir şaşaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrâyin olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur. Kimi eski ramazanlara mütehassir, kimi ramazanı cedlerimizin lezzetiyle hâlâ yaşıyor. Kimi ramazanın da her şey gibi zevalinden korkuyor. Mamafih, ramazan eski medeniyetimizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor.
Siz de Eski Ramazanları özleyenlerden misiniz?
İSKENDER PALA: Günümüzde Ramazanlar eskisi kadar olmasa da sosyal hayata bir canlılık getiriyor. Eski meddahların yerini medyahlar; eski cami avlularının yerini de Ramazan çadırları alalı büyük şehirlerimizde yine fakir fukaranın eğlencesi çıkıyor ve karnı doyuyor.
Eski bayramlar nasıl geçerdi?
AHMET HAMDI TANPINAR: Eski İstanbul bayramları çok başka türlü idi. Bayram sabahı güneş bile başka türlü, adeta ruhani doğardı. Şehir, daha birkaç gün önceden bayrama hazırlanırdı. Dolaplarıyla, atlıkarıncalarıyla gümüş kırbaçlı Çerkez eğerli pırıl pırıl atlarıyla, bin türlü sürprizleriyle bayram yerleri şehre gündelik hayatından çok başka bir görünüş verirdi. Çocuk bu günlerin tek hakimiydi.
Son olarak; halkımıza göndereceğiniz bir mesaj var mı?
ERCÜMENT EKREM TALU: Gönül ister ki, Müslümanlar her akşam camilerde toplansın, secde-i Rahmana varsın. Camilerin pencerelerinden fışkıran nur, caddenin mülevves kaldırımlarında dolaşan kapkara vicdanlı kalabalığın gözlerini kamaştırsın. Camilerimiz Ramazandan sonra da cemaatsiz, duasız, sessiz ve ıssız kalmasın.