Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ummiydi. Tahsil imkani
bulamamisti. Arabistan gibi okur yazar miktarinin parmakla sayilacak kadar
az oldugu bir yerde zaten buna imkan da yoktu. Gerci onun fetaneti ve
kapasitesi yazi gibi bir aleti Mekke sokaklarinda gezerken bile ogrenmeye
fazlasiyla yeterdi. Ama, O yazidan ziyade kainati okuyordu, hayati okuyordu,
Allah'in kendisine bahsettigi kabiliyetlerle insanlarin dusuncelerini belki
de cocukluk caglarinda asip gecmisti, ki onlara pek iltifat etmiyordu.
O hakikat, ilki Hira daginda olmak uzere tecelli etmeye baslayinca siir
ustalari ne diyeceklerini sasirdi. Inananlar inandi, inkar etmek isteyenler
ise karsi ciktiklari seye isim koymaktan aciz kaldilar. "Siir mi diyelim,
yoksa kehanet mi? Ya da sihir mi?" diye kendi aralarinda tartisip durdular.
Icine dustukleri acziyet onlari hezeyana surukledi, sonunda "mecnun" bile
dediler. Gunduzlerini onun getirdigi vahyi gozden dusurmek icin
toplantilarla harcayanlar, geceleri karanliktan yararlanarak, kimseye
gorunmeden gizlice evine yaklasip, Kur'an dinlemekten kendilerini
alamiyorlardi.
O (sallallahu aleyhi ve sellem), "Insana bilmedigini ogreten" Yaradanina
oylesine ram olmustu ki, mubarek sozlerini yazarak kayda geciren bir
arkadasina mudahale edilince "Yaz!.. Hakdan baska bir sey bu agizdan cikmaz"
buyurmuslardi. Konusuyorsa kendisine vahyedileni teblig edip, yasatmak icin
konusuyordu. Onun sozleri oylesine gucluydu ki, inkarcilar cevap
yetistirebilmek icin kafa patlatiyor ama ne diyeceklerini bir turlu
bulamiyorlardi. Beyinleri patlayacak gibi oluyordu. Allah (celle celaluhu)
onlarin bu durumunu Rasûlune soyle bildirdi: "Emrolundugun seyi baslarini
catlatircasina soyle ve cahillerden yuz cevir." (Hicr, 15/94)
bulamamisti. Arabistan gibi okur yazar miktarinin parmakla sayilacak kadar
az oldugu bir yerde zaten buna imkan da yoktu. Gerci onun fetaneti ve
kapasitesi yazi gibi bir aleti Mekke sokaklarinda gezerken bile ogrenmeye
fazlasiyla yeterdi. Ama, O yazidan ziyade kainati okuyordu, hayati okuyordu,
Allah'in kendisine bahsettigi kabiliyetlerle insanlarin dusuncelerini belki
de cocukluk caglarinda asip gecmisti, ki onlara pek iltifat etmiyordu.
O hakikat, ilki Hira daginda olmak uzere tecelli etmeye baslayinca siir
ustalari ne diyeceklerini sasirdi. Inananlar inandi, inkar etmek isteyenler
ise karsi ciktiklari seye isim koymaktan aciz kaldilar. "Siir mi diyelim,
yoksa kehanet mi? Ya da sihir mi?" diye kendi aralarinda tartisip durdular.
Icine dustukleri acziyet onlari hezeyana surukledi, sonunda "mecnun" bile
dediler. Gunduzlerini onun getirdigi vahyi gozden dusurmek icin
toplantilarla harcayanlar, geceleri karanliktan yararlanarak, kimseye
gorunmeden gizlice evine yaklasip, Kur'an dinlemekten kendilerini
alamiyorlardi.
O (sallallahu aleyhi ve sellem), "Insana bilmedigini ogreten" Yaradanina
oylesine ram olmustu ki, mubarek sozlerini yazarak kayda geciren bir
arkadasina mudahale edilince "Yaz!.. Hakdan baska bir sey bu agizdan cikmaz"
buyurmuslardi. Konusuyorsa kendisine vahyedileni teblig edip, yasatmak icin
konusuyordu. Onun sozleri oylesine gucluydu ki, inkarcilar cevap
yetistirebilmek icin kafa patlatiyor ama ne diyeceklerini bir turlu
bulamiyorlardi. Beyinleri patlayacak gibi oluyordu. Allah (celle celaluhu)
onlarin bu durumunu Rasûlune soyle bildirdi: "Emrolundugun seyi baslarini
catlatircasina soyle ve cahillerden yuz cevir." (Hicr, 15/94)