sensiz olmaz
Kayıtlı Üye
BİR TEŞEKKÜRÜ ÇOK GÖRMEYİN ARKADAŞLAR
Ismet Inönü, Topal Osman, Mustafa Kemal- Angora T.C.ni şekillendiren İttihat-ı Teraki Partisinin sivil ve asker kadroları, kendilerinin yöneticileri, kadroları oldukları özel örgüt adı verilen Teşkilat-ı Mahsusa'nın, falliyetlerinden, falliyet alanlarından, faaliyetlerinin sonuçlarından bahsetmemeyi uygun gördüler.
İttihatçılar, 1908 askeri darbesini izleyen diğer yıllardaki darbelerle sistemi ve kendilerini güvenceye aldılar. Devlet yönetme tutkuları, kurdukları rejimi yaşatma amacı, bireysel çıkarları, bunu gerektirdi. Teşkilat-ı Mahsusa adlı özel örgütlenme saklandı, gizlendi, gizleniyor. Özel örgütlenmeden bahsetmek, göçertmelerden, katliamlardan, işkencelerden, tecavüzlerden, zorla alıkoymalardan, suikastlardan, talanlardan, soygunlardan, gasptan bahsetmektir. Teşkilad-i Mahsusa ile ilgili dökümanlar, bilgiler, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi'nde korunmaktalar.
Ben Teşkilad-i Mahsusa yönetici ve militanlarının Koçgiriyi ilgilendiren kesimine değineceğim. Niye değinme gereği görüyorum? Koçgiri halkı halen 1921 jenosidini gerçekleştirenlerin hazırladıkları ve bölgeye sundukları psikolojik savaşın boyutlarını analiz edemiyor. İnternet sayfalarına girdiğim de klasik cümlelerle karşılaştım. Koçgirililer T.Osmanı, Nurettin Paşayı bağlı oldukları merkezler itibarıyla sorgulamayı öğrenmelidirler. Sorgulabilmelidirler.
Laz Topal osman; (1881 veya 1983 - 02.4.1923)
Giresun'un Hacihüseyin Mahallesinde doğar. 1912 yılında gönüllü bir birlikle Balkan savaşına katılır. Çatalca hattında çete olarak savaşır ve kendisine yarbaylık rütbesi verilir. Orada sağ ayağından yaralanır. Bu yaralanmadan dolayı topal sıfatını alır.
Laz Topal Osman, Teşkilat-ı-Mahsusanın Karadeniz bölgesindeki en önemli simalarından birisidir. Osmanlı İmparatorluğunu yöneten İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri, 1.Dünya Savaşı sürecinde çete örgütlenmelerine giderler. Hapishanelerdeki insanları zorla eğitime tabi tutarak çete olarak yetiştirirler. Bunları savaş olan, olmayan alanlarda, soykırımlarda kullanırlar. Pontosda Rum ve Ermeni halklarına yönelik olarak jenosid suçu işleyen T.Osman ve arkadaşları için Kafkas cephesi yeni bir deneme alanı olur. Gayr-i nizami harbin gereklerini orada da yerine getirir. Teşkilat-ı Mahsusa IIde görev alan çeteler, kafkas halklarına ve karadeniz dolaylarındaki halklara karşı savaş suçlarını oluşturan eylemler gerçekleştirmeyi devlet hizmeti olarak algılarlar. T.Osman çeteleriyle birlikte Teşkilat-ı-Mahsusa II emrinde görev yaptığından eylemlerinden dolayı ödüllendirileceğinden emindir.
Yıl 919, 1.Dünya Savaşı bitmiştir. Ittihat-ı Teraki Partisi yöneticileri jenosidler gerçekleştirenler olarak jenoside uğrayan halkların baskıları sonucu Konstantinoplda kurulan mahkeme de yarğılanmaktadırlar. Ittihad-ı Terakki Partisiyle ilişkisi olanlar kendilerini gizleme gereği duyarlar.
Yeni isimler altında örgütlenirler.
Osmanlı sömürgesi olan memleketlere göre cemiyete isimler verilir. Ittihad-ı Terakki Partisi kadroları, Trakyada; Trakya-Paşaeli, Kürdistanda; Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti, Pontosun Trebizonda vilayetinde Muhafaza-i Hukuk cemiyeti adlarıyla örgütlülüklerini faaliyetlerini sürdürürler. Konstantinoplda; Trebizonde ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti vardır. Bu cemiyetin yöneticilerinin görevlendirdiği kişiler Of ilçesiyle Rize yöresinde şubeler açarlar. ( G.M.K.Atatürk, Söylev, cilt I-II, Çağdaş yayınları, s.36, İstanbul, 27 bası Temmuz 1995 )
Teşkilatçı T.Osmanda, Giresun Müdafaa-i-Hukuk Cemiyeti'ni kurar. Aynı zamanda da gönüllü müfrezesiyle, o günkü derin devletin diğer üyeleriyle birlikte bölgede suç işlemeye devam ederler. T.Osman, Şubat 1918'de Giresun Belediye Başkanı olur. T.Osman hem Giresun Belediye başkanı, hem de Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanıdır.
Konstantinoplda, teşkilatçılar Ay-Yıldız isimli bir örgütlenmeye giderler. Bu örgütlenmede görev alanlar osmanlı padişahına görüş ve istek bildiriminde bulunurlar. Bunun üzerine Padişah Vahdettin M.Kemali görevlendirir. Padişah tarafından bizzat görevlendirilen ve teşkilatçı arkadaşlarıyla birlikte ingiliz vizesi alarak yola çıkan Mustafa Kemal Pontos'a varır. Pontos, Batı Ermenistan, Kürdistan kendisinin çalışma alanları olacaktırlar.
A.B.D. Eski Türkiye Büyükelçisi Général Sherrill, M.Kemal`le görüşür. M.Kemal kendisi Padişah Vahdettin ile olan görüşmesini, görevlendirilmesini şema halinde kagit üzerine çizerek anlatır. P; cam, S; sultan, O; M.Kemal`i işaret ediyorlar.
Plon Yayınevi, s.48, Paris, 1934)
Mustafa Kemal, Samsun'a vardığında hangi ittihatçı-teşkilatçıyı nerede, hangi cemiyette bulacağı bilgisine sahiptir. T.Osman'la haberleşir. 29 Mayıs 1919da Havza'da, T.Osman'la görüşür. T.Osmana talimatlar verir. Teşkilatın çalışma kuralı; geride bilgi, belge bırakmamaktır.
Konstantinopolis Hükümetinin resmi görevlisi, ordu müfettişi olan M.Kemal, hem ordu mensubu, hem de mülki amir yetkileriyle Pontosa gönderilmiştir. Yani askerdir, siyasal bilimler mezunlarının yaptıkları idari görevde kendisine verilmiştir. Laz T. Osman da, hem çete lideri, hem belediye başkanıdır.
T.Osman, bu görüşmeden sonra, M.Kemalden aldığı emirleri uygulamaya başlar ve çok daha rahat şekilde eylemler gerçekleştirir. Kendisinin kullandığı yöntemler tümüyle derin devletin, bugünkü JİTEM-JİTin çalışma tarzını sergiler.
1919da, İttihat-ı Teraki Partisi yönetici ve üyeleri, 1.Dünya Savaşı sürecinde Ermeni halkına yönelik olarak uyguladıkları soykırım ve sürgünlerden dolayı Konstantinopolis Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanırlar. T.Osmanda gıyabında yarğılananlar arasındadır.
O, Mirliva Süleymaniyeli Kürd Mustafanın da üye bulunduğu mahkeme heyeti tarafından Ermenilere yönelik uygulamalarından dolayı idama mahkûm edilir. Kendisi, Pontosdadır. Çete örgütlenmesiyle bölgesindeki halklara zarar vermeye devam eder. Yakalanamaz! Çünkü teşkilatçılar tarafından korunur. İdam mahkumiyeti almış olmasına rağmen 8 Temmuz 1919'da kendisi hakkındaki tutuklama kararı bizzat Padişah Vahdettin tarafından kaldırılır, kendisi af edilir. Bu affı sağlayan kişi Mustafa Kemaldir. M.Kemal, tüm yetkileri de kendisine iade ederek, tekrar Giresun belediye başkanı olmasını sağlar. Giresun'a geri dönen gayr-i nizami güçler komutanı yeniden Muhafaza-i-Hukuk Cemiyeti başkanlığı görevini de yapar. O, Şubat 1919 da Muhafaza-i Hukuknin Giresun Şubesini kurmuştur. İlk başkandır. Bunun yanı sıra basına da el atar. Gazete yayınlamaya başlar. Propağanda amaçlı, Türk-İslam ideolojisini yayıcı yayınlar yapılır. Bu gazete Angora hükümetinin Karadeniz bölgesindeki propaganda aracıdır. Bir müddet yayınına devam eder.
Pontusa, Kürdistana görevli olarak gönderilen Mustafa Kemal'in karaya çıkar çıkmaz görüştüğü kişiler, teşkilatçılar örgütlenmelere devam ederler. Sivas ve Erzirom kongrelerini Teşkilat-ı Mahsusa mensupları organize ederler. Osmanlının bütün imkanlarını kullanırlar. İttihad-ı Teraki Partisinin kurduğu bütün yan kollar, birimler, gizli örgütler Türk-İslamcı kongrenin çatısını oluştururlar. İttihatçılar, kendilerine karşı çıkan insanları susturmak, öldürmek, kongre de etkisiz hale getirmek görevlerini aksaksız sürdürürler. T.Osman, Erzurum kongresi için temsilci gönderme yetkisine de sahiptir.
15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa Serhat bölgesinde görevlidir. Görevi Ermeni halkının özgürlük istemine karşı Osmanlı-Türk ordusunu yönetmektir. Her zaman olduğu gibi düzenli ordunun yanısıra çeteler de görevlendirilmişlerdir. T.Osman biraraya getirdiği gönüllü çeteleri Karsa gönderir. Angora şekillendirilmeye başlanılan askeri dikta, rejim suçlu olarak görüp hapse tıkadığı kişileri, hapisten salarak, eğiterek cepheye savaş suçları işlemeye göndertir. Bu kişiler sadece Hristiyan inancından olan insanlara değil, geçtikleri alanlardaki Müslüman, Mitra-Zerdüşt-Rîya Heq inancından olan insanlara yönelik de suç işlerler.
M.Kemal, kendisi gibi hem asker, hem de sivil görevli olan T.Osmanı Angora'ya çağırtır. T.Osman, 12 Kasım 1920'de derin devletin yeni merkezinde, M.Kemal ile görüşür. M.Kemalin isteği üzerine Pontos'dan topladığı 100 kişilik seçme çeteyi, muhafız grubu olarak Angora'daki teşkilatçı başkanını korumakla görevlendirir. Çetelerden muhafız alayı oluşturulur. Giresunlu savaş suçlularından, gayr-i nizami harbin kadrolarından oluşturulan bu muhafız alayı, M.Kemalin ilk muhafız birliğidir. Sayı 100 den, 250 ye çıkarılır. Çeteler M.Kemali ve B.M.M. ni korurlar. T.Osman, M.Kemalden aldığı talimat üzerine Muhafız Birliğinin yönetimini Giresunlu milis komutanı Mustafa Kaptana bırakır.
Kendisine yeni bir görev verilmiştir. Giresunlu milis, çetelerden 42. ve 47. Alayları oluşturmak. 1921 ocak ayında gönüllü alayları oluşturmaya başlar. 42. Giresun Gönüllü Alayının üst sorumlusu Giresun Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı H.A.Alpaslandır.
47. Giresun Gönüllü Alayının komutanı da T.Osmandır. T.Osman ; Giresun Belediye Başkanı, Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ve oluşturulan alayın yöneticisidir. Çete reisi T.Osman düzenli ordu çalışmalarına dahil edilmiştir. 42. Ve 47. Alayları, 5.000 kişilik güç Angora hükümetinin emrinde, hazır kuvvettirler.
M.Kemal, İ.İnönü bütün yetkileri bir merkezde, kendi denetimlerinde toplayabilmek için düzenli orduya geçmeyi düşünürler. Kuvay-ı Milli ismi verilen milis örgütlenmesi ve diğer benzer örgütlendirmeler tasfiye edillip, yeni isimlerle, düzenli ordu örgütlenmesine gitmeyi hedeflerler. Bu istek pratiğe konulur. İlkin kendisinden çekindikleri Kuvay-ı Milliye komutanı Çerkez Edheme yönelirler. Meclis de Milli Kahraman ilan edilen bu şahsiyeti ve kardeşlerini özel komplolarla kaçırtırlar. Rakip olabilecek kişileri tek tek saf dışı bırakılırlar. Merkez Ordusu oluşturulur. Komutan Arnavut Sakalli Nurettin Paşa`dir. Laz milis-çetelerini de gönüllü alay adı altında denetime tabi tutarlar.
Asagıdaki çizimler Kocgiri`deki saldırı alanlarını, günlerini belirtmekteler.
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
T.Osmana, komutasındaki 47. Gönüllü Alayı veya diger adıyla Giresun Gönüllü Müfrezesi ile 1921'de, Koçgiride, Kürd ulusal kurtuluş hareketinin bastırılması için görev verilir. Gönüllü alay mensubu çeteler, Balkan savaşlarında, 1.Dünya Savaşı sürecinde, Pontosda, Ermenistanda, Kürdistanda, Kafkas cephesinde edindikleri bütün tecrübeleri Koçgiride uygulamaya korlar.
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
Merkez Ordusu Kumandanı Arnavut Sakallı Nurettin Paşa, Angoradaki yetkililere, T.Osmandan övgüyle bahseder. O, Kürd ulusunun evlatlarına yönelik soykırımda başarıyla görev yapmıştır. Kanlı pratikler sergilenir. Toplu öldürmeler, tecavüzler, yakmalar, talanlar, bayan kaçırmalar gerçekleştirilir.
1.Dünya Savaşı sürecinde İttihad-ı Teraki Partisinin yaptığı düzenlemeyle, jenosid uygulanan bütün alanlarda el konulan zenginliklerin partiye verilmesi mecburi kılınır. Bu zenginlikleri çalan, partiye vermeyen askeri ve idari yöneticiler cezalandırılırlar. Bu düzenleme 1921de de geçerliliğini korur.
M.Kemal ve çalışma ekibinin emirleriyle Koçgiriye doğru saldırıya geçenler, Koçgiriden ***ürebilecekleri bütün taşınır zenginliğe el korlar. Kürd halkının emeği, değerleri paylaşılır, devlete gelir yapılır. Laz alaylarının, kendileriyle birlikte ***ürdükleri 35.000 hayvan sadece bilinen sayıdır. O dönem de Trabzon limanından Rusyaya ihracat yapılmaktadır. O döneme ait arşivlerde bulduğum ve ticari ilişkileri anlatan belgelerde canlı hayvan ihracatının yapıldığı belirtiliyor ve sayılar veriliyor. İhraç edilen hayvanlardan kaç bini Kürdistanın Koçgiri bölgesinden, kaç bini Pontosdan gasp edilmişti ? Sayıyı bilmek mümkün değil.
Bir diğer konu bayanların esir alınmaları, erkekleri teslim alabilmek için kullanılmaları, zorla alıkonulmaları, kaçırılmalarıdır. Laz alaylarının mensupları bayanları da savaş ganimeti olarak görüyorlar. Koçgiride esir alınan bayanlardan biri de Alşan Beylerdendir. T.Osman bu konu da;.
Çengerli de üç gün ü gece yattım.
Rukiye Hanımı orduya kattım diyen kişidir.
Laz alayları mensupları Balkanlar da, Kafkaslarda edindikleri tecrubelerle zoru, şiddeti bir silah gibi kullanıp, bayanlarımızı esir alıp, memleketlerine ***ürüyorlar. Kaçırılan bayanlar, bu çetelerin evlerinde hapsediliyorlar. Bu bayanlardan bazıları kaçıp, Kocgiriye dönmeyi başarıyorlar.
M.Kemal ve teşkilatçı ekibinin karar ve emirleriyle Kocgiriye gönderilen Laz çetelerin uygulamaları, pratikleri o dönem de Osmanlı sınırları içinde görev yapan fransız yetkililer tarafından raporlarştırılırlar. Bu raporlar bağlı olunan merkezlere aktarılırlar.
Topal Osman ve çetesinin Koçgiri üzerindeki zulmü öyle azgınlaşmıştır ki Koçgirili Beko özel olarak bu çeteyle savaşmak için görevlendirilmiştir. Beko, Topal Osman çetesini Refahiye yakınlarında kuşatır. Erzincandan gelen ikinci alaya bağlı ikinci taburun dağ toplarının yardımıyla Topal Osman ve çetesi kurtulurlar. ( Osman Aga in, Bulletin Periodique de la Presse Turque, no 27, Paris 24 - 25 juin 1923, P. 3)
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974)
Ebubekir Hazım Tepeyranın anılarındaki bilgiler; Ebubekir Hazım Bey Osmanlı bürokrasisinde oldukça önemli görevler yüklenmiştir. Sivas valisi Cemal Beyden sonra kendisi Mustafa Kemal tarafından Sivasa vali olarak tayin edilir. Oi, Sivasa gitmeden önce, Çankaya Köşkünde Mustafa Kemali ziyaret eder: " Ayrılırken bana dedi ki Bilmem kendisini tanır mısınız? Merkez Ordusu Kumandanı o yörede bir Nurettin Paşa vardır. Azametli, azametli bir şeydir. Bununla beraber sizin için, kendisine ve gösterişine önem verilecek bir şey değildir. Tanrım dedim, Sultan Hamidin yardımcılığında iken İngiliz Abdullahın refakatine memur olarak Manastıra gelmişti..... (....).....7 Mayıs 1921 günü Angoradan hareket ettim......(....)....Nurettin Paşayı ordunun merkezi olan Amasyada zannediyordum. Sivasta bulunduğunu bir olaydan, nedenden dolayı bir gün sonra öğrendim. (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
Ebubekir Hazim Tepeyran Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa ile çalışma alanı, yetki, görev, sorumluluk konusunda anlaşmazlığa düşünce, Nurettin Paşanın Koçgiride yaptıklarını kısmen sergiler. Sivasta 2,5 ay kadar süren ikinci valiliğimin hatıraları bu yazdıklarımdan ibaret değildir. Fakat Sivasa sanki her işi bırakarak, yalnız merkez ordusu kumandanının kanunsuz,zararlı,feci uygulamalarını, hükmünü ve tecavüzlerini ortadan kaldırmaya çalışmak gibi acı bir görev için gelmiştim.....(....).....Yazmadıklarım, yazamadıklarım, yazma eziyetine tahammül ettiklerimden az değildir.
Yazamadıklarımın ne olduklarını o bölge insanları bilirler.... (....) .... Bazı hallerde bir şey yapmak veya söylemek nasıl vatani bir görev ise bazen de bir şey yapmamak, susmak için vicdanını zorlamak eziyetine katlanmak da öyledir....(...)...Nurettin Paşanın yapmış olduğu bastırma harekatının çok fena bir şekilde sonuçlanmış olduğunu Sivasa geldiğim zaman öğrendim.....(....).....Koçgiri olayından dolayı suçlu, suçsuz bir çok insan öldürülmüş, evleri tahrip edilmiş,malları ellerinden alınmıştı.
Koçgiri olayını bastırmakla görevli olan Nurettin Paşa,görevlendirildiği, kendisine verilen bu görevi düşünülemeyecek derecede çok fazla şiddet, hatta vahşetle bastırdı. Can korkusu ile dağlara sığınarak, otlar yiyerek yaşamak mecburiyetinde kalan erkek, kadın, 132 köy halkının harap köylerine dönerek mahsullerini hasat ederek, hiç olmasa açlıktan ölmemeleri, genel af ilan edilerek korkularının giderilmesi gereğini bir kaç kere içişleri bakanlığına yazdım.
Sırf Nurettin Paşanın sakinlikten,olaysızlıktan hoşlanmamasından dolayı, tekliflerim sonuçsuz kalıyor ve halk tahrip olunan evlerini kış gelmeden mümkün mertebe yapmak için merkez kumandanının karşı koymasına bir son verilmesini istiyor ve yalvarıyor (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
Tepeyranın bir bürokrat olarak açıklamak istemediği uygulanılan vahşet ve katliamlardır. Osmanlı imparatorluğunun asker ve sivil bürokratlarının Kürdistan sorunu söz konusu olduğunda tutumları dikkat çekicidir. Bu kişiler bütün gerçekleri devleti koruma adına devlet sırrı olarak açıklamadıkları gibi, bunların devletin önemli birimlerinde görev yapan yakınları da aynı anlayışla davranmaktalar. Anıları kitaplaştıranların uyguladıkları özel sansürler, yayınevlerinin sansürcülükleri, bilgileri silmeleri de göz önüne alınmalı.
Teşkilatçılar Cumhuriyet Gazetesini kurarlar. Bu gazetenin en önemli şahsiyeti olan Yunus Nadi, Hitlerin doğum günü partisine katılan bir şahsiyettir. Tepeyranın torunu olan Oktay Akbal da Kemalisti. Teşkilat-Özel Harp Dairesi-Ergenekon tarafından yönetilen bir gazetenin yazarıydı. Tepeyranın anıları torunu tarafından sansürlenerek 1982 yılında yayınlanırlar.
Tepeyranın kullandığı, yazdığı cümlelerinin kaçta kaçının kitapta yer aldığını bilemiyoruz. Kitapta var olan haliyle Tepeyran, Osmanlı-Türk devletinin Türk-İslamcı resmi politikasını göz ardı ederek, katliamın tek suçlusu olarak Arnavut Nurettin Paşayı gösteriyor. Gerçekleri devletin kutsallığı adına gizliyor.
Tepeyran, bulunduğu mevkiyi kaybetmemek, ya da baskılarla karşılaşmamak için sadece Nurettin Paşayı suçluyor olabilir. Ayrıca bu kişinin yaptıklarını Mayıs ayı boyunca Sivastaki yerel gazetede yayınlattığını belirtiyor.
Nurettin Paşanın halkı kendi başına buyruk katlettiğini, zoraki sürgüne yolladığını, mallarına el koydurduğunu, evlerini yeniden yapmalarına izin vermediğini açıklıyor. Nurettin Paşayı şikayet ediyor ve Sözde isyancılar Sivasta mahkemeye çıkarılsalardı, iş hallolacaktı diyor. Nasihat Heyetiyle ilgili olarakta, Nasihat Heyeti üyelerinin aşiret reislerinden aldıkları güvenceler sonucunda sevinerek, işlerini bitirmenin rahatlığıyla, Nurettin Paşanın huzuruna çıkıp rapor verdiklerini, Nurettin Paşanın Buraya kadar geldikten sonra, askeri harekata devam etmenin yararlı olacağı düşüncesiyle katliamlara başladığını, Nasihat Heyeti başkanı Şefik Beyden bizzat duyduğunu söyler. Angoradaki hükümetin, Nasihat Heyetinin çalışmalarından haberdar edilmediğini ileri sürer.
Oysa Bakanlar Kurulunun, Merkez Ordusuna ilişkin kararnamesinin 3. maddesi şöyledir: Merkez Ordusu Kumandanı bölgesi içinde huzura yönelik konulardan dolayı gerekli gördüğü takdirde, gerek görürse memurlara işten el çektirmeğe yetkili olup, daha sonra üst makamını bilgilendirir. Vali Tepeyran, Angoradaki teşkilatçı hükümeti koruyor. 3. maddenin kötüye kullanılmaması için Nurettin Paşanın geri çekildiğini belirtiyor.
Oysa olayın mecliste tartışılma boyutu ortadadır. Merkez Ordusunu kim kurdurdu? Nurettin Paşayı kim görevlendirdi ? Mecliste yargılanmasını isteyen milletvekillerini kim tehdit etti ve susturdu ? Yargılanmasını kim engelledi ? Bursa milletvekili olmasını o dönem başkomutan olan Mustafa Kemal neden dolayı engellemedi?
Ittihatçı-teşkilatçı meclis ekibi, İttihat-ı Teraki Partisi geleneğinden gelmeyen bürokratları kesinlikle görevlendirmiyorlar. Tepeyran, ittihatçı olmasaydı Konstantinopldan anadoluya geçmezdi. Kendisi, Mustafa Kemal'in güvendiği bürokratlardan birisidir.
İşin gerçeği, Nurettin Paşa kendisinden istenilenleri yerine getirmiş, görevini başarmıştır. Mecliste Nurettin Paşa ile ilgili verilen karara yönelik olarak derin devletin bir diğer üyesi olan Çerkes Fevzi Çakmak da, Mustafa Kemal'in yanında yer alır ve onu destekler.
Meclisteki tartışmalarda Laz Alaylarının binlerce hayvanı kendileriyle birlikte ***ürdükleri Erzincan milletvekili tarafından açıklanır. Halka ait olan hayvanların ve eşyaların çalındığını Tepeyranda açıklar.
Halkın her cinsten binlerce hayvanları alınıp, orduca satılarak, bedelleri de orduca alınıp, hükümet sandığına senetler gönderilmiştir. Bu binlerce hayvanın nerede ve kanunun gerektirdiği şekilde hangi daire veya memurlar tarafından artırma ile satıldığı bilinmiyor.
Nurettin Paşa batıran, yok eden öldürme ve başkalarının mallarına el koymalardan sonra tahrip ettirdiği 76 köyün yeniden inşasını uygun görmeyip köylülerin 16 köyde birleştirilmelerini emretmiştir.
Birbirlerinden saatlerce uzak 76 köyün binlerce insanının yerleştirilmeleri mümkün olsa bile halkın pek uzaklarda kalacak olan otlak ve tarlalarından yararlanma, kullanmalarındaki zorluğa rağmen kumandan paşanın esasen yetkisi dışında olan bu emri ve teklifi içişleri bakanlığınca uygun bulunmadığı halde Paşa ısrar ederek köylerindeki evlerini yeniden yapmak isteyen halkın şiddetle engellenmesini doğrudan doğruya yerel hükümete emretmiştir.
,Nurettin Paşa, hükümetin güvenerek kendisine verdiği yetkiyi pek kötü kullanarak meydana getirdiği facialarla yetinmeyerek Koçgiri ileri gelenlerinden öldürülen veya ölüm korkusundan dolayı dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivasa sürmüştü.
Bu resmi ve birleşik teminata rağmen merkez ordusu kumandanı Zara, İmraniye ile beraber bütün bu bölgeyi askerle çevirmekle beraber, kaza dışına çıkmayı sağlayan köprüleri, geçitleri tutarak halkı, insanları çok fazla korkutmuştur.
Askerlerle çevrilen köylerin insanları söylentilerin doğruluğuna, yani Kürtlerin sürgün edileceklerine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek dağlara sığınmaya mecbur kalmışlardır.
Sırf can korkusuyla kaçan, karşı çıkma, haydutluk, yol kesicilikle suçlanan insanların boş kalan köyleri yakılıp, yıkılarak bütün mal ve eşyaları, hayvanları alınmıştır.....İçlerinde en acımasız eşkıya reislerinin de bulunduğu söylenen asilerin 200 muhtelif cins ve bir hayli cephane ile velev bir tanecik olsun asker yaralıyamamış olması çok gariptir.!
Yani bu da gösterir ki Nurettin Paşa bu kadar nüfusu müsadere suretiyle değil katliam şeklinde öldürmüştür.
Bu resmi tebliğde ( Nurettin Paşanın tebliği ) açıklandığı gibi el konulan, alınan cinsleri muhtelif tüfekler 200 tane olduğuna göre, toplam 132 köyü tahrip olunan iki kaza dahilinde bu kadar silah bulunması esasen bir isyan hazırlığına işaret edemiyeceği gibi ölü olarak ele geçirilen eşkıya denilen toplam 272 kişiden, 72sinin hiç silahı yokmuş demek oluyor. (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
O, tümüyle çatışmalardan ve sonuçlarından haberdar değildir. Ölen sivil, savaşçı ve merkez ordusu elemanlarının gerçek sayısını da bilemez, ya da belirli nedenlerden dolayı bu sayıları veriyor.
Bunların gizli olarak, gözetim altında batı cephesine gönderilmeleri gerekmektedir. Umraniye mıntıkası kuvvetsiz bırakıldıktan sonra, yaramazlığın, olayların tekrarı ihtimalini ortadan kaldırmak amacıyla Koçgiri aşiret reislerinden birinci ve ikinci derecede önemli olan kişileri adı geçen liva ( fırka ile tabur arası ) kumandanı marifetiyle Umraniyede toplattırıp, tutuklattım. Bunlar Sivasa gönderilmek üzeredir. Hiçbirisinin kaçmasına meydan verilmeksizin tutuklu bulundurulmaları, Sivas vilayetinden ve mıntıka kumandanlığından istendi (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
Vali Tepeyran Merkez ordusu komutanı sakallı Nurettin Paşanın tutuklattıklarını 21.liva kumandanlığı vasıtasıyla Sivasa gönderdiğini ve bu esirlerin Greklere karşı savaştırılmak istendiğini, bu isteğinde bir bildiride açıklandığını belirtiyor. Bildiriden bazı kesitlerle gerçekleri yazdığını ispatlıyor.
...Bu iki yüz kişinin gözetim altında, gizli ve aşağılanarak değil, daha önce var olan müracaat ve istifaları gereğince, gönülleri alınarak ve takdir olunarak cepheye sevkleri ve aşiret reislerinin de serbest bırakılmalarıyla beraber genel bir affın bir an önce ilanının devletin çıkarlarına uygun olacağını tekrarladım. (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
İmranlıda af sözcüğüne inananların, teslim olanların karşılaştıkları son. Osmanlı-Türk çıkarları için batı cephesine, Greklere karşı çarpışmaya gönderilmek. Orada imha edilmek. Tepeyran, Nurettin Paşanın halka yaklaşımını şu cümlelerle anlatmaya devam eder.
Bu hayret edilecek bir işlemdi. Çünkü 141 kişiden ibaret olan tutuklular arasında iki ay önce Nurettin Paşanın resmi tebliğinde af edildiklerine dair isimleri olanlar da vardı. Olayların tekrarlanması ihtimaliyle, bunların tutuklanıp sürülmeleri, sonra da savaş mahkemesine verilmeleri, yargılanmaları için sebepler aranması, paşanın hukuk mevzuatı ile ve hatta en basit bir mantıkla hiçbir ilişkisi olmadığını ortaya koymuştu.
Umraniye nahiyesi halkından canlarını kurtarabilenler, dağlarda açlıktan, sefaletten can çekiştikleri halde, bunların tekrar genel bir karşı çıkma, olay yaratma hareketinde bulunabileceklerini sanmak, af edilmiş oldukları halde tutuklanmaları, gerçekten çok çirkin bir uygulamaydı. (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
Vali, idari yönetici olmanın sorumluluğuyla, askeri sorumluyu, yetkiliyi kontrol edemediğini, kendisini Sivasa görevli olarak gönderen M. Kemal ve bakanlar kurulu yetkililerine iletir. 23. 07. 1921 tarihli şifreli telgrafı;
...Bu adamın vilayete musallat olması devam edecekse vatanımızın şerefini, çıkarını ve milli hükümetimizin onurunu ihlal eden hareketlerini yakından görüp de engellemeye imkan bulamadığım bir yerde felç olmuş bir şahit halinde valilik yapmaya değil, yaşamaya bile kişiliğim müsait olmadığından, İstanbuldan hareket eden ailemin bugün geleceklerine ve şu sırada görev yerimin değiştirilmesindeki ağır yüke rağmen, Kastamonuya veya Konyaya görevimin nakline bir an önce müsaade buyurmalarını istirham etmek mecburiyetinde bulunduğum mahfuzdur...(..)...Ne yazık ki Merkez Ordusu kumandanının her gün bir şekilde meydana getirdiği feci tabloları, görüntüleri daha fazla seyretmeye mecbur kalmamak için, bunların yapılmasına da engel olamadığımdan dolayı büyük bir üzüntüyle Sivastan uzaklaşmak zorunda kaldım (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982)
Tepeyran önemli illere vali yapılan bir şahsiyettir. O, Angora hükümeti tarafından kendisine verilen emir üzerine 13 ağustos 1921de Sivastan ayrılır, Pontusda, Trebizonde vilayetinde valilik yapmaya başlar. Kürd jenosidi sonrası yeniden Grek-Rum-Helen ve Ermeni halklarının jenosidleri gündeme yerleştirilir. 1.Dünya Savaşı sonrası bu halklardan sağ kalmayı başaranlar - Rus işgalinden dolayı Trebizonde vilayetinde yaşayan Rum ve Ermeniler diğer vilayetlerdeki gibi jenoside, sürgüne tabi tutulamazlar - toplu imhaya tabi tutulurlar ya da sürgün edilirler. Rum ve Ermenilere yönelik kıyımlar devam etmektedir.
M.Kemal hangi yönü, yeri işaret ederse pratik uygulayıcı Topal Osman, çeteleriyle birlikte oraya yönelir. Pontos(Pont-Ex)daki uygulamalar ;
Fransız arşivlerinde Topal Osman; Haziran ve Temmuz 1921de, Niksar, Erbaa, Ladik bölgeleri ve özellikle Marsivan (Merzifon) ili kanlı sahnelerin oynandığı tiyatro alanlarına döndüler. Topal Osman ve meşhur « Laz Çeteleri » baş oyuncuydular. Sayıları 2.500 ile 3.000 kişiden oluşan bu çete talancı ve kan dökmekten bıkmayan kişilerden oluşuyordu.
Geçtikleri her yerde 1895 ve 1915 in vahşetleri yenilendi. Özellikle Marsivandaki dehşetiyle kendisinin ayırt ediciliğini, farklılığını sergiledi. Topal Osman Niksar, Erbaa ve Ladik illerini Hıristiyanlardan temizledikten sonra Samsun kapılarına oradaki Hıristiyan halkı öldürmek amacıyla geldi.Yunanlıların karşı saldırıya geçmelerinden korkan Türk ileri gelenleri Angora ya katliamı önlemek için acil bir mesaj gönderdiler. Bu durum Eskişehir, Kütahya ve Afyon Karahisardaki büyük Türk mağlubiyeti ile aynı zamana denk düşüyordu.
Mustafa Kemal, pek övülecek tarafı olmayan birliklerinin geri çekilişini izlediği cepheden geliyordu. Belki de Topal Osmandan yana tavır alacaktı. Fakat başka hesapları kendisini Samsun halkını bağışlama emrini vermeye ***ürdü. Ve Topal Osman geri çekilmek zorunda kaldı. Topal Osman bunu isteksizce gerçekleştirdi.
Hiddetini Marsivanın zavallı Hıristiyanlarını öldürerek sakinleştirecekti. Samsun civarındaki Rum köylerini kana ve ateşe buladıktan sonra, Marsivana vardı. Burada zaman kaybetmeden korkunç planını gerçekleştirmeye başladı. Daha önce hazırlanan listelere göre, sayıları 300 olan bütün Rum ve Ermeni erkeklerini tutuklattı. Türk komitesi tarafından mal varlıkları belirlenen bu insanlardan büyük miktarlarda para istendi.
Bir çoğundan istenen para miktarı mal varlıklarını geçiyordu. Fakat bu vahşilerin ellerinden kurtulabilmek için insanlar bütün yolları deniyorlardı. Borca giriyorlardı, çoğu bütün mallarını vermek zorunda kaldı. Her şey teslim alındıktan sonra bu insanlar başka yerlere ***ürülüyorlardı ve oralardan sağ çıkmıyorlardı. Acımasız bir şekilde öldürülüyorlardı. Ve cesetler büyük bir çukura atılıyordu.
Topal Osman bizzat kendisi listelerde belirtilen mal varlıklarının alınıp alınmadığını ve bu insanların öldürülüp öldürülmediğini kontrol ediyordu. Erkeklerden sonra sıra kadın ve çocuklara gelmişti. Ateşleme ile sinyal verildi. Emir verilmişti. Hıristiyan nüfusun bütün mal varlığına el konulabilinirdi. Derhal katliamlar, talan, yağma ve yangınlar başlatıldı. Evlere saldırıldı. Çok sayıda kadın ve kız hakaret edilerek öldürüldüler. Ateşten ya da ölümden kaçıp kurtulabilen kadınlar ve çocuklar katillerin kurşunlarına hedef oluyorlardı. Amerikalıların ya da Cizvitlerin yanına sığınarak canlarını kurtarmayı başaran 400 - 500 kişi yaşayabildikleri için sevinçliydiler. Olay iki şekilde anlatıldı ........
Birinci anlatıma göre köy ateşe verilir ve orada bulunan zavallı kadınlar yanarak ölürken içlerinden bir kaçı ateşten kurtulmayı başardılarsa da katillerin kurşunlarına hedef olurlar. İkinci anlatım şekline göre biraz daha insancıl olan bir Türk yanan evin kapısını kırarak oraya sığınmış vaziyette bulunan kadın ve çocuklardan 500 ünün kaçıp kurtulmalarını sağladı.
Bu ikinci anlatım gerçeğe daha yakındır. Kadınlar korku içinde kaçıştılar ve rastgele evlere daldılar. İçlerinden birisi bilmeden bir Türk evine girdi ve kendisini insana ürküntü veren, elinde hançeri, elbiseleri kan içinde olan bir adamın karşısında buldu. Evin içi adeta bir kan deniziydi. Kadın bu durumdan öyle etkilendi ki delirdi. Bir Ermeni papazı kilisenin önünde öldürüldü ve elleri ayakları kesildi. Şehrin büyük bir kısmı özellikle Rum ve Ermeni mahalleleri ateşe verildi. Çok sayıda kadın ve kıza tecavüz edildi. 60 - 70 genç kadın ve kız kaçırıldılar. Bu vahşet 4 ya da 5 gün devam etti.
Ateşkesin imzalanmasından sonra sağ kalanlar;15 erkek, 1000 kadın ve diğerleri de çocuktu.Toplam 3000 kişi kalmıştı. Bunlar anlatılamayacak bir sefaletin içindeydiler. Evlerinden kovulmuşlar, yollarda ne yapacaklarını bilemez halde dolaşmaktaydılar. Akşam olunca bir duvarın dibine çöküp, soğuktan korunmaya çalışıyorlardı. Kendilerini bir torba ya da çul parçasıyla örtmeye çalışıyorlardı. Amerikalılar onlara çorba ve bir parça ekmek veriyorlardı.Kış ise yaklaşmaktaydı.
Bu garibanlara ne olacak? Sefaletten, soğuktan, açlıktan ölmeye mahkum edilmişlerdi. Kendilerine iyi bir yardım yapılamazsa son kaçınılmazdı (Archives des Jesuites de France, RAr 25, chemise 6, no 22, auteurs du texte; Jesuites sur place (Sivas, Amasya, Morsivan))
Bolşevikler, 1908 askeri darbesini devrim olarak görürler. İttihatçıları devrimci olarak değerlendirmeye tabi tutarlar. Kasım 1918de Almanların Konstantinopldan bir denizaltıyla kaçırdıkları İttihat-ı Teraki Partisinin yöneticilerini, 1.Dünya Savaşı sürecinde 1.500.000 Kürdün, bir milyondan fazla Ermeninin, yüzbinleri bulan Helen-Grek-Rumun, Binlerce Asuri-Keldani-Süryaninin topluca imha edilmeleri, sürülmeleri emirlerini veren jenosidlerin baş mimarlarından Enver Paşa ve arkadaşlarını özel konuklar olarak ağırlarlar.
Bolşevikler ağırladıkları ittihatçıların koltuklarına oturan ve Osmanlı-Türk devletini yönetmeye başlayan diğer ittihatçılara da kol kanat gereler. Bu kişilerle de dostane ilişkilere sahiptirler. 1921 öncesi olduğu gibi, 1921 yılı süreci içinde de M.Kemal ve ekibini para, savaş araç-gereçleri, diplomatik destek, eğitim-bilgi, asker konularında desteklerler. Onların sundukları destekle Pontosda, Kocgiri de jenosidler gerçekleştirilir.
Bolşeviklerin görevlendirdikleri ve Angorada diplomatik temaslar yapan M.V.Frunze üç ay boyunca idari ve askeri yöneticilerle beraber olur. Seyahati boyunca değişik halklardan kişilerle sohbet etme imkanına kavuşur. Sohbet konuları ve gözlemleri ile ilgili olarak Topal Osman ve Lazlarla ilgili aktarımlarda bulunur. Emperyalist-kapitalis batıdan, burjuva batıdan tepkiyle bahsederken, bolşevik yoldaşlarının Angoradaki dikta rejime verdikleri desteklerden bahsetmez.
"Lâz'ların reisi Osman Ağa büyük ün yapmış. Bütün bölgeyi azılı çetesiyle kan ve ateşe boğmuş. Sanırım şunu söylemek bu konuda yeterli: Buradaki Türkler bile onun yaptıklarından korkuyla söz ediyorlar ve asla onaylamıyorlar.Benim için hiç ummadığım bir bilgi olmuştu doğrusu.
Ankara'da bulunduğum sırada Lazistan milletvekili Osman Beyle tanıştım .... (....) .... ayrılıp evime döndüğümde pek çok kişi tarafından soru yağmuruna tutuldum. Osman Beyin konuğu olduğumun doğru olup olmadığı merak konusuydu. Ben de doğru olduğunu söylemiştim. İş öylece kapandı. Ama cevabımın pek hoş karşılanmadığını da anlamıştım.
İşte şimdi Havza'da açığa çıktı bu merakın ve memnuniyetsizliğin sebebi. Aynı soruyla burada da karşılaştım. Doğru olduğunu öğrenince de bu adamın nasıl biri olduğunu ve onun neler yaptığını bilip bilmediğimi sordular. Ben Osman Ağayı gözümün önüne getirerek az da olsa bildiğimi söyledim. Konuşma ilerleyince benim tanıdığım Osman Bey ile Osman Ağanın aynı kişi olmadığı ortaya çıktı. Bundan karşımdakiler de çok memnun oldular.
Öğrendim ki Osman Ağanın çeteleri Havza'da korku salmışlar, yakmışlar, tecavüz etmişler, önüne gelen tüm Rum ve Ermeni'leri öldürmüşler. Köprüleri yıkmış.......Sözün kısası Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında süre gelen tarihi ve ulusal çatışmaların eskilerden bugüne değin çözümlenemeyişine işte bu yapıda adamlar ve bu acımasız yöntemler sebep olmuş.
Yalnız burada tümüyle bir halkın diğerine saldırmasında, ne yere, ne yaşa aldırmamasında, ne acıma, ne merhamet bilmemesinde, vahşice bir ulusal dövüşte "uygar" burjuva batının tam anlamıyla iğrençliğini, alçaklığını, ikiyüzlülük ve çirkefliğini hissetmek ve görmek mümkün....( )
Osman Ağa: Aslen lâzdır.Türkiye'nin önde gelen kişilerinden biri. Angora hükümetinin çağrısına hemen "evet" demiş çetecilerle ve Yunan askerleriyle savaşmak için emrine verilen Lâzlardan güçlü bir milis birliği oluşturmuştur. Giresun'dan cepheye gidecek biçimde örgütlenen Osman Ağanın milis kuvvetleri kendisine göre bir yol çizmiş, önlerine gelen tüm Rum köylerini yerle bir etmiş, içindekileri öldürmüştür.
1921 yılında Milli ordunun kurulmasından sonra Osman Ağa Alay komutanı rütbesi almış, kendi Lâz birliğine alay adını vererek orta ve kuzey Anadolu'da örgütlenen Rum çeteleriyle sürekli amansız bir savaşa girişmiştir. »
M.Kemal ve B.M.M. Giresunlu çeteler tarafından korunmaktadırlar. Giresun da yaşamaya devam eden T.Osman, M.Kemalin telgraf emri üzerine Ağustos 1921de Ankaraya gider. Kendisi M.Kemal nezdinde nüfuz ve itibar sahibidir. Angorada, Büyük Millet Meclisi üyelerine yönelik olarak korkutucu, sindirici, karanlık güç olarak boy gösterir.
T.Osman ve Hüseyin Avni (Alpaslan) komutasındaki 42. ve 47. Gönüllü Alayları Agustos 1922'de, Sakarya da Rum-Helen ordusuna karşı savaşırlar. Büyük kayıplar verirler. Öldürme amacıyla giderler, öldürülürler. M.Kemal, yeni bir ödüllendirmeye gider. 1922 yılında bir kanunla Giresunun müstakil il yapılmasını teklif eder. Giresunun il yapılmasını sağlar. Bu gelişme T.Osman ve çetelerini ödüllendirme amaçlıdır. Sakarya Savaşına Milis Binbaşı olarak katılan T. Osmana yine M.Kemalin istemi üzerine B.M.M.deki teşkilatçı-mebuslar tarafından yarbay rütbesi verilir. Osman Ağa ; Milis Piyade Yarbayıdır.
M.V.Frunze devam ediyor ;
« 1922-23 yıllarında Osman Ağanın alayları Mustafa Kemal'in şahsını koruma görevi almıştır (şimdi de bu görevi sürdürüyorlar).
1923 yılı sonbaharında Osman Ağa mecliste muhalif gruptan ünlü ve çok gözde milletvekili Ali Şükrü'yü öldürtmüştür. Tüm ülkede ve Mecliste bu ölüm öylesine öfkeyle karşılanmıştır ki...(...)....
Lâzlar, ayrı bir dil konuşan gürcülerdir; hemen, hemen eski ulusal benliklerini tümüyle yitirmişler ve artık Türk devletinin bu uçta en sağlam parçası haline gelmişler. Sayıca aşağı yukarı yarım milyon kişiler. Bunlar son derece yiğit ve çalışkan insanlar. Ordu için de mükemmel bir kaynaklar. İslâm dininin ve Türk devletinin desteği olma görevlerini yalnızca Lâzistan'da değil, Türkiye'nin öteki bölgelerinde de yerine getiriyorlar.
Kısa bir süre önce Lâzistan'ın en etkili önderlerinden bir olan Osman Ağa gönüllü Lâz'lardan topladığı bir kuvvetle, Türklere karşı ayaklanan Doğu Anadolu bölgesindeki Kürtleri ve Samsun sancağındaki Rumları kan ve ateşe boğdu. Bu toplanan kuvvet oldukça düzenliydi. Doğu geleneklerine göre hareket ediyorlardı. Yani geçtikleri yerleri talan ediyorlardı. Her taraf bir mezar sessizliğine gömülüyordu; tam bir suskunluğa...
Düşmanların tümüyle yok edilmesi....." Genellikle denebilir ki ulusal tartışmaların, çağdaş Türkiye'de yerleşmiş tüm halklar tarafından kullanılan, çözümlenme biçimleri tekti ve son derece de basitti
Teşkilat-ı Mahsusa, yani Özel Örgüt, kısa sürede yaptığı katliamlarla adını duyurmuştur. 1914-18, 1919 ve sonrasında devlet politikalarının belirlenmesine damgasını vuran kişileri yöneten merkezdir. Devleti yöneten askeri-sivil kadroların okulu durumundadır. Her meslekten kadro yetiştirirler.
Osmanlı da gelenekti ; devlet, devletin geleceğini garantiye almak için kullandığı has evlatlarını bir süre sonra yemeye başlıyordu. 1919 sürecinde devleti yönetenler de de bu gelenek devam etti. T.Osman, Angorada kurulan diktatörlüğe karşı duran, konuşan herkesi hedefe koyar. İkinci gurupta yer alan mebusları tehdit etmekte sakınca görmez. Osmanlının ekmeğini yemiş, kılıcını kuşanmıştır. Kendi ırkından olan mebusların yaşamlarına son vermekte kendisi için sıradan bir iştir. Bu eylemiyle komutanı M.Kemalin muhalifsiz kalmasını, diktatörlüğün kök salmasını sağlayacaktır.
İttihatçı olan ve M.Kemalin doktorluğunu yapan Dr.Rıza Nûr, bizzat T.Osmanla konuşmuştur. T.Osmanla, M.Kemalın Angoradaki ilişkilerini, yaşanan gerçekleri piyes haline getirmiştir. T.Osmanın, M.Kemal tarafından görevlendirilmesinden detaylı olarak bahseder. Gazi olarak bahsedilen kişi M.kemaldir. Piyesin adını ; « Topal Osman, Gülgülü Opera » kor. Konu ; 1823 den 1880e kadar olan sayfaları kapsar.
« T.Osman - Gazi
Dr.Rıza Nûr - Ne dedi ?
Topal Osman - «Beş-on mebus var. Bunlar vatan haini. Yunanlılara memleketi satmışlar Bunları gıcır gıcır kesmeli. Başka çare yok. Bir gün meclisi bas ! Hepsini kes ! » dedi.
Rıza Nûr - Kimmiş onlar ?
Topal Osman - İkinci grup imiş
Rıza Nûr - (Telâş ve heyecan içinde) Ağa, bu gayet vahim işdir. Önce şunu bil : Millet meclisinde hain yoktur. Kimse vatanı Yunanlılara satmamıştır. Satmanın da imkanı yoktur. Ellerinde değil ki satsınlar Nasıl satarlar ?!...
Topal Osman - (Hayret içinde bakarak) satamazlar mı ?... Tuhaf şey !...
Rıza Nûr - Hayır ! Bu mebuslar sade hükümetin yaptığı yolsuzlukları. Gazinin yolsuz işlerini tenkid(eleştiriyorlar) ediyorlar. Bunda yerden göge kadar hakları var. Yolsuzluk olmuş diyorlar. Bu Gaziye fena geliyor. Senin vatanı sevdiğini biliyor. Seni böyle kandırmış Bunları sana temizlettirecek. Sakın böyle bir şey yapmayasın
Topal Osman - Ne söylüyorsun ?!...
Rıza Nûr - İşte bu böyledir. İyi ki bana söyledin Bir millet meclisini basmak, mebusları kesmek ne demektir biliyor musun sen ? O ne ağır iştir ?...Sonra bunun altından kalkamazsın.
Topal Osman - Ne bileyim ?!...Gazi söyledi.
Rıza Nûr - O, seni alet ediyor. Biliyor musun sen ? Senin başınla oynuyor. Bunları sana kestirecek. Bir daha kimse de onun kötü işlerini söylemeye cesaret kalmayacak Herkesin ağzına bıçaktan kilit vuracak
Topal Osman ; Bunları ben düşünmedim.
Rıza Nûr ; Millet meclisini basmak, milletin evini basmak, mebus kesmek, milleti kesmek demektir. Haklı da olsa, haksız da olsa böyledir.
Topal Osman ; ne yapayım ben şimdi ? Gaziye söz verdim. »
(Dr.Rıza Nur ; Hayat ve Hatıratım, IV cild, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1968, s.1864, 1865)
Angorada oluşturulan meclise giden Laz kökenli mebuslara "Lâzistan Mebusları" olarak hitap edilir. Lâz halkının doğal cesareti, savaşçılığı İttihad-ı Teraki Partisi yöneticileri, teşkilatçılar tarafından Osmanlı sömürgeciliğini korumak, yaymak amacıyla çeteciliğe dönüştürülür. 1914-18 sürecinde osmanlıyı Balkanlı Enver, Talat Paşalar yönetirlerken, 1919 itibarıyle yeni komutan yine Balkan kökenli Türk-İslam ideolojisine hizmet sunan Sırp-Yahudi dönmesi bir ailenin ferdi olan ve Osmanlı askeri okullarında eğitilen, şekillendirilen M.Kemaldir. 1920de M :kemal ve çalışma arkadaşlarının Yahudi inancında olan insanlara yönelik tutumlarından dolayı, büyük bir yahudi kitlesi Güney Amerikaya göç etmek zorunda kalır.
Milisler-çeteler ve onları yönetenler, kendi anlayışlarına, değer yargılarına göre düşman olarak gördükleri varlıklara yaşam hakkı tanımazlar. Kafirlere karşı savaşmaları gerektiğine inandırılmışlardır. Değişik dini anlayışlara sahip olan kişilerle yaşamak istemezler. Allah adına yaptıkları işlemlerden dolayı Allah katında cezalandırılmayacaklarına inanırlar. Farklı inançlara saygısı olmayan bağnazlığın, yobazlığın üretimi katliamdır. Bağnazlık ve yobazlık devlet yönetiminde yer alınca jenosidler, sürgünler gerçekleştiriliyor.
Teşkilat-ı mahsusanın has kadrolarından biri de İstiklal mahkemelerinde yargıç olarak görev yapmış olan, savaş suçlusu ve kod adı Kılıç Ali olan kişidir. Kılıç Ali, M.Kemal tarafından mebus-milletvekili yapılır. Dr.Rıza Nûr hatıralarında bu kişiden bahseder. Bu kişinin görevinin meclis de en ön sırada oturup, M.Kemale muhalif olanların konuşmalarını engellemek olduğunu belirtir. Engelleme şekli ise sıralara vurmak, bağırmak, gürültüyle konuşmanın duyulmasını engellemek. Meclis de silahlı dolaşmak, silahını muhaliflere göstermek, muhaliflere sataşmak. Korku yaymak. Sindirmek.
Kılıç(Kel) Aliye göre Topal Osman; Türk kurtuluş savaşının bir kahramanı da Giresunlu Topal Osmandır. Topal Osman gönüllü olarak katıldığı Balkan savaşında tam 15 yerinden yaralanmıştır. Rumlar Karadeniz bölgesinde hayat bulunca o da kendi yöresinde oluşturduğu gönüllülerle Pontus çetelerine karşı mücadele vermiş.
23 Temmuz 1919da toplanan Erzurum kongresinin ardından Giresunda 5.000 kişilik silahlı bir güç oluşturmuş. Daha sonra Gazi Paşanın muhafız birliği komutanlığına getirilmiş. Osman Ağa okur yazar değildi. Milli duygularla dolu, halim-selim görünen fakat ruhen şiddetli ve çok haşin bir adamdı. Duygularını hiç belli etmez, aklına her geleni yapar ve yapabilir karakterdeydi. Giresun Alayı oluşturulduğu zaman ona Askeri yarbay payesi, rütbesi verilmişti.
29 Mart 1923 günü bir söylenti çıktı.Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey iki akşamdan beri ortada yoktu. En son çarşıdaki bir kahvede görülmüştü. Gaziyi mecliste açıkça eleştiren Ali Şükrü bey muhalefet gurubunun en aktif üyelerindendi. Bu nedenle ortadan kaybolmasının anlamlı olduğu söyleniyordu.
Ali Şükrü Beyin kaybolması mecliste tartışılırken dinleyici localarında görüşmeleri izleyen T.Osmanla göz göze geldik. Fakat aklıma ve hayalime hiçbir şey gelmemişti. Meclis bahçesinde rastlaştık. Ne var ne yok ? Dedim. Hiç bir şey söylemedi. Aksine o benden bir şey sormak ister gibiydi. Ancak her zamanki gibi değildi. Biraz heyecanlıydı.
Hükümet, Ali Şükrü Bey olayına el koydu. Yapılan araştırmalar sonucu Ali Şükrü Beyin son olarak Karaoğlan çarşısındaki Kuyulukahve de oturduğu, ardından da Osman Ağa müfrezesinden Mustafa Kaptanla kol kola yürüdükleri belirlenmişti.
Şükrü Beyin kaybolduğu akşam Osman Ağanın evinden çığlıklar duyulmuştu. O gürültülü gece üst kattaki kiracılar korkup kaçmıştı. Osman Ağa bu konu da Bizim müfrezeden iki kişi münasebetsiz harekette bulundu. Onları dövdüm şeklinde bir açıklama yapma ihtiyacını hissediyordu.
Yine aynı günün sabahı Osman Ağanın kapısına eşya taşınacağı bahanesiyle bir araba getirilmişti. Ali Şükrü Bey olayının soruşturulmasını takiben Osman Ağa ile Mustafa Kaptandan şüphelenildi. Her ikisi hakkında da tutuklama kararı verildi. Fakat Osman Ağa kayıplara karışmıştı. Angora dışında da araştırma yapılıyor. Bu görevi Mülazım Kemal yürütüyordu.
Mülazım Kemal her tarafı aramış. Ümitsiz şekilde şehre dönerken bir iz dikkatini çekmiş. İzi sürüp bir toprak kümesine ulaşmış. Kazmışlar, Ali Şükrü Beyin ta kendisiymiş. Cinayeti Osman Ağanın işlediği kanaati kuvvetlenmiş, aramalar yoğunlaşmış, sonunda Osman Ağanın Papazın köşkünde bulunduğu tespit edilmiş.
Olay büyük ölçüde çözülmüştü. Fakat Osman Ağanın kolay, kolay teslim olmayacağı biliniyordu ( ) Gazi, İsmail Hakkı Tekçeye emir verdi. İ.Hakkı Bey kıtasını alarak T.Osmanın bulunduğu evin çevresini sardı. Osman Ağaya teslim ol çağrısı yapıldı. Bu çağrı kabul edilmeyince çatışma başladı. İsmail Hakkı Tekçenin başında bulunduğu muhafız kıtası ile T.Osmanın silahlı adamları yarım saat çatıştılar. Çatışma sonucunda Giresun müfrezesinden 12 ölü, çok sayıda yaralı vardı. T.Osman da yaralı ele geçti ve 20 dakika sonra öldü.
Giresun müfrezesinden ölen ve yaralananların çoğu askeri kıtanın isyan ederek köşke hücuma geçtiğini zannetmiş, silahını kapan Gazi Paşanın köşkünün civarına koşmuştu. Osman Ağanın silahlı adamları köşkü korumak amacıyla çatışmaya katılıyorlardı. Bunu sağ kalanların ifadelerinden anlıyorduk.
Gazi Paşa, İsmail Hakkı Beye gerekli emri verdikten sonra köşkte kalmayı tehlikeli bulduğu için Latife hanımla birlikte istasyona, özel kalem binasına geçmiş, bizleri de oraya çağırmıştı (..)..Bu arada Başbakan Rauf Bey (Orbay) yaptığı açıklamada Şükrü Bey cinayetinin aydınlatıldığını, faillerin ortaya çıktığını, Osman Ağanın da tutuklama emrini dinlemeyerek çatışmaya girdiğini ve ölü olarak ele geçirildiğini bildirdi. Nihayet Van mebusu Haydar Beyin önerisi üzerine T.Osmanın cesedinin meclis karşısında asılmasına karar verdiler...(..)..
Ali Şükrü Bey aydın ve yurtsever bir insandı. Ancak menfi yaradılışlı ve dini taassup sahibiydi. Gaziden hoşlanmadığını bilirdim. Gazinin içki sofrasını dedikodu konusu yapanlardan biri de oydu.
Ali Şükrü Bey, Osman Ağayı Angoraya ilk gelişinde eleştiri bombardımanına tutuyordu. Ali Şükrü, şiddetli şekilde Topal Osmanın aleyhindeydi. Onun işlediği cinayetleri sayıp, dökerdi. Ali Şükrü Bey, Mustafa Kaptana, M. Kemal Paşanın içki sofralarından söz etmiş. Bu sofraların artık dayanılmaz hale geldiğini söylemiş. Memleketi bu adamın elinden kurtarmak lazım demiş. Mustafa Kaptanda kendisini dinlemiş ve söylenilenleri gidip T.Osmana anlatmış. Ali Şükrü Beyin söylediklerine fena halde sinirlenen T.Osman Şükrü Bey bu fikirde ise günün birinde Gaziye bir fenalık yapabilir. Onların yapacaklarına ben meydan vermeden, tepeleyeyim demiş. (Atatürkün Sırdaşı Anlatıyor, Hulûsi Turgut, Sabah gazetesi, Kasım, 1999)
Baba tarafından Abaza, anne tarafından ise Bedirxanlardan olan Rauf Orbayın T.Osmanı değerlendirişi; Lozanda görüşmelerde bulunan heyette Bahriyeyi temsilen bulunan deniz yarbayı Şevket bey hıçkırarak Beyefendi ağabeyim kayıp diye ağlamaya başladı .(...) Denizci olmakla beraber daha ziyade İstanbuldaki donanma cemiyetinin neşriyatında çalışmış, bir matbaa sahibi ve gazeteci olan Ali Şükrü Bey, Büyük Millet Meclisi açıldığı günden beri her vesile ile yaptığı muhalefetlerle dikkat çekmiş bir milletvekiliydi ( )....
Meclise gittim. Bilhassa Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey kendisine özgü konuşma tarzıyla sesini alabildiğine yükselterek Ey milletin kabesi sana da mı saldırı? Ali Şükrü Bey iki günden beri kayıptır da hükümet bulamıyor Böyle hükümet olmaz. Ali Şükrüye tecavüz eden milletin namusuna tecavüz etmiştir. Böyle namussuzlar yaşamamalı, kahrolmalıdiye bar,bar bağırıyor.Muhalif arkadaşları da Kahrolsunlar, böyleleri yaşatılmaz nidalarıyla onu yüreklendiriyorlardı
Ziya Hurşit kuşkulanmış ; Kötü örnekler var, endişemiz bundandır. Uzağa gitmeyelim. Şu bizim milli hükümetimiz zamanın da, daha dün denecek kadar yakın bir zamanda meydana gelen suikast meselesini hatırlamamak imkanı var mı? Trabzonda, güpe gündüz, hükümetin ve kışlaların karşısında 300 kurşun atılmak suretiyle yapılan suikastın failleri bulunmuş mudur? Hala bekliyoruz. Hükümet araştırmasını bitirsin, gelip olup biteni bize anlatsın, ondan sonra ikna olmazsak yapacağımız iş basittir. Diyerek güvensizlik oyuyla hükümeti düşürmeye kadar ***ürmek isteyenler vardı.
M. Kemal Paşa, Latife hanımla birlikte istasyona geldi. Şimdi ne düşünüyorsunuz ? dedi. Bir şey düşündüğüm yok. T. Osmanı yakalamak lazım. Çankayanın arkasında Papazın bağı denen yerde bulunduğu sanılıyor. Nasıl yakalatacaksın ? Meclis muhafız kıtası ile. Bu sözüm üzerine M. Kemal Paşa endişeli bir tavır takındı. Meclis Muhafız Kıtasında T.Osmanla gelmiş Karadenizliler var. Bunlar birbirlerine ateş etmezlerse, ne sen, ne ben, ne Angora....bir şey kalmaz. deyince bir an düşündüm. Angorada bu Muhafız Kıtasından başka asker denebilecek bir şey yoktu. Jandarmaların çoğu bile cephede bulunuyordu.
Şu halde ne yapacaktık ? Cinayeti işlediği meydana çıkan, belli olan bir insanın Angora sokaklarında kollarını sallaya, sallaya gezmesine göz yummak ! Bu benim harcım değildi. Sonra bir de meclis vardı. Kırk sekiz saattir Bulun, adaleti yerine getirin diye feryad eden bir meclis.
Bütün bunları düşünerek, M. Kemal Paşaya, suçluyu mutlaka yakalatmak lazım. Eğer başkumandan sıfatıyla ve herhangi bir düşünce ile sizce buna gerek görülmüyorsa, benim yarın bunu meclise anlatmam gerekecektir, dedim.
Bunun üzerine, M. Kemal Paşa Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı Beyi çağırtı. İsmail Hakkı Bey gelince M. Kemal Paşa Osman Ağayı yakalamak amacıyla nereden, ne şekilde hücum edilmesi gerektiğini, krokisini çizerek kendisine anlattı ve hareket etti.
Osman Ağa üstüne varılacağını anlayınca yukardan fırlayıp, hücum ettiği Çankaya köşkünde kimseyi bulamayınca, kapıyı kırıp, paltoları filan parçalayarak, karma karışık etmiş olduğunu haber alınca ya Fethi Beyin hanımını dağa kaldırmağa kalkarlarsa ne yaparım, diye hemen Fethi Beye haber gönderdim .
H. Avni Bey olmak üzere bir kısım muhalif mebuslar artık rahmetli olan Ali Şükrü Beyin yeteneklerini ve bağımsızlık uğrundaki mücadelelerini sayıp, döküp, onun ölmediğini ve mübarek kabrinin kendilerine sonsuza kadar özgürlük dersi vereceğini söyleyerek katillerine lanetler yağdırırken, işi yine muhalefete döküp, hükümet ve dolayısıyla M. Kemal Paşaya taş atmaya, dokunaklı söz söylemeye devam ettiler. ( Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım II, Emre yayınları, s;122, 123, 124, 125, 127, 128, 129, yıl; 1993, İstanbul )
Lazları birbirlerine şarşı kullanma, kışkırtma, provakasyona getirme, kırdırtma becerisi; böyle bir beceriyi M.Kemalden başkası gösteremez. O, bu konularda yeteneklidir. Dr.Rıza Nur onun bu yönünü üzerine basarak anlatıyor, açıklıyor. Kılıç Ali; Giresun müfrezesinden ölen ve yaralananların çoğunun askeri kıtanın isyan ederek köşke hücuma geçtiğini zannettiklerini, silahını kapanın M.Kemalin köşkünün civarına koştuğunu, T.Osmannın silahlı adamlarının köşkü korumak amacıyla çatışmaya katıldıklarını belirtiyor. Bu durumu sağ kalanların ifadelerinden anladıklarını söylüyor. Askeri kıtanın isyan ettiği haberini Giresun müfrezesinin elemanlarına duyurtan, onları harekete geçirten M.Kemaldir. Lazlar birbirlerini kurşunlarken, O, politik oyunların aktörü olarak yeni bir başarıya imza atmış olur.
Onun Osman Ağa gibi başı bozuklara silah verdirmesini de eleştirerek yine bana Rauf Bey Efendiye sorarız, Harbiye okulunu bitirerek subay olmamış kimselere ve özellikle bazı cani, katil ve cahil adamlara subay üniforması giydirilip, kumandan kimliği nasıl verilir ? diye bağırıyorlardı.
Bunlara da cevap vermek gereğini duyarak, dedim ki, şimdi bunun bu şekilde konuşulması doğru değildir. Bu gibi sivillere niçin silah ve rütbe verildiğini bilmeyeniniz yoktur. Bilinen bu işleri burada bu şekilde ortaya atmakla ordumuzun çok kıymetli ve aziz ileri gelenlerini ve subaylarını yıpratmayalım. Bu gibi durumların tartışılma zamanı gelecektir. ( Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım II, Emre yayınları, s; 130,131, yıl; 1993, İstanbul )
Önemli olan iradeleri teslim alınmış bireylerin Türk-İslam sentezine hizmet sunmalarıdır. Angorada kurulan diktatörlüğün aktörlerini muhaliflerden korumaktır. Öğrenim görmek zorunlu değildir. Okuma yazma bilmeyen Lazistanlı, yöneticileri için iyi bir can alıcı, talancı, tecavüzcü, gaspçı, yok edicidir. Bunun için diplomaya gerek yoktur. Kendisine pratik yaptırılarak, uzmanlaşması sağlanmıştır.
Bilen, kafası çalışan, soru sorabilen, görevinin ağırlığının farkına varan, kendisine verilen bazı emirlere hayır diyebilir. Aşağılık kompleksi gölünde kulaç atan, kendisini ıspatlama ihtiyacı olan, sırtının sıvazlanmasına, pofpoflanmaya aferin sana, başardın, başarılısın sözcüklerini duymaya susayan kişi ortamını bulduğunda öldürmeye, var olanı, yapılanı yıkmaya, tahrip etmeye başlayacaktır.
Sistem, her halktan, canlılara zarar vericiler üretir. Teşkilat-ı Mahsusa II, kadrolarının pratikleri düşündürücüdür. Gayr-ı nizami harb kadrosu olmak! Yapılanlar, normal aile ortamı içinde doğan, büyüyen, bir insanın gereksinimi olan şeyleri doyasıya alan, yaşayan insanların kabul edemeyecekleri görevlerdirler. Problemli, yeterli sevgi, saygı görmeyen, şiddet altında büyüyen, sürekli eleştirilen, yargılanan, aşağılanan ve bu ilişkiler sonucu kurban olan, belirli bir güce sahip olduktan sonra da kurban arayan insanlara özgü iş alanları ve mesleklerdirler.
Fransız Askeri Ateşeler, Genelkurmay Başkanlıklarıni sürekli bilgilendirirler.
Lausanne (Lozan) konferansının çıkmaza girdiği günlerde Angorada mecliste tartışmalar olur. Mustafa Kemali eleştiren Trabzon milletvekili Ali Şükrü öldürülür. Öldürülme nedeni Mustafa Kemal'e muhalif olmasındandır. Kulislerde, Mustafa Kemalin, Ali Şükrüyü öldürttüğü konuşulur. Topal Osman, Angorada dır ve Mustafa Kemal'in güvenliğinden sorumludur. Mustafa Kemal, Ali Şükrüyü Topal Osmana öldürtür. Durum ortaya çıkar. Mustafa Kemal, Topal Osmanı savunamaz duruma düşer. Onun adamlarıyla birlikte Çankayayı basabileceğini düşünür. Kendisi bir başka yere geçerek, kendi güvenliğini sağlatır ve Topal Osman'ın yok edilmesine dair emir verir.
Topal Osman yaralı olarak ele geçirilir. Giresun Alayı dağıtılır. Mustafa Kemal, Ali Şükrüyü öldürtmekle muhalefete gözdağı verir. Ayrıca giderek kendisi için tehlikeli olabilecek olan, çok sayıda komplosunun pratik uygulayıcısını da ortadan kaldırtarak, komplolarının açığa çıkmasını engellemiş olur. Cellat, verilen bütün görevleri yapmıştır. Mustafa Kemalin kendisine sahip çıkmamasından sonra muhalefete geçmiş bir Kemalist subayın örnek sonu gazetelere şu şekilde konu olur; Polis tarafından kovalanan Topal Osman, Papaz Köşkü diye adlandırılan yere 120 kişilik bir çeteyle sığınmıştı. Burada ağır makinalı tüfeklerle donatılmış iki bölük tarafından kuşatılıyor. Yaralıları saymazsak beş askerin ve sekiz isyancının ölümüyle sonuçlanan çarpışmada Topal Osman ( Osman Ağa ) iki Nisanda bir kaç adamıyla birlikte öldürüldü. Bir Anadolu kağnısı üzerinde getirilen cesedi Büyük Millet Meclisi parkından pek uzak olmayan bir yerde örnek olarak asıldı ( Osman Aga in, Bulletin Periodique de la Presse Turque, no 27, Paris 24 - 25 juin 1923, P. 3)
Ali Şükrü Bey'in öldürülmesini isteyenler ne yapmak istiyorlardı? Güçlü, seçkin bir aileden ve meclis pratiğiyle de tam bir muhalif olan ve gittikçe sempati, etki kazanan, taraftar toplayan Ali Şükrü Bey'i ortadan kaldırıp, meclisteki muhalif gruba gözdağı vermek, sindirmek, susturmak. Onları başsız bırakmak.
Derin devlet mensubu, gizli devlete ve M.Kemale yaptığı hizmetlere karşılık sonuç itibarıyla bir asi ve vatan haini muamelesi görür! Onu yıllarca ölüm makinası gibi kullananlar, kendisini sahiplenmezler. Yalnızlığa terk ederler.
İsmail Hakkı (Tekçe) komutasındaki silahlı güç T.Osmana ve adamlarına karşı harekete geçirilir. M.Kemal, Tekçeye kesinlikle T.Osmanın öldürülmesi emrini vermiştir. Sağ yakalanmasını istemez. T.Osman, adamları ve İ.H. Tekçeye bağlı güçler arasındaki çatışma sonucu T.Osman silah kullanmaz duruma getirilir. M.Kemal, bir öldürme tutkununu, elemanını kaybetmiştir. Ama konuşmasını enğelleyememe endişesi yaşar. Çünkü T.Osman ağır yaralı olarak ele geçirilmiştir.T.Osmanın kafasına ateş edip, kendisini öldüren kişi İsmail Hakkı Tekçedir.
T.Osmanın konuşması kimler için tehlike oluşturacaktı ? O, başta M.Kemal olmak üzere, meclisdeki hükümet yetkililerinin suçlarını bilen bir tanıktı. O, rahatlıkla insan öldürme yönüyle tanınan, çok şey bilen, konuşması halinde o günkü derin devleti bütün yönleriyle deşifre edebilecek bilgilere sahip olan bir teşkilat kadrosuydu. Öldürülmesi, bilgi vermesini, açıklama yapması olanağını sıfıra indirmiştir. Yaralıyı konuşturma, bilgi alma, suçlarını itiraf ettirmek varken, kafasına kurşun sıkmak suretiyle ebedi sessizliğe yolcu edilir.
Balkanlarda, Pontosda, Ermenistanda, Kürdistanda karın deşen, baş kesen T.Osmanın başı da gövdesinden kopartılır. Kaçırılırcasına gömülür. Ertesi gün ise kafası kesilmiş cesedi Angora'nın Karaoğlan çarşısında, ayağından asılmış halde insanlara gösterilir. Yeniden gömülür. M.Kemalin emri üzerine cesedi aynı ay içinde Giresuna gönderilir. İslamın kurallarına göre yeniden gömülür. 1925 yılının Mart ayında ise yine M.Kemalin istem ve emri üzerine cesedi Giresun kalesinin en yüksek yerine taşınır. Kendisi için anıt mezar yapılır. Öldürülmesinden sonra kendisinin adına, yerine birisinin gitmesi sonucu hacı da olur. Hacı Osman Ağa olarak anılmaya başlanılır.
Hüseyin Avniyi sevmeyen, düşüncelerini eleştiren İttihat-ı Terakkici Rauf Orbayın kendisi de, parti içi çatışma, ayak kaydırma girişimleri, oyunları sonucu yıllarca Avrupada sürgünde yaşamak zorunda kalacaktır. İstiklal Mahkemesi kendisine 10 yıllık bir ceza verir. Üç kez süikast girişimine maruz kalır.
R.Orbay ve kendisi gibi Kafkas kökenli olan asker, sivil bürokratlar (Çeçen, Çerkez, Abaza, Lezgi, Acar....) balkan kökenli Pomak (müslümanlaştırılmış Bulgar), Boşnak, Arnavut, Sırp dönmeler tarafından sahneden atılırlar ve kaçışa, sürgüne zorlanırlar. Yeterince kullanılmışlardır. M.kemal ve İ.İnönü iktidarı kendileriyle paylaşılmak istemezler. Çerkes Fevzi Çakmak, M.Kemalin yanında Çerkes Edhemin karşısında yer alır.
M. Kemalle birlikte iktidarda bulunan klik, çevrelerinde, politik alanda varlığından rahatsız olmaya başladıkları eski çalışma arkadaşlarını, süreç içinde devre dışı bırakmak için, bireyin prestijini sıfıra indirme, kaçırtma, ya da ortadan kaldırtma yöntemlerini kullanırlar. Bu şahıslar için Padişah taraftarıdır cümlesini kullanmak, ya da bir başka söylenti yaymak, Angorada oluşturulan diktanın amaçlarına ulaşması için yeterli oluyor.
Dr. Rıza Nur, M. Kemalin meclisdeki şahsi hakimiyetini, ilişkilerini detaylı olarak anlatır. Kendisi bizzat M.Kemalle olan bir görüşmesini de açıklar. M.Kemal ve ismet de Meclisin kendilerine metbu olmamasından, her istediklerini körü körüne kabul etmemelerinden sinirleniyorlar.....(...)....Bir gün Mustafa Kemale; Size ne? Sizin mevkiiniz yüksektir. Kendinizi fırkaların fevkinde (partiler üstü) tutun! Bir hükümet düşerse, öteki fırkanın hükümetini korsunuz. Sonunda o da düşer, yine evvelki geçer. Muhalifleri hükümetten tedib hiç tedbir değildir. Bilakis onlara da verin...(...)...Buna cevabı şu oldu; Muhalif bir fırkaya(partiye)değil, meclisde muhalif bir sese tahmmül edemem. (Dr.Rıza Nur ; Hayat ve Hatıratım, IV cild, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1968, s.1286, 1287)
T.Osman ve kullanılan sıfatlar
O; Teşkilatçılar için; Osman Ağadır.
Koçgirililer için; Topal Osmandır. Sosyolojik anlamda da ağalıkla alakası yoktur.
Türk-İslam ideolojisinin figüranları için ; Hacı osman Ağadır.
Koçgirililer için ise ; Yêzîd, hırsız, talancı, tecavüzcü, işkenceci, katil.
Angorada merkez kuran teşkilatçılar için ; Gazi M.Kemal Atatürkün Muhafız Alay Komutanı
Koçgirililer için ise ; Laz çetelerin komutanı. Angoradaki muhalifleri susturma, sindirme, yok etme aracı. Eldivenli ellerin maşası.
Teşkilatçılara göre ; M.Kemalin muhafızı.
Koçgirililere ve muhaliflere göre ; askeri diktatörlüğün kullandığı cahil bir piyon, araç. Bölgedeki Müslüman inancında olan insanları da huzursuz eden bir ruhi sorunlu.
Teşkilatçılara göre ; cumhuriyet şehidi
Muhaliflere ve Koçgirililere göre ; iktidarda kalma oyunlarının, kavgasının kullanılan, kullanılmaya hazır aracı.
Teşkilatçılara göre ; Balkan, Batum, Sakarya kahramanı, 47.Giresun Alayı Komutanı.
Pontos, Ermenistan, Kürdistanlılara göre ; Karın deşen, baş kesen, öldürmekten zevk alan cellat. Öldürmelerinin bedeli, ödülü, milis piyade binbaşılık, yarbaylık.
Teşkilatçılara göre ; halk kahramanı
Pontos, Ermenistan, Kürdistanli tanıklara göre ; halkların düşmanı.
Teşkilatçılara göre ; milli kahraman
Lazlar için milli hain. Hizmet ettiği askeri diktatörlük Laz ulusunun bütün kimliklerini yok saymıştır. Bu halk dilini dahi kaybetmekle yüz yüze kalmıştır.
Teşkilatçılar için ; destansı pratik sahibi, aktör
Jenoside tabi tutulan halklar için ; jenosid abidesinin temel taşlarını yerleştirenlerden. Kahraman değil, kahreden, utandıran pratiğin sahibi.
Teşkilatçılar için ; korkusuz Laz uşağı.
Angoradaki tanıklar için ; bütün gücünü elindeki silahlardan, çevresindeki çetelerden alan, sırtı M.Kemal tarafından sıvazlanan savaş sendromlu korkak.
Teşkilatçılar için ; hizmet sunulan ağa
Muhalifler için ; M.Kemale hizmet sunan, hayır demesini bilmeyen emir eri, uşak.
Teşkilatçılara göre ; Giresunun yiğidi.
Muhaliflere göre ; yiğitlik ölçülerinden haberi dahi olmayan, arkadan vuran, zayıf anı kollayan biri.
Teşkilatçılara göre ; Adı T.C. tarihine altın harflerle işlenmesi gereken bir efsane.
Pontos, Ermenistan, Kürdistanlılar açısındansa ise ; yarğılanması gereken bir jenosid mimarı, suçlusu.
T. Osmanın mensubu olduğu Laz halkının durumu ?
Ulusal, kültürel anlamda hiç bir hakka sahip değiller. Türk İslam olarak muamele görüyorlar. Çizilen T.C. sınırları içinde Laz ulusunun fertleri 4 şehirde yaşıyorlar. 4 diyalek konuşuyorlar. 50.000 az kişi kendi anadillerini konuşmaktalar. Gençler asimilasyonun ağır etkisi altındalar. Kürtleri ulusal haklarından dolayı kıranlar, hizmet sundukları derin devlet kadroları tarafından yok oluşa doğru sürüklendiler. Laz halkı hem T.C.de, hem de Gürcistanda baskı altındadır. Kendi topraklarında kimliklerini ifade edemiyorlar.
47. Giresun Alayı ve Milis Piyade Yarbayı T.Osman tartışılmaya devam ediyorlar.
Afyonun İncehisar, Doğanlar köyü Sivritepe mevkinde 14 Giresunlu milis-çete için T.C.Milli Savunma Bakanlığı tarafından « 47.Giresun Alayı şehitliği » yapıldı. Bu şehitlik 28 Ağustos 1992 tarihinde devlet töreni ile açıldı.
ATAnın Muhafızı İçin Anıt
GİRESUN-İstiklal Savaşı kahramanlarından 47.Gönüllü Alayı Komutanı, Büyük Önder Atatürkün Muhafızı Yarbay Osman Ağa için Giresunda anıt yapılacak. Belediye Başkanı Mehmet Larçın, kısa süre önce 75inci ölüm yıldönümünde anılan milis kahramanı Osman Ağa için yapılması kararlaştırılan anıt konusunda yaklaşık bir yıldır çalıştıklarını belirterek, Çalışmayı bizzat Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Veli Küçük sürdürüyor. Anıt, yapılacak bir referandum sonucu kentin en güzel yerine dikilecek dedi. (a. a./Hürriyet Gazetesi, 11. 4. 1998 )
T.Osmanın heykelini dikmek isteyen Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük, Özel Harp Dairesinin Ergenekon adlı askeri biriminde görevlidir. Topal Osmana niye sahip Çıkıyor ? 1.Dünya Savaşı sürecin de oluşturulan Teşkilat-ı Mahsusaya kadro olan T.Osmandı. Bu günkü Teşkilat-ı Mahsusa, yani Özel Harp Dairesinin kadrosu olan da Veli Küçüktür.
1921de Teşkilad-ı Mahsusa, 2008de Ergenekon. Değişenler, görevli bireyler ve isimler. Aynı yöntemlerle derin devlet varlığını devam ettiriyor. Derin devletin askeri kanat sorumlusu, 1921in askeri görevlisini onorize ediyor. Devlet adına cinayet işleyen kutsallaştırılıyor. Bilinçsiz insanlar etkilendirilip, aynı tarz çalışmalara doğru yönlendiriliyorlar. Veli Küçük Giresunda görev yapmaya başladıktan sonra T.Osman gündeme oturtulmaya, toplantılara konu yapılmaya başlandı. Bir kahraman, lider, kurtarıcı, Türk-İslam önder sıfatlarıyla anlatılmaya başlandı. Oysa Türk değil, Lazdır. Islam dinini benimsemiştir. İslam inancında olan insanlara da zarar vermiştir. O, 1908 itibarıyle 5 askeri darbe gerçekleştiren siyasal sistemin Türk-İslamcısıdır.
T.Osman, Giresunluların tümü tarafından değil, Büyük Birlik Partisi kadrolarının mensup oldukları, Nizam-ı Alem ya da yeni adıyla Alperen Ocakları mensupları tarafından kahraman, önder olarak görülüyor. Ergenekon, JİTEM-JİT silahşörlerini bu ocaklardan temin ediyor. Veli Küçükde JİTEM komutanlarından.
Yargıtayın Susurluk çetesi ile ilgili kararı, değerlendirmesi; Terörle mücadele adı altında da olsa, bir hukuk dışı örgütlenmeyle, devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak, yürürlükteki yasalar yerine, kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmak, devleti hukuk devleti olmaktan çıkarır. Bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan, her türlü yasa dışılığın egemen olduğu bir sistem oluşur, hukuk kuralları yerine korku ve kaygı geçerli olur. Bu durum bir Anayasa ve yasa ihlalinin ötesinde tam hukuk ihlali niteliğini taşır, hukuk devletinin bütünüyle ortadan kalkması sonucunu doğuracağı göz önüne alındığında da mahkemenin sanıkları Türk Ceza Kanunu 313cü maddesine göre mahkum etmesinde bir isabetsizlik yoktur.
Eski Emniyet genel Müdürü Hanefi Avcının Susurluk Komisyonuna verdiği ifadeden bir kesit; Çetenin siyasi kolu ve başında bulunan kişi Mehmet Ağar, polis içindeki ayağı İbrahim Şahindir. Milli İstihbarat Teşkilatındaki bağlantısı Mehmet Eymür ve Durhan Fırat olan çete de Korkut Eken de bu ekibin sivil ayağını oluşturur. Askeri kanat içindeki sorumlusu da Jandarma Tuğgeneral Veli Küçüktür.
Topal Osman. Atatürk'ün koruması olarak ünlendi.
DHA - GİRESUN - Atatürk'ün koruması olarak bilinen Topal Osman Ağa'nın yer aldığı 2006 takvimleri basan Giresun Belediyesi, « Laz koruma ve çete reisi » şeklindeki tanıtım nedeniyle tepki gördü. Konu yerel basına yansıyınca, Belediye Başkanı AKP'li Hurşit Yüksel, halktan özür diledi.Yüksel, « Gözden kaçmış. Osman Ağa bizim milli kahramanımız. Eleştiriler haklı. Takvimin dağıtımını durdurduk. Giresunlulardan özür diliyorum. Konu benim dışımda gerçekleşti. Bize eski Giresun resimlerini koyduklarını söylediler. » diye konuştu. 18/02/2006 (Radikal-çevrimiçi /)
Sakallı Nurettin Paşa
Sakallı Nurettin Paşa ise düzenli ordunun komutanıdır. O, zenginliğiyle ünlü, Rum ile Ermenilerin ticaret merkezi İzmir (Smyrne) şehrine vardığında, kendisinin komutası altındaki birlikler, 9 Eylül 1922 günü İzmir'e girdiklerinde çoğunluğu kadın, çocuk ve ihtiyarlardan oluşan sivillerle karşılaşırlar. 9 Eylül 1922 günü, savunmasız sivillerin, yerlilerin bulunduğu şehre düşmanca yaklaşım gösterir. Kendisine cevap verecek savaşçılar yoktur. Yunanistan ordu güçlerini geri çekmiştir. Şehre girmelerinden itibaren büyük bir yangın başlatır. Kendilerinin olmayan tarihi şehri ve barındırdığı zenginlikleri yakarken keyifle seyrederler. Kordon konakları, oteller, gazinolar küle dönderilirler. Rum ve Ermenilerin oturduğu semtler yağmadan sonra, ateşe verildikleri için yangın bütün şehre yayılır. Tarihi güzellikleri koruma, emeğe saygı duyma ne gezer. Benim olmazsa, başkasına da kullandırtmam mantığı tahribatı davet eder. Ticaret merkezi olan şehir yağmalanır. Şehrin yakılmasına tanık olanlar anılarında ayrıntılarıyla durumu açıklıyorlar. Başkomutan M.Kemal yanan şehre bakarak rakısını yudumlar. Kalkıp Rum-Grek oyunu olan zeybek oyununu oynar.
Soykırıma, göçertilmeye tabii tutulan halkların şehir, kasaba, köy, mahalle ve semtlerini yakmak! Bu kinin, intikamvari yaklaşımın altında yatan, düşmanlığı besleyen kaynak neydi? Geriye dönüşü engellemek mi? Hiristiyan halkların reformlardan dolayı İslam olan halklara göre sanatta, bilimde gelişmiş olmaları mıydı? Dini köktencilik ve ırkçılık hastalıkları mı kaynaklık ediyorlardı? Irkları kırımdan geçirdikten sonra yarattıkları güzellikleri, tarihi eserleri, medeniyetleri de yok etmek bir başka şekil de açıklanamaz. İzmir semalarında mazoşizm ve sadizm bayrak dalgalandırır. Şavaşlarda, ordu mensupları ganimet elde etmek amacıyla yerleşim birimlerine saldırır, yakar, yıkar, çalar, öldürür, tecavüz eder, kaçırır. Çünkü yerleşim birimi kendilerine ait değildir. İzmirin yerlileri ile osmanlı-Türk ordusunu yönetenler aynı dini inanca, ırka mensup olmadıkları için yaratılan bütün güzelliklere düşmanca yönelinmiştir.
Müslüman olmayan halkların varlıkları ellerinden alınır. Bunun için gerekli olan kanunlarda çıkartılır.
Sayfa;56
Örnek;4
Forma;1
23.6.1922
Sıkıyönetim yasası, vergi kanunu, zorla borç, Hiristiyan toplulukların hoşlarına gitmeyen, onları memnun etmeyen durumlardırlar. Bununla ilgili Yunanlıların hoşnutsuzluğu devam edecektir. Kesinlikle Yunanlılar, hatta Ermeniler harekete geçecekler ve doğal olarak olaylar büyüyecektir. Hiç olmazsa bazı küçük ısındırmalar olsa.
S.Lnin notu; Yunanlıların Trakya da kalışları durumunda hiç kuşkusuz olaylar gelişecektir. Aksi durumda Türkler ve Bulgarlar tarafından provoke edilecekler.(Etat Major de lArmee, 2. Bureau, Section dOrient )
29.11.1922de subayların İzmir(Smyrne) ve çevresindeki yerleşim alanlarında bulunan yerli halk olan rumların, ermenilerin mallarını yağma etme ve çalmaları ile ilgili mecliste soru önergesi verilir. Açık açık tartışamazlar. Açık tartışmak dürüstlüğü, cesareti, açık politikayı gerektirir. Gizli celsede görüşme yapılır. Diplomat, mebus Dr.Rıza Nur gaspçılar arasında M.Kemal ve İ.İnönünün bulunduğunu isim vererek anlatıyor.
Rumların bıraktığı evlerin çoğu, bilhassa İzmirde şu bu tarafından yağma edildi. Gelen muhacir açıkta kaldı. Bu yağmacılar içinde İsmet, Necati ve Gazi dahi vardır. (Dr.Rıza Nur ; Hayat ve Hatıratım, IV cild, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1968, s.1296)
M.Şükrü Bey ( Karahisar-ı sahip ); .... (...) ....Nurettin Paşa kasaları bomba ile açtırmıştır ve paraları almış, ne kadar aldığı ne malum, beyefendi ?
Hükümet hırsızlık, yolsuzluk yapıldığını kabul etmek zorunda kalır. Osmanlı bürokratları hakların kullanılmasına karşı oldukları için halkları etkisiz bir hale getirmeyi, ortadan kaldırmayı hedeflerine alırlar. Bu anlayış devlet yönetiminin temel politikası olur. T.C kurulduktan sonra da devam ettirilir.
İttihat-ı Terakki Partisinin yan örgütlenmelerinden biri olan Teşkilad-i Mahsusada yer alanların, Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin sömürgeleştirdikleri memleketlerden biri olan Kürdistanda ve Kürdistanın Batı Dêrsim-Koçgiri bölgesinde uyguladıkları özel yöntemler tümüyle Mitra-Zerdüşt (Rîya Heq) inancına sahip olan bölge Kürtleri üzerinde çok ağır etkiler bırakmış durumda. Kimliklerden kaçış, kaçma mecburiyeti duyma yok oluşu getirmekte.
1908-1909 itibarıyle Kürdistanda başlatılan uygulamalar, 1.Dünya Savaşı sürecin de idari yapıda yeni düzenlemelere gitme, 1921de Koçgirideki jenosid bizler açısından ağır tahribatlar oluşturdu. İttihad-ı Terakki Partisi yöneticilerinin kürtlere yönelik amaçları ve araçları yıllar içinde istenilen sonuçları yarattılar. Kaybedilen tarihimiz, kültürümüz, silinen hafızalarımız; Koçgiriden, Koçgirili olmadan kaçışı, susmayı, gerçekleri gizlemeyi, maskeli olmayı, mesafeli durmayı, otosansürü, yabancılaşmayı, geliştirdi.
Kürttür, türkmüş gibi davranır. Kürt ulusunun özel günlerini unutmaya çalışır. Ne Nêrî-beran berdan, ne Gaxand eğlence, kutsama günlerini kutlayabiliyor, ne de bahsediyor. İttihat-ı Teraki Partisi yöneticileri Mitra-Zerdüşt inancından gelen ve kürdçe Rê Heq, Rîya Heq olarak isimlendirilen yaşam felsefesini, anlayışı islamlaştırmak için Alevi sıfatını takarlar. Koçgirili Rîya Heq inancındandır. İnancının hiçbir gereğini yerine getiremez. Ne Kutsal olan Mart ayını her üç Heft malıyla karşılayabilir, ne gerekli, zorunlu olan ibadetini topluca gerçekleştirebilir. Ne Xızır orucunu tutabilir, ne niyazını dağıtabilir.
Müslüman kitlelerle komşudur. İnanmadığı, benimsemediği halde bir müslümanmış gibi davranır. Sahurda ışıklarını yakma gereği görür. Oruç tutmuş görüntüsü yaratır. Camiye gider, namaz kılıyormuş gibi davranır. Eğilip, kalkar. Ramazan bayramını kutlar. Sürekli dışlanmaktan, yarğılanmaktan, aşağılanmaktan korkar. Sistem hep korku üretmiştir, üretmeye devam ediyor. Bu korku da, Koçgirililere kendi doğal kimliklerinden korkmayı, uzak durmayı hissettirdi. Yabancılaşma zeminini hazırladı.
Ulusal sorunda taraf olma, sorumluluk yüklenme, tavır alma gerektiğinde, Koçgirili, Kürt değilim, Aleviyim der. 15 yıl kadar önce Aleviyim de diyemezdi. Bu gün diyebiliyorsa, verilen ağır bedellerden dolayıdır. Devletin özel kadrolarının sunduğu Alevilik de Koçgirideki Rîya Heq inancından çok uzak, islamlaşmaya doğru ***ürüp, islamlaştırıp, devlete bağlama, sadıklaştırma amaçlıdır. İnanç serbestliğine sayğıyı kapsamıyor. Osmanlıda olduğu gibi, T.C.de de devletin resmi dini İslamdır. Diyanet İşleri Başkanlığı adlı bakanlık- başkan için kırmızı plakalı araç kullanılır-T.Cde ki farklı inançlara, felsefelere sahip olan halkları islamlaştırmakla görevlidir. T.C., de İslam; devletin geleceğini güvenceye almak için kullanılan en iyi anahtardır.
Kocgiriyi koçgirililere ve ilgili kişilere anlatmak gerekiyor. Bizler koçgirililer olarak kaybedilen tarihimizi aradık, arıyoruz, arayacağız. Osmanlı-Türk devletinin asker ve sivil bürokratlarının, tanıkların anlatımları ve yaşanılan gerçekleri alt alta koyarak jenosidlerin çeşitlerini ve sonuçlarını açıklayabiliriz.
1908 ve sonrasının derin devleti nasıl, niye korunur? Geçmişle hesaplaşma nasıl olacak? Osmanlı İmparatorluğunun Türk olmayan dönme kadrolarının Türk-İslam adına Türk-İslam olmayan halklara ve Türk olmayan, İslam olan halklara yönelik suçlarının kabul edilmesi, tarihi sorumluluğun üstlenmesi gerekir. Bu kadroların şekillendirdikleri T.C.'nin bu konuda hukuki bir sorumluluğu da mevcuttur. Çünkü İttihad-i Terakki Partisi, Osmanlıyı yönettiği gibi T.C.ni de yönetmiştir. T.C.deki siyasal sistemi onlar şekillendirmişlerdir.
Devleti yönetenler, soykırımların uygulanmadığını, yaşanmadığını iddia etmekten, bunu resmi tez olarak dile getirmekten, tartışmada taraf olmaktan vazgeçmelidirler. Tartışmalar engellememelidir. Devleti yönetenler, gerçekleri çok iyi, hem de ayrıntılarıyla biliyorlar. Teşkilat-ı-Mahsusa'nın, 1914-19, 1919-23'ün ve sonrasının derin devletinin savunulması, bugünün dünün devamının olduğunun göstergesidir.
T.C. devleti yöneticileri soykırım konularını bunca yıldır sakladılar, yasakladılar ve tartıştırmadılar. Konuşmazsan yokturdiyenlere, konuşacağız, çünkü var, diyoruz.
[/COLOR]