Ülkelerin Tarih'leri

İnci

1907
Prenses
YUNANİSTAN


Tarihçiler Yunanistan tarihini üç büyük bölüme ayırırlar; Eski Yunan tarihi, Orta Devir-Bizans tarihi ve Yeni Yunanistan tarihi. M.Ö. (2000-146) tarihleri arasında hayat süren Eski Yunanlıların bu devirleri de dört bölüme ayrılır; M.Ö. (2000-500) yıllarına kahramanlık seneleri ve ilk olimpiyat seneleri adı verilir. M.Ö. (500-400) yıllarında meydana gelen İran savaşları, medeniyet seneleridir.

M.Ö. (400-300) yılları eski Yunanlıların gerileme devridir. İskenderin Makedonya, Tiva ve İsparta istilaları bu devre dahildir. M.Ö. (300-146) tarihleri dördüncü ve son devirdir. Bu son devre aynı zamanda Helenistik Dönem de denir. M.Ö. 146 yılında Roma İmparatorluğunun idaresi başlar. Romalılar M.S. 395'te ikiye ayrılınca Yunanlıların Orta Dönem ve Bizans tarihi başlar. Bizans İmparatorluğunun ilk hükümdarı Konstantin'dir.

Konstantin 330 yılında, Doğu Roma'nın Bizans şehrini alarak ismini "Constantinople" şeklinde değiştirdi. Konstantin'in 378'de ölümüyle birlikte, imparatorluğun 1081'de başlayan gerileme dönemine kadar, sırasıyla Teodosiu, Lostianu, Iraklios, Isavroslar ve Mekadonya dönemleri geçti. Gerileme devri, Fatih Sultan Mehmed Hanın 1453 yılında "Constantinople"u alarak "İstanbul" yapmasıyla son buldu. Böylece yaklaşık 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu tarihe gömüldü.

Fatih'in İstanbul'u fethetmesi, dünya tarihinin olduğu gibi Yunan tarihinin de dönüm noktasıdır. Artık Yunan Devleti kalmamış ve Yunanistan toprakları bir Osmanlı eyaleti olmuştu. Atina 1458 sonbaharında Osmanlı topraklarına katıldı. Fatih Sultan Mehmed Han hemen Atina'ya geldi ve dört gün kaldı. Türk ve Yunan arşivlerine göre Atina'da Türk idaresi zamanında tekke, küçük kervansaray, çeşme ve sebillerin dışında 9 cami ve tam teşekküllü bir medrese yapılmıştı. Bunlar; Mescidi İsmaili, Fethiye Camii, Yeni Cami, Aşağı Şadırvan veya Voyvoda Camii, Sofya veya Hüsnü Bey Camii, Sütunlu Cami, Akropol eteğindeki cami, Küçük Cami, Kafisiye Kazası Camii ve Ravaklı Medrese. Osmanlıların 400 sene hakim olduğu bu yerlerdeki eserlerden bugün minaresi yıkılmış iki camiyle bir medrese kapısı kalmıştır. Diğerlerinin ise izleri bile kalmamıştır.

Yunanlılar 400 yıl kadar rahat ve huzur içinde Osmanlı tebeası olarak yaşadı. 1821 yılında, Osmanlı Devletinin gerilemeye başladığı dönemlerde, Avrupalıların kışkırtmalarıyla Yunan isyanı çıktı. İsyandan sekiz yıl sonra Yunanistan Krallığı kuruldu. 1832-1913 yılına kadar Danimarka asıllı krallar tarafından idare edildi.

Yunanistan, bundan sonra 1923 yılına kadar Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve iç karışıklıklarla uğraştı. Müttefiklerin yardımıyla Yunanlılar "Megalo İdea" hülyası ile, "Helen İmparatorluğu"nu yeniden kurmak üzere 15 Mayıs 1919'da İzmir'i Batı Anadolu topraklarını işgal ettiler. Çok geçmeden, Türk Ordusu karşısında tutunamayarak 1922'de hayalleriyle birlikte denize döküldüler.

Bu yenilgiyle birlikte Yunanistan'da iç karışıklıklar başgösterdi. 1923 yılında yapılan halk oylamasıyla Yunanistan Cumhuriyeti ilan edildi. Fakat 1926'da General Theodoros Pangalos diktatörlüğünü ilan etti. 1935 yılında monarşik idare yeniden ortaya çıktı ve Helen Kralı, George II, tahta geçti. İkinci Dünya Savaşı patlak verince, Yunanistan 1940 yılında İtalya'dan bir ültimatom aldıysa da bunu reddetti. Fakat ardından Alman, İtalyan ve Bulgarlar ülkeyi işgal etti.

1944 yılında işgal kuvvetleri ülkeden çekildi. Ülkede tekrar iç karışıklıklar başgösterdi. Ülkeye sızmış komünist güçler, Kralcılar ve İngiliz birlikleri tarafından mağlup edildi. 1947'de yapılan yeni bir halkoylamasıyla George-II, idareyi eline aldı. Daha sonra yerine kardeşi Paul-I geçti.

Komünistler 1947-1949 yılları arasında tekrar karışıklıklar çıkardılarsa da, ABD'nin yardımıyla dağıtıldılar. 1963 yılına kadar ülke, Karamanlis hükümetince yönetildi. Bu tarihteki seçimleri Merkez Partisi kazandı. Ülke içinde yeniden karışıklıklar çıktı 1967 yılında Albay Papadopoulos ihtilalle idareyi eline geçirdiyse de 1973 yılında General Demetrius'un yeni bir ihtilaliyle idareyi kaybetti. 1974 yılında Kıbrıs problemi ortaya çıktı. Türk ordusunun "Barış Harekatı" Yunanistan'da iktidar değişikliğine sebep oldu. Yunan askeri cuntası dağıldı. Yerine Karamanlis hükümeti geldi.

Yunanistan, 1974 yılında referandumla yeniden Cumhuriyet oldu. 1981'de Avrupa Ekonomik Topluluğuna katıldı. 1981 ve 1985 seçimlerini PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket) partisi kazandı. Haziran 1989'da yapılan seçimlerde PASOK ikinci parti durumuna düştü. Seçim sonuçları hiçbir partiye hükümet kurma imkanı vermedi.

Geçici hükümet altında Kasım 1989'da yapılan erken seçimlerde de hiçbir parti hükümet kuramayınca, Nisan 1990'da yeniden ikinci kez erken seçime gidildi. Meclisteki sandalye sayısının bir fazlasını kazanan Yeni Demokrasi Partisi hükümet kurdu. Hükümetin kurulmasından sonra yapılan seçim neticesinde Karamanlis ikinci kez cumhurbaşkanı oldu.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

TÜRKMENİSTAN


Türkmenler, altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz kağanlığını meydana getirdiler. Göktürk kağanlığının; Kutluğ tarafından 682'de ikinci defa kurulmasından sonra Göktürkler hakimiyetlerini kabul etmeyen Türkmenler üzerine yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında yapılan savaşta Türkmenler yenildiler. Fakat, Göktürklerin hakimiyetini kabul etmediler.

İlteriş Kağan, Türkmenler üzerine birçok sefer daha düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü. Türkmenlerin merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan'ın hakimiyetini kabul etmek mecburiyetinde kalan Türkmenler, Göktürklerin Kırgız Seferine katıldılar. Daha sonra Göktürklere isyan eden Türkmenler birçok savaşta mağlup olunca Çin taraflarına göç ettiler.

Bir müddet sonra yurtlarına döndüler. Uygurlara yardım ederek Göktürklerin yıkılmasını sağladılar. Türkmenler, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu. Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar. Uygurların yıkılmasından sonra batıya göç ederek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler.

Türkmenler onuncu asırdan itibaren göçebe hayatı yanında yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar. Bu asrın başlarında Oğuzlar, Maveraünnehr çevresine yerleşip Yabgu denilen hükümdarların idare ettiği bir devlet kurdular. Türkmenlerin bu sırada başşehirleri Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu Devleti zamanında Türkmenler Üçok ve Bozok diye ikiye ayrıldılar.

Onuncu asrın sonlarında İslam dinini kabul ederek iyice güçlenen Türkmenler, komşuları Peçenekler ve Hazarlarla savaşarak onları yendiler. İslam dinini kabul eden ve Selçuklu hakimiyetine giren Türkmenler, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, İslam diyarı olan Horasan'a göç ettiler.

Maveraünnehr'de kalan diğer Türkmen boyları da Kıpçakların hücum ve baskıları neticesinde dağıldılar ve Türkmen Devleti yıkılmış oldu. Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karacuk Dağları bölgesinde, Mankışlak'ta ve Sir Derya Nehri kıyılarında yerleştiler. Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı neticesinde Selçuklulara tabi oldular.

Türkmenlerin birçoğu Selçuklular devrinde yerleşik hayata geçtiler. On birinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye'ye doğru yayıldılar. Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin müdafiliğini yaptılar. İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pek çok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprüler yaptırdılar.

Mankışlak ve Sir Derya Nehri kıyılarında kalan Türkmenler o havalinin askeri istila yolları üzerinde olmamasından, on yedinci asrın ortalarına kadar daha rahat ve müstakil bir hayat yaşadılar. Fakat 1639 ve 1700 yıllarında, bilhassa Kazaklara indirdikleri darbeyle Orta Asya'nın Rus istilasına açılmasına sebep olan Moğol asıllı Kalmukların hücumlarına uğradılar.

Mankışlak bölgesinde yaşayan o devir Türkmen boylarının en büyüğü ve kuvvetlisi olan Teke Türkmenleri Kopet Dağı bölgesine çekildiler. Orada diğer Türkmen boylarıyla birleşerek kuvvetlendiler. Bu Türkmen boyları Türkmen-Özbek işbirliğinin ayakta tuttuğu Hive Hanlığına vergiyle bağlandılar. İran'da hakimiyeti eline geçiren Afşar Türkmen beylerinden Nadir Şahın Orta Asya hanlıklarını işgal ettiği devrelerde de onun hakimiyetini kabul ettiler.

Nadir Şahtan sonra bir müddet İran ve Hive Hanlığının baskı ve hücumlarına maruz kalan Türkmenler, 1835'ten itibaren Merv bölgesine doğru yayılmaya başladılar. Daha sonra İran ve Hive Hanlıkları tekrar Türkmenlere saldırılara başladılar. Türkmenler 1855'te Hive ordusunu ağır bir mağlubiyete uğratarak, Hive Hanlığı saldırılarından kurtuldular. Ancak, Türkmenistan üzerinde hak iddia eden İran saldırıları onları zor durumda bıraktı.

Barış isteyen Türkmenler karşısında, savaşı kazanacağından emin olan Hasan Mirzan, 30.000 kişilik ordu 33 top ile Türkmen topraklarında ilerlemeye başladı. Bu sırada Türkmenlerin başında bulunan Hurşid Han, diğer Türkmen boylarından yardım istedi ve zaman kazanmak için Karakum Çölüne çekildi. Kuvvetlerini bir araya toplayıp, ikmal yollarını kesen Hurşid Han, İran ordusunu büyük bir mağlubiyete uğrattı. Böylece Türkmenler tam manasıyla istiklallerini kazandılar. Halkının refahı için çalışan Hurşid Han, kurduğu barajlar ve açtırdığı kanallarla Türkmen topraklarını münbit bir hale getirdi.

Ağır mağlubiyetin ardından bir müddet Türkmen topraklarına saldırmayan İran, daha sonraki saldırılarda da başarı elde edemedi. Rusların Orta Asya'ya doğru istilalarını hızlandırdıkları devirde, İranlıların yaptıkları hücumlar Türkmenlere oldukça büyük zarar verdi.

Türkmenlerle Ruslar arasındaki ilk münasebet on dokuzuncu asrın ilk yarısında, Rusların İranlılara karşı kazandıkları başarılar sonunda Hazar Denizindeki Aşura'da bir üs kurmalarından sonra (1846) başlamıştır. Ruslar 1859'da Hazar'ın doğu sahillerinde bir kale kurduktan sonra, Türkmenlere karşı askeri seferler düzenleyerek, pek çok Türkmen yerleşme merkezini tahrip ettiler.

Osmanlı-Rus (1877/1878) savaşı üzerine Türkmenler üzerine gönderilen Rus birlikleri Kafkasya'ya çekildi. Osmanlı ordusunun mağlubiyeti, Türkmenler üzerinde çok kötü tesir yaptı. Bazı devlet ileri gelenleri Ruslara teslim olmayı teklif ettiler. Yapılan toplantılar neticesinde Türkmen ileri gelenleri kanlarının son damlasına kadar Ruslarla savaşma kararı aldılar. Ruslar Türkmenistan'ı ele geçirmek için büyük harekat başlattılar. Birçok kaleyi ele geçiren Rus birlikleri Göktepe'de ağır bir mağlubiyete uğradılar. Göktepe'deki bu Türkmen başarısı Rusların o ana kadar Orta-Asya'daki yenilmezlik vasıflarını yıktı.

Ruslar, 1881'de Göztepe'yi ele geçirmek üzere takviye birlik alarak saldırdılar. Uzun süren savaşlar neticesinde Göktepe Rusların eline geçti. Rus kumandanı Skobelev, yayınladığı bir bildiriyle, Türkmenlerden Rus çarının hakimiyetini kabul etmelerini istemişse de bunun cevapsız kalması üzerine, harekata devam ederek Aşkabad'a kadar olan Türkmen topraklarını işgal etti. Ruslar, Aşkabad'dan sonraki ilerlemelerini İngilizlerin baskıları ile durdurdular.

Türkmenistan'daki Rus idaresi ve sömürüsü işgal ettikleri diğer Türk memleketlerinden farklı olmayıp, yalnız daha sıkı bir şekilde denetimleri altında tutmak olmuştur. Toprakların verimli kısımları Türkmenlerin ellerinden alındı. Yirminci asrın başlarında diğer Türk memleketlerinde olduğu gibi Türkmenistan'da da fikri ve siyasi bir uyanış başladı. 1916'da Rus yönetimine karşı başlayan ayaklanmaya Türkmenler etkili bir şekilde katıldılar.

1917 Rus Devrimini takip eden iç savaş neticesinde, savaşı kazanan bolşevikler, bütün Türk illerindeki kurtuluş hareketlerini önledikten sonra Türkmenistan'daki milli ayaklanmayı da bastırdılar. Aşkabad'ın temmuz 1919'da, Krosnovodsk'un da Şubat 1920'de düşmesinin ardından bölgede Bolşevikler yönetimi ele geçirdi.

1924'e kadar Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ismiyle anılan Türkistan, 1924'te yapılan idari değişiklikle Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 Cumhuriyetten biri haline getirildi. Sovyetler Birliğinde başlayan reformlar, Türkmenistan'da da köklü değişikliklere sebep oldu. Ülke yeni bir siyasi ve ekonomik döneme girdi. Türkmenistan, 22 Ekim1991'de bağımsızlığını ilan etti. Aynı sene Bağımsız Devletler Topluluğuna katıldı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

SUUDİ ARABİSTAN


Arabistan tarihi, ilk yaratılmış insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem ile Arabistan toprakları üzerinde Hazret-i Âdem'den sonra birçok peygamber geldi. Bunlardan Hazret-i Nuh, insanlığın ikinci babasıdır. Araplar, Hazret-i Nuh'un üç oğlundan biri olan "Sam"dan türemişlerdir. Bu yüzden ülke toprakları üzerinde ilk yaşayanlara "Samiler" adı verilir.

Samiler'den sonra gelenlere, Arab-ı aribe dendi. Himyer, Gassan ve Hire gibi bir takım devletler kuruldu. Eski Araplarla, yeni gelenlerin karışması neticesi, Arab-ı müsta'ribe meydana geldi. İslamiyet'ten evvel, Araplar çeşitli kabileler halinde yaşarlardı. Bunların en şereflisi Kureyş, bunun içerisinden de Haşimi kolu sayılıyordu. Hazret-i Muhammed, bu koldan gelmekteydi ve 610 yılında İslam dinini tebliğe başladı. 630 yılında Mekke fethedildi.

Hazret-i Muhammed 632 yılında vefat edince Dört Halife (632-661) devri başladı. Bahreyn, Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Afrika, Kafkasya ve Horasan fethedildi. Dört Halife devrinden ve Hazret-i Hasan'ın altı aylık hilafetinden sonra, devlet idaresi 662 yılında Emevilere geçti. Sicistan, Afganistan, Semerkant, Erzurum, Kıbrıs, Girit, Sicilya, Buhara, Harzem, Hint toprakları Malatya ve Türkistan fethedildi. Sınırlar Atlas Okyanusu ve Fransa içlerinden Türkistan'a kadar uzandı.

Emevi Halifeliğinden sonra, 750'de Abbasi Halifeliği devri başladı. Fakat Abbasiler her geçen gün kuvvet ve itibarını kaybediyordu. Çeşitli iç isyanların ve toprak kayıplarının yanında, Moğol felaketiyle 1258'de fetret devrine girildi. Üç senelik fetret devrinden sonra, Abbasilerin Mısır'daki halifeliği 1517 yılına kadar devam etti.

Arabistan Yarımadası, Sultan Birinci Selim Han (1512-1520) zamanında, Osmanlı hakimiyetine geçti. Sultan Selim Hanın 1517'deki Ridaniye Muharebesiyle Mısır'ı alıp, Memluk Devletine son verdikten sonra, bu devletin nüfuzu altında bulunan Mekke ve Medine havalisi de Osmanlı hakimiyetini tanıdı. O sırada Mekke emiri bulunan Şerif Berekat bin Muhammed Hasani, derhal henüz on iki yaşında bulunan oğlu Şerif Ebu Nümey'i, elçilik heyetiyle Mısır'a göndererek Osmanlı padişahına tazimlerini arzla Mekke'nin anahtarlarını takdim etti.

Şerif Ebu Nümey, Osmanlı Padişahı Sultan Selim Han tarafından da kabul edildi. Şerif Ebu Nümey'e hil'at giydirilerek, padişahın elini öptü. Şerif Berekat'a Mekke emirliği menşuru yazılıp, oğluna verilen hediyelerle Mekke'ye gönderildi. Mısır hazinesinden Mekke emirine maaş bağlandı. Ayrıca Şerif Ebu Nümey ile beraber Mekke ve Medine ahalisine dağıtılmak üzere, padişah tarafından 200.000 altınla bol miktarda zahire gönderildi. Bunları Emir Muslihiddin ile Mısır'dan iki kadı götürüp, mahallerinde dağıtmaya memur edildiler.

1517 yılından itibaren Mekke ve Medine'deki camilerdeki hutbelerde, Osmanlı padişahlarının adları zikredildi. Emir tayinleri de Osmanlı padişahlarınca yapılırdı. Mekke emiri olan şerif vefat eder veya azil yahut istifa ile makamı boşaldığı zaman, yerine tayin olunacak yeni emir, şeriflerin seçimleri Mekke kadısıyla Mısır, Şam ve Cidde valilerinin arz ve inhaları üzerine padişah tarafından tayin edilirdi. Emir tayini, dört yüz yıldan fazla bu usulle yapıldı.

Osmanlılar bölgeyi imtiyazlı halde tuttular. Mübarek belde olması dolayısıyla ahalisine ziyadesiyle yardım edip, manevi ve sanat değeri yüksek pek çok eserler yaptırdılar. Arabistan ahalisi, Osmanlıların hakimiyetinde kaldıkları 1517-1918 yılları arasında bolluk içinde yaşayıp, ihtiyaçları ziyadesiyle karşılandı.

1737 yılında Abdülvehhab oğlu Muhammed'in yaymaya başladığı Vehhabilik yolu, Arabistan'daki sükuneti bozdu. Bu yol siyasi bir hal de alınca; Osmanlı Devletine karşı bölgedeki Bedevilerin desteğinde 1791'de isyan ettiler. Mekke Emiri Şerif Galib Efendi ile harp ettiler. Sayısız Müslümanı öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını aldılar. Bunlar 1801'de Mekke'ye saldırdılar. Mekke Emiri Şerif Galib Efendi, bunları şehre sokmadı. Mekke etrafındaki Arap kabileleri de Vehhabi oldu.

1803'te Taif'e girdiler. Taif'teki Müslümanlara işkence edip, kadınları ve çocukları acımasızca öldürdüler. Hac mevsiminde Mekke'ye de saldırdılar. Şehre giremediler. Şerif Galib Efendi, Cidde'ye girince Sü'ud bin Abdülaziz antlaşmayla şehre girdi, türbe ve mezarların hepsini yıktırdı. Suudiler, Şerif Galib Efendiyi yakalamak için Cidde'ye gittiyse de Osmanlı askerinin mukavemetinden geri çekildiler. Mekke'de işkence, zulüm, soygun artınca, Şerif Galib Efendi, Cidde'den şehre gelip Vehhabileri kovdu. Yemen dağlarına kaçtılar. Kaçarken çok zulüm, soygun yaptılar. Şerif Galib Efendinin tavsiyesiyle Beni Sakif Kabilesi de Taif'teki Vehhabileri şehirden kaçırttılar.

Vehhabiler, Yemen dağlarındaki cahil, vahşi köylüleri toplayıp, kuvvetlerini arttırarak tekrar Mekke'yi kuşattılar. Şehir açlık sebepiyle teslim oldu. Yine şehirde çok zulüm ve tahribat yaptılar. Mübarek beldelerdeki zulüm ve tahribat, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşanın 1812'de Cidde'ye gelmesi ve Mekke'ye asker göndermesine kadar devam etti.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa, Vehhabilerin merkezi Deriyye'yi 1818'de fethedip, Vehhabi Emiri Abdullah ibni Suud ile dört oğlu ve ileri gelenlerini esir alıp, İstanbul'a gönderince, bunlar idam edildi. İngiltere bölgede fitne çıkarıp, Osmanlı Devleti içinde isyan başlatmak istediyse de 1857'de barışla etkisiz hale getirildi. 1860 yılında bütün emirler devletin itaatı ve terbiyesi altına sokuldu.

1897'de Suudilerin lideri olan Abdülaziz er-Reşid, Vehhabiliği tekrar faal hale getirdi. Riyad, Kasim, Büreyde şeyhleri, El-Mühenne köyünde bulunan Abdülaziz bin Suud bin Faysal ile anlaştılar. Abdülaziz bin Suud, 12.000 hecinli ile Kuveyt'ten Riyad'a geldi. 1902'de bir gece Riyad'a girdi. Abdülaziz ibnür-Reşid'in Riyad Valisi Aclan'ı bir ziyafette öldürdü. Zulümden yılmış olan halk, bunu emir yaptı. Üç sene çeşitli muharebeler yapıldı. Abdülaziz ibnür-Reşid öldürüldü. 1915'te Osmanlılar işe karışarak, Abdülaziz bin Suud, Riyad kaymakamı olmak üzere barış yapıldı. Sonra Reşidiler ile Suudiler arasında Kasim'de harp olup, Abdülaziz bin Suud mağlup oldu.

1918'de Abdülaziz bin Suud, İngilizlerin teşviki ile bir beyanname yayınladı. Mekke'ye ve Taif'e saldırdı. Fakat, bu şehirleri Şerif Hüseyin Paşadan alamadı. 1924'te İngilizler, MekkeEmiri Şerif Hüseyin bin Ali Paşayı yakalayıp, Kıbrıs'a götürdü. İngilizlerin bu hareketinden sonra, Abdülaziz bin Suud, 1924'te Mekke'yi ve Taif'i rahatça ele geçirdi. Suudiler, İngilizlerin yardımıyla bölgede kontrolü sağlayınca, Osmanlı Devletinden sonra halifelik makamına sahip olmak istedilerse de başaramadılar.

İbn-i Suud, 1932 yılında Suudi Arabistan Krallığını kurdu. 1953 yılında ölümünden sonra, yerine oğlu Suud bin Abdülaziz geçti. 1964'te tahtan indirildi. Yerine kardeşi Faysal getirildi. 1977'de sarayında yeğeni tarafından öldürüldü. Yerine kardeşi Halid geçti. O da 1982'de ölünce kardeşi Fahd geçti.

Suudi Arabistan 1948, 1967 ve 1973 yıllarında vuku bulan Arap-İsrail harplerine katıldı. İngiltere, Fransa ve ABD'den milyarlarca dolarlık silah, malzeme, savaş uçakları, güdümlü mermiler alındı. 1990 ortalarında Kuveyt'in Irak tarafından işgal edilmesine karşı olan Suudi Arabistan, Irak'ı Kuveyt'ten çıkarmak için harekete geçen "çok uluslu güce" üs vazifesi yaptı
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

ÜRDÜN


Ürdün'ün tarihi çok eski devirlere dayanır. Bölgede kurulan ilk devletler arasında Gilead, Amman, Moab ve Edom yer alır. M.Ö. 13. asırda bölgeye İsrailoğulları hakim oldu. Bu hakimiyete M.Ö. 721'de Asurlular tarafından son verildi. Asur egemenliği Medlerin M.Ö. 612'de devleti yıkmasıyla sona erdi. M.Ö. 587'de bölge Babil hakimiyeti altına girdi. M.Ö. 332'de Büyük İskender bölgeyi ele geçirdi. Daha sonra bölge sırasıyla Ptolemaios ve Selevkosların hakimiyeti altına girdi.

M.Ö. 64-63 yılları arasında ise Romalılar bölgeyi ele geçirdi. Roma'nın ikiye ayrılmasından sonra bölge Bizans'ın elinde kaldı. Bugünkü Ürdün toprakları Hazret-i Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethedildi ve halkın çoğu İslam dinine girdi. Sırasıyla Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyyubi ve Memluk hakimiyetine girdi. Ürdün, Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) zamanında Osmanlı Devletinin bir parçası oldu (1516).

Birinci Cihan savaşı sonunda, 400 seneden beri Osmanlı adaleti altında yaşayan Ürdün, 1920'de İngiltere'nin manda yönetimi altına girdi. 1921'deEmir Şerif Abdullah, Ürdün Nehrinin doğu tarafındaki topraklarda yarı bağımsız bir emirlik kurdu. Bu topraklar Filistin'in üçte ikisini ihtiva ediyordu. İngiltere 1946'daLondra Antlaşması kararları gereğince Ürdün'ün bağımsızlığını tanıdı. Siyonistler ve Araplar o zamanlar İngiliz mandası altında olan Filistin üzerinde hak iddia ediyorlardı.

İngiltere, Filistin'i paylaştırma planını BM'ye götürdü. Plan Arap Devletleri ve Filistinliler tarafından reddedildi. Mayıs 1948'de manda rejimi sona erdiğinde, Ürdün ordusu İsrail Devletiyle Arap devletleri arasındaki savaşta Filistinlilerin yardımına geldi. Ürdün, Kudüs şehrini ve Ürdün Nehrinin batı tarafındaki toprakları işgal etti. Melik Abdullah, işgal edilmiş toprakları 1950'de Emirliğine resmen ilhak etti. Fakat 20 Temmuz 1951'de Emir Abdullah Kudüs'te İngilizlerin kiralık katilleri tarafından şehit edildi. Yerine oğlu Talal geçti. Fakat Talal hasta olduğundan tahtını ve tacını oğlu Hüseyin'e terk etti.

Emir Hüseyin Mayıs 1953'te göreve başladı. Ürdün, 1967 Arap-İsrail savaşında, 1948'de kazandığı toprakların hepsini kaybetti. 6000 kişi kayıp verdi. Savaşın sonunda Ürdün ekonomisi çöküntüye girdi. Bu arada 1964'te kurulan Filistin Kurtuluş Teşkilatı (FKT), İsrail'e karşı yaptığı operasyonlarda Ürdün'ü ana üs seçmişti ve devlet içinde devlet olma tehlikesi gösteriyordu. FKT'nin İsrail'e yaptığı saldırılar, İsrail'in Ürdün'ü büyük zararlara sokan misillemeler yapmasına sebep oldu.

1971'de Emir Hüseyin Arap ülkelerinin kınamalarına rağmen FKT'nı ülkeden çıkardı. Ürdün 1973-1974 Arap-İsrail savaşına katılmadı. Fakat 1978'de Mısır-İsrail Kamp David Antlaşmasını reddetmede Arap ülkelerinin çoğuyla birleşti. Ürdün Mart 1979'da Mısır ile diplomatik ilişkileri kesen ilk Arap ülkesi oldu. Bu politikasını 1984'ten sonra değiştirdi. 1980'de başlayan İran-Irak savaşı sırasında Ürdün, Irak'ın başlıca silah kaynağı oldu. 1989'da Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı çıkan Ürdün, Amerika'nın Irak'a karşı harekette bulunması üzerine Irak'ı destekledi.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

TAYVAN


Tayvan'a 17. yüzyıl başlarında büyük ölçüde Çinli göçü olmuştur. 1620'li yıllarda ada, Felemenklerin (Hollandalıların) kontrolü altında kalmıştır. 1895'ten 1945 yılına kadar 50 yıllık bir süre Japon idaresi altına girmiştir. İlk olarak Tayvan Devleti kendini Japon baskısı altında, 1 Ocak 1912'de göstermiştir. Mançu Sülalesinin idaresine son verilmiş ve cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu aynı zamanda genel mahiyette olmak üzere Çin Devletinin başlangıcı sayılır. Bu devletin asıl kurulma başlangıç hareketiniyse 1911 Wuçang Ayaklanması meydana getirir.

Komünizmin 1949'da Çin'de rejim olarak yerleşmesi üzerine Çankayşek liderliğinde komünizme karşı olanlar birleşip, Milliyetçi Çin olarak devlet kurdular. Önceleri BM'ye üye bir ülke olan Tayvan, Kızıl Çin'in 1972'de BM'ye kabul edilmesi üzerine üyelikten vazgeçti. Bundan sonra iki ülke arasındaki gerginlik sürüp gitti. 1978 yılında ABD, Tayvan Cumhuriyetiyle olan münasebetlerini sertleştirdi.

1979'da iki ülke arasındaki savunma anlaşması iptal edildiyse de 1980'li yıllarda dolaylı ticari ilişkiler kuruldu. Chiong Ching-Kuo'nun yönetimi sırasında ilk defa muhalefet partilerinin kurulmasına izin verildi. 1949'dan beri devam eden sıkıyönetim 1987'de kaldırıldı. 1988'de Chiong Ching-Kuo'nun ölümü üzerine yerine Lee Tenghui geçti. 1989Aralık ayında ilk defa çok partili seçimler yapıldı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

SURİYE


Suriye, toprakları üzerinden çeşitli medeniyet ve kültürlerin geçtiği ve pek çok istilaların, hadiselerin meydana geldiği, eski ve kritik bir mevkiye sahiptir. Ülkeye ilk yerleşenler Hazret-i Nuh'un oğlu Şam'dan türeyen ve Sami dilini konuşan Samilerdir. Müslümanların Suriye'ye hakim olmasına kadar bölge Amoritler, Fenikeliler, İbraniler, Hititler, Persler, Makedonyalı İskender, Roma ve Bizans imparatorlukları idaresinde kaldı.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in tebliğ ettiği İslam dini bütün Ortadoğu'ya yayıldığında, Suriye de İslamlaştı. Hazret-i Ebu Bekir'in halifeliği devrinde, Suriye'ye gönderilen İslam orduları, Hazret-i Ömer zamanında 635'te bölgeyi fethetti. Hazret-i Ömer bölgeye gelip, Suriye'yi teşkilatlandırdı. Hazret-i Ömer, önce Hazret-i Muaviye'nin kardeşi Hazret-i Yezid'i Şam valisi tayin etti. Şam, bölgenin en büyük şehirlerinden olup, şehrin adı eskiden Suriye olarak bilinirdi. Yezid'in vefatıyla Hazret-i Muaviye Şam valisi oldu. Hazret-i Muaviye, Suriye'yi teşkilatlandırıp, medenileştirdi.

662'de Emevi Hanedanı Suriye'de kurulup, Şam şehri merkezleriydi. Emevi Halifeliğinden sonra,Abbasilerin hakimiyetine geçti. Abbasi Halifeliği (662-749) devrinde Suriye, çok gelişip, pek çok ilim, kültür, medeniyet ve sosyal tesisler yapıldı.

Onuncu yüzyılın sonunda, Mısır'a hakim Şii Fatımiler, Suriye'yi işgal ettiler. On birinci yüzyılda Selçuklular, bölgeyi hakimiyetlerine aldılarsa da, 1096'da Haçlı Seferleri başladı. Haçlı Seferleri (1096-1270) esnasında Haçlı-Şii Fatimi ittifakından Suriye çok zarar gördü. Haçlıları, Eyyubi Hanedanının kurucusu Selahaddin-i Eyyubi (1169-1193) Suriye'den uzaklaştırdı. Suriye, Selçuklu Atabekliği, Eyyubiler ve Memluklerden 1517 yılında Osmanlı hakimiyetine geçti.

On altıncı yüzyılın başından 20. asrın başına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Suriye, bu zamanda gelişip, en huzurlu ve müreffeh devrini yaşadı. Osmanlı idari teşkilatında vilayet halindeydi. 1833 yılında Osmanlıya tabi Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa sülalesine verildi. Birinci Cihan savaşı (1914-1918) sonrasına kadar Osmanlı idaresinde kalan Suriye'ye Osmanlılar, pek çok ilmi, sosyal, kültürel, tarım, sınai ve ulaşım tesisleri kazandırdılar. Bu devirde pek çok ilim adamı yetişip, medeniyete hizmet ettiler.

Birinci Dünya Savaşında müttefik ordularının yenilmesi neticesinde, Osmanlı Devletiyle imzalanan Mondros Antlaşmasıyla bölge Fransızların işgaline uğradı. 1920'de Fransa'nın mandasına girdi. Suriye, Fransa'nın idaresine girmesiyle Osmanlı devrindeki huzur ve müreffeh hayatın yerini, anarşi ve sefalet aldı. Suriye'de Müslümanlar çoğunlukta olmasına rağmen, idarede Fransızlar, Ermeniler ve Nusayriler hakimdi. Şam, Halep, Nusayri merkezi Lazkiye ve Harran bölgesindeki Dürzilerle Fransa'nın mücadelesi, Suriye'de hala devam eden anarşinin kaynağıdır. Fransa, Suriye mandasına ait Hatay ve İskenderun'u antlaşmayla 1939'da Türkiye'ye vermek zorunda kaldı.

İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) yıllarında, 1941'de, Fransa, nüfuzu altında kalmak şartıyla Suriye'ye kısmi istiklal verdi. 1943 seçimlerinde Şükrü el-Kuwatli, Suriye'nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Fransa harp sonrasında Suriye'den kısmi olarak çekildiyse de, geride pek çok problem bıraktı. 1945'te Birleşmiş Milletlere Cumhuriyet idaresiyle katıldı. 1948'de Arab-İsrail savaşına katılan Suriye'de, 1949 ihtilaliyle Şükrü el-Kuwatli iktidardan uzaklaştırıldı.

Sovyetler Birliği ile yakın münasebete girince, idare Rusya'ya yanaştı. İç huzursuzluklar artıp, komşularıyla münasebeti bozuldu. Sosyalist Baas Partisi kurulup, memleketteki huzursuzluktan faydalanarak, kuvvetlendi. 1958'de Mısır ile Birleşik Arap Cumhuriyeti adıyla birleşti. Birleşme uzun sürmeyip, 1961'de ayrıldı. Baas Partisi, dışta Pan-Arap, içte sosyalizm propagandasıyla Suriye'de güçlenip, 1963'te ülkenin tek kanuni partisi hüviyetini kazandı.

Baas Partisi, Suriye'de dikta rejimi kurup, ülkeye eski Lazkiye bölgesindeki Nasturi aşireti idareye hakim oldu. 1967 Arap-İsrail savaşında Golan Tepelerini İsrail işgal etti. 1973'te Mısır ile anlaşıp, İsrail'e kuzeyden saldırmışsa da başarılı olamadı. Arap ülkelerinden ve Sovyet Rusya'dan yardım aldı. 1976'da Lübnan'ın içişlerine müdahale edip, asker gönderdi. Suriye askerleri Lübnan'da püskürtülerek, geri çekilmek zorunda kaldı. 1982'de İsrail'in hava taarruzlarına uğradı.

Baas Partisi'nin Rusya ile yakın münasebeti, ülke içinde ve dışında çatışmaya sebep olmaktadır. Bitmek bilmeyen harp ve anarşi, Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra manda devleti ve Sosyalist Baas Partisi diktatörlüğünde halen devam etmektedir. 1991'de Irak'ı, işgal ettiği Kuveyt topraklarından çıkarmak için başlatılan harekatta Çok Uluslu Müttefik Kuvvetlerin yanında yer aldı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

SOMALİ


Ülke, önceleri �Baharat Ülkesi� olarak biliniyordu. Bölgeye ilk olarak 750 yılında Galyalıların geldiği tahmin edilmektedir. Onuncu yüzyılda, Müslüman Arap orduları İslamiyeti yaymak için bu ülkeye de gittiler. Ülkeye yerleşen Müslümanlar bölgede bir süre Somali Sultanlığını kurdular.

On altıncı asırda Somali Sultanlığı, Etiyopya topraklarına girdi. Portekiz�den yardım alan Etiyopya 1542�de Müslüman ordularını ağır yenilgiye uğrattı. Aynı dönemde Somali�nin kuzey kıyılarının bir bölümü resmen Osmanlı egemenliğinde bulunuyordu. On dokuzuncu asırda batılı devletlerin Afrika ülkelerini sömürge haline getirmeleri büyük rekabete sebep oldu.

Somali�yi 1839�da işgal eden İngilizler sömürgelerine ekledilerse de Fransa ve İtalya ile yapılan savaşlar neticesinde 1884�te İtalya bölgeyi ele geçirdi ve yapılan anlaşmalar neticesinde 1885�ten 1927 yılına kadar İtalyanlar ülke topraklarını işgal altında tuttular. 1949 yılında Birleşmiş Milletler, Somali�nin bağımsızlığını onayladı ve ertesi yıl İtalyanlar ülkeden geri çekilmek mecburiyetinde kaldılar.

1969 yılında askeri ve polis gücünün Muhammed Siyad Barre başkanlığında müştereken yaptığı darbe sonucu meclis dağıtıldı. 1975 yılında ülkede iç olaylar ve anarşi birçok kimsenin ölümüne sebep oldu. Siyad Barre 1979�da Yeni Anayasayı yürürlüğe koydu ve ertesi sene resmen devlet başkanı seçildi. Diğer taraftan dış politikada ise 1977 yılında Somali ile komşusu Etiyopya�nın arası Ogaden bölgesi yüzünden açılmıştı. Etiyopya�ya yardım etmek üzere Sovyet birlikleri bölgeye geldiler.

Bu arada 11.000 Kübalı asker getirildi ve Somali aleyhine olmak üzere bölgede olaylar çıkarıldı. Sovyet yardımı ve desteği de olunca Somali birlikleri ve Etiyopya�daki Somalili gerillalar mağlup edildi. 1.5 milyon Etiyopyalı mülteci, Somali topraklarına göç etti. Bu arada Ogaden�da gerilla hareketleri bir müddet daha sürdü. Devlet Başkanı Muhammed Ziyad Barre, ülkedeki huzursuzlukların artması üzerine çok partili seçimlerin yapılacağını 1989�da açıkladı. 1991 Ocak ayında Ziyad Barre devrildi ve yönetime Ali Mehdi Muhammed geçici olarak el koydu.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

SENEGAL


Senegal in ilk tarihi hakkında elde mevcut bilgiler çok az olup, kesin değildir. Bunun için Senegal tarihini, 11. yüzyılda Müslümanlıkla şereflenen, Senegal Nehri orta bölümlerinde kurulmuş, Tekrur Krallığı ile başlatmak uygundur. On beşinci yüzyıl başlarında ilk olarak, Avrupalılardan Portekizliler ülkeye ulaştılar.

Daha sonra 17. yüzyılda, Fransızlar bölgeyi kontrolları altına aldılar. Bir müddet Fransız Batı Afrikası olarak kaldı. 1960 yılında bağımsız oldu. Bundan sonra Fransa�nın nüfuzu altında demokratik hayata girdi.Progressiste Sénégalaise Birliği Başkanı olan, Léopold Senghor ülkenin ilk devlet başkanı oldu. 1963�te bir ihtilal teşebbüsü atlatıldı.

1968 yılında işçilerle anlaşmazlıklar çıktı. Başbakan Andou, 1981 yılında Başkan Abdou Senghor�un emekliye ayrılmasından sonra devlet başkanı oldu. 1988�de olağan üstü hal ilan ederek başkanlığa devam etti. 1982 yılında Gambia ile ortak bir federasyon kuruldu. Bu federasyonda ülkeler bağımsızlıklarını koruyor ve yalnız savunma ve mali hususlarda birleşiyorlardı.

Bu birlik daha sonra çıkan anlaşmazlıklar yüzünden 1989 Eylülünde bozuldu. Hükumet, ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyen iç ve dış karışıklıkların üstesinden gelme yolunda büyük atılımlar gerçekleştirdi. 8 Nisan 1991�de Başkan Abdou başbakanlığa Habib Thiam�ı getirdi. 1993�te yapılan seçimlerde Abdou tekrar başkanlığa seçildi
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

RUSYA


Rusya'nın bilinen tarihi 5. yüzyılda batıdan Rusya topraklarına giren Slav kabileleriyle başlar. İlk Rus devleti 9. yüzyılda İskandinavyalılar tarafından kuruldu. Devletin merkezi Novgrod ve Kiev'deydi. On üçüncü yüzyılda ülke toprakları Moğolların saldırılarına uğradı. Bundan sonra Moskova prenslikleri ve büyük dükleri idaresinde ortaya çıkmaya başlayan ülke 1480 yılında Altınordu Devletinin hakimiyetinden kurtuldu.

On beşinci asırda Osmanlı Devleti ile münasebetleri başladı. İstanbul'u fethederek, Bizans da denilen Doğu Roma Devletine son veren Fatih Sultan Mehmed Han (1451-1481) Rus Knezliklerinin güneyindeki Kırım Hanlığını imtiyazlı beylik halinde, Osmanlı Devletine bağlayıp, vergi yerine her yaz Moskoflar üzerine netice alıcı ve yıldırıcı akınlar yapmakla vazifelendirdi.

Ruslar, Papalığın gönderdiği kardinal ve papaz heyetleri sayesinde Türklere karşı uyanmaya başladı. Rus Knezlikleri birleştiler ve Çarlık dönemi başladı. Korkunç İvan 1547'de ilk çar ilan edildi. Böylece Rus çarları kendilerini Doğu Roma'nın varisi saydılar.

Yönetim ve askerlik alanındaki düzenlemelerle devlet idaresini güçlendiren, Çar İvan katıldığı seferlerde Kazan Hanlığı topraklarını işgal etti ve 1556'da Astrahan Hanlığını da Moskova'ya bağladı. Kırım Hanlığına karşı sefer düzenlediyse de başarılı olamadı. Daha sonra Baltık Denizine açılmaya ağırlık vererek Litvanya topraklarına girdi. Rus Çarlığı ile İsveç ve Polonya'yı karşı karşıya getiren bu savaşta Rusya ilk önceleri başarılı oldu ise de daha sonraları ard arda alınan mağlubiyetler ülkede iç karışıklığa sebep oldu. Bunun üzerine Çar İvan baskıcı bir politika takip etti ve muhaliflerini acımasızca öldürdü. Bu sırada Rus ekonomisi ağır bir darbe aldı.

Korkunç İvan'ın ölümünden bir süre sonra iç karışıklıklar başladı. Rus Çarlığı yıkılmanın eşiğine geldi. İsveç ve Polonya'nın da olaylara karışmasıyla, tam bir iktidar boşluğu ortaya çıktı. Polonya kuvvetlerinin Rusya'yı 1610'da işgali halkı direnişe sevk etti ve Romanov ailesinden Mihail Fyodoroviç çar seçildi. Bir süre sonra düzeni yeniden sağladı. Büyük toprak kaybedilmesine rağmen İsveç (1617) ve Polonya ile (1618) barış antlaşması yapıldı. Ayrıca Rusya bütün Avrupa'yı sarsan Otuzyıl Savaşlarının dışında kaldı.

İlk Osmanlı-Rus savaşı, Çar ordularının 1667'de Kiev'i de ele geçirmesinden on yıl sonra 1677'de Kırım Hanlığı ile Ukrayna arasındaki topraklara saldırmasıyla başladı. 1677-1678 yıllarında Osmanlı ordusu Ruslara karşı Çihrin/Çehrin Seferine çıkarak, Rusları ve onlara yardımcı Lehlileri yendi. Çihrin Kalesi Osmanlı ordusu tarafından, bir daha bölgede Rusların tutunmasına mani olmak için yıktırıldı.

Moskova elçileri 1681 Ocak ayında Kırım Hanına ricaya gelerek bir daha Osmanlı ve Kırım topraklarına saldırmayacaklarına yeminle söz verip, bir antlaşma imzaladılar. Kırım Hanı, Edirne'de sefer hazırlığı görmekte olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı ikna ederek Bahçesaray Barışü adıyla anılan ilk Osmanlı-Rus Antlaşmasını imzalatmaya muvaffak oldu (11 Şubat 1681).

1683 yılında Avusturya İmparatorluğunun merkezi Viyana'nın ikinci defa kuşatılmasındaki türlü düşünce ve hatalar yüzünden geri çekiliş, Rusların beklediği büyük fırsatı doğurdu. Papalık-Avusturya-Venedik-Lehistan gibi Akdeniz'den Baltık'a kadar yayılan Katolik devletlerinin Osmanlı aleyhine kurduğu Mukaddes İttifak'a, Rusya'da katıldı. Bu beşli ittifak devletleriyle yapılan on üç yıllık harpler sırasında, Rusya Çar Deli Petro'nun (1682-1725) gayretleriyle gelişip, kuvvetlendi.

İttifak devletlerinin Osmanlı Devleti ile harplerinden cesaret alan Deli Petro; 1695 ilkbaharında kuvvetli bir ordu ile, Sibirya'dan gelen tarihi kürk ticaret yolunun ağzında bulunun ve gelen da bağlanmış kürklerin Karadeniz, Akdeniz ve Avrupa içlerine sevkiyat merkezi olan Azak Kalesine saldırdı. Azak Kalesindeki sayıca az olan Osmanlı kuvveti, kahramanca karşı koyarak uzun süre dayandı. Rus Donanması Don/Ten Nehri boyunca Azak Kalesine geldi. Ruslar nehir ve deniz tahkimatı güçlü olmayan Azak Kalesini ele geçirdiler.

Azak Kalesinin düşmesiyle, bir Türk gölü halinde olan Karadeniz'de Ruslara bir pencere açılmış oldu. Azak Denizinin, Karadeniz'e açılan boğazda bulunan Kerç/Kerş Liman Kalesi Osmanlıların hakimiyetinde bulunduğundan, Rus donanmasının Karadeniz'e çıkmasına engel oluyordu.

1699 Karlofça Antlaşmasından sonra, Osmanlı Devletiyle savaşı göze alamayan Rusya, 1700'de imzalanan İstanbul Antlaşmasıyla barışa razı oldu. Antlaşmayla Azak Kalesi ve çevresi Ruslara bırakıldı. Ekonomik ve kültürel alanda bilgi toplamak amacıyla çıktığı Avrupa gezisinde Osmanlılara karşı yeni bir ittifak girişiminden netice alamayan Deli Petro, Karadeniz yerine Baltık Denizine yönelmeye karar verdi ve İsveç'le ünlü Büyük Kuzey Savaşını başlattı (1700-1721). Başlangıçta Ruslar mağlup oldu ise de Poltava çarpışmasıyla (1709), savaş Rusların lehine döndü.

Bu arada Rus ordularının Osmanlı hududuna tecavüz etmesi üzerine, 9 Nisan 1711 tarihinde Osmanlı Devleti,Rusya'ya sefer düzenledi ve iki ordu Prut Irmağı boyunda karşılaştı. Ruslar mağlup oldu. Çar Deli Petro kumandasındaki Rus ordusu, antlaşma isteğinin kabulüyle imhadan kurtuldu. Azak Kalesi ve çevresi Osmanlılara geri verildi ve aşağı Özü boyundaki Rus kaleleri yıktırıldı.

Deli Petro'nun kızı Anna zamanında, Osmanlılar ile Venedik-Avusturya harplerini fırsat bilen Ruslar, Avusturya-Rusya ittifakını yenilediler. Ardından Rus ordusu, Osmanlı ordusunun Avusturya cephesinde bulunmasından faydalanarak, Kırım Yarımadası batısındaki Özü Kalesini alıp, Kırım'a girdiler. Ruslar, 1 Temmuz 1736'da ikinci defa Azak Kalesini zapt ettiler. Azak savaşı 18 Eylül 1739 Belgrad Antlaşmasıyla sona erdi. Antlaşmayla Azak Kalesi yıktırılıp, Azak bölgesi Osmanlı Devleti-Rusya arasında tarafsız saha ve müstakil Kabartay ülkesi de iki devlet arasında tampon halde tutulup, Moskoflar Karadeniz'den son bir defa daha uzaklaştırıldı.

Çariçe İkinci Katerina (1762-1796) zamanında Rusya'nın Lehistan Polonya'ya yerleşmesine engel olmak için, Osmanlı Devleti tarafından Rusya'ya sefer açıldı. Rusların işgal ve zulmünden kaçıp Türk hududunu aşarak Osmanlı Devletine sığınan ailelerini Rus ordusunun takip etmesi ve uğradıkları köy ve kasabalardaki silahsız masum ahaliyi kırmaları bu seferin açılmasına sebep oldu. Divan-ı hümayun kararı ile Rusya'ya sefer açıldı. 1769 Şubatında Kırım Hanı Giray Hanın orduları Güney Rusya'ya girerek Rusları yendi ve 100.000'den fazla esir aldı. Fakat gelişmeler Osmanlı Devletinin aleyhine oldu.

Beş yıl süren ve 21 Temmuz 1774 tarihli Küçükkaynarca Antlaşmasıyla biten bu harp; ilk defa ahalisi Müslüman ve Türk olan toprakların elden çıkması ve 300 yıldan beri Anadolu'nun kuzey kalesi sayılan Kırım Hanlığının Kuban ve Bucak Tatarlarının, sözde müstakil olma kaydıyla koparılmasıyla neticelendi. Azak, Yenikale, Kerç ve Kılburun şehirleriyle Aksu-Turla'ya kadar olan Karadeniz kıyıları Ruslara bırakıldı. Ruslar Karadeniz'e rahatça çıkabildiler. Nihayet, sözde müstakil olan Kırım Hanlığını 1783 Temmuzunda işgal ederek yerli ahaliden kadın ve çocuklarıyla 30.000'den fazla Türk'ü öldüren Ruslar, 1784 Ocağında Kırım'a resmen hakim oldular. Rus zulmü altında ezilen birçok Kırımlı, Osmanlı toprağına göç etti.

Osmanlı Devleti Kırım'ı Rusların işgalinden kurtarmak için Sultan Birinci Abdülhamid Han zamanında Rusya'ya altıncı sefer düzenlendi. Rus Çariçesi II. Katerina Avusturya İmparatoru II. Josef ile Bizans-Yunan projesinin tatbiki ve Osmanlı Devletinin parçalanması için ittifak yaptılar. Avusturya'nın, Rusya müttefiki olarak Osmanlı Devletine savaş açması üzerine, Osmanlı askeri iki cephede savaşmak mecburiyetinde kaldı.

Osmanlı Devleti ateşli silahları ellerinde bulunduran Yeniçerinin sebep olduğu bozgunla ağır yenilgiye uğradı. Önce Avusturya ile 1791 Ağustosunda Ziştovi Barışü imzalanarak Belgrad geri alındı. Ruslarla devam eden harp 9 Ocak 1792 tarihinde imzalanan Yaş Antlaşmasıyla sona erdi ve Kırım Hanlığının tamamen Rusya hakimiyetine girmesi kabul edildi.

Üçüncü Selim Hanın her sahadaki icraatlarıyla Osmanlı Devletini güçlendirip, ıslahatlarda bulunması Rusya'yı telaşlandırdı. Çar I. Aleksandr, Osmanlıya tabi Sırbistan'ı isyana teşvik edip, Slavlık propagandasıyla Balkanları karıştırdı. Sırplar, Rusların teşvikleriyle isyan etti. Vilayet merkezi Belgrad 13 Aralık 1806'da düştü. Ruslar 1806 Aralık ayında ansızın Basarabya'da Bender ve Hotin kalelerini alıp, Tuna Nehri ağzındaki kaleleri de istila ettiler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 22 Aralık 1806 tarihinde Rusya'ya harp ilan etti.

1807'de Tiflis'ten hareket eden Rus ordusu, Temmuz ayı başlarında Arpaçay'ı geçerek Kars Kalesine saldırdı. Kars'taki Osmanlı askerlerinin ve ahalinin cansiperane müdafaasıyla Rus taarruzu püskürtüldü. Ruslar pek çok zaiyat vererek, Arpaçay ötesine geri çekildiler. 1810 yazında Ahılkelek üzerinden saldırıya geçen Ruslar, bu kaleyi alamayınca Ahıska şehrini kuşattılar. Osmanlı mukavemeti ve salgın hastalığa dayanamayıp 1811'de Tiflis'e geri çekildiler.

Aynı sene üçüncü defa taarruza geçerek Ahılkelek Kalesini ele geçirdiler. Bu sırada Almanya'yı istila eden Napolyon Bonapart'ın Moskova'ya sefer düzenlemesi üzerine, Rusların isteği ile 28 Mayıs 1812'de Bükreş'te imzalanan antlaşmayla Osmanlı-Rus savaşına son verildi. Bükreş Antlaşmasıyla; Kuzey Boğdan Ruslara, güney Boğdan ise Osmanlı Devletine bırakıldı.Kalelerinde Osmanlı askeri bulundurmak şartıyla da Sırbistan'a idari muhtariyet hakkı tanındı.

Napolyon orduları Moskova önlerine kadar geldiyse de yoğun kış şartları askerin telef olmasına sebep oldu ve Napolyon geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Rus ordularının hızla batıya doğru ilerlemesi ve kazanılan zafer Rus Çarlığını Avrupa'nın önde gelen devletleri arasına girmesini sağladı. Avrupa'da söz sahibi durumuna gelen Çar I. Nikolay İran, Osmanlı Devleti, Polonya ve Kafkasya üzerine seferler düzenleyerek yerini iyice kuvvetlendirdi.

Sultan Mahmud Han, Yeniçeri Ocağını 1826'da kaldırması ve 1827 Fransa-İngiltere, Rusya ittifakına mensup müttefik Haçlı donanmasının Navarin'deki Osmanlı-Mısır donanmasını bir hile ile yakmasıyla, Osmanlı Devleti kara ve deniz kuvvetlerinin büyük bir bölümünü kaybetmiş oldu. Bunu fırsat bilen Rusya, 26 Nisan 1828'de Osmanlı Devletine karşı harp ilan ederek, Boğazlar ile İskenderun körfezini elde edip, Akdeniz'e inmek idealiyle Rumeli ve Anadolu cephesinden harekete geçti.

Osmanlı Devleti, askeri ve kadın çocuk bütün halkıyla bu saldırılara karşı koymaya çalıştı. Ruslar top ile uzaktan attığı tutuşturulmuş neftli paçavralarla kaleleri yaktı. Rumeli'de Romen, Bulgar, Rum, Ortodoks Gagavuzların yardımı ve Anadolu Cephesinde Tiflis'ten gelen Hıristiyan Kartli ve yerli Ermenilerin desteğiyle dönüş yollarının kapanma korkusu olmaksızın, batıda Edirne, doğuda Bayburt ve Muş'a kadar ilerlediler.

Bir yıl, beş ay süren harp; Ruslar için korkunç bir insanlık lekesi ve yüzkaralarıyla dolu, vahşet fiilleri ve Osmanlı Devleti içinde hala yaraları kapanmayan büyük maddi ve manevi zararlarla neticelendi. Babıali'nin antlaşma isteği veFransa ve İngiltere sefirlerinin ihtarıyla, 14 Eylül 1829 tarihinde EdirneAntlaşması imzalandı. Rumeli'de Tuna ağzındaki kaleler Ruslara bırakılıp, Prut Nehri hudut kabul edildi. Anadolu cephesinde Rusya'ya ilk defa toprak verilerek, Kars vilayetinin Çıldır, Ardahan ve Deskof kuzeyinden hudut çizildi. Harp tazminatı olarak da 11,5 milyon flemenk altının yedi yılda taksitlerle ödenmesi kararlaştırıldı.

Bu tarihten sonra Rusya, Osmanlı Devletinin bütünlüğünü destekleyerek, Boğazlar üzerinde denetim kurma ve Akdeniz'e inme yönünden büyük kazançlar sağladı. Bir ara Boğdan ve Eflak prensliklerini ele geçirmek isteyen Rusya üzerine Osmanlı Devleti sefer düzenledi.Kırım savaşı olarak tarihe geçen, bu savaşta Fransa ve İngiltere Osmanlı Devletinin yanında yer aldı. Kırım savaşı sonunda imzalanan 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması sonunda, Rusya toprak ve çok fazla maddi kayba uğradı. Rusya bu harpten sonra, ordularının yetersizliğini anlayarak yenilik yapma yoluna gitti. Bu arada diğer taraftan Osmanlı Devletinin içindeki azınlıklara karşı Slavlık ve Ortodoksluk propagandasını arttırdı.

Bu propagandaların ardından 1877'de Rusya Osmanlı Devletine savaş açtı. Tarihe 93 savaşı olarak geçen bu savaş 3 Mart 1878 Yeşilköy Antlaşmasıyla neticelendi. Bu antlaşma ile Bulgaristan bağımsızlığını kazandı. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın siyasi dehasıyla toplananBerlin Kongresinde İngiltere veAvusturya'nın etkisiyle imzalanan Berlin Antlaşmasında Balkanlarda Rusya'nın kazançları sınırlandırıldı ve Osmanlı Devleti yönünden harp asgari zararla neticelendi. Bir süre sonra Almanya, Avusturya ve İtalya; Rusya'ya karşı üçlü ittifak kurdu. Kendisine destek sağlamak için Fransa'ya dönen Rusya, 1891'de ekonomik ve askeri ilişkileri geliştirmek için Fransa'yla bir ittifak kurdu.

Diğer taraftan doğuda, Rusya, Türkistan'da 1860'lı yıllarda başlattığı yayılma politikası ile 1880'li yıllarda Hazar Denizinin doğu kıyısındaki, Türkmen topraklarını işgal etti. Bu gelişmeler İngiltere'nin Hindistan'daki durumunu tehdit edince iki ülke arasında Afganistan üzerinde başlayan sürtüşmelerle yeni bir durum kazandı. Orta Asya'daki bu Rus-İngiliz mücadelesi, 1885 Eylülünde nüfuz sınırlarının tespitiyle yatıştı.

Rusya, Uzakdoğu sınırında Japonya ve Çin ile birçok antlaşma imzalayarak Sahalin ve Kuril adalarıyla Amur Irmağı Vadisi gibi önemli noktaları ele geçirdi. Kore üzerindeki Çin-Japon mücadelesinde Çin'in yanında yer aldı. 1900'de Boxer Ayaklanması sırasında Rus askeri Mançurya'ya girince, Japonya ile rekabet sıcak savaşa döndü. Savaşın büyümemesi için görüşmeler sürerken 1904 Şubatında Japon birlikleri Port Arthur'daki Rus harp gemilerine ani baskınla saldırması üzerine Rus-Japon Savaşı başladı. Bir seri ağır mağlubiyetlerin yanı sıra, ülkede meydana çıkan devrimci hareketler Rus ÇarıII. Nikolay'ı barış yapmaya mecbur bıraktı (5 Eylül 1905).

Ekim 1905'te başlayan demiryolu işçileri grevi dalga dalga ülke geneline yayılarak genel grev şeklini aldı ve Petersburg Sovyeti'nin kurulması ile devrimci hareket en yüksek noktasına ulaştı. Zor durumda kalan II. Nikolay bir bildiri yayımlayıp, meşruti bir anayasa ve seçilmiş bir meclis sözü verdi. Bir süre sonra yavaş yavaş işci hareketi bastırıldı. Nisan 1906'da yapılan seçimler neticesinde liberal ve sol muhalefet mecliste çoğunluğu elde etti. Köklü reformlar istediği için çarlık hükümetiyle ters duruma düşen ilk meclis iki ay geçmeden dağıtıldı. Daha sonra seçilen ikinci meclisin de ömrü üç ay oldu. Köylülere ve azınlıklara seçme hakkının verilmediği seçimlerle seçilen üçüncü ve dördüncü meclis genelde çarlık hükümetinin politikasını destekledi.

Uzakdoğu'da Japonya ile savaşa son veren Rusya 1906'dan sonra Balkanlar üzerinde nüfuz kazanmak için Avusturya ile mücadeleye girdi. Bu durum Rusya'yı İngiltere veFransa'nın yanında Birinci Dünya Savaşına girmesine sebep oldu. Bir süre sonra da Osmanlı Devletinin Almanya, Avusturya'nın müttefiki olarak harbe girmesiyle Kafkasya'da yeni bir cephe açmak mecburiyetinde kaldı. Aynı zamanda Boğazların açık olmasına bağlı ikmal desteğini yitirdi. Önemli derecede silah ve mühimmat sıkıntısı çeken Rus orduları batıda birbiri ardına ağır mağlubiyetler aldı.

Savaşın sebep olduğu yıkım, basın ve mecliste halkın güvenine dayalı bir hükümetin olması isteğini yaygınlaştırdı. 1917 Mart ayının başlarında Moskova'da başlayan grev, asker ve subayların desteklemesiyle, Şubat Devrimi olarak bilinen ayaklanmaya dönüştü. Prens Lvov başkanlığında bir geçici hükümet kuruldu. Hükümete bağlı birliklere Pskov'da kuşatılan Çar Nikolay'ın 15 Mart 1917'de tahttan çekilmesiyle Çarlık rejimi tarihe karıştı.

7 Ekim 1917'de komünist ihtilal patlak verdi. Vladimir Ilyich Lenin başkanlığındaki komünistler, hükümeti ve serbest seçimle iş başına gelmiş bulunan meclisi lağv ederek komünist diktasını getirdiler. Lenin, biraz soluk alabilmek için İtilaf devletlerinin baskısına rağmen, Almanya ile barış görüşmeleri yaptı. Bazı bolşeviklerin ve sol sosyalist devrimcilerinin muhalefetine rağmen, Baltık bölgesi, Polonya, Ukrayna ve Kafkaslar'dan çekilmeyi öngören Brest-Litovsk Antlaşmasını 3 Mart 1918'de imzaladı.

Bu antlaşmanın ardından bolşeviklerin Sovyet iktidarını yerleştirme çabaları 1918 Mayısında başlayan iç savaşa sebep oldu. Komünistlerin ordusu olan Kızılordu, karşıt grubun ordusu olan Beyazordu ile amansız bir mücadeleye girdi. Askeri yönden daha üstün olanBeyazordunun, köylülere ve Rus olmayan milliyetlere karşı acımasız ve düşmanca politikası, ağır mağlubiyetine sebep oldu.

Kızılordunun kazandığı zaferler, Ukrayna, Beyaz Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Âzerbaycan'ın Sovyet idaresi altına girmesini sağladı. Bunun yanında Almanya'nın mağlubiyetinin ardından kurulan Estonya, Letonya ve Litvanya cumhuriyetleri İtilaf devletleri desteğiyle varlıklarını devam ettirdiler. Sınır problemi yüzünden çıkan Rus-Polonya Savaşında Kızılordu mağlup oldu ve ardından yapılan Riga Antlaşmasıyla (Mart 1921) Ukrayna ve Beyaz Rusya topraklarının büyük bir bölümü Polonya'ya bırakıldı.

İç savaş sırasında çok sayıda insan ölürken, 2 milyona yakın halk da ülkesini terk etti. İç savaşın bitmesinden sonra yönetimi ele geçiren komünistler, karşıt görüşte olanları büyük bir hızla ortadan kaldırdılar. Lenin Rusya'nın tek siyasi partisi olan Komünist Partisini kurdu. Birinci Cihan savaşı sonrasında, İstiklal savaşı yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisiyle 16 Mart 1921'de Moskova'da Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması imzalandı. Moskova Antlaşmasıyla, Batum Rusya'ya ait Gürcistan'a bırakıldı ve Kars'ın doğusundaki Arpaçay Suyu hudut kesildi.

Zalimliği ve halkına yaptığı zulümleriyle tanınan Lenin, milyonlarca insanı katletti. İnançsızlığın yayılması için çok uğraştı. Ölümünden sonra yerine Joseph Stalin geçti. Stalin ölünceye kadar Rus milletini ve Müslümanları işkence altında inletti. Lenin'i geride bırakarak elli milyondan fazla insanı öldürttü. Milleti kendine tapmaya zorladı. Bu iki idareci tarafından ülke; utanç duvarları ile çevrilmiş ve demir perdelerle kapatılmış bir esaret kampı haline getirildi.

1939 yılında Almanya ve Rusya aralarında bir saldırmazlık paktı imzalamalarına rağmen, 1941'de Naziler Rusya'ya saldırarak Leningrad'ı kuşattılar. Uzun süren kuşatma neticesinde, Alman askerleri soğuk kış şartlarına dayanamayarak mağlup oldular. Bundan sonraki iki yıl içinde Ruslar, Almanları Doğu Avrupa ve Balkanlar'dan çıkardılar, İkinci Cihan savaşından Rusların galip çıkmasında İngiliz ve Amerikan yardımları büyük rol oynadı.

Stalin'in ölmesiyle yerine geçen Kuruşçev idaresindeki Moskova diktası, Polonyalıların ve Macarların üzerinde uyguladığı büyük baskı ile kontrolünü güçlendirdi. 1964 yılında Kuruşçev'in yerine Leonid Brejnev geçti. Bu sırada Çekoslovak hükümetinin liberalist faaliyetleri görüldüğü için, Macaristan'da yapıldığı gibi 1968 yılındaRus askerleri Çekoslovakya'yı işgal etti. Tank paletleri insan cesetleri üzerinde dönerek, milyonlarca insan öldürüldü.

Dünyayı hakimiyeti altına almak için silahlanan Rusya, dünyanın birçok ülkesinde komünist teşkilatlar kurarak, dünya barışını tehdit ederken, çeşitli ülkelerde de iç savaşların çıkmasına sebep oldu. Memleket içindeki iktidar değişikliği darbe ve karışıklıklardan istifade ederek 1980 yılında Afganistan'ı işgal etti. Afganlı mücahidlerin direnmesi karşısında, büyük silah gücüne sahip Rus ordusu, başarıya ulaşamamış ve ağır kayıplar vererek güç durumlara düşmüştür.

Gorbaçov, 1987 yılında glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikasını başlattı. Ülkeyi meydana getiren 15 cumhuriyetle ilk çok partili seçimler yapıldı. 17 Mart 1991 referandumunda %77 seçmen Rusya Federasyonu için evet oyu kullandı.

Rusya Federasyonu başkanlığına Boris Yeltsin seçildi. 19 Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı darbe düzenleyen başkan yardımcısı Gennadi Yanayev başkanlığındaki 8 üyeli Olağanüstü Hal Komitesi yönetime el koydu. Gorbaçov Kırım'daki yazlık evine hapsedildi. Rusya Federasyonu lideri Boris Yeltsin ve halk darbeye karşı koyunca Olağanüstü Hal Komitesi feshedildi ve darbeciler 21 Ağustos günü ülkeyi terk ettiler. Aynı gün Sovyet parlamentosu Gorbaçov'u resmen yeniden başkanlık görevine getirdi. Bunu takip eden günlerde Sovyetler Birliği'ni meydana getiren cumhuriyetler ardıardına bağımsızlıklarını ilan ettiler.

8 Aralıkta Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya ve Ukrayna bir araya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğunu meydana getirdiler. 17 Aralık 1991'de Mihail Gorbaçov ile Boris Yeltsin 31 Aralık 1991'de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin resmen dağıtılmasına karar verdiler. Mihail Gorbaçov emekliye ayrıldı ve yerine Yeltsin devlet başkanlığına getirildi. Baltık Cumhuriyetleri hariç bağımsızlıklarını ilan eden diğer cumhuriyetler Bağımsız Devletler Topluluğuna katıldı. Böylece Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarihe karışmış oldu.

1993 başlarında parlemento ile ters düşen Yeltsin, parlamentoyu feshederek erken seçim kararı aldı. Bunu tanımayan parlamenterlerin bazıları ve komünistler Beyaz Ev denen Rusya Parlamentosunu işgal etti. Askeri güçlerin baskısıyla işgalciler parlamentoyu boşalttılar ve Yeltsin'in isteklerini kabul ettiler. 12 Aralık 1993 günü erken genel seçim yapıldı. Hiçbir parti tekbaşına iktidara gelecek sandalye sayısı kazanamadı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

ROMANYA


Bir Hind-Avrupa grubu olan Trakyalılar, Romanya toprakları üzerinde yaşamış ilk insanlar olarak bilinir. Bunların bir kolu olan Dokyalılar M.Ö. 800-300 yılları arasında Burebista liderliğinde Transilvanya merkez olmak üzere, Dakya Devletini kurdular. M.S. 106-271 yılları arasında Romalılar toprakları istila ederek insanları Romalılaştırdılar.

Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında kurulduktan sonra kısa zamanda cihan devleti olmuştu. Osmanlılar Avrupa içlerine İslamiyeti yayabilmek için önceleri Balkanlara olmak üzere, Avrupa seferleri düzenlemekteydiler. 1394'te Dovin, 1456'da Belgrad, 1475'te Vaslui, 1476'da Schera seferleri, Osmanlıların Avrupa'ya ilk adım atma dönemi savaşlarıdır.

16. yüzyıl başlarındaki iki Romanya toprağı olan Eflak ve Boğdan, Türk hakimiyeti altında birer derebeylik oldular. Askeri ve diplomatik açıdan Osmanlı Sultanının emrine göre hareket eder ve yıllık vergi verirlerdi. İdarecileri, Osmanlı Padişahları tarafından tayin edilirdi. Zaten bunların derebeyleri kendi tebealarını Avrupalıların saldırılarından korumak için Osmanlı idaresinde kalmayı arzu ediyorlardı. Eflak ve Boğdan halkı, Avusturyalılar, Ruslar, Tatarlar, Kazaklar ve Lehlerden ibaret bölgedeki diğer ordulara karşı Osmanlı ordusunun yanında yer aldılar.

1679'da Eflak Derebeyi olan Şerban'ın yerine 1688'de yeğeni Kostantin Brincoveanu geçti. Bu sırada Boğdan Derebeyi Dimitri idi. Bu iki derebeyi 1711 yılında Osmanlı-Rus savaşı esnasında isyan ederek, Deli Petro'ya yardım ettiler. Bunda, İstanbul'dan Balkanlara göç eden Yunan asıllı grupların tesiri büyüktü. Bunlar Eflak ve Boğdan'ın idari hayatına nüfuz etmişlerdi. Yaklaşık bir asır Türk idaresindeki derebeyliklerin bu isyanları ve huzursuzluk çıkarmaları üzerine Eflak ve Boğdan tahtları "voyvodalık" adı altında yeni bir sisteme konuldu. Bu sıralarda Osmanlı Devletinde duraklama devri başlamıştı.

18. yüzyıl sonlarına doğru Rusya, Osmanlı Devletine olan düşmanlığını arttırdı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rusya, Osmanlılardan bazı haklar elde ederken bu arada bu iki derebeyliğin iç işlerine müdahale etme yetkisini de kazandı. Her ne kadar kontrol Osmanlılarda kaldıysa da, birçok ticari imkanlar kaybedildi. Bir yıl sonra Bukovina, Avusturya'ya bırakıldı. 1812 yılında Besarabya da elden çıktı. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşından sonra 1834 yılına kadar Eflak ve Boğdan, Rusya hegemonyası altına tamamen girdi. Kont Pavel Kiselev, Rusya'dan destek görerek, Osmanlı medeniyetini ortadan kaldırmaya çalıştı.

1859 yılında iki eyalet birleşti ve 1861 yılında Romanya olarak anıldı. 1877 yılında Romanya, Berlin Antlaşmasıyle Türk hakimiyetinden uzaklaştı. Bağımsızlıktan sonra, 1878'de krallık oldu. 1881'de I. Carol Romanya'nın ilk kralı oldu. 1886 yılında Romanya, tek meclisli anayasal monarşik idari sistemine döndü.

Birinci Dünya Savaşından sonra Romanya'nın sınırları genişledi. Basarabya ve Bukovina'dan sonra Banat ve Transilvanya da ele geçirildi. Fakat çok geçmeden Basarabya ve kuzey Bukovina'yı, her zaman olduğu gibi 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında da yıllarca adaleti altında refah içinde yaşadıkları Osmanlılar aleyhine olarak, yardım ettikleri Rusya'ya bırakmak mecburiyetinde kaldı. Hatta yoğun tehditler neticesinde Güney Dobruca da Bulgaristan'a terk edildi.

İkinci Dünya Savaşı esnasında Marshla lon Antonescu, Rusya'ya karşı Almanya ile birleşme teşebbüsüne geçti. Askeri bir hareketin lideri olan Antonescu 1944 yılında Sovyet entrikası ile Kral Michael tarafından bertaraf edildi ve Romanya, rusya'nın yanında yer aldı. Çok geçmeden Romanya komünizmin kucağına düştü. 1947 yılında bir Halk Cumhuriyeti halini aldıysa da bütün alanlardaki devletleştirilme bunu sadece lafta bıraktı.

1965 yılındaki yeni Anayasaya göre, Romanya artık Halk Cumhuriyeti olmaktan çıkmış ve bir sosyalist ülke durumuna düşmüştü. Tehlikeyi sezenler 1966'da Rusya'ya karşı bir bağımsızlık hareketi geliştirmeye çalıştılar. 1970 ve 1973'te Romanya Devlet Başkanı Nicolai Çavuşesku (Ceausescu) ABD'yi ziyaret etti. ABD ile 1976 yılında 10 yıllık bir ticari anlaşma imzalanarak, nisbeten Rusya'dan uzak durulmaya çalışıldı. 1982 yılında Romanya bir miktar daha batıya yaklaştı, üç milyar dolar dolayındaki borçlarının ödenme süresinin uzatılmasını batılı ülkelerden talep etti.

Doğu Blok Devletlerinde komünist rejimin hızla sarsıldığı 1989 sonlarında Romanya'da ilk gösteriler başladı. Gösterilerin kanlı biçimde bastırılması, ülke çapında gerginliğin artmasına sebep oldu. Ordunun, ayaklanan halkın yanında yer alması üzerine, ülkeden kaçmak isteyen Çavuşesku, yakalanarak hanımı ile birlikte yargılandıktan sonra kurşuna dizildi. Yönetimi üstlenen Ulusal Kurtuluş Cephesi, sosyalist rejime son vererek, çok partili sisteme geçiş yolunu açtı. Nisan 1990'da ilk serbest seçimler yapıldı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

PORTEKİZ


İlk çağlarda İber kabileleri (Lusitanienler) ile işgal edilen ülke, M.Ö. 1. yüzyılda Romalıların bir eyaleti oldu. Sonra Vandallar, Süevler (bir Alman kabilesi), 5. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar Vizigotlar tarafından istila edildi. 711 yılında ülke Müslümanların eline geçti. Endülüs Emevileri (756-1031), Teva'if-i Müluk (11. yüzyıl) İslam devletleri kurulup, bölgeye hakim oldular. Onuncu yüzyıla doğru Douro ve Minho nehirleri arasındaki bölgeye Terra Portucallis ismi verildi. Portucallis, Latince Portas (liman) ve Calle (kale) birleşiminden meydana gelmiştir.

Portekiz, 1143'te bağımsız bir krallık oldu. Sınırları Meriniler'e karşı yaptığı savaşlarla genişledi. On üçüncü yüzyıl ortasına doğru bugünkü Portekiz sınırları tamamlandı. Portekizli denizciler 15. yüzyılda dünya çapında yayılma gösterdiler. Sonraki yüzyılda Asya,Afrika ve Güney Amerika'da büyük bir sömürge imparatorluğu kurarak, Avrupa ve Doğu arasındaki ticaretin çoğunu ellerinde tuttular. 1598 yılında Fas şehirlerine karşı açtığı savaşta, Portekiz ağır bir mağlubiyete uğrayınca, imparatorluk aniden çöktü. Ülkenin zayıflamasından faydalanan İspanya, Portekiz'i 1580'de topraklarına katarak, 1640'a kadar idare etti.

Portekiz 1688 yılında Lizbon Antlaşmasıyla tekrar bağımsızlığına kavuştu. Fakat Portekiz eski ihtişamını kaybettiğinden İngiltere ile 1703'te, 20. yüzyıla kadar devam eden bir ittifak antlaşması imzalandı. İngilizlerle müttefik olduğundan 19. yüzyılda Napolyon'a karşı savaşmak zorunda kaldı. Ülke Fransa ile savaş halindeyken, 1811'de kral ve ailesi Brezilya'ya sığındı. Bu dönemde imparatorluk çökmeye başladı. 1822'de Brezilya bağımsızlığını ilan edince, Portekiz tek büyük zenginlik kaynağını kaybetti.

On dokuzuncu yüzyılın tamamı ve 20. yüzyıl başları Portekiz için ekonomik ve siyasi istikrarsızlık dönemi oldu. Şiddetli partizan mücadeleler, iç savaşlar ülkeyi kargaşanın içine itti. 1908'de kral katledilerek, iki yıl sonra 1910'da cumhuriyet ilan edildi. On altı yıl devam eden cumhuriyet dönemi oldukça istikrarsız olup, bu dönemde kırk sekiz hükümet kuruldu ve en az yirmi beş darbe teşebbüsü oldu. 1926'da ordu idareyi ele aldı ve kırk sekiz yıl ülke General Franko tarafından diktatörlükle idare edildi.

25 Nisan 1974'te hükümet genç subaylar tarafından yapılan bir darbe sonucu işbaşından uzaklaştırılınca, General Antonio de Spinola liderliğinde bir askeri cunta kontrolü eline geçirdi. Başkan Spinola solcu subaylardan gelen baskı sonucu, aynı yılın Eylül ayı sonunda istifa etmek zorunda kaldı. Nisan 1975'te demokratik partiler oyların %64'ünü kazanmasına rağmen, Sovyetlerce desteklenen komünist parti tesirini arttırdı. Bankalar, sigortalar ve sanayi devletleştirildi.

1976'da yürürlüğe giren yeni Anayasada sosyalizme geçiş hedefi açık bir şekilde de ortaya kondu. Yeni Anayasanın ardından yapılan genel seçimlerde hiçbir parti çoğunluğu elde edemedi. Sosyalist Partisi Genel Başkanı Mário Soares bir azınlık hükümeti kurdu. Cumhurbaşkanlığına Genelkurmay Başkanı Antánio Ramalho Eones seçildi. Mário Soares başkanlığındaki hükümet 1977 Aralığında istifa etti. Ocakta kurulan koalisyon hükümeti ve bunun ardından kurulan bir dizi koalisyonlar da kısa ömürlü oldu.

1980'de yapılan seçimlerden sonra merkez sağ eğilimli Demokratik İttifak, büyük çoğunlukla iktidara geldi. Bu hükümet anayasada büyük değişiklikler yaptı ve sivil yönetime geçiş yolunu açtı. 1982'de baş gösteren hükümet krizi üzerine Cumhurbaşkanı erken seçim kararı aldı. 1983 Nisanında yapılan seçimlerde birinci parti durumuna gelen Portekiz Sosyalist Partisi, Sosyal Demokrat Partiyle koalisyon kurdu.

Portekiz 1 Ocak 1986'da AET'ye alındı. Soares, 60 yıllık bir aradan sonra 1986 Şubatında ilk sivil cumhurbaşkanı seçildi. Temmuz 1987'de yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti sandalye sayısını büyük oranda arttırması, kurulan koalisyon hükümetinin istikrarlı olmasını sağladı. 1991'de yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti yine ilk sıradaki yerini korudu.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

POLONYA


Polonya Devleti, 10. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmış ve 963 yılı ülke tarihinin başlangıcı olmuştur. Polonya ve Vistula nehirleri arasında yaşamış olan Islav kabilelerinin kurmuş olduğu bir devlettir. O zamanki bu Islavlara"yayla insanları" manasına gelen "Polane" deniyordu. Zamanla bu isim Polonya haline dönüştü.

Polonya 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar geçen süre içinde Avrupa'da güçlü bir devlet halindeydi. "Üç parçalanmadan" ilki 1772 tarihine kadar olan çeşitli hanedanlıklar idaresindeydi. Bu tarihten itibaren Polonya'nın çöküş dönemi başladı. 1772 tarihinde Prusya, Rusya ve Avusturya, ülke topraklarını aralarında paylaştılar. Bunu 1793 ve 1795 paylaşmaları takip etti. Polonya'nın elinde sadece doğu Prusya civarı kaldı. Birinci Dünya Savaşından sonra uzun mücadele ve sıkıntılardan sonra 1918 yılında Versay Antlaşmasıyla bağımsızlığı sağlandı.

1939 yılında aynı anda Hem NaziAlmanyasının ve hem de Rusya'nın işgaline uğradı. Harp boyunca altı milyon Polonyalı öldürüldü. Daha sonra Alman orduları müttefiklere teslim oldu. İşgal sırasında kurulan sürgündeki Polonya hükümeti işbaşına geldi. 1947 yılında yapılan seçimlerde komünistler hükümeti kurdular ve ülkeyi Rusya'nın peyki durumuna soktular. İkinci Dünya Savaşınin bu zor günlerinden sonra Polonya, Rusya'ya verilen 178.842 km²lik bölgeye karşı 1945'te Alman topraklarından 102.400 km²lik bir bölgeyi aldı. Oder-Neisse hattının doğusunda kalan bu bölge Silezya, Pomerania, Batı Prusya ve Doğu Prusya'yı da içine almaktaydı.

Polonya idaresine komünistlerin gelmesiyle, büyük mülkiyetler kaldırıldı, endüstriler millileştirildi, okullardaki eğitim sistemleri komünistleştirildi. Üretim azaldı. Bütün bunların neticesinde 1956 yılında Poznan'da isyan çıktı. 1970 yılında yeni ağır vergiler ve aşırı fiyat yükselmeleri yeni isyanlara yolaçtı. 1980 yılında olaylar daha şiddetlendi. Lenin tersanelerinde gelişen "İşçi Grevleri" sonunda, işçinin yanında olduğunu söyleyen komünist idare "21 imtiyazı" vermek mecburiyetinde kaldı. Gdansk adıyla bilinen bu grevler sonunda, bağımsız işçi sendikaları kurma hakkı elde edildi.

Olayların gidişinden ürken Rusya'nın tehditleri ülkede sıkıyönetim ilanına sebep oldu. İşçi ayaklanmalarını organize eden Dayanışma Sendikası liderleri tutuklandı. 1982 yılında ABD baskısı neticesi sıkıyönetim kaldırıldı. 1983 yılında yine Gdansk'ta Lenin Tersanelerinde hükümet aleyhtarı gösteriler yapıldı. 1 Mayıs'ta Polonya İşçileri, İşçi hükümetinden haklarını talep etmek üzere "İşçi Bayramını" grevlerle kutladılar. Askeri idare işçilere bazı haklar verdi.

1985 seçimlerinden sonra başa geçen Jaruzelski, Batıyla ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. DayanışmaSendikasına karşı takip edilen sert politika 1986'da yumuşamaya başladı. Artan ekonomik problemler 1988'de büyük bir grev dalgasına sebep oldu. 1989 Haziranında yapılan seçimlerde, o tarihe kadar iktidarda olan Birleşik İşçi Partisi ağır hezimete uğradı. Dayanışma Sendikasının teklifi üzerine Tadeusa Mazowiecki başkanlığında bir koalisyon hükümeti kuruldu. 1990'daki devlet başkanlığı seçimlerini Lech Walesa kazandı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

PERU


İspanya dönemi öncesi Peru tarihi hakkında, elde yazılı ve kayıtlı dokümanlar yetersiz olduğu için, bilgiler oldukça zayıftır. Yapılan tarihi çalışmalardan çıkarılan sonuçlara göre, Peru topraklarında ilk yaşayanlar Panama Boğazını geçen ve Pasifik Okyanusunu aşan göçebe avcıları ve balıkçılık yapan insanlardır. Peru�da M.Ö. 1200 yıllarından, M.S. 1532 yılına kadar çeşitli medeniyetler gelip geçmiştir. Chavin (Şöven), Klasik, Chimu ve İnka diye bilinen bu dönemlerin sonuncusu olan İnka medeniyeti kıtada ve ülkede en tesirli olanıdır.

İspanyollar ilk olarak 1531 yılında Francisco Pizarro vasıtasıyla ülkeye geldiler. Bundan sonra Lima, Peru�ya İspanya adına gelen genel valilerin merkezi oldu. Güney Amerika�da iyice yerleşen ve kuvvet bulan İspanyol idaresi, Peru�nun bağımsızlığının gecikmesine sebep oldu. 1821 yılında Arjantinli Jose de San Martin, Peru topraklarını topladığı kuvvetlerle ele geçirdi.

Arkasından Simon Bolivar ve Antonio J. de Sucre komutasındaki kuvvetler İspanyolları bozguna uğrattılar. 1826 yılında Callao bölgesinin de ele geçirilmesi sonunda Peru bağımsızlığını ilan etti. Böylece Amerika kıtasındaki İspanya İmparatorluğu çöktü.

1846 yılına kadar ülke içinde siyasi ve politik mücadeleler başgöstermiştir. Evvela 1822�de kongre bir cumhuriyet anayasasını kabul etti ve 1823�te Jose de la Riva Agüero ülkenin ilk başkanı oldu. 1879-84 yılları arasında Şili, Peru ve Bolivya�ya saldırdı ve Tarapaca, Tacna veArica�yı ele geçirdi. Yıllarca süren mücadeleler sonunda 1929 yılında yapılan bir antlaşmayla anlaşmazlık kesin olarak son buldu.

Antlaşmaya göre, Arica bölgesi dışındaki bütün bölgeler, Peru�ya geri verildi. 1968 yılında yapılan bir askeri darbe ile, başkan Femando Belaunde Terry görevinden uzaklaştırıldı. 1974 yılına kadar devam eden askeri hükümet zamanında petrol, bankacılık, madencilik ve balıkçılık millileştirildi.

12 yıllık bir aradan sonra Peru, 1980 yılında demokratik hayata döndü. Başkanlığa yeniden F. B. Terry getirildi. Yeni hükümet sosyalist sistemi terk ederek liberal sistemi ülkeye getirdi. Ülke ekonomisi girdiği çıkmazdan kurtularak normale döndü. 1981 yılında Ekvador sınırında bazı çatışmalar olduysa da çabuk kapandı. Bundan sonra Mao�cu solcu teröristler ülkede olaylar çıkarmaya başladılar.

1982 ve 1983 yılında hızlanan bu tedhiş eylemleri daha çok ABD aleyhine yapılmaktaydı. 1985�te iktidara gelen Alan Garcia Perez tethiş eylemlerini bastırmaya çalıştı. 1990�da seçimleri kazanan Alberto Tujimori de zamanında solcuların tethiş eylemleri hızla arttı. Bunun üzerine Başkan Alberto Fujimori 5 Nisan 1992�de bir sivil darbe yaparak kongreyi dağıttı ve bir olağanüstü hal ve yeniden inşaa hükümeti kurdu.

13 Kasım 1992�de Başkan Alberto�ya başarısız bir suikast girişiminde bulunuldu. Yeni kurulan Demokratik Kurucu Kongre için seçimler 22 Kasım 1992�de yapıldı ve Başkan Alberto�yu destekleyen partiler salt çoğunluğu elde ettiler. Bu arada Aydınlık Yol Gerilla teşkilatının lideri olan Guzman yakalandı. Guzman 1980�de başlayan gerilla savaşında 22.500 kişinin ölümünden sorumlu tutularak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

ÖZBEKİSTAN


Özbek halkının tarihinin ilk dönemlerine ait bilgi yoktur. Özbeklere bu ad, ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hükümdarı Gıyaseddin Muhammed Özbek tarafından verildi. Timur Hanın ölümü üzerine zayıflayan Timur İmparatorluğu topraklarının Aral Gölü ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşıyan Özbekler, Ebü�l-Hayr�ın idaresinde toplanarak, 1428�de onu kendilerine han ilan ettiler. Kısa zamanda kuvetlenerek çevredeki diğer boyları da hakimiyetleri altına aldılar.

CeyhunIrmağı kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Özkent gibi şehirleri ele geçirdiler ve bunlardan Sığnak�ı başşehir yaptılar. Türkistan taraflarına düzenlenen seferlerde Kalmuklara mağlup olunca, bu durumdan istifade eden Kanay veCanibek adlı başbuğlar bazı Özbekleri de yanlarına alarak Çağatay Hanına sığındılar. Bölgeden ayrılan bu Özbeklere Kazak veya Kırgız kazakları adı verildi.

Ebü�l-Hayr�ın vefatından sonra Özbekler, Çağatay-Moğol hükümdarı Yunus Hana yenilerek dağıldılar. Ebü�l-Hayr�ın oğlu Şah Budak, Yunus Han tarafından öldürüldü. Dağılan Özbekler Şah Budak�ın oğlu Muhammed Şeybek�in (Şeybani) etrafında toplandılar. Bu tarihten itibaren Şeybaniler adıyla da anılan Özbekler 1500 yılındaTimuroğulları Devletindeki iç karışıklıktan istifade ederek Buhara�yı zabtedip, Timur Hanedanına son verdiler. Harezm ve Hive�yi ele geçiren Özbekler, Çağatay Hükümdarı Babür�ü mağlup ettiler. Belh, Herat ve Taşkent�i zapteden Özbekler, Orta Asya�nın en güçlü devleti haline geldiler.

Özbekler bir ara Safevilere karşı yenildiler ve bazı bölgeler ellerinden çıktı ise de 1512�de buraları geri aldılar. Özbek hakimiyeti 16. yüzyıl boyunca Maveraünnehr�de devam etti. 1598�de İkinci Abdullah Hanın vefat etmesinden altı ay sonra oğlu Abdülmü�min de kendisine bağlı taraftarlarca öldürülünce, Özbekler ülkesinin hakimiyeti,Şeybanilere akraba olan Canoğullarına (Astırhan Hanları) geçti.

Özbekler on altıncı asır boyunca İran�dakiŞii-Safevilerle devamlı olarak savaştılar. Ehl-i sünnet olanOsmanlılar ve Hindistan�daki Babürlülerle iyi münasebetler kurmaya çalıştılar. 17 ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığının hakimiyeti altında kaldılar. 1740�ta Nadir Şah tarafından Astırhanlar Hanlığı yıkıldı.

Nadir Şahın vefatından sonra, hakimiyet Canoğullarının yerine Mangıthanlar Sülalesine geçti. Bu sülale hakimiyetlerini 1860�a kadar devam ettirdi. 1860�tan itibaren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himayesinde yarı bağımsız olarak devam eden Buhara Hanlığının hakimiyetinde kalan Özbekler, Rusların çeşitli baskıları altında yaşadılar.

Bugün Özbekistan�ın bulunduğu toprakların büyük bir kısmı 19. asırda Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarının idaresi altında bulunuyordu. 1917 Sovyet Devrimi ardından, bölgede Özbeklerin ve diğer Müslümanların hemen hiç söz sahibi olmadığı bir geçici hükümet kuruldu. Aralık 1917�de Hokand�da bir milli kongre toplayan Müslümanların Mustafa Çokayev başkanlığında kurdukları hükumet 1918�de gönderilen Rus askerleri tarafından devrildi.

Darbeden sonra yeni yönetime karşı Basmacı ayaklanması olarak bilinen bir direniş hareketi başladı. Harezm ve Buhara Sovyet Halk Cumhuriyetlerinin kurulması Basmacı Ayaklanmasının yayılmasına sebep oldu. Türkistan Komisyonunun 1922�de başlattığı reformlar neticesinde ayaklanma etkisini kaybetti.

1924�te Orta Asya ve Kazakistan�da sınırları etnik temellerde tekrar belirleyen düzenleme ile Harezm, Buhara ve Türkistan cumhuriyetleri dağıtılarak bölge toprakları Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan arasında paylaştırıldı. Sovyetler Birliğinde 1989�da başlayan yenileşme hareketleri neticesinde, Özbekistan 1991 Ağustosunda bağımsızlığını ilan etti. Daha sonra kurulan Bağımsız Devletler Topluluğuna bağlandı.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

NORVEÇ


Norveç tarihi hakkında yazılmış ilk yazılı dökümanlara göre, ülke topraklarında, 9. yüzyıla kadar, Alman kabilelerinin kurmuş olduğu birçok küçük krallıklar vardı. 872 yılında Kral Harold the Fairhaired, bu krallıkları tek bir Norveç Krallığı altında birleştirdi. O zamanlar ülke, Nortuagua veya Nordveg adıyla bilinirdi.

1000 yılına kadar Norveç'in ilk yerlileri olarak bilinen Vikingler, yaptıkları sağlam gemilerle Avrupa'da birçok yerlere saldırdılar. İnsanların korku içinde yaşamalarına sebep oldular. Gittikleri yere kan, vahşet, ölüm ve korku götürüyorlardı. Fakat çok geçmeden ekonomik sıkıntılar sebepiyle meydana gelen iç çatışmalar, Norveç'i huzursuz bıraktı.

Arkasından 14. yüzyıl başlarında "Kara Ölüm" adını verdikleri veba hastalığı Norveç halkına ölüm ve dehşet getirdi. Hemen hemen nüfusun yarısı bu hastalıktan öldü. Hıristiyanlığın ülkeye girdiği sıralarda, mükemmel olan tarım, ticaret ve denizcilik felce uğradı. Norveçlilerin deniz üstünlüğünün yerini, derin ve acı bir fakirlik aldı.

1397 yılında İsveç, Danimarka ve Norveç, Danimarka Kralı idaresi altında Kalmar birliğini kurdular. 1523'te İsveç bu birlikten ayrıldı. 1814 yılına kadar Danimarka'ya bağlı olarak yaşayan Norveç, 17 mayıs 1814'te Eidsvoll'da bir bağımsızlık deklerasyonu yayınladı. Yeni bir meclis açarak, ilk anayasasını hazırladı. 1905 yılında Danimarkalı Prens Charles'in Norveç Kralı ilan edilmesiyle de, ülke tam bağımsız bir krallık haline geldi.

Norveç Birinci Dünya Savaşı esnasında tarafsızlığını ilan etti. Buna rağmen, savaş boyunca 2000 Norveçli denizci öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Norveç yine tarafsız idi. Fakat Almanlar, 9 Nisan 1940 tarihinde İskandinavya Yarımadasına taarruz etti. Norveç, 1945 yılına kadar Alman işgali altında kaldı. Alman Nazi iktidarı, 35.000 Norveçliyi tevkif etmiş ve 1500'ü aşkın Yahudiyi yerlerinden kovmuştu. Bunun üzerine Norveç, müttefikler tarafında yer aldı. Ülkenin işgali 8 Mayısta Almanların çekilmek zorunda kalmasıyla son buldu. Sürgüne gönderilmiş olan Kral Haakon, ülkesine dönerek tekrar Norveç birliğini sağladı.

Savaşın getirdiği felaketler Norveç'i oldukça yıpratmıştı. Müttefik kuvvetlerin, Alman ordularını mağlup etmesiyle, Alman işgalinden kurtulan Norveç yine müttefik kuvvetlerin dış yardımlarıyla ekonomisini çıkmazdan kurtarabildi. ABD'nin sağladığı 350 milyon dolarlık Marshall Planı yardımı Norveç'i rahatlattı. Batı ve Doğu arasında stratejik bir mevkide yer alması ve Rusların Çekoslovakya'yı işgal etmesi yüzünden 4 Nisan 1949'da NATO'ya katıldı.

1930 yılından beri iktidarda bulunan İşçi Partisi, 1965 yılında anti-sosyalist partilerin koalisyona gitmeleri üzerine düştü. Yerine Merkez Partili Per Borten başkanlığındaki koalisyon hükümeti geldi. 1971 yılında Ortak Pazar üyeliği için ortaya çıkan meseleler sebepiyle bu hükümet de düştü. 1972 de yapılan halk oylaması neticesinde Ortak Pazar üyeliği, %47 kabule karşılık %53 hayır oyu ile reddedildi.

1981 seçimlerinde anti-sosyalist iktidar, ezici bir üstünlükle tekrar hükümet oldu. Yeni hükümet, Muhafazakar Parti liderliğinde ülke yönetimini ele aldı. 1985 seçimlerini İşçi Partisi kazanarak Brundtland başbakan oldu. 1989 seçimlerinde İşçi Partisinin oy kaybetmesi üzerine Brundtland 1989 Eylülünde başbakanlıktan çekildi. Muhafazakar Parti başkanı Jan Peder Syse başkanlığında azınlık hükümeti kuruldu.

1990'da Norveç'in Avrupa topluluklarıyla münasebetlerinin geleceği konusunda Muhafazakar Parti kendi içinde anlaşmazlığa düşmesi üzerine hükümet istifa etti. Yerine yeniden İşçi Partisi azınlık hükümeti kurdu. Ülkenin çok sevlien kralı V. Olav'ın 17 Ocak 1991'de ölümü üzerine tahta oğlu V Harold geçti. Hükümet 1992'de Avrupa Ekonomik Alanına katılma anlaşması imzaladı. Arkasından parlemantoda onaylanan kararla hükümet AT'ye üyelik başvurusunda bulundu.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

NİJERYA


Bugünkü Nijerya topraklarında ilk yaşayanların, milattan 700 yıl öncesine rastladığı tahmin edilmekte, fakat bunların kimler olduğu hakkında kesin bir hükme varılamamaktadır. Nijerya�nın tarihini, Arapça yazılmış kayıtlara dayalı olarak, kuzey bölgelerde 9. yüzyıl başlarında kurulmuş, Konem-Boru ve batı bölgelerde de yedi Hausa şehir devletleriyle başlatmak mümkündür.

On ikinci yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanmış Yoruba veIfe krallıkları, 14. yüzyıldan itibaren kıtayı aydınlatmaya başlayan İslam ışıklarıyla eriyip gitmişlerdir. İslamiyetin yayılmasıyla, mevcut şehir devletleri ve birçok kabile Müslümanlıkla şereflenmişlerdir. Buna göre Kuzey Nijerya tamamen İslamlaşmış ve geri kalan bölgeler de İslamiyetin nüfuzu altına girmişti.

Nijerya�ya ilk olarak 15. yüzyılda Avrupa sömürgeciliğini ve zulmünü getirenler, Portekiz ve İngiliz esir tüccarı denizciler olmuştur. Bir yanda doğudan parlayan İslam güneşi köleliği önleyici, eritici ışıklarıyla Afrikalılara hayat getirirken, diğer yanda bozulmuş dinlerinin taassubu ve maddi hırslarla dolmuş Avrupalılar, Nijerya�nın zenci insanlarını esir yapıyor ve satıyordu. Böylece, Avrupalıların işgalleriyle Atlantik esir ticareti başlamıştı. 350 yıl kadar süren bu vahşet, 20.000.000 Nijeryalı�nın esir olarak satılmasıyla Avrupa tarihinde kara bir leke olarak kalmıştır.

İngiltere, 19. yüzyıl başlarından itibaren, Nijerya içişlerine karışmaya başladı. İlk olarak Lagos, 1861 yılında bir İngiliz kolonisi haline geldi. 1885�te Gine Körfezi civarı, İngiltere�nin himayesine girdi. Bundan sonra İngiltere, Nijerya�yı iki himaye bölgesine ayırdı. İkisini birden bir vali yönetiminde tuttu. Birinci Dünya Savaşından sonra başlayan milliyetçilik hareketleri, Nijeryalılar arasında yabancılara karşı isyan etme ve bağımsızlığı elde etme düşüncesini getirdi.

1950 yılında, idare gücünü, merkezi otoriteyle üç ayrı bölgenin meclisleri arasında paylaştıran yeni bir federal sistem getirildi. 1954 yılında ilan edilen anayasa, kuzey, batı ve doğu bölgeleri güçlü bir merkezi hükümete bağlı olarak, Nijeryalılara sahip oldukları kanuni hakları verdi.

İngiltere, iş başına kendi çıkarlarını koruyacak bir hükümeti getirmeyi planlıyordu. Ülkede üç büyük parti kuruldu ve 1959 yılında seçimler yapıldı. Bu seçimlerde kuzey bölgenin Nijerya Halkları Kongresi (NPC) kazandı ve parti lideri Ebubekir Tafawa Balewa başbakan oldu. Müslümanların çoğunlukta olduğu kuzey bölge iktidara gelince, ilk iş olarak 1960 yılında bağımsızlığı elde etti.

Nijerya bundan sonra 1963 yılında Cumhuriyeti ilan etti ve akabinde 1965 yılında yeni seçimler yapıldı. Fakat bundan sonra Nijerya�da iç karışıklıklar başladı. 30 Mayıs 1967�de Doğu Bölgesi Biafra Cumhuriyeti adıyla isyan ettiyse de, Nijerya hükümeti dış güçlerin yardımıyla bu isyanı bastırdı. Fakat bu iç harp 30 aydan fazla sürdü ve 20. yüzyılın en kanlı ve korkunç çatışmalarından biri oldu. Biafra bölgesi binlerce ölü ve birçok harap olmuş binayla doldu.

1970 yılından sonra olay yatıştı ve bu arada bulunan petrol yatakları Nijerya�nın hayatını değiştirdi. 29 Haziran 1975�te General Muhammed yeni bir askeri darbeyle iş başına geldi. Çok geçmeden 1976�da yapılan üçüncü ihtilal teşebbüsü başarısızlıkla bitti. Fakat, General Muhammed öldürüldü ve yerine, yardımcısı General Olesegun Obasanjo geçti. General İbrahim Babangida devlet başkanı olup, askeri bir rejim kuruldu.

Bundan sonra NijeryaFederal Hükümeti, petrol gelirlerinin getirdiği refah düzeyi ile iç olayları önlemeye başladı ve bugün için Nijerya Afrika�nın en gelişmiş ülkelerinden biri haline geldi. 4 Temmuz 1992�de seçimlerle tekrar demokratik düzene geçilmeye ilk adım atıldı. Sivil yönetime geçiş tarihi olarak çeşitli zamanlar belirlendi ise de en son olarak 27 Ağustos 1993�e ertelendi.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

MOĞOLİSTAN


Moğolistan'da yaşayan Proto-Moğolları ve Tunguzları; Türklerin kurduğu büyük Hun İmparatorluğu birleştirdi. Miladdan önce 3. yüzyıldan itibaren bölge Türklerin hakimiyetine geçti. On üçüncü yüzyılın başına kadar; Büyük Hun İmparatorluğu, Göktürk, Uygur, Karakutay devletleri hakim oldu. Cengiz Hanın birleştirip teşkilatlandırdığı kabilelerle, 1205'te Moğolistan'da ilk Moğol Devleti kuruldu.

Cengiz Han, 1227'de ölünce Moğol İmparatorluğu oğulları arasında bölüşüldü. Moğolistan'a Ögedey ve Toluy'un neslinden hanlar, 1634 yılına kadar hakim oldu. 1634'te Mançu Hanedanının hakimiyetine geçti. On yedinci yüzyılda Çarlık Rusyası, bölgeyi kontrolüne almak için teşebbüslere başladı. On sekizinci yüzyılda Moğolistan'da Rus ve Çin yanlılarının mücadelesi başladı.

Moğol prenseslerinin Çinliler gibi yaşaması Moğolistan'da milliyetçilik akımının başlamasına sebep oldu. Katolik misyonerlerinin faaliyetleriyle Moğolistan'da Hıristiyanlaşma başladı. Misyonerler Uzak Doğu'da dayanak noktası elde etmek ümidiyle Moğolistan'ın istiklalini müdafaa ettiler. İstiklal fikri yayıldı. Yirminci yüzyılda.

1912'de Çin'de Mançu hanedanının yıkılmasıyla Moğol prensleri Rusların da yardımıyla Moğolistan'ın istiklalini ilan ettiler. Çinlilerle mücadeleye girişen Moğolistanlılar, 1915'te Çin'e de istiklallerini tanıttılar. Çin-Japon savaşında Moğolistan'da yeraltı faaliyetiyle komünist hareket başlatıldı. Japonya'nın Kuzey Çin'e girmesiyle 1935-1937'de Moğolistan da işgale uğrayarak, mahalli muhtar bölgeler kuruldu.

1945'te İkinci Dünya Savaşınin bitmesiyle ülkedeki istiklal yanlısı teşkilatlar faaliyetlerini komünizm paralelinde devam ettirdiler. Komünizme karşı mücadele eden teşkilatların zayıflatılmasıyla İç Moğolistan, Çin'in hakimiyetinde muhtar hale getirildi. İkinci Dünya Savaşından sonra dış Moğolistan'da, ABD ve İngiltere'nin tavsiyesiyle, Moğolistan Halk Cumhuriyeti kuruldu.

20 Ekim 1945'te referandumla istiklalini ilan eden Moğolistan, önce Milliyetçi Çin tarafından tanındı. 1946'da Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği aralarında ittifak imzalandı. 1961'de Birleşmiş Milletler Teşkilatına kabul edildi.

Sovyetler Birliğindeki ve Doğu Avrupa'daki komünist yönetimlerinin çöküşü komünizmle idare edilen Moğolistan'ı da etkiledi. 1990'da çok partili sisteme geçilerek; ekonomik, sosyal ve siyasal reformlar yapıldı. Temmuz 1990 ilk çok partili seçimler yapıldı. Moğolistan'da bulunan Rus birlikleri yapılan anlaşma sonucu geri çekildi.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

MEKSİKA


Meksika, Kuzey Amerika�da tarihi çok öncelere dayanan tek ülkedir. M.Ö. birinci yüzyıla doğru körfez bölgesi, Oaxaca, merkezi yayla, çok gelişmiş bir kültür ve sanata şahit oldular. Bu durum eski Maya İmparatorluğunun doğuşuna tesir etti. Bu imparatorluk, 4. yüzyılda tarih sahnesine çıkarak yedinci asırdan sekizinci asır sonuna kadar, Yucatan�dan Guatemala�ya kadar genişledi.

Aynı dönemde birinci ve dokuzuncu yüzyıl arasında ekonomik ve sosyal yönden Mayalar derecesinde teşkilatlanmış çeşitli medeniyetler, Oaxaca da, merkezi yaylada ve körfez kıyısında geliştiler. Bunlara klasik medeniyetler adı verilir.

Sonra, 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar gelişen Tula Toltekleri ortaya çıktı. Fakat bunların medeniyeti yeni kabilelerin tesiri altında değişikliğe uğradı. 987 yılında Maya-Toltek karışımı yeni bir medeniyetin doğmasına sebep olan, yeni Maya İmparatorluğu kuruldu. Aynı dönemlerde kuzey kabileleri yayla üzerine yerleşerek şehir hayatına geçtiler.

Aztlan�dan gelen Mexica kabileleri 1325�te Tenochtitlon (Mexico) şehrini kurarak, 50 yıl sonra ilk hükümdarlarını seçtiler. Aztekler, kabileler arası rekabetten faydalanarak 1430�dan 1521�e kadar genişleyen büyük bir imparatorluk kurdular. Sadece Michoacan Taraskları önünde başarısızlığa uğrayan Aztekler; Totonaktası, Zopatekleri ve Mikstekleri hakimiyeti altına aldılar.

İspanyollar ülkeyi ele geçirmek için, Azteklere karşı duyulan kinden faydalandılar. 1519�da İspanyollar, Cortès komutasında çıkarma yaptılar ve Veracruz şehrini kurdular. Meksika, 1535�te İspanyanın genel valiliği haline geldi. İspanyol istilası, kuzeye ve güneye doğru uzanarak 17. asır sonuna kadar, devam etti. Ekseriya acımasız olan Hıristiyanlaştırma geleneksel dinlerle mücadele etti ve yerli medeniyet yok edildi.

1571�de Mexico�da engizisyon kuruldu. 1519�larda kesin olarak bilinmemekle beraber, 25 milyon olduğu tahmin edilen yerli nüfus, 1650�ye doğru 1.500.000�e düştü. Ekonomik reformlara rağmen İspanyol idaresi, yerliler ve melezler kadar beyazlar için de dayanılmaz bir hale geldi. 1810�da İspanyolları ülkelerinden kovmak için harekete geçtiler. 11 yıl süren bir bağımsızlık savaşı sonunda, 1821�de Kral Naibine Cordoba Antlaşması imzalatıldı. 1824�te bağımsızlık ilan edildi.

Bağımsızlığı, iç ve dış savaşların sebep olduğu yarım yüzyıllık karışıklıklar dönemi takip etti. Santa Anna�nın diktatörlüğü esnasında yapılan ABD ile savaş sonucunda, 1848 Guadalupe Antlaşması ile New Mexico, Teksas, Kaliforniya kaybedildi. 1855�te liberaller başarı kazandı. Bir iç savaş sonunda Juarez muhafazakarları kazandı, fakat bunlar dış borçları tehir etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Fransa, İngiltere ve İspanya askeri müdahalede bulundu. Juarez�in tekliflerini, Latin Amerika�da Fransa yararına Katolik bir imparatorluk kurmak isteyen Üçüncü Napolyon reddetti ve Meksika�yı istila etti.

Juarez�in başkanlığından sonraki Porfino Diaz�ın uzun diktatörlüğü sırasında (1876-1911) ekonomi, sosyal adaletsizlik ve yerli köylülerin sömürülmesi pahasına gelişti. Diaz�ı düşüren liberal Madero, ihtilalci halk akımlarını bastıramadı ve 1913�te katledildi. Carranza karışıklıklar ortasında 1917 anayasasını kabul ettirdi ve halka yönelik bir siyaset takip etti.

Obrago�nun başkanlığında (1920-1924) tarım reformunun uygulanması başladı. Bunun bir katolik tarafından katledilmesi ve şiddetli Katolik direnişi sonucunda, kiliseye karşı son derece katı ve bazan öldürücü bir siyaset başladı. Lazoro Cardenasi, Başkanlığı (1934-1940) sırasında dini mücadeleleri yatıştırarak modernleşme politikası takip etti. İkinci Dünya Savaşından sonra sanayileşmeye büyük önem verildi.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

MACARİSTAN


Eski kaynaklarda Macaristan'dan Panonya diye bahsedilmektedir. Macaristan'ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi, coğrafi yer itibariyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilaların, akınların mecburi geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler'in, sonra Daklar'ın istila ettiği Panonya, M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü.

Panonya 4. asırda Attila idaresindeki Hunların, 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilasına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa'ya hakim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769'da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri, böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular.

1869 yılında Urallar'ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup, Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek, Karpatlar ve Tuna havzasını işgal ettiler. Macarlar'ın asli unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar, Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler.

Moğol istilasına kadar Macaristan'da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettiren Arpatlar, Prens Geza zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen, Macaristan'da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Mesela, tyuk, (tavuk), birska (bıçak), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), borju (buzağı), sator (çadır) gibi daha pek çok kelime, Macarların Türk asıllı olduklarını bariz bir şekilde göstermektedir.

Moğol istilasından sonra Arpat Hanedanının yerine, yabancı soydan gelen Anju Hanedanı geçti. 1787'den itibaren Macaristan'da idareyi ele alan Sigismund ile beraber bazı fasılalar olmasına rağmen Macar Halkı, Alman asıllı krallarca idare edildi. Macarlar, Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396'da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler.

Niğbolu önlerinde Yıldırım Bayezid Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra, devamlı surette, bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütuhatını engellemeye çalıştılar. 1526'da Mohaç'ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hakimiyeti altına girmişse de bu hakimiyet tam olarak kurulmayıp, Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tabiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya'ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya'da kaldı. Zapolya'nın ölümüyle halefi ve varisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince, Osmanlılar Avusturya'ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için, Macaristan'ın tamamı Osmanlı eyaleti haline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.

Macaristan 1699'daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan'daki hakimiyet devirleri, bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesileler ile bunun ifade edildiği tam bir huzur, sükun, adalet ve imar devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pek çok eserler büyük bir yekun teşkil etmekte olup, Macaristan'ın Avusturya idaresine düştüğü zaman yapılan tahribata rağmen bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.

O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa'da, Macaristan başta olmak üzere, Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münasebetleri sosyal ve iktisadi, her alanda gelişti ve Macaristan'da Osmanlı kıyafetleri giymek moda oldu. 1604'teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak, Osmanlı Devletine tabi olmak üzereMacarlara verildi.

Macaristan 1689'da Avusturya'nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684'te İmre Thököly'nin, 1703-1711'de Ferenc Rakoczi'nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile beraber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit'te, Rakoczi Tekirdağ'da ölene kadar misafir muamelesi gördüler.

150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti, Tekirdağ'a yerleştirilen mültecilere verilen araziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi'nin arkadaşı Kelemen Mikos'un yazdığı ve mültecilerin hayatını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar tarihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır.

Ferenc Rakoczi'nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya'nın yarı kolonisi haline geldi ve bugüne kadar, Osmanlı hakimiyetindeki hürriyetini, iki dünya savaşı arasındaki devir hariç bir daha göremedi. 1785'te Almanca resmi dil olarak kabul edilip, Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği ilan edildi.

1848'de Lajos Kossuth'un bağımsızlık hareketi Rusya'nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı, ancak 1876'da Macaristan,Avusturya sınırları içinde federatif bir devlet haline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu.

Avusturya, 1914'te Birinci Dünya Savaşına girince Macaristan da katılmak mecburiyetinde kaldı. Ancak Avusturya'nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhuriyet ilan olundu. 1919'da bastırılan Bela-Kun idaresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920'de kral naipliğine getirildi. Macaristan, 1920'de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini, nüfusunun beşte birini kaybetti.

İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası'na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941'de Almanya ile beraber Rusya'ya karşı İkinci Dünya Savaşına girdi. Ancak 1944'te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan'ı işgal ettirdi. Amiral Horty'nin Macaristan'da yirmi dört yıllık idaresi sona erip, yerine Szalas getirildi.

Szalas'ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan'ı işgaline yol açtı. 4 Şubat'ta cumhuriyet ilan edildi ve aynı sene madenler, ağır sanayi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arazi, sahiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı.

Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953'te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy'ı başa getirerek yumuşama politikası takip etmeye başladılar. İmre Nagy'ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955'te görevden alınınca Macaristan'da muhalefet çok büyük oldu. 1956'da tekrar hükumetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine "artık yoldaş değiliz" diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan'ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956'da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov'a bildirdi.

"Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!" (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücadelesi, 4 Kasım'da Budapeşte'ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı'ya iltica ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958'de idam edildi. 1989'da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidara geçtiler.
 
---> Ülkelerin Tarih'leri

LÜBNAN


Lübnan'ın en eski tarihi Fenikeliler'le başlar. Fenikeliler'den sonra Lübnan'a sırasıyla Âsurlular, Yeni Babilliler, Persler, Makedonyalılar ve Romalılar sahip oldular. Hazret-i Ömer zamanında, 643 yılından itibaren Suriye'nin fethi için gönderilen İslam orduları, aynı tarihlerde Lübnan'ı da fethetti. Bu arada Suriye'den göç eden Maruni Arapları, Lübnan Dağlarının kuzey bölgelerine yerleştiler. Bugünkü iç karışıklıkların sebepi olan Dürziler ise on birinci yüzyılda güneyden Lübnan'a girdiler.

Lübnan daha sonra Haçlı saldırılarına maruz kaldı ve birçok küçük Haçlı devletçikleri kuruldu. Bunlar da Memlukler zamanında özellikle Baybars ve Kalavun dönemlerinde temizlendi. Osmanlı Devletinin ilk olarak Müslümanların halifesi unvanına da sahip olan padişahı Yavuz Sultan Selim Han, 1516 ve 1517'deki Mısır Seferi sırasında Memlük Devletine son vermiş ve Lübnan'ı da Osmanlı sancağı yapmıştı.

Osmanlı adalet ve idaresindeki Lübnan, özel bir statüye sahipti. Otonom idare sistemiyle yönetilirdi ve ayrı bir vergi (haraç) sistemine tabiydi. Dolayısıyla Lübnan, refah seviyesi yüksek, türlü kolaylıklara sahip ve harplerden uzak bir halde sakin bir sancaktı. Komşu bölgelerin insanları akın akın Lübnan'a göç ederek nüfusu arttırmaya başladı. Bu kadar rahatlığa rağmen Fakreddin Maan adlı bir Dürzi yönetiminde iken, Osmanlı Devletiyle münasebetleri bozuldu. Maan, 1613'te Osmanlı ordusunun korkusuyla İtalya'ya kaçtıysa da 1618'de geri döndü. Mısır'a kadar sınırlarını genişletti. Nihayet 1633'te gerekli cezası verildi.

1799'da Napolyon'a karşı Akka'da, Lübnan idarecilerinden olan Başir-II muharebe ederek Fransızlar bozguna uğratıldı. Lübnan tam 402 yıl Osmanlı idaresi altında kaldı. Son dönemlere doğru Lübnan'da sayıları artan Dürzi ve Maruniler, isyanlar çıkarmaya başlamıştı. Fransızlar Marunileri, İngilizler ise Dürzileri destekliyorlardı. Nihayet Birinci Cihan savaşı sonunda Lübnan, Fransız mandası altına girdi. 1926'da çıkan Dürzi Atraş Paşa isyanı büyük bir katliam sonucu bastırıldı.

Kıtalara hakim Osmanlı Devleti yıkılınca, bütün bölgelerde olduğu gibi Lübnan'da da idari sistem tamamen bozularak karışıklıklar arttı. Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında Osmanlı Devletinin en büyük ve en gelişmiş şehirlerinden biri olan Beyrut, savaş alanına döndü. 1941'de Fransa mandası altında bağımsız oldu. 1943'te manda da kaldırıldı, seçimler yapıldı. Hükumet ve idari sistemde dinlerin eşit etkisi esas olmak üzere hazırlanan Milli Pakt (1943'te) kabul edildi.

Buna göre, Lübnan batı ile dost olan Arap Birliği üyesi bir devlet oluyordu. 1945'te Birleşmiş Milletlere katıldı. Arap-İsrail savaşında,Arap devletleri safında İsrail'e taarruz etti. Savaşın sonunda yurtsuz kalan 400.000 Filistinli, Güney Lübnan'da mülteci kamplarına alındı. Bugün dış güçlerin müdahalesi ile Lübnan iç savaşı, tedavisi mümkün olmayan kangren haline gelmiştir. 1975'ten bu yana iç savaş muhtelif şekiller değiştirerek devam etmektedir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst