Üç Oğul Masalı

ashli

Bayan Üye
...Üç Oğul...


Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Çok eskiden kadının üç oğlu varmış. Bu kadın çok sevdiği kocasını yitirmiş. Kocasından kalan azıcık para kısa zamanda tükenmiş.

Kadıncağız üç oğluyla birlikte yoksulluk içinde yaşamaya başlamış.

Yoksullukları, açlık sınırına dayanınca kadın çaresiz kalmış. Üç oğlunu yanına çağırarak:

- Artık büyüdünüz, çalışıp para kazanmalısınız. Elde avuçtaki tükendi. Evde ne para, ne de yiyecek kalmadı. Gidip birer iş bularak çalışın. Ben de çamaşır yıkayarak para kazanmaya çalışacağım.

Üç kardeş, hiç zaman yitirmeden yola çıkmışlar. Yanlarına kuru ekmek, peynir almışlar.

Analarıyla vedalaşıp yola çıkmışlar. Öğleye kadar hiç durmadan yol almışlar. Öğleyin bir su başında mola vermişler.

Büyük kardeş:

- Yolumuz uzun, yiyeceklerimizi dikkatli tüketmeliyiz. Önce birimizin heybesindeki yiyecekleri yiyelim. Öteki torbalardaki yiyecekleri de sonra yeriz.

Kardeşleri onun bu önerisini kabul etmişler.

Büyük kardeş:

- Önce senin torbandakileri yiyelim, diyerek en küçük kardeşine selenmiş.

Böylece en küçük kardeşin heybesindeki yiyecekleri yemişler.

Karınlarını doyurduktan sonra biraz kestirmişler. Sonra yeniden yola koyulmuşlar.

Akşama değin hiç durmadan yol almışlar. Hava kararmak üzereyken yine mola vermişler.

Küçük kardeş:

- Yemek yemeyecek miyiz?çok acıktım. Biriniz heybesini açsın da karnımızı doyuralım, demiş.

En büyük ağabey:

- Olmaz öyle şey. Bizim heybemize çok az yiyecek koymuş annem. Onları seninle paylaşırsak sonra bize yetmez.

Küçük oğlan, ağabeyinin yaptığına çok içerlemiş. Ama, hiç sesini çıkarmamış. Bir süre sonra yeniden yola koyulmuşlar.

Ormanın kenarından geçerken küçük oğlan gözüne ilişen bir elma ağacını göstererek:

- Ben elma toplayıp yiyeceğim, burada bekleyin. Size de elma vereceğim, demiş.

Küçük kardeş ağaca tırmanmış, üç tane elma yemiş. Heybesine de kımızı elmalarla doldurmuş.

Sonra ağabeylerine seslenmiş:

- Aşağıya elma atacağım! Diye seslenmiş.

Bir karşılık alamayınca, eğilip aşağıya bakmış. Ağabeylerinin olmadığını fark etmiş.

Küçük kardeş çok üzgünmüş. Ağabeylerinin kendisini bırakıp kaçtıklarını anlamış.

Ağaçtan inerek yola koyulmuş. Ağabeylerinin yaptığına bir türlü akıl erdiremiyormuş. Kendi kendine:

- Neden bana bu kötülüğü yaptılar, diyerek yoluna devam ediyormuş.

Gece yarısı olmak üzereyken daha fazla yürümeyeceğini anlamış. Geceyi geçirebileceği kuytu bir köşe ararken uzaklarda bir ışık gözüne ilişmiş. Bu ışığın bir evden süzüldüğünü düşünerek ışığa doğru yürümeye başlamış.

Işığa doğru giden yol, dikenli çalılarla kaplıymış. Delikanlının elleri, ayakları çizilip kanamaya başlamış. Üstü başı parçalanmış.

Delikanlı ışığa yaklaştıkça ışık büyüyormuş. Sonunda büyük bir köşke varmış. İçinden ışık süzülen bu köşkün kapısı açıkmış. Delikanlı şaşkınlıkla içeri girmiş.

Bir köşedeki ocak gürül gürül yanıyormuş. Ocağın üzerindeki tencere, fokur fokur kaynıyormuş.
Bir köşede, bir adam boyunda onlarca ekmek duruyormuş.

Delikanlı, bu yapının devin köşkü olduğunu anlamakta gecikmemiş. Korkuyla titreyerek bir köşeye gizlenmiş. Bakmış ki gelen giden yok, tencereye doğru yaklaşmış. Koca kepçeyi güçlükle tencereye daldırmış. Kepçeye dolan sıcacık etleri bir tabağa doldurmuş. Bir parça da ekmek kopararak karnını doyurmuş.

Yemeğini bitirdikten sonra bir köşedeki dolabın içine girmiş. Anahtar deliğine gözünü uydurarak dışarısını gözlemeye başlamış.

Karnı doyup da sıcacık bir köşeye büzülen delikanlı, esnemeye başlamış. Uyku iyiden iyiye bastırmış. Tam bu sırada, birtakım gürültüler işitmiş. Anahtar deliğinden odayı gözlemeye başlamış.

Derken yeri göğü inleterek gelen yirmi devin odaya girdiğini görmüş. Yeniden korkuyla titremiş.

Devler, ocaktaki tencereyi indirip masanın üstüne koymuşlar. Dolaptan ekmekleri alarak karınlarını doyurmuşlar.

Sonra da kendi aralarında söyleşmeye başlamışlar.

İçlerinden biri:

- Bugün ilginç bir şey öğrendim. Şu mor dağın tepesindeki ağacın altında bir tavşan yaşarmış. Bir insanoğlu tavşanı korkutup kaçırabilirse, ağacın altında bir hazine sandığı belirirmiş. Ancak biz devler yapamazmışız.

Bu sözleri işiten devler homurdanmışlar. İnsanoğlu olmadıkları için sızlanmışlar.

Başka bir dev sözü almış:

- Bugün ben de ilginç bir şey öğrendim. Mavi dağın arkasında köyde yoksul bir değirmenci yaşarmış. Değirmenci bu taşı kırarsa, taşın yerine altın sandığı oluşurmuş.

Bu sözleri işiten devler, yine homurdanmışlar. İçlerinden biri,

- Bu da bize göre bir iş değil. Bunu ancak bir insanoğlu yapabilir, demiş.

Başka bir dev anlatmaya başlamış:

- Ben de bir şey öğrendim: Peri padişahının güzeller güzeli kızının gözleri görmüyormuş. Yıllarda beri onun gözlerinin görmesi için padişahın denemediği yol kalmamış. Ülkedeki tüm doktorlar onu tedavi etmiş. Ancak kızın görmesini sağlayamamışlar. Oysa sultanın görebilmesini sağlamanın bir kolayı varmış. Eğer sultanın gözleri kuru çam yapraklarıyla ovalanacak olursa, hemen açılırmış.

Devler yine homurdanmışlar.

- Bu işi de biz yapamayız, demişler. Sultan bizi görünce, değil yeniden görmek, korkudan dili de tutulur. Hem koca parmaklarımızla onun gözünü nasıl ovuştururuz?

Bir süre sonra, devler derin bir uykuya dalmışlar.

Delikanlı, korkudan titreyerek dolaptan çıkmış. Devlerin yanından geçerken onlara değmemek için ter döküyormuş.

Delikanlı dışarı çıkar çıkmaz rahat bir soluk almış. Sabaha kadar durmadan yürümüş. Güneş doğmak üzereyken mor dağa varmış. Aramış taramış, dağın tepesindeki ağacı bulmuş.

Tavşan, ağacın altında uyuyormuş. Delikanlı usul usul yaklaşmış. Hiçbir gürültüden korkmayan tavşan, delikanlının usulca yaklaşmasından ürkmüş. Korkuyla kaçarak bir deliğe girmiş.

O anda ağacın altında bir sandık dolusu hazine belirmiş. Delikanlı hazineyi alarak yoluna devam etmiş.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Sırtında taşıdığı ağır sandıkla güçlükle ilerliyormuş. Sonunda mavi dağın arkasındaki değirmene ulaşmış.

Yoksul değirmenci bir köşede uyukluyormuş. Bizim delikanlı onu uyandırmış, onda bir lokma yiyecek istemiş.

İyi yürekli değirmenci, kalan son yiyeceğini delikanlıya vermiş.

Delikanlı ona:

- İstersen, zengin olmanı sağlayabilirim, demiş.

Değirmenci, delikanlının sözlerinden bir şey anlamamış. Bunun üzerine delikanlı anlatısını sürdürmüş:

- Eline bir balta alıp değirmen taşını parçala, demiş.

Değirmenci, çok şaşırmış. Bu değirmen onun tek geçim kaynağıymış.

Bunun üzerine delikanlı bu yoksul değirmenciye bir kese altın vermiş.

- Eğer sözüm doğru çıkmazsa bu altından yeni bir değirmen alırsın, demiş.

Yoksulluktan usanan değirmenci delikanlıya inanmış. “Bir umut” diyerek baltayı kapmış. Bir vuruşta değirmen taşını parçalamış.

Değirmen taşının parçalanmasıyla birlikte yerde binbir çeşit mücevherle dolu bir sandık belirmiş.

Değirmenci sevinçten hoplayıp zıplamaya başlamış. Delikanlının boynuna sarılmış, ona övgü dolu sözler yağdırmış.

Değirmenci; bu hazineyi delikanlıyla paylaşmak istemiş. Ancak delikanlı bunu kabul etmemiş. “Ben yeterince zenginim!” diyerek sırtında taşıdığı hazine sandığını göstermiş.

Bunun üzerine değirmenci atlı arabasını delikanlıya armağan etmiş. Delikanlı artık rahatlıkla yol alabilecek, yükünü yorulmadan taşıyabilecekmiş.

O gece delikanlı güzel bir uyku çekmiş. Sabahleyin de değirmenciye veda ederek oradan ayrılmış.

Ertesi gün, atlı arabasına binerek yeniden yola çıkmış. Bu kez peri padişahının sarayına gidiyormuş.

Günlerce durup dinlenmeden yol almış. Sonunda peri padişahının ülkesine varmış.

Önce gidip bir hana yerleşmiş. Çarşıdan şık giysiler satın almış. Hazine sandığını odasındaki güvenli bir yere gizlemiş. Hamama giderek güzelce yıkanmış. Yeni giysilerini giyerek sarayın yolunu tutmuş.

Saraya vardığında yolunu kesen görevlilere:

- Ben hekimim, sultanın gözlerini iyileştirmek için geldim, demiş.

Görevliler, bu haberi padişaha ulaştırmış. Padişah, delikanlıyı hemen huzuruna çağırtmış.

Padişah:

- Sevgili kızımın gözleri görmüyor. Onun yeniden görmesi için denemediğim yol kalmadı. Eğer sen de kızımın gözlerini açamazsan öbürleri gibi zindana girersin! Demiş. Delikanlı bu sözlere aldırış etmemiş.

- Kızının gözlerini bir dakika içinde açamazsam, beni zindana atınız! Demiş.

Padişah, delikanlıyı kızının odasına götürmüş.

Delikanlı sultanın yanına varınca:

- Az sonra gözleriniz g örecek sultanım, demiş!

Sultan, bu tür sözleri işittiği için hiç aldırış etmemiş.

Sessizce beklemeye başlamış.

Delikanlı, saraya gelirken yerlerden topladığı kuru çam yapraklarını cebinden çıkarmış. Bu yapraklarla genç sultanın gözlerini ovuşturmuş.

Bir dakika sonra, sultanın gözleri açılmış. Artık her şeyi kusursuz olarak görebiliyormuş.

Sultan gözlerini açar açmaz çığlık çığlığa bağırmış:

- Anneciğim, babacığım! Koşun! Görüyorum!

Padişah ve eşi sultan, kızlarının artık görebildiğini anlayınca sevinçten ağlamaya başlamışlar.

Padişah, delikanlıya:

- Ellerin dert görmesin! Senin yardımınla kızım sağlığına kavuştu. Dile benden ne dilersen! Demiş.

Delikanlı:

- Hiçbir şey istemem, diye yanıt vermiş.

Delikanlıyı çok seven padişah da:

- Damadım olmanı çok isterim, demiş. Sultan sultana görür görmez aşık olan delikanlı, bu öneriyi hemen kabul etmiş. Kırk gün kırk gece süren muhteşem bir düğünle sultanla evlenmiş.

Delikanlı, eşi sultanla birlikte sarayda mutlu bir yaşam sürmeye başlamış.

Delikanlı, bir gün saraydaki odasında pencereden bakıyormuş.bu sırada, uzaklardan perişan bir halde iki gencin saraya doğru geldiğini görmüş.

Delikanlı, bunların iki ağabeyi olduğunu anlamakta gecikmemiş. Bir görevliyi çağırarak, sarayın kapısında duran iki yabancıyı yanına getirmelerini söylemiş.

Derbeder giyimli, saçı sakalı birbirine karışmış iki adam korkarak görevliyi izlemişler.

Delikanlı bunlara:

- Nereden gelip nereye gidersiniz, diye sormuş.

Ağabeyleri başlarından geçenleri anlatmışlar.

Delikanlı, ipekli elbiseler içinde olduğu için ağabeyleri onu tanımamışlar. Ancak o kendisini tanıtınca, ağabeyleri şaşkınlıkla kardeşlerinden boyuna sarılmışlar.

Delikanlı, ağabeylerinin aylardır aç sefil yaşadığını öğrenince çok üzülmüş. Ancak onların yaptığı kötülükleri de hiç unutamayacakmış.

Delikanlı iki ağabeyine şık giysiler giydirmiş, onları sarayda konuk etmiş. Onlara başından geçen her şeyi anlatmış. Küçük kardeşinin başarılarından kıskançlıkla kıvranan iki ağabeyi, bir süre sonra yola çıkmış. Ülkelerine döndüklerini söylemişler ama gerçekte devlerin konağına gideceklermiş. Küçük kardeşleri gibi değerli bilgiler edinerek zengin olacaklarmış. Sonunda devlerin konağına varmışlar. Ancak öylesine dikkatsizlermiş ki devler bunları yakalayıp bir lokmada yutmuş.

Delikanlı bir daha ağabeylerini hiç görmemiş. Ancak bir gün, yoksul anacığının hasretine daha fazla dayanamayacağını anlamış. Eşi sultanı da yanına alarak, sarayın atlı arlı arabalarıyla yola çıkmış. Anasının yoksul kulübesine varmış. Kadıncağız, oğlunu saraylı giysileri içinde, sultanla evli görünce çok sevinmiş. Onları iki gün boyunca yoksul evinde konuk etmiş. Delikanlı, saraya geri dönerken anasını da yanında götürmüş. Yoksul kadın da oğlu ve geliniyle birlikte sarayda yaşamaya başlamış.

Onlar ermiş muradına, darısı sizin başınıza.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst