Ya zamana akmalı ya da içerikli bir kitaba…
Düşüncelerinin yanında bir koca bardak suyla nereye kadar taze kalır benlik? Korkup ta kaçmaz mı ürkek duygular?
Dar boğazım geçit verme içmesin damarlarım bu beni! Ulaşılmaya alışkın bedenim yüz üstü çöreklensin ağır ağır…
İki heceli kelimeler gibi ezik dolansın ruhum meydanlarda… Dilime bir ayraç gözüme görmemezlik eşkâlimi çizsin kara kalem! Dar koridorlara mesken olmuşken uzak diyarları düşlemek yasak olsun. İş görmez raporu asılsın boynuma! Sarıp sarmalayıp iç burkulmalarımı tahlil etsinler kaç beni yenilemiş bu hücreler? Üstü kapalı derlesinler ruhumu bir bilen çıksın içinizden haykırsın “susun” diye… Başınızda yemen işi örtülerle dolanırken onca rengi taşımak yormaz. Bu esereklinin ipe asılı elbiseleri yorar gözünüzü… Oy dert ortağı başım; kaç gökkuşağı gördün de bu renkler ayırt edilemez oldu sende? Daha düğün halaylarına katılmadan tükenmiş sevinçler rüyalardan toplanmış tebessümler… Pembe bir düş gözlüklerden kararmış bakış acım…
Ya zaman yok ise? Kitaba sığınan benliğim sayfa aralarında sıkışmış kalmış. Yazarın süslü lafını kıskanmışım ya da cümle haznesini… Nefsim kol gezer açtığım boşlukta!
“Oysa insan yaşam kadar güzel olmalı der bütün kâhinler sırlar yeşermeli yüreğinde buruk bir ezgiyi yineler gibi sevmeli…”
Sır ekilmişse o koca bahçene avuç avuç yağmurlar döksen de önüne fırtınadan kalanlarla başınasın hep…
Ya düşünür olmak? Deliliğe bir adım… Sorun mu “düşünüyorum” demek? Başı sıkışmış bir insan ellerini görmemeye adamışsa kendini asıl derdi başıyla değil midir? Halini kendisi bile bilmiyor ise kim yar olur yardım isteyen ruhuna?
Ya nefes almayı bilmemezlik? Beynine tanıttığın o sen oksijenle buluşunca çatışma başlar asıl…
Ya yaşamalı ya yaşamalı…
Ya bilmeli ya bilmemeli…
Ya sormalı ya da susmalı…
Vakit gelmiş olmadan gecikmeden bir karara varmalı…
Üç nokta düştü elimden…
Üçü de ben(im)di…