Türklere Karşı Yapılan Soykırımlar (Arşiv Niteliğinde Konu)

---> Türklere Karşı Yapılan Soykırımlar (Arşiv Niteliğinde Konu)

Kanlı Noel(Kıbrıs'ta Türk Katliami) !!!



sayfa261.gif



Kanlı Noel

Kıbrıs'ta Türklerle Rumların eşit ortak olarak kurduğu Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yürütmek yerine Türkleri ortadan kaldırarak tüm Kıbrıs'a egemen olmak için Rumlar çeşitli planlar yaptılar. Bu çerçevede Anayasa'da 13 maddelik değişiklik önerisinde bulunan Rumlar bu önerileri reddedilince önceden yaptıkları plan gereği, eğittikleri silahlı güçleri de devreye sokarak Türklere saldırı başlattı.

Tarihe kanlı Noel olarak geçen bu saldırılar 1963 Aralık ayında başladı.

20 Aralık gecesi Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde evlerine gitmekten olan bir grup Türk'ün otomobillerine açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk şehit düştü, bir grup Türk de açılan ateş sonucunda yaralandı. 21 Aralık günü bu saldırıyı kınamak için Lefkoşa Türk Lisesi bahçesinde toplanan Türk öğrencileri EOKA çetesi mensupları tarafından kurşunlandı. Aynı gün Lefkoşa'daki Atatürk büstüne de saldırıldı(1). Bir gün sonra Türkiye Büyükelçilik binası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın ikametgahına ateş açıldı.
Akritas Planı artık fiilen uygulamaya konulmuştu.
1963 yılı Kanlı Noel saldırılarının hedefi Lefkoşa idi. Rumlar, merkeze hakim olmakla bütün Kıbrıs'a hakim olacaklarını sanıyorlardı. Bunun için de kendilerine en büyük engel Lefkoşa'ya bağlı Küçük Kaymaklı kasabası idi. 1960 nüfus sayımına göre kasabada 5.126 Türk, 1.133 Rum yaşıyordu. Kasaba önemli bir Türk yerleşme merkezi durumundaydı.
Kasaba çevresinde 19 Aralık'tan itibaren faaliyetleri gözlenmeye başlandı. Rum saldırısından şüphelenen Türk Mücahit Teşkilatı'na üye gençler, halkı olası bir saldırıya karşı hazırlamaya çalıştı (2).

Rum saldırısı 22 Aralık günü başladı. Küçük Kaymaklı'nın dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmişti. 23 Aralık'tan itibaren yeni takviye kuvvetleri alan Rum saldırganların başına EOKA'cı katil Nikos Sampson geçmişti. Diğer yandan Ada'daki Yunan alayı da saldırganlarla birleşmiş ve Rumlar bütün güçlerini bölgeye teksif etmişti.

Makarios'un 22 Aralık günü Garanti Antlaşmaları’nı tanımadığını ilan etmesi, Rum saldırganlara daha da cesaret vermişti.

Türk direnişçiler, 5.000 Türk'ün sorumluluğunu üzerlerine almaları nedeniyle bölgeden ayrılmaya karar verdiler ve bunu 24 Aralık gününden başlayarak uygulamaya koydular. 3.000 Türk Hamitköy'e, 2.000 civarında Türk de Lefkoşa'nın emin bölgelerine gönderildi.

Rum çeteleri, kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden Türklere karşı vahşice saldırırken; Türkler, Küçük Kaymaklı'da bulunan Rum aileleri de kendi korumaları altında Büyük Kaymaklı'ya göndermişti. Geride kalan 550 kadar yaşlı, kadın ve çocuk Türk topluluğu Rum çetecilerce esir muamelesine tabi tutuldular. Bu arada seksenlik imam Hüseyin İğneci ve yatalak 18 yaşındaki oğlu Rumlar tarafından vahşice şehit edildi.


sayfa262.gif


Nikos Sampson'un anılarını yayınlayan Eleftheria gazetesi, 1963 Kanlı Noel'inin gerçek sorumlularını gözler önüne sermektedir. Makarios hükümetinin, İçişleri Bakanlığı'nın ve üçlü karargahın Yunan kanadına mensup subayların emri ile hareket ettiğini açıklayan Nikos Sampson, Küçük Kaymaklı savaşlarını da "Yunanlıların Balkan Savaşları dışında Türklere karşı elde ettikleri tek zafer" olarak ilan etmiştir(3).

Bu gelişmeler üzerine Türkiye, 23 Aralık 1963'te İngiltere ve Yunanistan hükümetleri nezdinde harekete geçti. Rum saldırılarının önlenmesi için birlikte harekete geçilmesini istedi.
Türkiye'nin bu girişimi üzerine, 24 Aralık 1963'te Lefkoşa'da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere adına bir ortak bildiri yayınlandı. Bildiride şu ifadeler yer aldı:

"Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri Garanti Antlaşmasını imza eden devletler sıfatı ile Kıbrıs Hükümeti ile Türk ve Rum cemaatlerini halihazır karışıklıklara son vermeye müştereken çağırırlar. Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve her iki cemaatten buna riayetini istemeye Kıbrıs Hükümeti'ni davet ederler. Üç hükümet ayrıca hukuk nizamının korunması lüzumunu göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran güçlüklerin haline yardım maksadıyla tavassutta bulunmayı teklif ederler(4)."

Bu çağrıya rağmen çatışmalar durmadı. Rum silahlı güçleri 24 Aralık günü Lefkoşa ve diğer Türk bölgelerine saldırıya devam etti. 24 Aralık günü Kumsal bölgesine saldıran Rumlar, Kıbrıs'taki Türk Alayı'nda doktor olarak görev yapmakta olan Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ile üç çocuğunu vahşice katlettiler.

Saldırılar sonucunda 18.667 Kıbrıs Türk'ü yaşadığı 103 köyü terk etmek zorunda kaldı. Birleşmiş Milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan Türklerle ilgili araştırma sonuçlarına göre, 1964 yılında Lefkoşa kazasında 39, Girne kazasında 7, Baf kazasında 49, Larnaka kazasında 21 ve Mağusa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar görmüş, yüzlerce Türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. 1963 yılında başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 Türk şehit olmuştur(5).

Makarios'un görüşmelere yanaşmaması ve saldırıların devam etmesi üzerine Türkiye, garantörlük hakkını tek başına kullanmaya karar verdi. 25 Aralık 1963 tarihinde Türk alayı, garnizonundan ayrılarak gerekli mevzilere yerleşti. Bu sırada Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı savaş uçakları da Lefkoşa üzerinde uyarı uçuşlarına başladılar. Diğer yandan, Türk toplumuna karşı acımasız bir şekilde saldırıya geçen Rum Radyosuna cevap vermek ve Türk toplumunun moralini yükseltmek gayesiyle "Bayrak Radyosu" yayına başladı.


KAYNAK:
Çay, Abdulhaluk Mehmet-; Kıbrıs'ta Kanlı Noel-1963, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1989

DIPNOTLAR:
1) Aydın Olgun, Kıbrıs'ın Anatomisi, Dört Devir, Dört Lider, Ankara 1975, s. 23; Halil Fikret Alasya, Tarihte Kıbrıs s. 221; Pierre Oberling, s. 69.
2) Rum alayı ve EOKA çetelerine karşı koymaya çalışan Türklerin elindeki silahlar 6 piyade tüfeği, 5 sten, 2 bren, çeşitli tabancalar, 100 av tüfeğinden ibaretti.
3) TAK, Özel Sayı: 1/89.
4) Mehmet Gönlübol ve diğerleri, s. 407.
5) Zaim M. Nedjatigil, The Cyprus..., s. 17-18; Pierre Oberling, s. 97.
 
---> Türklere Karşı Yapılan Soykırımlar (Arşiv Niteliğinde Konu)

Cehennem Adası:Nargin



Tam 92 yıl sonra, Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun uzun çalışmalarıyla ortaya çıkan kayıtlarda, 1914-1915 yıllarında, Sarıkamış Harekatı’nda Anadolu köylerinden esir alınan sivil ve askerlerin görüntüleri yer alıyor. Tarihi kaynaklarda, Türk esirlerin çoğunun, susuzluktan, yılanların zehirlemesi ve Rusların kurşuna dizmesiyle şehit olduğu yazıyor.

ÇOCUKLAR VE YAŞLILAR DA KAMPTA ÖLDÜ

KGB tarafından propaganda amaçlı çekilen kayıtlarda, 10-15 kişilik gruplar halinde ortada bulunan bir tencereden yemeklerini yiyen, açlık ve ağır kış şartlarına dayanamadıkları için hafızalarını ve sağlıklarını kaybettiği anlaşılan ve sağa sola sallanarak yürüyen esirlerin görüntüleri var. Esir düşenlerin çoğunun şehit olduğu bilinen adada çekilen görüntüler arasında, çoğu anne ve babasız kalan bebek ve çocukların toplu halde denize girmeleri de kaydedilmiş. Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Nargin Adası’nın bir kısmının tamamen mezarlık olduğunu ve bu mezarlıktan getirdikleri kemikler üzerinde yapılan incelemelerde aralarında Türkler’in de olduğunun ortaya çıktığını belirterek, Ada’nın Türk şehitliği yapılması için çalışacaklarını da ifade etti.

Bir adı da cehennem adası

Ruslar tarafından ağır suçluların konulduğu ada, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Prens Oldenburg’un talimatıyla esir kampına dönüştürüldü. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün karşısında Hazar Denizi’nde bulunan Nargin Adası, yaklaşık 900 dekarlık yüzölçümüyle bölgenin en büyük adası. Su kaynağı ve bitki örtüsü bulunmayan, yılanlarıyla ünlenen ada, bu nedenle tarihte Yılan Adası olarak anıldı. Rusların uzun yıllar hapishane olarak kullandığı Nargin Adası, içinde bulundurduğu azılı esirler ve zehirli yılanlarıyla ‘cehennem ada’ olarak da adlandırılıyordu.



Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası, diğer adıyla Yılanlı Ada. Nargin Adası, 3.1 kilometre uzunluğu, 900 metre eni ve yaklaşık 900 dekarlık yüzölçümüyle bölgenin en büyük adası.

image00310.jpg


O dönemde Ruslar’la işbirliği içinde olan Ermeni askerler ve subayların da Türkler’e işkence yaptığı belirtiliyor.

image00410f.jpg



Rusların uzun yıllar hapishane olarak kullandığı Nargin Adası, içinde bulundurduğu azılı esirler ve zehirli yılanlarıyla ‘cehennem ada’ olarak da adlandırılıyordu


image0058q.jpg


Ruslar tarafından ağır suçluların konulduğu ada, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Prens Oldenburg’un talimatıyla esir kampına dönüştürüldü.

image0067e.jpg


15 kişi bir kaptan yemek yiyor. Esirlerin, açlıktan beden ve akıl sağlıklarını kaybettiği anlaşılıyor.

image0076jp.jpg


1914-1915 yıllarında, Sarıkamış Harekatı’nda Anadolu köylerinden esir alınan sivil ve askerlerin tamamına yakını açlıktan ve yılan sokmasından şehit oldu.

image0085.jpg


 
---> Türklere Karşı Yapılan Soykırımlar (Arşiv Niteliğinde Konu)

Ayrıntılı Olarak Tehcir Gerçekleri

YER DEĞİŞTİRME (TEHCİR)

Ermenilerin binlerce Türk'ün canına m'l olan isyan ve katliamları karşısında bile, Osmanlı Hükümeti'nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, tedhiş hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.

Her şeyden önce, yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği'nden karşılanmıştır. Bu tablo, Osmanlı'nın yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından önemlidir.

27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vil'yetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir.

Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni, gerekse yabancılara ait istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne kadar Ermeni'nin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti'nin son nüfus istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus; 82.880'i İstanbul, 60.119'u Bursa 'da, 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237'si Aydın vilayetinde olmak üzere toplam 167.778'dir.

Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit, Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik'ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri yeni bölgelerine sevk edilmiş, bunlardan 356.084'ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıplar 35.000 kişi civarındadır. Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep'teki 26.064 Ermeni nüfusu, göç ettirilenler içerisine dahil edilmemiştir. Bu rakam 35.000'den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Yani Ermenilerin yer değiştirme sırasında verdikleri toplam kayıp 9-10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, Türkler tarafından öldürülmemiş, 500'ü Erzurum-Erzincan arasıda eşkıya grupları tarafından, 2000 civarında kişi, Urfa'dan Halep'e giden yol üzerinde Meskene'de Urban eşkıyaları tarafından, 2000 kişi Mardin'de eşkıya tarafından öldürülmüştür. Dersim bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda yaklaşık 5-6 bin kişi öldürülmüştür. Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde yer almamaktadır. Toplam 9-10 bin kişinin ölmüş olduğu diğer verilerden tespit edilmektedir. Böylece, yer değiştirme sırasında "soykırım" maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur.

Ayrıca, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katli'm olayının olmadığını da ispat etmektedir.

Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret, yabancı diplomatlarca da tesbit edilmiştir. Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır.

Ermenilerin yer değiştirilmeleri, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek rahatlıkla halledebilirdi. Osmanlı, yer değiştirme uygulamasıyla savaş şartlarında her an ölümle burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni'nin hayatını kurtarmıştır. Nitekim, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir.

Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması son derece başarılı bir sevk ve iskan hareketidir. Bugünün şartlarında bile dünyada bir benzeri daha yoktur.





Yer Değiştirmenin (Tehcir) Tanımı


Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını taşır; bir "sürgün", bir "deportation" manası yoktur. Bununla birlikte; "Tehcir Kanunu" diye adlandırılan kanunun adı da aslında "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan "tenkil (nakletme)" tabiri de batı dillerinde "sürgün" anlamına gelen "deportation", "exile" veya "proscription" gibi terimlere karşılık değildir.

Başta Van olmak üzere yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa'nın başlattığı, Hükümet ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolayları; ikincisi ise, Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Yer değiştirme uygulaması daha sonraları, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler uygulamanın dışı bırakıldıkları halde, daha sonra bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de göç ettirilmişlerdir.

Gerçekleştirildiği 1915'ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen "soykırımı" imâ edecek tek bir belgeye dahi rastlamamışlardır.

Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri "soykırıma" tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı; bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Bunun için "yer değiştirme" gibi bir uygulamaya ne gerek vardı? Kafilelerin güvenliği, sağlığı ve yeme-içmelerinin temini için büyük maddi fedakarlıklara ne gerek vardı? 1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında, emirler çerçevesinde ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor savaş şartlarına rağmen, Ermenilerin can ve mallarını koruma altına almasına ne gerek vardı? Adetâ yeni bir cephe açmış gibi idarî, askerî ve malî yükün altına girmemeye ne gerek vardı?

Bütün bu soruların cevapları, Osmanlı Devleti'nin asıl niyetinin anlaşılmasına yetecektir. Osmanlı devletinin, yüzlerce yıl devlete olan bağlılıklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesinin de mantıklı bir izahı yoktur. Değişen Osmanlı değil, Rusya ve İtilaf Devletlerinin bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdir.

Devlet güvenliğinin sağlanması için gerekli bir uygulama olan yer değiştirme, dünyanın en başarılı sevk ve iskan hareketidir ve hiçbir zaman Ermenileri imha etmek gayesini gütmemiştir.​
 
---> Türklere Karşı Yapılan Soykırımlar (Arşiv Niteliğinde Konu)

Yer Değiştirmenin Başlaması

27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskan Kanunu ve kanunun uygulanma şekillerine belirleyen bildirilere uygun olarak; Ermeni kafileleri, yeni yerleşim alanlarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbakir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplanmışlardır.

Kafilelerin göç ettirildikleri güzergâhlar, göçmenlerin zorluklarla karşılaşmamaları için mümkün olduğu kadar kendilerine yakın yollardan seçilmiştir. Ayrıca güzergâh seçiminde, kafilelerin güvenlik ve korunmalarının sağlanması düşüncesi de önemli rol oynamıştır. Nitekim Kayseri'den, Samsun'dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz (Elazığ), Erzurum ve çevresinden gönderilenler ise Diyarbekir-Cizre yolundan Musul'a gönderilmişlerdir.

Bununla birlikte, yolların çok kalabalık olması, sancaklarda düzenin bozulması ihtimalinin belirmesi durumlarında, bu güzergahlar dışına da çıkılmıştır. Urfa'dan Re'sülayn ve Nusaybin yoluyla gidenler, Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak üzere Siverek yolundan gönderilmişlerdir.

Batı Anadolu'dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Kars-ı Maraş-Pazarcık yoluyla Zor'a gönderilmişlerdir. Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir. Bu sırada en güvenli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli rol oynamıştır.

Nitekim Batı Anadolu'dan yeni yerleşim bölgelerine gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmişlerdir. Cizre yolu ile gönderilenler de tren ve "Şahtur" denilen nehir kayıklarıyla taşınmışlardır6. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir.

Devlet savaş şartlarına rağmen, yer değiştirme uygulamasının tam bir düzen içinde yürümesi ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramaması için elindeki bütün imkânları zorlamıştır. Buna rağmen, cepheye devamlı surette asker ve gıda maddesi göndermek zorunda kalınması yüzünden göçmenleri taşıyacak edecek araç bulmakta zaman zaman zorluklarla karşılaşılmıştır. Bu yüzden istasyonlarda büyük yığılmalar meydana gelmiştir. Araç azlığı, taşımanın yer yer aksamasına yol açtığı gibi, hasat mevsimi olması, araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorlukla hareket etmelerine sebep olmuştur. Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümet, yerleri değiştirilen Ermenileri büyük bir düzen içerisinde yeni yerleşim yerlerine taşımayı başarmıştır.

Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morganthau'ya gönderdiği raporda, Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece düzenli bir şekilde yönettiğini, şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, ihtiyacı olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir







Çıkarıldıkları ve Yerleştirildikleri Bölgeler

Ermenilerin hangi bölgelerden çıkarılıp hangi bölgelere yerleştirilecekleri Talat Paşa'nın 23 Mayıs 1915 tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede belirtilmiştir. Söz konusu şifresinde Talat Paşa, başka vilayetlere götürülecek Ermeniler hakkında bilgi verdikten sonra, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı ile Zor sancağına ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına yerleştirilmelerini; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerin ise Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na nakledilmesinin uygun olacağını bildirmiştir.

Ancak, Ermeni isyan ve katliamlarının devam etmesi üzerine; 5 Temmuz 1915 tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz (Elazığ), Musul vilâyetleriyle "Adana Terkedilmiş Mallar Komisyonu" başkanlığına, Zor, Maraş, Canik, Kayseri ve İzmit mutasarrıflıklarına emir gönderilerek, Ermenilerin yerleştirilmesi için ayrılan bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirilmiştir.

Buna göre, Ermenilerin gönderilip yerleştirilecekleri bölgeler, yöredeki müslüman nüfusun yüzde 10'u oranını geçmeyecek şekilde şöyle belirlenmiştir:

l. Kerkük sancağının İran sınırına 80 km. mesafede bulunan köy ve kasabalar dahil olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi;

2. Diyarbekir sınırından 25 km. içeride, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dahil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi;

3. Halep vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güney-batısında bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dahil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından 25 km. dışarıda bulunan kasaba ve köyler.








Yer Değiştirmeye Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu

Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi'nin ilgili tasniflerindeki belgelerden şu şekilde derlenmiştir


Sevk edilen Kalan
Adana 14.000 15-16.000
Ankara (Merkez) 3 21.236 733
Aydın 250 -
Birecik 5 1.200 -
Diyarbakır 20.000 -
Dörtyol 9.000 -
Erzurum 5.500 -
Eskişehir 7.000 -
Giresun 10 328 -
Görele 250 -
Halep 26.064 -
Haymana 60 -
İzmir 256 -
İzmit 58.000 -
Kal'acık 257 -
Karahisarı sahib 5.769 2.222
Kayseri 45.036 4.911
Keskin 1.169 -
Kırşehir 747 -
Konya 1.900 -
Kütahya 1.400 -
Mamuretülaziz 51.000 4.000
Maraş - 8.845
Nallıhan 479 -
Ordu 36 -
Perşembe 390 -
Sivas 136.084 6.055
Sungurlu 576 -
Sürmene 290 -
Tirebolu 45 -
Trabzon 3.400 -
Ulubey 30 -
Yozgat 10.916 -

TOPLAM 422.758 32.766




Diğer taraftan Göçmen ve Aşiretleri Yerleştirme Müdürü Şükrü Bey'in 18 Ekim 1915 tarihinde Halep'ten gönderdiği telgrafta, Halep'e sevk edilen Ermenilerin tahminen 100.000 civarında olduğu bildirilmektedir.

Bu arada Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere 18 Eylül 1915 tarihi itibariyle Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi itibariyle de Cizre'de 136.084 Ermeni nüfusun toplandığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Şükrü Bey'in 3 Kasım 1915 tarihinde Nizip'ten çektiği bir şifre telgrafta ise, taşımanın gayet düzenli bir şekilde devam ettiği ifade edilmektedir.

Yukarıda verilen listede yer değiştiren nüfus içinde yer alıp da henüz taşınmamış olduğu belirtilen kalan nüfustan Adana'dakiler, daha sonra yeni yerleşim bölgelerine taşınmışlardır. Buna göre sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep'tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir.​
 
---> Türklere Karşı Yapılan Soykırımlar (Arşiv Niteliğinde Konu)

Bulgaristan eski Cumhurbaşkanı Jelu Jelev'den tarihi itiraf

97921.jpg


hocali3.JPG

25k680n.jpg




Yazar Balkan Günlüğü Gazetesi

Saturday, 13 June 2009

Bulgaristan'ın eski Cumhurbaşkanı Jelu Jelev, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin zorunlu göçe tabi tutulmalarıyla ilgili, ''Soya dönüş süreci büyük bir suçtur. Bunun 100 binlerce kişiyle bir tür alay etme olduğunu, aynı zamanda manevi bir soykırıma eş değer olduğunu vurgulamak istiyorum'' dedi.

Jelev, Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin (BALGÖÇ) Bursa
Büyükşehir Belediyesinin katkılarıyla düzenlediği ''Zorunlu Göçün 20. Yılı''
etkinlikleri kapsamında Tayyare Kültür Merkezi'nde (TKM) düzenlenen konferansta,
tarihin yeniden yazılamayacağını, ancak bundan bazı dersler alınabileceğini
söyledi.
Bulgaristan'dan Türkiye'ye yaşanan zorunlu göçün tarihsel sürecine
değinen Jelev, Türklerin zorunlu göçe tabi tutulmasıyla sonuçlanan bu dönemin
Bulgaristan'da ''Soya Dönüş Süreci'' olarak adlandırıldığını belirtti.
Jelev, şöyle konuştu:
''Soya dönüş süreci, komünist rejimin Bulgar halkına ve Burgaristan'a
karşı gerçekleştirmiş olduğu en büyük suçlardan, cinayetlerden biridir. Bu süreç,
doğrudan Bulgaristan Türklerine yönelik olmasına ve bu süreçte en çok onlar acı
çekmesine rağmen, 'soya dönüş süreci' vatanımızın alnına öyle bir utanç lekesi
sürdü ki, uzun yıllar bunun Bulgaristan Komünist Partisi'nin ve Todor Jivkov
rejiminin yaptırımı olduğunu anlatmak zorunda kaldık.''

-''BU GERÇEKTEN POLİTİK BİR AKILSIZLIKTIR''-
Jelev, komünist rejimin Bulgar halkına karşı da suç işlediğini dile
getirerek, şöyle devam etti:
''Soya dönüş süreci, büyük bir suçtur. Bunun 100 binlerce kişiyle bir tür
alay etme olduğunu, aynı zamanda manevi bir soykırıma eş değer olduğunu
vurgulamak istiyorum. Böyle bir yaptırımı ömrünü tamamlamış bir komünist rejimin
yapabileceğini vurgulamak istiyorum. Soya dönüş süreci, Bulgar Komünist
Partisi'nin ve Todor Jivkov'un bir yaptırımıdır. Bu Bulgar halkının davası
değildir. Bulgar halkı, diğer halk ve ırklara karşı bir düşmanlık beslemeyen bir
halktır. Bütün bunlara yabancı olan bir halktır. Soya dönüş süreci, çok çirkin
bulduğumuz bir kavramdır. Çünkü içerik ve uygulama yöntemi açısından Bulgaristan
Türklerinin soya dönüşünü değil, Bulgarların politik ve etnik açıdan
soysuzlaşmasını ifade eder ya da bunun bir ifadesi olarak algılanabilir.
Nereden ve nasıl bakılırsa bakılsın, bu gerçekten politik bir
akılsızlıktır. 20. yüzyılın sonunda insan hakları, azınlık hakları, kişisel
özgürlükler konusu insanlığın ana meselesi olmuşken, ülkedeki en büyük azınlığı
asimile etmeye kalkmak, bunların adlarını değiştirmek, ana dillerini
konuşmalarını yasaklamak, ulusal kıyafetlerini, dini bayramlarını, gelenek
göreneklerini yasaklamak şeklindeki politikanın başarılı olabileceğine inanmak,
bütün dünya kamuoyunu inandırabileceğini düşünmek, gerçekten bir akılsızlık ve
politik bir adiliktir.''

-''TÜRKLERİMİZE BORÇLUYUZ''-
Her kötülüğün altında bir iyilik yattığını, bu süreçle ilgili yaşanan
protestoların Todor Jivkov rejiminin düşüşünü hızlandırdığını dile getiren Jelev,
şöyle dedi:
''Bugün Bulgaristan demokratik bir ülkeyse, piyasa ekonomisi olan bir
ülkeyse, Avrupa Konseyi, AB, NATO gibi uluslararası örgütlere üyeyse, tüm bunları
bir anlamda bizim Türklerimize de borçluyuz. 20 yıl önce Jivkov'un komünist
rejimine karşı insan haklarının iade edilmesi için mücadeleye giriştiklerinde,
onlar Bulgaristan'da demokrasinin yerleşmesine yardımcı oldular.''

-MESUT YILMAZ'IN KONUŞMASI -
Eski Başbakanlardan ve Rize Bağımsız Milletvekili Mesut Yılmaz da
Türklerin Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi tutuldukları dönemde Dışişleri Bakanı
olduğunu anımsatarak, Türk-Bulgar ilişkilerinin ve Bulgaristan'daki Türk
azınlığın sorunlarının, kendisini tüm siyasi hayatında takip eden sorunlar
olduğunu söyledi.
Cumhuriyetin ilanından 1989'daki zorunlu göç olayına kadar Türkiye'ye
Bulgaristan'dan yarım milyon soydaşın göç ettiğini kaydeden Yılmaz, 1989'dan önce
yaşanan göç hareketlerinin göç edenlerin arzusuyla ve iki ülke arasında yapılan
anlaşmalar uyarınca gerçekleştiğini savundu.
Yılmaz, şunları kaydetti:
''Ancak 1989'da o zaman ki Bulgar yönetimi, Türk asıllı Müslümanlara
zorunlu göç uygulaması yapmıştır. Onları toplu bir sürgüne mahkum etmiştir.
Komünist Bulgar yönetimi, Türk azınlığı asimile etmeyi başaramamıştır. Bu
asimilasyon projesinin başarısızlığa uğramasının 3 temel nedeni vardır. 1'incisi
zamanlama yanlıştı. Asimilasyon projesini dünyada özgürlük rüzgarlarının esmeye
başladığı dönemde yapmaya kalkıştılar. Bulgar yönetiminin asimilasyonu hayata
geçirmek istediği dönem, tarihin akışına ters bir döneme denk gelmiştir. 2'ncisi,
Jivkov yönetimi bu mezalime karşı Türk azınlığın gösterebileceği tepkiyi de
yanlış hesaplamıştır.
Onlar Türk toplumunun bu baskı politikasını, asimilasyonu kolaylıkla
kabulleneceğini, boyun eğeceklerini hesap etmişlerdir. Ama böyle olmamıştır. Türk
azınlık benliğine, diline, dinine, kültürüne sahip çıkmıştır. Uygulanan tüm
baskılara rağmen direnmiştir. 3'üncüsü ise Türk hükümetinin takınacağı tavrın
Bulgar yönetimince yanlış hesaplanmasıdır. Onlar Türk hükümetinin de bu meseleyi
çok fazla büyütmeyeceğini sanmışlardır. Türkiye tüm imkanlarını kullanarak
soydaşlarına sahip çıkmıştır. Başka ülkelerde yaşayan Türk azınlıkları, o
ülkelerle aramızda bir barış köprüsü olarak görüyoruz.''
Tayyare Kültür Merkezi'ndeki etkinlik kapsamında, zorunlu göçe ilişkin
bir de fotoğraf sergisi açıldı.

EDİRNE - Bulgaristan'ın uyguladığı politikalara dayanamayarak ana vatana zorunlu göç eden Türklerin acı ve hüznünü fotoğraflayan sanatçı, anılarını siyah beyaz karelerle sergiye dönüştürdü.

Yıl 1989... Yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan çekip gitmeleri için Bulgaristan Lideri Todor Jivkof'un Türkleri sindirme politikalarında son noktaya gelinmiş ve Bulgaristan'da yaşayan Türkler, ana vatanın sahip çıkmasıyla yerlerini yurtlarını terk etmeye başlamışlardı.
Türk köylerinin adı Bulgarca yapılıyor, kamu alanlarında Türkçe konuşmak yasaklanıyor, din özgürlüğü kısıtlanıyor ve Türk isimleri Slavlaştırılmak isteniyordu.

Jirkov'un ''asimile'' uygulamalarına boyun eğmeyen 310 bin Türk, kitleler halinde Bulgaristan'dan ayrılarak, ana vatana geliyordu. Kimi gruplar, Kapıkule Sınır Kapısı'ndan kimileri de Kırklareli'nin Dereköy Sınır Kapısı'ndan tren, kamyon, tırlarla giriş yapıyorlardı.

O günlerde anılarını, komşularını, topraklarını geride bırakmış gözü yaşlı insanları kadrajına alan dönemin Hürriyet Haber Ajansı Edirne Büro Şefi, fotoğraf sanatçısı Behiç Günalan, çektiği fotoğraflarla tarihe bir anlamda not düşüyordu.

''İNSAN SELİ KAPIKULE'Yİ SARMIŞTI''
O dönemde çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergi açan Günalan, Bulgaristan'dan göç taşıyan her trenin, her otomobilin içinde bir dram yaşandığını söyledi. Göç dalgasının birden büyüyeceğini, yöneticiler dahil kimsenin düşünmediğini ifade eden Behiç Günalan, şunları kaydetti:

''Aslında hiçbirimiz bu göç dalgasının kısa sürede bu kadar büyüyebileceğini tahmin etmedik. Göç treni Kapıkule'ye ulaştığında karşılaştığımız dram bizi şoka soktu. Olayın büyüklüğünün haber merkezlerinde, Ankara'da algılanması da geç oldu. İlk trenin ardından ikinci ve üçüncü de perona girince gerçek anlaşıldı. Bu bir şaka değildi, yaşadığımız yüzyılda tanık olacağımız büyük bir olaydı.''

Göçün, yaklaşık 3 ay sürdüğünü bildiren Günalan, ''Yaklaşık üç ay geceli gündüzlü Kapıkule'de yattık, kalktık. Zorunlu göç kara yolunda da başlayınca, Kapıkule'nin o devasa alanı insan seline döndü'' dedi.

Göçle gelen soydaşların her birinin yüzünde geride bıraktıklarının endişesi olduğunu anlatan Behiç Günalan, şöyle devam etti:

''Ailelerin çoğu parçalanmıştı. Gelenler, geride kalanların akıbetlerini bilmiyordu. Öylesine bir panik havası vardı ki araba tekerleklerini, soba borularını yanlarında getirenler bile vardı. Bazı çocuklar kuş kafeslerini taşıyorlardı. Yorgundular, çaresizdiler, Türkiye'ye ulaşmanın güvencesi onları avutuyordu, ama umutsuzdular. Yorgun, çaresiz, umutsuz binlerce insanı düşünün, onlardaki çaresizlik bizi de etkiledi.''

Göçün olduğu dönemde Hürriyet Haber Ajansı Edirne Büro Şefi olan Günalan, göç fotoğraflarını çeşitli alanlarda sergilediğini kaydederek, ''O günlerde yerli ve yabancı gazeteciler tarafından on binlerce fotoğraf çekildi. Bu fotoğraflar haber merkezlerine düştükçe, olayın büyüklüğü ve dehşeti daha anlaşılır oluyordu. Sergilerde yer alan yaklaşık 50 kare de benim objektifimden elimde kalanlar. Onlar tanık oldukları büyük olayı tarihe dip not olarak düşüyorlar. Çok şey söylenebilir. Ama fotoğraflar her şeyi söylüyor. Onlar doğruyu, yalnızca doğruyu söyleyen tanıklardır'' diye konuştu. (AA)
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst