Buğra1
Kayıtlı Üye
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Türkiye’ de insanlarımızın genel yapısı maalesef, çok az veya kulaktan duyma bilgilerle her konuda ahkâm kesmektir. Ne hikmettir bilinmez ama bu anlayış özellikle de mürekkep yalamışlarda daha belirgin olarak görülmektedir. Böyle birisi sıradan bir isim olursa kimseye zararı dokunmaz ve bence pek de sıkıntı yoktur. Ancak böyleleri kendilerini “aydın” olarak adlandırıp ülkenin ve toplumun meselelerini çözmeye, ülke yöneticilerine ve topluma akıl vermeye kalkışanlar ise o zaman ciddi sıkıntı var demektir. Kültürümüzde insanların “aydın” a saygısı ve güveni vardır. Ancak Türkiye’deki hızlı sosyal değişim nedeniyle aydın kavramının içinin boşaltıldığını bilen insanlar da az değil. Bunlar da binlerce yıla dayanan tarih ve sosyal şuurdan hareketle “insana hürmet bilgiden gelir” (Y. Has Hacib) ya da “ilim kendini bilmektir” (Yunus) anlayışının neyi ifade ettiğini anlamaya çalışan insanlardır. Ancak keşke yazdığınızı önce kendi yerine getirseydi de başbakanı kast ederek, makalesinin başlığını “Orta Asya’da Türkçe konuşulduğunu zannediyor” diye yazmasaydı. Öncelikle şunu ifade etmekte fayda var. “Orta Asya” kavramı coğrafi bir kavram olup Sovyetlerin, daha önce de Rusya’nın ideologları tarafından, siyasi amaçla yaygın şekilde kullanılmıştır. Amaç “Türk” ve “Türklerin yurdu” anlamındaki “Türkistan” kavramlarını kullanımdan çıkarmaktır. Bu nedenle “Türk” yerine “Türk Dilli Halklar”, “Türkistan” yerine de “Merkezi Asya ve Kazakistan” ile “Orta Asya” ifadelerinin kullanılması zorunlu hale getirilmiştir. Bu yaklaşıma rağmen Orta Asya’nın sınırları hala tam olarak belli değildir. Mesela Tuva’nın başkenti olan Kızıl’ın Orta Asya’nın merkezi olduğunu ifade eden kocaman bir abide vardır. Bu abide ise Sovyetler Birliği zamanında yapılmıştır. Fakat Türkiye’deki gazeteciler “Orta Asya” tabiriyle Asya’daki dört Türk cumhuriyetini anlarlar. Sayın Yılmaz’ın, “o cumhuriyetlerde biraz gezinenler, oralarda yaşayanların "Türki cumhuriyetler" tanımından da pek hoşlanmadıkları nı bilirler”, şeklindeki ifadesi tam bir gaflet ve cehaletin ürünüdür. Çünkü Sovyet idaresinde bulunmuş Türk devlet ve topluluklarında yine Rus-Sovyet ideologlarının maharetiyle bizdeki “Türk” kavramı yerine, iki ayrı kelime üretilmiştir. Mesela onlar Türkiye Türklerini ifade etmek için “Türk” (Turok), bizim “dış Türkler” dediğimiz Türkler içinse “Türk Dilli Halklar” (Tyurskiy) kavramını kullanırlar. Yılmaz gibilerinin kullandığı “Türki” kavramı ise “Tyurskiy” kavramının birebir karşılığıdır. Rus- Sovyet ideologları idarelerindeki Türk soylu halklara siz Türk değilsiniz, Türk dilinde konuşan halklarsınız, sizin “Türklerle” (Türkiye Türkleri) tek ortak noktanız, aynı dili konuşmaktan ibarettir diyerek, onları “Türk Dilli Halklar” (Tyurskiy) olarak ifade etmişlerdir. Sovyetler, yönetimindeki Türkler için bütün ideolojilerini yukarıdaki esasa göre inşa ettiklerinden büyük çalışmaları Türkoloji, özellikle de etnoloji, etnografya ve arkeoloji sahasında yapılmışlar. Bu çalışmaların sonucunda da onların en ufak farklılıklarını ve coğrafyadan kaynaklanan ağız değişmelerini kullanarak onları Kazak, Kırgız, Özbek vb şekilde ayrı ayrı halk olarak ifade etmişlerdir. Bu nedenle bir Kazak, bir Kırgız, bir Özbek ben Türk değilim veya biz Türk değil Kazak, Kırgız, Özbek’iz vs. derlerse, “biz Türkiye Türkü” değiliz demektedirler. Türkiye’den birisi de onlara Kazak Türkü, Kırgız Türkü veya Özbek Türkü dediğinde Sovyet tarih öğretisine göre anlamsız bir ifade ortaya çıkar ve bu ifadeler onların Türkiye’nin bir parçası gibi anlaşılmasına neden olur. Yoksa “Türkistan Türkleri”ne (Kırgız Türkü, Özbek Türkü, Kazak Türkü veya Özbekistan Türkü, Kazakistan Türkü, Kırgızistan Türkü –buradaki ülkelerin isimlendirilmesinde de Rus ve Sovyet ideologlarının belirgin etkisi görülür.)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ait hangi tarih kitabını bakarsanız bakın menşelerinin Hunlar-Göktürkler- Türkler olduğunu görürsünüz ve bunu da hepsi kabul eder ve “hepimiz Türk atadan geldik” derler. Mesela Oğuz Kaan, Manas, Dede Korkut, Köroğlu, Nasrettin Hoca, Hoca Ahmet Yesevi vs onların da atasıdır. Ayrıca Sovyetlerin bunlar için yazdıkları ya da yazdırdıkları eserler tarihi ve kültürel bir anlayışa bir araya getirilirse, aralardı sanılanın aksine çok ufak nüansların olduğu görülür. Mesela yukarıda ifade edilen insanların halı-kilim, mezar gibi bazı etnografik ve arkeolojik eserlerde kullandıkları “damgalar”ın (motiflerin) ortak olduğunu çok belirgin şekilde görmek mümkündür. Ayrıca düğün gelenekleri ve bazı geleneksel bayramların ortak olduğu görülür. Nevruz” bayramı ise her Türk cumhuriyetinde nüanslarla aynı şekilde kutlanır ve nevruz günü o ülkelerde resmi tatildir. Sayın Yılmaz, “ve son bir hatırlatma: Başbakan oralarda Türkçe konuşulduğunu zannedebilir belki ama Azerbaycan dışında konuşulan dil, esasen Rusça’dır. Oralarda halkın ancak küçük bir bölümü kendi dilini bilir, konuşur”ifadesiyle adeta başbakana ders vermektedir. Gerçi başbakanın Türk tarihi ve kültürü hakkında derse ihtiyacı var ama Yılmaz, gibi hocaların ders, yeni felaketlerin meydana gelmesine neden olur. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi o coğrafyada konuşulan hakim dil Türkçe’dir. Daha açık tabirler Türkçe’nin lehçeleridir ve halkın büyük çoğunluğu da sahip oldukları lehçe ile Türkçe konuşur. Resmi dilde kendi lehçelerindeki Türkçe’dir. Sadece Kırgızistan’da Rusça ve Kırgızca resmi dildir. Bize en uzak coğrafyalardan biri olan Tuva’da bile Türkiye Türkçe’siyle günlük ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Ayrıca Tuva’da zaman zaman Tuvaca konuşmayanları n tartaklandığını ya da küçümsendiğine şahit olabilirsiniz. Diğer yandan Kırmançca ve Zazaca biliyorsanız Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da hiçbir sıkıntı çekmeden konuşabilirsiniz. Hatta Kırmançca veya Zazaca biliyorsanız Anadolu Türkçe’si konuşanlardan daha çabuk o ülkelerin Türkçelerini öğrenebilirsiniz. Bu arada Aral Gölü’nün güneyindeki Karakalpakistan’ın Ürgenç bölgesinde Anadolu ağzının konuşulduğunu zikretmekte fayda var. Sayın Türker Alkan’da Yımaz gibi konuya yaklaşarak “Pek çoğu da kendilerine ’Türk’ denmesinden bir hayli rahatsız. Bir Kazak, "Neden bize Kazak Türk’ü diyorsunuz" diye soruyordu, "biz size Anadolu Kazağı diyor muyuz”? diyerek Yılmaz’la aynı düşünceyi paylaşmaktadır. Alkan’ın yazdığı doğrudur. Ancak aynı zamanda çok yanlıştır. Çünkü o coğrafyada yukarıdaki görüşe sahip olan insanlar var. Olması da gayet doğal, çünkü bu görüşü ifade edenler Sovyet okullarında okudular ve yıllarca onlara siz Türk değilsiniz, Türkçe konuşan Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen vb halkalarsınız dendi. Eğer o insanlar öyle bir eğitimden geçmemiş olsalar dahi o ifadeyi büyütmenin ve ondan hareketle siyasi tavır belirlemenin anlamı yoktur. Ayrıca Türkiye Kırgızı, Türkiye Kazağı ve Türkiye Tatarı, Türkiye Uyguru gibi tanımlamalar o coğrafyalardan Türkiye’ye olan göçler vasıtasıyla oluşmuş ve yaygın şekilde kullanılmaktadı r. Bunun tanımlamaları ise Eskişehir, Zetinburnu/İstanbul, Kayseri, Adana ve Ceyhan gibi şehirlerimizde görmek mümkündür. Diğer yandan Türkiye’de aslen Türk olup da kendisini Türk görmeyenler yok mu? Bu sorunun cevabı evet. O halde buradan hareketle Türkiye’deki Türkler için birileri siz Türk değilsiniz derse ne yapacağız? Ayrıca Sayın Alkan acaba YÖK vasıtasıyla Kazakistan’da görevlendirilmiş bir akademisyenin yemek yendikten sonra, masadaki Kazak ve Özbekler tarafından yemek duası etmesi istendiğinde, ‘ben molla değilim, dua edemem burada Kazak mollası var o etsin dediğinde’ “sen Türk değil misin” ya da aynı akademisyenin saha araştırmaları yaparken Kazak ve Özbeklerin “siz bozulmuş Türksüzün, asıl Türk biziz” dediklerini duysaydı acaba ne derdi? Alkan, başbakanın “Türkçe Konuşan Devletler Topluğu” kurulması teklifini eleştirirken “Türk dünyasının kültürel miras ve çıkarlar açısından ne kadar ortak yanı var, o da ayrı bir konu” demektedir. Umarız bu ifadeler bir dalgınlık sonucu yazılmıştır. Aksi taktir de böyle bir ifadeyi yazmak adeta Türk tarihi ve kültürünü inkar etmek ya da bu konu hakkında çok cahil olmayı gerektirir. Çünkü bugün bile her türlü modernizm ve iletişim araçların büyük etkisine rağmen köylerimizde ve geleneksel hayatımızda gördüğümüz bir çok etnolojik ve sosyo-kültürel değerleri Türk dünyasının her yerinde canlı olarak görmek mümkündür. Mesela Tunceli’de görülen koç başlı mezar taşlarını (en son örneği 1962 tarihli) Moğolistan’ın Ötüken bölgesine kadar olan sosyal coğrafyada görebilirsiniz. Diğer yandan bir kültürün en belirgin ve sert yönünü halı kilim ve mezar taşarlındaki damgalarda görürsünüz. Türkiye’de dokunan halı-kilimlerdeki damgaları da Sibirya Türklerine kadar bütün Türk topluluklarında görmek mümkündür. Çıkarlar konusuna gelince bu kavram da yukarıda ifade etmeye çalıştığımız değerler içinde yorumlanmalıdı r. Çünkü ülkeler arasındaki çıkarlar siyasi, ekonomik ve kültürel yapı ile yakından ilişkilidir. Sonuç olarak, gazeteci olmak cahil olmayı, yani bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmayı zorunlu kılmıyor. Diğer yandan gazetecilerin, okuyucularına karşı sorumlukları vardır. Bu nedenle Yılmaz’ın ifadesiyle “insan her aklına ve ağzına geleni uluorta söylememeli". (Kaynak: [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]http://www.ihkupcu. com/makale/ hosgorununevrens elligi.htm[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif])
(…)[/FONT]
(…)[/FONT]