ashli
Bayan Üye
Charles Darwin adını duymayan yok. Hele orta eğitimden geçmiş birinin onunla tanışmaması ise hiç mümkün değil.
Evrim Teorisi son tahlilde sadece bir “kuram” olsa da Türkiye gibi ülkelerde orta eğitim kurumlarına kadar tartışmasız bir gerçekmiş gibi indirilmiş durumda. Darwin her zaman dünya gündeminde. Ancak onu yeniden Türkiye gündemine getiren sözler, ona dönük kanaatlerin yeniden sorgulanmasına yol açacak nitelikte.
Batıda Türklere yönelik olumsuz bakış açıları yeni değil. Tarihi çok gerilere uzanıyor. Bu bakış açısını hem ırki hem de dini faktörler belirliyor. İspanya’nın Müslüman Araplar tarafından fethedilmesi ve onun ardından Türklerin devam ettirdiği fetihlerin 17. yüzyıl sonlarında Viyana kapılarına kadar dayanması Hıristiyan dünyanın olumsuz kanaatini belirginleştirdi. “Haçlı Seferleri “ olarak kendini gösteren ve asırlarca süren İslam/Türk karşıtı tavır alışın bugüne bile ulaşan yansımalarını yaşıyoruz.
Avrupa’nın neredeyse tümü Osmanlı ihtişamını, korkusunu, asaletini bir çok araştırmacının kabul ettiği gibi iliklerine kadar hissetti. Türk imajı gittikçe daha da negatif hale gelmeye başladı. Martin Luther’in “Savaş Yemini” kitabında Türklerin, “Tufan” ya da “Sodom ve Gomore” gibi İncil’de anlatılan ilahi cezaları uygulamak için gönderildiklerini iddia etmesi bu bakış açısını daha da pekiştirdi. Sargon Erdem adlı bir araştırmacı Türk Tarih Kongresine sunduğu bildirisinde, çiviyazılı belgeler ışığında Ye’cüc Me’cüc’ün Türkler olduğunu ispat etmeye çalışmıştı. (X. Türk Tarih Kongresi, 22—26 Eylül 1986)
Hırvat Bartholomew Georgeviç’in “Türklerin Esareti ve Haraçları Altında Ezilen Hıristiyanların Çektiği Sıkıntılar” adlı eseri döneminin en çok satan ve rağbet gören kitapları arasındaydı. (Tribulations of the Christians Held in Tribute and Slavery by the Turks, 1544). Her ülkede kendine göre bir Türk kanaati oluşuyor ve bunun daha da olumsuz hale gelmesine ise aşırı ırkçı bakış açıları neden oluyordu. Avusturya’da ırkçı sağ, kahraman olarak 1683 kuşatması sırasında Viyana kumandanı olan Kont Rudiger von Starhemberg’ı kullanmıştı.
Bu kampanyaların kalıntılarını modern Avrupa kültüründe bulmak zor değil. İtalyanca’da yaramazlık yapan çocukların “Mama, li Turchi” (Türkler geliyor!) diye korkutulması ve “marraquino” terimi, Müslümanların yenilgisini kutlamak için üretilen Fransız “croissant” ya da Avusturya’da kullanılan “kipferi” sözcükleri, İngiliz publarının ilginç isimleri (Türk’ün Kellesi) ve yeni ortaya çıkan Avrupa bölgelerinden Korsika’nın, milli sembolünde aslen Haçlılardan alınmış “Türk’ün başını” gösteren on sekizinci yüzyıl bayrağını kullanması bunun ilk akla gelen örnekleri.
İyi de, Darwin bunun neresinde?
Herkes Türkler hakkında bir şey söylüyordu ancak hiçbiri Darwin kadar ileri gidememişti. Darwin Türklerin maymun ile insan arası bir tür olduğunu iddia ediyor, çok uzak olmayan bir gelecekte Türkler gibi diğer ikinci sınıf ırkların asil (yani Avrupalı) ırklar tarafından yok edileceğini söylüyordu.
Bu kadarına da pes dedirtecek nitelikteki Darwin’in ırkçı görüşlerine aslında şaşmamak gerekiyordu. Bu gerçekte geliştirdiği evrim teorisinin “doğal” bir sonucuydu. Darwin bilindiği gibi, insanların maymun benzeri canlılardan evrimleşerek bugünkü durumlarına geldiklerini iddia etmişti. Ancak Darwin’e göre bu evrim süreci içinde “doğa tarafından kayırılmış ırklar vardı”. Bu fikrini, ünlü Türlerin Kökeni’nin başlığında bile vurgulamıştı. Darwin’in kitabının uzun ismi şöyleydi: “Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla”.
Irkçılığın babası Darwin!
Bu kayırılmış ırklar Darwin’e göre Avrupalı ırklardı. Tüm Asyalı ve Afrikalı ırklar ise evrim sürecinde geri kalmış ırkları oluşturuyorlardı. Birer insan bile değillerdi. Darwin’in bu fikirleri, evrim teorisinin “bilimsel” maskesi altında, büyük taraftar kazandı. Hintli Antropolog Vidyarthi, bunu şöyle açıklıyordu:
“Darwin’in ortaya attığı ‘en güçlülerin hayatta kalması’ düşüncesi, insanoğlunun kültürel bir evrim sürecinden geçtiğine ve en üst kademenin Beyaz Adam’ın medeniyeti olduğuna inanan sosyal bilimciler tarafından coşkuyla karşılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. Yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok büyük bir kısmı ırkçılığı şiddetle benimsediler.” (Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science and Pseudo—Science. Unesco, France, Vendöme, 1983 s. 54)
Vidyarthi doğru söylüyordu. Darwin, ırkçı fikirlerinin çoğunu Descent of Man adlı kitabında açıklamış, Benjamin Farrington’ın ifadesiyle bu kitapta “insan ırkları arası eşitsizliğin apaçıklığı” hakkında bir çok yorum yapmıştı. (Farrington, What Darwin Really Said, London: Sphere Boooks, 1971, ss. 54—56)
Darwin 1871’de çıktığı uzun gezide gördüğü Tierre del Feugo’lu yerlileri tanımlarken bu ırkçı önyargılarını açıkça ortaya koymuştu. Yerlileri, “çırılçıplak, boyalara batmış, yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirlerse yiyen, yönetimsiz, kendi kabileleri dışındakilere acımasız, düşmanlarına işkenceden zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, karılarına köle gibi davranan, ağır bâtıl inançlarla dolu insanlar” olarak tasvir etmişti. Oysa aynı bölgeyi ondan on yıl önce gezen W. P. Snow, aynı yerlileri “ güzel, güçlü, çocuklarına düşkün, bazı özgün el sanatlarına sahip olan, bazı eşyalarda özel mülkiyeti tanıyan, en yaşlı bir kaç kadının otoritesini kabul etmiş” insanlar olarak anlatmıştı. (J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt,Studies in Social Antropology, Oxford: Clarendon Press, 1975, ss 10—11)
Darwin’in bu insanları abartılı biçimde aşağılaması, onları “evrim sürecinde geri kalmış bir ırk” olarak tanımlayabilme isteğinden kaynaklanıyordu. Darwin kendi çapında el yordamıyla “evrim sürecine” müdahale etmeye çalışıyordu, ama kötü niyeti bir başka araştırmayla ortaya çıkıveriyordu.
Darwin, İnsanın Türeyişi (Descent of Man) adlı kitabında bazı ilginç ırkçı kehanetlerde de bulunmuştu. Kitabında zenciler ve Avusturya yerlileri gibi ırkları gorillerle aynı statüye sokmuş, sonra da bunların “medeni ırklar” tarafından zamanla yok edileceklerini öne sürerek şöyle demişti: “Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avusturya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.” (Charles Darwin, The Descent of Man, 2.Baskı, New York, A L. Burt Co., 1874, s178)
Maymunsu Türkler!
Konunun en önemli yönü ise, Darwin’in kendince “aşağı ırklar” arasında gördüğü milletlerin arasında, Türkleri de saymış olmasıydı! Darwin, W. Graham’a yazdığı 3 Temmuz 1881 tarihli mektubunda, bu ırkçı düşüncesini şöyle ifade ediyordu:
“Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu gösterebilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa Türkler tarafından istila edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşı gelmişlerdi. Şimdi ise bu çok saçma bir düşüncedir. Avrupalı ırklar olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından yok edileceğini görüyorum. (Francis Darwin, The Life ard Letters of Charles Darwin, cilt 1. New York D. Appleton and Company, 1888. Ss. 285—86)
Bütün bunları okuyunca, Etiyopya’da ya da Afrika’nın herhangi bir yerindeki yüzbinlerce insanın açlıktan ölmesinin, ya da Bosna’da, Kosova’da yüzbinlerce insanın soykırıma tabi tutulmasının Batı dünyası için neden bir şey ifade etmediği daha iyi anlaşılıyor. Çünkü onlara göre büyük balık küçük balığı yiyebilirdi. Eğer bir küçük balık diğer bir küçük balığı yemek istiyor ve yiyemiyorsa, bir büyük balık o küçük balığa yardım edebilirdi.
Darwin emperyalizmin sözcüsü
Charles Darwin’in Türk Milletini ve daha pek çok ırkı “geri ırk” saymasının nedeni aslına bakılırsa tümüyle siyasi. O dönemde Avrupalı emperyalist devletler, bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya çalışıyor, diğer taraftan da Asya ve Afrika’nın dört bir yanını sömürgeleştirme yarışını sürdürüyorlardı. Ancak bu istilayı meşrûlaştırmak, haklı gösterecek bir bahane bulmak istiyorlardı. Bu bahaneyi daha önce Kristof Kolomb zamanında Amerika’yı keşfeden İspanyollar bulmuşlardı. Amerikalı yerli halkın “bir hayvan türü” olduğunu öne sürmüş ve böylece bu insanları köleleştirip sömürmelerine sözde haklı bir gerekçe oluşturmuşlardı.
Aynı gerekçe, Darwin tarafından 19. Yüzyıl emperyalizmine pembe kurdela ile sarılarak hediye ediliyordu. Darwin, ortaya attığı evrim teorisiyle birlikte, “Avrupalı olmayan ırklar gerçekte bir tür hayvandır” şeklindeki emperyalist düşünceyi, sözde bilimsel bir zemine oturtuyordu. Bu nedenle Çinli sosyal bilimci Kenneth Hsu, Darwin’i “Victoria dönemi İngilteresi için ideal bir bilim adamı, Çin’e zorla afyon satabilmek için bu ülkeyi işgal eden ve bunu serbest ticaret ve en güçlülerin hayatta kalması kuralına dayandıran ülkenin bilimsel dayanağı” diye tarif ediyordu. (Kenneth J. Hsu. Geology, Nisan 1987, s.377)
Darwin’in Türk Milleti hakkındaki sözleri ise gerçekte dönemin Avrupalı emperyalist devletlerin —aslında bugünlere kadar uzanan— Türk düşmanlığının temelleri ile ilgili son derece önemli bir ipucu veriyor. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya ve sömürgeleştirmeye, böylece Türk medeniyetini yok etmeye çalışan güçler aradıkları fikrî dayanağı Darwin’de buldular.
Darwin’in fikirdaşı Naziler
İşin şaşırtıcı yanı Darwin’in ırkçı görüşleri ile Naziler arasındaki benzerlikti. Birçok yazara göre Naziler daha çok kötülüğün ve üstü örtülü diktatörlüğün ön organizasyonu olarak ortaya çıkmışlardı. Napolyon’un tüm Avrupa’yı kontrol etme tasarısından çok şey öğrenen Naziler, jeopolitik kriterlere öncelik vererek gerçek fatihler olmayı düşlüyorlar ama metod olarak önce dallanıp budaklanmayı yani jeopolitik yayılmayı amaçlıyorlar ve sonunda dünya egemenliğini hayal ediyorlardı.
Fakat ortada garip bir durum var; Türkiye’de bazı insanlar hâlâ Darwin’in görüşlerine sıkı sıkıya sarılıyor, hatta evrim teorisinin Milli Eğitim müfredatına girmesi için ellerinden geleni yapıyor. Bu büyük aymazlıktan uyanmak için Darwin’in kendileri ile ilgili gerçek düşüncelerini öğrenmelerine hiç ama hiç gerek yoktu oysa.
Evrim Teorisi son tahlilde sadece bir “kuram” olsa da Türkiye gibi ülkelerde orta eğitim kurumlarına kadar tartışmasız bir gerçekmiş gibi indirilmiş durumda. Darwin her zaman dünya gündeminde. Ancak onu yeniden Türkiye gündemine getiren sözler, ona dönük kanaatlerin yeniden sorgulanmasına yol açacak nitelikte.
Batıda Türklere yönelik olumsuz bakış açıları yeni değil. Tarihi çok gerilere uzanıyor. Bu bakış açısını hem ırki hem de dini faktörler belirliyor. İspanya’nın Müslüman Araplar tarafından fethedilmesi ve onun ardından Türklerin devam ettirdiği fetihlerin 17. yüzyıl sonlarında Viyana kapılarına kadar dayanması Hıristiyan dünyanın olumsuz kanaatini belirginleştirdi. “Haçlı Seferleri “ olarak kendini gösteren ve asırlarca süren İslam/Türk karşıtı tavır alışın bugüne bile ulaşan yansımalarını yaşıyoruz.
Avrupa’nın neredeyse tümü Osmanlı ihtişamını, korkusunu, asaletini bir çok araştırmacının kabul ettiği gibi iliklerine kadar hissetti. Türk imajı gittikçe daha da negatif hale gelmeye başladı. Martin Luther’in “Savaş Yemini” kitabında Türklerin, “Tufan” ya da “Sodom ve Gomore” gibi İncil’de anlatılan ilahi cezaları uygulamak için gönderildiklerini iddia etmesi bu bakış açısını daha da pekiştirdi. Sargon Erdem adlı bir araştırmacı Türk Tarih Kongresine sunduğu bildirisinde, çiviyazılı belgeler ışığında Ye’cüc Me’cüc’ün Türkler olduğunu ispat etmeye çalışmıştı. (X. Türk Tarih Kongresi, 22—26 Eylül 1986)
Hırvat Bartholomew Georgeviç’in “Türklerin Esareti ve Haraçları Altında Ezilen Hıristiyanların Çektiği Sıkıntılar” adlı eseri döneminin en çok satan ve rağbet gören kitapları arasındaydı. (Tribulations of the Christians Held in Tribute and Slavery by the Turks, 1544). Her ülkede kendine göre bir Türk kanaati oluşuyor ve bunun daha da olumsuz hale gelmesine ise aşırı ırkçı bakış açıları neden oluyordu. Avusturya’da ırkçı sağ, kahraman olarak 1683 kuşatması sırasında Viyana kumandanı olan Kont Rudiger von Starhemberg’ı kullanmıştı.
Bu kampanyaların kalıntılarını modern Avrupa kültüründe bulmak zor değil. İtalyanca’da yaramazlık yapan çocukların “Mama, li Turchi” (Türkler geliyor!) diye korkutulması ve “marraquino” terimi, Müslümanların yenilgisini kutlamak için üretilen Fransız “croissant” ya da Avusturya’da kullanılan “kipferi” sözcükleri, İngiliz publarının ilginç isimleri (Türk’ün Kellesi) ve yeni ortaya çıkan Avrupa bölgelerinden Korsika’nın, milli sembolünde aslen Haçlılardan alınmış “Türk’ün başını” gösteren on sekizinci yüzyıl bayrağını kullanması bunun ilk akla gelen örnekleri.
İyi de, Darwin bunun neresinde?
Herkes Türkler hakkında bir şey söylüyordu ancak hiçbiri Darwin kadar ileri gidememişti. Darwin Türklerin maymun ile insan arası bir tür olduğunu iddia ediyor, çok uzak olmayan bir gelecekte Türkler gibi diğer ikinci sınıf ırkların asil (yani Avrupalı) ırklar tarafından yok edileceğini söylüyordu.
Bu kadarına da pes dedirtecek nitelikteki Darwin’in ırkçı görüşlerine aslında şaşmamak gerekiyordu. Bu gerçekte geliştirdiği evrim teorisinin “doğal” bir sonucuydu. Darwin bilindiği gibi, insanların maymun benzeri canlılardan evrimleşerek bugünkü durumlarına geldiklerini iddia etmişti. Ancak Darwin’e göre bu evrim süreci içinde “doğa tarafından kayırılmış ırklar vardı”. Bu fikrini, ünlü Türlerin Kökeni’nin başlığında bile vurgulamıştı. Darwin’in kitabının uzun ismi şöyleydi: “Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla”.
Irkçılığın babası Darwin!
Bu kayırılmış ırklar Darwin’e göre Avrupalı ırklardı. Tüm Asyalı ve Afrikalı ırklar ise evrim sürecinde geri kalmış ırkları oluşturuyorlardı. Birer insan bile değillerdi. Darwin’in bu fikirleri, evrim teorisinin “bilimsel” maskesi altında, büyük taraftar kazandı. Hintli Antropolog Vidyarthi, bunu şöyle açıklıyordu:
“Darwin’in ortaya attığı ‘en güçlülerin hayatta kalması’ düşüncesi, insanoğlunun kültürel bir evrim sürecinden geçtiğine ve en üst kademenin Beyaz Adam’ın medeniyeti olduğuna inanan sosyal bilimciler tarafından coşkuyla karşılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. Yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok büyük bir kısmı ırkçılığı şiddetle benimsediler.” (Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science and Pseudo—Science. Unesco, France, Vendöme, 1983 s. 54)
Vidyarthi doğru söylüyordu. Darwin, ırkçı fikirlerinin çoğunu Descent of Man adlı kitabında açıklamış, Benjamin Farrington’ın ifadesiyle bu kitapta “insan ırkları arası eşitsizliğin apaçıklığı” hakkında bir çok yorum yapmıştı. (Farrington, What Darwin Really Said, London: Sphere Boooks, 1971, ss. 54—56)
Darwin 1871’de çıktığı uzun gezide gördüğü Tierre del Feugo’lu yerlileri tanımlarken bu ırkçı önyargılarını açıkça ortaya koymuştu. Yerlileri, “çırılçıplak, boyalara batmış, yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirlerse yiyen, yönetimsiz, kendi kabileleri dışındakilere acımasız, düşmanlarına işkenceden zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, karılarına köle gibi davranan, ağır bâtıl inançlarla dolu insanlar” olarak tasvir etmişti. Oysa aynı bölgeyi ondan on yıl önce gezen W. P. Snow, aynı yerlileri “ güzel, güçlü, çocuklarına düşkün, bazı özgün el sanatlarına sahip olan, bazı eşyalarda özel mülkiyeti tanıyan, en yaşlı bir kaç kadının otoritesini kabul etmiş” insanlar olarak anlatmıştı. (J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt,Studies in Social Antropology, Oxford: Clarendon Press, 1975, ss 10—11)
Darwin’in bu insanları abartılı biçimde aşağılaması, onları “evrim sürecinde geri kalmış bir ırk” olarak tanımlayabilme isteğinden kaynaklanıyordu. Darwin kendi çapında el yordamıyla “evrim sürecine” müdahale etmeye çalışıyordu, ama kötü niyeti bir başka araştırmayla ortaya çıkıveriyordu.
Darwin, İnsanın Türeyişi (Descent of Man) adlı kitabında bazı ilginç ırkçı kehanetlerde de bulunmuştu. Kitabında zenciler ve Avusturya yerlileri gibi ırkları gorillerle aynı statüye sokmuş, sonra da bunların “medeni ırklar” tarafından zamanla yok edileceklerini öne sürerek şöyle demişti: “Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avusturya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.” (Charles Darwin, The Descent of Man, 2.Baskı, New York, A L. Burt Co., 1874, s178)
Maymunsu Türkler!
Konunun en önemli yönü ise, Darwin’in kendince “aşağı ırklar” arasında gördüğü milletlerin arasında, Türkleri de saymış olmasıydı! Darwin, W. Graham’a yazdığı 3 Temmuz 1881 tarihli mektubunda, bu ırkçı düşüncesini şöyle ifade ediyordu:
“Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu gösterebilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa Türkler tarafından istila edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşı gelmişlerdi. Şimdi ise bu çok saçma bir düşüncedir. Avrupalı ırklar olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından yok edileceğini görüyorum. (Francis Darwin, The Life ard Letters of Charles Darwin, cilt 1. New York D. Appleton and Company, 1888. Ss. 285—86)
Bütün bunları okuyunca, Etiyopya’da ya da Afrika’nın herhangi bir yerindeki yüzbinlerce insanın açlıktan ölmesinin, ya da Bosna’da, Kosova’da yüzbinlerce insanın soykırıma tabi tutulmasının Batı dünyası için neden bir şey ifade etmediği daha iyi anlaşılıyor. Çünkü onlara göre büyük balık küçük balığı yiyebilirdi. Eğer bir küçük balık diğer bir küçük balığı yemek istiyor ve yiyemiyorsa, bir büyük balık o küçük balığa yardım edebilirdi.
Darwin emperyalizmin sözcüsü
Charles Darwin’in Türk Milletini ve daha pek çok ırkı “geri ırk” saymasının nedeni aslına bakılırsa tümüyle siyasi. O dönemde Avrupalı emperyalist devletler, bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya çalışıyor, diğer taraftan da Asya ve Afrika’nın dört bir yanını sömürgeleştirme yarışını sürdürüyorlardı. Ancak bu istilayı meşrûlaştırmak, haklı gösterecek bir bahane bulmak istiyorlardı. Bu bahaneyi daha önce Kristof Kolomb zamanında Amerika’yı keşfeden İspanyollar bulmuşlardı. Amerikalı yerli halkın “bir hayvan türü” olduğunu öne sürmüş ve böylece bu insanları köleleştirip sömürmelerine sözde haklı bir gerekçe oluşturmuşlardı.
Aynı gerekçe, Darwin tarafından 19. Yüzyıl emperyalizmine pembe kurdela ile sarılarak hediye ediliyordu. Darwin, ortaya attığı evrim teorisiyle birlikte, “Avrupalı olmayan ırklar gerçekte bir tür hayvandır” şeklindeki emperyalist düşünceyi, sözde bilimsel bir zemine oturtuyordu. Bu nedenle Çinli sosyal bilimci Kenneth Hsu, Darwin’i “Victoria dönemi İngilteresi için ideal bir bilim adamı, Çin’e zorla afyon satabilmek için bu ülkeyi işgal eden ve bunu serbest ticaret ve en güçlülerin hayatta kalması kuralına dayandıran ülkenin bilimsel dayanağı” diye tarif ediyordu. (Kenneth J. Hsu. Geology, Nisan 1987, s.377)
Darwin’in Türk Milleti hakkındaki sözleri ise gerçekte dönemin Avrupalı emperyalist devletlerin —aslında bugünlere kadar uzanan— Türk düşmanlığının temelleri ile ilgili son derece önemli bir ipucu veriyor. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya ve sömürgeleştirmeye, böylece Türk medeniyetini yok etmeye çalışan güçler aradıkları fikrî dayanağı Darwin’de buldular.
Darwin’in fikirdaşı Naziler
İşin şaşırtıcı yanı Darwin’in ırkçı görüşleri ile Naziler arasındaki benzerlikti. Birçok yazara göre Naziler daha çok kötülüğün ve üstü örtülü diktatörlüğün ön organizasyonu olarak ortaya çıkmışlardı. Napolyon’un tüm Avrupa’yı kontrol etme tasarısından çok şey öğrenen Naziler, jeopolitik kriterlere öncelik vererek gerçek fatihler olmayı düşlüyorlar ama metod olarak önce dallanıp budaklanmayı yani jeopolitik yayılmayı amaçlıyorlar ve sonunda dünya egemenliğini hayal ediyorlardı.
Fakat ortada garip bir durum var; Türkiye’de bazı insanlar hâlâ Darwin’in görüşlerine sıkı sıkıya sarılıyor, hatta evrim teorisinin Milli Eğitim müfredatına girmesi için ellerinden geleni yapıyor. Bu büyük aymazlıktan uyanmak için Darwin’in kendileri ile ilgili gerçek düşüncelerini öğrenmelerine hiç ama hiç gerek yoktu oysa.