Salvo
Kayıtlı Üye
Batı ülkelerinin hızlı bir gelişme ve yeni tekniklerin kullanılması gibi ancak yüklü bir fatura ile çözebilecekleri çevre sorunları açısında Türkiye’nin içinde bulunduğu, sanayileşmekte olan ülkelerin avantajlı bir konumda olduğu söylenebilir. Bu gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş olan ülkelerin karşılaştığı sorunlardan ders alarak, doğayı bu denli tahrip etmemek için önlemler alarak sanayileşme yolunda ilerleyebilirler.
Türkiye’ de çevre kirlenmesi olgusu 1970’ lerin başında gündeme girmiştir. Bu yıllarda su, hava ve kara kirliliği başlamış, sanayinin hızla geliştiği bölgelerde denetimsiz, plansız ve hızlı yerleşme, yanlış parselasyon ve aşırı nüfus artışıyla son yıllarda bu kirlilik giderek yoğunlaşmıştır. Su kirliliği sorunları ilk kez Haliç ile ilgili ortaya çıkmış, 1940’lı yıllarda bu konuda ilk bilimsel ölçümler yapılmıştır. Haliç’ten sonra 1960’ların ortalarından başlayarak İzmir ve İzmit Körfezleri, 1970’li yıllarda da Mersin, İskenderun ve Edremit Körfezleri artan bir biçimde kirlenmeye başlamıştır. Gene 1970’li yıllarda Porsuk, Simav, Ankara ve Sakarya Nehirleri ile Sapanca ve Tuz Göllerinde kirlenme saptanmıştır. Sularımızın kirlenmesine paralel olarak su ürünleride pestisit (tarım ilacı) ve civa gibi ağır metallerin birikimi sorunu ortaya çıkmıştır.
Türkiye’deki bugünkü hatalı gelişmenin nedeni şu şekilde özetlenebilir.
a- Sanayinin yanlış yer seçimini takip eden hızlı ve sağlıksız şehirleşme;
b- Alt yapısı ve arındırma tesisleri olmayan sanayilerin atık gazlarını kontrolsüz şekilde atmosfere, atık sularını arındırmaksızın deniz ve nehirlere bırakması.
Sanayileşme sürecinde, turizm ve tarım sektöründe de çevre sorunlarına olan kapalı gözlülük, geniş potansiyele sahip tarım alanlarının ve doğa güzelliklerinin geleceğini önemli ölçüde etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir.
- Türkiye’deki Deniz Kirliliğinin Boyutları
Çeşitli yollardan meydana gelin deniz kirliliği toplumların korunması ve insanlığın gelişimi açısından önemli gelişmeleri bünyesinde bulundurmaktadır. Belirli
bir eko-sistem içinde yer alan toplumlar, kullandıklan üretim teknolojisi sonucu eko*dengeyi tahrip etmekte, kısa dönemde geçimlerini sağlama endişesi içinde, uzun vadede geleceğin birçok imkanlarını yok etmektedirler.
Kirlenmenin en uygun olduğu deniz ortamı, insanlığın gelecekteki besin deposu olma özelliğini hızla kaybetmektedirler. Denizlerin biyolojik olarak gelecek için olduğu kadar bugün içinde tehlikelidir. Kirlilik besin zinciri boyunca yürümekte ve insan dahil bütün canlılara zarar vermektedir.
Demzdeki biyolojik hayatın verimliliği ve sürekliliği sudaki oksijen ve ısı miktarı ile su ısısına bağlıdır. Bu uç fiziki şartı belirleyen en kritik bölge ise yüzeyin ilk milimetreleridir. Bu bölgenin önemini şu şekilde açıklayabiliriz:
a- Suda oksijenin büyük çoğunluğu direkt olarak atmosferden gelir. Atmosferdeki oksijen miktarının sudan daha fazla olması nedeni ile yavaş yavaş atmosferdeki oksijen deniz suyu içinde çözülür ve akıntılar sayesinde denizin farklı derinliklerine dağılır. Bu atmosfer ile deniz arasındaki oksijen değişimi ise deniz yüzeyinde gerçekleşir.
b- Sudaki besin zincirinin en alt tabakası olan zooplanktonlar ve phitoplanktonlar fotosentez ile beslenir. Fotosentez için en gerekli öğelerden birisi ise güneş ışığıdır. Denize giren güneş ışığımn önüne ne kadar az bariyer çıkarsa, güneş ışığıo kadar daha derine inebilir. Yani deniz yüzeyi ne kadar berrak ve temiz ise güneş ışığıda o kadar derin bölgeye ulaşabilir.
c- Deniz suyu sıcaklığı da eko-denge açısından çok önemli bir unsurdur. Deniz suyu ısısım hem güneş ışığından hem de atmosferden alır. Atmosferle temas eden deniz yüzeyi atmosferin ısısım emer. Bu ısı alışverişinin miktarı ise deniz yüzeyinin ilk milimetrelerindeki temizliğe bağlıdır. Denizlerdeki kirlenme en yoğun deniz yüzeyinde görülür. Yukarda açıkladığım nedenlerle bu bölgede görülen aşırı kirlenme denizlerin soğuma kapasitesini zayıflatmakta, hava ve güneş ile temas etmeyen denizde eko-denge bozulmaktadır. Böylece denizlerin gelecekteki potansiyeli yitirilmektedir.
Deniz Kirliliğine Neden Olan Unsurların Sınıflandırılması
A- Denizin havadan kirlenmesi
Hava taşıtlarının yağlı atıkları genelde açık denize dökülmektedir. Ancak bu atıkların neden olduğu zararlar henüz çok önemli boyutlara ulaşmamıştır. Bu soruna en kısa zamanda çözüm bulanacağı umulmaktadır.
Denizin havadan kirlenmesinin en önemli nedeni ise sanayiler veya konutlar tarafindan oluşturulan hava kirliliğidir. Atmosfere bırakılan zehirli gazlar ve moleküller (kükürt gibi) asit yağmuru şeklinde deniz ve tatlı sularımıza karışmaktadır. Asit yağmuru, yağmurun atmosferden geçerken karşılaştığı gazlarla tepkimeye girerek bu doğa açısından zararlı olan molekülleri yeryüzüne geri indirmesidir.
B- Denizlerin denizden kirlenmesi
Deniz kirliliğine neden olan en önemli maddelerden biri akaryakıttır. Denizlere akaryakıt sürekli olarak gemilerdeki kaçaklardan girmektedir. Bu kaçaktar az miktarda oldukları için genelde ekosistemde çok ciddi bir soruna yol açmazlar. Henüz daha çok iyi bilinmeyen bir bekteri tarafindan bu az miktardaki petrol zararsız hale getirilir. Asıl sorun deniz kazalan sonucu büyük miktarlarda denize dökülen akaryakıttan kaynaklanır. Bu tarz kazaların en bilineni 24 Mart 1989’da Alaska’da Prince William Sound’da meydana gelen Exxon Valdez kazasıdır. Bu kazada 10 milyon galonluk ham petrol okyanusa dokunulmuştur. Bu kazada da gözlendiği gibi büyük miktarlardaki akaıyakıtın denizlere dökülmesinde ki en büyük sorun kıyılarda görülmektedir. Sahil yüzeyini kaplayan petrol kum ve taşlarda yaşayan midye gibi deniz canlılarının oksijene ulaşmasını imkansızlaştırdığı için toplu ölümlere neden olur. Deniz yüzeyini kalın bir tabaka halinde kaplayan petrol denizle atmosfer arasındaki oksijen alışverişini engellediği için de deniz eko-sisteminde sorunlara yol açar. Ayrıca toksik özelliği olan petrol toplu balık ölümlerine neden olur. Yüksek miktarda petrol sindiren balıklar, kendileri ölmese bile besin zincirindeki bir üst canlı (deniz memelileri, deniz kuşları ve insanlar gibi) tarafindan yenildiğinde bu canlıda da zehirlenmeye hatta ölüme neden olurlar. Exxon Valdez olayının Türkiye’deki bir benzeri de 1979 yılında İstanbul limanının da patlayan Independenta tankeridir. Bu tankın taşıdığı petrol İstanbul Boğazından başlayarak Marmara Denizi’nin büyük bir kısmına yayılmıştır. Bu kazayı takiben de Marmara Denizi’nde büyük miktarlar da balık olumu gözlenmiştir.
C- Denizlerin karadan kirlenmesi
Karadan denize dökülen atıklar iki başlıkta toplamak mümkündür: domestik atıklar ve sanayi atıklar.
Domestik atıklar daha çok arıtılmaksızın denizlere dökülen kanalizasyon sulandır. Bu kanalizasyon suları organik madde içerirler. Bu organik maddeler suda bakteriler tarafindan kuşatılır, kararlı ve zararsız inorganik bileşik haline dönüştürürler. Bu işlemi yapan bakteriler çoğunlukla aerob bakterilerdir ve sudaki oksijeni kullanırlar. Ancak suda ne kadar çok organik madde varsa bu bakterilerin sayılarıda o kadar artar ve dolayısıyla sudaki oksijen miktarıda o kadar azalır. Bu tarz kirliliğin çok uç olduğu bölgelerde sudaki bütün oksijenin tükendiği, dolayısıyla toplu balık ölümleri gözlenmiştir. Oksijenin olmadığı sularda tek yaşayabilen canlı anaerob bakterilerdir. Anaerob bakteriler artık olarak sülfi~r ürettikleri için suda çok kötü bir kokuya neden olurlar. Bu tarz bir kirlenmenin sonuçlarının Türkiye’deki en iyi örneği Haliç’tir. Sudaki bütün oksijenin bitmesiyle çoğalan anaerob baktenler Haliç’in o bildiğimiz kokusuna neden olmuştur.
Su kirliliğine neden olan en önemli sanayi dalları, kağıt, kimya, petrol ve demir*çeliktir. Bu sanayilerin deniz sularına attığı çözülebilen tuzlar, gazlar ve kimyasal maddeler organik moleküllerin arıtıldığı gibi doğal yollarla arıtılamazlar. Bu sanayi atıklar ayrıca kadmiyum, civa ve kurşun gibi zehirli metallerde içerirler.
Sanayi tesislerinden denize verilen atıklar da, yarattıkları kirlilik nedeniyle tüm dünyada önemle tartışılmaktadır. Üretim teknolojisinin bir sonucu olarak, kullanılan kimyevi maddeler deniz ortamını hızla bozmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde daha yoğun yaşanan bu sorun, bütün ülkeleri etkileyerek zarara sebep olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, temiz sanayiler kurarken, diğer yandan kirli sanayilerini gelişmekte olan ülkelere aktarmaya çalışmaktadırlar. Teknoloji ve yer seçimi son yıllarda her zamankinden büyük önem kazanmıştır. Sınai atıkların çevreye verdiği zarar, sanayilerin ekonomiye yaptıkları katkıların bir kısmını getirmektedir. Karlılık hesaplarına bu zararlar dahil edilmelidir. Tesisin kuruluş aşamasında, venmiilik hesaplarına, çevrenin nitelikleri de dahil edilip, yer ve teknoloji seçimi konusunda yeterli dikkat ve özen gösterildiği taktirde, ekonomik ve toplumsal maliyeti asgariye indirmek ve karlılığı azamiye çıkarmak konusundaki çalışmalar başarıya ulaşacaktır.
Deniz kıyılannda kurulu termik ve nükleer enerji santrallerimn, deniz eko*sisteminde dengesizliklere yol açtığı kanıtlanmış bir olgudur. Enerji santralleri çevresinde, kondenserlerin soğutma suyunun devamlı olarak boşaltılması yüzünden denizsuyu ısısı yükselmekte ve ortamın doğal karakteriin bozulmasına neden olmaktadır. Böylece, bölgede eko-denge yok olmakta ve bu da pek çok canlının kaybolmasına yol açmaktadır. Isının yüksek Olduğu bu ortamda, yoksun türü bazı bitkiler hızla çoğalmaktadır. Deniz akarsu ve göllerdeki en belirgin kirlenme çeşitlerinden biri de işte bu aşırı üretim yani öttofikasyondur. Suyun, yeşil ve bulanık bir renge dönüşmesine, kıyılarda yosun birikmesine yol açar. Aşırı ötrofikasyon durumunda, çok büyük miktarlarda yosun üremesi ve bu yosunlann dibe çöküp ayrışması sonucu, dip sularında oksijen tükenir ve hidrojen sülfit gazı ortaya çıkar.
Akarsularda ve Çoğu denizlerde sular sürekli karıştığı için, ötrofikasyon olayı genellikle hidrojen sülfit gazının çıkmasıyla sonuçlanmaz. Ancak Baltık Denizi gibi yarı kapalı ve özel yapısı nedeniyle suların fazla karışmadığı denizlerde ve önemli kanalizasyon girdisi olan çoğu körfez (İzmit Körfezi) ve göllerde ötrofikasyon; su ürünleri, turizm ve rekreasyon değerlerinin yitirilmesiyle sonuçlanan önemli bir ekonomik sorun şeklinde ortaya çıkar.
Türkiye’de ötrofikasyonun en iyi örneklerinden biri Köyceğiz Dalyan Gölü’nde görülür. Uzunca bir kanalla Ege’ye bağlanan Köyceğiz Gölü’nün 30 metreye kadar varan dip suları tuzlu; yüzey suları ise tatlıdır. Tanm alanlarından, yörenin kasaba ve köylerinin evsel atıklarından göle eklenen organik atıklar besleyici tuzlar nedeniyle, ciddi bir ötrofikasyon problemi ortaya çıkmıştır. Ege ile su alışvenşiin hemen hemen hiç olmayışı ve ölün yıllık tatlı su girdisinin azlığı nedeniyle gölün sularının kendi kendini yenileme kapasitesi azdır.
Besleyici tuzlann gölü zenginleştirmesiyle artan alg (yosun) üretimi ve bu alglerinde dibe çöküp ayrışmasıyla dipteki oksijen tüketilmektedir. Dolayısıyla dipte hidrojen sülfit gazı birikmektedir. Bu zehirli gaz da suyun kanşmasıyla zaman zaman yüzeye çıkarak hem kötü kokulann yayılmasına, hemde Köyceğiz Gölü’nde balık ölümüne neden olmaktadır. Köyceğiz Gölü’ndeki ötrofikasyon sorunun çözümü için ya giren sudaki fosfat konsantrasyonu azaltılmalı ya da suyun gölde kalış süresi kısaltılmalıdır. Köyceğiz Gölü’nün su girdi ve akıntısını değiştirmek çok zor ve masraflı olacağı için, yapılması gereken göle giren fosfat konsantrasyonunu azaltmak olacaktır. Uzun vadede, Köyceğiz Gölün’Deki akıntının değiştirilmeside Ege denizinde artan bir kirliliğe sebebiyet verir.
Tarımda kullanılan zehirli ilaçların, topraktan sulara karışarak denizlere akması, bu tür maddelerin çok kullanıldığı günümüzde, denizlerde tarımsal kökenli bir kirliliğin gündeme gelmesine neden olmaktadır. Örnek olarak Doğu Akdeniz’in tarım ilaçlarıyla kirlenmekte olan bir deniz olarak nitelendirilmesi verilebilir. Bu zehirli maddeler, balıkların vücudunda depolanarak, insanların besin zincirine gitmektedirler. Bunu iki başlık altında incelemek mümkündür.
1. BİYOLOJİK BİRİKİMİ OLMAYAN MADDELER
Bazı kirletici maddeler besin zincirlerinde birikirler, bazıları ise birikmezler. Bu iki grup madde arasında genel bir ayırım yapmak gerekir. Cansız çevreye çeşitli yollarla eklenen sentetik (insan yapısı) maddeler ve diğer kirleticiler, çoğu kez havada ve suda iyice seyrehilerek organizmalara zarar vermeyecek düzeylere erişirler. Pek çok kirletici madde, ya ortamdaki urkroskobik aynştırıcı organizmaların etkisiyle ya da ortamda doğal olarak yer alan fiziksel ve kimyasal işlemler sonucu zararsız veya daha az zararlı bir şekle çevrilir. Örneğin azotlu gübre fabrikalarından yan ürün olarak çıkan ve zehirli bir madde olan amonyak, suda okside olur; nitrit ve nitratlara dönüşerek kısa zamanda zehirli olmayan bir şekle gelir.
Bazı kirleticiler ise, ne ortamda seyreltilerek düşük yoğunluklara, ulaşabilir, ne de doğal yahut biyolojik yollarla zararsız maddelere aynştırılabilir. Bu tür maddelerin besin zincirlerinin değişik halkalarında bulunan tüketicilerin dokularında biriktiği görülür. Bazı kirleticilerin hava, su ve toprakta düşük miktarlarda bulunsalar bile, tüketicilerde giderek artan yoğunluklarda bulunması olayına biyolojik birikim denir.
Biyolojik olarak biriktirilen maddelerin başlıcaları DDT, PBC gibi sentetik organik kimyasallar, bazı radyoaktif maddeler ve bazı ağır metallerdir.
DDT ve türevi olan klorürlü hidrokarbonlar cinsinden tarım ilaçlarının önemi, ekosistemlerde çok uzun süre kalma ve yayılabilme özelliklerinden gelir. Ortamda çok uzun süre ayrışmadan kalan bu dayanıklı tarım ilaçları, sonunda çeşitli yollardan sulara karışır; nehirlerle ve deniz akıntılarıyla çok geniş alanlara yayılırlar.
Türkiye denizlerinde yapılan çalışmalarda DDT ve benzeri tarım ilaçlarının deniz balıklarında biriktiği gözlenmiştir. Analizler sonucu elde edilen veriler ışığında, Karadeniz’in konu hidrokarbon insektisidleriyle kirlenmekte olduğu görülmüştür. Yapılan araştırma sonucunda en yüksek konu hidrokarbon değerleri balık yağında saptanmıştır. Bunun da nedeni, DDT ve benzeri zehirlerin yağdan çözünme özelliği taşımasıdır.
Genel bir ekolojik kural olarak, çeşitli zehirli maddeler; batık, Karadeniz, Akdeniz gibi içdenizlerde, okyanuslardan daha yüksek konsantrasyonlana ulaşmaktadır.
D- KİRLENME SORUNU İÇİNDE GEMİLERİN PAYI
Deniz kirlenmesinde gemilerin payının önemi, büyük tankerlerin, kazalar ve karaya oturmaları nedeniyle denize dökülen ham petrol ve türlerinin deniz yüzeyine yayılarak sebep oldukları kirlenmenin boyutları sayesinde anlaşılmıştır. Dünya deniz taşımacılığının %60’ı petrol nakliyatından oluşmaktadır. Bu tür nakliyatın özelliği gereği, taşınan yükün tamamı boşaltılamamakta, bir miktar artık, tanklann dibinde kalmaktadır. Tankerler, balastlann %20’sini yarış limanı açıklarında denize basmakta ve kirlenmeye neden olmaktadınlar.
2.Biolojik Birikimi Görülen Maddeler
Deniz kirlenmesinde gemilerin payının önemi, büyük tankerlerin, kazalar ve karaya oturmaları nedeniyle denize dökülen ham petrol ve türlerinin deniz yüzeyine yayılarak sebep oldukları kirlenmenin boyutları sayesinde anlaşılmıştır. Dünya deniz taşımacılığının %60’ı petrol nakliyatından oluşmaktadır. Bu tür nakliyatın özelliği gereği, taşınan yükün tamamı boşaltılamamakta, bir miktar artık, tanklann dibinde kalmaktadır. Tankerler, balastlann %20’sini yarış limanı açıklarında denize basmakta ve kirlenmeye neden olmaktadınlar.
3- DENİZ KİRLİLİĞİ KONUSUNDA TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMAYA BAKIŞ
Deniz kirliliği konusunda, üzerinde önemle dunulması gereken dört genel husus vardır. Bunlar.
- Deniz konusunda çeşitli mevzuat olmasına rağmen, bunlar bir bütün halinde değildir. Çevre sorunları ile karşılaştırıldığında mevzuat yetersiz ve uygulayıcılar belirsizdir. Bunların görev tanımları ve ayrımı açık bir şekilde yapılmıştır.
Deniz kirliliğinin önlenmesi ve faaliyetlerin yönlendirilmesi bakımından uygulanan başlıca kanunlar; Hıfzısıhha Kanunu, 1380 sayılı su ürünleri ve limanlar kanunlarıdır. Hıfzısıhha Kanunu çok geniş ilkelerden hareketle denetim yaptığı için, uygulamada güçlükler doğmaktadır. Sağlığa uygun olmayan her müessesenin kapatılması, sorunlara etkin çözüm getirmemektedir. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, bazı standartlar getirmiş olmakla günümüzün yaklaşımına daha yakın bir yöntem benimsenmiştin. Ancak, konu çok yönlü olduğu için sade su ürünlerini korumak açısından sorunun çözümü mümkün gönülmemektedir. Sanayinin; limanları ve denizi kirletmesinin ölçümleri yapılmaktadır ve çevre kinliliğini önleyecek zonlayıcı hükümler uygulamaya konmuştur.
- Teknoloji seçimi ve ithali..
Ulaştırma, sanayi ve tarımda kullanılan teknolojinin seçiminde maruz kalan çevrenin nitelikleri de dikkate alınmalıdır. Uygulamaların, maruz kalan çevrenin doğal, kimyasal ve fiziksel özellikleri, varolan kirlilik durumu ve yeni kirliliğin soğrulma durumu, değişik kullanım olasılıkları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Aynca nisbeten temiz yönelen için kademeli teknoloji politikası uygulanmalıdır.
Yen seçimi ve alan kullanımı:
Ülkemizde sanayi alanları genellikle deniz kıyılarında yoğunlaşmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, kısa vadede karlılığa öncelik verilmesidir.
Çevre Kanunu’nun deniz kirliliği karşı getirmiş olduğu bazı yaptırımlar vardır. Çevre Kanunu, deniz kirliliğinin önlenmesinde büyük önem taşımakta olup, iyi uygulanmasının sonuçları, denizlerimizin geleceğine yansıyacaktır. Bu kanunun bazı maddeleri şöyledir:
Madde 2, bütün sahillenimizde, kanasulanımız ve iç sularımız olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazİarı’nda, liman ve körfezlerimiz, doğal ve suni göllenimiz ve akarsularımızda Madde 8’in getirdiği kirletme yasağına uymayan gemilenle deniz vasıtalarına uygulanacak para cezalan ve faaliyetten men edilme durumlarını açıklar.
Madde 26, belgeleme yükümlülüğünü yerine getirirken gerçeğe aykırı belge düzenleyenlene, fiili daha ağır bir cezayı gerektirmediği taktirde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hüküm olunacağım belirtir.
Madde 8, Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve düzenlemelere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştınmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmayı yasaklar.
Günümüzde hiç bitmeyeceğini sandığımız canlı kaynakları yavaş yavaş tükenmekte, kendilerini doğal yoldan yenileyebilme kapasiteleni gittikçe azalmaktadır.
1950 yıllarından itibaren başlayan sanayileşme çabalarında çevre kirliliğinin gündeme getinilmediği açıktır (son birkaç yıldır gösterilen çabalar hariç).
Çevre sorunları, daha çok bölgesel çevre örgütlerinin sorumluluğuna bırakılmıştır. Ancak, bu kuruluşlar, ülke çapında dağlık bir görünüm arzetmektedirler.
Halen sanayileşme sürecini yaşamakta olan Türkiye, artık çevre kirliliği sorununa duyarsızlık göstenmemelidir. Çünkü kaynakları savunganca kullanılan doğal çevremizin, bundan sonra dışa açık sanayileşme çabaları ile çok daha fazla kirletileceği dikkate alınırsa, önlem alınmadığı taktirde yakın gelecekte, batılı ülkelerin yaşadığı ciddi sorunlardan uzaklaşmak mümkün olmayacaktın. Bugün için Türkiye’de yapılması gereken; sonradan düzeltmek zorunda kalınacak bir sanayileşme ve çevre politikası izlemek değil, bu alanlarda önceden tedbir almaya dayalı stnatejilen takip etmektir.
Yeni teknolojilen, hızlanan sanayileşme çevre sorunlarının katlanarak büyümesine yol açmaktadır. Bu sorunlar karşısında özel uzmanlık kapsamında hareket eden etkili bir örgüt oluşturarak, çözümler oluşturulmalıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler ile ilgili araştırmalar, ön plana alınarak bu çalışmaların yerel yönetimler, sanayi kesimi ve kamuoyuyla birlikte ve dayanışma içinde uygulamaya konması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
• Kışlalıoğlu Mine V Berkes, Fikret, 1994 Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitapevi, İstanbul.
• Kışlalıoğlu, Mine V Berkes, Fikret, 1993 Ek~l~jj ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitapevi, İstanbul
• Gross, Grant M.; 1992. Oceanography. Aview og Earth: Simon V Schuster Company, New Jersey.
• Nur, Saygı
--------------------------------------------------------------------------------
KARADENİZ VE ÇEVRE
Günümüzde Karadeniz, denizi, karası ve havasıyla bir bütün olarak çevre kirlenmesi felaketiyle karşı karşıyadır. Öyle ki, bilim adamları durumu "kriz" olarak nitelemektedir. Bu "krizin" nasıl atlatılabileceğine ilişkin bilimsel ve eylemsel çalışmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda, Karadeniz'in çevresel sorunlarının ana nedenlerini araştırmak ve çözümler üretmek amacıyla biraraya gelen bölge ülkeleri, 21 Nisan 1992'de Bükreş'te toplanarak "Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi"ni imzaladılar ve böylece olumlu bir adım attılar. "Özellikle sšzleşmenin 4. maddesinde bu sözleşmeyi imzalayan 6 Ülkenin (Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Gürcistan) Karadeniz deniz çevresinin kara kökenli kaynaklar tarafından çeşitli maddelerle kirletilmesini önlemeyi ve ortadan kaldırmayı taahhüt etmesi Ümit vericidir."
Bu gelişmenin ardından Karadeniz'in kirliliğe karşı korunması konusu, Rio '92 Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin Devlet, Hükümet Başkanları ve Çevre Bakanları tarafından dile getirildi. Rio'dan sonra Karadeniz Ekonomik İşbirliği çerçevesinde pek çok ulusal ve uluslararası projeler başlatıldı. "Nisan 1993'te Odessa'da 6 Ülkenin çevre bakanlarınca ortak bir politika bildirgesi (Odessa Bildirgesi) imzalandı. Bildirgede tüm sektörler, Karadeniz çevresini kurtarmaya ve korumaya yönelik ortak çalışmalara katılmaya çağrıldı. Haziran 1993'te 6 Karadeniz Ülkesi hükümetleri, "Karadeniz Çevre Koruma Programı'na destek olunmasını istediler. Program, Karadeniz ülkelerinin doğal kaynaklarının daha fazla yok olmasını önlemeye yönelik ortak girişimlerini kolaylaştıracak uluslararası desteği sağlamaya dönük çalışmalar yapmaktadır. Bu doğrultuda bir Karadeniz Eylem Planı hazırlanarak (30 Haziran 1996) imzaya açıldı. 6 Karadeniz Ülkesinin çevre bakanı tarafından 31 Ekim 1996'da İstanbul'da imzalanan "Karadeniz'in İyileştirilmesi ve Korunması İçin Stratejik Eylem Planı'yla (KSEP) bu denizin çevresinde yaşayan milyonlarca kişinin karşı karşıya bulunduğu yakın tehlikenin giderilmesine çalışılıyor/çalışılacak. Plana göre, Karadeniz'de kıyısı olan 6 Ülke, kendi ulusal eylem planlarını hazırlayacak ve yürürlüğe koyarak bu ortak yaşam alanının sorunlarının giderilmesine katkıda bulunacak. Türkiye'nin eylem planını hazırlayıp yürürlüğe koyması, tüm çabalara karşın, 2000'e sarkmış durumdadır.
1-Su kirliliği bakımından Karadeniz
Yaklaşık 460 bin km2 (Azak Denizi çıkarılırsa 422 bin km2) alanı kaplayan yarı kapalı, bir iç denizdir Karadeniz. En derin yeri 2212 metre, ortalama derinliği 1300 metredir. Toplam hacmi 537 bin km3'dÜr, bunun % 87-90'ı derin oksijensiz sularla kaplanmıştır. Acı su karakterindedir. Bu denize dökülen Avrupa ve Asya akarsularıyla birlikte Karadeniz havzasının alanı denizin kendisinden 5 kat daha geniştir ve yaklaşık 2.2 milyon km2'dir.
Karadeniz, bol yağış alan bir bölgede bulunduğundan, az buharlaştığından ve karasal tatlı su girdileri fazla olduğundan, yüzey sularındaki fazlalığı İstanbul Boğazı aracılığıyla Marmara Denizi'ne akıtmaktadır. Akdeniz'in tuzlu sularından bir miktarını da, ters ve alt akıntı olarak Boğaz aracılığıyla almaktadır.
Karadeniz'e boşalan en büyük akarsular, Kırım ve Romanya arasındaki kuzeybatı sahanlığına açılırlar: Bunlardan Tuna Nehri'nin yıllık ortalama debisi 4000-9000 m3/s arasındadır. Dinyester ve Dinyeper Nehirleri'nin debileri Tuna'nın Üçte biri kadardır. Türkiye'den akan nehirlerin debileri ortalama 100-600 m3/s arasındadır. (Bkz. şekil )
"Karadeniz'in 2.2 milyon km2 büyüklüğündeki toplama alanının önemli bir kesimini oluşturan ve en yüksek kirlilik yükü payına sahip olan Tuna Nehri'nin getirdiği organik madde yükü 1950'lerden beri 10 kat mertebesinde artmıştır. Zaitsev'in yaptığı hesaplara göre elde edilen Tuna Nehri'ne ait yük tahminleri Tabloda verilmiştir. (1992)
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/tablo10.jpg#]
Araştırmalara göre, bugün Karadeniz, kıyılarındaki 6 Ülke dışında buraya akan nehirlerin geçtiği 11 ülkenin olumsuzluklarının da etkisi altındadır. Kıta Avrupası'nın neden olduğu kirliliğin üçte biri Karadeniz'e ulaşmaktadır: Burada baş suçlu Tuna Nehri. Doğduğu Almanya'dan dökülmek için Karadeniz'e doğru -120'den fazla koldan gelen suyu da alarak yola çıkan Tuna Nehri, sanayileşmiş ülkelerden, tarımsal alanlardan ve yoğun yerleşim yerlerinden geçmektedir. Yaklaşık 81 milyon nüfus barındıran bu yerlerden, her yıl, 60 ton civa, 900 ton bakır, 1000 ton krom, 4 bin 500 ton kurşun, 6 bin ton çinko, 60 bin ton fosfor, 340 bin ton azot ve 50 bin ton petrol kirliliği alarak Karadeniz'e getirmektedir. Gelen bu atıklar aşırı miktarda azot ve fosfor içermektedir. Bu maddeler Karadeniz'in besin zincirini olumsuz yönde etkilemekte ve balık üretiminde azalmaya yol açmaktadır.Kaldı ki, Baltık ve Kuzey Denizi'ni Karadeniz ve Akdeniz'le birleştirmeyi hedefleyen Ren-Main kanalının açılmasıyla günde her iki yönde çoğu petrol taşıyan 4700 gemi seferine sahne olan Tuna Nehri, kıyılarında yoğun sanayi tesisleri bulunan Baltık Denizi'nin ve Ren'in kirliliğini de "ulaşım ağının getireceği ulaşım kaynaklı ve taşınan malzemelerden kaynaklanan kasıtlı veya kasıtsız kirletici materyal" olarak Karadeniz'e taşımaktadır.
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/dr.jpg#]
Son 25 yılda Tuna'daki nitrat birikimi 6 kat ve fosfat birikimi 4 kat artmıştır. Benzer artışlar Dinyeper ve Dinyester Nehirleri'nde de görülüyor. Üstelik, Dinyeper hâlâ 1986 Çernobil Nükleer Santrali kazasından kaynaklanan radyoaktif kirliliği de taşıyor.
Polikarpov ve arkadaşları (1992), Dinyeper Nehri ile Karadeniz'e boşalan radyonüklidlerden sadece Sr-90 (Stronsiyum-90) aktivitesini 1987, 1988 ve 1989 yıllarında (Çernobil kazasından sonraki yıllar) sırasıyla 14.7, 14.0 ve 9.9 TBg (398, 380 ve 268 Curie) olarak ölçmüşler ve 1988 yılında Tuna Nehri Üzerinden Karadeniz'e ulaşan Sr-90 aktivitesinin Dinyeper Nehri ile ulaşan aktivitenin yarısına eşit olduğunu hesaplamışlardır.
Sr-90 Karadeniz'de yaşayan fiziksel, kimyasal, biyolojik ve radyoaktif kirlenmenin küçük bir bileşenidir ve Karadeniz yukarıdaki çalışmada görüldüğü gibi çevresindeki ülkeler ile Karadeniz'e açılan nehirlerin geçtiği ülkelerde üretilen kirlenmenin etkisi altında bulunmaktadır.
Ayrıca, Tuna Nehri'ndeki kirliliğin, Yugoslavya'daki savaş (Kosova Savaşı-1999) sırasında "çok büyük ölçüde" arttığını saptamış bilimadamları.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve İnsan Yerleşimleri Merkezi'nin (HABITAT) oluşturdukları Balkan Geçici İşbirliği Gücü (BTF)'nin, bölgede yaptırdığı çalışma sonuçlarına göre, Sırbistan'ın Pançevo, Kraguyevaç, Novi Sad ve Bor bölgelerinde dioxin, civa, PCB ve diklorid kirlenmesi "acil mÜdahaleyi gerektirecek boyutlara" ulaşmış. BM'e 30 Eylül'de verilen bu raporun bulgularına 22 Eylül 1999'da İstanbul'da, TAEK ‚ekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde yaptığı toplantıda değinen Macaristan Su Kirliliği Enstitisü Müdürü Dr. Peter Literathy, Tuna Nehri'ne kurdukları 12 istasyondan aldıkları verilerin, savaş sonrasında kimyasal kirliliğin "çok büyük ölçüde" arttığını gösterdiğini, bu kirliliğin Karadeniz'i de kısmen etkileyeceğini vurguladı. Dr. Literathy, Yugoslavlaya'daki savaş sırasında pek çok sanayi kuruluşunun bombalandığını, buralardan sızan kirleticilerin Tuna'yı ve Karadeniz'i kirletmeyi sürdürdüğünü ortaya koydu.
BM'nin açıkladığı raporda Sırbistan'ın 4 bölgesinde saptanan hem Tuna'yı hem de havayı etkileyen aşırı kimyasal kirlenmenin hemen durdurulması için insani yardımın çevreyi de içine alacak şekilde genişletilmesi de istendi. Ayrıca savaş sırasında kullanılan uranyumlu silahların insan sağlığı ve çevre için oluşturduğu tehlikenin boyutlarının saptanması için NATO'nun açıklama yapmasının gerektiği de vurgulandı.
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/tablo10.jpg#]
Savaşın kirlilik etkilerinin ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin tartışıldığı sıralarda, Tuna Karadeniz'i bir başka felaketle karşı karşıya getirdi: Romanya'nın Baia Mare bölgesindeki altın madeninde atık havuzunda bekletilen siyah nürün, toprak kayması sonucunda (30 Ocak 2000) suya karışmasıyla neden olduğu çevre felaketi, Tisa Nehri aracılığıyla, Tuna'daki doğal yaşamın %80'ini ortadan kaldırdı. "Çernobil faciasından sonra Avrupa'da yaşanan en büyük çevre felaketi" olarak nitelenen olayda Tuna'ya karışan siya-nürlü sular Karadeniz'e aktı. Nehirdeki siyanür oranının, normalden 20 kat fazla olduğu ve kirliliğin etkisinin en az 10 yıl süreceği ileri sürüldü. Sorun hakkında Prof. Dr. Ahmet Samsunlu (İTÜ Çevre MÜh. Böl.) şu değerlendirmeyi yaptı:
"...bu olay, Tuna Nehri'nin taşıdığı kirlilik ve potansiyel tehlikenin Karadeniz, İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Tuna Nehri tüm Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanlar'ın endüstri ve evsel atık sularının boşaltıldığı bir yüzeysel su olup son derece kirlidir. Bu kirlilik Karadeniz ve Boğazlar yoluyla Marmara Denizi'ne taşınmaktadır. Ülke olarak Tuna'daki kirliliğin uluslararası boyutunu ön plana çıkararak önlenmesi yolundaki gayretlerin artırılması gerekir. Afyon'da gümüş elde edilmesinde siyanür kullanılmaktadır. Bergama'da ise altın elde edilmesinde kullanılması planlanmıştır. Bu olaydan ders çıkarılmalı, alındığı iddia edilen önlemlerin Romanya'da olduğu gibi yetersiz kalabileceği dikkate alınmalı ve mevcut yapılar gözden geçirilmelidir."
Öte yandan, Karadeniz'e açılan nehirlerden en büyük kirlilik kaynağİ olan Tuna, Karadeniz'i kirletmekle kalmamakta, İstanbul Boğazı kanalıyla Marmara'yı da kirletmektedir:
"...Tuna çıkış ağzında denizdeki AKM ve CHL-A miktarları Türkiye kıyılarına ulaşıncaya kadar önemli oranlarda azalma gösteriyor ise de, bu azalmış miktarların bile, 20.000 m3/sn'ye ulaşan Boğaz üst suyu kanalı debisi ile birlikte Marmara Denizi'ne büyük kütlesel girdileri olduğu söylenebilir. Ayrıca, su içinde çözünmüş ve suyun yansıtmasına etki eden kirlilik parametreleri için de düşünüldüğünde, Karadeniz'in İstanbul Boğaz'ı üstsuyu kanalıyla Marmara Denizi'ne boşalttığı yükler, günde: 20 ton inorganik azot, 20 ton fosfor, 300 ton silika olarak tahmin edilmiş ve bu yüklerin Tuna nehrinden Karadeniz'e boşaltılan, radtoaktif metallerin su ortamındaki besin zincirinde birikerek ornanizmadan organizmaya artan konsantrasyonlar halinde taşınması sonucu toksik etkilerden ötürü çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.."
Ayrıca havza ülkelerinden 150 milyon ton katı malzeme erozyon yoluyla Karadeniz'e taşınıyor; bunun sadece 17 milyon tonu Türkiye'den. Karasal kaynaklı kirleticilerin % 75'i Tuna Nehri'nden, % 20'si Bağımsız Devletler Topluluğu'ndaki nehirlerden, geri kalan % 5'i de TÜrkiye ve Bulgaristan nehirlerinden geliyor Karadeniz'e.
Prof. Dr. Barış Mater, bu konudaki geniş incelemesinde ayrıntılı bulguları sıraladıktan sonra sorunun boyutlarını şöyle vurguluyor: "Karadeniz, çevresindeki ülkelerde yoğun tarımsal faaliyet ve yüksek miktarlarda kullanılan tarım ilaçları tarafından da kirlenmektedir. Bazı tarım ilaçlarının, ağır metallerin ve radyoaktif metallerin su ortamındaki besin zincirinde birikerek organizmadan organizmaya artan konsantrasyonlar halinde taşınması sonucu toksik etkilerden ötürü çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/tablo12.jpg#]
Karadeniz kıyı bölgesi her geçen gün artan bir oranda gelişmekte, yeni yerleşim ve sanayi tesisleri yapılmaktadır. Buradan çıkan ve çıkacak olan evsel ve endüstriyel atıklar giderek Karadeniz'e daha fazla baskı yapacaktır. Ukrayna ve Rusya Federasyonu'ndan Karadeniz'e dökülen kuzeydeki akarsular Üzerinde yapılan barajlar büyük ölçüde suyun tutulmasına neden olmaktadırlar. Kullanılan suyun % 50'si yeterli bir arıtmadan geçirilmeden bu akarsulara deşarj edilmektedir. Aşırı oranda kirlenen akarsular Karadeniz'deki biyolojik hayatın olumsuz etkilenmesine neden olmaktadırlar. Kirlilik, ekonomik değeri olan pek çok balık türlerinin yavaş yavaş yok olmasına neden olmaktadır. Bir taraftan atıklar yolu ile yüksek oranda besin maddelerinin deşarj yoluyla doğrudan Karadeniz'e boşalması, diğer yandan yüksek organik madde yüklü çeşitli şekillerde kirletilmiş akarsular Karadeniz'deki ötrofikasyon olayının hızla geniş alanlara yayılmasına neden olmaktadır. Nitekim, Karadeniz'deki hızlı ekolojik değişim, birçok yerde, su ürünlerinde kitlesel ölümlere yol açarak tehlike sinyallerini vermeye başlamaktadır.
Bugün özellikle kuzey akarsularının kesilen sularının tekrar Karadeniz'e aktarılması projesinin gündeme gelmesi ile hey yıl 70 - 95 km3 suyun Karadeniz'e eklenmesi sağlanacak
Türkiye’ de çevre kirlenmesi olgusu 1970’ lerin başında gündeme girmiştir. Bu yıllarda su, hava ve kara kirliliği başlamış, sanayinin hızla geliştiği bölgelerde denetimsiz, plansız ve hızlı yerleşme, yanlış parselasyon ve aşırı nüfus artışıyla son yıllarda bu kirlilik giderek yoğunlaşmıştır. Su kirliliği sorunları ilk kez Haliç ile ilgili ortaya çıkmış, 1940’lı yıllarda bu konuda ilk bilimsel ölçümler yapılmıştır. Haliç’ten sonra 1960’ların ortalarından başlayarak İzmir ve İzmit Körfezleri, 1970’li yıllarda da Mersin, İskenderun ve Edremit Körfezleri artan bir biçimde kirlenmeye başlamıştır. Gene 1970’li yıllarda Porsuk, Simav, Ankara ve Sakarya Nehirleri ile Sapanca ve Tuz Göllerinde kirlenme saptanmıştır. Sularımızın kirlenmesine paralel olarak su ürünleride pestisit (tarım ilacı) ve civa gibi ağır metallerin birikimi sorunu ortaya çıkmıştır.
Türkiye’deki bugünkü hatalı gelişmenin nedeni şu şekilde özetlenebilir.
a- Sanayinin yanlış yer seçimini takip eden hızlı ve sağlıksız şehirleşme;
b- Alt yapısı ve arındırma tesisleri olmayan sanayilerin atık gazlarını kontrolsüz şekilde atmosfere, atık sularını arındırmaksızın deniz ve nehirlere bırakması.
Sanayileşme sürecinde, turizm ve tarım sektöründe de çevre sorunlarına olan kapalı gözlülük, geniş potansiyele sahip tarım alanlarının ve doğa güzelliklerinin geleceğini önemli ölçüde etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir.
- Türkiye’deki Deniz Kirliliğinin Boyutları
Çeşitli yollardan meydana gelin deniz kirliliği toplumların korunması ve insanlığın gelişimi açısından önemli gelişmeleri bünyesinde bulundurmaktadır. Belirli
bir eko-sistem içinde yer alan toplumlar, kullandıklan üretim teknolojisi sonucu eko*dengeyi tahrip etmekte, kısa dönemde geçimlerini sağlama endişesi içinde, uzun vadede geleceğin birçok imkanlarını yok etmektedirler.
Kirlenmenin en uygun olduğu deniz ortamı, insanlığın gelecekteki besin deposu olma özelliğini hızla kaybetmektedirler. Denizlerin biyolojik olarak gelecek için olduğu kadar bugün içinde tehlikelidir. Kirlilik besin zinciri boyunca yürümekte ve insan dahil bütün canlılara zarar vermektedir.
Demzdeki biyolojik hayatın verimliliği ve sürekliliği sudaki oksijen ve ısı miktarı ile su ısısına bağlıdır. Bu uç fiziki şartı belirleyen en kritik bölge ise yüzeyin ilk milimetreleridir. Bu bölgenin önemini şu şekilde açıklayabiliriz:
a- Suda oksijenin büyük çoğunluğu direkt olarak atmosferden gelir. Atmosferdeki oksijen miktarının sudan daha fazla olması nedeni ile yavaş yavaş atmosferdeki oksijen deniz suyu içinde çözülür ve akıntılar sayesinde denizin farklı derinliklerine dağılır. Bu atmosfer ile deniz arasındaki oksijen değişimi ise deniz yüzeyinde gerçekleşir.
b- Sudaki besin zincirinin en alt tabakası olan zooplanktonlar ve phitoplanktonlar fotosentez ile beslenir. Fotosentez için en gerekli öğelerden birisi ise güneş ışığıdır. Denize giren güneş ışığımn önüne ne kadar az bariyer çıkarsa, güneş ışığıo kadar daha derine inebilir. Yani deniz yüzeyi ne kadar berrak ve temiz ise güneş ışığıda o kadar derin bölgeye ulaşabilir.
c- Deniz suyu sıcaklığı da eko-denge açısından çok önemli bir unsurdur. Deniz suyu ısısım hem güneş ışığından hem de atmosferden alır. Atmosferle temas eden deniz yüzeyi atmosferin ısısım emer. Bu ısı alışverişinin miktarı ise deniz yüzeyinin ilk milimetrelerindeki temizliğe bağlıdır. Denizlerdeki kirlenme en yoğun deniz yüzeyinde görülür. Yukarda açıkladığım nedenlerle bu bölgede görülen aşırı kirlenme denizlerin soğuma kapasitesini zayıflatmakta, hava ve güneş ile temas etmeyen denizde eko-denge bozulmaktadır. Böylece denizlerin gelecekteki potansiyeli yitirilmektedir.
Deniz Kirliliğine Neden Olan Unsurların Sınıflandırılması
A- Denizin havadan kirlenmesi
Hava taşıtlarının yağlı atıkları genelde açık denize dökülmektedir. Ancak bu atıkların neden olduğu zararlar henüz çok önemli boyutlara ulaşmamıştır. Bu soruna en kısa zamanda çözüm bulanacağı umulmaktadır.
Denizin havadan kirlenmesinin en önemli nedeni ise sanayiler veya konutlar tarafindan oluşturulan hava kirliliğidir. Atmosfere bırakılan zehirli gazlar ve moleküller (kükürt gibi) asit yağmuru şeklinde deniz ve tatlı sularımıza karışmaktadır. Asit yağmuru, yağmurun atmosferden geçerken karşılaştığı gazlarla tepkimeye girerek bu doğa açısından zararlı olan molekülleri yeryüzüne geri indirmesidir.
B- Denizlerin denizden kirlenmesi
Deniz kirliliğine neden olan en önemli maddelerden biri akaryakıttır. Denizlere akaryakıt sürekli olarak gemilerdeki kaçaklardan girmektedir. Bu kaçaktar az miktarda oldukları için genelde ekosistemde çok ciddi bir soruna yol açmazlar. Henüz daha çok iyi bilinmeyen bir bekteri tarafindan bu az miktardaki petrol zararsız hale getirilir. Asıl sorun deniz kazalan sonucu büyük miktarlarda denize dökülen akaryakıttan kaynaklanır. Bu tarz kazaların en bilineni 24 Mart 1989’da Alaska’da Prince William Sound’da meydana gelen Exxon Valdez kazasıdır. Bu kazada 10 milyon galonluk ham petrol okyanusa dokunulmuştur. Bu kazada da gözlendiği gibi büyük miktarlardaki akaıyakıtın denizlere dökülmesinde ki en büyük sorun kıyılarda görülmektedir. Sahil yüzeyini kaplayan petrol kum ve taşlarda yaşayan midye gibi deniz canlılarının oksijene ulaşmasını imkansızlaştırdığı için toplu ölümlere neden olur. Deniz yüzeyini kalın bir tabaka halinde kaplayan petrol denizle atmosfer arasındaki oksijen alışverişini engellediği için de deniz eko-sisteminde sorunlara yol açar. Ayrıca toksik özelliği olan petrol toplu balık ölümlerine neden olur. Yüksek miktarda petrol sindiren balıklar, kendileri ölmese bile besin zincirindeki bir üst canlı (deniz memelileri, deniz kuşları ve insanlar gibi) tarafindan yenildiğinde bu canlıda da zehirlenmeye hatta ölüme neden olurlar. Exxon Valdez olayının Türkiye’deki bir benzeri de 1979 yılında İstanbul limanının da patlayan Independenta tankeridir. Bu tankın taşıdığı petrol İstanbul Boğazından başlayarak Marmara Denizi’nin büyük bir kısmına yayılmıştır. Bu kazayı takiben de Marmara Denizi’nde büyük miktarlar da balık olumu gözlenmiştir.
C- Denizlerin karadan kirlenmesi
Karadan denize dökülen atıklar iki başlıkta toplamak mümkündür: domestik atıklar ve sanayi atıklar.
Domestik atıklar daha çok arıtılmaksızın denizlere dökülen kanalizasyon sulandır. Bu kanalizasyon suları organik madde içerirler. Bu organik maddeler suda bakteriler tarafindan kuşatılır, kararlı ve zararsız inorganik bileşik haline dönüştürürler. Bu işlemi yapan bakteriler çoğunlukla aerob bakterilerdir ve sudaki oksijeni kullanırlar. Ancak suda ne kadar çok organik madde varsa bu bakterilerin sayılarıda o kadar artar ve dolayısıyla sudaki oksijen miktarıda o kadar azalır. Bu tarz kirliliğin çok uç olduğu bölgelerde sudaki bütün oksijenin tükendiği, dolayısıyla toplu balık ölümleri gözlenmiştir. Oksijenin olmadığı sularda tek yaşayabilen canlı anaerob bakterilerdir. Anaerob bakteriler artık olarak sülfi~r ürettikleri için suda çok kötü bir kokuya neden olurlar. Bu tarz bir kirlenmenin sonuçlarının Türkiye’deki en iyi örneği Haliç’tir. Sudaki bütün oksijenin bitmesiyle çoğalan anaerob baktenler Haliç’in o bildiğimiz kokusuna neden olmuştur.
Su kirliliğine neden olan en önemli sanayi dalları, kağıt, kimya, petrol ve demir*çeliktir. Bu sanayilerin deniz sularına attığı çözülebilen tuzlar, gazlar ve kimyasal maddeler organik moleküllerin arıtıldığı gibi doğal yollarla arıtılamazlar. Bu sanayi atıklar ayrıca kadmiyum, civa ve kurşun gibi zehirli metallerde içerirler.
Sanayi tesislerinden denize verilen atıklar da, yarattıkları kirlilik nedeniyle tüm dünyada önemle tartışılmaktadır. Üretim teknolojisinin bir sonucu olarak, kullanılan kimyevi maddeler deniz ortamını hızla bozmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde daha yoğun yaşanan bu sorun, bütün ülkeleri etkileyerek zarara sebep olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, temiz sanayiler kurarken, diğer yandan kirli sanayilerini gelişmekte olan ülkelere aktarmaya çalışmaktadırlar. Teknoloji ve yer seçimi son yıllarda her zamankinden büyük önem kazanmıştır. Sınai atıkların çevreye verdiği zarar, sanayilerin ekonomiye yaptıkları katkıların bir kısmını getirmektedir. Karlılık hesaplarına bu zararlar dahil edilmelidir. Tesisin kuruluş aşamasında, venmiilik hesaplarına, çevrenin nitelikleri de dahil edilip, yer ve teknoloji seçimi konusunda yeterli dikkat ve özen gösterildiği taktirde, ekonomik ve toplumsal maliyeti asgariye indirmek ve karlılığı azamiye çıkarmak konusundaki çalışmalar başarıya ulaşacaktır.
Deniz kıyılannda kurulu termik ve nükleer enerji santrallerimn, deniz eko*sisteminde dengesizliklere yol açtığı kanıtlanmış bir olgudur. Enerji santralleri çevresinde, kondenserlerin soğutma suyunun devamlı olarak boşaltılması yüzünden denizsuyu ısısı yükselmekte ve ortamın doğal karakteriin bozulmasına neden olmaktadır. Böylece, bölgede eko-denge yok olmakta ve bu da pek çok canlının kaybolmasına yol açmaktadır. Isının yüksek Olduğu bu ortamda, yoksun türü bazı bitkiler hızla çoğalmaktadır. Deniz akarsu ve göllerdeki en belirgin kirlenme çeşitlerinden biri de işte bu aşırı üretim yani öttofikasyondur. Suyun, yeşil ve bulanık bir renge dönüşmesine, kıyılarda yosun birikmesine yol açar. Aşırı ötrofikasyon durumunda, çok büyük miktarlarda yosun üremesi ve bu yosunlann dibe çöküp ayrışması sonucu, dip sularında oksijen tükenir ve hidrojen sülfit gazı ortaya çıkar.
Akarsularda ve Çoğu denizlerde sular sürekli karıştığı için, ötrofikasyon olayı genellikle hidrojen sülfit gazının çıkmasıyla sonuçlanmaz. Ancak Baltık Denizi gibi yarı kapalı ve özel yapısı nedeniyle suların fazla karışmadığı denizlerde ve önemli kanalizasyon girdisi olan çoğu körfez (İzmit Körfezi) ve göllerde ötrofikasyon; su ürünleri, turizm ve rekreasyon değerlerinin yitirilmesiyle sonuçlanan önemli bir ekonomik sorun şeklinde ortaya çıkar.
Türkiye’de ötrofikasyonun en iyi örneklerinden biri Köyceğiz Dalyan Gölü’nde görülür. Uzunca bir kanalla Ege’ye bağlanan Köyceğiz Gölü’nün 30 metreye kadar varan dip suları tuzlu; yüzey suları ise tatlıdır. Tanm alanlarından, yörenin kasaba ve köylerinin evsel atıklarından göle eklenen organik atıklar besleyici tuzlar nedeniyle, ciddi bir ötrofikasyon problemi ortaya çıkmıştır. Ege ile su alışvenşiin hemen hemen hiç olmayışı ve ölün yıllık tatlı su girdisinin azlığı nedeniyle gölün sularının kendi kendini yenileme kapasitesi azdır.
Besleyici tuzlann gölü zenginleştirmesiyle artan alg (yosun) üretimi ve bu alglerinde dibe çöküp ayrışmasıyla dipteki oksijen tüketilmektedir. Dolayısıyla dipte hidrojen sülfit gazı birikmektedir. Bu zehirli gaz da suyun kanşmasıyla zaman zaman yüzeye çıkarak hem kötü kokulann yayılmasına, hemde Köyceğiz Gölü’nde balık ölümüne neden olmaktadır. Köyceğiz Gölü’ndeki ötrofikasyon sorunun çözümü için ya giren sudaki fosfat konsantrasyonu azaltılmalı ya da suyun gölde kalış süresi kısaltılmalıdır. Köyceğiz Gölü’nün su girdi ve akıntısını değiştirmek çok zor ve masraflı olacağı için, yapılması gereken göle giren fosfat konsantrasyonunu azaltmak olacaktır. Uzun vadede, Köyceğiz Gölün’Deki akıntının değiştirilmeside Ege denizinde artan bir kirliliğe sebebiyet verir.
Tarımda kullanılan zehirli ilaçların, topraktan sulara karışarak denizlere akması, bu tür maddelerin çok kullanıldığı günümüzde, denizlerde tarımsal kökenli bir kirliliğin gündeme gelmesine neden olmaktadır. Örnek olarak Doğu Akdeniz’in tarım ilaçlarıyla kirlenmekte olan bir deniz olarak nitelendirilmesi verilebilir. Bu zehirli maddeler, balıkların vücudunda depolanarak, insanların besin zincirine gitmektedirler. Bunu iki başlık altında incelemek mümkündür.
1. BİYOLOJİK BİRİKİMİ OLMAYAN MADDELER
Bazı kirletici maddeler besin zincirlerinde birikirler, bazıları ise birikmezler. Bu iki grup madde arasında genel bir ayırım yapmak gerekir. Cansız çevreye çeşitli yollarla eklenen sentetik (insan yapısı) maddeler ve diğer kirleticiler, çoğu kez havada ve suda iyice seyrehilerek organizmalara zarar vermeyecek düzeylere erişirler. Pek çok kirletici madde, ya ortamdaki urkroskobik aynştırıcı organizmaların etkisiyle ya da ortamda doğal olarak yer alan fiziksel ve kimyasal işlemler sonucu zararsız veya daha az zararlı bir şekle çevrilir. Örneğin azotlu gübre fabrikalarından yan ürün olarak çıkan ve zehirli bir madde olan amonyak, suda okside olur; nitrit ve nitratlara dönüşerek kısa zamanda zehirli olmayan bir şekle gelir.
Bazı kirleticiler ise, ne ortamda seyreltilerek düşük yoğunluklara, ulaşabilir, ne de doğal yahut biyolojik yollarla zararsız maddelere aynştırılabilir. Bu tür maddelerin besin zincirlerinin değişik halkalarında bulunan tüketicilerin dokularında biriktiği görülür. Bazı kirleticilerin hava, su ve toprakta düşük miktarlarda bulunsalar bile, tüketicilerde giderek artan yoğunluklarda bulunması olayına biyolojik birikim denir.
Biyolojik olarak biriktirilen maddelerin başlıcaları DDT, PBC gibi sentetik organik kimyasallar, bazı radyoaktif maddeler ve bazı ağır metallerdir.
DDT ve türevi olan klorürlü hidrokarbonlar cinsinden tarım ilaçlarının önemi, ekosistemlerde çok uzun süre kalma ve yayılabilme özelliklerinden gelir. Ortamda çok uzun süre ayrışmadan kalan bu dayanıklı tarım ilaçları, sonunda çeşitli yollardan sulara karışır; nehirlerle ve deniz akıntılarıyla çok geniş alanlara yayılırlar.
Türkiye denizlerinde yapılan çalışmalarda DDT ve benzeri tarım ilaçlarının deniz balıklarında biriktiği gözlenmiştir. Analizler sonucu elde edilen veriler ışığında, Karadeniz’in konu hidrokarbon insektisidleriyle kirlenmekte olduğu görülmüştür. Yapılan araştırma sonucunda en yüksek konu hidrokarbon değerleri balık yağında saptanmıştır. Bunun da nedeni, DDT ve benzeri zehirlerin yağdan çözünme özelliği taşımasıdır.
Genel bir ekolojik kural olarak, çeşitli zehirli maddeler; batık, Karadeniz, Akdeniz gibi içdenizlerde, okyanuslardan daha yüksek konsantrasyonlana ulaşmaktadır.
D- KİRLENME SORUNU İÇİNDE GEMİLERİN PAYI
Deniz kirlenmesinde gemilerin payının önemi, büyük tankerlerin, kazalar ve karaya oturmaları nedeniyle denize dökülen ham petrol ve türlerinin deniz yüzeyine yayılarak sebep oldukları kirlenmenin boyutları sayesinde anlaşılmıştır. Dünya deniz taşımacılığının %60’ı petrol nakliyatından oluşmaktadır. Bu tür nakliyatın özelliği gereği, taşınan yükün tamamı boşaltılamamakta, bir miktar artık, tanklann dibinde kalmaktadır. Tankerler, balastlann %20’sini yarış limanı açıklarında denize basmakta ve kirlenmeye neden olmaktadınlar.
2.Biolojik Birikimi Görülen Maddeler
Deniz kirlenmesinde gemilerin payının önemi, büyük tankerlerin, kazalar ve karaya oturmaları nedeniyle denize dökülen ham petrol ve türlerinin deniz yüzeyine yayılarak sebep oldukları kirlenmenin boyutları sayesinde anlaşılmıştır. Dünya deniz taşımacılığının %60’ı petrol nakliyatından oluşmaktadır. Bu tür nakliyatın özelliği gereği, taşınan yükün tamamı boşaltılamamakta, bir miktar artık, tanklann dibinde kalmaktadır. Tankerler, balastlann %20’sini yarış limanı açıklarında denize basmakta ve kirlenmeye neden olmaktadınlar.
3- DENİZ KİRLİLİĞİ KONUSUNDA TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMAYA BAKIŞ
Deniz kirliliği konusunda, üzerinde önemle dunulması gereken dört genel husus vardır. Bunlar.
- Deniz konusunda çeşitli mevzuat olmasına rağmen, bunlar bir bütün halinde değildir. Çevre sorunları ile karşılaştırıldığında mevzuat yetersiz ve uygulayıcılar belirsizdir. Bunların görev tanımları ve ayrımı açık bir şekilde yapılmıştır.
Deniz kirliliğinin önlenmesi ve faaliyetlerin yönlendirilmesi bakımından uygulanan başlıca kanunlar; Hıfzısıhha Kanunu, 1380 sayılı su ürünleri ve limanlar kanunlarıdır. Hıfzısıhha Kanunu çok geniş ilkelerden hareketle denetim yaptığı için, uygulamada güçlükler doğmaktadır. Sağlığa uygun olmayan her müessesenin kapatılması, sorunlara etkin çözüm getirmemektedir. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, bazı standartlar getirmiş olmakla günümüzün yaklaşımına daha yakın bir yöntem benimsenmiştin. Ancak, konu çok yönlü olduğu için sade su ürünlerini korumak açısından sorunun çözümü mümkün gönülmemektedir. Sanayinin; limanları ve denizi kirletmesinin ölçümleri yapılmaktadır ve çevre kinliliğini önleyecek zonlayıcı hükümler uygulamaya konmuştur.
- Teknoloji seçimi ve ithali..
Ulaştırma, sanayi ve tarımda kullanılan teknolojinin seçiminde maruz kalan çevrenin nitelikleri de dikkate alınmalıdır. Uygulamaların, maruz kalan çevrenin doğal, kimyasal ve fiziksel özellikleri, varolan kirlilik durumu ve yeni kirliliğin soğrulma durumu, değişik kullanım olasılıkları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Aynca nisbeten temiz yönelen için kademeli teknoloji politikası uygulanmalıdır.
Yen seçimi ve alan kullanımı:
Ülkemizde sanayi alanları genellikle deniz kıyılarında yoğunlaşmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, kısa vadede karlılığa öncelik verilmesidir.
Çevre Kanunu’nun deniz kirliliği karşı getirmiş olduğu bazı yaptırımlar vardır. Çevre Kanunu, deniz kirliliğinin önlenmesinde büyük önem taşımakta olup, iyi uygulanmasının sonuçları, denizlerimizin geleceğine yansıyacaktır. Bu kanunun bazı maddeleri şöyledir:
Madde 2, bütün sahillenimizde, kanasulanımız ve iç sularımız olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazİarı’nda, liman ve körfezlerimiz, doğal ve suni göllenimiz ve akarsularımızda Madde 8’in getirdiği kirletme yasağına uymayan gemilenle deniz vasıtalarına uygulanacak para cezalan ve faaliyetten men edilme durumlarını açıklar.
Madde 26, belgeleme yükümlülüğünü yerine getirirken gerçeğe aykırı belge düzenleyenlene, fiili daha ağır bir cezayı gerektirmediği taktirde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hüküm olunacağım belirtir.
Madde 8, Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve düzenlemelere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştınmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmayı yasaklar.
Günümüzde hiç bitmeyeceğini sandığımız canlı kaynakları yavaş yavaş tükenmekte, kendilerini doğal yoldan yenileyebilme kapasiteleni gittikçe azalmaktadır.
1950 yıllarından itibaren başlayan sanayileşme çabalarında çevre kirliliğinin gündeme getinilmediği açıktır (son birkaç yıldır gösterilen çabalar hariç).
Çevre sorunları, daha çok bölgesel çevre örgütlerinin sorumluluğuna bırakılmıştır. Ancak, bu kuruluşlar, ülke çapında dağlık bir görünüm arzetmektedirler.
Halen sanayileşme sürecini yaşamakta olan Türkiye, artık çevre kirliliği sorununa duyarsızlık göstenmemelidir. Çünkü kaynakları savunganca kullanılan doğal çevremizin, bundan sonra dışa açık sanayileşme çabaları ile çok daha fazla kirletileceği dikkate alınırsa, önlem alınmadığı taktirde yakın gelecekte, batılı ülkelerin yaşadığı ciddi sorunlardan uzaklaşmak mümkün olmayacaktın. Bugün için Türkiye’de yapılması gereken; sonradan düzeltmek zorunda kalınacak bir sanayileşme ve çevre politikası izlemek değil, bu alanlarda önceden tedbir almaya dayalı stnatejilen takip etmektir.
Yeni teknolojilen, hızlanan sanayileşme çevre sorunlarının katlanarak büyümesine yol açmaktadır. Bu sorunlar karşısında özel uzmanlık kapsamında hareket eden etkili bir örgüt oluşturarak, çözümler oluşturulmalıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler ile ilgili araştırmalar, ön plana alınarak bu çalışmaların yerel yönetimler, sanayi kesimi ve kamuoyuyla birlikte ve dayanışma içinde uygulamaya konması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
• Kışlalıoğlu Mine V Berkes, Fikret, 1994 Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitapevi, İstanbul.
• Kışlalıoğlu, Mine V Berkes, Fikret, 1993 Ek~l~jj ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitapevi, İstanbul
• Gross, Grant M.; 1992. Oceanography. Aview og Earth: Simon V Schuster Company, New Jersey.
• Nur, Saygı
--------------------------------------------------------------------------------
KARADENİZ VE ÇEVRE
Günümüzde Karadeniz, denizi, karası ve havasıyla bir bütün olarak çevre kirlenmesi felaketiyle karşı karşıyadır. Öyle ki, bilim adamları durumu "kriz" olarak nitelemektedir. Bu "krizin" nasıl atlatılabileceğine ilişkin bilimsel ve eylemsel çalışmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda, Karadeniz'in çevresel sorunlarının ana nedenlerini araştırmak ve çözümler üretmek amacıyla biraraya gelen bölge ülkeleri, 21 Nisan 1992'de Bükreş'te toplanarak "Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi"ni imzaladılar ve böylece olumlu bir adım attılar. "Özellikle sšzleşmenin 4. maddesinde bu sözleşmeyi imzalayan 6 Ülkenin (Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Gürcistan) Karadeniz deniz çevresinin kara kökenli kaynaklar tarafından çeşitli maddelerle kirletilmesini önlemeyi ve ortadan kaldırmayı taahhüt etmesi Ümit vericidir."
Bu gelişmenin ardından Karadeniz'in kirliliğe karşı korunması konusu, Rio '92 Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin Devlet, Hükümet Başkanları ve Çevre Bakanları tarafından dile getirildi. Rio'dan sonra Karadeniz Ekonomik İşbirliği çerçevesinde pek çok ulusal ve uluslararası projeler başlatıldı. "Nisan 1993'te Odessa'da 6 Ülkenin çevre bakanlarınca ortak bir politika bildirgesi (Odessa Bildirgesi) imzalandı. Bildirgede tüm sektörler, Karadeniz çevresini kurtarmaya ve korumaya yönelik ortak çalışmalara katılmaya çağrıldı. Haziran 1993'te 6 Karadeniz Ülkesi hükümetleri, "Karadeniz Çevre Koruma Programı'na destek olunmasını istediler. Program, Karadeniz ülkelerinin doğal kaynaklarının daha fazla yok olmasını önlemeye yönelik ortak girişimlerini kolaylaştıracak uluslararası desteği sağlamaya dönük çalışmalar yapmaktadır. Bu doğrultuda bir Karadeniz Eylem Planı hazırlanarak (30 Haziran 1996) imzaya açıldı. 6 Karadeniz Ülkesinin çevre bakanı tarafından 31 Ekim 1996'da İstanbul'da imzalanan "Karadeniz'in İyileştirilmesi ve Korunması İçin Stratejik Eylem Planı'yla (KSEP) bu denizin çevresinde yaşayan milyonlarca kişinin karşı karşıya bulunduğu yakın tehlikenin giderilmesine çalışılıyor/çalışılacak. Plana göre, Karadeniz'de kıyısı olan 6 Ülke, kendi ulusal eylem planlarını hazırlayacak ve yürürlüğe koyarak bu ortak yaşam alanının sorunlarının giderilmesine katkıda bulunacak. Türkiye'nin eylem planını hazırlayıp yürürlüğe koyması, tüm çabalara karşın, 2000'e sarkmış durumdadır.
1-Su kirliliği bakımından Karadeniz
Yaklaşık 460 bin km2 (Azak Denizi çıkarılırsa 422 bin km2) alanı kaplayan yarı kapalı, bir iç denizdir Karadeniz. En derin yeri 2212 metre, ortalama derinliği 1300 metredir. Toplam hacmi 537 bin km3'dÜr, bunun % 87-90'ı derin oksijensiz sularla kaplanmıştır. Acı su karakterindedir. Bu denize dökülen Avrupa ve Asya akarsularıyla birlikte Karadeniz havzasının alanı denizin kendisinden 5 kat daha geniştir ve yaklaşık 2.2 milyon km2'dir.
Karadeniz, bol yağış alan bir bölgede bulunduğundan, az buharlaştığından ve karasal tatlı su girdileri fazla olduğundan, yüzey sularındaki fazlalığı İstanbul Boğazı aracılığıyla Marmara Denizi'ne akıtmaktadır. Akdeniz'in tuzlu sularından bir miktarını da, ters ve alt akıntı olarak Boğaz aracılığıyla almaktadır.
Karadeniz'e boşalan en büyük akarsular, Kırım ve Romanya arasındaki kuzeybatı sahanlığına açılırlar: Bunlardan Tuna Nehri'nin yıllık ortalama debisi 4000-9000 m3/s arasındadır. Dinyester ve Dinyeper Nehirleri'nin debileri Tuna'nın Üçte biri kadardır. Türkiye'den akan nehirlerin debileri ortalama 100-600 m3/s arasındadır. (Bkz. şekil )
"Karadeniz'in 2.2 milyon km2 büyüklüğündeki toplama alanının önemli bir kesimini oluşturan ve en yüksek kirlilik yükü payına sahip olan Tuna Nehri'nin getirdiği organik madde yükü 1950'lerden beri 10 kat mertebesinde artmıştır. Zaitsev'in yaptığı hesaplara göre elde edilen Tuna Nehri'ne ait yük tahminleri Tabloda verilmiştir. (1992)
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/tablo10.jpg#]
Araştırmalara göre, bugün Karadeniz, kıyılarındaki 6 Ülke dışında buraya akan nehirlerin geçtiği 11 ülkenin olumsuzluklarının da etkisi altındadır. Kıta Avrupası'nın neden olduğu kirliliğin üçte biri Karadeniz'e ulaşmaktadır: Burada baş suçlu Tuna Nehri. Doğduğu Almanya'dan dökülmek için Karadeniz'e doğru -120'den fazla koldan gelen suyu da alarak yola çıkan Tuna Nehri, sanayileşmiş ülkelerden, tarımsal alanlardan ve yoğun yerleşim yerlerinden geçmektedir. Yaklaşık 81 milyon nüfus barındıran bu yerlerden, her yıl, 60 ton civa, 900 ton bakır, 1000 ton krom, 4 bin 500 ton kurşun, 6 bin ton çinko, 60 bin ton fosfor, 340 bin ton azot ve 50 bin ton petrol kirliliği alarak Karadeniz'e getirmektedir. Gelen bu atıklar aşırı miktarda azot ve fosfor içermektedir. Bu maddeler Karadeniz'in besin zincirini olumsuz yönde etkilemekte ve balık üretiminde azalmaya yol açmaktadır.Kaldı ki, Baltık ve Kuzey Denizi'ni Karadeniz ve Akdeniz'le birleştirmeyi hedefleyen Ren-Main kanalının açılmasıyla günde her iki yönde çoğu petrol taşıyan 4700 gemi seferine sahne olan Tuna Nehri, kıyılarında yoğun sanayi tesisleri bulunan Baltık Denizi'nin ve Ren'in kirliliğini de "ulaşım ağının getireceği ulaşım kaynaklı ve taşınan malzemelerden kaynaklanan kasıtlı veya kasıtsız kirletici materyal" olarak Karadeniz'e taşımaktadır.
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/dr.jpg#]
Son 25 yılda Tuna'daki nitrat birikimi 6 kat ve fosfat birikimi 4 kat artmıştır. Benzer artışlar Dinyeper ve Dinyester Nehirleri'nde de görülüyor. Üstelik, Dinyeper hâlâ 1986 Çernobil Nükleer Santrali kazasından kaynaklanan radyoaktif kirliliği de taşıyor.
Polikarpov ve arkadaşları (1992), Dinyeper Nehri ile Karadeniz'e boşalan radyonüklidlerden sadece Sr-90 (Stronsiyum-90) aktivitesini 1987, 1988 ve 1989 yıllarında (Çernobil kazasından sonraki yıllar) sırasıyla 14.7, 14.0 ve 9.9 TBg (398, 380 ve 268 Curie) olarak ölçmüşler ve 1988 yılında Tuna Nehri Üzerinden Karadeniz'e ulaşan Sr-90 aktivitesinin Dinyeper Nehri ile ulaşan aktivitenin yarısına eşit olduğunu hesaplamışlardır.
Sr-90 Karadeniz'de yaşayan fiziksel, kimyasal, biyolojik ve radyoaktif kirlenmenin küçük bir bileşenidir ve Karadeniz yukarıdaki çalışmada görüldüğü gibi çevresindeki ülkeler ile Karadeniz'e açılan nehirlerin geçtiği ülkelerde üretilen kirlenmenin etkisi altında bulunmaktadır.
Ayrıca, Tuna Nehri'ndeki kirliliğin, Yugoslavya'daki savaş (Kosova Savaşı-1999) sırasında "çok büyük ölçüde" arttığını saptamış bilimadamları.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve İnsan Yerleşimleri Merkezi'nin (HABITAT) oluşturdukları Balkan Geçici İşbirliği Gücü (BTF)'nin, bölgede yaptırdığı çalışma sonuçlarına göre, Sırbistan'ın Pançevo, Kraguyevaç, Novi Sad ve Bor bölgelerinde dioxin, civa, PCB ve diklorid kirlenmesi "acil mÜdahaleyi gerektirecek boyutlara" ulaşmış. BM'e 30 Eylül'de verilen bu raporun bulgularına 22 Eylül 1999'da İstanbul'da, TAEK ‚ekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde yaptığı toplantıda değinen Macaristan Su Kirliliği Enstitisü Müdürü Dr. Peter Literathy, Tuna Nehri'ne kurdukları 12 istasyondan aldıkları verilerin, savaş sonrasında kimyasal kirliliğin "çok büyük ölçüde" arttığını gösterdiğini, bu kirliliğin Karadeniz'i de kısmen etkileyeceğini vurguladı. Dr. Literathy, Yugoslavlaya'daki savaş sırasında pek çok sanayi kuruluşunun bombalandığını, buralardan sızan kirleticilerin Tuna'yı ve Karadeniz'i kirletmeyi sürdürdüğünü ortaya koydu.
BM'nin açıkladığı raporda Sırbistan'ın 4 bölgesinde saptanan hem Tuna'yı hem de havayı etkileyen aşırı kimyasal kirlenmenin hemen durdurulması için insani yardımın çevreyi de içine alacak şekilde genişletilmesi de istendi. Ayrıca savaş sırasında kullanılan uranyumlu silahların insan sağlığı ve çevre için oluşturduğu tehlikenin boyutlarının saptanması için NATO'nun açıklama yapmasının gerektiği de vurgulandı.
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/tablo10.jpg#]
Savaşın kirlilik etkilerinin ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin tartışıldığı sıralarda, Tuna Karadeniz'i bir başka felaketle karşı karşıya getirdi: Romanya'nın Baia Mare bölgesindeki altın madeninde atık havuzunda bekletilen siyah nürün, toprak kayması sonucunda (30 Ocak 2000) suya karışmasıyla neden olduğu çevre felaketi, Tisa Nehri aracılığıyla, Tuna'daki doğal yaşamın %80'ini ortadan kaldırdı. "Çernobil faciasından sonra Avrupa'da yaşanan en büyük çevre felaketi" olarak nitelenen olayda Tuna'ya karışan siya-nürlü sular Karadeniz'e aktı. Nehirdeki siyanür oranının, normalden 20 kat fazla olduğu ve kirliliğin etkisinin en az 10 yıl süreceği ileri sürüldü. Sorun hakkında Prof. Dr. Ahmet Samsunlu (İTÜ Çevre MÜh. Böl.) şu değerlendirmeyi yaptı:
"...bu olay, Tuna Nehri'nin taşıdığı kirlilik ve potansiyel tehlikenin Karadeniz, İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Tuna Nehri tüm Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanlar'ın endüstri ve evsel atık sularının boşaltıldığı bir yüzeysel su olup son derece kirlidir. Bu kirlilik Karadeniz ve Boğazlar yoluyla Marmara Denizi'ne taşınmaktadır. Ülke olarak Tuna'daki kirliliğin uluslararası boyutunu ön plana çıkararak önlenmesi yolundaki gayretlerin artırılması gerekir. Afyon'da gümüş elde edilmesinde siyanür kullanılmaktadır. Bergama'da ise altın elde edilmesinde kullanılması planlanmıştır. Bu olaydan ders çıkarılmalı, alındığı iddia edilen önlemlerin Romanya'da olduğu gibi yetersiz kalabileceği dikkate alınmalı ve mevcut yapılar gözden geçirilmelidir."
Öte yandan, Karadeniz'e açılan nehirlerden en büyük kirlilik kaynağİ olan Tuna, Karadeniz'i kirletmekle kalmamakta, İstanbul Boğazı kanalıyla Marmara'yı da kirletmektedir:
"...Tuna çıkış ağzında denizdeki AKM ve CHL-A miktarları Türkiye kıyılarına ulaşıncaya kadar önemli oranlarda azalma gösteriyor ise de, bu azalmış miktarların bile, 20.000 m3/sn'ye ulaşan Boğaz üst suyu kanalı debisi ile birlikte Marmara Denizi'ne büyük kütlesel girdileri olduğu söylenebilir. Ayrıca, su içinde çözünmüş ve suyun yansıtmasına etki eden kirlilik parametreleri için de düşünüldüğünde, Karadeniz'in İstanbul Boğaz'ı üstsuyu kanalıyla Marmara Denizi'ne boşalttığı yükler, günde: 20 ton inorganik azot, 20 ton fosfor, 300 ton silika olarak tahmin edilmiş ve bu yüklerin Tuna nehrinden Karadeniz'e boşaltılan, radtoaktif metallerin su ortamındaki besin zincirinde birikerek ornanizmadan organizmaya artan konsantrasyonlar halinde taşınması sonucu toksik etkilerden ötürü çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.."
Ayrıca havza ülkelerinden 150 milyon ton katı malzeme erozyon yoluyla Karadeniz'e taşınıyor; bunun sadece 17 milyon tonu Türkiye'den. Karasal kaynaklı kirleticilerin % 75'i Tuna Nehri'nden, % 20'si Bağımsız Devletler Topluluğu'ndaki nehirlerden, geri kalan % 5'i de TÜrkiye ve Bulgaristan nehirlerinden geliyor Karadeniz'e.
Prof. Dr. Barış Mater, bu konudaki geniş incelemesinde ayrıntılı bulguları sıraladıktan sonra sorunun boyutlarını şöyle vurguluyor: "Karadeniz, çevresindeki ülkelerde yoğun tarımsal faaliyet ve yüksek miktarlarda kullanılan tarım ilaçları tarafından da kirlenmektedir. Bazı tarım ilaçlarının, ağır metallerin ve radyoaktif metallerin su ortamındaki besin zincirinde birikerek organizmadan organizmaya artan konsantrasyonlar halinde taşınması sonucu toksik etkilerden ötürü çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.
[img#http://st.fatih.edu.tr/~cenkakman/tablo12.jpg#]
Karadeniz kıyı bölgesi her geçen gün artan bir oranda gelişmekte, yeni yerleşim ve sanayi tesisleri yapılmaktadır. Buradan çıkan ve çıkacak olan evsel ve endüstriyel atıklar giderek Karadeniz'e daha fazla baskı yapacaktır. Ukrayna ve Rusya Federasyonu'ndan Karadeniz'e dökülen kuzeydeki akarsular Üzerinde yapılan barajlar büyük ölçüde suyun tutulmasına neden olmaktadırlar. Kullanılan suyun % 50'si yeterli bir arıtmadan geçirilmeden bu akarsulara deşarj edilmektedir. Aşırı oranda kirlenen akarsular Karadeniz'deki biyolojik hayatın olumsuz etkilenmesine neden olmaktadırlar. Kirlilik, ekonomik değeri olan pek çok balık türlerinin yavaş yavaş yok olmasına neden olmaktadır. Bir taraftan atıklar yolu ile yüksek oranda besin maddelerinin deşarj yoluyla doğrudan Karadeniz'e boşalması, diğer yandan yüksek organik madde yüklü çeşitli şekillerde kirletilmiş akarsular Karadeniz'deki ötrofikasyon olayının hızla geniş alanlara yayılmasına neden olmaktadır. Nitekim, Karadeniz'deki hızlı ekolojik değişim, birçok yerde, su ürünlerinde kitlesel ölümlere yol açarak tehlike sinyallerini vermeye başlamaktadır.
Bugün özellikle kuzey akarsularının kesilen sularının tekrar Karadeniz'e aktarılması projesinin gündeme gelmesi ile hey yıl 70 - 95 km3 suyun Karadeniz'e eklenmesi sağlanacak