Salvo
Kayıtlı Üye
Velîlerden ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, İbrâhim bin Yahlef bin Abdüsselâm'dır. Tunus'ta doğdu. Ebû İshâk künyesini aldı. Tunusî ve Matmâtî nisbet edildi. 1336 (H.737) senesinden önce Tlemsân'da vefât etti.
Uzun zaman ilim tahsîl edip, kendisini yetiştirdi. Mısır, Şam ve Hicaz taraflarına seyahatlerde bulundu. İbn-i Küheylâ, Nâsıreddîn Meşâddâlî'den hadîs-i şerîf tahsîl etti.Kâhire'de Şemseddîn İsfehânî'den kelâm, Karâfî'den mantık ve münâzara ilimlerini öğrendi. Seyfeddîn Hanefî'nin derslerine devâm etti. İlimde âlim, amelde ileri oldu. Tasavvuf mütehassıslarının sohbet halkasına dâhil oldu. Zâhir ve bâtın ilimlerinde yüksek derecelere erişti. Kerâmet ve hâlleri meşhûr oldu. Allahü teâlânın bütün sevgili kulları gibi, onun da en büyük kerâmeti, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına harfiyen riâyet ve Resûlullah efendimizin sünnet-i şerîfine tâbi olmaktı. Herkese karşı şefkat ve merhametli davranır, kimseyi kırmazdı. Hâl ve harekette, güzel ahlâkta,Resûlullah efendimize uymak için âzami gayret gösterirdi. Zamânının çoğunu ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirirdi. Kalan kısmında da ibâdetle meşgûl olur, namaz kılar, Kur'ân-ı kerîm okurdu. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için insanlara nasîhatlerde bulunur, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğrenip, hayırlı amel işlemelerini tenbîh ederdi.
Tahsîlini tamamladıktan sonra Tlemsân'a gitti. Et-Telkîn li-Abdilvehhâb adlı eseri şerh edip açıkladı. Bu kıymetli eser, Tlemsân kalesinde kayboldu. Sonra Tunus'a gitti. Bir ay kadar sonra Tlemsân'a döndü. Âlimlerin ısrârı üzerine, oraya yerleşti. Tlemsân ve diğer Kuzey Afrika şehirlerinden gelen pekçok kimsenin suâllerine cevap verdi. Birçok talebe yetiştirdi. Talebelerinin en meşhûru, Medhal adlı eserin sâhibi Ebû Abdullah ibni Hâc adlı âlimdi.
Kendisi anlatır: Mekke'ye gitmiştim. Kâbe-i muazzamayı tavaf ettim. Harem-i şerîfin ve Kâbe-i muazzamanın üstünlüklerini düşünürken, "Kim oraya girerse emîn olur" meâlindeki Âl-i İmrân sûresi 97'nci âyet-i kerîmesini hatırladım. Kendi kendime; "Âlimler, neden "Emin" olunduğunda ihtilâf etti, sözler çatıştı" dedim. Kendi kendime, âyet-i kerîmede bildirilen eminliğin neye karşı olduğunu düşündüm. İşin hakîkatini öğrenmek istiyordum. Bu sıra arkamdan bir ses duydum. O ses, iki üç defâ: "Cehennem'den emindir, ey İbrâhim" diyordu. Dönüp baktım, kimseyi göremedim.
Talebesi İbn-i Hâc anlatır: "HocamEbû İshâk İbrâhim Tunusî'yle birlikte Mısır'ın bir kasabasına gittik. Çok susadık. Yanımızdaki arkadaşlardan bâzıları, şekerli süt içtiler. Ebû İshâk da, çok susamıştı. Ona da içmesini teklif edip bir kapta verdiler. Pek şiddetli bir susuzluk çektiği hâlde, sabredip o sütü içmedi. Sabrının azalacağından korkarak, sütü tekrar kabına döktü."
1) Neyl-ül-İbtihâc; s.35
2) El-Bustân; s.66
3) Ta'rîf-ül-Halef; c.2, s.18
4) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.1, s.128
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.152
Uzun zaman ilim tahsîl edip, kendisini yetiştirdi. Mısır, Şam ve Hicaz taraflarına seyahatlerde bulundu. İbn-i Küheylâ, Nâsıreddîn Meşâddâlî'den hadîs-i şerîf tahsîl etti.Kâhire'de Şemseddîn İsfehânî'den kelâm, Karâfî'den mantık ve münâzara ilimlerini öğrendi. Seyfeddîn Hanefî'nin derslerine devâm etti. İlimde âlim, amelde ileri oldu. Tasavvuf mütehassıslarının sohbet halkasına dâhil oldu. Zâhir ve bâtın ilimlerinde yüksek derecelere erişti. Kerâmet ve hâlleri meşhûr oldu. Allahü teâlânın bütün sevgili kulları gibi, onun da en büyük kerâmeti, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına harfiyen riâyet ve Resûlullah efendimizin sünnet-i şerîfine tâbi olmaktı. Herkese karşı şefkat ve merhametli davranır, kimseyi kırmazdı. Hâl ve harekette, güzel ahlâkta,Resûlullah efendimize uymak için âzami gayret gösterirdi. Zamânının çoğunu ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirirdi. Kalan kısmında da ibâdetle meşgûl olur, namaz kılar, Kur'ân-ı kerîm okurdu. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için insanlara nasîhatlerde bulunur, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğrenip, hayırlı amel işlemelerini tenbîh ederdi.
Tahsîlini tamamladıktan sonra Tlemsân'a gitti. Et-Telkîn li-Abdilvehhâb adlı eseri şerh edip açıkladı. Bu kıymetli eser, Tlemsân kalesinde kayboldu. Sonra Tunus'a gitti. Bir ay kadar sonra Tlemsân'a döndü. Âlimlerin ısrârı üzerine, oraya yerleşti. Tlemsân ve diğer Kuzey Afrika şehirlerinden gelen pekçok kimsenin suâllerine cevap verdi. Birçok talebe yetiştirdi. Talebelerinin en meşhûru, Medhal adlı eserin sâhibi Ebû Abdullah ibni Hâc adlı âlimdi.
Kendisi anlatır: Mekke'ye gitmiştim. Kâbe-i muazzamayı tavaf ettim. Harem-i şerîfin ve Kâbe-i muazzamanın üstünlüklerini düşünürken, "Kim oraya girerse emîn olur" meâlindeki Âl-i İmrân sûresi 97'nci âyet-i kerîmesini hatırladım. Kendi kendime; "Âlimler, neden "Emin" olunduğunda ihtilâf etti, sözler çatıştı" dedim. Kendi kendime, âyet-i kerîmede bildirilen eminliğin neye karşı olduğunu düşündüm. İşin hakîkatini öğrenmek istiyordum. Bu sıra arkamdan bir ses duydum. O ses, iki üç defâ: "Cehennem'den emindir, ey İbrâhim" diyordu. Dönüp baktım, kimseyi göremedim.
Talebesi İbn-i Hâc anlatır: "HocamEbû İshâk İbrâhim Tunusî'yle birlikte Mısır'ın bir kasabasına gittik. Çok susadık. Yanımızdaki arkadaşlardan bâzıları, şekerli süt içtiler. Ebû İshâk da, çok susamıştı. Ona da içmesini teklif edip bir kapta verdiler. Pek şiddetli bir susuzluk çektiği hâlde, sabredip o sütü içmedi. Sabrının azalacağından korkarak, sütü tekrar kabına döktü."
1) Neyl-ül-İbtihâc; s.35
2) El-Bustân; s.66
3) Ta'rîf-ül-Halef; c.2, s.18
4) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.1, s.128
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.152