Tümeller Tartışması

Efsunkar

Bayan Üye
Tümeller tartışması bir ortaçağ filozoflarının tartışmasıdır.

Tümeller nerede bulunur?
tümeller nedir?
Dışarıdaki nesnelerden bağımsız olarak mevcut mudurlar, yoksa değil midirler?

gibi sorular çerçevesinde tartışılan tümeller çatışması sonucunda, kavram gerçekçileri (realistler) ile adcıların (nominalistler) taraf oldukları üç yanıt ortaya çıkmıştır.

1. Bir grup, tümellerin, nesnelerden bağımsız olarak varolduğunu ve onların dışında veya üstünde bulunduğunu savunur. Bu görüşe sahip olanlar Platon’un yolunda giden Augustinus ve anselmus gibi düşünürlerdir.

2. Diğer grup, tümellerin varolduğunu ama nesnelerin dışında veya üstünde değil, içinde bulunduğunu ve onlara bağımlı olduğunu savunur. Yani nesnelerle ilişkileri bakımından, tümeller aşkın olmayıp, içkindirler.
Bu görüşe sahip olan kişiler Aristoteles’in yolundan giden Abelardus, albertus Magnus ve thomas Aquinas gibi düşünürlerdir.


Görüldüğü üzere, bu ilk iki grup, kavram gerçekçisidir. Yani tümellerin şu veya bu biçimde gerçekten var olduklarına inanırlar. Ancak birinci grup aşırı gerçekçi, ikinci grup ise ılımlı gerçekçi olarak nitelendirilir.

3. Son grup ise sadece nesnelerin varolduğunu, tümellerin ise benzer nesnelere vermiş olduğumuz adlardan ibaret bulunduğunu savunur. Bu görüşe sahip olan düşünürler Roscelinus ve Ockhamlı William’dır.


Tümeller çatışması bütün ortaçağ boyunca sürmüş ve bu çağın sonlarına doğru önde gelen İngiliz adcılarından Ockhamlı William’ın etkisiyle adcıların lehine sonuçlanmıştır. Bu ne anlama gelir?

Gerçekten varolanlar, adcıların dedikleri gibi, tümeller değil de tikeller olduğuna ve tümeller, birbirlerine benzeyen tikelleri gösteren işaretlerden başka bir şey olmadıklarına göre, bilgi arayışı tikellere, yani şu tek tek bireylere yönelmeli ve onlardan yola çıkarak geliştirilmelidir. Tikellerin bilgisine ulaşmanın tek yolu ise gözlem ve deney yapmaktır. Böylece gözlem ve deney yöntemi adcılar sayesinde güvenilir bilginin bir aracı haline getirilmiş veya başka bir deyişle sağlam bir felsefi zemine oturtulmuştur.

Bilgi arayışında yöntem olarak gözlem ve deneyin güçlü bir biçimde gündeme gelişi ve yaygınlaşması, doğa bilimlerinin doğuşunu hızlandırdı. Bir felsefi yaklaşım, yani adcılık, doğa bilimlerinin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmış ve böylece güvenilir bilgi edinme sürecinin yolunu açmıştır. Bu gelişme, bilim tarihinde ve genel olarak bakıldığında düşünce tarihinde gerçekten de çok önemli bir dönüm noktasına gelindiğini gösterir.


Adcılığın din alanındaki etkisi de olağanüstü olmuştur. Çünkü bu etki, din-bilim ayrışmasının gerçekleşmesinde önemli bir role sahip olmuştur.

Ockhamlı William’a göre, sadece şu tek tek bireyler varolduğu için, her türlü bilginin kaynağı deney, yani iç ve dış deney olmalıdır. bu sebeple önermeleri deneyle denetlemeyen bir rasyonel teolojinin veya ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak isteyen bir psikolojinin olamayacağı ortadadır. Dolayısıyla Tanrı’nın birliği, sonsuzluğu ve hatta varlığı bile akıl yoluyla kesin olarak kanıtlanamaz.

Tanrı ile gerçeği aşan şeylerle ilgili bilgimiz, inanca dayanır ve inanç önermelerinden oluşur. Kutsal Kitap’ın otoritesi ile Kilise Geleneği, bu önermeleri belirlemiştir. Ancak bunlar kanıtlanamaz ve kanıtlamalarda kullanılamaz. Bunlara yalnızca inanılır.
Yani kanıtlanarak değil, inanılarak benimsenilir.

O halde, adcılık akıl-inanç çatışmasının veya başka bir biçimde ifade edersek bilim-din ve felsefe-din çatışmalarının giderilmesi için en uygun çözümün, bunların yollarının birbirlerinden ayrılması olduğu sonucuna varmış ve böylece düşünce tarihinin en büyük açmazlarından birini gidermek suretiyle özgür inancın ve özgür aklın yollarını açarak, bütün ortaçağ boyunca nafile yere gerçekleştirilmeye çalışılan akıl-inanç uzlaşmasının epistemolojik açıdan olanaksız olduğunu göstermiştir.

*
Alıntı
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst