ashli
Bayan Üye
Dünya ile bağıntısı içinde ele alındığı sürece, Akıl'ın kendinde belirleniminin ne olduğu sorunu, dünyanın son ereğinin ne olduğu sorunuyla özdeştir; daha yakın bir bakışla,burada söz konusu olan, son ereğin gerçeklik kazanması, gerçekleşmesindeki zorunluluktur. Burada iki türlü inceleme gerekir: bu son ereğin içeriği, son erek olarak belirlenimi ve bir de gerçekleşmesi. İlkin, inceleme konumuz olan Dünya Tarihi'nin t i n s e 1 z e m i n üzerinde geçtiğine dikkat etmemiz gerekir. Dünya, ruhsal ve fiziksel doğayı kendisinde bîraraya getirmektedir. Fiziksel doğa ayni zamanda Dünya Tarihi'ni de içine alır. İşte daha. başlangıçta, doğanın belirlenmesiyle i1gili bu temel koşullara dikkati çekiyoruz. Beri yandan, Tin ve onun Gelişim süreci, Tözsel'dir. Burada doğanın nasıl kendinde ele alınınca aynı zamanda akıl'ın bir sistemini oluşturduğunu, özel, kendine özgü bir öğe olarak ortaya çıktığım incelememiz gerekmiyor, doğayı yalnızca Tin'le olan bağıntısı içinde göreli olarak düşünmeliyiz. Beri yandan Tin, kendisini seyrettiğimiz tiyatro sahnesinin üzerindedir, yani Dünya Tarihi'ndedir, kendisinin en somut gerçekliğindedir. Ancak ilkin, bu noktayı 'gözönünde bulundurmaksızın ya da daha çok, genel'i kavramak için somut gerçekliğin bu tarzından kalkarak, Tin'in doğasına değin bazı soyut belirlenimler önermemiz gerekmektedir. Aynı zamanda, Tin idesini spekülatif olarak derinleştirmenin yeri ve vakti gelmiş olduğuna ~göre, söylediklerimizi, dinleyicilerin zihinlerinde daha önce bulunan alışılagelmiş tasarıma uygun bir biçimde vermek üzere, Burada bu konuda yalnızca doğruyu işaret ederek konuşulabilir. Bir girişte söylenebilecek olan şey, genel olarak tarihsel anlamında, yani daha önce belirtildiği üzere, ya başka bir yerde tanımlanıp kanıtlanmış olan ya da tarih bilimindeki çalışmaların sonucunda hiç değilse onanması gereken bir varsayım olarak kabul edilmelidir.
y
a. Tin'in Belirlenimi
O ha1de, üzerinde duracağımız ilk konu, Tin'in soyut belirlenimidir. Bu soyut belirlenime göre Dünya Tarihi için şu söyle kendini gösterip açtığı yer, Dünya Tarihi'dir. Doğulular, Tin'in ya da Tin olarak belirlenen insanın kendinde özgür olduğunu bilmezler. Bilmedikleri için de özgür değildirler. Yalnızca tek kişinin özgür olduğunu kabul ederler; ama bu türlü özgürlük, başına buyrukluk, yabansılık, doğal bir rastlantı ya da başına buyrukluktan başka ;bir şey olmayan bir tutku uyuşukluğu yahut tutkunun dizginlenip yumuşatılmasıdır. Bu tek kişi yalnızca bir despottur, özgür bir adam, bir insan değildir. İ1kin Yunan'da özgürlüğün bilinci doğmuştur ve bu yüzden de Yunanlılar özgür olmuşlardır; ama onlar da Romalılar gibi, kendisiyle tanımlanan insanın değil, yalnızca bazı kişilerin özgür olduğunu kabul ediyorlardı. İnsanın insan olarak özgür olduğunu Platon da, Aristoteles de bilmediler; bu yüzden de Yunanlılar salt kölelere sahip olma yüzünden, yaşamaları ve güzelim özgürlüklerî~ de bu noktada sınırlanmış olmakla kalmadı, ama aynı zamanda· özgürlükleri, kısmen rastlantısal, bakımsız, solmaya mahkum, yetersiz bir çiçek, kısmen de insanın insana zorlu bir köleliği olduHıristiyan dünyasında i1kin Germen ulusları, insanın insan olarak özgür olduğunun Tin özgürlüğünün insanın doğasını meydana getirdiğinin bilincine vardılar. Bu türlü bilinç, ilkin dinde, Tin'in bu en derin bö1gesinde doğmuştur; ama bu ilkeyi dünyalık öze sokmak, çözümlenmesi ve uygulanması güç ve uzun: bir kü1tür çabası isteyen daha geniş çapta bir sorundu. Örneğin, kölelik Hıristiyanlık dininin kabulüyle hemen ortadan kalkmadığı gibi, devletlerde de özgürlük hüküm sürmüyor, ne hükümetler ve anayasalar akla uygun bir şekilde örgütleniyor ne de özgürlük ilkesi üzerine temellendiriliyorlardı. Bu ilkenin dünya işlerine uygulanması, dünyaya nüfuz etmesi ve biçim vermesi, tarihi meydana getiren uzun olaylar zincirinin ta kendisidir. h- l:enin soyut ilke olarak kalmasıyla uygulanması, yani Tin'in ve yaşamın gerçekliğine s o k u 1 m a s ı ve y ü r ü t ü I m e s i arasındaki ayrıma daha önce dikkati çekmiştim. Şimdi tekrar bu. noktaya dönüyoruz. Bu ayrım bizim bilimimizde temel' bir belirlenimdir ve akılda tutulması önemlidir. Bu ayrım, H ı r i s t i y a n 1 ı k ilkesi, özgürlük bilinci bakımından olduğu kadar genellikle ö z g ü r 1 ü k ilkesi bakımından da önemlidir. Dünya Tarihi, özgürlük bilincinde ilerlemedir, zorunluluğunu tanımak mecburiyetinde olduğumuz bir ilerlemedir.- Özgürlüğü bilmedeki dereceler hakkında genel olarak söylediklerimle -yani Doğuluların- sadece bir kimsenin, Yunan ve Roma dünyasının ise !ı a z ı k i m s e 1 e r i n özgür olduğunu.bildiğine, bizim ise bütün insanların i n s a n o 1 a r a k özgür olduğunu bildiğimize dair sözlerimle- Dünya Tarihinde yaptığımız bölümleme ortaya çıkmaktadır. Tarihi bu bölümlemeye uygun olarak ele alacağız Şimdilik buna şöylece değinip geçiyoruz. Daha önce bazı kavramları açıklamamız gerekmektedir.
Tözsel ve fizik dünya, tinsel dünyaya bağlı olduğundan ya da spekülasyon terimlerini kullanacak olursak, fizik dünyanın tinsel dünyaya karşı çıkaracak hiç bir doğrusu olmadığından, tinsel"dünyanın yargısının ve dünyanın genel son ereğinin Tin'in kendi özgürlüğünün bilinci ve ancak bununla mümkün olan genel anlamda özgürlüğün gerçekliği olduğunu varsayıyoruz. Ama ileri sürülmüş olan biçimiyle, bu özgürlüğün belirsiz ya da çok anlamlı bir sözcük olduğu, en yüksek iyi olarak kendisiyle birlikte sonsuz anlaşmazlıklar, karışıklıklar, yanılmalar getirdiği ve mümkün her türlü aşırılıkları içine aldığı da hiç bir çağda, günümüzde olduğu kadar iyi bilinmemiş, yaşanmamıştır. Ama şimdilik genel belirlemeyle yetineceğiz. Bundan başka, soyut i1ke ile gerçek olanın arasındaki sonsuz ayrımın önemine dikkat çekilmişti. Kendi bilincine varına -çünkü kavramı gereği, özgürlük kendini bilmedir- ve böylece kendi. ~gerçekliğine erişmenin sonsuz zorunluluğunu kendi içinde taşıyan, yine özgürlüğün kendisidir. O, kendi kendisinin ereğidir. Tin'in biricik ereğidir.
Akla ilk gelen soru şu olabilir: Özgürlük, kendini gerçekleştirmek için hangi araçları kullanır? Burada incelenecek olan ikinci nokta budur.
b.Gerçekleşme Araçları
Özgürlüğün, kendisini dünyaya getirmede kullandığı araçlar sorusu, bizi tarih görünümünün ta kendisine götürür. Özgürlüğün, özgürlük olarak, daha içsel bir kavram olmasına karşılık, araçları, tarihte de göze çarptığı gibi, dışsal ve görünümsel olarak ortaya çıkarlar. Daha ilk bakışta tarih, insanların gereksemelerinden tutkularından, ilgi ve çıkarlarından, erişmek istedikleri ideal ve ereklerden, karakterleri ile yeteneklerinden doğan davranışlarını gösterir. Öyle ki bu etkinlik oyununda, ipler yalnızca bu gereksemelerin, tutkuların, ilgilerin, v.b elindedir. Bireyler, kısmen daha genel olan ereklere, İyi'ye yönelirler, ama bu İyi'nin sınırlanmış olmasını da isterler. Örneğin, soylu vatan -ama dünya ve dünyanın genel ereğiyle az bir ilişkisi olan belli bir vatan sevgisi ya da aile sevgisi, arkadaş sevgisi- genellikle doğruluk, dürüstlük, kısacası, bütün E r d e m 1 e r buraya girer. Bu öznelerin ve etki çevrelerinin yazgısı olan Akıl'ın ancak bu erdemlerde gerçekleştirdiğini görebiliriz. Ama bu özneleri, arta kalan bireylerle karşılaştırmamız gerekir; o zaman da şu anlaşılır: bunlar insan soyunun topuna göre küçük bir oran meydana getiren tek tek bireylerdir. Bu yüzden de etkilerinin alanı göreli olarak küçüktür. Ayrıca burada tutkular, belli bir ilginin erekleri, bencilliğin tatmini de en güçlü , etmenlerdir. Bunların gücü, adaletin ve ahlâkın koymak istediği sınırların hiç birine aldırmamalarında ve tutkularındaki doğal şiddetin düzen, ölçü, adalet ve ahlâkı güden yapma ve sıkıcı disiplinden insana çok daha yakın olmalarındadır.
Tutkuların bu oyununu seyrettiğimizde, şiddetlerinin ürünlerini ve yalnızca tutkuların değil, ama. aynı zamanda ve hatta özellikle iyi niyetlerin, 'doğra ereklerin çevresinde toplanan Mantıksızlığın doğurduğu sonuçları, tarih içinde gözönünde bulundurduğumuzda, kötülüğe, kötüye, insan zekâsının kurmuş olduğu en ileri krallıkların yıkılışına, bireylerin anlatılmaz perişanlık ve acılarına en derin acımayla baktığımızda, içimiz bu geçicilik karşısında üzüntüyle dolar; bu yıkılış yalnızca doğanın yapıtı olmayıp, tersine insan istemesinin ürünü olduğundan, bu tutku oyunun seyri daha da çök ahlâkî üzüntü verir ve eğer varsa, içimizdeki iyi Tin başkaldırır. Rhetorik abartmaya kaçmadan, bireysel erdemler ya da suçsuzlukla olduğu gibi halk ve devlet hizmetleriyle de ilgili olarak ululuğun, soyluluğun uğramış olduğu yıkımları doğru bağıntısı içinde görerek, en tüyler ürpertici tabloya vârabilir ve böylece hiç bir avutucu, yatıştırıcı sonucu olmayan, üzüntülerin en büyüğünü, en huzur bozucusunu duyabiliriz. Bu üzüntüye kârşı cephe almak, ondan çıkıp sıyrılmak. için de şöyle düşünürüz: olan olmuş, alınyazısı böyleymiş, değiştirilebilecek hiç bir şey yok. Sonra da bu üzücü Düşünce'nin yaratabileceği sıkıntıdan tekrar yaşam duygusuna (Lebensge- fühl) ve geçmiş için üzülmeyi değil, ama etkinliğimizi buyuran erek ve ilgilerimizin huzuruna, hatta sakin kıyıda durup, güven içinde, uzaktaki karmakarışık yıkıntı yığınını hazla seyreden benciliğe döneriz. Fakat tarihe, halkların mutluluğu, devletlerin bilgeliği ve bireylerin erdemleri kurban edilen bir mezbaha gözüyle baktığımızda bile, bu dev gibi kurbanların kime ya da neye, hangi son ereğe kurban edildikleri sorusu zihnimizi kurcalar. Burada incelememizin genel başlangıcını oluşturan soruna geçmiş oluyoruz. Yine buradan kalkarak bizde melankolik duygular uyandıran o tüyler ürpertici olaylar tablosunu; Dünya Tarihi'nin tözsel yargısını mutlak son ereğini ya da bununla özdeş olan sonucunu gerçekleştiren araçların alanı olarak belirlemiştik. Baştan beri, tikel olandan genele çıkmak için düşünce yöntemini ileri sürmekten kaçındık. Ayrıca o düşünceleri ve bunların yarattığı duyguları aşıp, o incelemelerde verilen Öngörü bulmacalarını gerçeklik alanında çözümlemek, bu duygulu düşüncenin işi değildir; o tersine bu olumsuz sonucun boş ve veririz yüceliklerinde melankolide bir haz duymakla yetinir. Böylece takınmış olduğumuz tutuma geri dönüyoruz, bununla ilgili olarak ileri süreceğimiz öğeler, tarihin gözönüne serdiği o korkunç tablonun akla getirebileceği soruların cevaplandırılmasında önemli olan belirlenimleri de taşıyacaktır.
Bu konuda ilk söylenecek şey, ilke, son erek, yazgı ya da Tin'in Tin olarak aslı, doğası,kavramı diye adlandırdığımızın sadece genel, soyut bir şey olduğudur. ilke, temel ilke, yasa; genel içsel bir şeydir ve böyle olarak da ne kadar kendinde doğru olursa olsun, tamamen gerçek değildir. Erekler, temel ilkeler, vb. düşüncelerimizde, her şeyden önce niyetlerimizde ya da kitaplardadır, ama henüz gerçeklikte değildir. Onun aslı bir olanak, bir gizligüçtür (Potentialitaet), ama bu, kendi içinden çıkıp varlığa geçmemiştir. Gerçeklik kazanabilmesi için ikinci bir öğe)eklenmelidir: bu da etkinliktir, gerçekleşmedir; ilkesi de istemdir, genel olarak insanların dünyadaki etkinliğidir. Ancak bu etkinlik sayesinde, o kavramlar soyut belirlenimler, gerçeklik kazanır.
Yasaların, ilkelerin kendiliklerinden yaşama ve geçerli olma güçleri yoktur.Onları devinime geçiren, onlara varlık veren insanoğlunun gereksemesi, güdüsü, eğilimi ve tutkusudur. Benim bir şeyi devindirmem, ona varlık kazandırmam beni ilgilendirmelidir. Onun içinde, orada, onunla olmalıyım. Yapılmasıyla tatmin olmalıyım. O, benim ilgim olmalıdır. "İlgi", içinde, orada, onunla olmak demektir. Benim kendisi için etkin olmam gereken bir erek, herhangi bir biçimde benim de ereğim olmalıdır. Bu arada ereğin beni ilgilendirmeyen bir sürü başka yanları olsa bile, ben ~kendi ereğimi tatmin etmeliyim. Öznenin kendisini etkinlikte, çalışmada tatmin olmuş duyması, onun sonsuz hakkıdır ve özgürlüğün ikinci öğesidir. İnsanlar, bir şeyle ilgilenmeleri gerektiğinde, o şey üzerinde bir etkinlik .gösterebilmelidirler. Bu demektir ki bir ilgide kendilerine ait olanı elde etmek, o ilgiye kendilerini katmak ve o işte kendilerine güvenlerini kazanmak isterler. Burada yanlış anlamaktan kaçınmalıdır. Birinin bir nesneyle ilgilendiğini söylerken onu suçlar ve ona haklı olarak kızarız, ama burada 'ilgilenmek' sözü kendi çıkarını gözetmek anlamında söylenmektedir- ~bu demektir ki, o kişi, her şey bir yana, yalnız kendi çıkarını, kendi işini düşünüyor, kendisine bu fırsatı veren genel ereğe aldırmaksızın, hatta kısmen de onun aleyhine, onu köstekleyerek, ona zarar vererek ve onu feda ederek, ama. bir şey için etkin olan biri onunla yalnızca genel anlamda ilgili değildir. ama orada, onun y a n ı n d a ilgilidir (interessiert dabei), Alman dili bu ayrımı çok iyi belirtmektedir. Etkin olan bireylerin tatmini olmaksızın hiç 'bir şey meydana getirilmez. Her ne kadar başkalarıyla ortak, başkalarıyla içerik bakımından değilse bile özdeş olan gereksemeleri güdü ve ilgileri varsa da, bireyler tikeldir. Bu demektir ki, kendilerine özgü belirli gereksemelerinin ve istemlerinin doğurduğu ilgiler değil, ayın zamanda kendi görüşlerinin, inançlarının ya da en azından kendi sanı ve düşüncelerinin i1giler de vardır - tabii, sağ- duyunun, anlığın, aklın gereksemeleri uyanmışlarsa -, bu durumda bir nesne için etkin olmaları gerektiğinde, o nesnenin kendilerine uygun olmasını, o nesnenin iyi, doğru ya da yararlı, çıkarlı olduğuna inanıp 'böylece onun yanında yer almayı, ona katılmayı isterler. Bu durum, insanların başkalarına güvenmeleri ve otorite yüzünden bir şeye yaklaşmak yerine; bir nesneye anlıkları, bağımsız inanç ve kanılarıyla etkinliklerini adamak istedikleri bizim zamanımızın önemli bir öğesidir.
Böylece etkinlik gösteren kişilerin ilgisi olmadan hiç bir şeyin ortaya çıkmadığını söylemiş oluyoruz. İnsanlardaki tüm bireylik, sahip olduğu ve olabileceği bütün başka ilgiler ve erekleri bir yana atarak damarlarındaki bütün istekle kendini bir nesneye kattığı, bu erekte bütün gerekseme ve güçlerini yoğunlaştırdığı zaman bu ilgiye "tutku" adını verecek olursak, o zaman dünyada hem bir yüce şeyin tutku olmaksızın meydana getirilmemiş olduğunu söylememiz gerekir. Tutku, içeriğin ya da ereğin henüz belirlenmemiş olduğu isteme enerjisinin ve etkinliğin öznel, formel yönüdür. Kişisel inanç, görüş ve vicdan konusunda da bu böyledir. Öyleyse, tutkunun neyi erek edindiği kadar, inancımın içeriği, bu içeriklerden birinin mi yoksa ötekinin mi doğaca daha doğru olduğu da önemlidir. Ama tersine, bu böyleyse, o zaman bu ereğin, varlık alanına girmesi ve bütün bu gerekseme, güdü, tutku, kişisel görüş, düşünce, inanç kavramlarını kendinde toplayan öznel istem öğesi olarak gerçeklik kazanması gerekir.
Bu arada devlet kurumuna şöyle bir bakacak olursak, genel anlamda bir ereğin tarihsel gerçekliğinin öznel öğesi üzerine olan bu açıklamadan şu sonuç çıkar: kendi genel erekleriyle vatandaşlarının kişisel ilgilerinin birleşmiş olduğu, birinin tatmin ve gerçekleşmesini ötekinde bulduğu bir devlet, bu bakımından, iyi düzenlenmiş ve içten güçlü bir devlettir. Bu, çok önemli bir noktadır. Ama bir devlet’te neyin ereğe uygun olduğunun bilincine varılana kadar, anlığın uzun çabalarını gerektiren birçok öğütlere, ereğe uygun olarak düzenlenmiş buluşlara gerekseme vardır. Aynı şekilde, birleşmeyi sağlayabilmek için tikel ilgiler ve tutkularla çarpışıp, bunları güç ve sıkı bir disipline sokmak gerekir. Böylece bir birleşmenin sağlandığı an, devlet, tarihindeki en parlak, erdemli, güçlü ve mutlu dönemi yaşar, oysa dünya tarihi, insanların yaşam ve mülklerini güvenlik altına almak gibi bilinçli bir ereğe yönelen birarada yaşama güdüsünün görüldüğü topluluklarda olduğu gibi h e r h a n g i b i r b i l i n ç l i , erekle başlamaz. İnsan topluluklarında böyle bir birarada yaşama gerçekleşince, böyle bir erek hemen daha fazlasına yönelir. Örneğin Atina, Roma vb. şehirlerini ele geçirmek gibi. Ayrıca, bundan doğan her kötü durum ya da gereksemeyle, ödev daima da yakından belirlenir. Dünya Tarihi, Tin kavramının k e n d i n d e (an sich) olarak, yani doğa olarak gerçekleşmesiyle, bu g e n e 1 e r e k I e başlar. Tin kavramı içten, en içte olan bilinçsiz güdüdür - ve daha önce genel "çizgileriyle belirtildiği üzere, Dünya Tarihi'nin bütün işi gücü. onu bilince çıkarmaktır. Böylece D o ğ a ö z ü, D o ğ a i s t e m i biçiminde ortaya çıkan, öznel yön dediğimiz şeydir; kişisel düşünce ve öznel tasarım gibi kendileri için varoluveren gerekseme, güdü, tutku, kişisel ilgi. İstemlerden, ilkelerden ve etkinliklerden oluşan bu muazzam kütle, dünya Tin'inin, kendi ereğine erişmek, onu bilincine çıkarmak ve gerçekleştirmek için~kullandığı a 1 e t l e r ve araçlardır; dünya Tin'inin ereği ise kendini bulmak, kendine gelmek ve kendini bir gerçek olarak 'seyretmektir. Ancak bireylerin ve halkların kendi ereklerini arar ve gerçekleştirirken göze çarpan canlılıklarının, aynı zamanda, üzerine bir şey bilmedikleri, farkında olmadan gerçekleştirdikleri d a h a y ü k s e k, daha. kapsayıcı bir ereğin a r a ç v e a 1 e t 1 e r i olduğu savı - işte bu tartışılabilirdi, nitekim tartışıldı da. Ama hemen çeşitli biçimlerde yadsınıp "düş ürünü, felsefe!" haykırışlarıyla geri çevrildi, küçümsendi. Oysa ben baştanberi Akıl'ın dünyayı yönettiğini ve bununla kalmayıp Dünya Tarihi'ni de yönetmiş olduğunu ve yönettiğini açıkladım, bu varsayımımızı ya' da inancımızı dile getirdim: bunun da yalnızca bir sonuç olması gerektiği söylenmiştir, burada ilaha fazla bir iddia da yoktur. Kendinde ve kendisi için olan genel ve tözsel öze bütün öbür varlıklar bağlıdırlar, ona hizmet ederler, onun araçlarıdırlar. Akıl, tarihsel varlığa (Dasein) içkindir; kenili5ini bunun içinde ve onun aracılığıyla gerçekleştirir. Genel olan, kendine ve kendisi için olan ile tikelin, örnek olan'ın b i r 1 e ş m e s i n i n kendi 'başına bir doğru olduğu s p e k ü 1 a ti f bir düşüncedir ve bu genel formuyla Mantık .bölümünde alınacaktır. Ama Dünya Tarihi'nin henüz ilerleme durumunda olduğu düşünülen G i d i ş i n de öznel yön olan bilinç, tarihin salt son ereğinin, Tin kavramının ne olduğunu.. henüz bilecek durumda değildir. Ayrıca, bu nokta zaten gerekseme ve ilgisinin konusu değildir, bilince konu olmadan da Genel olan, tek tek ereklerdedir, bunların aracılığıyla gerçekleşmektedir. bu bağlantının spekülatif yönü Mantık'a girdiğinden .burada bu yönün kavramını verip geliştiremeyeceğim, ancak örneklerle daha iyi açıklamayı deneyebilirim.
Dünya Tarihi'nde insanların kendi1erine erek edindikleri ve eriştikleri, dolaysız bir şekilde bilip, istedikleri şeylerin yanıbaşında, davranışlarının ürünü olarak, başka bir şeyin daha ortaya çıkması da ,bu bağlantıya girer. İlgilerini gerçekleştirirler, bununla da içlerinde olan, ama bilinçli olmadıkları, amaçlamadıkları başka bir şey daha meydana getirilmiş olur. Örnekseme yoluyla, belki de haklı bir öç alma duygusuyla -yani uğradığı 'haksız bir zarardan dolayı- başkasının evini ateşe veren bir adamın davranışım ele alalım. Kendiliğinden, dolaysız olarak kendisi için ele alınan bu eylemle bu eylemin kapsamadığı daha geniş dış koşullar arasında hemen bir bağlantı kurulur. Örneğin küçük 'bir alevi bir kirişin küçük bir yerine tutmak böyle bir eylemdir. O zamana kadar yapılmamış olan şey, bu eylemle kendiliğinden olur. Kirişin ateşe verilmiş parçası öbür parçalarına, kirişin kendisi evin çatısına, bu da öbür evlere bitişiktir. Böylece öç alınacak kimseden başka birçok kişilerin de mülkünü yok eden, hatta canlarına malolan , büyük bir yangın çıkar. Bu ise yangını başlatanın, ne dolaysız eyleminde, ne de amacında vardı. Ayrıca eylemin bundan da daha geniş bir anlamı vardır. Eyleyene göre eylemin ereği, mülkünün yok edilmesiyle o kimseden intikam almaktı. Ama bu bir suçtur, suç da cezasını içine alır. Eyleminin 'bir suç olarak ceza görmesi, belki de eyleyenin ne bilinçli olarak bildiği, ne de istediği bir şeydi. Yine de eylem, eyleyenin kendinde eylemdir, yani eylemin aracılığıyla gerçekleşen eylemdeki genel, özsel olan şeydir. Bu örnek bir eylemde, o eylemi yapanın istem ve bilinci ile ilgisi olmayan başka bir şeyin daha bulunabileceği saptanmış oluyor. Bu önek, ayrıca, eylem tözünün, bununla da genel anlamıyla eylemin, kendisini gerçekleştirmiş olana karşı çıktığını da gösterir.
Eylem, eyleyeni yıkan bir karşı vuruş olur, bir suç olduğu için de, kendisini tüketip yasanın geçerliğini yeniden sağlar: Örneğin bu yönü üzerinde durmamız gerekmez. Şu yönü özel duruma aittir. Ayrıca, yalnızca bir örnek vermek istediğimi de söylemiştim.
Yine de, daha sonra yeri gelecek olan e genel ile tikel olanın, kendi için zorunlu bir yazgı ile rastlantısal görünen bir ereğin birleşmesini, tarihsel olarak, bizi ilgilendiren özel şekliyle gösteren bir örnek daha ermek istiyorum. Caesar, üstün mevkini değilse bile ' devletin başında bulunanlarla olan eşitliğini yitirmek ve kendisine düşman olmak üzere, olan, devletin resmî anayasasını ve , görünüşte yasaların :gücünü kişisel ereklerinden yana çeviren kişilere boyun eğmek tehlikesindeyken, kendisini, mevkiini, onur ve güvenliğini korumak için onlarla savaştı; Roma eyaletlerinin yönetimi bu kimselerin elinde olduğu için de, Caesar'ın zaferi aynı zamanda bütün Roma İmparatorluğu'nun fethi ile sonuçlandı. Böylece, devlet anayasasını olduğu gibi bıraktı ama devletin tek egemeni oldu. Roma'nın tek hükümdarı olmasını, ilkin olumsuz olan bu ereğinin gerçekleşmesini sağlayan şey, aynı zamanda Roma ve Dünya Tarihi'nin kendiliğin- den zorunlu yazgısıydı. Öyle ki, Caesar'ın çabası, yalnızca kişisel kazançla sonuçlanmadı, tersine bu çaba, kendinde ve kendi için zamanı gelmiş olanı gerçekleştiren bir güdüydü. Tarihteki büyük insanlar böyledir: dünya Tin'inin istemini oluşturan töz, onların kişisel ereklerindedir. Onların gerçek olan bu içerik, in- sanların genel ve bilinçsiz güdüsünde yaşanır. İnsanlar böyle bir ereği gerçekleştirmeyi kendi ilgisi bâkımından üzerine almış olana, içten gelen bir güdüyle itilirler; karşı koymak ellerinden , gelmez. Halklar daha çok o kişinin bayrağı çevresinde toplanırlar. Büyük insan, onlara içlerindeki güdüyü gösterir ve onu gerçekleştirir.
Tarihte Akıl- Hegel
y
a. Tin'in Belirlenimi
O ha1de, üzerinde duracağımız ilk konu, Tin'in soyut belirlenimidir. Bu soyut belirlenime göre Dünya Tarihi için şu söyle kendini gösterip açtığı yer, Dünya Tarihi'dir. Doğulular, Tin'in ya da Tin olarak belirlenen insanın kendinde özgür olduğunu bilmezler. Bilmedikleri için de özgür değildirler. Yalnızca tek kişinin özgür olduğunu kabul ederler; ama bu türlü özgürlük, başına buyrukluk, yabansılık, doğal bir rastlantı ya da başına buyrukluktan başka ;bir şey olmayan bir tutku uyuşukluğu yahut tutkunun dizginlenip yumuşatılmasıdır. Bu tek kişi yalnızca bir despottur, özgür bir adam, bir insan değildir. İ1kin Yunan'da özgürlüğün bilinci doğmuştur ve bu yüzden de Yunanlılar özgür olmuşlardır; ama onlar da Romalılar gibi, kendisiyle tanımlanan insanın değil, yalnızca bazı kişilerin özgür olduğunu kabul ediyorlardı. İnsanın insan olarak özgür olduğunu Platon da, Aristoteles de bilmediler; bu yüzden de Yunanlılar salt kölelere sahip olma yüzünden, yaşamaları ve güzelim özgürlüklerî~ de bu noktada sınırlanmış olmakla kalmadı, ama aynı zamanda· özgürlükleri, kısmen rastlantısal, bakımsız, solmaya mahkum, yetersiz bir çiçek, kısmen de insanın insana zorlu bir köleliği olduHıristiyan dünyasında i1kin Germen ulusları, insanın insan olarak özgür olduğunun Tin özgürlüğünün insanın doğasını meydana getirdiğinin bilincine vardılar. Bu türlü bilinç, ilkin dinde, Tin'in bu en derin bö1gesinde doğmuştur; ama bu ilkeyi dünyalık öze sokmak, çözümlenmesi ve uygulanması güç ve uzun: bir kü1tür çabası isteyen daha geniş çapta bir sorundu. Örneğin, kölelik Hıristiyanlık dininin kabulüyle hemen ortadan kalkmadığı gibi, devletlerde de özgürlük hüküm sürmüyor, ne hükümetler ve anayasalar akla uygun bir şekilde örgütleniyor ne de özgürlük ilkesi üzerine temellendiriliyorlardı. Bu ilkenin dünya işlerine uygulanması, dünyaya nüfuz etmesi ve biçim vermesi, tarihi meydana getiren uzun olaylar zincirinin ta kendisidir. h- l:enin soyut ilke olarak kalmasıyla uygulanması, yani Tin'in ve yaşamın gerçekliğine s o k u 1 m a s ı ve y ü r ü t ü I m e s i arasındaki ayrıma daha önce dikkati çekmiştim. Şimdi tekrar bu. noktaya dönüyoruz. Bu ayrım bizim bilimimizde temel' bir belirlenimdir ve akılda tutulması önemlidir. Bu ayrım, H ı r i s t i y a n 1 ı k ilkesi, özgürlük bilinci bakımından olduğu kadar genellikle ö z g ü r 1 ü k ilkesi bakımından da önemlidir. Dünya Tarihi, özgürlük bilincinde ilerlemedir, zorunluluğunu tanımak mecburiyetinde olduğumuz bir ilerlemedir.- Özgürlüğü bilmedeki dereceler hakkında genel olarak söylediklerimle -yani Doğuluların- sadece bir kimsenin, Yunan ve Roma dünyasının ise !ı a z ı k i m s e 1 e r i n özgür olduğunu.bildiğine, bizim ise bütün insanların i n s a n o 1 a r a k özgür olduğunu bildiğimize dair sözlerimle- Dünya Tarihinde yaptığımız bölümleme ortaya çıkmaktadır. Tarihi bu bölümlemeye uygun olarak ele alacağız Şimdilik buna şöylece değinip geçiyoruz. Daha önce bazı kavramları açıklamamız gerekmektedir.
Tözsel ve fizik dünya, tinsel dünyaya bağlı olduğundan ya da spekülasyon terimlerini kullanacak olursak, fizik dünyanın tinsel dünyaya karşı çıkaracak hiç bir doğrusu olmadığından, tinsel"dünyanın yargısının ve dünyanın genel son ereğinin Tin'in kendi özgürlüğünün bilinci ve ancak bununla mümkün olan genel anlamda özgürlüğün gerçekliği olduğunu varsayıyoruz. Ama ileri sürülmüş olan biçimiyle, bu özgürlüğün belirsiz ya da çok anlamlı bir sözcük olduğu, en yüksek iyi olarak kendisiyle birlikte sonsuz anlaşmazlıklar, karışıklıklar, yanılmalar getirdiği ve mümkün her türlü aşırılıkları içine aldığı da hiç bir çağda, günümüzde olduğu kadar iyi bilinmemiş, yaşanmamıştır. Ama şimdilik genel belirlemeyle yetineceğiz. Bundan başka, soyut i1ke ile gerçek olanın arasındaki sonsuz ayrımın önemine dikkat çekilmişti. Kendi bilincine varına -çünkü kavramı gereği, özgürlük kendini bilmedir- ve böylece kendi. ~gerçekliğine erişmenin sonsuz zorunluluğunu kendi içinde taşıyan, yine özgürlüğün kendisidir. O, kendi kendisinin ereğidir. Tin'in biricik ereğidir.
Akla ilk gelen soru şu olabilir: Özgürlük, kendini gerçekleştirmek için hangi araçları kullanır? Burada incelenecek olan ikinci nokta budur.
b.Gerçekleşme Araçları
Özgürlüğün, kendisini dünyaya getirmede kullandığı araçlar sorusu, bizi tarih görünümünün ta kendisine götürür. Özgürlüğün, özgürlük olarak, daha içsel bir kavram olmasına karşılık, araçları, tarihte de göze çarptığı gibi, dışsal ve görünümsel olarak ortaya çıkarlar. Daha ilk bakışta tarih, insanların gereksemelerinden tutkularından, ilgi ve çıkarlarından, erişmek istedikleri ideal ve ereklerden, karakterleri ile yeteneklerinden doğan davranışlarını gösterir. Öyle ki bu etkinlik oyununda, ipler yalnızca bu gereksemelerin, tutkuların, ilgilerin, v.b elindedir. Bireyler, kısmen daha genel olan ereklere, İyi'ye yönelirler, ama bu İyi'nin sınırlanmış olmasını da isterler. Örneğin, soylu vatan -ama dünya ve dünyanın genel ereğiyle az bir ilişkisi olan belli bir vatan sevgisi ya da aile sevgisi, arkadaş sevgisi- genellikle doğruluk, dürüstlük, kısacası, bütün E r d e m 1 e r buraya girer. Bu öznelerin ve etki çevrelerinin yazgısı olan Akıl'ın ancak bu erdemlerde gerçekleştirdiğini görebiliriz. Ama bu özneleri, arta kalan bireylerle karşılaştırmamız gerekir; o zaman da şu anlaşılır: bunlar insan soyunun topuna göre küçük bir oran meydana getiren tek tek bireylerdir. Bu yüzden de etkilerinin alanı göreli olarak küçüktür. Ayrıca burada tutkular, belli bir ilginin erekleri, bencilliğin tatmini de en güçlü , etmenlerdir. Bunların gücü, adaletin ve ahlâkın koymak istediği sınırların hiç birine aldırmamalarında ve tutkularındaki doğal şiddetin düzen, ölçü, adalet ve ahlâkı güden yapma ve sıkıcı disiplinden insana çok daha yakın olmalarındadır.
Tutkuların bu oyununu seyrettiğimizde, şiddetlerinin ürünlerini ve yalnızca tutkuların değil, ama. aynı zamanda ve hatta özellikle iyi niyetlerin, 'doğra ereklerin çevresinde toplanan Mantıksızlığın doğurduğu sonuçları, tarih içinde gözönünde bulundurduğumuzda, kötülüğe, kötüye, insan zekâsının kurmuş olduğu en ileri krallıkların yıkılışına, bireylerin anlatılmaz perişanlık ve acılarına en derin acımayla baktığımızda, içimiz bu geçicilik karşısında üzüntüyle dolar; bu yıkılış yalnızca doğanın yapıtı olmayıp, tersine insan istemesinin ürünü olduğundan, bu tutku oyunun seyri daha da çök ahlâkî üzüntü verir ve eğer varsa, içimizdeki iyi Tin başkaldırır. Rhetorik abartmaya kaçmadan, bireysel erdemler ya da suçsuzlukla olduğu gibi halk ve devlet hizmetleriyle de ilgili olarak ululuğun, soyluluğun uğramış olduğu yıkımları doğru bağıntısı içinde görerek, en tüyler ürpertici tabloya vârabilir ve böylece hiç bir avutucu, yatıştırıcı sonucu olmayan, üzüntülerin en büyüğünü, en huzur bozucusunu duyabiliriz. Bu üzüntüye kârşı cephe almak, ondan çıkıp sıyrılmak. için de şöyle düşünürüz: olan olmuş, alınyazısı böyleymiş, değiştirilebilecek hiç bir şey yok. Sonra da bu üzücü Düşünce'nin yaratabileceği sıkıntıdan tekrar yaşam duygusuna (Lebensge- fühl) ve geçmiş için üzülmeyi değil, ama etkinliğimizi buyuran erek ve ilgilerimizin huzuruna, hatta sakin kıyıda durup, güven içinde, uzaktaki karmakarışık yıkıntı yığınını hazla seyreden benciliğe döneriz. Fakat tarihe, halkların mutluluğu, devletlerin bilgeliği ve bireylerin erdemleri kurban edilen bir mezbaha gözüyle baktığımızda bile, bu dev gibi kurbanların kime ya da neye, hangi son ereğe kurban edildikleri sorusu zihnimizi kurcalar. Burada incelememizin genel başlangıcını oluşturan soruna geçmiş oluyoruz. Yine buradan kalkarak bizde melankolik duygular uyandıran o tüyler ürpertici olaylar tablosunu; Dünya Tarihi'nin tözsel yargısını mutlak son ereğini ya da bununla özdeş olan sonucunu gerçekleştiren araçların alanı olarak belirlemiştik. Baştan beri, tikel olandan genele çıkmak için düşünce yöntemini ileri sürmekten kaçındık. Ayrıca o düşünceleri ve bunların yarattığı duyguları aşıp, o incelemelerde verilen Öngörü bulmacalarını gerçeklik alanında çözümlemek, bu duygulu düşüncenin işi değildir; o tersine bu olumsuz sonucun boş ve veririz yüceliklerinde melankolide bir haz duymakla yetinir. Böylece takınmış olduğumuz tutuma geri dönüyoruz, bununla ilgili olarak ileri süreceğimiz öğeler, tarihin gözönüne serdiği o korkunç tablonun akla getirebileceği soruların cevaplandırılmasında önemli olan belirlenimleri de taşıyacaktır.
Bu konuda ilk söylenecek şey, ilke, son erek, yazgı ya da Tin'in Tin olarak aslı, doğası,kavramı diye adlandırdığımızın sadece genel, soyut bir şey olduğudur. ilke, temel ilke, yasa; genel içsel bir şeydir ve böyle olarak da ne kadar kendinde doğru olursa olsun, tamamen gerçek değildir. Erekler, temel ilkeler, vb. düşüncelerimizde, her şeyden önce niyetlerimizde ya da kitaplardadır, ama henüz gerçeklikte değildir. Onun aslı bir olanak, bir gizligüçtür (Potentialitaet), ama bu, kendi içinden çıkıp varlığa geçmemiştir. Gerçeklik kazanabilmesi için ikinci bir öğe)eklenmelidir: bu da etkinliktir, gerçekleşmedir; ilkesi de istemdir, genel olarak insanların dünyadaki etkinliğidir. Ancak bu etkinlik sayesinde, o kavramlar soyut belirlenimler, gerçeklik kazanır.
Yasaların, ilkelerin kendiliklerinden yaşama ve geçerli olma güçleri yoktur.Onları devinime geçiren, onlara varlık veren insanoğlunun gereksemesi, güdüsü, eğilimi ve tutkusudur. Benim bir şeyi devindirmem, ona varlık kazandırmam beni ilgilendirmelidir. Onun içinde, orada, onunla olmalıyım. Yapılmasıyla tatmin olmalıyım. O, benim ilgim olmalıdır. "İlgi", içinde, orada, onunla olmak demektir. Benim kendisi için etkin olmam gereken bir erek, herhangi bir biçimde benim de ereğim olmalıdır. Bu arada ereğin beni ilgilendirmeyen bir sürü başka yanları olsa bile, ben ~kendi ereğimi tatmin etmeliyim. Öznenin kendisini etkinlikte, çalışmada tatmin olmuş duyması, onun sonsuz hakkıdır ve özgürlüğün ikinci öğesidir. İnsanlar, bir şeyle ilgilenmeleri gerektiğinde, o şey üzerinde bir etkinlik .gösterebilmelidirler. Bu demektir ki bir ilgide kendilerine ait olanı elde etmek, o ilgiye kendilerini katmak ve o işte kendilerine güvenlerini kazanmak isterler. Burada yanlış anlamaktan kaçınmalıdır. Birinin bir nesneyle ilgilendiğini söylerken onu suçlar ve ona haklı olarak kızarız, ama burada 'ilgilenmek' sözü kendi çıkarını gözetmek anlamında söylenmektedir- ~bu demektir ki, o kişi, her şey bir yana, yalnız kendi çıkarını, kendi işini düşünüyor, kendisine bu fırsatı veren genel ereğe aldırmaksızın, hatta kısmen de onun aleyhine, onu köstekleyerek, ona zarar vererek ve onu feda ederek, ama. bir şey için etkin olan biri onunla yalnızca genel anlamda ilgili değildir. ama orada, onun y a n ı n d a ilgilidir (interessiert dabei), Alman dili bu ayrımı çok iyi belirtmektedir. Etkin olan bireylerin tatmini olmaksızın hiç 'bir şey meydana getirilmez. Her ne kadar başkalarıyla ortak, başkalarıyla içerik bakımından değilse bile özdeş olan gereksemeleri güdü ve ilgileri varsa da, bireyler tikeldir. Bu demektir ki, kendilerine özgü belirli gereksemelerinin ve istemlerinin doğurduğu ilgiler değil, ayın zamanda kendi görüşlerinin, inançlarının ya da en azından kendi sanı ve düşüncelerinin i1giler de vardır - tabii, sağ- duyunun, anlığın, aklın gereksemeleri uyanmışlarsa -, bu durumda bir nesne için etkin olmaları gerektiğinde, o nesnenin kendilerine uygun olmasını, o nesnenin iyi, doğru ya da yararlı, çıkarlı olduğuna inanıp 'böylece onun yanında yer almayı, ona katılmayı isterler. Bu durum, insanların başkalarına güvenmeleri ve otorite yüzünden bir şeye yaklaşmak yerine; bir nesneye anlıkları, bağımsız inanç ve kanılarıyla etkinliklerini adamak istedikleri bizim zamanımızın önemli bir öğesidir.
Böylece etkinlik gösteren kişilerin ilgisi olmadan hiç bir şeyin ortaya çıkmadığını söylemiş oluyoruz. İnsanlardaki tüm bireylik, sahip olduğu ve olabileceği bütün başka ilgiler ve erekleri bir yana atarak damarlarındaki bütün istekle kendini bir nesneye kattığı, bu erekte bütün gerekseme ve güçlerini yoğunlaştırdığı zaman bu ilgiye "tutku" adını verecek olursak, o zaman dünyada hem bir yüce şeyin tutku olmaksızın meydana getirilmemiş olduğunu söylememiz gerekir. Tutku, içeriğin ya da ereğin henüz belirlenmemiş olduğu isteme enerjisinin ve etkinliğin öznel, formel yönüdür. Kişisel inanç, görüş ve vicdan konusunda da bu böyledir. Öyleyse, tutkunun neyi erek edindiği kadar, inancımın içeriği, bu içeriklerden birinin mi yoksa ötekinin mi doğaca daha doğru olduğu da önemlidir. Ama tersine, bu böyleyse, o zaman bu ereğin, varlık alanına girmesi ve bütün bu gerekseme, güdü, tutku, kişisel görüş, düşünce, inanç kavramlarını kendinde toplayan öznel istem öğesi olarak gerçeklik kazanması gerekir.
Bu arada devlet kurumuna şöyle bir bakacak olursak, genel anlamda bir ereğin tarihsel gerçekliğinin öznel öğesi üzerine olan bu açıklamadan şu sonuç çıkar: kendi genel erekleriyle vatandaşlarının kişisel ilgilerinin birleşmiş olduğu, birinin tatmin ve gerçekleşmesini ötekinde bulduğu bir devlet, bu bakımından, iyi düzenlenmiş ve içten güçlü bir devlettir. Bu, çok önemli bir noktadır. Ama bir devlet’te neyin ereğe uygun olduğunun bilincine varılana kadar, anlığın uzun çabalarını gerektiren birçok öğütlere, ereğe uygun olarak düzenlenmiş buluşlara gerekseme vardır. Aynı şekilde, birleşmeyi sağlayabilmek için tikel ilgiler ve tutkularla çarpışıp, bunları güç ve sıkı bir disipline sokmak gerekir. Böylece bir birleşmenin sağlandığı an, devlet, tarihindeki en parlak, erdemli, güçlü ve mutlu dönemi yaşar, oysa dünya tarihi, insanların yaşam ve mülklerini güvenlik altına almak gibi bilinçli bir ereğe yönelen birarada yaşama güdüsünün görüldüğü topluluklarda olduğu gibi h e r h a n g i b i r b i l i n ç l i , erekle başlamaz. İnsan topluluklarında böyle bir birarada yaşama gerçekleşince, böyle bir erek hemen daha fazlasına yönelir. Örneğin Atina, Roma vb. şehirlerini ele geçirmek gibi. Ayrıca, bundan doğan her kötü durum ya da gereksemeyle, ödev daima da yakından belirlenir. Dünya Tarihi, Tin kavramının k e n d i n d e (an sich) olarak, yani doğa olarak gerçekleşmesiyle, bu g e n e 1 e r e k I e başlar. Tin kavramı içten, en içte olan bilinçsiz güdüdür - ve daha önce genel "çizgileriyle belirtildiği üzere, Dünya Tarihi'nin bütün işi gücü. onu bilince çıkarmaktır. Böylece D o ğ a ö z ü, D o ğ a i s t e m i biçiminde ortaya çıkan, öznel yön dediğimiz şeydir; kişisel düşünce ve öznel tasarım gibi kendileri için varoluveren gerekseme, güdü, tutku, kişisel ilgi. İstemlerden, ilkelerden ve etkinliklerden oluşan bu muazzam kütle, dünya Tin'inin, kendi ereğine erişmek, onu bilincine çıkarmak ve gerçekleştirmek için~kullandığı a 1 e t l e r ve araçlardır; dünya Tin'inin ereği ise kendini bulmak, kendine gelmek ve kendini bir gerçek olarak 'seyretmektir. Ancak bireylerin ve halkların kendi ereklerini arar ve gerçekleştirirken göze çarpan canlılıklarının, aynı zamanda, üzerine bir şey bilmedikleri, farkında olmadan gerçekleştirdikleri d a h a y ü k s e k, daha. kapsayıcı bir ereğin a r a ç v e a 1 e t 1 e r i olduğu savı - işte bu tartışılabilirdi, nitekim tartışıldı da. Ama hemen çeşitli biçimlerde yadsınıp "düş ürünü, felsefe!" haykırışlarıyla geri çevrildi, küçümsendi. Oysa ben baştanberi Akıl'ın dünyayı yönettiğini ve bununla kalmayıp Dünya Tarihi'ni de yönetmiş olduğunu ve yönettiğini açıkladım, bu varsayımımızı ya' da inancımızı dile getirdim: bunun da yalnızca bir sonuç olması gerektiği söylenmiştir, burada ilaha fazla bir iddia da yoktur. Kendinde ve kendisi için olan genel ve tözsel öze bütün öbür varlıklar bağlıdırlar, ona hizmet ederler, onun araçlarıdırlar. Akıl, tarihsel varlığa (Dasein) içkindir; kenili5ini bunun içinde ve onun aracılığıyla gerçekleştirir. Genel olan, kendine ve kendisi için olan ile tikelin, örnek olan'ın b i r 1 e ş m e s i n i n kendi 'başına bir doğru olduğu s p e k ü 1 a ti f bir düşüncedir ve bu genel formuyla Mantık .bölümünde alınacaktır. Ama Dünya Tarihi'nin henüz ilerleme durumunda olduğu düşünülen G i d i ş i n de öznel yön olan bilinç, tarihin salt son ereğinin, Tin kavramının ne olduğunu.. henüz bilecek durumda değildir. Ayrıca, bu nokta zaten gerekseme ve ilgisinin konusu değildir, bilince konu olmadan da Genel olan, tek tek ereklerdedir, bunların aracılığıyla gerçekleşmektedir. bu bağlantının spekülatif yönü Mantık'a girdiğinden .burada bu yönün kavramını verip geliştiremeyeceğim, ancak örneklerle daha iyi açıklamayı deneyebilirim.
Dünya Tarihi'nde insanların kendi1erine erek edindikleri ve eriştikleri, dolaysız bir şekilde bilip, istedikleri şeylerin yanıbaşında, davranışlarının ürünü olarak, başka bir şeyin daha ortaya çıkması da ,bu bağlantıya girer. İlgilerini gerçekleştirirler, bununla da içlerinde olan, ama bilinçli olmadıkları, amaçlamadıkları başka bir şey daha meydana getirilmiş olur. Örnekseme yoluyla, belki de haklı bir öç alma duygusuyla -yani uğradığı 'haksız bir zarardan dolayı- başkasının evini ateşe veren bir adamın davranışım ele alalım. Kendiliğinden, dolaysız olarak kendisi için ele alınan bu eylemle bu eylemin kapsamadığı daha geniş dış koşullar arasında hemen bir bağlantı kurulur. Örneğin küçük 'bir alevi bir kirişin küçük bir yerine tutmak böyle bir eylemdir. O zamana kadar yapılmamış olan şey, bu eylemle kendiliğinden olur. Kirişin ateşe verilmiş parçası öbür parçalarına, kirişin kendisi evin çatısına, bu da öbür evlere bitişiktir. Böylece öç alınacak kimseden başka birçok kişilerin de mülkünü yok eden, hatta canlarına malolan , büyük bir yangın çıkar. Bu ise yangını başlatanın, ne dolaysız eyleminde, ne de amacında vardı. Ayrıca eylemin bundan da daha geniş bir anlamı vardır. Eyleyene göre eylemin ereği, mülkünün yok edilmesiyle o kimseden intikam almaktı. Ama bu bir suçtur, suç da cezasını içine alır. Eyleminin 'bir suç olarak ceza görmesi, belki de eyleyenin ne bilinçli olarak bildiği, ne de istediği bir şeydi. Yine de eylem, eyleyenin kendinde eylemdir, yani eylemin aracılığıyla gerçekleşen eylemdeki genel, özsel olan şeydir. Bu örnek bir eylemde, o eylemi yapanın istem ve bilinci ile ilgisi olmayan başka bir şeyin daha bulunabileceği saptanmış oluyor. Bu önek, ayrıca, eylem tözünün, bununla da genel anlamıyla eylemin, kendisini gerçekleştirmiş olana karşı çıktığını da gösterir.
Eylem, eyleyeni yıkan bir karşı vuruş olur, bir suç olduğu için de, kendisini tüketip yasanın geçerliğini yeniden sağlar: Örneğin bu yönü üzerinde durmamız gerekmez. Şu yönü özel duruma aittir. Ayrıca, yalnızca bir örnek vermek istediğimi de söylemiştim.
Yine de, daha sonra yeri gelecek olan e genel ile tikel olanın, kendi için zorunlu bir yazgı ile rastlantısal görünen bir ereğin birleşmesini, tarihsel olarak, bizi ilgilendiren özel şekliyle gösteren bir örnek daha ermek istiyorum. Caesar, üstün mevkini değilse bile ' devletin başında bulunanlarla olan eşitliğini yitirmek ve kendisine düşman olmak üzere, olan, devletin resmî anayasasını ve , görünüşte yasaların :gücünü kişisel ereklerinden yana çeviren kişilere boyun eğmek tehlikesindeyken, kendisini, mevkiini, onur ve güvenliğini korumak için onlarla savaştı; Roma eyaletlerinin yönetimi bu kimselerin elinde olduğu için de, Caesar'ın zaferi aynı zamanda bütün Roma İmparatorluğu'nun fethi ile sonuçlandı. Böylece, devlet anayasasını olduğu gibi bıraktı ama devletin tek egemeni oldu. Roma'nın tek hükümdarı olmasını, ilkin olumsuz olan bu ereğinin gerçekleşmesini sağlayan şey, aynı zamanda Roma ve Dünya Tarihi'nin kendiliğin- den zorunlu yazgısıydı. Öyle ki, Caesar'ın çabası, yalnızca kişisel kazançla sonuçlanmadı, tersine bu çaba, kendinde ve kendi için zamanı gelmiş olanı gerçekleştiren bir güdüydü. Tarihteki büyük insanlar böyledir: dünya Tin'inin istemini oluşturan töz, onların kişisel ereklerindedir. Onların gerçek olan bu içerik, in- sanların genel ve bilinçsiz güdüsünde yaşanır. İnsanlar böyle bir ereği gerçekleştirmeyi kendi ilgisi bâkımından üzerine almış olana, içten gelen bir güdüyle itilirler; karşı koymak ellerinden , gelmez. Halklar daha çok o kişinin bayrağı çevresinde toplanırlar. Büyük insan, onlara içlerindeki güdüyü gösterir ve onu gerçekleştirir.
Tarihte Akıl- Hegel