MiRacLe*
Bayan Üye
The Clash, 1976’da kurulan ve 1986 yılında dağılan İngiliz Punk Rock grubu. 70’li yılların sonlarındaki orijinal punk hareketinin en başarılı ve ikon gruplarından bir tanesi. Efsanevi sahne şovlarıyla tanınırlar. Punk’ı reggae, rockabilly, dance, jazz, ska ve daha pek çok türle birleştirdikleri 6 stüdyo albümü kaydetmişlerdir. 1979 yılında çıkardıkları «London Calling» albümü Rolling Stones dergisi tarafından 2003’te tüm zamanların en iyi 500 rock albümü listesinde 8’inci sırayı almıştır.
Mick Jones, Paul Simonon ve Joe Strummer Clash dağıldıktan sonra da müzik yapmaya devam ettiler. Strummer tek başına. diğerleri ise «Big Audio Dynamite» ve «Havana 3 AM» isimleri altında… Yeniden birleşme planları Joe Strummer’ın 2002 senesinin Aralık ayında gelen ölümü ile suya düştü.
Kurulduğu sırada Clash, punk müziğin en gürültülü temsilcisi Sex Pistols’ın gölgesinde kalmıştı. Birlikte «Anarchy» turnesine de çıktıkları Pistols’a müzikseverler biraz olsun alıştıklarında, arkalarındaki Clash’ı da farketmeye başladılar, böylece 70’lerin sonu ve 80’lerin başında en büyük rock’n’roll topluluğu Clash olmuştu. Gitarcı Mick Jones (İngiltere, 1955) 20 yaşındayken kendisinden bir yaş küçük basçı Paul Simonon ve yaşıtı davulcu Nicky Headon ile «London SS» isimli bir topluluk kurdu. 1952 Ankara doğumlu Joe Strummer (esas adı John Graham Mellor) ile birlikte Clash’ın çekirdek kadrosu da bu isimlerden oluşacaktı. Kadroda olmasına rağmen kısa süre sonra, ‘76’nın başında ayrılmak zorunda kalan gitarcı Keith Levene ve davulcu Terry Chimes topluluğun müzik serüvenine eşlik edemeyeceklerdi.
CBS ile sözleşme imzalayan Jones, Strummer, Simonon ve Headon üç haftasonu çalışması sonrasında ses mühendisi Micky Foote’nin «yapımcılığında» Londra’da The Clash’ı kaydetmişlerdi.
1977 yılında Rolling Stone dergisi albüm için tam bir punk albümü diyordu. 70’lerin ortası İngiltere’sinin kızgınlığını, çökkünlüğünü ve enerjisini albümlerine başarıyla yansıtmışlardı. Daha da önemlisi söz yazarları Jones ve Strummer «I’m So Bored With The USA» ve «Career Opportunities» gibi çalışmalarda da görüleceği üzere özellikle gençlerin benimseyeceği slogan üreten yazarlar haline gelmişlerdi. Çalışma listelerde 12 numaraya kadar yükseldi ve büyük övgü aldı. 45’lik olarak piyasaya sürülen «Remote Control» öyle büyük ilgi gördü ki Clash Jamaikalı efsanevî yapımcı Lee Perry ile bir de cevap niteliğindeki «Complete Control»u kaydetti.
Plak şirketi CBS ABD pazarında da söz sahibi olma düşüncesiyle «Blue Öyster Cult» topluluğunun kurucusu ve söz yazarı Sandy Pearlman’ı davet edip, onun yapımcılığında «Give ‘Em Enough Rope» kaydının çıkmasını sağladı. Bu girişim ABD’de olumlu eleştiriler dışında fazla bir başarı elde edemedi. Etliye sütlüye dokunmadığı, topluluğun nam salmış punk kurallarını bir kenara bıraktığı yolundaki İngiliz eleştirilerine rağmen bu «uysal» çalışma Birleşik Krallık’taki listelerde iki numaraya kadar yükseldi.
Clash’ın izleyen çalışmalarında ragga’nın etkisi daha göze çarpmaya başladı. 1978 temmuzunda kaydettikleri ve ırkçılık karşıtı duruşlarını simgeleyen «(White Man) In Hammersmith Palais» çalışması ve «Tommy Gun» önemli liste başarısı yakaladı.
ABD’de yayınlanan ilk Clash albümü iki kasetten oluşan ve 45’likleri de içeren geniş bir toplamaydı. 1979’da gelen ve Guy Stevens yapımcılığındaki «London Calling» ikili albümü kadar olmasa da iyi bir satış rakamına erişti. «Train In Vain» en iyi 30 parça arasına girerken albüm de Rolling Stones tarafından «80’lerin en iyi albümü» seçildi. Geniş bir müzik yelpazesine yayılmış bu albüm sayesinde ABD’de ünlendiler, 1980’lerde resimleri dergilerin kapaklarında yer almaya başladı. Sonraki hamleleri hırslı olmaktan da öteydi, üçlü albüm «Sandinista!» geldi. Albümdeki pek çok parçada Jamaikalı Mikey Dread’ın da katkısı vardı. Listelerde fena bir yere gelmemiş olsa da, satış rakamları hayal kırıklığı yarattı. Deneyimli rock yapımcısı Glyn Johns kötü giden işleri düzeltecek yeni bir albüm için çağrılsa da sonuç yine itici bir albüm oldu: «Combat Rock». Bagetler, Headon aniden çekip gittiğinden, ismini yukarda andığımız Terry Chimes’ın eline geçtiyse de bu çalışmadan sonra yine el değiştirdi ve Pete Howard yeni davulcu oldu. Headon’un gitmeden yazdığı eğlenceli, mizahî «Rock The Casbah» şeytani video klibinin de yardımıyla ABD’de ilk 5’te yerini aldı. «The Who» ile birlikte 1982’de ABD’yi turlayan Clash pek çok gözlemciye göre bir zamanlar dalgalarını geçtikleri yıldızlardan birine dönüşmüştü. Buradaki çelişkiyi konu alan pek çok eleştiri yayınlandı. Jones ve Strummer arasındaki gizliden gizliye kuvvetlenen gerginlik kötü sonlandı ve Strummer’ın kendisini «tembel» diye suçlamasının ardından Jones 1983’te toplulukla yollarını ayırdı. Yaptığı basın açıklamasında şöyle diyordu: «O artık bizimle değildi.»
Strummer daha sonra Jones’tan özür dileyip başarılı bir ortaklığının bozulmasının asıl sorumlusunun kendisi olduğunu kabul etti. Özürünü «Onu arkadan bıçakladım» sözlerindeki dürüstlüğüyle de desteklemesine rağmen Clash yoluna Jones olmadan devam edecekti. Bu haldeyken 1985’te gelen kuvvetsiz albüm «Cut The Crap» yine de listelerde 16.’lığa kadar yükselmeyi bildi. Çalışma bir Strummer klasiği «This is England»ı içermesine rağmen pek çoklarına göre Clash imzasını taşıyan en kötü kayıt oldu.
Clash 1986’da Latino Rockabilly War ile çıktıkları kısa bir turnenin ardından dağıldı. Strummer Pogues topluluğuyla yaptığı kısa süren bir işbirliğinin ardından hemen hemen tümüyle oyunculuk ve yapımcılığa soyundu. Sex Pistols’un basçısı Sid Vicious ve kız arkadaşı Nancy Spungen’i konu alan «Sid ve Nancy» isimli film için müzikler yaptı. Bu arada Jones ise 70’lerin bir başka ünlü ismi Don Letts ile «Big Audio Dynamite» isimli bir birliktelik kurarak reklamcılık alanında uzun yıllar boyu önemli bir ticari güç oldu.
1988’e gelindiğinde «Clash’ın Hikayesi» ismiyle harika bir toplama albüm raflarda yerini aldı. En kızgın ve en ahenkli parçalarıyla Clash sevenlerine yeniden «merhaba» diyordu. 1982 çıkışlı «Should I Stay Or Should I Go?» 1991’de yeniden listeleri sallamayı başardı. Şarkının bu beklenmedik başarısında bir reklam filminde kullanılarak müzikseverlerce hatırlanmış olmasının da payı var. Bu özel şarkı Clash’ı yeniden gündeme taşıdı, hatta asılsız «yeniden bir araya» dedikodularının çıkmasına neden oldu.
Çok gecikmiş bir canlı albüm ise 1999 yılının Ekim ayında geldi. O sıralarda Don Letts belgeseli «Westway to the World» de televizyonlarda ilk kez yayınlanıyordu. Strummer’ın 1952’de Ankara’da başlayan dalgalı yaşamı 2002’nin Aralık ayında son buldu. Kalp krizi nedeniyle ölen şarkıcı kendisine gelen yeniden birleşme önerilerini böylece son kez ve kesin olarak reddetmiş oluyordu.
Strummer müzikal anlamda 70’lerin sonundaki yeni dalga akımının önderlerinden olduğu kadar, güçlü ilkeleri olan biriydi, belki de Clash’ın asi duruşu güvenilirliğini hiç kaybetmeyen Strummer’ın bu özelliğinden kaynaklanıyordu. Şarkılarındaki politik görüşler pek çok genç insanı düşünmeye sevketti. 2003 Mart’ında Clash’ın hayattaki üyeleri topluluğun Rock’n Roll efsaneleri arasına gecikmiş de olsa resmen kabul edilişini Strummer’a adadı. Şüphesiz o olmasaydı, Clash aynı unutulmaz Clash olmazdı.
Mick Jones, Paul Simonon ve Joe Strummer Clash dağıldıktan sonra da müzik yapmaya devam ettiler. Strummer tek başına. diğerleri ise «Big Audio Dynamite» ve «Havana 3 AM» isimleri altında… Yeniden birleşme planları Joe Strummer’ın 2002 senesinin Aralık ayında gelen ölümü ile suya düştü.
Kurulduğu sırada Clash, punk müziğin en gürültülü temsilcisi Sex Pistols’ın gölgesinde kalmıştı. Birlikte «Anarchy» turnesine de çıktıkları Pistols’a müzikseverler biraz olsun alıştıklarında, arkalarındaki Clash’ı da farketmeye başladılar, böylece 70’lerin sonu ve 80’lerin başında en büyük rock’n’roll topluluğu Clash olmuştu. Gitarcı Mick Jones (İngiltere, 1955) 20 yaşındayken kendisinden bir yaş küçük basçı Paul Simonon ve yaşıtı davulcu Nicky Headon ile «London SS» isimli bir topluluk kurdu. 1952 Ankara doğumlu Joe Strummer (esas adı John Graham Mellor) ile birlikte Clash’ın çekirdek kadrosu da bu isimlerden oluşacaktı. Kadroda olmasına rağmen kısa süre sonra, ‘76’nın başında ayrılmak zorunda kalan gitarcı Keith Levene ve davulcu Terry Chimes topluluğun müzik serüvenine eşlik edemeyeceklerdi.
CBS ile sözleşme imzalayan Jones, Strummer, Simonon ve Headon üç haftasonu çalışması sonrasında ses mühendisi Micky Foote’nin «yapımcılığında» Londra’da The Clash’ı kaydetmişlerdi.
1977 yılında Rolling Stone dergisi albüm için tam bir punk albümü diyordu. 70’lerin ortası İngiltere’sinin kızgınlığını, çökkünlüğünü ve enerjisini albümlerine başarıyla yansıtmışlardı. Daha da önemlisi söz yazarları Jones ve Strummer «I’m So Bored With The USA» ve «Career Opportunities» gibi çalışmalarda da görüleceği üzere özellikle gençlerin benimseyeceği slogan üreten yazarlar haline gelmişlerdi. Çalışma listelerde 12 numaraya kadar yükseldi ve büyük övgü aldı. 45’lik olarak piyasaya sürülen «Remote Control» öyle büyük ilgi gördü ki Clash Jamaikalı efsanevî yapımcı Lee Perry ile bir de cevap niteliğindeki «Complete Control»u kaydetti.
Plak şirketi CBS ABD pazarında da söz sahibi olma düşüncesiyle «Blue Öyster Cult» topluluğunun kurucusu ve söz yazarı Sandy Pearlman’ı davet edip, onun yapımcılığında «Give ‘Em Enough Rope» kaydının çıkmasını sağladı. Bu girişim ABD’de olumlu eleştiriler dışında fazla bir başarı elde edemedi. Etliye sütlüye dokunmadığı, topluluğun nam salmış punk kurallarını bir kenara bıraktığı yolundaki İngiliz eleştirilerine rağmen bu «uysal» çalışma Birleşik Krallık’taki listelerde iki numaraya kadar yükseldi.
Clash’ın izleyen çalışmalarında ragga’nın etkisi daha göze çarpmaya başladı. 1978 temmuzunda kaydettikleri ve ırkçılık karşıtı duruşlarını simgeleyen «(White Man) In Hammersmith Palais» çalışması ve «Tommy Gun» önemli liste başarısı yakaladı.
ABD’de yayınlanan ilk Clash albümü iki kasetten oluşan ve 45’likleri de içeren geniş bir toplamaydı. 1979’da gelen ve Guy Stevens yapımcılığındaki «London Calling» ikili albümü kadar olmasa da iyi bir satış rakamına erişti. «Train In Vain» en iyi 30 parça arasına girerken albüm de Rolling Stones tarafından «80’lerin en iyi albümü» seçildi. Geniş bir müzik yelpazesine yayılmış bu albüm sayesinde ABD’de ünlendiler, 1980’lerde resimleri dergilerin kapaklarında yer almaya başladı. Sonraki hamleleri hırslı olmaktan da öteydi, üçlü albüm «Sandinista!» geldi. Albümdeki pek çok parçada Jamaikalı Mikey Dread’ın da katkısı vardı. Listelerde fena bir yere gelmemiş olsa da, satış rakamları hayal kırıklığı yarattı. Deneyimli rock yapımcısı Glyn Johns kötü giden işleri düzeltecek yeni bir albüm için çağrılsa da sonuç yine itici bir albüm oldu: «Combat Rock». Bagetler, Headon aniden çekip gittiğinden, ismini yukarda andığımız Terry Chimes’ın eline geçtiyse de bu çalışmadan sonra yine el değiştirdi ve Pete Howard yeni davulcu oldu. Headon’un gitmeden yazdığı eğlenceli, mizahî «Rock The Casbah» şeytani video klibinin de yardımıyla ABD’de ilk 5’te yerini aldı. «The Who» ile birlikte 1982’de ABD’yi turlayan Clash pek çok gözlemciye göre bir zamanlar dalgalarını geçtikleri yıldızlardan birine dönüşmüştü. Buradaki çelişkiyi konu alan pek çok eleştiri yayınlandı. Jones ve Strummer arasındaki gizliden gizliye kuvvetlenen gerginlik kötü sonlandı ve Strummer’ın kendisini «tembel» diye suçlamasının ardından Jones 1983’te toplulukla yollarını ayırdı. Yaptığı basın açıklamasında şöyle diyordu: «O artık bizimle değildi.»
Strummer daha sonra Jones’tan özür dileyip başarılı bir ortaklığının bozulmasının asıl sorumlusunun kendisi olduğunu kabul etti. Özürünü «Onu arkadan bıçakladım» sözlerindeki dürüstlüğüyle de desteklemesine rağmen Clash yoluna Jones olmadan devam edecekti. Bu haldeyken 1985’te gelen kuvvetsiz albüm «Cut The Crap» yine de listelerde 16.’lığa kadar yükselmeyi bildi. Çalışma bir Strummer klasiği «This is England»ı içermesine rağmen pek çoklarına göre Clash imzasını taşıyan en kötü kayıt oldu.
Clash 1986’da Latino Rockabilly War ile çıktıkları kısa bir turnenin ardından dağıldı. Strummer Pogues topluluğuyla yaptığı kısa süren bir işbirliğinin ardından hemen hemen tümüyle oyunculuk ve yapımcılığa soyundu. Sex Pistols’un basçısı Sid Vicious ve kız arkadaşı Nancy Spungen’i konu alan «Sid ve Nancy» isimli film için müzikler yaptı. Bu arada Jones ise 70’lerin bir başka ünlü ismi Don Letts ile «Big Audio Dynamite» isimli bir birliktelik kurarak reklamcılık alanında uzun yıllar boyu önemli bir ticari güç oldu.
1988’e gelindiğinde «Clash’ın Hikayesi» ismiyle harika bir toplama albüm raflarda yerini aldı. En kızgın ve en ahenkli parçalarıyla Clash sevenlerine yeniden «merhaba» diyordu. 1982 çıkışlı «Should I Stay Or Should I Go?» 1991’de yeniden listeleri sallamayı başardı. Şarkının bu beklenmedik başarısında bir reklam filminde kullanılarak müzikseverlerce hatırlanmış olmasının da payı var. Bu özel şarkı Clash’ı yeniden gündeme taşıdı, hatta asılsız «yeniden bir araya» dedikodularının çıkmasına neden oldu.
Çok gecikmiş bir canlı albüm ise 1999 yılının Ekim ayında geldi. O sıralarda Don Letts belgeseli «Westway to the World» de televizyonlarda ilk kez yayınlanıyordu. Strummer’ın 1952’de Ankara’da başlayan dalgalı yaşamı 2002’nin Aralık ayında son buldu. Kalp krizi nedeniyle ölen şarkıcı kendisine gelen yeniden birleşme önerilerini böylece son kez ve kesin olarak reddetmiş oluyordu.
Strummer müzikal anlamda 70’lerin sonundaki yeni dalga akımının önderlerinden olduğu kadar, güçlü ilkeleri olan biriydi, belki de Clash’ın asi duruşu güvenilirliğini hiç kaybetmeyen Strummer’ın bu özelliğinden kaynaklanıyordu. Şarkılarındaki politik görüşler pek çok genç insanı düşünmeye sevketti. 2003 Mart’ında Clash’ın hayattaki üyeleri topluluğun Rock’n Roll efsaneleri arasına gecikmiş de olsa resmen kabul edilişini Strummer’a adadı. Şüphesiz o olmasaydı, Clash aynı unutulmaz Clash olmazdı.