Salvo
Kayıtlı Üye
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
Küreselleşme olgusu, artık, bütün milletler, devletler ve bireyler için kaçınılmaz bir olgudur. Bu nedenle sağlıklı yaklaşım, bu olguyu reddetmek değil, bu gelişmenin genel anlamda insanlığın ve bireylerin hayrına bir gelişme göstermesi için katkıda bulunmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken; kimi devletlerin ve kurumların, bu kaçınılmaz olgunun üstüne binerek dünya insanlığına haksızlık etmelerini ve zulüm uygulamalarını önemek olmalıdır.
Bu nedenle; Anadolu’yla birlikte, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve hatta bütün bir İslam alemi ve Türk dünyası için belirleyici bir konumda olan, olabilme potansiyeline sahip bulunan Türkiye’nin, güçlü bir konuma gelerek, küresel kararların alındığı karar mekanizmalarında yer alması ve dünyanın gidişine müdahalede bulunması ve hatta yön verebilmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dış politikasının eksenini bu düşünce, bu anlayış oluşturmalıdır. Bu konuda; Türkiye’nin bugünkü haline bakarak bir değerlendirme yapıp karamsarlığa kapılmak doğru değildir. 200 milyar dolara aşkın borcuyla, kişi başına düşen 2.160 $’lık gelir seviyesiyle; geleceği uluslararası kuruluşlara ipotek edilmiş, insanı yoksullaştırılmış bir Türkiye’nin dünyaya söyleyecek sözü olmadığı gibi, küresel etkinliklerde hep belirlenen ve hep hakları kısıtlanan ülke olmaya mahkumdur. Ve yazık ki, böyle bir Türkiye, etken değil edilgen olmaya mahkumdur.
Ancak bu geçici bir durumdur. Türkiye bu sıkıntılı günleri atlatacaktır. Biz buna inanıyoruz. Halkımızda da, AK PARTİ iktidarıyla bu sıkıntılı günleri aşacağımıza inanmalarını ve bize güvenmelerini istiyoruz. Biz her konuda olduğu gibi, ekonomide de bireyi esas kabul etmekteyiz. Bu nedenle serbest piyasa ekonomisinden ve adil serbest rekabetten yanayız. Devletin kurumsal olarak küçülmesini yani asli işlevine dönmesini, fakat fonksiyonel olarak güçlenmesini istemekteyiz. Ancak, serbest piyasa ekonomisinin, geniş yoksul kesimleri bir anlamda dışlayıcı özelliğini göz önünde bulundurarak, sistemin bu eksikliğini gidermek için “sosyal devlet” ilkesine de önem atfetmekteyiz. Yani devlet, her bireyin insanca ve onurluca yaşayabileceğini asgari şartları sağlamakla görevli olmalıdır.
Bu dengeyi kurmak zor da değildir. Yeter ki ; dürüst ve yetenekli bir kadronuz olsun.
Biz anlayış olarak tekstil sektörünün ülkemiz ekonomisinde sürükleyici bir güç yani lokomotif olmasından yanayız. Diğer bütün sektörlerde olduğu gibi tekstil sektörü içinde partimizin ARGE departmanında projeler hazırlanmaktadır. Ben burada konuyla ilgili ayrıntıya girecek değilim, ancak alınması gereken tedbirler konusunda şunları söyleyebilirim. Ülkemizde uygulanan yanlış politikalar ve yönetim zaafları nedeniyle diğer pek çok sektörde olduğu gibi tekstil sektöründe de önemli sorunlar yaşanmaktadır.
Üretim girdilerindeki aşırı fiyat artışı ve bürokratik engeller sektörü olumsuz etkilemiş ve ne yazık ki biz yabancı sermayeyi ülkemize beklerken, öz sermayemiz Macaristan, Romanya, Bulgaristan Çek Cumhuriyeti ve Orta Asya Türk Cumhuriyet’lerine taşınmıştır. Türk tekstilcilerinin dünya ile yeniden yarışabilir hale gelmesi için köklü ve kalıcı değişikliklerin acilen planlanması gerekmektedir. Devlet, organizatör bir güç olarak gereken rolü üstlenmeli, akademisyenler ve sanayicileri buluşturarak, ülke şartlarına uygun, uygulanabilir tekstil politikalarını yeniden belirleyerek hayata geçirmelidir.
Tekstilin bilimsel bir zemine oturtulması, gerek üretim, gerek ihracat ve gerekse de moda konusunda sistematik eğitim sürecini gerçekleştirmelidir. Dış ticaret, gümrük, istihdam ve vergi mevzuatı yerli sanayimizi gözeterek üretimi artıracak ve teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Alınacak bir dizi tedbirle tekstil sektörümüzün, yaşadığı sıkıntılardan kurtularak yeniden dünya devleriyle yarışan, pek çok vatandaşımıza istihdam yaratan, lokomotif bir sektör olacağına inanıyorum.
alıntı...
Küreselleşme olgusu, artık, bütün milletler, devletler ve bireyler için kaçınılmaz bir olgudur. Bu nedenle sağlıklı yaklaşım, bu olguyu reddetmek değil, bu gelişmenin genel anlamda insanlığın ve bireylerin hayrına bir gelişme göstermesi için katkıda bulunmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken; kimi devletlerin ve kurumların, bu kaçınılmaz olgunun üstüne binerek dünya insanlığına haksızlık etmelerini ve zulüm uygulamalarını önemek olmalıdır.
Bu nedenle; Anadolu’yla birlikte, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve hatta bütün bir İslam alemi ve Türk dünyası için belirleyici bir konumda olan, olabilme potansiyeline sahip bulunan Türkiye’nin, güçlü bir konuma gelerek, küresel kararların alındığı karar mekanizmalarında yer alması ve dünyanın gidişine müdahalede bulunması ve hatta yön verebilmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dış politikasının eksenini bu düşünce, bu anlayış oluşturmalıdır. Bu konuda; Türkiye’nin bugünkü haline bakarak bir değerlendirme yapıp karamsarlığa kapılmak doğru değildir. 200 milyar dolara aşkın borcuyla, kişi başına düşen 2.160 $’lık gelir seviyesiyle; geleceği uluslararası kuruluşlara ipotek edilmiş, insanı yoksullaştırılmış bir Türkiye’nin dünyaya söyleyecek sözü olmadığı gibi, küresel etkinliklerde hep belirlenen ve hep hakları kısıtlanan ülke olmaya mahkumdur. Ve yazık ki, böyle bir Türkiye, etken değil edilgen olmaya mahkumdur.
Ancak bu geçici bir durumdur. Türkiye bu sıkıntılı günleri atlatacaktır. Biz buna inanıyoruz. Halkımızda da, AK PARTİ iktidarıyla bu sıkıntılı günleri aşacağımıza inanmalarını ve bize güvenmelerini istiyoruz. Biz her konuda olduğu gibi, ekonomide de bireyi esas kabul etmekteyiz. Bu nedenle serbest piyasa ekonomisinden ve adil serbest rekabetten yanayız. Devletin kurumsal olarak küçülmesini yani asli işlevine dönmesini, fakat fonksiyonel olarak güçlenmesini istemekteyiz. Ancak, serbest piyasa ekonomisinin, geniş yoksul kesimleri bir anlamda dışlayıcı özelliğini göz önünde bulundurarak, sistemin bu eksikliğini gidermek için “sosyal devlet” ilkesine de önem atfetmekteyiz. Yani devlet, her bireyin insanca ve onurluca yaşayabileceğini asgari şartları sağlamakla görevli olmalıdır.
Bu dengeyi kurmak zor da değildir. Yeter ki ; dürüst ve yetenekli bir kadronuz olsun.
Biz anlayış olarak tekstil sektörünün ülkemiz ekonomisinde sürükleyici bir güç yani lokomotif olmasından yanayız. Diğer bütün sektörlerde olduğu gibi tekstil sektörü içinde partimizin ARGE departmanında projeler hazırlanmaktadır. Ben burada konuyla ilgili ayrıntıya girecek değilim, ancak alınması gereken tedbirler konusunda şunları söyleyebilirim. Ülkemizde uygulanan yanlış politikalar ve yönetim zaafları nedeniyle diğer pek çok sektörde olduğu gibi tekstil sektöründe de önemli sorunlar yaşanmaktadır.
Üretim girdilerindeki aşırı fiyat artışı ve bürokratik engeller sektörü olumsuz etkilemiş ve ne yazık ki biz yabancı sermayeyi ülkemize beklerken, öz sermayemiz Macaristan, Romanya, Bulgaristan Çek Cumhuriyeti ve Orta Asya Türk Cumhuriyet’lerine taşınmıştır. Türk tekstilcilerinin dünya ile yeniden yarışabilir hale gelmesi için köklü ve kalıcı değişikliklerin acilen planlanması gerekmektedir. Devlet, organizatör bir güç olarak gereken rolü üstlenmeli, akademisyenler ve sanayicileri buluşturarak, ülke şartlarına uygun, uygulanabilir tekstil politikalarını yeniden belirleyerek hayata geçirmelidir.
Tekstilin bilimsel bir zemine oturtulması, gerek üretim, gerek ihracat ve gerekse de moda konusunda sistematik eğitim sürecini gerçekleştirmelidir. Dış ticaret, gümrük, istihdam ve vergi mevzuatı yerli sanayimizi gözeterek üretimi artıracak ve teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Alınacak bir dizi tedbirle tekstil sektörümüzün, yaşadığı sıkıntılardan kurtularak yeniden dünya devleriyle yarışan, pek çok vatandaşımıza istihdam yaratan, lokomotif bir sektör olacağına inanıyorum.
alıntı...