'hayaL
Bayan Üye
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı;
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz.
Yunus Emre
Bir padişah rüyasında dişlerinin döküldüğünü görmüş ve vezirlerinden birine rüyasını anlatıp, tabir etmesini istemiş. Vezir “Anneniz ölecek, dayınız ölecek” diyerek padişahın sülalesini saymış ve sonunda “Ve sonra siz de öleceksiniz. Rüya buna işaret ediyor” demiş. Padişah bu tabirden hoşlanmamış tabii ki. İkinci vezir müsaade isteyerek “Padişahım bu rüya çok mübarek bir rüyaya benziyor. Bu rüya akrabalarınız içerisinde en uzun ömürlü olanın siz olacağına işaret ediyor” demiş. Padişah bu tabirden hoşlanmış ve ikinci veziri mükâfatlandırmış.
İki vezirin söylemiş oldukları sözlerin birbirinden ne farkı var? Aslında iki vezir de aynı şeyleri söylüyor fakat aralarındaki tek fark üslûp. Birisi padişahın moralini bozarken, diğeri onu memnun ediyor.
Anlattığımız şeyin muhtevâsı mühim ve güzel olabilir. Fakat aslında anlattığımız şeyi mühim ve güzel yapacak olan şey muhtevâdan ziyade üslûbumuzdur.
Burada üslûp derken kastettiğimiz şey, sözü ‘nasıl’ söylediğimizdir. Tebliğde de insanlara yaklaşırken Müslümanların tavrı bu iki halden farklı değil.
Bazıları insanlara nasıl yaklaşacağını, neyi nasıl söyleyeceğini biliyor ve insanları rencide etmeden ikna edici bir üslûpla konuşarak neticede İslâm’ı benimseyip, yaşamalarına vesîle olabiliyor.
İkinci kısım tenkit edici, baskıcı, korkutucu bir üslûbu benimsemiş olanlardır. Maalesef bu tarz ise insanları kaçırıcı bir rol oynuyor ve aksülamel yapıyor.
Bu kısım içerisinde İslâmî bilgisi az olanların yanında, bilgili olanlar da var fakat bilgileri genelde neyin farz, neyin haram, neyin küfür, neyin İslâmî olduğuna odaklanmış vaziyette.
Genelde bu grubun tebliğdeki tavrı baskıcı, âmirâne bir tavırla “Şu farzdır yap, şu haramdır yapma!” şeklinde formüle edilebilir. Onları bu şekilde harekete iten şey Kur’ân’ın emir ve nehiyleridir. Onlar kendilerince haklı olarak şöyle düşünüyorlar: “Madem Müslümansınız, öyleyse Kur’ân’a uymamız gerekir. Hiçbir Müslüman Kur’ân’a ve sünnete muhalefet edemez ve etmemelidir”. Etraflarındaki insanlar zaten doğuştan Müslüman olduklarına göre, geriye “Bizim haram ve helalleri onlara hatırlatmamız” kalıyor, diye düşünürler.
Hakikatte bu tarz yaklaşım ters teper. Çünkü tebliğ yapanlar belki farkında değiller ama bu tarz yaklaşımda karşımızdaki kimsenin şahsiyeti, duygu ve düşünceleri hesaba katılmamaktadır. Hâlbuki muhatabın duygu ve düşünceleri hesaba katılmadığı takdirde yapılacak tebliğler muhatapların dinî yaşamalarını değil, dinden kopmalarına ve dindarlardan nefret etmelerine sebep olur.
Bir şahsın kanaatlerini doğrudan doğruya bu kanaatlerin yanlış olduğunu söyleyerek değiştiremeyiz. Böyle bir teşebbüs, çoğu zaman muhataplar tarafından bir saldırı olarak yorumlanır ve savunma mekanizmalarını harekete geçirir. İnsanlara bu yolla hiçbir şey öğretmek mümkün değildir.
Değişmek istemeyen bir insanı hiç kimse değiştiremez. Bir atasözünde şöyle denilmiştir “Atı zorla suya götürebilirsiniz fakat zorla su içiremezsiniz”. İnsanları değiştirebilmenin yolu onları değişmeleri gerektiğine ikna etmek, onlarda değişmeye karşı bir istek oluşturabilmekle mümkün olur. Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Medenîlere galebe iknâ iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbâr ile değildir.”
kaynak :irfanmektebi
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz.
Yunus Emre
Bir padişah rüyasında dişlerinin döküldüğünü görmüş ve vezirlerinden birine rüyasını anlatıp, tabir etmesini istemiş. Vezir “Anneniz ölecek, dayınız ölecek” diyerek padişahın sülalesini saymış ve sonunda “Ve sonra siz de öleceksiniz. Rüya buna işaret ediyor” demiş. Padişah bu tabirden hoşlanmamış tabii ki. İkinci vezir müsaade isteyerek “Padişahım bu rüya çok mübarek bir rüyaya benziyor. Bu rüya akrabalarınız içerisinde en uzun ömürlü olanın siz olacağına işaret ediyor” demiş. Padişah bu tabirden hoşlanmış ve ikinci veziri mükâfatlandırmış.
İki vezirin söylemiş oldukları sözlerin birbirinden ne farkı var? Aslında iki vezir de aynı şeyleri söylüyor fakat aralarındaki tek fark üslûp. Birisi padişahın moralini bozarken, diğeri onu memnun ediyor.
Anlattığımız şeyin muhtevâsı mühim ve güzel olabilir. Fakat aslında anlattığımız şeyi mühim ve güzel yapacak olan şey muhtevâdan ziyade üslûbumuzdur.
Burada üslûp derken kastettiğimiz şey, sözü ‘nasıl’ söylediğimizdir. Tebliğde de insanlara yaklaşırken Müslümanların tavrı bu iki halden farklı değil.
Bazıları insanlara nasıl yaklaşacağını, neyi nasıl söyleyeceğini biliyor ve insanları rencide etmeden ikna edici bir üslûpla konuşarak neticede İslâm’ı benimseyip, yaşamalarına vesîle olabiliyor.
İkinci kısım tenkit edici, baskıcı, korkutucu bir üslûbu benimsemiş olanlardır. Maalesef bu tarz ise insanları kaçırıcı bir rol oynuyor ve aksülamel yapıyor.
Bu kısım içerisinde İslâmî bilgisi az olanların yanında, bilgili olanlar da var fakat bilgileri genelde neyin farz, neyin haram, neyin küfür, neyin İslâmî olduğuna odaklanmış vaziyette.
Genelde bu grubun tebliğdeki tavrı baskıcı, âmirâne bir tavırla “Şu farzdır yap, şu haramdır yapma!” şeklinde formüle edilebilir. Onları bu şekilde harekete iten şey Kur’ân’ın emir ve nehiyleridir. Onlar kendilerince haklı olarak şöyle düşünüyorlar: “Madem Müslümansınız, öyleyse Kur’ân’a uymamız gerekir. Hiçbir Müslüman Kur’ân’a ve sünnete muhalefet edemez ve etmemelidir”. Etraflarındaki insanlar zaten doğuştan Müslüman olduklarına göre, geriye “Bizim haram ve helalleri onlara hatırlatmamız” kalıyor, diye düşünürler.
Hakikatte bu tarz yaklaşım ters teper. Çünkü tebliğ yapanlar belki farkında değiller ama bu tarz yaklaşımda karşımızdaki kimsenin şahsiyeti, duygu ve düşünceleri hesaba katılmamaktadır. Hâlbuki muhatabın duygu ve düşünceleri hesaba katılmadığı takdirde yapılacak tebliğler muhatapların dinî yaşamalarını değil, dinden kopmalarına ve dindarlardan nefret etmelerine sebep olur.
Bir şahsın kanaatlerini doğrudan doğruya bu kanaatlerin yanlış olduğunu söyleyerek değiştiremeyiz. Böyle bir teşebbüs, çoğu zaman muhataplar tarafından bir saldırı olarak yorumlanır ve savunma mekanizmalarını harekete geçirir. İnsanlara bu yolla hiçbir şey öğretmek mümkün değildir.
Değişmek istemeyen bir insanı hiç kimse değiştiremez. Bir atasözünde şöyle denilmiştir “Atı zorla suya götürebilirsiniz fakat zorla su içiremezsiniz”. İnsanları değiştirebilmenin yolu onları değişmeleri gerektiğine ikna etmek, onlarda değişmeye karşı bir istek oluşturabilmekle mümkün olur. Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Medenîlere galebe iknâ iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbâr ile değildir.”
kaynak :irfanmektebi