Efsunkar
Bayan Üye
Kimi var yolcuların her biri rıdvanda yaşar.
Başka bir yolcu görürsün, nice hicranda yaşar.
Kim ki özgürlüğünün kadrini bilmez bir ömür,
Hürriyyete hasret çekerek, ben gibi zindanda yaşar.
...
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin şöyle bir sözü vardı:
Dünya işlerini ahiret işlerine öncelerseniz ahiret işleri arkadan gelmez. Ancak, ahiret işlerini dünya işlerine öncelerseniz, dünya işleri nasıl olsa arkadan gelir…
EY İNSAN! İHSANI BOL RABB'İNE KARŞI SENİ ALDATAN NEDİR ?... (İnfitar Suresi : 6)
Resulullah (SAV) buyurdular ki:
"Eğer dünya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi." Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mace, Zühd 11, (2410)
Ben, ince iplere asılı kukla.
Sağ elimi çeke dursun hasretin,
Sol elime bağlı bu koca dünya.
Bakma yüzümdeki ölgün ışığa,
Bakma, gözlerimde sevda kurumuş.
Vurmuş kaşlarımın tam ortasından
Bir mel’un,
Kalbime karargâh kurmuş...
Hani işlenen her günahın ruha yansıyan bir azap yönü de vardır ya….
Günah boyutu olmasa da, gafletle yapılan ve Allah için olmayan her dünya işinin ruha verdiği bir eziyet boyutunun da olduğunu düşünüyorum ….
Demem o ki; “zahiren halk ile, batınen hak ile” formatında olarak, ustayla sürekli “irtibatı koparmayalım” modunda değilseniz, ruhunuz çok yoruluyor demektir.
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin yine şöyle bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Düşündürücü ve hikmetli sözlerle ruhlarınızı dinlendirin. Zîrâ bedenlerin yorulduğu ve zayıfladığı gibi ruhlar da yorulur.”
Ruhum öyle yorgun ve dinlenmeye öyle çok ihtiyacı var ki….
Her zaman söylediğim gibi, yazdıklarım öncelikle kendi nefsimedir.
Bugün Hz. Ali (r.a.) Efendimizden gidiyoruz:
“Huşûsuz kılınan namazda, dilin âfetlerinden ve boş şeylerden sakınmaksızın tutulan oruçta, Kur’ân’ı tefekkürsüz okumakta, kalbe nakşolmayan ilimde, infâk edilmeyen malda, zor günlerde gösterilmeyen kardeşlikte, şükredilmeyen nîmette, gönülden edilmeyen ihlâssız duâda hayır yoktur.”
İşte, gerçekte olması gereken hayatımızın özeti…
Hz. Ali Efendimizin yukarıdaki sözleri üzerinde uzunca düşünmemiz ve kendimizi sorguya çekmemiz gerektiğini düşünüyorum…
Bütün bir ömrü zây ettim, üzüntüm- ızdırâbım çok; nihâyet ver.
Günâhım hadden aşkındır, yüzüm tutmaz ki yalvarsam, cesâret ver.
Dilim dönmez, elim ermez yürek kandır, kapından kovma mecrûhum,
İlâhî, dil- harâb oldum; hamiyyet kıl, şefâatten işâret ver…
Benim anladığım şu: İhlas, sevgi, muhabbet, velhasıl AŞK olmadan yapılan bir amelin hazzı ve lezzeti de olmuyor…. Bunlarsız amel yapmak zaten çok da zor geliyor insana….
Hatta dünya işi de böyle değil midir?... Büyük bir istekle, arzuyla, coşkuyla ve severek yaptığınız dünya işlerinde mutlaka başarıya ya da mutlu sona ulaşırsınız…
AŞK, öyle bir iksir ki, bulaştığı her şey bir anlam ve değer kazanıyor… Bu dünya ve hayatımız da buna dahil….
Simyacılar yüzyıllardır her şeyi altına çevirecek buluşun peşinde koşmuşlar…..
Demek ki onlar AŞK’ı keşfedememişler….
İçine ihlas, sevgi, muhabbet, AŞK katılmayan hangi iş, hangi amel HAK nazarında kıymetlidir!…
AŞK… 18 bin alemin merkezi… AŞK… her derdin ilacı… AŞK… ötelerden gelen hayat iksiri…
AŞK… Alemlerin Şifa Kriteri…
AŞK… Alimlerin Şifa Kriteri…
Aşktan söz açılınca MAŞUK’u anmamak olur mu ?...
Sorsaydın eğer vasfını, derdim ki: Gülistan yakışır.
Zülfündeki her bir tele bin mülk-i Süleyman yakışır.
Tâ haşre kadar emrine râm et beni, bağ-bân olayım,
Emrinde gedâyım, senin unvânına Sultan yakışır.!..
SULTANIM !… EFENDİM !…
Yürek hasretim… Gecenin kıvamına ulaşan özlemimle bekliyorum…
Gel demeni…
Kurudum… Soldurma beni…
Can alan cânânı sevdim, başka cânân istemem.
Gönlümün sultânı belli, gayri sultan istemem.
Aşk elinden der-be-der oldum, perîşânım bugün,
Koy süründürsün be mahşer, dizde dermân istemem.
İstemem tüm kâinâtı, bir O olsun, bir de ben,
Dâra çeksin, sevdiğimden özge ihsan istemem.
Hasretin tâk etti cânâ, elverir öldürür beni,
Gözyaşım boğsun sezâdır, başka umman istemem.
Bin fedâ olsun bu cânım, ben senin kurbânınım,
Sürmelendim, ben dururken başka kurbân istemem.
Zenginlik, servet taş taş üstüne koymakla; aş aş üstüne doymakla değil; irfan sahibi bir gönüle girmekledir….
Gerçek zengin; aşk adamıdır, aşık adamdır…
Düşünebiliyor musunuz !... Alemlerin Rabbinin, herşeyi yaratan ve herşeyin sahibi olan ALLAH’ın “DOSTUM” dediği Ulul Azim bir Şahsiyetin dostluğunu kazanmanın ne büyük bir zenginlik ve bahtiyarlık kaynağı olduğunu ?…
O’nun bir “DOSTUM!” hitabı, sizce kaç taş, kaç aş eder ?...
Dostun dostça hitabının yaşattığı duygu sağanağını, iliklerinize kadar hissettiğiniz nurani hazzı başka ne verebilir insana….
Bize düşen; azimle, sabırla, ihlasla amel edip, AŞKA talip olduğumuzu göstermektir…
Yoksa aşk ateşini yüreğimizde yakacak olanlar, yine o büyük SULTANLARDIR…
Biz aşık olmayız…. Bizi aşık ederler…
Aşk ağlatır, kim gülendir ?
Âşık yaşarken ölendir.
Bir ölmeyen var muhakkak,
“Mâşûk” olan ölmeyendir...
Periskobumuzu asırlar öncesine, kutlu bir mağaradan içeriye doğru uzatalım…
Hz. Ebubekir (r.a.) Peygamber Aleyhisselam ile Mekkeden Medineye hicret ederken Sevr mağarasına girmek durumunda kalırlar.
Ebu Bekir Hazretleri İki Cihan Serverine:
“Ya Resulallah, izin verin önce ben mağaraya gireyim. Yılan ve zararlı mahluk varsa dışarı atayım, siz sonra girin.” der… İçeri girer.... yılan deliklerini görünce, entarsini çıkarıp deliklere pare pare tıkar. Sonunda tek bir delik kalır. Oraya da topuğunu tıkar ve Habibi Hüdayı içeri çağırır…
Malum… yılan Sıddıki Ekberin topuğunu ısırdığı için gözlerinden yaş akar….
Bir dostun diğerinin üzerine ölümüne titremesi ne muhteşem ve ne asil bir davranıştır….
Bir yük ki ölçü bilmez, sensiz geçen her ânım.
Peygamberim efendim, aşkınla yandı cânım.
Yaksın ateş serâpâ, aşkınla dil tutuşsun,
Bitmez – tükenmez olsun tâ haşre dek figânım...
Efendimiz sabahleyin gördü ki Sıddıki Ekberin entarisi gitmiş…
“Ya Ebabekir elbisen nerede?”
“Gece yırtıp delikleri tıkadım…”
Allah’ın Rasulü o kadar hoşnud olur ki… Dostun dostluğunu yaşamak… Dosta dostluğunu yaşatmak… Uçsuz bucaksız bir “haz okyanusunda” yelken açmak değil de nedir ?…
Efendimiz, “Allahım !... Kıyamet gününde Ebu Bekirin derecesini benim derecemle beraber eyle!...” diye dua etti…
Buradaki derece elbette risalet derecesi değildi, Cennette beraber olma, çok sık görebilecek bir makamda olma keyfiyeti idi…
Kureyşin azgınları silahlarıyla mağaranın kapısına kadar geldiler…
O kutlu mağarada canlarıyla cânân var.
Yuva yapsın güvercin, efendime düşman var.
Düşmanın kirli eli cânâna uzanmasın,
Süzülsün güvercinim, kanadı ıslanmasın
Örümcek örgü örmüş, içeride yârân var.
Mûcize manzarayı yapan var, yaptıran var.
Öyle yuva yapsın ki: Hemcinsi utanmasın,
Süzülsün güvercinim, kanadı ıslanmasın.
Mağara zannedilen yerde bir âşiyân var,
Aşiyanda dostlarla Peygamber-i zîşan var.
Esmesin deli rüzgar, cânânım uyanmasın.
Süzülsün güvercinim, kanadı ıslanmasın…
Ayeti kerimede “İkinin biri” olarak zikredilen Sıddıki Ekber, beşeri halin galebe çalmasıyla üzüntüye düşer… Cenabı Rasulallah (sav) Hz. Ebu Bekirin bu üzüntüsünü giderecek şeyin ne olduğunu göstermek ister… Üzüntüyü ortadan kaldırmak için “yakin” halini müşahade ettirmek gerekmektedir…
İki Cihan Serveri, Sıddıki Ekberi üzüntüden kurtaracak şeyin ne olduğunu ona terbiye eder ve şöyle buyurur:
“Ya Eba Bekir! Üzülme !.. Allah bizimle beraberdir…”
Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bu sözüyle Ebu Bekir Efendimize şunu demek istemiştir:
Cenabı Allahın bizimle olduğunu düşün, murakabe et…
Bunu “yakin” haline getirmek için Hz Ebu Bekire zikri hafiyi yani gizli zikri telkin eder…. Peygamber (sav) “gözlerini yum Ya Eba Bekir” der… Hz. Sıddik yumar. Saadetli elini koyar.
“Ya Eba Bekir, suya girmiş gibi gönlünden ALLAH de !...”
Allah ile beraber olmayı müşahade ettirebilmek için kalbine Allahın nuraniyet nakşını yazdırır. Allahın nuru kalbinde tecelli edince mağaranın ve düşmanların endişesi gider, dünya tamamen silinir… Allahın azameti gönülde tecelli edince beşeri hasletlerin üzüntüsü tamamen gider…
“KALPLER ANCAK ALLAH'I ANMAKLA HUZUR VE SÜKUN BULUR.” (Râd Suresi, 28. Ayet)
Allah Rasulü, Sahabenin en ulusunu terbiye etmektedir…
Resulullah (SAV) buyurdular ki:
"Dünya mel'undur, içindekiler de mel'undur, ancak zikrullah ve zikrullah'a yardımcı olanlarla alim veya müteallim hariç" Kaynak: Tirmizi, Zühd 14, (2323); İbnu Mace, Zühd 3, (4112)
ZİKRULLAH – ALİM – İLİM ÖĞRENEN (TALEBE)
Bu üçgenin dışında olmak demek, bir anlamda sivrisineğin kanadına binmek demektir…
Allah’ın Rasulünün söylediği “Allah bizimle beraberdir” sözlerine dönecek olursak; Allah ile beraber olduğunu yakinen müşahade eden bir insan nasıl yalan söyleyebilir, nasıl gıybet edebilir ya da haram bir fiili işleyebilir….
Allah bizimle beraber ve bizi görüyor...
Buna “İHSAN” denildiğini biliyorsunuz..
TASAVVUF; ihsan üstünden amel etmek içindir; “ALLAH bizimle beraberdir” sözünü idrak içindir.
Ancak, bir sanatı öğrenmek sanatkarsız da olmuyor… Bu da çok mühim bir nokta…
Evet Dostlar !... Lafı daha fazla uzatmadan, bu yazının bu yazıyı okuyanlardan bir dileğini belirterek bitirelim: DUA !...
Suya girmiş gibi gönülden ALLAH demeniz dileği ile…
AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !…
Dr. Ahmet Levent
Başka bir yolcu görürsün, nice hicranda yaşar.
Kim ki özgürlüğünün kadrini bilmez bir ömür,
Hürriyyete hasret çekerek, ben gibi zindanda yaşar.
...
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin şöyle bir sözü vardı:
Dünya işlerini ahiret işlerine öncelerseniz ahiret işleri arkadan gelmez. Ancak, ahiret işlerini dünya işlerine öncelerseniz, dünya işleri nasıl olsa arkadan gelir…
EY İNSAN! İHSANI BOL RABB'İNE KARŞI SENİ ALDATAN NEDİR ?... (İnfitar Suresi : 6)
Resulullah (SAV) buyurdular ki:
"Eğer dünya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi." Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mace, Zühd 11, (2410)
Ben, ince iplere asılı kukla.
Sağ elimi çeke dursun hasretin,
Sol elime bağlı bu koca dünya.
Bakma yüzümdeki ölgün ışığa,
Bakma, gözlerimde sevda kurumuş.
Vurmuş kaşlarımın tam ortasından
Bir mel’un,
Kalbime karargâh kurmuş...
Hani işlenen her günahın ruha yansıyan bir azap yönü de vardır ya….
Günah boyutu olmasa da, gafletle yapılan ve Allah için olmayan her dünya işinin ruha verdiği bir eziyet boyutunun da olduğunu düşünüyorum ….
Demem o ki; “zahiren halk ile, batınen hak ile” formatında olarak, ustayla sürekli “irtibatı koparmayalım” modunda değilseniz, ruhunuz çok yoruluyor demektir.
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin yine şöyle bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Düşündürücü ve hikmetli sözlerle ruhlarınızı dinlendirin. Zîrâ bedenlerin yorulduğu ve zayıfladığı gibi ruhlar da yorulur.”
Ruhum öyle yorgun ve dinlenmeye öyle çok ihtiyacı var ki….
Her zaman söylediğim gibi, yazdıklarım öncelikle kendi nefsimedir.
Bugün Hz. Ali (r.a.) Efendimizden gidiyoruz:
“Huşûsuz kılınan namazda, dilin âfetlerinden ve boş şeylerden sakınmaksızın tutulan oruçta, Kur’ân’ı tefekkürsüz okumakta, kalbe nakşolmayan ilimde, infâk edilmeyen malda, zor günlerde gösterilmeyen kardeşlikte, şükredilmeyen nîmette, gönülden edilmeyen ihlâssız duâda hayır yoktur.”
İşte, gerçekte olması gereken hayatımızın özeti…
Hz. Ali Efendimizin yukarıdaki sözleri üzerinde uzunca düşünmemiz ve kendimizi sorguya çekmemiz gerektiğini düşünüyorum…
Bütün bir ömrü zây ettim, üzüntüm- ızdırâbım çok; nihâyet ver.
Günâhım hadden aşkındır, yüzüm tutmaz ki yalvarsam, cesâret ver.
Dilim dönmez, elim ermez yürek kandır, kapından kovma mecrûhum,
İlâhî, dil- harâb oldum; hamiyyet kıl, şefâatten işâret ver…
Benim anladığım şu: İhlas, sevgi, muhabbet, velhasıl AŞK olmadan yapılan bir amelin hazzı ve lezzeti de olmuyor…. Bunlarsız amel yapmak zaten çok da zor geliyor insana….
Hatta dünya işi de böyle değil midir?... Büyük bir istekle, arzuyla, coşkuyla ve severek yaptığınız dünya işlerinde mutlaka başarıya ya da mutlu sona ulaşırsınız…
AŞK, öyle bir iksir ki, bulaştığı her şey bir anlam ve değer kazanıyor… Bu dünya ve hayatımız da buna dahil….
Simyacılar yüzyıllardır her şeyi altına çevirecek buluşun peşinde koşmuşlar…..
Demek ki onlar AŞK’ı keşfedememişler….
İçine ihlas, sevgi, muhabbet, AŞK katılmayan hangi iş, hangi amel HAK nazarında kıymetlidir!…
AŞK… 18 bin alemin merkezi… AŞK… her derdin ilacı… AŞK… ötelerden gelen hayat iksiri…
AŞK… Alemlerin Şifa Kriteri…
AŞK… Alimlerin Şifa Kriteri…
Aşktan söz açılınca MAŞUK’u anmamak olur mu ?...
Sorsaydın eğer vasfını, derdim ki: Gülistan yakışır.
Zülfündeki her bir tele bin mülk-i Süleyman yakışır.
Tâ haşre kadar emrine râm et beni, bağ-bân olayım,
Emrinde gedâyım, senin unvânına Sultan yakışır.!..
SULTANIM !… EFENDİM !…
Yürek hasretim… Gecenin kıvamına ulaşan özlemimle bekliyorum…
Gel demeni…
Kurudum… Soldurma beni…
Can alan cânânı sevdim, başka cânân istemem.
Gönlümün sultânı belli, gayri sultan istemem.
Aşk elinden der-be-der oldum, perîşânım bugün,
Koy süründürsün be mahşer, dizde dermân istemem.
İstemem tüm kâinâtı, bir O olsun, bir de ben,
Dâra çeksin, sevdiğimden özge ihsan istemem.
Hasretin tâk etti cânâ, elverir öldürür beni,
Gözyaşım boğsun sezâdır, başka umman istemem.
Bin fedâ olsun bu cânım, ben senin kurbânınım,
Sürmelendim, ben dururken başka kurbân istemem.
Zenginlik, servet taş taş üstüne koymakla; aş aş üstüne doymakla değil; irfan sahibi bir gönüle girmekledir….
Gerçek zengin; aşk adamıdır, aşık adamdır…
Düşünebiliyor musunuz !... Alemlerin Rabbinin, herşeyi yaratan ve herşeyin sahibi olan ALLAH’ın “DOSTUM” dediği Ulul Azim bir Şahsiyetin dostluğunu kazanmanın ne büyük bir zenginlik ve bahtiyarlık kaynağı olduğunu ?…
O’nun bir “DOSTUM!” hitabı, sizce kaç taş, kaç aş eder ?...
Dostun dostça hitabının yaşattığı duygu sağanağını, iliklerinize kadar hissettiğiniz nurani hazzı başka ne verebilir insana….
Bize düşen; azimle, sabırla, ihlasla amel edip, AŞKA talip olduğumuzu göstermektir…
Yoksa aşk ateşini yüreğimizde yakacak olanlar, yine o büyük SULTANLARDIR…
Biz aşık olmayız…. Bizi aşık ederler…
Aşk ağlatır, kim gülendir ?
Âşık yaşarken ölendir.
Bir ölmeyen var muhakkak,
“Mâşûk” olan ölmeyendir...
Periskobumuzu asırlar öncesine, kutlu bir mağaradan içeriye doğru uzatalım…
Hz. Ebubekir (r.a.) Peygamber Aleyhisselam ile Mekkeden Medineye hicret ederken Sevr mağarasına girmek durumunda kalırlar.
Ebu Bekir Hazretleri İki Cihan Serverine:
“Ya Resulallah, izin verin önce ben mağaraya gireyim. Yılan ve zararlı mahluk varsa dışarı atayım, siz sonra girin.” der… İçeri girer.... yılan deliklerini görünce, entarsini çıkarıp deliklere pare pare tıkar. Sonunda tek bir delik kalır. Oraya da topuğunu tıkar ve Habibi Hüdayı içeri çağırır…
Malum… yılan Sıddıki Ekberin topuğunu ısırdığı için gözlerinden yaş akar….
Bir dostun diğerinin üzerine ölümüne titremesi ne muhteşem ve ne asil bir davranıştır….
Bir yük ki ölçü bilmez, sensiz geçen her ânım.
Peygamberim efendim, aşkınla yandı cânım.
Yaksın ateş serâpâ, aşkınla dil tutuşsun,
Bitmez – tükenmez olsun tâ haşre dek figânım...
Efendimiz sabahleyin gördü ki Sıddıki Ekberin entarisi gitmiş…
“Ya Ebabekir elbisen nerede?”
“Gece yırtıp delikleri tıkadım…”
Allah’ın Rasulü o kadar hoşnud olur ki… Dostun dostluğunu yaşamak… Dosta dostluğunu yaşatmak… Uçsuz bucaksız bir “haz okyanusunda” yelken açmak değil de nedir ?…
Efendimiz, “Allahım !... Kıyamet gününde Ebu Bekirin derecesini benim derecemle beraber eyle!...” diye dua etti…
Buradaki derece elbette risalet derecesi değildi, Cennette beraber olma, çok sık görebilecek bir makamda olma keyfiyeti idi…
Kureyşin azgınları silahlarıyla mağaranın kapısına kadar geldiler…
O kutlu mağarada canlarıyla cânân var.
Yuva yapsın güvercin, efendime düşman var.
Düşmanın kirli eli cânâna uzanmasın,
Süzülsün güvercinim, kanadı ıslanmasın
Örümcek örgü örmüş, içeride yârân var.
Mûcize manzarayı yapan var, yaptıran var.
Öyle yuva yapsın ki: Hemcinsi utanmasın,
Süzülsün güvercinim, kanadı ıslanmasın.
Mağara zannedilen yerde bir âşiyân var,
Aşiyanda dostlarla Peygamber-i zîşan var.
Esmesin deli rüzgar, cânânım uyanmasın.
Süzülsün güvercinim, kanadı ıslanmasın…
Ayeti kerimede “İkinin biri” olarak zikredilen Sıddıki Ekber, beşeri halin galebe çalmasıyla üzüntüye düşer… Cenabı Rasulallah (sav) Hz. Ebu Bekirin bu üzüntüsünü giderecek şeyin ne olduğunu göstermek ister… Üzüntüyü ortadan kaldırmak için “yakin” halini müşahade ettirmek gerekmektedir…
İki Cihan Serveri, Sıddıki Ekberi üzüntüden kurtaracak şeyin ne olduğunu ona terbiye eder ve şöyle buyurur:
“Ya Eba Bekir! Üzülme !.. Allah bizimle beraberdir…”
Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bu sözüyle Ebu Bekir Efendimize şunu demek istemiştir:
Cenabı Allahın bizimle olduğunu düşün, murakabe et…
Bunu “yakin” haline getirmek için Hz Ebu Bekire zikri hafiyi yani gizli zikri telkin eder…. Peygamber (sav) “gözlerini yum Ya Eba Bekir” der… Hz. Sıddik yumar. Saadetli elini koyar.
“Ya Eba Bekir, suya girmiş gibi gönlünden ALLAH de !...”
Allah ile beraber olmayı müşahade ettirebilmek için kalbine Allahın nuraniyet nakşını yazdırır. Allahın nuru kalbinde tecelli edince mağaranın ve düşmanların endişesi gider, dünya tamamen silinir… Allahın azameti gönülde tecelli edince beşeri hasletlerin üzüntüsü tamamen gider…
“KALPLER ANCAK ALLAH'I ANMAKLA HUZUR VE SÜKUN BULUR.” (Râd Suresi, 28. Ayet)
Allah Rasulü, Sahabenin en ulusunu terbiye etmektedir…
Resulullah (SAV) buyurdular ki:
"Dünya mel'undur, içindekiler de mel'undur, ancak zikrullah ve zikrullah'a yardımcı olanlarla alim veya müteallim hariç" Kaynak: Tirmizi, Zühd 14, (2323); İbnu Mace, Zühd 3, (4112)
ZİKRULLAH – ALİM – İLİM ÖĞRENEN (TALEBE)
Bu üçgenin dışında olmak demek, bir anlamda sivrisineğin kanadına binmek demektir…
Allah’ın Rasulünün söylediği “Allah bizimle beraberdir” sözlerine dönecek olursak; Allah ile beraber olduğunu yakinen müşahade eden bir insan nasıl yalan söyleyebilir, nasıl gıybet edebilir ya da haram bir fiili işleyebilir….
Allah bizimle beraber ve bizi görüyor...
Buna “İHSAN” denildiğini biliyorsunuz..
TASAVVUF; ihsan üstünden amel etmek içindir; “ALLAH bizimle beraberdir” sözünü idrak içindir.
Ancak, bir sanatı öğrenmek sanatkarsız da olmuyor… Bu da çok mühim bir nokta…
Evet Dostlar !... Lafı daha fazla uzatmadan, bu yazının bu yazıyı okuyanlardan bir dileğini belirterek bitirelim: DUA !...
Suya girmiş gibi gönülden ALLAH demeniz dileği ile…
AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !…
Dr. Ahmet Levent