Saplantılı bir çocuğun hikayesini anlattılar bana. Daha küçücükken bulduğu her su birikintisinde taş sektiren bir çocuk. Başlarda taşın sekmesini sayarken, sonraları sekmelerin yarattığı halkaları sayan ve onların peşine düşen bir çocuk. Okyanustaki bir adada kendine geldiğinde ve onu tanıdığımda yaşı otuz beşdi. "Taş sektirme bile olsa, insan herhangi bir şeyin peşinde yeteri kadar tutkuyla giderse sonunda varacağı yer, herkesin vardığı yerdir. Onu herkesten ayıran şey tutkusunun tüm detaylarını çözene kadar peşinden gitmesi, herkesin vardığı yere kendi yolundan gitmesi ve o yolun ona kazandırdığı bilgeliktir" demişti.
Aşağıda o çocuğun hikayesi var!
Yaşam Akar
Daha önceleri ırmakta ve geniş göletlerde tadına varmıştı taş sektirmenin. Ama ırmağın, göletlerin doğal sınırı vardı. Bir de yapıları gereği taşın sekmesine olumsuz etkilerde bulunuyorlardı. Buna rağmen zevk edinmişti. Tarlada uğraşmaktan her fırsat bulduğunda ırmak ya da gölet kıyısına gelir; en yassı, büyüklüğü en uygun,ağırlığına hafif olan taşları seçer seçer fırlatırdı su üstüne. Tekrar ve tekrar. Ama Allah kahretsin; ırmakta suyun hareketi ve sığlığın belirsiz yayılımı bir türlü istediğince geliştirmesine fırsat vermezdi bu zevkini. Evet her seferinde çok kısmi de olsa daha çok sektiriyor, taş daha uzağa gidiyor ve batarken hareket kıvrımları daha hoş oluyordu. Ama istediği bu değildi. Göletler zaten küçüktü. Onda, doğa,sanki tüm hareketlerini yeterince veremiyordu gölete. Ve bu yüzden, fırlattığı taşların hareketi de sanki kendi çabasından bağımsız olarak çok daha pasif, etkisizdi ve estetik içermiyordu. Bir gün tesadüfen oldukça büyük bir göl keşfetti. Fazla değil, birkaç ay içinde kıyısında taş toplayacağı uygun yerleri tüketmişti. Artık, rastladığı taşlara gölde sektirmeyi düşünerek bakıyor, topluyor topluyordu. Cepleri,koynu taş dolu geziyor denebilirdi. Herhangi bir anı yoktu ki herhangi bir yerinde iki taş olmasın. Ama yine de toplama taşla göl kenarında yeterince vakit geçiremiyordu. Sayılı taştı. Ne kadar çok toplasa bir süre sonra bitiyordu.
Ama çok geliştirmişti kendini. Artık çok daha fazla sayıda kaydırıyor,kaydırmanın estetiği çok daha hoş oluyor, taşın son sekmesinden sonra dibe doğru süzülüşü gerçek bir gölde bambaşka zevk veriyordu.
Üstelik o ana dek dikkat etmediği bir başka şeyle de ilgilenmeye başlamıştı. Taşın suda sekmeye başlamasından son sekişinin bitişine kadar sudaki her hareketi, giderek genişleyen halkalar yaratıyordu. Bu halkalar çok hoşuna gitmişti. Giderek sektirme sayısından çok bu halkaların sayısıyla uğraşır olmuştu. Her sekmede giderek değişen halka sayısı, halkaların genişliği, hızı,diğer halkalarla çarpışması ve yeni halkaların ortaya çıkışını izlemekle vakit geçiriyordu. Artık,sektirmeyi halkaların merakını tatmin etmek için yapar olmuştu. Önce bir dürbün elde etti, sonra bir bot. Ama bu bot çok ilginçti. Sanki havada gider gibi suda yarattığı dalgalanmayı gözle görülmez hale getirerek yüzüyordu. Ve oda sekmelerin yarattığı halkaları sonuna kadar izleyerek ve izini kaybettiği anda hep, "Peki ya sonra," diyerek tüm boş vakitlerini bot üstünde geçiriyordu.
Böyle diye diye gölün kuzeyden güneye, batıdan doğuya her bölümünü karış karış kat etti.
Herkes ona şaşıyor ve bir halkanın izini gölün diğer karşısına kadar ve oradan kıyıya çarpıp batıya ve doğuya doğru izlemesine delilik,abartı deyip geçiyorlardı. Ama o meraktan deliriyordu.
on altı sektirme yaptığında, her sekmenin halkalarını tek tek izlemiş, birbirine girişlerini,yeni halkaları izlemiş, sonra sadece birinin peşine düşüp onun gidebildiği son kıyıya gidip, çarpıp geri dönüşünü, tekrar diğer sekmelerin halkalarıyla buluşuşunu, bu arada yabancı sekmelerin yabancı halkalarıyla karşılaşmalarını tespit etmişti hep.
Artık taşlarını hem kendisi topluyor hem de uygun taşlara uygun şekilleri kendisi veriyordu. Bir taşın ucundaki gözle görülmeyen bir çentiğin bile halkaların şeklini,hızını, dayanıklılığını,diğer halkalarla çarpıştığında onun içine girmesini ya da onu kapsamasını büyük bir coşku ve heyecanla keşfediyordu. Sürekli olarak taşlara yeni şekiller verip yeniden yeniden deniyor ve yeniden yeniden taş yapıyordu.
Onun için o göl içindeki sekmeleri,taşları,onların etkilerini,halkaları, milyonlarca, milyarlarca değişik hareketini izlemek, keşfetmek büyük bir yaşam coşkusu yaratıyordu. Yaşamını anlamlandırmak için bu bile yetiyordu. Bin yıl yaşasa o göldeki halkaların hareketinin tüm etkilerini saptayacak ve bundan kendince yaşama ilişkin sonuçlar çıkaracak kadar zamanı olmadığını biliyordu. Çünkü her hareket bir başka hareketin başlangıcı ve değişmiş hali oluyordu. Bunların her tür karmaşık kombinasyonlarını keşfetmek bile çok güzeldi. Tüm keşiflerini yazıyor, not ediyor ve her birinde bir çok sonuca ulaşıyordu. Nedense her sonucun kenarına aynı anlama gelmek üzere bir de atasözü yazıyordu.
Yine de kafasına başka bir soru takılmıştı ve bunu bir türlü aklından çıkarıp atamıyordu. Atamadığı gibi her gün her deneyişte, her yeni soruda, her kıyıya çarpışta beynini daha çok kemiriyordu "Ya kıyı olmazsa" diyordu, "ya kıyı olmazsa, bu halka nereye kadar gider, ne kadar değişir, değişe değişe ne şekillere girer, dağıla dağıla ne yönlerde hareketlenir, her karşılaştığı yeni halkayla birleşimi, çatışımı nasıl olur" Kafayı kıyıya takmıştı "Kıyı," diyordu "sınırlardır, hep sınırlar var" Bazen kuşkuyla soruyordu "Sınırlar gerçekten var mı?" Bu sorunun üzerinde çok durmuyor geçip gidiyordu. "Ya sınırlar olmazsa, ya sınırlar olmazsa, sınırların olmadığı bir su var mı, sınırlar içinde halkanın kıyıya vurmadan yönü değişebilir mi değiştirilebilir mi?" Sorular içinde bunalmıştı. Soruların cevaplarını bulmak için yeni yeni deneyler yapıyor, yeni taşlar hazırlıyor, yeni sektirmeler yapıyor, yeni halkalar izliyor ama bulduğu cevaplardan daha çok sorular buluyordu. Soruların çoğalışı cevapların çoğalışından kıyaslanamayacak ölçüde hızlı oluyordu.
Bunalmıştı, zevk almıyordu eskisi gibi artık. Bir çok şey anlamsız gelmeye başlamıştı. Daha az taş topluyor, daha az göl kenarına gidiyor, daha az dürbünle seyrediyordu. Bota ise çok daha az biner olmuştu. Nelerin olacağını hemen hemen biliyor sayılırdı. Aslında 'Hemen hemen' olanın dışında kalan keşfedilebilecek kesimi bile onun ömründen çok daha fazlasını alırdı. O ortalama sonuçları tahmin ediyordu. Aklında deniz vardı.
Kendisine deli gözüyle bakanlar, "Denize denize" diye eğlenirlerdi onunla. Bazen ciddiye alıp denizi anlatırlardı. İlk başta deniz sözcüğü onun için sihirli gibiydi ama gölün tüm kıyılarını keşfetme sürecinde, denizin de sınırlı olduğunu öğrenmesi o sihri yavaş yavaş ortadan kaldırmıştı. Öyle ya denizin de kıyıları vardı ve bu gölde olanlar daha geniş ölçekte orda da tekrar edecekti. Heyecan verici, coşkudan bayılacak gibi olma duygusu veren, her şeyiyle yepyeni bir şey keşfedemeyecekti. Sadece ölçüler genişleyecekti. Bu ise tekrar onca çabaya değermiydi? Değse de sonuçta değişen bir şey olmayacaktı.
Bu gölde tespit ettiği halkaların, sekmelerin,taşların tüm hareket, özellik ve şekillerini ve bunların sonuçlarını artık bilgece dile getiriyor ve yazıyordu. Hayatın tümünü de bu sonuçlarla açıklıyordu. Atasözleri ile de kendini doğruluyor,destekliyordu. Çok geçmeden deli gibi görünmesi değişmiş, derviş, ermiş, bilge gibi görülmeye başlanmıştı. Kimsenin içinden çıkamadığı konuları en sade,en özlü çözümlüyor ve anlatabiliyordu.
Herkes bir bilgeye sahip olmaktan çok mutluydu. Ama O kendisinden ve yaşamın sınırlarından mutsuzdu.
Bu arada uzaktan uzağa denizleri duyup dinliyordu.
Nerdeyse,oturduğu yerden kalkmaz olduğunda ve konuştukları,bir şeye yaramaz diye düşünmeye başladığında kalktı ve yürümeye başladı.
"Deniz" diyordu, "sınırları olsa da görmem gerekir, taş seçmem, sektirmem,halkaların izini takip etmem gerekir. En azından söylediklerimi daha geniş daha anlamlı söylerim. En azından sınırı biraz daha genişletir, yaşamın sınırlarını da genişletmiş olurum.Biraz daha geniş sonuçlara varır biraz daha geniş anlamlara ulaşırım.Belki atasözlerinin yanına bir söz de ben koyarım" Rahatlamıştı.İçindeki sıkıntıyı tümden atamamış ama bunalımına da bir son vermişti.Tüm yazdıklarını,notlarını,araçlarını,sonuçlarını yanına almıştı.Hareketi daha geniş ölçekte izleyecek olma kararı sanki yeniden heyecan yaratmıştı.
Yürüdü,yürüdü,yürüdü.Irmakların,göletlerin yanından geçerken sevgi dolu bakışlar ve gülüşler gönderdi onlara.Kurbağaların,balıkların,böceklerin,rüzgarın,kaplumbağaların yarattığı halkalara bakıyor bu halkaların görünmese bile sahiplerini hemen tanıyordu.
Tepelere,dağlara çıktığında,ağaçlar ve tüm yeşilliklerden neredeyse görünmez oluyordu göletler,ırmaklar.
Başkalarına göre kulakları sektirme seslerini,ırmağın ve gölün seslerini algılama konusunda çok gelişmişti.Tepelerde durup bu sesleri dinler,sesin niteliğini çözer,suya düşen ya da hareket eden nesneyi tanımlamaya çalışır ve seslerden yola çıkarak halkaları hayal eder,hayalinde halkaların peşinden giderdi.
Bir tepenin zirvesine yaklaştığında tuz ve yosun kokusuyla heyecanlandı.Zirveye çıktığında şaşkınlıktan donmuştu.Bir an,zaman ve mekan kavramını yitirdi,kendini yitirdi.Bir ruh tek başına varolabilseydi eğer,işte onun o andaki durumunda olurdu.Gözlerini kırpamayan bir ruhtu.İşte deniz göz alabildiğine önünde uzanıyor ve kıyıları gözükmüyordu.İyot kokusunun keskinliğinden burnunu fark etti önce,sonra büyük dalgaların sesleri ile kulaklarını,ruh yavaş yavaş maddeleşmeye başladı ve sonunda şaşkınlığı geçmeden rüzgarın ılıklığını,güneşin sıcaklığını hisseder oldu.
Bu bambaşka bir şeydi.Hayır,bu gölün büyüğü değildi.Mesele nicelik meselesi değilmiş meğerse.Bu başka bir nitelikti.Ve bu suda milyonlarca halkayı seçmeye çalışmak boşuna gibiydi "Hayır hayır" dedi "Evet bunun sınırları olabilir ama bu bambaşka bir sınırlılık;bugüne kadar gördüklerimle kıyaslanamaz,eşleştirilemez,paralellik kurulamaz,bu başka bir şey" "Bu başka,bu başka" diye donduğu yerde hiç kıpırtısız uzun süre sayıklamaya devam etti.Sonra o anın tadını umulmaz çıkarırcasına başını yukarı kaldırdı,sağa çevirip uzaklara,denizin görülebilen kıyılarına baktı.Sonra sola çevirdi başını kıyıya yakın birkaç adayı gördü.Sonra kenti gördü,kentin hareketini izledi.Tekrar önüne döndü,çok uzaklara bakmaya çalıştı.Uzaktaki ve yakındaki hızlı,yavaş,giden,duran,yükleme,boşaltma yapan gemileri,vapurları,kayıkları,yatları gördü.
Oturdu,çıkınını açıp yemeğini yedi.Gözü hep denizin hareketlerindeydi.Dalgaların en büyüğünü,en küçüğünü,hareketlerini,yönlerini izliyordu;onları sayıyor ve her sayıda nasıl değiştiklerini hayretle inceliyordu.Denizin farklı renklerine bakıyor,renklerin ve denizin hareketlerinin ilişkisini kurmaya çalışıyordu.Sonra renkler,sesler,kokular ve hareketler kombinasyonlarını ayırt etmeye çalışıyordu.Çıkınını kaldırdı ve ilk izlenimlerinin, değerlendirmelerinin,sonuçlarının notlarını aldı. Sonradan bu notları düşünüp gülecekti kendine.Gölün bilgisiyle,denizden,gördüğünü,kokladığını,duyduğunu ne kadarda yanlış değerlendirip,sonuçlar çıkardığını görecekti.Evet,aldığı notlar elbet doğruydu.Ama denizin temel nitelikleri değil,çok sıradan ve çok tali düzeylerini belirleyebilmişti.Asıl "bu başka,bu başka" diye sayıkladığı denizin özellikleri değildi,başkalıkları değildi aldığı notlar.Bunları anladığı zaman şöyle bir not düşmüştü defterine "herhangi bir nitelik başka bir niteliğin bilgisiyle çözümlenemez" Çok daha sonraları bir başka not daha ekledi" aslında bir şeyi gerçekten,tüm nitelikleriyle bilmek,her şeyi genel nitelikleriyle bilmektir. "Ama aradan çok zaman geçmesi gerekti bunu not etmesi için.Çok daha sonraları şehrin bilgelerinden olduğunda şöyle bir not daha ekledi "Her şey kendi özgüllüğü ile de ele alındığında hem aynı şeydir hem apayrı bir şey”.
Şaşkınlığı geçmişti.Kalktı ve yürüdü yarımadaya doğru.Birkaç gün,çıkını tükenene dek,yarımadanın bir noktasından hiç ayrılmadan denizle oynaştı.Eskiyen şaşkınlıklarına yenilerini ekleyerek,yeninin bambaşkalığını keşfetmeye çalışarak belki de ömrünün en güzel günlerini geçirdi.Denizde çok iyi yüzüyordu.Gerçi tuz kendisini çok etkiliyor ama içinde duyduğu coşku onu da sevmesine yol açıyordu.Dehşetli mutluydu.Suda kayar gibi yüzüyor,dalgaların en uç sınırında uçuyordu sanki.Dalganın kıyıya vurup geri dönüşündeki darmadağın oluşunu ama yepyeni bir başka dalga olarak denize doğru geri gidişini,bir kısmının gelen dalgalarla bozulup onlara katılışını,diğer kısmının dalgaların akış yönünün tersine olan hareketini,izleyebilecek ve bu ahengi bozmayacak kadar iyi yüzüyordu.
Şehirde deniz akvaryumculuğu ile ilgili bir iş bulması zor olmadı.Bu işi seviyor ama işinden arta kalan tüm zamanlarında denize gidiyordu.Mevsimler onu etkilemiyordu.Çocukluğundan beri tüm mevsimlerde kıyıda olduğundan alışıktı.Belki de yapısının buna müsait olduğundan hep kıyılardaydı.Kim bilir,belki de her ikisi birbirinin güdüleyici yasası olmuştu.
Önce zamanın yettiği kadar uzaklıktaki kıyılara kadar gitti.Daha ilk kez özel hazırladığı taşları sektirmeye başladığında 42' yi buldu.Bu göldekinin iki katıydı.Sonra farklı taşlar denedi,farklı taşlar ve yine farklı taşlar.Günün farklı saatlerinde denedi,farklı mevsimlerde,gece ve gündüz denedi.Hepsindeki farklı sonuçları kaydetti.Sonra sektirmelerin yarattığı halkalar kombinasyonunu izledi.Bazen yüze yüze saatlerce izliyordu halkaların hareketini.
Halkalar göldekinden farklıydı,taşın sudaki hareketi gibi her şey farklıydı.Halkaların et kalınlığı daha fazla,bir kere oluştuktan sonra halka içinde gibi gözüken suyun hareketi daha koyu,gölgeli gibi,hızı daha fazla ancak kırılganlığı daha çoktu.Halkalar en yüksek dalgalı zamanlarda bile kendini koruyabiliyor,gelen dalga, halkanın et kalınlığını kısmen alıyor,içindeki koyuluk azalıyordu.Halkanın bir kısmı dalgaya kapılıp gidiyor ama önemli bir kısmı dalganın üstünden kayıp yoluna devam ediyordu.Sonraki dalgalarda da bunlar tekrarlanıyor,halka sürekli değişerek ama duraksamaksızın hareketlerini sürdürüyordu.Bazen dalgalar ve suyun başka bir çok hareketi halkanın hem önünden hem sağından,hem solundan hem arkasından vuruyor,halka her yöne doğru yeni halkalar üreterek hareketlenirken bir kısmı da halka olma özelliğini kaybedip dalgalara ya da diğer su hareketlerine katılıyordu.Bunca hareketli su yüzeyinde bile bir taş sekmesinin yarattığı halkanın günler boyu çeşitli yönlere dağılarak,ilerleyerek etkisini koruduğunu gözlemişti.Evet bazen günler boyu bir halkayı yüzerek takip ediyor,halka bölündüğünde,tercih yapıp en iyi halkanın peşine takılıyor yüzüyor,yüzüyordu.
Merakı kabarıyordu,acaba bir halka nereye kadar halka olarak dayanıyordu,nerden sonra kendi özelliğini yitirip başka su hareketlerinin halka özellini oluşturan bir etki yapıyordu.Halkalar taşın,suyun,havanın,taşdan dolayı toprağın ve taşın fırlatıcısı insanın hareketlerinin güdülemesinden oluşuyor ama bir kere oluştumuydu artık kendisi,sudaki sayılamayacak ve hepsinin aynı anda izlenmesi bireysel olarak mümkün olamayacak güdülemeler yaratıyordu.
Akıntıları,dalgaları,deniz canlılarını,onların oluşturduğu hareketleri mevsimlerde,gece ve gündüzde oluşan halkaları hep inceliyor,inceliyordu.Denilebilirdi ki eğer başka evrenler ve başka evrenlerde başka canlılar bile olmuş olsa halkalar üzerine daha iyi tespit yapabilecek,değerlendirecek,sonuçlar çıkaracak ondan başkası yoktu.Bazen merak ederdi,acaba hayatın gerçekliklerine ilişkin başka konularda bu denli derinlemesine,genişlemesine,uzunlamasına emek veren ve emeğinin sonuçlarını takip eden başkaları varmıydı?Varsa onlarla karşılaşabilirmiydi?Çıkardığı sonuçları ve yasaları,zannediyordu ki, aynı sabrı,merakı başka konularda da olsa göstermiş insanlar, anlar ve onlar da zaten aynı sonuç ve yasalara ulaşmış olurlardı.
Bir keresinde,bir halkanın peşinden günlerce yüzerken,birdenbire halkasının binlerce halkanın etkisinde kaldığını farkedip, dehşetle bu binlerce halkanın nerden güdülendiğini görmek için başını kaldırdığında karşı kıyılara ulaştığını görmüştü.Karşı kıyılarda martılar dalıp,dalıp balık avlıyor,insanlar denizde taş sektiriyorlar,dalgalar oluşup üstüne geliyor,akıntılar halkaları bir o yana bir bu yana sürüklüyordu.
Karşı kıyıya çıkıp insanları izlemeye koyuldu.Oysa halkasının kıyıya vurup geri dönüşünü,batıya ve doğuya yayılışını ve birisinin peşinden gitmeyi öyle istiyordu ki.Ama kendisinin dışında da yüzlerce insanın denizde taş sektirdiğini ilk kez görmüştü.Uzun uzun izledi.Önce birini sonra diğerini,yürüdü,diğerlerini ve diğerlerini.Bunların hepsi iş olsun diye taş sektiriyorlardı.Gerçekten yaptıkları hareketi bilerek yapan ve yaptığının sonuçlarını merak eden,merakının peşinden giden yoktu bunların içinde.En iyisi 12 kez sektiriyordu.En kötüsü 1 kez.Biraz daha vakit geçirdi.Onları izleyip içinden eğlenerek ve acı çekerek, "kim bilir" dedi "belki de denizin ortasında, şurasında, burasında rastladığım bir çok sahipsiz,savrulan halka,bunlar gibilerin taşlarından oluşuyordu."
Hele içlerinden bazıları vardı ki avuç içi büyüklükteki biçimsiz taşları atıyorlardı denize. Bunlar herhalde sektirmek için değil taşın denize girdiğinde dışarı fırlayacak su parçacıklarını ve onların suya düştüklerinde oluşturduğu yüzlerce halkayı merak edip atıyorlardı diye düşündü. Atıyorlardı ve sonra arkalarına bakmadan gidiyorlardı, dönüyorlardı. Onların yerlerini yenileri alıyordu.Denizin içinde bazen şaşarak izlediği kendi halkasının yanından yöresinden geçen,bazen kendi halkasına çarpan halkaları hatırladı.O halkaların nasıl olup ta bu kadar biçimsiz ve çirkin oluşunu anlayamamıştı.Herhalde böyle biçimsiz,koca taşların atılmasından oluşuyordu o halkalar.O uygunsuz taşları denize atanlar o çirkin halkaların suyun hareketini ne kadar çirkinleştirdiğini ya bilmiyorlar ya da sudan nefret ediyorlar diye düşündü.
Sonra ayağa kalktı,çok güzel,rengarenk,dümdüz,saydam,hafif bir taş seçti,başka sivri bir taşla çok güzel,oval,küçük üç çentik açtı ucuna taşın.Etrafındakiler onu izlemeye başlamıştı.Sonra iki taş daha yaptı.Ancak birine bir çentik açtı birine ise hiç müdahale etmedi.O üç taşı bir kenara koydu.Çok güzel üç taş daha buldu.Onlara da hiç müdahale etmedi ve sonra bir üçlü grup daha buldu.Birinin ucuna değil üstüne bir yuvarlak çentik açtı.Birinin altına üçgen bir çentik açtı.Birinin tüm kenarlarını çentikledi.Ama her bir çentik birbirinden farklıydı.Taşları yan yana koydu;hep birlikte sanki işlenmiş bir sanat eserine benziyorlardı.
Sonra ilk üçlü taşı eline aldı.Üçlü oval çentik açtığı taşı havada estetik hareketler çizen kolu ve tüm vücuduyla denize fırlattı.Herkes yüksek sesle saymaya başladı,10'dan sonraki sayılarda kalabalığın sesi sayarken şaşkınlıktan artıyor,bağırıyor,haykırıyor,kahkaha atıyor ve şekilden şekile giriyordu.20’den sonrasını sayamadılar.Ama o saydı.Tam 64 sektirme yapmıştı.Bu onun rekoruydu.Sonra ilk üçlünün son iki taşını arka arkaya fırlattı.Kalabalık büyük bir gürültü ve şaşkınlıkla saymaya başladığında o hiç beklemeden diğer üç taşı aldı ve üçünü birden fırlattı,gürültü daha çok arttı.Hiç beklemeyip diğer üçlü taşı aldı,ilk ikisini birlikte fırlattı ve son taşı, her yanı farklı biçimde işlenmiş çentikli taşı en son fırlattı. İlk attıkları hala sekmeye devam ediyordu. Kalabalığın şaşkınlıkla bakışları onun üzerine odaklanırken o gözüne en değerli halkaları kestirdi ve suya atladı,kayar gibi yüzmesiyle en güzel halkalara yetişti;halkalar tam ayrı yönlere hareket edeceklerken işlenmiş taşın 24.halkasının peşine takıldı.Coşkudan hızlanmış,heyecandan yüzdüğünün bile farkında değildi;zevkten delirmiş ve delilik en sade haliymiş gibi yüzü nurlu bir hal almıştı.
Zaman ve mekan kavramını ikinci kez yitirdiğinin farkında değildi. Hiçbir şey hissetmiyor, düşünmüyor, sadece 24.halkayı değişimleri içinde izliyordu. Hiç bu denli güçlü, güzel, hızlı, et kalınlığı ideal, şeffaf, tüm su hareketlerinin etkilerini alan ve kendi etkilerini onlara veren ama ne kendi özelliklerinden bir şey kaybeden ne de etkilediklerinin özelliklerinden bir şey kaybettiren bir halka görmemişti.
Yüzdü, yüzdü, yüzdü. Bir an kendine geldiğinde her yerin karanlık olduğunu ve çok uzun, her yanı kapalı bir tünelde olduğunu fark etti. Halkanın kalınlığının iç ışıltılarını görebiliyordu sadece. Başka hiçbir şey göremiyor, o ışıltıların renk, biçim değiştirmesinden suyun üzerindeki hareketleri, diğer halkaları tahmin edebiliyordu.
Bu karanlık bitmek bilmiyordu. İlk kez tüm sezgileri bu kadar yoğundu ve halkayı izleyebilmek, tüm su hareketlerini, etkilerini hissedebilmek, diğer halkaların niteliklerini tahmin edebilmek için tüm duyuları birden olağanüstü çalışıyordu. Halka gözden kaybolduğunda çok korktu ama aynı ahenkle yüzmeye devam etti, tekrar gördü 24.halkayı. Sonra bir çok kez ışıltıyı kaybetti tekrar yakaladı. Artık diğer halkaların ışıltılarını da seçebiliyor, o ışıltıların yansımasından tüneli görme-hissetme karışımı bir duygu ile seziyor ve tünelin ucu bir türlü görünmüyordu.
Halkasını kaybetmesi giderek azalan korkularda yaratsa yine de korkmasına yetiyordu. Bir ara çok güçlü dalgalar gelmeye başladı. Çok fazla sayıda halkalar ama hala 24.halkayı takip edebiliyordu. Ona artık 24. halka demek doğru olurmuydu bilmiyordu. Çünkü tüm hareketlerden aldığı etkilerle o kadar çok değişmişti ki, o bu değişimi izlemenin zevkiyle,gerçekten tam bir değişim gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyordu. Ve artık her şey çok hızlıydı.
Birdenbire kendini suyun üstünde değil suyun içinde buldu. Tünel bitmişti. Halkası çok değişmişti. Bir halkayı hiç suyun içinde takip etmemiş hep suyun üstünde izlemişti. Gözden kaçırmamaya çalıştı ama nefesi de tükeniyordu. Halka güçlü bir darbeyle parçalandı. Parçalanan halkanın en güçlü halkasının peşinden yukarıya doğru süzüldü. Artık o parçaya halka demek doğrumuydu onu da bilmiyordu. Ama parçanın su içindeki değişimlerini, farklılaşmasını izlemek bir başka güzeldi. Bir kez daha, "bu başka bir şey, bu başka" diye sayıklamaya başladı. Parçayla birlikte gözü kör eden bir ışık altında su üstüne süzüldü ve parça tam su yüzeyine vardığında birdenbire ortadan kayboldu.
Bir an dehşetli bir korkuya ve şaşkınlığa kapıldı. Nerde olduğunu anlamak ve bir soluk almak için birkaç sanise başını dışarı çıkardı, gözünü kırptı, hayalinde kalanları unutmamaya çalışarak su üstünde halkanın parçasını aramak için panik içinde gözlerini bir o yana bir bu yana kaydırmaya başladı. Çok dikkatli baktığında suyun milyarlarca zerreden oluştuğunu fark etti ve kendi halka parçasının zerrelerini görmeye başladı. Mutluluktan ölecek gibiydi. Bakışlarıyla sevdi onları. Evet,onlar artık birer halka değildi, hatta bir su parçası diye de tanımlanamayabilirlerdi. Ama halkasını oluşturan zerreler niteliklerini kısmen de olsa koruyarak oradaydılar ve değişerek, etkileyerek, etkilenerek hareketlerine devam ediyorlardı.
Rahatlamış olarak zerrelerin peşini bıraktı ve çevresine bakınmaya başladı. Her yan sonsuzlukmuş gibi suydu. "Bu başka bir şey, " dedi, "bu başka bir şey. Bu su deniz değil. Tadı başka, kokusu başka, rengi, yoğunluğu başka. Sanki bin deniz bir araya gelmiş ama deniz olmaktan çıkmış. Çıkmış ama benim denizim de burada başka denizlerde. Yani hem deniz hem değil. Bu başka bir şey" diye düşünüyordu.
Yüzdü,yüzdü,yüzdü.Uzakta bir ada vardı.Arada bir kendi zerreciklerine rastladı.Bir zerrenin hafifliye hafifliye değişerek havaya yükselmesini izledi hayretle.Şaştı.Hiç aklına gelmemişti halkanın değişen parçalarını su dışında,havada, gökyüzünde izleyebileceği.
Adaya çıktı. Sırtüstü uzanıp gözlerini kapadı. Ayakları beline kadar suda, altın gibi bir kumda yatıyordu. Gözlerini açtığında yüzündeki su zerresini tanıdı. Hafifleyip havada süzülmesini izledi bir daha.
Doğruldu ayağa kalktı,her yan suydu.Adanın kıyısından başka kıyı yoktu "Vardır" diye düşündü "bu suyun da kıyıları,sınırları vardır.Belki çok geniştir ama vardır.Ama halkaları,onun zerrelerini izlemenin sınırı yok.Gökyüzünde bile mümkünmüş işte suyun içinde bile.Yüzünü duru bir sessizlik kaplamıştı.Çok mutluydu."Yaşamak ne güzel " diye düşündü. Yaşama sevinci ve coşkusunu keşfetmek gerçektende güzeldi o an. "Aslında her şeyin sınırlı ve her şeyin sınırsız olduğunu anlamak ne büyük bir mutluluk" "Yaşam bir sonsuzluk onun içinde durulaşmak ne hoş." Kalktı 20 metre kadar yürüdü.Okyanusun kenarındaki adada, akan bir dereden, ufak bir tatlı su göleti oluşmuştu.Bir taş aldı ve fırlattı,izledi.Daha önce gölette görebildikleriyle kıyaslanamayacak kadar çok şey görüyordu.Güldü.Göleti sevdi,okşadı.Kıyısına oturup suyla oynaşmaya başladı.
Aylar sonra şehre döndüğünde,onu tanıyanlar,ondaki değişimi hemen farketmişlerdi. Bakışları değişmiş, rahatlamıştı. Gözleri daha sevecen ve daha derindi. Birine veya bir şeye baktığında sanki içeriye, başka şeylere bakıyormuş ve başka bir şeyler arıyormuş gibi görünüyordu; ama bu rahatsızlık vermiyordu. Yürüyüşü ve duruşundaki katılık yok olmuş, sanki, havayla, rüzgarla, ağaçlarla, binalarla uyum içerisinde bir salınışa dönüşmüştü. Sesindeki tatlı tonun ve ahengin nasıl oluştuğunu merak etmişti herkes. Nefes alıp verişindeki uyum bile yanındakilere rahatlık veriyor ve sakinleştiriyordu. Herkes onun çok acı çektiğini söylüyordu. Herkesin acıdan anladığı ile kendisinin acıdan anladığının çok farklı şeyler olduğunu anlaması oldukça uzun süresini almıştı. Onun için acı, bir yanıyla fizikseldi, yani can yanmasıydı. Diğer yanıyla tutkuya yabancılaşma, uzaklaşmaydı. Gerisi hep mücadeleydi. Mücadele zaman zaman eşitsiz koşullarda oluyorsa, o bundan acı duymuyor, direnme azmini geliştirmeye çalışıyordu. Oysa, herkes mücadele etmek zorunda kalmayı acı olarak anlıyordu. O ise mücadelesiz bir yaşamın nasıl acısız bir yaşam olduğunu anlamıyor, asıl acının bu olduğunu düşünüyordu
Denize daha az gidiyor, tatlı ve tuzlu su akvaryumculuğuyla ilgileniyordu. Bunlardan arta kalan zamanlarında toprakla, çiçeklerle, hayvanlarla, yeni çıkan alet-edevatlarla ve daha bir çok şeyle ilgileniyordu. İnsanlarla ve özellikle çocuklarla daha çok vakit geçirmeye başlamıştı. Herkese elinden geldiğince yardım ediyor, hiçbir sorunu hafife almıyordu. Çocuklar onu çok seviyor, başkalarının hemen sıkıldığı oyun ve konuşmalarından o hiç sıkılmıyor ve çocuklarla çok hoş vakit geçiriyordu.
Köyüne ve eski göletine daha sık gidiyor ve her gittiğinde insanlar ve çocuklar onun gidişinden mutlu oluyordu.
Bir sabah göletin kenarında ufacık bir çocuk gördü. Taş sektiriyordu. Oturup onu izledi. Her seferinde daha güzel taş arıyordu ve daha dikkatli daha hırslı atıyordu. Cebinden defterini, kalemini çıkardı ve yazmaya başladı. Yorulduğunda saatler geçmiş gün aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Çocuk hala oradaydı ve taş sektirmeye devam ediyordu. Daha şimdiden on üç kez sektirebilmişti. Doğrulup çocuğun yanına gitti, başını okşadı. "Kolay gelsin" deyip elindeki defteri uzattı ve çocuk arkasından bakarken yürüdü yürüdü. Dudaklarından acı, coşku ve dinginliğin birleştiği bir ezgi karışıyordu havaya...
Aşağıda o çocuğun hikayesi var!
Yaşam Akar
Daha önceleri ırmakta ve geniş göletlerde tadına varmıştı taş sektirmenin. Ama ırmağın, göletlerin doğal sınırı vardı. Bir de yapıları gereği taşın sekmesine olumsuz etkilerde bulunuyorlardı. Buna rağmen zevk edinmişti. Tarlada uğraşmaktan her fırsat bulduğunda ırmak ya da gölet kıyısına gelir; en yassı, büyüklüğü en uygun,ağırlığına hafif olan taşları seçer seçer fırlatırdı su üstüne. Tekrar ve tekrar. Ama Allah kahretsin; ırmakta suyun hareketi ve sığlığın belirsiz yayılımı bir türlü istediğince geliştirmesine fırsat vermezdi bu zevkini. Evet her seferinde çok kısmi de olsa daha çok sektiriyor, taş daha uzağa gidiyor ve batarken hareket kıvrımları daha hoş oluyordu. Ama istediği bu değildi. Göletler zaten küçüktü. Onda, doğa,sanki tüm hareketlerini yeterince veremiyordu gölete. Ve bu yüzden, fırlattığı taşların hareketi de sanki kendi çabasından bağımsız olarak çok daha pasif, etkisizdi ve estetik içermiyordu. Bir gün tesadüfen oldukça büyük bir göl keşfetti. Fazla değil, birkaç ay içinde kıyısında taş toplayacağı uygun yerleri tüketmişti. Artık, rastladığı taşlara gölde sektirmeyi düşünerek bakıyor, topluyor topluyordu. Cepleri,koynu taş dolu geziyor denebilirdi. Herhangi bir anı yoktu ki herhangi bir yerinde iki taş olmasın. Ama yine de toplama taşla göl kenarında yeterince vakit geçiremiyordu. Sayılı taştı. Ne kadar çok toplasa bir süre sonra bitiyordu.
Ama çok geliştirmişti kendini. Artık çok daha fazla sayıda kaydırıyor,kaydırmanın estetiği çok daha hoş oluyor, taşın son sekmesinden sonra dibe doğru süzülüşü gerçek bir gölde bambaşka zevk veriyordu.
Üstelik o ana dek dikkat etmediği bir başka şeyle de ilgilenmeye başlamıştı. Taşın suda sekmeye başlamasından son sekişinin bitişine kadar sudaki her hareketi, giderek genişleyen halkalar yaratıyordu. Bu halkalar çok hoşuna gitmişti. Giderek sektirme sayısından çok bu halkaların sayısıyla uğraşır olmuştu. Her sekmede giderek değişen halka sayısı, halkaların genişliği, hızı,diğer halkalarla çarpışması ve yeni halkaların ortaya çıkışını izlemekle vakit geçiriyordu. Artık,sektirmeyi halkaların merakını tatmin etmek için yapar olmuştu. Önce bir dürbün elde etti, sonra bir bot. Ama bu bot çok ilginçti. Sanki havada gider gibi suda yarattığı dalgalanmayı gözle görülmez hale getirerek yüzüyordu. Ve oda sekmelerin yarattığı halkaları sonuna kadar izleyerek ve izini kaybettiği anda hep, "Peki ya sonra," diyerek tüm boş vakitlerini bot üstünde geçiriyordu.
Böyle diye diye gölün kuzeyden güneye, batıdan doğuya her bölümünü karış karış kat etti.
Herkes ona şaşıyor ve bir halkanın izini gölün diğer karşısına kadar ve oradan kıyıya çarpıp batıya ve doğuya doğru izlemesine delilik,abartı deyip geçiyorlardı. Ama o meraktan deliriyordu.
on altı sektirme yaptığında, her sekmenin halkalarını tek tek izlemiş, birbirine girişlerini,yeni halkaları izlemiş, sonra sadece birinin peşine düşüp onun gidebildiği son kıyıya gidip, çarpıp geri dönüşünü, tekrar diğer sekmelerin halkalarıyla buluşuşunu, bu arada yabancı sekmelerin yabancı halkalarıyla karşılaşmalarını tespit etmişti hep.
Artık taşlarını hem kendisi topluyor hem de uygun taşlara uygun şekilleri kendisi veriyordu. Bir taşın ucundaki gözle görülmeyen bir çentiğin bile halkaların şeklini,hızını, dayanıklılığını,diğer halkalarla çarpıştığında onun içine girmesini ya da onu kapsamasını büyük bir coşku ve heyecanla keşfediyordu. Sürekli olarak taşlara yeni şekiller verip yeniden yeniden deniyor ve yeniden yeniden taş yapıyordu.
Onun için o göl içindeki sekmeleri,taşları,onların etkilerini,halkaları, milyonlarca, milyarlarca değişik hareketini izlemek, keşfetmek büyük bir yaşam coşkusu yaratıyordu. Yaşamını anlamlandırmak için bu bile yetiyordu. Bin yıl yaşasa o göldeki halkaların hareketinin tüm etkilerini saptayacak ve bundan kendince yaşama ilişkin sonuçlar çıkaracak kadar zamanı olmadığını biliyordu. Çünkü her hareket bir başka hareketin başlangıcı ve değişmiş hali oluyordu. Bunların her tür karmaşık kombinasyonlarını keşfetmek bile çok güzeldi. Tüm keşiflerini yazıyor, not ediyor ve her birinde bir çok sonuca ulaşıyordu. Nedense her sonucun kenarına aynı anlama gelmek üzere bir de atasözü yazıyordu.
Yine de kafasına başka bir soru takılmıştı ve bunu bir türlü aklından çıkarıp atamıyordu. Atamadığı gibi her gün her deneyişte, her yeni soruda, her kıyıya çarpışta beynini daha çok kemiriyordu "Ya kıyı olmazsa" diyordu, "ya kıyı olmazsa, bu halka nereye kadar gider, ne kadar değişir, değişe değişe ne şekillere girer, dağıla dağıla ne yönlerde hareketlenir, her karşılaştığı yeni halkayla birleşimi, çatışımı nasıl olur" Kafayı kıyıya takmıştı "Kıyı," diyordu "sınırlardır, hep sınırlar var" Bazen kuşkuyla soruyordu "Sınırlar gerçekten var mı?" Bu sorunun üzerinde çok durmuyor geçip gidiyordu. "Ya sınırlar olmazsa, ya sınırlar olmazsa, sınırların olmadığı bir su var mı, sınırlar içinde halkanın kıyıya vurmadan yönü değişebilir mi değiştirilebilir mi?" Sorular içinde bunalmıştı. Soruların cevaplarını bulmak için yeni yeni deneyler yapıyor, yeni taşlar hazırlıyor, yeni sektirmeler yapıyor, yeni halkalar izliyor ama bulduğu cevaplardan daha çok sorular buluyordu. Soruların çoğalışı cevapların çoğalışından kıyaslanamayacak ölçüde hızlı oluyordu.
Bunalmıştı, zevk almıyordu eskisi gibi artık. Bir çok şey anlamsız gelmeye başlamıştı. Daha az taş topluyor, daha az göl kenarına gidiyor, daha az dürbünle seyrediyordu. Bota ise çok daha az biner olmuştu. Nelerin olacağını hemen hemen biliyor sayılırdı. Aslında 'Hemen hemen' olanın dışında kalan keşfedilebilecek kesimi bile onun ömründen çok daha fazlasını alırdı. O ortalama sonuçları tahmin ediyordu. Aklında deniz vardı.
Kendisine deli gözüyle bakanlar, "Denize denize" diye eğlenirlerdi onunla. Bazen ciddiye alıp denizi anlatırlardı. İlk başta deniz sözcüğü onun için sihirli gibiydi ama gölün tüm kıyılarını keşfetme sürecinde, denizin de sınırlı olduğunu öğrenmesi o sihri yavaş yavaş ortadan kaldırmıştı. Öyle ya denizin de kıyıları vardı ve bu gölde olanlar daha geniş ölçekte orda da tekrar edecekti. Heyecan verici, coşkudan bayılacak gibi olma duygusu veren, her şeyiyle yepyeni bir şey keşfedemeyecekti. Sadece ölçüler genişleyecekti. Bu ise tekrar onca çabaya değermiydi? Değse de sonuçta değişen bir şey olmayacaktı.
Bu gölde tespit ettiği halkaların, sekmelerin,taşların tüm hareket, özellik ve şekillerini ve bunların sonuçlarını artık bilgece dile getiriyor ve yazıyordu. Hayatın tümünü de bu sonuçlarla açıklıyordu. Atasözleri ile de kendini doğruluyor,destekliyordu. Çok geçmeden deli gibi görünmesi değişmiş, derviş, ermiş, bilge gibi görülmeye başlanmıştı. Kimsenin içinden çıkamadığı konuları en sade,en özlü çözümlüyor ve anlatabiliyordu.
Herkes bir bilgeye sahip olmaktan çok mutluydu. Ama O kendisinden ve yaşamın sınırlarından mutsuzdu.
Bu arada uzaktan uzağa denizleri duyup dinliyordu.
Nerdeyse,oturduğu yerden kalkmaz olduğunda ve konuştukları,bir şeye yaramaz diye düşünmeye başladığında kalktı ve yürümeye başladı.
"Deniz" diyordu, "sınırları olsa da görmem gerekir, taş seçmem, sektirmem,halkaların izini takip etmem gerekir. En azından söylediklerimi daha geniş daha anlamlı söylerim. En azından sınırı biraz daha genişletir, yaşamın sınırlarını da genişletmiş olurum.Biraz daha geniş sonuçlara varır biraz daha geniş anlamlara ulaşırım.Belki atasözlerinin yanına bir söz de ben koyarım" Rahatlamıştı.İçindeki sıkıntıyı tümden atamamış ama bunalımına da bir son vermişti.Tüm yazdıklarını,notlarını,araçlarını,sonuçlarını yanına almıştı.Hareketi daha geniş ölçekte izleyecek olma kararı sanki yeniden heyecan yaratmıştı.
Yürüdü,yürüdü,yürüdü.Irmakların,göletlerin yanından geçerken sevgi dolu bakışlar ve gülüşler gönderdi onlara.Kurbağaların,balıkların,böceklerin,rüzgarın,kaplumbağaların yarattığı halkalara bakıyor bu halkaların görünmese bile sahiplerini hemen tanıyordu.
Tepelere,dağlara çıktığında,ağaçlar ve tüm yeşilliklerden neredeyse görünmez oluyordu göletler,ırmaklar.
Başkalarına göre kulakları sektirme seslerini,ırmağın ve gölün seslerini algılama konusunda çok gelişmişti.Tepelerde durup bu sesleri dinler,sesin niteliğini çözer,suya düşen ya da hareket eden nesneyi tanımlamaya çalışır ve seslerden yola çıkarak halkaları hayal eder,hayalinde halkaların peşinden giderdi.
Bir tepenin zirvesine yaklaştığında tuz ve yosun kokusuyla heyecanlandı.Zirveye çıktığında şaşkınlıktan donmuştu.Bir an,zaman ve mekan kavramını yitirdi,kendini yitirdi.Bir ruh tek başına varolabilseydi eğer,işte onun o andaki durumunda olurdu.Gözlerini kırpamayan bir ruhtu.İşte deniz göz alabildiğine önünde uzanıyor ve kıyıları gözükmüyordu.İyot kokusunun keskinliğinden burnunu fark etti önce,sonra büyük dalgaların sesleri ile kulaklarını,ruh yavaş yavaş maddeleşmeye başladı ve sonunda şaşkınlığı geçmeden rüzgarın ılıklığını,güneşin sıcaklığını hisseder oldu.
Bu bambaşka bir şeydi.Hayır,bu gölün büyüğü değildi.Mesele nicelik meselesi değilmiş meğerse.Bu başka bir nitelikti.Ve bu suda milyonlarca halkayı seçmeye çalışmak boşuna gibiydi "Hayır hayır" dedi "Evet bunun sınırları olabilir ama bu bambaşka bir sınırlılık;bugüne kadar gördüklerimle kıyaslanamaz,eşleştirilemez,paralellik kurulamaz,bu başka bir şey" "Bu başka,bu başka" diye donduğu yerde hiç kıpırtısız uzun süre sayıklamaya devam etti.Sonra o anın tadını umulmaz çıkarırcasına başını yukarı kaldırdı,sağa çevirip uzaklara,denizin görülebilen kıyılarına baktı.Sonra sola çevirdi başını kıyıya yakın birkaç adayı gördü.Sonra kenti gördü,kentin hareketini izledi.Tekrar önüne döndü,çok uzaklara bakmaya çalıştı.Uzaktaki ve yakındaki hızlı,yavaş,giden,duran,yükleme,boşaltma yapan gemileri,vapurları,kayıkları,yatları gördü.
Oturdu,çıkınını açıp yemeğini yedi.Gözü hep denizin hareketlerindeydi.Dalgaların en büyüğünü,en küçüğünü,hareketlerini,yönlerini izliyordu;onları sayıyor ve her sayıda nasıl değiştiklerini hayretle inceliyordu.Denizin farklı renklerine bakıyor,renklerin ve denizin hareketlerinin ilişkisini kurmaya çalışıyordu.Sonra renkler,sesler,kokular ve hareketler kombinasyonlarını ayırt etmeye çalışıyordu.Çıkınını kaldırdı ve ilk izlenimlerinin, değerlendirmelerinin,sonuçlarının notlarını aldı. Sonradan bu notları düşünüp gülecekti kendine.Gölün bilgisiyle,denizden,gördüğünü,kokladığını,duyduğunu ne kadarda yanlış değerlendirip,sonuçlar çıkardığını görecekti.Evet,aldığı notlar elbet doğruydu.Ama denizin temel nitelikleri değil,çok sıradan ve çok tali düzeylerini belirleyebilmişti.Asıl "bu başka,bu başka" diye sayıkladığı denizin özellikleri değildi,başkalıkları değildi aldığı notlar.Bunları anladığı zaman şöyle bir not düşmüştü defterine "herhangi bir nitelik başka bir niteliğin bilgisiyle çözümlenemez" Çok daha sonraları bir başka not daha ekledi" aslında bir şeyi gerçekten,tüm nitelikleriyle bilmek,her şeyi genel nitelikleriyle bilmektir. "Ama aradan çok zaman geçmesi gerekti bunu not etmesi için.Çok daha sonraları şehrin bilgelerinden olduğunda şöyle bir not daha ekledi "Her şey kendi özgüllüğü ile de ele alındığında hem aynı şeydir hem apayrı bir şey”.
Şaşkınlığı geçmişti.Kalktı ve yürüdü yarımadaya doğru.Birkaç gün,çıkını tükenene dek,yarımadanın bir noktasından hiç ayrılmadan denizle oynaştı.Eskiyen şaşkınlıklarına yenilerini ekleyerek,yeninin bambaşkalığını keşfetmeye çalışarak belki de ömrünün en güzel günlerini geçirdi.Denizde çok iyi yüzüyordu.Gerçi tuz kendisini çok etkiliyor ama içinde duyduğu coşku onu da sevmesine yol açıyordu.Dehşetli mutluydu.Suda kayar gibi yüzüyor,dalgaların en uç sınırında uçuyordu sanki.Dalganın kıyıya vurup geri dönüşündeki darmadağın oluşunu ama yepyeni bir başka dalga olarak denize doğru geri gidişini,bir kısmının gelen dalgalarla bozulup onlara katılışını,diğer kısmının dalgaların akış yönünün tersine olan hareketini,izleyebilecek ve bu ahengi bozmayacak kadar iyi yüzüyordu.
Şehirde deniz akvaryumculuğu ile ilgili bir iş bulması zor olmadı.Bu işi seviyor ama işinden arta kalan tüm zamanlarında denize gidiyordu.Mevsimler onu etkilemiyordu.Çocukluğundan beri tüm mevsimlerde kıyıda olduğundan alışıktı.Belki de yapısının buna müsait olduğundan hep kıyılardaydı.Kim bilir,belki de her ikisi birbirinin güdüleyici yasası olmuştu.
Önce zamanın yettiği kadar uzaklıktaki kıyılara kadar gitti.Daha ilk kez özel hazırladığı taşları sektirmeye başladığında 42' yi buldu.Bu göldekinin iki katıydı.Sonra farklı taşlar denedi,farklı taşlar ve yine farklı taşlar.Günün farklı saatlerinde denedi,farklı mevsimlerde,gece ve gündüz denedi.Hepsindeki farklı sonuçları kaydetti.Sonra sektirmelerin yarattığı halkalar kombinasyonunu izledi.Bazen yüze yüze saatlerce izliyordu halkaların hareketini.
Halkalar göldekinden farklıydı,taşın sudaki hareketi gibi her şey farklıydı.Halkaların et kalınlığı daha fazla,bir kere oluştuktan sonra halka içinde gibi gözüken suyun hareketi daha koyu,gölgeli gibi,hızı daha fazla ancak kırılganlığı daha çoktu.Halkalar en yüksek dalgalı zamanlarda bile kendini koruyabiliyor,gelen dalga, halkanın et kalınlığını kısmen alıyor,içindeki koyuluk azalıyordu.Halkanın bir kısmı dalgaya kapılıp gidiyor ama önemli bir kısmı dalganın üstünden kayıp yoluna devam ediyordu.Sonraki dalgalarda da bunlar tekrarlanıyor,halka sürekli değişerek ama duraksamaksızın hareketlerini sürdürüyordu.Bazen dalgalar ve suyun başka bir çok hareketi halkanın hem önünden hem sağından,hem solundan hem arkasından vuruyor,halka her yöne doğru yeni halkalar üreterek hareketlenirken bir kısmı da halka olma özelliğini kaybedip dalgalara ya da diğer su hareketlerine katılıyordu.Bunca hareketli su yüzeyinde bile bir taş sekmesinin yarattığı halkanın günler boyu çeşitli yönlere dağılarak,ilerleyerek etkisini koruduğunu gözlemişti.Evet bazen günler boyu bir halkayı yüzerek takip ediyor,halka bölündüğünde,tercih yapıp en iyi halkanın peşine takılıyor yüzüyor,yüzüyordu.
Merakı kabarıyordu,acaba bir halka nereye kadar halka olarak dayanıyordu,nerden sonra kendi özelliğini yitirip başka su hareketlerinin halka özellini oluşturan bir etki yapıyordu.Halkalar taşın,suyun,havanın,taşdan dolayı toprağın ve taşın fırlatıcısı insanın hareketlerinin güdülemesinden oluşuyor ama bir kere oluştumuydu artık kendisi,sudaki sayılamayacak ve hepsinin aynı anda izlenmesi bireysel olarak mümkün olamayacak güdülemeler yaratıyordu.
Akıntıları,dalgaları,deniz canlılarını,onların oluşturduğu hareketleri mevsimlerde,gece ve gündüzde oluşan halkaları hep inceliyor,inceliyordu.Denilebilirdi ki eğer başka evrenler ve başka evrenlerde başka canlılar bile olmuş olsa halkalar üzerine daha iyi tespit yapabilecek,değerlendirecek,sonuçlar çıkaracak ondan başkası yoktu.Bazen merak ederdi,acaba hayatın gerçekliklerine ilişkin başka konularda bu denli derinlemesine,genişlemesine,uzunlamasına emek veren ve emeğinin sonuçlarını takip eden başkaları varmıydı?Varsa onlarla karşılaşabilirmiydi?Çıkardığı sonuçları ve yasaları,zannediyordu ki, aynı sabrı,merakı başka konularda da olsa göstermiş insanlar, anlar ve onlar da zaten aynı sonuç ve yasalara ulaşmış olurlardı.
Bir keresinde,bir halkanın peşinden günlerce yüzerken,birdenbire halkasının binlerce halkanın etkisinde kaldığını farkedip, dehşetle bu binlerce halkanın nerden güdülendiğini görmek için başını kaldırdığında karşı kıyılara ulaştığını görmüştü.Karşı kıyılarda martılar dalıp,dalıp balık avlıyor,insanlar denizde taş sektiriyorlar,dalgalar oluşup üstüne geliyor,akıntılar halkaları bir o yana bir bu yana sürüklüyordu.
Karşı kıyıya çıkıp insanları izlemeye koyuldu.Oysa halkasının kıyıya vurup geri dönüşünü,batıya ve doğuya yayılışını ve birisinin peşinden gitmeyi öyle istiyordu ki.Ama kendisinin dışında da yüzlerce insanın denizde taş sektirdiğini ilk kez görmüştü.Uzun uzun izledi.Önce birini sonra diğerini,yürüdü,diğerlerini ve diğerlerini.Bunların hepsi iş olsun diye taş sektiriyorlardı.Gerçekten yaptıkları hareketi bilerek yapan ve yaptığının sonuçlarını merak eden,merakının peşinden giden yoktu bunların içinde.En iyisi 12 kez sektiriyordu.En kötüsü 1 kez.Biraz daha vakit geçirdi.Onları izleyip içinden eğlenerek ve acı çekerek, "kim bilir" dedi "belki de denizin ortasında, şurasında, burasında rastladığım bir çok sahipsiz,savrulan halka,bunlar gibilerin taşlarından oluşuyordu."
Hele içlerinden bazıları vardı ki avuç içi büyüklükteki biçimsiz taşları atıyorlardı denize. Bunlar herhalde sektirmek için değil taşın denize girdiğinde dışarı fırlayacak su parçacıklarını ve onların suya düştüklerinde oluşturduğu yüzlerce halkayı merak edip atıyorlardı diye düşündü. Atıyorlardı ve sonra arkalarına bakmadan gidiyorlardı, dönüyorlardı. Onların yerlerini yenileri alıyordu.Denizin içinde bazen şaşarak izlediği kendi halkasının yanından yöresinden geçen,bazen kendi halkasına çarpan halkaları hatırladı.O halkaların nasıl olup ta bu kadar biçimsiz ve çirkin oluşunu anlayamamıştı.Herhalde böyle biçimsiz,koca taşların atılmasından oluşuyordu o halkalar.O uygunsuz taşları denize atanlar o çirkin halkaların suyun hareketini ne kadar çirkinleştirdiğini ya bilmiyorlar ya da sudan nefret ediyorlar diye düşündü.
Sonra ayağa kalktı,çok güzel,rengarenk,dümdüz,saydam,hafif bir taş seçti,başka sivri bir taşla çok güzel,oval,küçük üç çentik açtı ucuna taşın.Etrafındakiler onu izlemeye başlamıştı.Sonra iki taş daha yaptı.Ancak birine bir çentik açtı birine ise hiç müdahale etmedi.O üç taşı bir kenara koydu.Çok güzel üç taş daha buldu.Onlara da hiç müdahale etmedi ve sonra bir üçlü grup daha buldu.Birinin ucuna değil üstüne bir yuvarlak çentik açtı.Birinin altına üçgen bir çentik açtı.Birinin tüm kenarlarını çentikledi.Ama her bir çentik birbirinden farklıydı.Taşları yan yana koydu;hep birlikte sanki işlenmiş bir sanat eserine benziyorlardı.
Sonra ilk üçlü taşı eline aldı.Üçlü oval çentik açtığı taşı havada estetik hareketler çizen kolu ve tüm vücuduyla denize fırlattı.Herkes yüksek sesle saymaya başladı,10'dan sonraki sayılarda kalabalığın sesi sayarken şaşkınlıktan artıyor,bağırıyor,haykırıyor,kahkaha atıyor ve şekilden şekile giriyordu.20’den sonrasını sayamadılar.Ama o saydı.Tam 64 sektirme yapmıştı.Bu onun rekoruydu.Sonra ilk üçlünün son iki taşını arka arkaya fırlattı.Kalabalık büyük bir gürültü ve şaşkınlıkla saymaya başladığında o hiç beklemeden diğer üç taşı aldı ve üçünü birden fırlattı,gürültü daha çok arttı.Hiç beklemeyip diğer üçlü taşı aldı,ilk ikisini birlikte fırlattı ve son taşı, her yanı farklı biçimde işlenmiş çentikli taşı en son fırlattı. İlk attıkları hala sekmeye devam ediyordu. Kalabalığın şaşkınlıkla bakışları onun üzerine odaklanırken o gözüne en değerli halkaları kestirdi ve suya atladı,kayar gibi yüzmesiyle en güzel halkalara yetişti;halkalar tam ayrı yönlere hareket edeceklerken işlenmiş taşın 24.halkasının peşine takıldı.Coşkudan hızlanmış,heyecandan yüzdüğünün bile farkında değildi;zevkten delirmiş ve delilik en sade haliymiş gibi yüzü nurlu bir hal almıştı.
Zaman ve mekan kavramını ikinci kez yitirdiğinin farkında değildi. Hiçbir şey hissetmiyor, düşünmüyor, sadece 24.halkayı değişimleri içinde izliyordu. Hiç bu denli güçlü, güzel, hızlı, et kalınlığı ideal, şeffaf, tüm su hareketlerinin etkilerini alan ve kendi etkilerini onlara veren ama ne kendi özelliklerinden bir şey kaybeden ne de etkilediklerinin özelliklerinden bir şey kaybettiren bir halka görmemişti.
Yüzdü, yüzdü, yüzdü. Bir an kendine geldiğinde her yerin karanlık olduğunu ve çok uzun, her yanı kapalı bir tünelde olduğunu fark etti. Halkanın kalınlığının iç ışıltılarını görebiliyordu sadece. Başka hiçbir şey göremiyor, o ışıltıların renk, biçim değiştirmesinden suyun üzerindeki hareketleri, diğer halkaları tahmin edebiliyordu.
Bu karanlık bitmek bilmiyordu. İlk kez tüm sezgileri bu kadar yoğundu ve halkayı izleyebilmek, tüm su hareketlerini, etkilerini hissedebilmek, diğer halkaların niteliklerini tahmin edebilmek için tüm duyuları birden olağanüstü çalışıyordu. Halka gözden kaybolduğunda çok korktu ama aynı ahenkle yüzmeye devam etti, tekrar gördü 24.halkayı. Sonra bir çok kez ışıltıyı kaybetti tekrar yakaladı. Artık diğer halkaların ışıltılarını da seçebiliyor, o ışıltıların yansımasından tüneli görme-hissetme karışımı bir duygu ile seziyor ve tünelin ucu bir türlü görünmüyordu.
Halkasını kaybetmesi giderek azalan korkularda yaratsa yine de korkmasına yetiyordu. Bir ara çok güçlü dalgalar gelmeye başladı. Çok fazla sayıda halkalar ama hala 24.halkayı takip edebiliyordu. Ona artık 24. halka demek doğru olurmuydu bilmiyordu. Çünkü tüm hareketlerden aldığı etkilerle o kadar çok değişmişti ki, o bu değişimi izlemenin zevkiyle,gerçekten tam bir değişim gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyordu. Ve artık her şey çok hızlıydı.
Birdenbire kendini suyun üstünde değil suyun içinde buldu. Tünel bitmişti. Halkası çok değişmişti. Bir halkayı hiç suyun içinde takip etmemiş hep suyun üstünde izlemişti. Gözden kaçırmamaya çalıştı ama nefesi de tükeniyordu. Halka güçlü bir darbeyle parçalandı. Parçalanan halkanın en güçlü halkasının peşinden yukarıya doğru süzüldü. Artık o parçaya halka demek doğrumuydu onu da bilmiyordu. Ama parçanın su içindeki değişimlerini, farklılaşmasını izlemek bir başka güzeldi. Bir kez daha, "bu başka bir şey, bu başka" diye sayıklamaya başladı. Parçayla birlikte gözü kör eden bir ışık altında su üstüne süzüldü ve parça tam su yüzeyine vardığında birdenbire ortadan kayboldu.
Bir an dehşetli bir korkuya ve şaşkınlığa kapıldı. Nerde olduğunu anlamak ve bir soluk almak için birkaç sanise başını dışarı çıkardı, gözünü kırptı, hayalinde kalanları unutmamaya çalışarak su üstünde halkanın parçasını aramak için panik içinde gözlerini bir o yana bir bu yana kaydırmaya başladı. Çok dikkatli baktığında suyun milyarlarca zerreden oluştuğunu fark etti ve kendi halka parçasının zerrelerini görmeye başladı. Mutluluktan ölecek gibiydi. Bakışlarıyla sevdi onları. Evet,onlar artık birer halka değildi, hatta bir su parçası diye de tanımlanamayabilirlerdi. Ama halkasını oluşturan zerreler niteliklerini kısmen de olsa koruyarak oradaydılar ve değişerek, etkileyerek, etkilenerek hareketlerine devam ediyorlardı.
Rahatlamış olarak zerrelerin peşini bıraktı ve çevresine bakınmaya başladı. Her yan sonsuzlukmuş gibi suydu. "Bu başka bir şey, " dedi, "bu başka bir şey. Bu su deniz değil. Tadı başka, kokusu başka, rengi, yoğunluğu başka. Sanki bin deniz bir araya gelmiş ama deniz olmaktan çıkmış. Çıkmış ama benim denizim de burada başka denizlerde. Yani hem deniz hem değil. Bu başka bir şey" diye düşünüyordu.
Yüzdü,yüzdü,yüzdü.Uzakta bir ada vardı.Arada bir kendi zerreciklerine rastladı.Bir zerrenin hafifliye hafifliye değişerek havaya yükselmesini izledi hayretle.Şaştı.Hiç aklına gelmemişti halkanın değişen parçalarını su dışında,havada, gökyüzünde izleyebileceği.
Adaya çıktı. Sırtüstü uzanıp gözlerini kapadı. Ayakları beline kadar suda, altın gibi bir kumda yatıyordu. Gözlerini açtığında yüzündeki su zerresini tanıdı. Hafifleyip havada süzülmesini izledi bir daha.
Doğruldu ayağa kalktı,her yan suydu.Adanın kıyısından başka kıyı yoktu "Vardır" diye düşündü "bu suyun da kıyıları,sınırları vardır.Belki çok geniştir ama vardır.Ama halkaları,onun zerrelerini izlemenin sınırı yok.Gökyüzünde bile mümkünmüş işte suyun içinde bile.Yüzünü duru bir sessizlik kaplamıştı.Çok mutluydu."Yaşamak ne güzel " diye düşündü. Yaşama sevinci ve coşkusunu keşfetmek gerçektende güzeldi o an. "Aslında her şeyin sınırlı ve her şeyin sınırsız olduğunu anlamak ne büyük bir mutluluk" "Yaşam bir sonsuzluk onun içinde durulaşmak ne hoş." Kalktı 20 metre kadar yürüdü.Okyanusun kenarındaki adada, akan bir dereden, ufak bir tatlı su göleti oluşmuştu.Bir taş aldı ve fırlattı,izledi.Daha önce gölette görebildikleriyle kıyaslanamayacak kadar çok şey görüyordu.Güldü.Göleti sevdi,okşadı.Kıyısına oturup suyla oynaşmaya başladı.
Aylar sonra şehre döndüğünde,onu tanıyanlar,ondaki değişimi hemen farketmişlerdi. Bakışları değişmiş, rahatlamıştı. Gözleri daha sevecen ve daha derindi. Birine veya bir şeye baktığında sanki içeriye, başka şeylere bakıyormuş ve başka bir şeyler arıyormuş gibi görünüyordu; ama bu rahatsızlık vermiyordu. Yürüyüşü ve duruşundaki katılık yok olmuş, sanki, havayla, rüzgarla, ağaçlarla, binalarla uyum içerisinde bir salınışa dönüşmüştü. Sesindeki tatlı tonun ve ahengin nasıl oluştuğunu merak etmişti herkes. Nefes alıp verişindeki uyum bile yanındakilere rahatlık veriyor ve sakinleştiriyordu. Herkes onun çok acı çektiğini söylüyordu. Herkesin acıdan anladığı ile kendisinin acıdan anladığının çok farklı şeyler olduğunu anlaması oldukça uzun süresini almıştı. Onun için acı, bir yanıyla fizikseldi, yani can yanmasıydı. Diğer yanıyla tutkuya yabancılaşma, uzaklaşmaydı. Gerisi hep mücadeleydi. Mücadele zaman zaman eşitsiz koşullarda oluyorsa, o bundan acı duymuyor, direnme azmini geliştirmeye çalışıyordu. Oysa, herkes mücadele etmek zorunda kalmayı acı olarak anlıyordu. O ise mücadelesiz bir yaşamın nasıl acısız bir yaşam olduğunu anlamıyor, asıl acının bu olduğunu düşünüyordu
Denize daha az gidiyor, tatlı ve tuzlu su akvaryumculuğuyla ilgileniyordu. Bunlardan arta kalan zamanlarında toprakla, çiçeklerle, hayvanlarla, yeni çıkan alet-edevatlarla ve daha bir çok şeyle ilgileniyordu. İnsanlarla ve özellikle çocuklarla daha çok vakit geçirmeye başlamıştı. Herkese elinden geldiğince yardım ediyor, hiçbir sorunu hafife almıyordu. Çocuklar onu çok seviyor, başkalarının hemen sıkıldığı oyun ve konuşmalarından o hiç sıkılmıyor ve çocuklarla çok hoş vakit geçiriyordu.
Köyüne ve eski göletine daha sık gidiyor ve her gittiğinde insanlar ve çocuklar onun gidişinden mutlu oluyordu.
Bir sabah göletin kenarında ufacık bir çocuk gördü. Taş sektiriyordu. Oturup onu izledi. Her seferinde daha güzel taş arıyordu ve daha dikkatli daha hırslı atıyordu. Cebinden defterini, kalemini çıkardı ve yazmaya başladı. Yorulduğunda saatler geçmiş gün aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Çocuk hala oradaydı ve taş sektirmeye devam ediyordu. Daha şimdiden on üç kez sektirebilmişti. Doğrulup çocuğun yanına gitti, başını okşadı. "Kolay gelsin" deyip elindeki defteri uzattı ve çocuk arkasından bakarken yürüdü yürüdü. Dudaklarından acı, coşku ve dinginliğin birleştiği bir ezgi karışıyordu havaya...