ashli
Bayan Üye
Türk ve Dünya tarihindeki kimi ilginç olayların anlatıldığı harika bir çalışma. Bir örnek:
BİR EKONOMİK KRİZ NASIL ÇIKARILIR
Cumhurbaşkanı Başbakana Ağır Konuştu, Böyle Oldu!
19 Şubat 2001 Pazartesi günü "Türkiye'nin asıl iktidar odağı" olarak
değerlendirilen Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) Şubat ayı olağan toplantısı
vardı. Her zamanki gibi Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında Çankaya Köşkü'nde
yapılan toplantı bu kez çok kısa sürmüştü.
Sabah 9.45'te başlayan toplantıyı Başbakan Bülent Ecevit ve diğer bakanlar 15
dakika sonra terk etmişler, Köşk'ün çıkışında gazetecilere açıklama yapmaya
yönelen Ecevit'i Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz engelleyerek "Başbakanlığa
gidelim, orada gereken açıklamayı yaparız" demişti.
Kısa bir süre sonra MGK'nın asker kanadı da Çankaya'dan ayrılınca iyice
afallayan gazeteciler büyük bir merak ve telaş içinde ne olduğunu öğrenmek için
koşuşturmaya başladılar. Nihayet Başbakan Ecevit saat 11.00'de Başbakanlıkta
kameraların karşısına geçtiğinde titreyen sesiyle şöyle konuşacaktı:
"MGK toplantısının açılışında gündeme geçilmeden önce kamu görevlileri önünde
Cumhurbaşkanı söz alarak son derece terbiye dışı bir üslupla bana ağır
ithamlarda bulundu. Devlet geleneklerimizde yeri olmayan eşi görülmedik bir
davranışta bulundu. Aynı üslupla yanıt vermemek için toplantıdan ayrılmayı
uygun gördüm. Ciddi bir krizdir bu."
Böylece ayrıntıları daha sonra öğrenilecek olayın ilk fotoğrafı çekilmişti.
Kamuoyunda büyük bir saygınlığı ve güvenilirliği olan Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer Başbakan Ecevit'i herhalde sert bir şekilde eleştirmiş, o da kızarak
toplantıyı terk etmişti. Esas gündem maddesi Avrupa Birliği'ne sunulacak
Ulusal Program taslağının görüşülmesi olan MGK toplantısı da böylece
başlamadan bitmişti.
Günün ilerleyen saatlerinde öğrenilen ayrıntılara göre Cumhurbaşkanı şöyle
demişti:
"Gündeme geçilmeden önce bazı konulara değinmek istiyorum. Siz başbakan
olarak yasamayı elinizin altına aldınız. Milletvekillerini oy makinesi haline
getirdiniz. Yargıya da müdahale ediyorsunuz. DGM savcısı Talat Şalk hakkında
tahkikat açtırıyorsunuz. Yaptığınız işler doğru değil. Devlet Denetleme
Kurulu'nun bankaları denetlemesine 'Denetimin denetlemesi mi olur?' diye karşı
çıkıyorsunuz? Bu denetimden neden korkuyorsunuz? (Ecevit'in yüzünün
gerilmesi üzerine) Ters ters bakmayın lütfen. Anayasadaki yetkilerimi
kullanarak Devlet Denetleme Kurulu'nu görevlendirdim."
Ecevit (sinirli bir biçimde): Bitti mi?
Cumhurbaşkanı devam ediyor: Hayır, bitmedi. İşte dosyalar burada. Bazı
bakanların da adları geçiyor. Bir bakanı görevden almayı bile beceremediniz.
Çamurun üstünde oturuyorsunuz. Siz temizleyemiyorsanız, biz temizleyelim.
Hepsinin üzerine gideceğim, beni engelleyemeyeceksiniz.
Devlet Bakanı ve Ecevit'in gölgesi Hüsamettin Özkan atılıyor: Şu Anayasadan
gönderin de biz de okuyalım. (Cumhurbaşkanı elindeki Anayasayı Özkan'a
fırlatır, Özkan da geri atar.) Burada oturmaya layık değilsiniz. Nankörsünüz.
Sizi biz oturttuk, indirmeyi de biliriz.
Cumhurbaşkanı: Beni Meclis seçti.
Özkan: Hukuktan bahsediyorsunuz ama kiraların yüzde 10'la sınırlanması
kanunu var, siz kendi evinizi yüzde 25 artış yaparak kiraya verdiniz.
Ecevit: Bu şartlarda toplantıyı sürdürmemiz mümkün değil diyerek salondan
ayrılıyor.
İşte böylece 5 dakikayı bulmayan bu tartışmanın kamuoyuna yansıtılmasıyla
birlikte ortalık birbirine girecek ve asıl olarak da olan ekonomiye olacaktı. Bu
sözlerle patlak veren siyasi kriz ekonomide tam bir çöküşe yol açan derin bir
krizin tetikleyicisi rolünü üstlenecekti.
Bir yılı aşkın bir süredir IMF ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde bir "istikrar
programı" uygulayan hükümet ekonomideki çöküşün sorumluluğunu önce
cumhurbaşkanına atmaya çalıştıysa da kamuoyunu pek ikna edemeyecek ve
"kendim ettim, kendim buldum" hesabı işin içinden nasıl çıkacağını kara kara
düşünmeye başlayacaktı.
Başbakanın saat 11.00'de yaptığı açıklamadan sonraki 6 saat içinde Merkez
Bankası'ndan 7 milyar doların üzerinde döviz çekilmiş, İstanbul Borsası tepe
taklak olmuş, gecelik repo faizleri yüzde 7500'e kadar fırlamıştı.
İki büyük kamu bankası, Ziraat Bankası ve Halk Bankası ödeme yükümlüklerini
yerine getiremiyor, yabancı ajanslar flaş haber olarak şu cümleyi abonelerine
geçiyordu: "Turkish banking system is at default." (Türk bankacılık sistemi
çöktü.) Borsanın asıl tarihi düşüşü 21 Şubat Çarşamba günü gerçekleşecek ve bir
"Kara Çarşamba"yı daha idrak eden endeks tarihinde ilk kez bir günde yüzde 18
değer kaybedecekti.
Ekonomide her şey o kadar pamuk ipliğine bağlıydı ki, IMF ile yapılan program
çökmüş ve hükümet ne yapacağını bilemez duruma düşmüştü. İlerleyen
günlerde, bizzat Başbakan ekonominin durumunun iyi olmadığını, hatta böylesi
bir krizin beklendiğini bile itiraf edecek ve siyasi krizin doğmasına yol açan
davranışının gelişmelerdeki rolünü küçültmeye çalışacaktı.
21 Şubat "Kara Çarşamba"yı izleyen günlerde koalisyon liderleri başta olmak
üzere ekonomi uzmanlarından büyük sermayenin temsilcilerine kadar hemen
her kesim toplantı üzerine toplantı, ortalığı sakinleştirmeye yönelik olarak
açıklama üzerine açıklama yaparken ekonomi ise adeta duruyordu. Özellikle
bankacılık sistemi tam anlamıyla felç olmuştu.
Kredi faizlerinin ulaştığı inanılmaz rakamlar karşısında kimse bankalara
yanaşamaz duruma gelmişti. Çekler ödenemiyordu. Bir hafta içinde binlerce
işyeri kapanırken yüz binlerce kişi de işsiz kalmıştı. Hükümet istifa baskısı
altına alınırken erken seçim, "teknokratlar hükümeti" gibi öneriler tekrar ortaya
sürülmeye başlanmıştı. Büyük sermaye ekonominin yönetiminden şikayet ederek
hükümette düzenlemeler ve en azından ekonominin sorumluluğunun tek elde
toplanmasını istiyordu.
Sonuçta hükümet IMF ile yaptığı programdan vazgeçmek anlamına gelen
dövizde dalgalı kur sistemine geçmeye karar verecekti. Aslında bu yüzde 30'a
ulaşan bir devalüasyon demekti. Böylece ABD dolarının Türk lirası karşısındaki
değeri bir anda 680 bin liradan yaklaşık bir milyona yükselirken yıllık oram
yüzde 30'ların altına indirildi diye sevinilen enflasyon da yeniden yükselişe geçti.
Yeni düzenlemeler çerçevesinde 2001 yılında enflasyon oranı yüzde 50'de
tutulabilirse bu, başarı olacaktı.
Bu arada doğan güvensizlik ortamını gidermek ve büyük sermayenin taleplerine
de karşılık vermek üzere ekonominin yönetiminin teslim edileceği bir "sihirbaz"
ABD'den bulunarak ithal edilecekti. 23 yıldır Dünya Bankası'nda çalışmakta
olan ve Dünya Bankası Başkanı'nın 26 yardımcısından biri olan Kemal Derviş
Ankara'ya davet edilecek ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapılarak krizi
aşma görevini üstlenecekti.
Artık medyanın yeni yıldızı olan Derviş'in "ekonominin patronluğu"na getirilişi
aslında Türkiye'nin son çeyrek yüzyıllık tarihini iyi bilenler için hiç de iyi şeyler
çağrıştırmıyordu. 1958'de, 1970'de, 1980'de, 1994'teki büyük devalüasyonları ve
ekonomik krizleri adeta kaçınılmaz olarak askeri darbelerin, ordunun siyasete
açıktan müdahalelerinin izlediğini bilenler bu durum karşısında tabii ki iyi rüya
görmüyorlardı.
Örneğin 12 Mart döneminde de Dünya Bankası'nın bir başka Türk yöneticisinin,
Atilla Karaosmanoğlu'nun aynı şekilde ABD'den ithal edilerek ekonominin
başına getirildiğini hatırlayanlar bu filmin sonunu az çok tahmin etmelerine
rağmen, aradan geçen çeyrek yüzyılda değişen pek çok faktörün varlığını da
dikkate alarak durumu, "Du bakali, ne ölçek?" diye gözlerken aşağıdaki fıkrayı
da akıllarından çıkaramıyorlardı.
Fıkra bu ya, yaşlı bir adamın genç bir karısı varmış. Çok kıskanç olan dindar
koca karısını bir yere bırakmazmış. Bir gün karısı sinemada Hazreti Ebubekir'in
hayatını anlatan bir film olduğunu ve ona gitmek istediğini söylemiş. Adam
mecburen izin vermiş ama iyice örtünmesini ve hiçbir yere takılmadan
sinemadan hemen eve dönmesini sıkı sıkı tembih etmiş. Ertesi gün kadın
sinemaya gitmiş ve dönmüş. Akşam kocası sormuş, ee ne oldu, anlat bakalım.
Kadın başlamış anlatmaya. İyice sarınıp sarmalandım ve evden çıktım. Bir de ne
göreyim adamın biri bizim kapının önünde duruyor. "Ee", demiş adam, "du
bakali, ne ölçek?" Sinemaya gitmek için yola koyuldum, adam da peşimden
gelmesin mi? "Ee, du bakali, ne ölçek?" Bilet alıp içeri girdim, biraz sonra ne
göreyim, adam da gelip yanıma oturmaz mı? "Ee, du bakali, ne ölçek?"
Film bitti, sinemadan çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Adam da ardım sıra
gelmez mi? "Ee, du bakali, ne ölçek?" Kapıyı açıp içeri girdim, adam da içeri
girmez mi? "Ee, du bakali, ne ölçek?" Yatak odasına gidip soyundum, adam da
soyunmaya başlamaz mı? Yaşlı koca iyice heyecanlanmış, "Ee, du bakali, ne
ölçek?" Yatağa girdim, adam da girmez mi? Yaşlı koca yine "Ee, du bakali, ne
ölçek?" deyince kadın artık dayanamamış, patlamış; "Ee, yeter be adam" demiş,
"artık bundan sonra da ne olacağını bilmiyor musun?"
http://www.mediafire.com/?htddkdmmkma
BİR EKONOMİK KRİZ NASIL ÇIKARILIR
Cumhurbaşkanı Başbakana Ağır Konuştu, Böyle Oldu!
19 Şubat 2001 Pazartesi günü "Türkiye'nin asıl iktidar odağı" olarak
değerlendirilen Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) Şubat ayı olağan toplantısı
vardı. Her zamanki gibi Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında Çankaya Köşkü'nde
yapılan toplantı bu kez çok kısa sürmüştü.
Sabah 9.45'te başlayan toplantıyı Başbakan Bülent Ecevit ve diğer bakanlar 15
dakika sonra terk etmişler, Köşk'ün çıkışında gazetecilere açıklama yapmaya
yönelen Ecevit'i Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz engelleyerek "Başbakanlığa
gidelim, orada gereken açıklamayı yaparız" demişti.
Kısa bir süre sonra MGK'nın asker kanadı da Çankaya'dan ayrılınca iyice
afallayan gazeteciler büyük bir merak ve telaş içinde ne olduğunu öğrenmek için
koşuşturmaya başladılar. Nihayet Başbakan Ecevit saat 11.00'de Başbakanlıkta
kameraların karşısına geçtiğinde titreyen sesiyle şöyle konuşacaktı:
"MGK toplantısının açılışında gündeme geçilmeden önce kamu görevlileri önünde
Cumhurbaşkanı söz alarak son derece terbiye dışı bir üslupla bana ağır
ithamlarda bulundu. Devlet geleneklerimizde yeri olmayan eşi görülmedik bir
davranışta bulundu. Aynı üslupla yanıt vermemek için toplantıdan ayrılmayı
uygun gördüm. Ciddi bir krizdir bu."
Böylece ayrıntıları daha sonra öğrenilecek olayın ilk fotoğrafı çekilmişti.
Kamuoyunda büyük bir saygınlığı ve güvenilirliği olan Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer Başbakan Ecevit'i herhalde sert bir şekilde eleştirmiş, o da kızarak
toplantıyı terk etmişti. Esas gündem maddesi Avrupa Birliği'ne sunulacak
Ulusal Program taslağının görüşülmesi olan MGK toplantısı da böylece
başlamadan bitmişti.
Günün ilerleyen saatlerinde öğrenilen ayrıntılara göre Cumhurbaşkanı şöyle
demişti:
"Gündeme geçilmeden önce bazı konulara değinmek istiyorum. Siz başbakan
olarak yasamayı elinizin altına aldınız. Milletvekillerini oy makinesi haline
getirdiniz. Yargıya da müdahale ediyorsunuz. DGM savcısı Talat Şalk hakkında
tahkikat açtırıyorsunuz. Yaptığınız işler doğru değil. Devlet Denetleme
Kurulu'nun bankaları denetlemesine 'Denetimin denetlemesi mi olur?' diye karşı
çıkıyorsunuz? Bu denetimden neden korkuyorsunuz? (Ecevit'in yüzünün
gerilmesi üzerine) Ters ters bakmayın lütfen. Anayasadaki yetkilerimi
kullanarak Devlet Denetleme Kurulu'nu görevlendirdim."
Ecevit (sinirli bir biçimde): Bitti mi?
Cumhurbaşkanı devam ediyor: Hayır, bitmedi. İşte dosyalar burada. Bazı
bakanların da adları geçiyor. Bir bakanı görevden almayı bile beceremediniz.
Çamurun üstünde oturuyorsunuz. Siz temizleyemiyorsanız, biz temizleyelim.
Hepsinin üzerine gideceğim, beni engelleyemeyeceksiniz.
Devlet Bakanı ve Ecevit'in gölgesi Hüsamettin Özkan atılıyor: Şu Anayasadan
gönderin de biz de okuyalım. (Cumhurbaşkanı elindeki Anayasayı Özkan'a
fırlatır, Özkan da geri atar.) Burada oturmaya layık değilsiniz. Nankörsünüz.
Sizi biz oturttuk, indirmeyi de biliriz.
Cumhurbaşkanı: Beni Meclis seçti.
Özkan: Hukuktan bahsediyorsunuz ama kiraların yüzde 10'la sınırlanması
kanunu var, siz kendi evinizi yüzde 25 artış yaparak kiraya verdiniz.
Ecevit: Bu şartlarda toplantıyı sürdürmemiz mümkün değil diyerek salondan
ayrılıyor.
İşte böylece 5 dakikayı bulmayan bu tartışmanın kamuoyuna yansıtılmasıyla
birlikte ortalık birbirine girecek ve asıl olarak da olan ekonomiye olacaktı. Bu
sözlerle patlak veren siyasi kriz ekonomide tam bir çöküşe yol açan derin bir
krizin tetikleyicisi rolünü üstlenecekti.
Bir yılı aşkın bir süredir IMF ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde bir "istikrar
programı" uygulayan hükümet ekonomideki çöküşün sorumluluğunu önce
cumhurbaşkanına atmaya çalıştıysa da kamuoyunu pek ikna edemeyecek ve
"kendim ettim, kendim buldum" hesabı işin içinden nasıl çıkacağını kara kara
düşünmeye başlayacaktı.
Başbakanın saat 11.00'de yaptığı açıklamadan sonraki 6 saat içinde Merkez
Bankası'ndan 7 milyar doların üzerinde döviz çekilmiş, İstanbul Borsası tepe
taklak olmuş, gecelik repo faizleri yüzde 7500'e kadar fırlamıştı.
İki büyük kamu bankası, Ziraat Bankası ve Halk Bankası ödeme yükümlüklerini
yerine getiremiyor, yabancı ajanslar flaş haber olarak şu cümleyi abonelerine
geçiyordu: "Turkish banking system is at default." (Türk bankacılık sistemi
çöktü.) Borsanın asıl tarihi düşüşü 21 Şubat Çarşamba günü gerçekleşecek ve bir
"Kara Çarşamba"yı daha idrak eden endeks tarihinde ilk kez bir günde yüzde 18
değer kaybedecekti.
Ekonomide her şey o kadar pamuk ipliğine bağlıydı ki, IMF ile yapılan program
çökmüş ve hükümet ne yapacağını bilemez duruma düşmüştü. İlerleyen
günlerde, bizzat Başbakan ekonominin durumunun iyi olmadığını, hatta böylesi
bir krizin beklendiğini bile itiraf edecek ve siyasi krizin doğmasına yol açan
davranışının gelişmelerdeki rolünü küçültmeye çalışacaktı.
21 Şubat "Kara Çarşamba"yı izleyen günlerde koalisyon liderleri başta olmak
üzere ekonomi uzmanlarından büyük sermayenin temsilcilerine kadar hemen
her kesim toplantı üzerine toplantı, ortalığı sakinleştirmeye yönelik olarak
açıklama üzerine açıklama yaparken ekonomi ise adeta duruyordu. Özellikle
bankacılık sistemi tam anlamıyla felç olmuştu.
Kredi faizlerinin ulaştığı inanılmaz rakamlar karşısında kimse bankalara
yanaşamaz duruma gelmişti. Çekler ödenemiyordu. Bir hafta içinde binlerce
işyeri kapanırken yüz binlerce kişi de işsiz kalmıştı. Hükümet istifa baskısı
altına alınırken erken seçim, "teknokratlar hükümeti" gibi öneriler tekrar ortaya
sürülmeye başlanmıştı. Büyük sermaye ekonominin yönetiminden şikayet ederek
hükümette düzenlemeler ve en azından ekonominin sorumluluğunun tek elde
toplanmasını istiyordu.
Sonuçta hükümet IMF ile yaptığı programdan vazgeçmek anlamına gelen
dövizde dalgalı kur sistemine geçmeye karar verecekti. Aslında bu yüzde 30'a
ulaşan bir devalüasyon demekti. Böylece ABD dolarının Türk lirası karşısındaki
değeri bir anda 680 bin liradan yaklaşık bir milyona yükselirken yıllık oram
yüzde 30'ların altına indirildi diye sevinilen enflasyon da yeniden yükselişe geçti.
Yeni düzenlemeler çerçevesinde 2001 yılında enflasyon oranı yüzde 50'de
tutulabilirse bu, başarı olacaktı.
Bu arada doğan güvensizlik ortamını gidermek ve büyük sermayenin taleplerine
de karşılık vermek üzere ekonominin yönetiminin teslim edileceği bir "sihirbaz"
ABD'den bulunarak ithal edilecekti. 23 yıldır Dünya Bankası'nda çalışmakta
olan ve Dünya Bankası Başkanı'nın 26 yardımcısından biri olan Kemal Derviş
Ankara'ya davet edilecek ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapılarak krizi
aşma görevini üstlenecekti.
Artık medyanın yeni yıldızı olan Derviş'in "ekonominin patronluğu"na getirilişi
aslında Türkiye'nin son çeyrek yüzyıllık tarihini iyi bilenler için hiç de iyi şeyler
çağrıştırmıyordu. 1958'de, 1970'de, 1980'de, 1994'teki büyük devalüasyonları ve
ekonomik krizleri adeta kaçınılmaz olarak askeri darbelerin, ordunun siyasete
açıktan müdahalelerinin izlediğini bilenler bu durum karşısında tabii ki iyi rüya
görmüyorlardı.
Örneğin 12 Mart döneminde de Dünya Bankası'nın bir başka Türk yöneticisinin,
Atilla Karaosmanoğlu'nun aynı şekilde ABD'den ithal edilerek ekonominin
başına getirildiğini hatırlayanlar bu filmin sonunu az çok tahmin etmelerine
rağmen, aradan geçen çeyrek yüzyılda değişen pek çok faktörün varlığını da
dikkate alarak durumu, "Du bakali, ne ölçek?" diye gözlerken aşağıdaki fıkrayı
da akıllarından çıkaramıyorlardı.
Fıkra bu ya, yaşlı bir adamın genç bir karısı varmış. Çok kıskanç olan dindar
koca karısını bir yere bırakmazmış. Bir gün karısı sinemada Hazreti Ebubekir'in
hayatını anlatan bir film olduğunu ve ona gitmek istediğini söylemiş. Adam
mecburen izin vermiş ama iyice örtünmesini ve hiçbir yere takılmadan
sinemadan hemen eve dönmesini sıkı sıkı tembih etmiş. Ertesi gün kadın
sinemaya gitmiş ve dönmüş. Akşam kocası sormuş, ee ne oldu, anlat bakalım.
Kadın başlamış anlatmaya. İyice sarınıp sarmalandım ve evden çıktım. Bir de ne
göreyim adamın biri bizim kapının önünde duruyor. "Ee", demiş adam, "du
bakali, ne ölçek?" Sinemaya gitmek için yola koyuldum, adam da peşimden
gelmesin mi? "Ee, du bakali, ne ölçek?" Bilet alıp içeri girdim, biraz sonra ne
göreyim, adam da gelip yanıma oturmaz mı? "Ee, du bakali, ne ölçek?"
Film bitti, sinemadan çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Adam da ardım sıra
gelmez mi? "Ee, du bakali, ne ölçek?" Kapıyı açıp içeri girdim, adam da içeri
girmez mi? "Ee, du bakali, ne ölçek?" Yatak odasına gidip soyundum, adam da
soyunmaya başlamaz mı? Yaşlı koca iyice heyecanlanmış, "Ee, du bakali, ne
ölçek?" Yatağa girdim, adam da girmez mi? Yaşlı koca yine "Ee, du bakali, ne
ölçek?" deyince kadın artık dayanamamış, patlamış; "Ee, yeter be adam" demiş,
"artık bundan sonra da ne olacağını bilmiyor musun?"
http://www.mediafire.com/?htddkdmmkma