Heulwen
Kayıtlı Üye
Tarihin İlk Kubbeli Bazilikası Câmi-i Ayasofya-i Kebir
Tonlarca altının kullanıldığı Ayasofya mozaiklerinin yapımında altının yanı sıra, gümüş, renkli cam, pişmiş toprak ve renkli mermer gibi taş parçaları kullanılmıştır.
Ayasofya Camii, Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından M.S. 537 yılında İstanbulun eski şehir merkezine inşa ettirilmiştir. Kutsal Bilgelik anlamına gelen Hagia Sophia adı verilen bina 532-537 yılları arasında beş yıl on ay (5 yıl, 11 ay 10 olduğu da söylenir) tamamlanmıştır. Dünyanın en eski ve en hızlı inşa edilen katedralidir. Günümüzde, dünyanın dördüncü büyük katedrali olarak kabul edilir. Ayasofya, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının başyapıtları arasında yer alır.
Bizans tarihçileri Ayasofyanın ilk olarak İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığını ileri sürmüşlerdir. Bazilika planlı, ahşap çatılı bu yapı, bir ayaklanma sonunda yanmıştır. Bu yapıdan hiçbir kalıntı günümüze gelmemiştir. İmparator II. Theodosius, Ayasofyayı ikinci defa yaptırmış ve 415te ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532de Nika ihtilali sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. İmparator I. Jüstinyen (527-565) ilk iki Ayasofyadan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletoslu İsidoros ve Trallesi Anthemiosa günümüze ulaşan Ayasofyayı yaptırmıştır. Anadolunun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofyada kullanılmak üzere İstanbula getirilmiştir. Nitekim Çapı 31-33 m. arasında değişen kubbe Rodos adasından getirtilen çok hafif bir tuğla ile örülmüştür. bu tuğlaların 12 tanesi normal bir toprak tuğla ağırlığındaydılar. Tuğlaların hafifliği sayesine hem bu kadar büyük çaplı bir kubbe yapılabilmiş, hem de kubbenin olabildiğince yassı olması sağlanmıştır.
Ayasofya ve çevresindeki mahallelerdeki evlerin çoğu su üzerine bina edilen kemerler üstüne kurulmuştur. Bazen bu mahalledeki saray ve evlerin altındaki kemerler yıkılmakta ve binalar çökmektedir. Ayrıca Camiin içinde su içmek için depolar vardır:
Sultan III. Muratın ve bazı şehzadelerin türbeleri de bu caminin haziresindedir.
Erbain 40 günlük riyazat ve halvet olarak bilinen uygulamanın adıdır. Bu 40 günde maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek için, kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, az uyumak, çok ibâdet etmek icap eder. Nitekim Hz. Musa Sina Çölünde 40 yıl dolaşmıştır. Hz. İsa kırk gün kırk gece oruç tutmuştur.[1] Yine Erbain çıkarmak için Hz. İsa çölde kırk gün boyunca kalmıştır.[2] Bu örnekler çoğaltılabilir. 40 sayısı Musevî ve Hıristiyan teolojisinde de önem taşımaktadır.
Ayasofyanın kubbesinde yer alan 40 adet pencerenin bu 40 sayısına işareten yapıldığı düşünülebilir. 40 rakamı mimarlardan ziyade İmparatorun bir tercihi gibi görünmektedir. Nitekim Osmanlı padişahlarının bazen Cami minarelerinin sayısına müdahale ettikleri malûmdur.
İstanbulun fethinden bir gün önce Ayasofyada imparatorun, bütün devlet ve saray erkânının gözyaşlarıyla katıldığı büyük bir ayin yapılır. Bu Ayasofyada yapılan son ayindir. Ayrıca sokaklardan papazların idare ettiği ayin alayları geçirilmiş, bütün halk bu alaylara katılmış, İstanbulun içi kyrie eleison yani Tanrım bize merhamet et dualarıyla çınlamış, kadın ve çocukların vaveylaları içinde yoluna devam eden alay surlara kadar ilerleyerek Bizansın son tahkimatını takdis etmişlerdir. İmparator, Bizanslıları mukavemete teşvik eden son nutkunda Doğu Romanın uzun bir inhitat (gerileme) ahlâksızlığından sonra bu akıbete layık olduğunu belirtmiş ve Eğer şu son tavsiyelerime riayet edecek olursanız Allahın bize yolladığı haklı cezadan belki kurtululabiliriz demiştir.[3]
Fatih, yaya olarak kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır. Fatih Ayasofyaya girince secde-i şükrana kapanmış, iki rekat namaz kılmış, ilk ezanın da bu sırada okunduğu rivayet edilmiştir.[4]
Bizans tarihçisi Dukas, Ayasofyada ilk ezanın okunmasından ve ilk namazın kılınmasından duyduğu ızdırabı şöyle dile getirir; Âdem-i meşrûiyetin veledi, Deccalın mübeşşiri, mihraptaki mukaddes din taşının üstüne çıkarak, namazını kıldı. Nedir bu nekbet? (felâket) Heyhat nedir bu dehşet veren acîbe, eyvah ne olacağız? Vay vay, neler görüyoruz? Altında havarilerin ve şehitlerin mübarek bakiyeleri medfun (defnedilmiş) bulunan bu mukaddes mihrap üzerinde bir Türk, bu mihrabın üzerinde bir dinsiz(?) Ey güneş titre! Allahın kuzusu nerededir? Bu mihrap üzerinde kurban olan, yenilen ve hiçbir zaman tükenmeyen Babanın oğlu nerede? Hakikaten fasit bir neticeye vardık, günahlarımızdan dolayı bizim ibadetimiz, diğer milletlere nispetle, hiç nazarı itibara alınmamıştır. Allahın hikmeti namına bina olunan, Ekânim-i Selâse kilisesi, Büyük Kilise ve Yeni Sion adlarını almış olan bu mâbed, bu gün barbarların ibâdet yeri ve Muhammedin evi adını aldı ve öyle oldu. Ey Cenâb-ı Hak verdiğin hüküm adildir![5]
Fethin üçüncü günü olan Cuma günü Fatih, Ayasofyaya gelip ilk Cuma namazını askerleriyle beraber kılmıştır. İmamete İstanbulun fethinin manevî mimarı Akşemseddin geçmiş, ilk olarak Fatih namına hutbeyi de bu zât okumuştur. Bazı kaynaklarda ise hutbenin Fatih tarafından okunduğu yazılmaktadır. Diğer bir rivayette ise Fatih Ayasofyanın camiye tahvil edildiği gün askerine bir hutbe irad etmiştir. Fatihin iradesiyle bu Cuma gününden evvel Ayasofyadaki tasvirlerle heykeller ve ikonlar kaldırılıp, kıble tarafına mihrab yapıldığı ve minber konulduğu, bütün hazırlıkların Cuma gününe kadar ikmali için mimarlarla ustaların gece gündüz çalıştıkları rivayet olunur[6]
Ayasofya her devirde çok büyük masraflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Osmanlıların şehri fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofyanın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü Bizansın bu masrafı karşılayacak gücü artık kalmamıştı.
Sultan II. Selim (1566 - 1574)in hükümdarlığının son yıllarında Ayasofyanın duvarları dışa doğru açılmaya başlamış ve yapı, bütünüyle yıkılma tehlikesiyle karşılaşmıştı, Bunun üzerine padişah, yanına devlet büyüklerini, Mimar Sinan başta olmak üzere hassa mimarlarını alarak Ayasofyaya gelmiş, durumu yerinde görerek gerekli önlemleri aldırmıştır Mimar Sinan, yapıya bitişik evleri kaldırtmış, caminin iki yanında otuz beşer arşınlık (yaklaşık 24 metre) boşluk bırakarak yollar açmış, tahta minareyi yıkmış, kuzeybatı ile güneybatıya aynı zamanda payanda görevini üstlenecek iki minare daha eklemiştir Ayrıca Ayasofyanın kuzeyine, yıkılan evlerden kalan yerlere yine dayanak olmak üzere iki payanda daha yaptırmıştır Sultan II Selimin Mimar Sinana başlattığı bu onarım oldukça uzun sürmüş, çalışmalar Sultan II Muratın (1574-1595) saltanatının ilk yıllarında tamamlanmıştır
Mimar Sinanın XVI. yy da eklediği payanda duvarları ve minareler Ayasofyayı bugüne taşımıştır. XIX. yy. ortasında ise ne yazık ki milyonlarca kilometrelik ülke içinde bunu gerçekleştirebilecek mimar bulunamadığı için olsa gerek Ayasofyadaki restorasyonu için İsviçreden mimar getirilmiştir. Kardeşi Giuseppeyle birlikte 1847-1849 arasında restorasyonu yürüten Gaspare Fossati, mozaiklerle ilgili de kapsamlı bir çalışma yapmıştır. Dökülen sıvaların altından parıldamaya başlayan mozaikler, Sultan Abdülmecidin talimatıyla açılmış, bakım ve onarımları yapılmış ve daha sonra tahrip edilmeden tekrar sıvayla kapatılarak gizlenmiştir.
Gaspare Fossati zamanında açık olan ve bu restorasyondan sonra yüzü maskeyle kapatılan, altı kanatlı melek figüründen birinin (serafim meleği) yüzü 2010 yılında açılmıştır.
1930dan itibaren yapılan diğer yenilemeler ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ise diğer önemli tamirlerdir
1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizansın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan ünlü Türk hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendinin yazdığı kubbedeki Allah, göklerin ve yerin nurudur. (Nûr sûresi 35. Âyet) büyük bir şahaserdir.
Aynı zamanda Ayasofya müzeye çevrildiğinde büyüklükleri yüzünden dışarıya çıkartılamayan levhalarda, Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali Hz. Hasan, Hz. Hüseyinin isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar bulunmaktadır.
[1] Matta Bölüm 4 : Mat.4: 2
[2] Markos Bölüm 1 : Mar.1: 13
[3] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 252; İlhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968,
[4] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 260; İlhan Akçay, Ayasofya Camii
[5] Dukas, Bizans Tarihi, s. 184.
[6] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 262-263; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye.
Tonlarca altının kullanıldığı Ayasofya mozaiklerinin yapımında altının yanı sıra, gümüş, renkli cam, pişmiş toprak ve renkli mermer gibi taş parçaları kullanılmıştır.
Ayasofya Camii, Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından M.S. 537 yılında İstanbulun eski şehir merkezine inşa ettirilmiştir. Kutsal Bilgelik anlamına gelen Hagia Sophia adı verilen bina 532-537 yılları arasında beş yıl on ay (5 yıl, 11 ay 10 olduğu da söylenir) tamamlanmıştır. Dünyanın en eski ve en hızlı inşa edilen katedralidir. Günümüzde, dünyanın dördüncü büyük katedrali olarak kabul edilir. Ayasofya, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının başyapıtları arasında yer alır.
Bizans tarihçileri Ayasofyanın ilk olarak İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığını ileri sürmüşlerdir. Bazilika planlı, ahşap çatılı bu yapı, bir ayaklanma sonunda yanmıştır. Bu yapıdan hiçbir kalıntı günümüze gelmemiştir. İmparator II. Theodosius, Ayasofyayı ikinci defa yaptırmış ve 415te ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532de Nika ihtilali sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. İmparator I. Jüstinyen (527-565) ilk iki Ayasofyadan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletoslu İsidoros ve Trallesi Anthemiosa günümüze ulaşan Ayasofyayı yaptırmıştır. Anadolunun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofyada kullanılmak üzere İstanbula getirilmiştir. Nitekim Çapı 31-33 m. arasında değişen kubbe Rodos adasından getirtilen çok hafif bir tuğla ile örülmüştür. bu tuğlaların 12 tanesi normal bir toprak tuğla ağırlığındaydılar. Tuğlaların hafifliği sayesine hem bu kadar büyük çaplı bir kubbe yapılabilmiş, hem de kubbenin olabildiğince yassı olması sağlanmıştır.
Ayasofya ve çevresindeki mahallelerdeki evlerin çoğu su üzerine bina edilen kemerler üstüne kurulmuştur. Bazen bu mahalledeki saray ve evlerin altındaki kemerler yıkılmakta ve binalar çökmektedir. Ayrıca Camiin içinde su içmek için depolar vardır:
Sultan III. Muratın ve bazı şehzadelerin türbeleri de bu caminin haziresindedir.
Erbain 40 günlük riyazat ve halvet olarak bilinen uygulamanın adıdır. Bu 40 günde maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek için, kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, az uyumak, çok ibâdet etmek icap eder. Nitekim Hz. Musa Sina Çölünde 40 yıl dolaşmıştır. Hz. İsa kırk gün kırk gece oruç tutmuştur.[1] Yine Erbain çıkarmak için Hz. İsa çölde kırk gün boyunca kalmıştır.[2] Bu örnekler çoğaltılabilir. 40 sayısı Musevî ve Hıristiyan teolojisinde de önem taşımaktadır.
Ayasofyanın kubbesinde yer alan 40 adet pencerenin bu 40 sayısına işareten yapıldığı düşünülebilir. 40 rakamı mimarlardan ziyade İmparatorun bir tercihi gibi görünmektedir. Nitekim Osmanlı padişahlarının bazen Cami minarelerinin sayısına müdahale ettikleri malûmdur.
İstanbulun fethinden bir gün önce Ayasofyada imparatorun, bütün devlet ve saray erkânının gözyaşlarıyla katıldığı büyük bir ayin yapılır. Bu Ayasofyada yapılan son ayindir. Ayrıca sokaklardan papazların idare ettiği ayin alayları geçirilmiş, bütün halk bu alaylara katılmış, İstanbulun içi kyrie eleison yani Tanrım bize merhamet et dualarıyla çınlamış, kadın ve çocukların vaveylaları içinde yoluna devam eden alay surlara kadar ilerleyerek Bizansın son tahkimatını takdis etmişlerdir. İmparator, Bizanslıları mukavemete teşvik eden son nutkunda Doğu Romanın uzun bir inhitat (gerileme) ahlâksızlığından sonra bu akıbete layık olduğunu belirtmiş ve Eğer şu son tavsiyelerime riayet edecek olursanız Allahın bize yolladığı haklı cezadan belki kurtululabiliriz demiştir.[3]
Fatih, yaya olarak kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır. Fatih Ayasofyaya girince secde-i şükrana kapanmış, iki rekat namaz kılmış, ilk ezanın da bu sırada okunduğu rivayet edilmiştir.[4]
Bizans tarihçisi Dukas, Ayasofyada ilk ezanın okunmasından ve ilk namazın kılınmasından duyduğu ızdırabı şöyle dile getirir; Âdem-i meşrûiyetin veledi, Deccalın mübeşşiri, mihraptaki mukaddes din taşının üstüne çıkarak, namazını kıldı. Nedir bu nekbet? (felâket) Heyhat nedir bu dehşet veren acîbe, eyvah ne olacağız? Vay vay, neler görüyoruz? Altında havarilerin ve şehitlerin mübarek bakiyeleri medfun (defnedilmiş) bulunan bu mukaddes mihrap üzerinde bir Türk, bu mihrabın üzerinde bir dinsiz(?) Ey güneş titre! Allahın kuzusu nerededir? Bu mihrap üzerinde kurban olan, yenilen ve hiçbir zaman tükenmeyen Babanın oğlu nerede? Hakikaten fasit bir neticeye vardık, günahlarımızdan dolayı bizim ibadetimiz, diğer milletlere nispetle, hiç nazarı itibara alınmamıştır. Allahın hikmeti namına bina olunan, Ekânim-i Selâse kilisesi, Büyük Kilise ve Yeni Sion adlarını almış olan bu mâbed, bu gün barbarların ibâdet yeri ve Muhammedin evi adını aldı ve öyle oldu. Ey Cenâb-ı Hak verdiğin hüküm adildir![5]
Fethin üçüncü günü olan Cuma günü Fatih, Ayasofyaya gelip ilk Cuma namazını askerleriyle beraber kılmıştır. İmamete İstanbulun fethinin manevî mimarı Akşemseddin geçmiş, ilk olarak Fatih namına hutbeyi de bu zât okumuştur. Bazı kaynaklarda ise hutbenin Fatih tarafından okunduğu yazılmaktadır. Diğer bir rivayette ise Fatih Ayasofyanın camiye tahvil edildiği gün askerine bir hutbe irad etmiştir. Fatihin iradesiyle bu Cuma gününden evvel Ayasofyadaki tasvirlerle heykeller ve ikonlar kaldırılıp, kıble tarafına mihrab yapıldığı ve minber konulduğu, bütün hazırlıkların Cuma gününe kadar ikmali için mimarlarla ustaların gece gündüz çalıştıkları rivayet olunur[6]
Ayasofya her devirde çok büyük masraflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Osmanlıların şehri fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofyanın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü Bizansın bu masrafı karşılayacak gücü artık kalmamıştı.
Sultan II. Selim (1566 - 1574)in hükümdarlığının son yıllarında Ayasofyanın duvarları dışa doğru açılmaya başlamış ve yapı, bütünüyle yıkılma tehlikesiyle karşılaşmıştı, Bunun üzerine padişah, yanına devlet büyüklerini, Mimar Sinan başta olmak üzere hassa mimarlarını alarak Ayasofyaya gelmiş, durumu yerinde görerek gerekli önlemleri aldırmıştır Mimar Sinan, yapıya bitişik evleri kaldırtmış, caminin iki yanında otuz beşer arşınlık (yaklaşık 24 metre) boşluk bırakarak yollar açmış, tahta minareyi yıkmış, kuzeybatı ile güneybatıya aynı zamanda payanda görevini üstlenecek iki minare daha eklemiştir Ayrıca Ayasofyanın kuzeyine, yıkılan evlerden kalan yerlere yine dayanak olmak üzere iki payanda daha yaptırmıştır Sultan II Selimin Mimar Sinana başlattığı bu onarım oldukça uzun sürmüş, çalışmalar Sultan II Muratın (1574-1595) saltanatının ilk yıllarında tamamlanmıştır
Mimar Sinanın XVI. yy da eklediği payanda duvarları ve minareler Ayasofyayı bugüne taşımıştır. XIX. yy. ortasında ise ne yazık ki milyonlarca kilometrelik ülke içinde bunu gerçekleştirebilecek mimar bulunamadığı için olsa gerek Ayasofyadaki restorasyonu için İsviçreden mimar getirilmiştir. Kardeşi Giuseppeyle birlikte 1847-1849 arasında restorasyonu yürüten Gaspare Fossati, mozaiklerle ilgili de kapsamlı bir çalışma yapmıştır. Dökülen sıvaların altından parıldamaya başlayan mozaikler, Sultan Abdülmecidin talimatıyla açılmış, bakım ve onarımları yapılmış ve daha sonra tahrip edilmeden tekrar sıvayla kapatılarak gizlenmiştir.
Gaspare Fossati zamanında açık olan ve bu restorasyondan sonra yüzü maskeyle kapatılan, altı kanatlı melek figüründen birinin (serafim meleği) yüzü 2010 yılında açılmıştır.
1930dan itibaren yapılan diğer yenilemeler ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ise diğer önemli tamirlerdir
1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizansın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan ünlü Türk hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendinin yazdığı kubbedeki Allah, göklerin ve yerin nurudur. (Nûr sûresi 35. Âyet) büyük bir şahaserdir.
Aynı zamanda Ayasofya müzeye çevrildiğinde büyüklükleri yüzünden dışarıya çıkartılamayan levhalarda, Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali Hz. Hasan, Hz. Hüseyinin isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar bulunmaktadır.
[1] Matta Bölüm 4 : Mat.4: 2
[2] Markos Bölüm 1 : Mar.1: 13
[3] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 252; İlhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968,
[4] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 260; İlhan Akçay, Ayasofya Camii
[5] Dukas, Bizans Tarihi, s. 184.
[6] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 262-263; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye.