Tapan ruhun en güzeli:süccad imamı

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
İslam duasındaki-Ehlisünnet’te de olmasına rağmen siyasi tarih itibariyle hep muhalefette olduğundan daha çok Şia’da-politik,toplumsal ve sosyal öğelerdir.

Şia’daki bu özelliği şurdan biliyoruz:Özellikle dördüncü İmam zamanından itibaren,açıkça ve şiddetle,halkın üzerinde tüm boyutlarıyla bir baskı mekanizması oluşmuştur.Mücadele, çaba ve çalışma olanağı bulunmuyordu. İmam Hüseyin’in;zamanın tüm boyutlarına ve egemen güçlerine karşı yükselttiği başkaldırı,en son devrim belirtisi,en son güç gösterisi olarak kalmıştır.Bu nedenle de devrim,bir yalnızlık,bir çekingenlik görünümü almıştı. Dördüncü Şia İmamı,hiçbir askeri,hiçbir politik mücadeleyi sürdürebilme imkanına sahip olmadığı bir ortamda bulunuyordu.Aslında tüm görüntüler, politik,sosyal durum ve boyutlarıyla,İslam’ın sosyal yaşamında adalet isteyen, hakperest insanı seven hareketler olarak unutulma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydılar.

Bu ekolün ve hareketlerin tümüyle unutulması da mümkündü.Çünkü,tüm tebliğ merkezleri, mihraplar,minberler,mescidler,yargı organları ve güç;o günün sözde hilafeti elindeydi.İşte bir birey olarak dördüncü İmam,tüm bu güçlere karşı yalnız kalmıştı.Arapçılık(ırkçılık),vahşet, kan içicilik,katliam ve tüm zorbalıklar,korkunç tehlikeler,bazılarının eliyle hükmünü yürütüyordu.İşte böyle bir ortamda İslam duasının Şia kolu biçimlendi.Bir sığınak bulunulacak;belki de hayatta kalabilmek amacıyla bir hamle hazırlanacak veya bir pusu biçiminde varolacaktı.Nasıl ayakta kalınabilir?Tüm İslam aleminin onun aleyhine kışkırtıldığı bir ortamda,bu düşünce,bu şiar nasıl biçimlenmiş olabilir?Kime hamle yapılacak?Halkın elinden tüm mücadele imkanlarını almış gücün odak noktasına karşı…

Hakk yolunda savaşımın silahı olarak duanın anlamı şudur:Bir düşünsel mücadele,”adalet” isteyen bir hareket,”hakk” arayan bir eylem,Kerbela’da gibi bir duruma maruz kalabilir. Çünkü;Kerbela’da tüm insanlar,bir tek gençten başka hepsi katliama uğradı.Tüm kadınlar ve çocuklar esir alındı.Hiç bir savunma gücünün kalmadığı bir ortamda geriye bir tek kişi kalmıştı.Elbette bu tek kişi sorumluluktan ari değildi.Hem kendi ruhunda bu düşünceyi,bu duyguyu, bu hatırayı,bu taahhüdü yaşatmak ve kollamaktan sorumluydu.Bunları dua ile korumalı ve beslemeliydi.Hem de,bu haberi,bu mesajı savunmalı,tebliğ etmeli ve bu düşüncenin kalmasını sağlamalıydı.Bu düşünce ve endişeyi,duyguyu gelecek nesillere aktarmanın sorumlu bir muhafızı olarak duayı;düşünsel ve sosyal mücadelenin silahı olarak değerlendirmeli,kullanmalıydı.İşte böyle bir ortam,Süccad ekolü ve İmamının en iyi göstergesi olan bir ortamdır.

Süccad İmamı tüm savaş imkanlarından,İmam Cafer-üs Sadık gibi tedris ve ilim öğrenmekten ve öğretmekten,İmam Hasan gibi bir askeri güç oluşturmaktan ve İmam Hüseyin gibi kıyam ve şehadeti elde etmekten mahrumdur.Kalbinin en derin zaviyelerinde, her toplulukla,her bireyle ilişkisinde,her mahfilde,her koşulda dua adıyla tüm Şia inançlarını insani değerlere olan inancın keyfiyetini dile getirmiştir.Ali’nin mesjına,kişiliğine ve imamlığına,Hasan ve Hüseyin’in mücadele yazgılarının keyfiyetine,sosyal yaşantıya,barış ve uzlaşma kabul etmemeye,zulme karşı savaşıma,hilekar ve zorba yöneticileri kabul etmemeye olan inancın biçimini en etkili bir dille açıklamıştır.Bunlar her durumda elinden tüm imkanların alındığı sosyal ve düşünsel yönden gerçeği savunmayı üstlenecek kimsenin bulunmadığı bir durumda bile bireyin sorumlu olduğunu göstermiştir.

Dördüncü İmam’ın duası,hangi durumda olursa olsun,savaşım ve savunma sorumluluğunu duyma eyleminin kanıtıdır.Hem bir düşünce ve ekolün yaşaması,hem kendisini ve benliğini bu ekole bağlayan bağların kopmaması, hem bu ekolün tüm olumsuz koşullarla rağmen yaygınlaşması ve hem de, hakim,zorba güce karşın mücadelenin sürmesi için bir dua-eylem. Ne biçimde?Mücadele için hiçbir biçimin geçerli olmadığı bu çağda tek yöntem:”dua.”

Şu açıdan denilebilir ki,bu mücadelenin en zayıf şeklidir.Evet.Fakat bir diğer açıdan, mücadele imkanlarının en minimum noktada olduğu,bir ekolü savunma, bir gerçeği,bir yolu dile getirmenin imkansızlaştığı,bir tek ferdin zorba bir iktidar,insanlık dışı bir sistem altında, sosyal-toplumsal sorumluluktan muaf olmadığı bir ortamda duayla sonuca varılabilir.Hem insan,tüm bu olanaksızlıklara ve istisnai duruma rağmen,mümkün olan metotla cihad etmekle de mükelleftir.Hem hiçbir koşulda sorumluluk insandan kalkmaz.İnsan mutlak sorumludur.

Süccad İmamının kendine özgü bir yazgısının olduğunu hatırlayınız.Şia İmamlarının çoğu tarihi cinayetlerin kurbanıdır.Her biri tarihin birikintileri arasında,gasıp ve zorba sistemlerin halk üzerindeki işkence ve baskıları karşısında somutlaşan birer insani fazilet,adalet arayıcılığı ve kötü yazgı sancağının görüntüsü olagelmişlerdir.Fakat,dördüncü İmam,bunların arasında özel bir yaşam seyrine sahiptir.O,Kerbela’da yeni ergenlik dönemine girmiş bir genç olarak bulunmuş ve gözleriyle oradaki korkunç sahnelere tanık olmuştur. Hatta daha da beter olaylara.Mesela,”o mücahid ve değerli insanların şehadetine tanık olurken şehitlikten yoksun kalmak!”Ve “cihad sahnesinde,ölüm tarlasında hazır olmasına rağmen yaşamak.Hem de mahkum bir şekilde yaşamak.”Bundan da beteri:”O unutulmuş çölde,her köşesinde şehid kanlarından kırmızı çiçekler açan çölde,terk edilmek.

”Muhammed(saa),Fatıma(sa),Ali(as) ve Hüseyin(as)’in kanını damarlarında taşımak.Şehidler safında vurulan her mızrak darbesinin açtığı yaraya rağmen ve her ölümün kendisine hayat ve kurtuluş getirdiği bir ortamda selametle çıkmak…Ve daha çok dert getiren,daha çok korkunç bir yazgıya doğru yollanmak. “Şehidlikten geri kalmak” ve “gitmek!..”Bundan daha da zor olanı:”Şehidlerden geriye kalan kadınlı ve çocuklu bir çok esir kafilesinin arasında,büyük Zeynep(sa)’in komutanlığını yaptığı kafileye katılarak cinayetlerin başkentine doğru yola koyulmak.”Daha kötüsü de var: “Kafilenin önünde zincirlere vurularak,şehrin kalabalık caddelerinden geçirilmek;pis hainlerin kendini,benliklerini satanların;uşak dalkavukların, celladların, çapulcuların,din ile oynayanların din cambazlarının,halkı aldatanların,kudurmuş kurtların,sahtekar-hileci tilkilerin,paraya tapan farelerin,kötü talihli halkın, uğursuz cehaletin kurbanı koyunların,mide düşkünü alçakların; adiliğin, haydutluk ve pisliğin sembolü olanların hakaretli bakışlarını kendi üzerinde duymak.” Bundan da beteri:”Celladın ağırlığı altında ezilmek…”

O anda yaşam;sadece yalnızlıktır ve kılıcın gölgesi altında yaşamaktan ibarettir.Her şeyin kötü gidişine,İslam Devriminin tüm ürünlerinin gaspedilip yok edilmesine ve kendi soyunun hergün işkenceye uğrayışına tanık olmak, bunları gözleriyle görmek.Haccac’ın eliyle Kabe’nin taşlanma hadisesine ve Büşr b. Ertah’ın Medine katliamına tahammül etmek.İslam’ı,Muhammed’in mesajını; güce tapanların, güç bağlılarının arası;kan içicilerin,cahili rejimin oyuncağı olmaya terk etmek.İslam’ın büyük kişiliklerini(!) zalimlerin hizmetinde;ya da bir ahırın köşesinde;veya bir uzlet yuvasında, utanmazca sürdürülen zühd, ruhbanlık,salt ibadet,riyazat ev ilimle uğraşır görmek…Sözde ilimle hem de denetim altında bir denetim altında bir ilimle Muhammed’in soyunun yanında, ya da gerçeği savunma pozisyonunda;özgürlük ve adalet isteme davasında; gerçek İslam’a vefalı tavırda kimseyi bulamamak.Peygamber mesajının varisi ve Resul ailesinin hayatta kalan tek bireyi;bilgi,uyandırma ve hidayetin sorumlusu;zor ve alçaklığa karşı direnme; devrim ve imanı savunma,halkın yağmalanmış malının muhafızı olma özelliğine rağmen, benliğini yalnız hissetmek!..

O acı günlerin,o candan geçilen kanlı günlerin yığınla gam ve kederinden oluşan bir dağın ağırlığını kendi gönlünde duymak ve buna rağmen hala yaşamak, yaşıyor olmak..Çelik tozlarıyla yoğunlaşmış havada,kan ve faciayla örtülmüş yeryüzünde;boğucu olan,korkutan, taşlaşmış bir uzayda;vahşet yağan bir göğün altında,kara bir sessizliğin egemen olduğu bir toplumda…Evet;böyle bir toplumda,yeryüzü kan kırmızısına bürünmeden evvel,Aşura katli******* önce,kendilerini aldıkları güvence ortamında gizlemek…”Kişisel adi isteklerin maslahatı endişesiyle” hakirlik girdabında yüzen toplulukta yakasını “bencillik”ten kurtaramamak…Bu kişileri “egoizm” otlağından uzaklaştıramamak,oturdukları delik deşik olmuş,”gurur” evinden dışarı çıkmalarına yardımcı olamamak ve içerde ne olduğunu,ümmet ile imamın başına neler geldiğini görememek..Hayır!Bu olamaz!.

İşte o ruh;bu geçmişle,bu sorumluluk duygusuyla,Aşura’dan sonraki o korkunç ve uğursuz yılları böyle bir psikoloji üzerinde geçirdi.Öyle yıllar ki,her fani bu facianın,bu dehşetin ağırlığını taşıyordu.Son direniş noktalarının da yok edildiği, Kerbela’dan sonraki yıllar…Vefa örneği veren,adalet isteyen binlerce İslam Devrimi mücahidinden arta kalanların topluca şehid edilmelerinden sonraki boğucu,kapkaranlık yıllarda bile,adalet,önderlik ve vefa örneği gösterdi dördüncü İmam.Her sözün yanmış dudaklar gerisinde unutulduğu,her feryad halkasının kesildiği,her benliğin,istek ve arzunun sinelerin zindanına terk edildiği ve Şam’dan Horasan’a kadar uzanan topraklarına kılıcın egemen olduğu yıllarda yalan,sadece yalan vardı.

İşte Süccad İmamı,bu kan,cinayet ve korkuya dayalı büyük imparatorlukta “yalnız” kalmıştı.Hatta maruz kaldığı işkence ve eziyete ağlayan ve halkın yazgısı karşısında inleyen dostlara da sahip değildi.

Minberler,büyük saltanat toprağında yalan ve aldatmaca yeri,hepsi saltanatın dili,İslam’ın, doğudan batıya yayılan toprağındaki minareler;zühdün “Samiri altın buzağısı”nın sesi,avazesi.Hadis mahfilleri,adete nesih,hile ve sahtekarlık üretilen kaynaklar…Kur’an nerdeyse dilim varmıyor şirkin sancağı.Mescidler, Dıraar Mescidi örneği,zillet ve alçaklığın merkezi.Cemaat namazları,insanların, ”avam nimetler gibidir” sözüne uygun olarak efendilerinin boyunduruğundaki kurbanlık koyunların toplanışı misali…Mihraplar,Ali ya da Ali gibi olanların öldürülme yeri,namaz kıldırma memurlarıysa Ali’ye ve onun mektebine sövgü, sultana dua etmenin birer sembolü adete!”Muhammed’in Evi terk edilmiş, gerçeğin dili suskun ya da dilsiz..Her şey yağmalanmış,elden çıkmış,bir ölüm sessizliğine bürünmüş.. Hatırlanması gerekenler unutulmuş,hatırlaması gerekenler ise uyumaya yüz tutmuş!

Ve Süccad İmamı:Bir insan teki.Bir yalnız.Bir büyük ruh,yaralı…Dudaklarından dert dökülen;”kendi vatanında garip.”Aynı zamanda her şeyin tanığı; uyanık, bilgili,gören ve sorumlu.

“İmam”?Evet,”İmam!”.Yarının insanları;bu koşullar altında,bu tür zamanlarda, böyle bir zaaf ve yenilgi ortamında garip düştükleri zaman,bir “pratik örneğe” ve “bir düşünsel öğretmene” muhtaçtır.

Yarının tarihinde,yenilgiyi,kanı ve yürek yarasını görmüş “bilgili,uyanık ve sorumlu bir insan”,yalnız ve mutlak aczin en dertli durumuyla karşılaşırsa; mutlak cani bir gücün karşısında olursa;halkı baştan aşağı kılıca boyun eğer ve aldatılır görürse,ve kendini garip, yalnız ve dertlerle yüklü bir gönül ortamında hissederse;anıları yürek yarasıyla doluysa; ağzından dökülen,baştan başa yenilgiyi dile getiriyorsa…Elleri bomboş,dili kesilmiş, dudakları yakılmış, ayakları felç,gırtlağı celladın vahşi ve barbar pençesinde ise;kendisini böyle bir durumda hissederse yine sorumludur.Çünkü,”sorumluluk güçlükten doğar”. Böyle yalnız bir insan ,bu genel karanlıkta;mutlak güçlere,egemen odaklarına karşı,ölü düşünce ve bilgiler ortamında bile,çalışmak zorundadır.Ne tür bir iş?Nasıl?İmam,hiçbir işin istenilen düzeyde yapılamadığı koşullarda,”bir yazı örneği” gibi,çalışmak ister.Öyle bir ortam ki; silahlı bir kişi olarak,bir şehid gibi,kendi “ölüm yöntemi”ni bile seçemez.Çünkü şehadet bile, kendine uygun bir ortam ve imkan ister.Öyle bir ortam,öyle bir olanak ki;şehid,kendi kanıyla sessizliği bozsun.Kırmızı kanını zamanın cellatlarının başına dökebilsin.Yoksa ölüm,ürünsüz olacaktır.Meçhul ve unutulmuş bir ölüm,düşmanı rahatlatan bir ölümdür.

Süccad İmamı;yaşamı,varlığı,yazgısı,sessizliği ve sözü itibariyle,bu tür zaman ve insanlık için gerçek bir imamdır;örnektir.Ve ancak o zaman şu sorulara olumlu cevap verilebilir. Yalnız bir adam,cellat huylu,dünyaya musallat olmuş bir büyük imparatorluğa karşı nasıl sorumlu olabilir?Bu kapkara sessizlikte,bir nefes almanın bile olanaksızlaştığı bir ortamda nasıl,”hakk”ın soluğu duyabilir?Bir yalnız adam;idealler,inançlar,istekler ve arzulardan söz etmek isteyen bir yalnız adam…Dünyanın tüm doğu ve batısında,bütün kılıçların-silahların- büyük imparatorluklar hesabına yeryüzünü kanla suladığı,Allah’a isyanda da çok kararlı,sert, acımasız ve uyanık düşmanlara karşı koymak zorunda kalındığı bir ortamda,bu yalnız adamın direnişi,”kıyam”ı nasıl mümkün olabilir?

Ali Şeriati
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst