Tanzimattan Önceki Yasal Düzenlemeler

Buğra1

Kayıtlı Üye
Bunları iki gruba ayırmak mümkündür: Birincisi, Umumî kanunnâmelerdir ve bunlara Kanun-ı Osmanî denmektedir. ilk umumî Osmanlı Kanunu, Fâtih devrinde hazırlanmıştır. Yavuz, bu kanunu biraz genişleterek yayınlamıştır. Kanunî devrinde hazırlanan Kanun-ı Osmanî IV Murad ve I. Ahmed zamanındaki bazı cüz’î değişiklikler dışında söz konusu kanun Tanzimat sonrasına kadar yürürlükte kalmıştır. Umumî kanunlar, başta ta’zir cezaları ile alâkalı hükümler, sonra reâyânın hâlleri ve yükümlü oldukları vergiler, askerî teşkilât ve benzeri ülül-emrin yasama yetkisine sâhip olduğu konulara ait hükümleri ihtiva eder. Tımar sistemi etraflıca anlatılır. İkincisi ise, sayıları 35’e varan eyâletlere ve bu eyâletlere bağlı sancaklara ait hususi kanunnâmelerdir. Bunlar, Umumî Kanun-ı Osmanî’nin mahallî şartlara uydurulmuş şeklidir. Sayıları 500’ü bulur. Daha ziyâde askerî, cezaî, ziraî ve idarî esaslarla gümrük ve bâc konularını düzenlerler[4].
Kanunnâmelerin hukukî hükümlerini, muhtevâlarını ve şer‘î dayanaklarını ayrı bir başlık altında ayrıntılı olarak tahlil edeceğiz. Burada Osmanlı hukuk sisteminin ne olduğunu ortaya koyabilmek için en kapsamlılarından iki örnek seçerek meseleyi izaha çalışacağız. İlerdeki bilgilerden anlaşılacağı üzere, bütün Osmanlı Kanunnâmelerini iki ana örnekte toplamak mümkündür: Birincisi, değişik hukuk dallarına ait bazı hükümleri tanzim eden temel Osmanlı Kanunnâmesi’dir ki, tahlile esas olarak en şümullüsü ve muntazamı olan Kanunî Sultan Süleymân Kanunnâmesi’ni alacağız. İkincisi ise, anayasa ve idare hukukunun konularını tanzim eden Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi’dir. Yüzlerce nüshası bulunan Kanunî Kanunnâmesinin padişah nüshası olduğu kesin olan Topkapı Sarayı R.1935 nolu nüshayı esas olarak kısaca tahlil edelim.[5]
Kanunnâme üç babdır. I. bab’ı, dört fasıl halinde ceza hukukuna ait ta’zir cezalarını daha doğrusu ülü’l-emre havale edilen para ve sopa cezalarını (cürm ü cinâyet) tanzim etmiştir. Yedi çeşit had suç ve cezaları, şahsa karşı işlenen bütün cürümler ile ceza genele ait esaslar, kanunnâmede yoktur. Zira bunlar fıkıh kitaplarında tedvin edilmiş olan şer‘î hükümler ile düzenlenmiştir. Yani Kanunnâmenin bu kısmı ceza hukukunun sadece beşte birini tanzim etmiştir. Şer‘î hükümlerin düzenlediği beşte dörtlük kısımda kaynak fıkıh kitaplarıdır.[6] İkinci bab, toprak Hukuku yani eşya hukuku ile malî hukuka ait bazı hükümleri tanzim etmektedir. İkinci babın temelini, mahiyeti haracî arazi olan mîrî arazi ve haraç vergisi karşılığında alınan rüsûm teşkil etmektedir. Bac konusu, fıkıh kitaplarındaki “âşir” faslının teferruâtıdır. Netice itibariyle bu bab da, aslı ve esası şer’e dayanan eşya hukukunun bir konusunu (arazi hukukunu) ve malî hukukun bazı mevzularını tanzim etmektedir. Yaya, müsellem ve benzeri konular ise, hukukun dalları arasında fazla bir önemi hâiz olmayan askerî hukuka aittir. Üçüncü bab ise, askerî ve idar-ı hukuka ait bazı özel konuları tanzim etmektedir. Netice olarak Osmanlı kanunnâmelerinin % 90’ı na temel teşkil eden bu umumî kanunnâme, ceza hukukunun beşte birini, askerî hukuka ait bazı konuları, eşya hukukunun arazi çeşitlerinden sadece mîrî araziyi, idare hukukuna ait bazı konuları ve malî hukukun temelini şer‘î hükümler teşkil eden bir kısım mevzularını tedvin etmiş bulunmaktadır. İkinci örneğimiz ise Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi’dir ve sadece idare hukukuna ve istisnaî olarak da anayasa hukukuna ait bazı mevzuları tanzim etmektedir.
a) Daha önceki Türk devletlerinde mevcut olan fıkıh yani İslâm hukuku tedrisi ve hukukî anlaşmazlıkların bunlara göre çözüme kavuşturulması usulü aynen devam etmiştir. Mahkemelerin (kadıların) kanun olarak en büyük hukukî kaynakları yine fıkıh kitaplarıdır. Kadılar, medreselerin yetiştirdiği ve fıkhı bilen insanlar arasından seçilmektedir. Osmanlı Devletinde uzun süre kadıların tayin mercii olan kazaskerliğe, İslâm hukukunun mümtaz hocaları ta’yin edilmiştir. Bu sebeple fıkıh kitaplarının metin, şerh ve hâşiye tarzında incelenmesi usulü aynen devam etmiştir. Fâtih devri hukukçularından Molla Hüsrev’in (885/1480) “El-Gurer” isimli metni ve bunu şerheden “Ed-Dürer” adlı eseri, mahkemelerde el kitabı olarak kullanılmıştır. Fâtih Camiinin imamlarından ibrahim EI-Halebi’nin Mültek’al-Ebhur adlı hukuk metni ve buna Şeyhülİslâm Abdurrahman (Damad) Efendi tarafından yazılan Mecma’ül-Enhür adlı şerh de bu tip kitaplara örnek olarak zikredilebilir[7].
Zaten bu son metin yani Mültek’al-Ebhur 1648 ve 1687 tarihli fermanlarla Osmanlı Devletinin resmî hukuk kodu olarak kabul edilmiştir[8].
b) Osmanlı döneminde fıkhın yani hukukun tedvini başka bir sahaya kaymıştır. Sistematik olarak yazılan yeteri kadar fıkıh kitabı bulunduğu için, Osmanlı hukukçuları sistematik fıkıh kitaplarından ziyade, sorulan sorulara verdikleri hukukî cevapları derleyen fetva kitaplarının tedvinine ağırlık vermişlerdir. Daha önce de örneği bulunan, ancak Osmanlı devrinde sayıları fazlaca artan fetva kitapları, uygulamada bugünkü yargıtay kararlarının yerini almıştır. Dolayısıyla resmî fetva görevine gelen veya fiilen önemli yargı görevlerini yürüten her hukukçu, fetvalarını özel kitaplar halinde ve fıkıh kitapları sistematiğinde derlemişlerdir. Fıkıh kitaplarında çözümü bulunmayan hukukî meselelerin hükümlerini de ihtiva eden fetva kitaplarının üslubu, genellikle soru cevap şeklindedir. Birçoğunda, fetvaların hukukî dayanağı teşkil eden hukukî metinler de zikredilir. Ebüssuud Efendi ve Abdurrahim (Menteşizâde) Efendi “Fetvaları” gibi bazı fetva mecmuaları, Osmanlı hukuk tarihinin en önemli kaynakları olarak önemlerini halâ devam ettirmektedir[9].
c) Bu devrin diğer bir özelliği de, ülül-emr makamındaki Divan-ı Hümayun ve Padişah’ın İslâm hukukunun kendilerine verdiği yasama yetkisi ile bazı sahalarda, kanunnâme adı altında önemli hukukî düzenlemeler yapmış olmalarıdır. İslâm hukuku, veliyyülemr denilen yetkili makama (halife, devlet başkanı ve saire) bazı şer’î hükümleri sınırlama, uygulama, kamu yararı gerektiriyorsa zayıf olan bazı görüşleri tercih ederek tatbik etme ve dolayısıyla zayıf görüşü yetkili makamın tercihiyle kuvvetli görüş haline getirme, gibi imkânlar tanımıştır. Zamanın değişmesiyle bazı hukukî hükümler de değişebilir esası, bu tip hükümlere işaret etmektedir. Ayrıca ülül-emr, yani yetkili makam, içtihadî bir konuda yani açıkça şer’î nasslara ters düşmeyen bir mevzuda emir verdiği zaman, ona bir kanun gibi uymak gerekeceği, İslâm hukukunda benimsenen bir esastır. Zikredilen hukukî dayanakları esas alan Osmanlı kanun koyucusu, özellikle arazi rejimi, zaman aşımı ve ta’zir cezaları gibi konularda ayrıntılı hükümler ihtiva eden binden fazla kanunnâme hazırlamışlardır. Fâtih Kanunnameleri, Kanunî’ye ait kanunnameler ve III. Ahmet Kanunnamesi bunların genel ve en meşhur olanlarıdır. Yeri geldikçe Osmanlı hukuk tarihinin mütemmim cüzleri olan bu kanunnâmelerden de bahsedeceğiz[10].
d) Tanzimattan önce de, Avrupa’nın hukukî ve iktisadî hayatı ile olan sıkı ilişkiler sonucunda, bazı kanunlaştırma hakeketleri başlamıştır. Ancak bugünkü manada kanunlaştırma hareketlerinin asıl başlangıç tarihi Tanzimat hareketinin ilan tarihidir
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst