Sümbüllü Köşk Masalı

ashli

Bayan Üye
...Sümbüllü Köşk...


Çok eski zamanlarda bir değirmencinin bir kara kedisi varmış...

Bir padişahın da bir oğlu varmış ki, yakışıklılığında bir eşi yokmuş.

Bu padişah günün birinde hastalanarak yatağa düşer, birkaç gün sonra da eceli gelmiş olduğundan ölür. Sarayda bulunanlar padişahın öldüğünü görünce ağlayıp dövünürlerse de, ölümden dönüş olmadığını bildikleri için bahçede bir türbe yaptırarak padişahı bu türbeye gömerler. Şehzade babasının ölümüne yanıp yakılır, yas tutar, dünyayı görmez olursa da, vezir bir araya gelip, şehzadeyi tahta oturturlar.

Gel zaman git zaman şehzade padişahlık etmekteyken günün birinde canı sıkılır, lalasını yanına alıp gezmeye çıkmak ister. Bunlar birer ata binip saraydan uzaklaşırlar, şurası senin burası benim derken birkaç günlük yol giderler. Kırları geze geze giderek bir gün bir pınar başına varırlar. O güzel ağaç akan suyun ‘üzerini kaplamış, çevreyi yeşil yeşil çimenler, güzel kokulu çiçekler bürümüş... Buz gibi su çağıl çağıl akıyor, burası özene bezene yapılmış bir bahçe gibi oturdukça insanın içini açıyor. Padişah ile lalası bu güzelliğe hayran olup, hem yorgunluklarını atmak, hem de bu güzelliği doya doya seyretmek için otururlar, birer kahve, çubuk içerler. Bir de o ağaçların arasında öten bülbüllerin türlü türlü seslerini işitince artık buradan hiç ayrılmak istemezler.

Uzun uzun oturup dinlendikten sonra padişah yerinden kalkarak biraz dolaşır, lalasına, burada yazlık bir köşk yaptırmak istediğini söyler. 0 sırada uzaktan, elinde testi bir ihtiyar adam gele gele bunların olduğu pınar başına varıp, testiyi doldur.

Şah merak edip, “Ey baba, sen kimsin? Buraya nereden gel din?” deyince, ihtiyar adam da, “Az ilerde bir köşk vardır, bu köşk Salkım Sümbül denen bir kızındır. Bu pınar da onundur. Yılda bir kere gelip üç gün burada oturur. Onu yabancılardan korumak için kırk tane dev bekler. Siz nasıl korkmadan geldiniz? Bu devler sizi duymasınlar; görürlerse öldürürler, sonra size yazık olur. Haydi durmayın gidin,” der.

Padişah hem, korku hem de merak içinde, “Babacığım, bu nasıl kızdır ki böyle bir yerde oturur, kırk tane bekçisi vardır? Ben bu kızı nasıl görebilirim?” diye ihtiyara sorar.

İhtiyar gülümseyerek, “Ey yiğitler, size çok acırım. Gelin buralarda durmayın!” deyip onları buradan uzaklaştırmaya çalışır.

Ama padişah ihtiyarın sözlerine kulak asmaz, sorar da sorar, ille de bu kızı nasıl görebileceğini öğrenmek ister.

İhtiyar bakar ki olacak gibi değil, kendi kendine, ‘Olsa olsa dünyada güzel bir insan ancak bunun kadar olabilir. Tam bizim Salkım Sümbülün eşi, hemen hemen güzellikten yana bir farkı yok, yarım elmanın yarısı bu, yarısı o,” diye düşünüp, padişaha, “Ey yiğit, şu dağın ardında köşkü bekleyen kırk deyin anası otu rur.Hemen gidip ona yalvarırsan, o seni hem saklar hem de

Salkım Sümbülü görmen için ne yapacağını sana söyler,’ deyince, padişah da lalasıyla birlikte yola koyulur.

Gide gide ihtiyarın gösterdiği dağı aşarlar, bir de bakarlar ki, minare gibi bir devanası oturmuş, bir bacağın bir dağa, bir bacağını öbür dağa uzatmış, memelerini yağ tulumu gibi sırtına vurmuş, ağzında bohça kadar bir sakız çiğner, şakırtısı yarım saatlık yoldan işitilir, soluğu karayel gibi çıkıp tozu toprağı birbirine katar, sekiz arşın kolları var. Devanası bir adımlık yerden bunları görünce testi kapağı gibi alıp, yanı başına koyar.

Ömürlerinde böyle bir şey görmedikleri için akılları başların dan çıkan padişah ile ula ihtiyarın sözlerini hatırlayıp, “Aman nineciğim,” diyerek devanasının boynuna sarılırlar.

Devanası, “Şimdi sizi tahtakurusu gibi ezerdim ama, bereket versin ki ‘nineciğim diye boynuna sarıldınız. Sizi buraya kim yolladı deyince onlar da “Ah nineciğimiz, şurada bir pınar başına yolumuz düştü. Salkım Sümbülün adamlarından bir ihtiyar su almak için oraya gelince bizi görüp sana yolladı. Bizi ölümden senin kurtarabileceğini söyledi. Aman ninemiz, ne olursa senden olur. Salkım Sümbül dedikleri nasıl şeydir? Adını işittik de bize merak oldu. Onu bir kere görmek isteriz,” diyerek devanasına doğruyu söylerler.

Devanası, “Salkım Sümbül dedikleri bir dünya güzelidir. Onun gibisi hiç görülmemiştir. Çok kimseler onu görmek ister ama göremez. Bu uğurda çok kimseler ölüp gitti. Benim kırk tane oğlum vardır. Gece gündüz onun köşkünü beklerle o yerlerden uçan kuşları bile geçirmezler. Gelin bu işten vazgeçin, boş yere gider siniz, size yazık olur,” diye bunları vazgeçirmeye çalışır.

Ama padişah, “Aman nineciğim, bana bir iyilik yap! ben de bu iyiliğin altında kalmam,” diye devanasına yalvarır, vakarır, uzat mayalım, onu razı eder.

Devanası bir tokat vurup alayı süpürge yapar, padişahı da tütün kesesi gibi beline sokarak üç adımda kızın oturduğu köşkün yakınına gelir. Cebinden bir avuç toprak çıkarıp serperek, padişaha, “Haydi şimdi git, hiç korkma. beylerin hepsi uykuya daldı. Kızın yattığı odaya gir. 0 şimdi uyur. Usulcacık parmağındaki yüzüğü al, doğru buraya gel,” der.

Padişah gayretlenip gider, kızın yattığı odayı bulur, kapıyı açar, içeriye girer, bir de ne baksın, güzel demek de bir şey mi? Yatakta yatan hun gibi bir kız ki bakan gözler kamaşır. Padişah bunu görünce kendinden geçip bakakalırsa da, devanasının söylediklerini unutmaz. Kızın parmağındaki yüzüğü alıp hemen devanasının yanına varır. Devanası bunu kaptığı gibi evine üç adımda geldiği yere döner, bir tokat atarak padişahı testi yapıp bir kenara bırakır.

Bir de sabah olunca kız uykudan uyanıp bakar ki, parmağında yüzük yok. ‘Acaba nereye koydum? Yoksa bir yere mi düştü?” diye arar tarar, bir telaşla bahçeye çıkıp gezinir, ama bulamaz, canı fena halde sıkılır. Hemen devleri çağırıp sorar Onlar da, “Biz her nasılsa dün akşam uyuyakalmışız, belki biz uyurken biri gelip yüzüğü çalmıştır,” deyince, kız bunlara çıkışır.

Devler bu işi kendi yiğitliklerine sığdıramayarak her biri bir tarafa dağıtıp hırsızı ararlarsa da kimseyi bulamadan analarının yanına varınlar, ona kimseyi görüp görmediğini sorarlar.

O da, “Ey oğullarım, siz delirdiniz mi? Biz varken buralara kimse gelebilir mi? Kim bilir o kız yüzüğünü nerede düşürdü?

Haydi işinize!” diyerek oğulların; başından soyar.

Ertesi akşam olunca padişahın sabrı tükenir, devanasına yalvarır, yakarır, yine kızın yanına gitmek ister.

Devanası bunu alarak evvelce götürdüğü yere götürüp bırakır, etrafa biraz toprak serptikten sonra, ona, “Haydi git, ama sakın kızın kulağındaki küpenin bir tekinden başka bir şey alayım deme, yoksa halin yaman olur,” der.

Padişah artık öğrendi ya, doğru kızın odasına yanıp, hem kulağındaki küpenin tekini alır hem de onu seyreder. Seyretmeye doyamaz, oradan ayrılmak istemez ama, ele geçmek korkusuyla, kal kıp devanasının yanına gelir. Devanası bunu alıp döner, yine bir tokatla testi yaparak bir kenara bırakır.

Kız sabahleyin uykudan kalkar, biraz oturduktan sonra bakar ki küpesinin teki yok. Yine canı sıkılıp bu işin aslını öğrenmek ister. İhtiyar babayı çağırarak ona durumu anlatır.

İhtiyar baba işin içyüzünü bildiği için, “A kızım, buralardan kuş uçmaz kervan geçmez, yılan bağırsağını sürümez, bu senin dediğin olacak iş değildir. Kim bilir, belki de can sıkıntısıyla bahçede gezerken yüzüğünü, küpeni otların arasına düşürmüşsündür. Ben bugün ararım, eğer düşürmüşsen mutlaka bulurum, sen hiç merak etme,” diyerek kızı oyalar.

Ama kız kendi kendine, Bunlar boş laflar, elbet benim odama biri girip bu oyunları oynuyor. Bu işin aslını er geç öğreneceğim,” derse de, devleri sıkıştırmaktan, onlara daha dikkatli davranmalarını tembih etmekten geri kalmaz.

Her neyse, gidelim sözün kısasına, başlayalım padişahın hikayesine...

Akşam olup da padişah yine devanasına yalvarmaya başlayınca, devanası onu her zamanki yere getirip bırakır, bu sefer de kızı iki yanağından öptükten sonra dönmesini tembih eder. Padişah sevine sevine doğru köşke varır, her zamanki gibi kızın odasına çıkar. Ama bütün gün yüzüğü ile küpesini bahçede otların arasın da aramış olan kızın yorgunluktan gözüne uyku girmediğini ne bil sin? Onun uyuduğunu sanarak yanına yaklaşır, yanaklarını öper.

Kız uyur gibi yaparak göz ucuyla delikanlıyı süzer, güzelliğini görüp bin can ile delikanlıya aşık olur.

Delikanlı tam odadan çıkacağı zaman kız seslenerek onu yolun dan çevirir, sorguya çeker. Bu yaptıklarının nedenini, yüzüğü ile küpesini niçin çaldığını sorar. 0 da her şeyi başından sonuna kadar anlatır. Bunlar konuşurlarken birbirlerini sevdiklerini anlayıp evlenmeye karar verirler. Düğünlerini yapmak için saraya gitme den önce devlerin hepsini çağırıp onlarla birlikte devanasının yanına varırlar, ona, “Ey ana, biz birbirimizi bulduk, artık gidiyoruz, sizi de Tanrıya emanet ediyoruz,” derler.

Devanası da, “Sağlıkla gidin, ama bana her gün kırk tane koyun göndermeyi unutmayın. Eğer göndermezseniz, karışmam ha!” deyince padişah, “Anacığım, sen bana bu kadar iyilik ettin, ben seni hiç unutur muyum? Sana her gün kırk koyun gönderirim, ama oğulların yine her zamanki gibi bu yerleri beklesinler,” diyerek devanasının gönlünü alır.

Neyse, bunlar hem devanası hem de oğulları ile vedalaşıp yola çıkar, şehre varırlar. Saraydakiler padişahın geldiğini görünce, dışarı fırlayıp bunları sevinçle karşılarlar.

Kırk gün kırk gece süren bir düğünden sonra ömürlerinin bir kısmını sarayda bir kısmını da Salkım Sümbül köşkünde mutluluk içinde geçirirler, devanasına da her gün kırk tane koyun göndermeyi unutmazlar.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst