Şükrü Gülesin

Asi Ruh

Kayıtlı Üye
ads%C4%B1z.jpg


Şükrü Gülesin
(1922-1977)


Sadece 11 yıl içinde ve sadece Beşiktaş hesabına attığı bu gollerin tam 32 tanesini korner atışından hiç kimseye değmeden kaleye girmiş olacaktı.Daha Beşiktaş takımında ilk yılda futbol tarihindeki altın sayfada yerini alabilecek iken 20 yıl Beşiktaş’ta, Palermo’da, Lazio’da şahane futbol oynayarak daha da büyüyecek ve İtalya’da "unutulmayan yabancılar" arasında en öndeki yerini alacaktı.

Futbol dünyasından çıkıp basın dünyasına girdikten sonra da ince zekası, kıvrak kalemi, eşsiz hiciv yeteneği ile okunan ve aranan bir yazar oldu.11 kez milli formayı giymiş, Türkiye ve İtalya’da unutulmaz futbol olaylarının unutulmaz kahramanı olmuş bir adam olarak 10 Temmuz 1977’de geçirdiği bir kalp krizi ile arkadaşlarının kolları arasında öldü.

Beşiktaş takımında oynadığı ilk yılın sonunda Türk futbol tarihindeki yerini almıştı bile.Üstelik adı bile verilmişti, tarih içinde yerini alması için: “DÖRT ADIMDA KALEYE İNEN ADAM”.

1940 yılında Siyah-Beyaz formayı giydiği zaman, Beşiktaş takımı büyük çapta gençleştirilmiş ve takımın büyük isimlerle dolu hücum hattında sadece Baba Hakkı ile Voleci Şeref (Görkey) kalmıştı.Sağ açıkta Sabri, ortada Kemal ve solda Şükrü adında üç gencecik adam vardı.Beşiktaş’ın Karakartal adı, günümüze işte o yıllardan kaldı.Uzun paslı, diyagonal açılan toplarla yıldırım gibi hücum yönü değiştiren, inanılmaz biçimde hızlı bir futbol oynuyorlar ve o günden otuz yıl sonra dünyanın oynayacağı futboldan örnek veriyorlardı.Şükrü bu müthiş kadronun içinde uzun fuleleri, gürbüz ve sağlam bünyesi, duran toplara vuruşundaki korkutucu güç kadar, koşarken hareket halinmdeki topa vuruşundaki ustalıkla da devleşiyordu.

Ama şeytan kadar zeki, füze kadar çabuk, Herkül kadar güçlü genç, bununla kalmayacaktı.Onbir yıl hiç ara vermeden , Beşiktaş takımında futbol oynayacak, bir süre içinde takımın formasını tam 281 kez giyecek vu bu maçlarda rakip kalelerde 226 golü birikecekti.

Fakat bu hikaye çok garip bir biçimde başlamıştı.Çünkü Şükrü 15 yaşına gelinceye kadar ne futbolu seviyor ne de futbolcu olmayı düşünüyordu.Kınalıada’da doğmuştu, ama devamlı olarak Kınalıada’ya on yaşında iken yerleşmişti.Emekli Başkomiser Ahmet Şükrü Bey’in tek çocuğu idi.Deniz ve yüzme, hayatının yarısından fazlasını kapsıyordu.Atletizme daha o yaşlarda kendini kaptırmıştı.Adadaki evin önü yemyeşil çayırdı.Bütün Adalı çocuklarla birlikte burada koşuyor, atlıyor, oynuyor ve dövüşüyordu.Ve gelişiyordu Şükrü….Sağlam, dayanıklı, güçlü ve çabuk bir adam olarak gelişiyordu.Bu arada futbola da başladı.Küçücük bir tenis topunun peşinden mehtap çıkana kadar koştukları ve top görünmez olduktan sonra evlerine dağıldıkları çok olmuştu.Bu arada ortaokula da başlamıştı.O tarihlerde Adalar, yaz aylarında baştan aşşağıya bir spor fiestası içinde yaşardı.Kınalıada takımının üçüncü takımına çağırıldığı zaman Şükrü’nün aklında gene de futbolcu olmak yoktu.Ama sevinmişti.

Bu sırrım gibi, çok süratli, her iki ayağı ile topa güzel vurabilen, üstelik topa çok sert vurabilen çocuk hemen herkesin ilgisini çekmişti ama daha adanın birinci takımına giremeden, kendisini Beyoğluspor klübünün birinci takımında buluverdi.Kurt yönetici Niko Zervudakis onu adadan alıp klübe getirmiş birkaç ay sonra da birinci takımın formasını giydirmişti.Şükrü, bu takımda Buduri,Bambino, Etiyen gibi o günlerin çok büyük futbolcuları ile birlikte oynadı ve bu ağabeylerinin onu iyi bir futbolcu yapmak için ne kadar yardımcı olduklarını hiçbir zaman unutmadı.

Günlerden bir gün Kınalıada ile Beyoğluspor karşılaştı.Şükrü ada takımında klübüne karşı oynadı.5-1’lik maçın üç golünü Şükrü atmıştı.Maçtan sonra, terli terli denize giderken karşısına iki bey çıktı.Nereden bilecekti Beyoğluspor’un gencecik oyuncusu bunlardan birinin Beşiktaşlı Baba Hakkı, ötekinin de yönetici Fehmi Erol olduğunu.Salı Perşembe antreman var geleceksin demişlerdi.Oysa Şükrü henüz Beşiktaş semtini bile doğru dürüst bilmiyordu.İlk antremana gittiğinde, heyecanlı titreyen çocuğu Baba Hakkı yanına çağırdı ve "Önüne yuvarladığım bütün toplara vuracaksın" dedi.Ve Şükrü başladı çakmaya.Anasının hayır duaları onu yalnız bırakmamıştı.Her vurduğu top kaleci Mehmet Ali’nin kalesinde bomba gibi patlıyor, görenler hayran hayran baka kalıyordu.

Şahmerdan gibi vurdu Şükrü…

11 yıl şahmerdan gibi vurdu Şükrü.Tozunu attı Beşiktaş’ın karşısına çıkan tüm kalecilerin.Kendisiyle birlikte takıma giren yeni arkadaşlarla, eskiden kalmış ustalar tek bir ruh, tek bir vücut halinde şampiyonluklara koştular 11 yıl…

Ama günün birinde bir el, tanrısal bir rastlantıya araç olan bir el tutup çıkardı Şükrü’yü, o devleri öğüten çarkın içinden: Şükrü’ye İtalya’nın Lazio klübünden davet geldi.Beşiktaş’tan bonservisini alırken güçlük çekti ama başardı bu işi…

Lazio’da sözleşme imzalamaya gidiyordu.Ama ona "Seni deneyeceğiz, bize kendini kabul ettirmelisin" dediler.Bir hafta izin istedi.Bir hafta içinde günde sekiz saat çalıştı.Dönmemeye kadar vermişti.Kendini kabul ettirecekti öyle mi?Görürdü bu makarnacılar…Üçüncü kümeden bir takımla ilk deneme maçını oynadı.Sonuç 6-2 dört gol Şükrü’den .İkinci maça çıkardılar: bir üç gol daha…Ama heyhat!Bunlar yetmiyordu ki kendini kabul ettirmeye.Şükrü’nün yerine Uruguaylı bir futbolcuyu aldılar ve Şükrü’yü geri göndermeyip Palermo’ya kiraya verdiler.Sicilya’nın sıcakkanlı insanları ile çabuk kaynaştı Şükrü.Birkaç hafta sonra da Palermo kendi sahasında Lazio ile lig maçına çıktı.Lazio kalesinde İtalyan Milli Takımı’nın gözbebeği ünlü Sentimenti ve Palermo sol açığında da Lazio’nun beğenmediği Turco vardı.Turco iyi marke ediliyordu.25. dakikada yüklendi Turco, kaptığı topla ceza alanına girdi.Bir kaçtı ki topa…45 bin seyirci de, kendisi de, Sentimenti’de topu ancak ağlarda gördüler.Maçın bitmesine 15 dakika kala Lazio beraberlik golünü attı.Ama maç biterken gerilerden bir top geldi Şükrü’ye.Çalımladı orta sahayı yıktı.Sentimenti üzerine geldi, daldı ayaklarına…Çekti topu Şükrü sağ ayağı ile ve solu ile yandan yuvarladı…

Lazio, o sezon sonunda Şükrü’yü geri almak için daha o günden harekete geçti tabi…Palermo’da başarılı bir sezon geçirdikten sonra Lazio’ya döndü.O sezonun zayıf Palermo takımında 15 golle kapatmıştı.

Ertesi yıl Lazio’daki ilk lig maçında Torino’ya karşı oynadığı muhteşem futbol ve attığı iki gol Şükrü’yü bir anda Roma halkının sevgilisi yaptı.Lazio lig dördüncüsü olurken Şükrü’nün de 17 golü vardı.Ondan sonraki yıl Palermo iyice zayıflamıştı ve düşmesi söz konusu idi.Lazio’dan gene Şükrü’yü istediler.Palermo kurtuldu ve Şükrü o sezonda da 14 gol attı….Sezon sonunda yazı İstanbul’da geçirmek üzere geldi.Beşiktaşlı yöneticiler kancayı taktılar Şükrü’ye.O ise daha İtalya’da oynamak istiyordu.Razı ettiler.Ne var ki bonservisi vaktinde gelmeyince kızdılar.Şükrü de onlara kızdı ve 1954-55 sezonunda kriz içinde bulunan Galatasaray’a girdi.Ama Beşiktaşlı Şükrü, Galatasaray’da bir yıldan fazla kalamadı ve futbola veda etti.

1957’de Roma’da iken başladığı spor yazarlığını öldüğü güne kadar sürdürdü.Engin futbol bilgisi ve tecrübesi ile Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Milli Takım teknik direktörlüğünü ve Beşiktaş’a teknik yöneticilik de yaptı.Futbol dünyasından çıkıp, basın dünyasına girdikten sonra da ince zekası, kıvrak kalemi, eşsiz hiciv yeteneği ile okunan ve aranan bir yazar oldu.

Futbol dünyasından çıkıp basın dünyasına girdikten sonra da ince zekası, kıvrak kalemi, eşsiz hiciv yeteneği ile okunan ve aranan bir yazar oldu.11 kez milli formayı giymiş, Türkiye ve İtalya’da unutulmaz futbol olaylarının unutulmaz kahramanı olmuş bir adam olarak 10 Temmuz 1977’de geçirdiği bir kalp krizi ile arkadaşlarının kolları arasında öldü.

Şükrü Gülesin’in Kendi Kaleminden “Unutamadığım Yıllar”

17 yaş ve Beşiktaş, sizlere kendimi takdim ederim: Ben Beşiktaşlı Şükrü Gülesin…Beşiktaş’ta top oynardım.Baba Hakkı’nın kaptanlığı devrine rastlar futbolculuğum.Kemal’ler, Sabri’ler, Şeref’ler benim arkadaşımdı.Gündüz’ler,Cihat’lar, Bülent’ler benim arkadaşımdı.Kara Kartalı tanıdığım zaman henüz 17 yaşındaydım.1940’dan bu yana tam 25 yıl geçmiş.İnsan ömrünün yarısı bu süre galiba…Ve ben 17 yaşında kanatları altına girdiğim kara kartalla bugüne dek beraber yaşamışım…

Uzun yılların gerisinde kalan dostluk çevresinin, insanı bir yarı ömür sonra tekrar aynı sıcaklıkla kucaklayışı ne büyük mutluluk!Bilemezsiniz…Ben ise o çevrede artık en küçük bir iz bırakmadığımı sanırdım.Meğer kaybolmamışım.Ama kabahat bende değildi.Futbol nankördür, diye öğretmişlerdi bize.Daha sahalara adımızı attığımız zaman duyduğumuz söz buydu.Ders verir gibi, bu iki kelimeyi ezberletmeye çalışırlardı; "Futbol nankördür, futbol nankördür".

İtalya’dan döndüğüm sırada bir gece çocuklar beni Kumkapı’da ki bir balıkçı meyhanesine götürdüler.Ben istemiştim.Ekşi ekşi balık kokan, sigara dumanından göz gözü görmeyen, alaturka şarkılar söylenen bir meyhaneye hasrettim kaç senedir.İçeri girdik, yerimize oturmaya vakit kalmadan bir delikanlı geldi, boynuma sarıldı.Çocukken beni seyredermiş.Resimlerimi saklarmış.Adı Çamur Şevketti…Kırk yıllık ahbabım gibi boynuma sarıldı Şevket.Sonra bir sandalyenin üzerine çıktı ve yüksek sesle, gönlündekini döktü ortaya; “Beyler efendiler…Şu masada oturan abimizi tanıdınız mı?Nereden tanıyacaksınız?Şükrü Gülesin…Beşiktaş’lı Şükrü Gülesin…” Balıkçı meyhanesinin duvarları rengarenk Beşiktaş resimleri ile doluydu.

ads%C4%B1z.jpg


Gelmez Böyle Forvet Bir Daha

Sene 1940…

Hakkı Yeten’in takımı Beşiktaş’a transfer etmiştim.Ne demek ti bu, dile kolay!Hakkı Kaptanla ve Beşiktaş’ın o devirdeki şöhretleri ile aynı takımda oynayacağını düşünmek bile 17 yaşında bir genci bitirir, yatağa düşürürdü.Öylesine büyük heyecandı, öylesine zor şeydi…

Bir Cuma günü adaya ismime bir telgraf geldi.Bütün ada halkı beraber okuduk telgrafı.Şöyle diyordu; “Kendine iyi bak.Pazara Galatasaray maçında oynuyorsun.”

Dizlerimin bağı çözülmüştü, dilsize dönmüştüm.Sonra, sonrası, sonraları devam etti gitti işte.Ama, o ilk heyecan kasırgasını hatırladıkça hala ürperirim.

Sene 1940

Mağlubiyet şöyle dursun, berabere dahi kalmadan şampiyon oluyor, rakip kalelere tam 108 gol atarak rekor üstüne rekorlar kırıyorduk…

1940-1941

Sabri-Hakkı-Kemal-Şeref-Şükrü beşlisi diye bir dev silindirin, canavar bir forvetin hegomanyasına giriyordu Türk Futbolu...
Yoktu bunun daha ötesi.Dost, düşman hepsi aynı görüş aynı fikirdeydi; "Gelmez böyle bir forvet daha Türkiye’ye…"

…..Ve gelmedi de….

1941-1942

Baba Kartal yenmesini öğretmişti bizlere.Hele bir kazaya uğramayalım, zindan ediyordu dünyayı hepimize.Daima iyiyi, daima doğruyu öğretmişti.Buna uymayanlar çarpılırdı.Birbirimize kenetlenmiş, azim ve irade duvarı olmuştuk adeta.Bizi kimse yıkamazdı.Yıkamadılar da senelerce…Ta ki biz yıkana kadar, daha iyi bir deyimle tabiat nimetlerine esir olana kadar…

1942-1943

Hep birer örnek elbise ve palto yaptırmışlardı hepimize.Antremanlardan sonra karıştırırdık paltoları.Kırılırdık gülmekten.Benim maaşım; antremanlarda birer gümüş lira, maçlarda ise iki gümüş liraydı.Bu parayı zaruri masraf olarak imza mukabilinde dağıtırlardı.O gümüş liralardaki sihirli gücü, İtalya’ya transfer ettiğim sene önüme dökülen milyonlarca lirette bulamadım…

1943-44-45-46

Maaşlara zam olmuş, maç primleri konmuştu ilk defa.En yakın rakibi altı, yedi puan aştın mı, prim almak zorlaşıyordu.Bugün gibi hatırlarım.Vedii, Çengel Hüseyin ve Kemal’le gizli bir toplantı yapmış, primleri daha kolay almak için maç dahi kaybetmeyi düşünmüştük.Hayaldi bunu yapabilmek tabi.Delikanlılık devremizdi.Böyle şey yapsak, kartal bizi yükselttiği yerden bırakıverir, tavuk ölüsü gibi kalırdık…

1947-48-49-50

Seneler birbirini kovaladı.Eskiler yerlerini yenilere bıraktı.Takım yeni yeni galibiyetlere koşuyordu.Bu son dört yıl içersinde ölünceye kadar unutamayacağım şeyler oldu.7-1’lik Fenerbahçe maçı ve Sabri’nin zaferi…İzmir’de Altınordu’yu 5-3 yendiğimiz maç…Harbiye’yi 6-3 mağlup edişimiz, ve Hakkı Kaptan’ın zafer tacıydı bu maç.Dünya tarihinde bir daha rastlanmaz böylesine ilk devrede enerjik Harbiye 3-0 galipti.İkinci yarıda herkes bizim bozguna uğruyacağımızı tahmin ederken.Beşiktaş altı gol atıyordu.Maçı 6-3 almıştık.Hayır hayır Hakkı Kaptan almıştı tek başına.Bizi ayağa kaldırarak.Sonra 30.000 kişinin Beşiktaş’ı ayakta alkışladığını görecektik.

ads%C4%B1z.jpg


Kornerler Kralının Anıları

Necati Karakaya’nın Kaleminden


Şükrü Gülesin ile 1952 yılında arkadaş olmuştuk.Bu tarihte İstanbul’da Almanlara, Berlin’deki 2-1’ lik galibiyetinin rövanşını vermiştik.BU maç için İtalya’da oynayan Şükrü Gülesin kurtarıcı olarak getirilmişti.Sol açıkta Beşiktaşlı Faruk Sağnak veya Vefalı İsmet Yamanoğlu’nu ekarte etmişti.Şükrü, bekleneni verememişti.

Akşam Fedarasyon’un, Almanya onuruna Taksim Belediye Gazinosunda verdiği yemeğe, Üniversite Yöneticisi olarak davet edilmiştim.Şükrü ile işte bu hüzünlü gecesinde arkadaş olduk.Şükrü İtalya’ya döndü.Dönüşte Beşiktaş formasını giyemeyince Galatasaray’a transfer oldu.Kendisi Galatasaray’dan ayrılışını şöyle anlatırdı.

"Birgün Galatasaray Klübü’ne bir telefon geldi.Beşiktaşlı Şükrü Gülesin’i arıyorum" dedi.Ben bu adama "Şükrü Gülesin’i Şeref Stadı’nda ara" dedim, ve dayanamayıp İtalya’ya döndüm.

Yıllar sonra, Şükrü Gülesin tekrar Türkiye’ye gelmişti.Birlikte Kumkapı’da Karakartallar restoranına gittik.Bu sırada Benim tanıdığım, Şükrü Ağabeyin tanımadığı Çamur Şevket (Bozacığılu) bir sandalye üzerine çıkarak şu nutku attı;

"Beyler, abiler… Şu masada oturan ağabeyimizi tanıdınız mı? Nereden Tanıyacaksınız?
Şükrü Gülesin…."


Kumkapı’da Çamur Şevket’in konuşmasına Şükrü Gülesin duygulanmıştı.Ben ise iki kat duygulanmıştım.O’nu, İnönü Stadı’nın futbolseverleri işe tanıştıracaktım.Ve O’na sürpriz yaptım.İnönü Stadı’nda Ben, Şükrü Gülesin beraber maç izliyoruz.Biraz ileride Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak oturuyor.Apak’ın yanına gittim ve şu konuşmayı yaptım.

"Can Bartu’nun takımı Lazio’da yıllar önce Şükrü Gülesin oynadı.Bu iki Türk Futbolcusunun onuruna Lazio’yu İstanbul’a getirip, maç yaptıracağım.Beşiktaş ile Lazio’yu Şükrü Gülesin’in jübile maçında oynatacağım.Önümüzedeki hafta Futbol Federasyon’dan İnönü Stadı’nı istiyorum."

Şükrü Gülesin yanına döndüğümde ne konuştuğumuzu sordu.Ben O’na jübile maçını oynatmam için Federasyondan saha istediğimi söyledim.Ama federasyon başkanı Orhan Şeref Apak’ın bana verdiği cevabı,

"Hoppala Şükrü’ye jübile nerden çıktı?Baksana şunun göbeğine.Bu göbekle sahaya nasıl çıkar.Millet ne der? O’nu futbolcular omuzlarında nasıl taşıyabilir?" dediğini anlatmadım.

O gece Roma’yı aradım.Feriköy Klübü başkanı olarak Lazio-Beşiktaş maçını organize ediyor ve İtalyan Takımını İstanbul’a davet ediyordum.Karşımdaki şahıs Lazi Klubünün Genel Sekreteri Ricardo idi.Teklifimi kabul etti.Ben Can Bartu’nun takımını İtalya’dan getirip maç yaptırmayı 3 yıldır düşünüyordum.Can, 1960 yılında Fenerbahçe’den Flarantina takımına gitmiş, 2 yıl sonra Venezia takımına kiralanmış, 1 yıl sonra dönmüş ve şimdi Roma’nın Lazio takımına transfer olmuştu.Bu takım Gülesin’i İtalya’da gol krallığına koşturan takımdı.

26 Ekim 1965 Salı akşamı Can Bartu’lu Lazio İstanbul’a geldi.Kafile Başkanı Giardini, takımın antrenörü Mannocci idi.Kafileye İtalya Milli Takımı’nın eski forveti Galli’de katılmıştı.Lazio’yu ev sahibi olarak ben karşılamıştım.Eski takım arkadaşı için Yeşilköy’e koşanlar arasında Şeref Has’ta vardı.27 Ekim Çarşamba günü İnönü Stadı tarihi günlerinden birini yaşandı. Bu Beşiktaş-Lazio maçından daha çok , Beşiktaş-Fenerbahçe takımının emektarlarının maç yapmasından kaynaklanıyordu.Beşiktaş şöhretlerinin soyunma odasındaydım.Bir haber getirdi birisi Beşiktaş kaptanı Baba Hakkı’ya,

"Baba" dedi, "Fenerbahçe takımı bize göre çok genç çıkıyor.Ne yapacağız" dedi. Baba Hakkı’nın cevabı kısa oldu; "Ulan onlar gençse bizde ölmedik."

Ve sahaya dizildi iki takımın.Hemen hemen hiçbiri formalara sığmıyordu.Kiloları çok fazla idi.Nasıl koşacaklar, nasıl gol atacaklardı?Seyirciler arasında birinin kalp sektesinden gitmesine peşinen üzülenler dahi vardı.İşte iki takımın dizilişi ve o günkü kiloları:

Beşiktaş:

Mehmet Ali 85 kg
Yavuz 100 kg
Hristo 100 kg
Eşref 75 kg
Ali İhsan 75 kg
Faruk 75 kg
Baba Recep 90 kg
Baba Hakkı 85 kg
Kemal 105 kg
Şeref 85 kg
Şükrü 115 kg
Fenerbahçe:
Cihat 90 kg
Murat 90 kg
Ahmet 11o kg
Melih 85 kg
Kamil 85 kg
Ömer 70 kg
Halit 85 kg
Naci 75 kg
Suphi 85 kg
Burhan 80 kg
Cemal 120 kg

2 takımın toplam ağırlı 2000 kilo idi.Buna sonradan takımlara giren Fenerbahçe’den Erol,Basri,Selahattin,Nusret ile Beşiktaş’tan Vedii,Nusret,Salim,Eşref bilgiç’in kilolarıda eklenmemişti.İki takım hazırlanırken Kemal sigara içiyordu.Hakkı Kaptan’ın sinirlenmesine Kemal, nefesleniyorum cevabını verdi.Hakkı Kaptan masaj yaptırırken Cihat Arman hayatında hiç masaj yaptırmadığını söyledi.Birbirlerine gol atamadılar ama bugünkü forvetlerden daha çok gol pozisyona girdiler.Maçı yöneten Sait Nil, bugünkü Hakemlerimize taş çıkartan kararlar verdi.Seyirci 30.000’nin üzerindeydi.Ancak 28.205 seyirci stad gişelerine 307.540 lira ödemişti.lazio’nun uçak, otel,yemek ücretlerini ödedikten sonra alış veriş için futbolcularına prim olarak 30.000 lira verdim.Vergiler çıkınca Şükrü’ye 110.000 lira kalmıştı.Bana bıraktığı parayı Anadolu Bankası Parmakkapı Şubesi’ne yatırdım.Aylar geçti Şükrü ağabey aldığı parayı sormaz oldu.Ben hatırlattıktan sonra aldı.

İTALYANLAR MAÇI 1-0 KAZANDI

Lazio:
Cei-Dotti,Vitalli –Carossi,Pagni,Galli-Renna,Bartu,Rezzoni,Gaspari,Mari

Beşiktaş:
Necmi-Yavuz,Süreyya-Suat,Yusuf,Sebahattin,Kaya,K.Ahmet,Yusuf,Ahmet,Sanlı,Faruk

Faruk Talu,Doğan Babacan,Ahmet Bagatır üçlüsünün yönettiği maçıb ilk atağı Lazio’dan geldi.Ama zaman ilerledikçe toprak sahayı beyenmeyen İtalyanlar topa girmez oldular.Beşiktaş da arzulu değildi.Tek gol maçın 83.dakikasında Can’ın pasından geldi.Can sola uzun bir açtı.Gaspari yakaladı, daha da sola kayıp topu kaleye gönderdi.Renna, Necmi’den atak davranıp, ayak koyarak topu filelere gönderdi.Lazio 1- Beşiktaş 0

Maçtan sonra Can Bartu "Beşiktaş iki açığı Ahmet ve Faruk oynasa.Bizi yenerdi" dedi.

ŞÜKRÜ İLE KAN BARTU İTALYA’DA BİR EFSANEYDİ

Şükrü’nün ve Can’ın İtalya’da top koşturmasından sonra yıllar geçmişti.Yıl 1980, Floransa kentinin son kapısı Sesto’dan otoyola çıkacağım.Arabam arızalandı.Baktım 100 metre ileride Fiat servisi.Otomu buraya çektim. "3 gün sonra gel" dediler."Gazeteciyim yurda dönüyorum.İşte gazetemde resmim" dedim.Resimde yanımda Can Bartu vardı.İtalyan servis şefi bağırdı:

"OHHH KAN BARTU." Can’ın arkadaşım olduğunu söyleyince arabam 10 dakika da onarıldı.İtalya’da bugün dahi Kan Bartu ve Şukru Gulesin efsanesini dinliyorum..

ads%C4%B1z.jpg

Şükrü Gülesin jübilesinden bir kara Baba Hakkı omuzlarda.

ads%C4%B1z.jpg

Şükrü Gülesin jübile maçı bitimi Gülesin taraftarı selamlıyor.

Mehmet Üstünkaya Son Saatlerini Anlatıyor

Ölmeden bir saat önce ''Kızdırmayın ölürüm..." diyerek kahkahalar atıyordu...Gadocha'nın menaceri Zaremba ile buluşmuşlardı...Şükrü tam otuz yıl önce d'Angulem kalesini koruyan Zaremba'ya iki gol atmıştı Beşiktaş forması ile...İki eski dost tanışmalarının otuzuncu yıl dönümünü kutladılar kahkahalar arasında...

ads%C4%B1z.jpg


Ölmeden yarım saat önceki fotoğrafı.Gadocha’nın menajeri Zaremba ile.Şükrü Gülesin bundan tam 30 yıl önce D’Angulem kalesini koruyan Zaremba’ya iki gol atmıştı.

Komşular Trinitrin yetiştirdiler...Dilinin altına sokmaya çalıştık...Israrla ağzından dışarı atıyordu....Yavaş yavaş hareketsizleşiyordu...Anlamıştım...Büyük Enişte gidiyordu...Hiç korkmadığı ecel O'nu ilk üç dört dakikada yakalamıştı...

http://hizliresimyukle.com/showoriginal-76266/adsız.jpg

Mehmet Üstünkaya’nın evinin rıhtımı.Şükrü Gülesin ölümünden yarım saat önce objektife neşe içinde poz veriyor, espriler yaparak herkesi kırıp geçiriyor.Ayaktakiler soldan sağa, Beşiktaş’ın Paris temsilcisi, Üstünkaya, ve Gadocha.Oturanlar, Gadocha’nın menajeri Zaremba ve Büyük Şükrü…

Pazar günü 13'de eşi ile birlikte Yeniköy'deki evime gelmişlerdi..O'nu çok seven biri olarak, o derece memnun olmuştum ki, tarif edemem...Bir hafta kadar önce bir kalp spazmı geçirdiğini biliyordum.Şaka yollu "Enişte...." dedim.Aman deniz felan diye tutturma...Şöyle baş köşeye geç dinlen." Bu sözlerime hanımlarda katıldı ve Şükrü' yü baya sıkıştırdık...''Bana bakın..." diye gürledi...Göbeğine vurduktan sonra, "Doktor ne derse yapıyoruz...Sigara dediler sigarayı bıraktık.İçki dediler yanına uğramaz olduk...Yemek dediler boğazımıza urgan bağladık...Daha ne yapacağız?Göreceksiniz kısa süre içinde on beş kilo vereceğim.Hatta futbol bile oynayabilirim..." Bu sözlerine rağmen, O'nu tedbirli olmasını istiyorduk...Yine kafası attı ve "Yoooo..." diye söylendi..."Fazla sıkıştırırsanız kızarım ölürüm haaa..." dedi.

Son derece neşeli görünüyordu.Gülüyor, şakalar yapıyor, hepimiz kahkahalar kırıp geçiriyordu...Terasta yemeğe oturduğumuzda doktorun bütün söylediklerini yerine getirdi..Çok az domates söğüş ve salatalık yedi...Bir kalem pirzola aldı, "Doydum" dedi."Zenginin sofrasında fakir bu kadarla da doyar...."

Öğle yemeğinden sonra O'nu gölge bir köşeye yerleştirdiğimiz koltuğa oturttuk ve sohbete daldık...O sıralarda Beşiktaş'ın transfer etmek istediği Polonyalı futbolcu Gadocha, menaceri ve arkadaşları geldiler.Şükrü onları görünce çok sevindi.Bana "Şu çam yarması herifi görüyor musun?" diye sordu... "Kurcala bakalım beni tanıyor mu?"...

Çam yarması dediği Gadocha'nın menaceri Zaremba idi.Tatlı bir sohbete dalmıştık.Zaremba iri yarı, Şükrü Gülesin gibi şişman bir adam.Biraz anlatınca hatırladı ve Şükrü'ye sarıldı...Hatırlamaz olur muyum?" diye bastı kahkahayı çam yarması..."Bundan tam otuz yıl önce 14 Temmuz günüydü.Ben o zaman Fransız d'Angulem takımının kalesini koruyordum.Bir resi maç için İstanbul'a gelmiştik.Beşiktaş'la oynuyorduk.İlk yarıda gol yememiştim.Fakat ikinci devre Beşiktaş oyuna Şükrü'yü soktu.Hiç unutmam.Şükrü beklerimi peşine takarak geldi geldi, bomba gibi şutlar patlattı kaleme...İki de gol attı.Nasıl unuturum?"

Zaremba'nın bu hatırayı anlatması Enişte'yi çok neşelendirmişti."Bana bak" dedi adama..."Gerçi bu gün ayın onu...İstersen on dört temmuzu dört gün önce kutlayalım ne dersin?"

Zaremba, "Tamam" diye karşılık verdi."Tanışmamızın otuzuncu yıl dönümünü kutluyoruz."İki devin konuşmasını kahkahalarla izliyorduk.Şükrü, "Bu kutlama töreni fotoğrafsız olmaz...Haydi Üstün " diye bağırdı."Getir fotoğraf makinesini."

Hemen getirdim makineyi ve fotoğraf çekmeye başladım.Gadocha "İkisinin resmini ben çekeceğim diyerek makineyi elimden aldı.Şükrü "Aynı pozdan iki tane çek" dedi."Birini bize bırak, birini de Fransa'ya götürsün dedi."

Fotoğraflar çekildi, neşe içinde rıhtıma indik.Enişte soyunmuştu ve denize girmek istiyordu.Eşi "Aman Şükrü dikkatli ol" diye uyardı O'nu..."Doktor sakın atlama dedi" Şükrü Enişte ne dinlerdi ki?...Ben Spitz'in az şişmanıyım" diyerek rıhtımdan denize atladı.Fazla kalmadı denizde eve çıktı.Misafirler gitmişlerdi.Biz bize kaldık ve şezlonglara oturduk.Tam karşımda oturuyordu ve neşeliydi.Gözlerim O'ndaydı...Birden sanki yerine çivi batmış gibi sıçradı ve sol tarafına devrildi.Ani olmasına rağmen yerimden fırlamış ve O'nu yere düşmeden yakalamıştım.Bir yandan o koca cüsseyi zaptemeye çalışıyordum."Koşun Enişte gidiyor" diyebilmiştim.Komşular Trinitrin yetiştirdiler...Dilinin altına sokmaya çalıştık...Israrla ağzından dışarı atıyordu....Yavaş yavaş hareketsizleşiyordu...Anlamıştım...Büyük Enişte gidiyordu...Çaremiz kalmamıştı.O'nu kaybetmiştik.

Emimizden gelen herşeyi yaptık.Ancak hiç korkmadığı ecel O'nu ilk üç dört dakikada yakalamıştı.Acımız çok büyük.Son saniyesine kadar yanında kaldım ve bu büyük insanın aramızdan ebediyen ayrılmasına şahit oldum.

"Tanrı rahmet eyleye..."

Altan Erbulak ağlıyordu

...Artık Eniştemle Sohbet, Enişte ve Molekül, Resimli Kulis Köşeleri sessiz kalacak...

Altan Erbulak ağlıyordu...Yıllardır Türkiye'yi güldüren bu büyük sanatçının gözlerinden sicim gibi akıyordu yaşlar...
Şükrü Enişte ölmüştü...

"Biz..." diyordu Altan Erbulak..."Etle kemik gibiydik"... "O koca vücuduyla servise girer, yerleri sarsarak yürür, etraftan takılanlara inanılmayacak kadar espri dolu cevaplar yetiştirerek masasına otururdu"....
"Enişte...." derdim..."Bugün ne var ne yok?"...

"Ne yok ki?" diye basardı kahkahayı..."Güreşçileri, yüzücü diye yutturmaya kalkmışlar...Atletlerimiz yanlış bir turnuvaya gitmişler...Beden Terbiyesi Genel Müdürü bıyık bırakmış....Fenerbahçe nasılsa maç kazanmış...Beşiktaş'ın Fulya tarlasına kabak ekmişler...Daha ne olsun?"...

"Ulan Molekül!"... derdi. Altan'a...Pertev'e, Bana bak...Toşak'ın karnı ağrıyordu geçmiş mi? diye sorardı...Herkesi memnun eder, bitmeyen esprileriyle ortalığı kırar geçirir klüp başkanlarına laf yetiştirir, Resimli Kulis'lerini sandalyeye ata biner gibi oturarak yazdırır, Şükrü Enişte' ye şakalar sıralar ve renkli hayatını renk içinde yaşardı...

Fakat önleyemedik...Hiç birimizin elinden gelmedi önlemek...

Artık bizimle beraber değil Şükrü Gülesin...

Şükrü Enişte köşesi, Molekül dizileri, Resimli Kulis'ler artık sessiz kalacak...Çünkü Büyük Şükrü'yü kaybetmiş bulunuyoruz...

Altan Erbulak ağlıyor...

O'nu seven herkes ağlıyor...Aslında sevmeyen yokyu ki...Hayatımızdan bir parçanın kopmasından dolayı acı içindeyiz..

Tanrı rahmet eyleye...

ads%C4%B1z.jpg


ads%C4%B1z.jpg

Şükrü Gülesin ve Karikatürist Altan Erbulak

O bür dünyada ne vardı ki!...
Cihat Arman


Ne buldun ki öbür dünyada aramızdan birden bire ayrılıp gidiverdin.Senin bu dünyada ölmekten başka yapacak hiç mi işin kalmamıştı sanki?Bana göre en verimli, en olgun çağını yaşıyordun.Üstelik basın hayatın, futbol oynadığın devirdekinden de başarılı idi.Her girdiğin meclis, senin ağzına bakar, esprilerini etrafındakileri kırıp geçirirdi.Ne söylesen, ne yazsan kimseye dokunmazdı.Çünkü seni herkes, öyle tanımış, öyle bilmişti.Daha doğrusu için dışın aynı olduğu ve her şeyi olduğu gibi söylediğinden kimseye batmazdı.Başbakanından, hademesine, zengininden fakirine kadar aynı karakteri taşırdın.Bir çocuğa ne söylersen, bir profesöre de aynı tarzda konuşurdun.Senin bu karakterin, zekan ve esprilerin, sonradan olma değil, taa çocukluğundan bu yana gelen yaratılışındı.Bu yüzden de çok dost edinmiş, kendini çok sevdirmiştin...

Karşı karşıya oynadığımız yıllarda ne tatlı hatıralarımız olmuştu seninle.Milli takım kamp ve seyehatlerinde oda ayırımı yaptığım zaman daima seni yanıma alırdım.Bunun bir nedeni ise o zamanlar ele avuca sığmayan, tığ gibi bir genç olduğun için, sağa sola kaçarsın endişesi idi.Ama sen bunu hiç bir zaman yapmadın.Maç bitene kadar, senden ciddi, senin kadar söz dinleyen ve kendini oyuna veren olmazdı...

Bir ara Fenerbahçe'de oynayan Sasunun kornerden gol atışı Türk Futbolunda şaşkınlık yaratmış bütün takımların müdafaa oyuncuları korkar olmuştu.Bugünkü seyirciler asıl senin kornerlerini görmeliydiler.Sasu'nunkiler kaç para ederdi acaba yanında!...Ankara'daki bir Başbakanlık Kupası maçında bana bile kornerden attığın gol hala seyredenler tarafından unutulmamıştır.Zaman zaman etrafındakilere geçmiş yılları anlatırken, "Beni meşhur eden Arman'dır.Onun gibi bir kaleciye kornerden gol atmak, beni meşhur etti" derdin...

"Parasızım, aşığım ve inceyim ama, canlılığıma, karakterime ve vücut yapıma bakanlar benim bu üç şeyime inanmazlar" diye dert yanardın.Aslında iri vücuduna rağmen inceydin, hızlıydın ve sevdiğin herşeye aşıktın.

Bu kadar acele etmene, Beşiktaş ve Milli Takım'da beraber oynadığın arkadaşlarının hepsinden önce bu yolculuğa karar vermene sebep ne idi acaba?Yoksa insanlığı, inceliği, aşkı ve parayı orada mı bulacağını sandın?Gidenlerden biri, kulağına bizden habersiz böyle birşey mi fısıldadı yoksa?

Ne diyelim Şükrü!...

Senin bizlerden ayrılışın için böyle karar verilmiş, böyle olmuş.Bizlerden ayrılmakla, belki rahat ve mutlusun ama ailen, çocukların ve geride kalan bizleri hiç mi düşünmedin?Gene de sen bu dünyada kalanları düşünme.Eğer bilmediğimiz yeni dünyada insanlığı mutluluğu ve bur dünyada bulamadıklarını orada bulabilirsen bizler senin için senin acına katlanır, göz yaşlarımızı içimize akıtır ve hatıralarınla yaşamaya çalışırız.

Ama gene de çok zor olur bizim için bu ayrılık...

17.jpg


Şükrü'nün Gerçeği
Kahraman Babçum


Dünya futbol tarihinde kendi çağından otuz yıl sonrasının futbolunu oynamış olan beş-on adam varsa bunlardan biri bizim Şükrü'dür:1940'larda 1970'lerin futbolunu oynuyordu.

Çabukluğu vardı, kuvveti vardı, iri vücuduna nasıl kabul ettirdiğini anlayamadığımız kıvraklığı vardı, dururken ve koşarken, duran ya da giden topa vuruşundaki büyük ustalık vardı, oyunu sahanın bir köşesinden öteki diyagonal köşesine aktarışındaki yüksek yeteneği vardı, hem teke tek kaldığı rakibine hem de tüm futbol sahasına bir anda çıkardığı süpriz davranışları vardı...

1970 sonrasının dünya futbol piyasasında ün yapmış hücum oyuncuları içinde 1940'lar daki Şükrü'den daha üstün olanı pek azdır...

Futbol oynadığı günlere yetişememiş olanlar bilmelidir ki; Şükrü bir futbol devi idi..

Şükrü sosyal yaşantısı içinde dar bir pencereden görenler, yani onu sadece içki masasının sohbeti arasında tanımış olanlar, bu neşeli, bu pervasız, bu zeki, bu esprili adamı, çevresine neşe saçan bir tatlı küfürbaz olarak bilenler onu hiç tanımamış olanlardır...

Hayatta herşeyi bir pula satabilecek bir eski zaman derbederi gibi, görünmeyi sanat haline getirmişti.Oysa bütün ömrünü, sorumluluklarının yükü altında ezile ezile, fakat her çeşit sorumluluğu tek başına omuzlayım taşımayı şeref sayarak geçirdi.

Özel hayatının bitmez tükenmez dramlarını dev yüreğinin içinde eriten ve dostlarının onu her an neşeli görmeleri için kendi kendisini yiyen bir büyük insandı Şükrü...

İtalya'da futbol oynadığı günlerinde yirmi yıl sonra Roma sokaklarında hiç tanımadığı insanlarca yolu kesilip omzunun sıvazladığını, sevgi ile kucaklandığını gördüğüm zaman şaşırıp kalmıştım.Sanki adamlar, dünkü maçta çok başarılı olan popüler bir sporcuyu kutluyorlardı.

Nerede, hangi koşullar altında bir İtalyanla tanışsam eğer yaşı uygunsa, Şükrü'yü anımsadığını gördüm.Futbolu aşkla seven İtalyan ulusu, bu sempatik yabancı yı unutmamıştı.Ve Şükrü, bu "unutulmamışlığı" her hissediğinde gururdan çok uzak bir mutluluk duydu.

Ama kendi ülkesinde sonradan gazetecilik yapmasaydı çoktan unutulmuş olacağını kesinlikle biliyordu..
Türkiye'nin Batı Almanya ile Köln'de berabere kaldığı maça gittiğimizde aynı odada yatmıştık.Alkolün ikimizide iyice güçsüz kıldığı bir gece bana "Uyuma. konuşacağız" demişti.Konuştu, konuştu o gece...O meşhur horlamasını ile uykuya daldığı zaman Köln sokaklarında çöpçüler dolaşmaya başlamıştı.O geceki konuşmasından bir tek cümleyi hatırlıyorum, gerisi zaten gerekli değil;

"Bütün hayatım boyunca bir matrak adam olarak tanıdılar beni...Ama öldükten sonra öyle hatırlanmak istemem...Ben öldüğüm zaman sen sağ kılarsan ona göre birşey yaz..."

Koca Şükrü...

Senin nasıl da gerçekten ciddi işler için yaratılmış bir adam olduğunu gerçek dostlarının dışında o kadar az kişi anladı ki...

1.jpg


3.jpg
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst